“1922” ZORUNLU GÖÇ ya da EXODOS
“1922” ZORUNLU GÖÇ ya da EXODOS, Damla Demirözü
G ö r ü ş : E y l ü l 2 0 0 2, "1922” ZORUNLU GÖÇ ya da EXODOS
Damla Demirözü
E X O D O S
Anadolu’da, Türklerle Yunanlılar arasında 1919-1922 yıllarında yaşanan savaş, Türkler’in galibiyeti ile bitmiştir. Oysa 1922 tarihi, Türk ve Yunan toplumsal belleklerinde herhangi bir askeri galibiyet ya da mağlubiyetten çok daha farklı bir anlam taşır.
Balkan savaşlarından itibaren durmadan toprak kaybeden Osmanlı İmparatorluğu’nun milliyetçiliği öğrenmekte geç kalan Müslüman ümmeti, 1922 galibiyeti ile üstünde Türk olarak yaşayabilecekleri Anadolu’yu kendilerine yurt edinmiştir... Ve bu yurt ediniş, Lozan Barış Antlaşması (Temmuz 1923) ile meşruluk kazanmıştır.
Dolayısıyla 1922, Türkler için Lozan Barış Antlaşması yani Türkiye’nin kurtuluşu, kuruluşu ve uluslararası düzeyde tanınışı demektir.
Yunanlıların tarafından bakıldığındaysa, 1922’nin çağrıştırdıkları herhangi bir askeri yenilgiden çok daha fazladır. 1922, ‘Yıkım’ ya da ‘Küçük Asya Felaketi’ (Catastrophe - veya Asia Minor Disaster-) demektir. Örneğin 1922’nin Yunan belleğine şekillendirdiği ilk görüntü ise alevler içinde yanan İzmir’dir.
Büyük y›k›m
1922’nin karşı tarafın toplumsal hafızasında kapladığı yerin önemini anlamak için yabancısı olduğumuz Yunan tarihine biraz daha yakından bakmak yeterlidir.
Yunan devleti, 1821 yılında Mora Yarımadası’nda Osmanlı İmparatorluğu’na karşı başlayan ‘isyan/ayaklanma’nın başarıya ulaşmasıyla kurulmuştur. 1821 devriminden sonra genç Yunan devleti sürekli bir toprak gelişmesi yaşamıştır: 1881 Tessalya’nın ilhakı, 1913 Girit’in Yunanistan’a katılması ve kuzey sınırlarının Balkan savaşlarıyla genişlemesi...
Hem ‘yenilmez’ sanılan Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kazanılan devrim, hem de bu devrim sonrası Osmanlı İmparatorluğu aleyhine gelişen topraksal genişlemenin sürekliliği, Yunan devletindeki bazı çevrelerde, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan diğer Hıristiyan-Ortodoks Rum nüfusu da ‘Osmanlı boyunduruğu’ndan kurtarma eğilimini (Alitrotismos) ortaya çıkarmıştır.
Daha sonra başbakan olacak Koletti, 1844’te, ilk anayasa çalışmaları sırasında yaptığı konuşmada, bu eğilimi açıkca ve resmi olarak dile getirmiştir. Bu konuşmaya
göre, Yunan devleti sınırları dışında kalan, yani Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan diğer ‘boyunduruk altındaki köle kardeşler’ de Osmanlı esaretinden kurtarılmalı, İstanbul, Atina’ya paralel bir konuma getirilmeli ve Ekümenik Patrikliğin merkezi olmalı idi. İşte, Megali İdea (Büyük Mefkure) böyle doğmuştur.(1)
Megali İdea ile Anadolu’ya çıkan Yunan ordusu, M. Kemal Atatürk hareketini ummadığı bir anda karşısında bularak yenilmiştir. İlerleyen zamanlarda bu yenilgi Yunan toplumsal hafızasınca yıkım ya da felaket olarak hatırlanacaktır. Bazı araştırmacılara göre bunda, 1844’ten itibaren 78 yıl boyunca Yunan toplumunu etkileyen Megali İdea’nın 1922 ile tarihe karışmasının toplum üstünde yarattığı şok ve boşluk etkisinin önemli bir payı vardır. Üstelik Yunan ordusunun 1922’de yaşadığı yenilgi nedeniyle yüzyıllardır Anadolu’da yaşayan Rum nüfus, memleketi Anadolu’dan bir daha dönmemek üzere ayrılmak zorunda kalmıştır.
Batı Anadolu’da yaşayan Rumlar geri çekilen Yunan ordusunun ardısıra, İç Anadolu’dakiler ise Nüfus Mübadelesi’nin imzalanmasından sonra, Batı Anadolu’daki
Rumlara nazaran daha düzenli bir hareketle bir daha dönmemek üzere memleketlerinden ayrılmış ve Yunanistan’a yerleşmek zorunda kalmıştır. Sonuç olarak, - 1922 ile birbuçuk milyona yakın Anadolulu Rum, hiç ummadıkları bir anda bir Exodos/zorunlu göç yaşamış, mülteci olmuş, - Yunanistan, kaybedilmiş bir savaşın ardından kendi
nüfusunu dörtte bir oranında artıran, evlerini geride bırakmış acılı mültecilerin problemiyle uğraşmak zorunda kalmış, - Anadolu’dan gelen mültecilerin kentli bir kimlik taşıması ve kendilerine kıyasla köylü buldukları Anakara Yunanlıları’yla kaynaşmamaları nedeniyle var olan istihdam, uyum sorunlarını daha da çetinleştirmiştir.
1922 ve “göç” sırasınca yaşananlar, birçoğu kent kökenli olan mültecilerin yazdığı, yaşananları olduğu gibi anlatma iddiasında olan çeşitli edebi eserlere (fact
as fiction) konu olmuştur: Otobiyografiler, romanlar, hikayeler, günlükler...vb. küçüklü büyüklü onlarca kurum da 1922’ye ve “göç”e dair anlatılanları ‘tanıklık’
olarak arşivlemiştir. Bireyden topluma, toplumdan bireye geri dönen bu yazı süreci, hem 1922 esnasında yaşananların Yunan toplumsal hafızasında canlı kalmasını sağlamış, hem de yaşananların zaman içinde yeniden kurgulanmasına neden olmuştur.
1922 ve “göç”ün ‘öteki’ tarafının Yunan tarih yazıcılığının ‘ötekisi’ olan Türkler olması ve konunun Yunan toplumu için II. Dünya Savaşı ya da Yunan İç Savaşı’ndan
daha bütünleştirici, daha kolay işlenebilir bir konu olması “yıkım” ya da “felaket” olarak adlandırılan 1922’nin Yunan tarih yazıcılığının en çok işlediği olaylar arasında yer almasında etkili olmuştur.
Resmi tarihlerde 1922 Bugün Türkiye’de, Yunan ordusunu Anadolu’ya getiren ideoloji ve olaylar örgüsü için ‘Megali İdea’ yerine ‘Megalo İdea’ terimi, yanlış olarak yaygın biçimde kullanılmakta ve bu hareket, yalnızca ‘Yunan yayılmacılığı’ ya da ‘Batı emperyalizminin oyuncağı olan Yunanlılar’ın Anadolu’ya çıkışı’ olarak tanımlanmaktadır. Yazık ki, Türkiye’deki akademik çalışmalar bile ‘Megalo İdea’nın’ bilinen içeriği üzerine tekrarlanan beylik açıklamaları yeniden üretmekten ileri gidememektedir... Ve maalesef, Megali İdea’nın Yunanistan sınırı içinde yaşayan Yunanlılar ile Anadolu veya İstanbul’da yaşayan Rumları hangi süreçlerde, ne şekilde ve ne kadar etkilediğini araştıran akademik çalışmalara sahip değiliz.
Türk tarih yazıcılığının en somut örneklerini verebilecek olan okul kitaplarının Yunanlılar’a ve 1922’ye yaklaşımı ise şöyle özetlenebilir: “Yunanlılar ,yalnızca
Osmanlı İmparatorluğu’nun (bugünkü) Yunanistan (olan kısmını) almakla kalmamışlar, 1919-1922 yılları arasında İonyalılar’ın ve Bizanslılar’ın mirasçıları oldukları
iddiasıyla, Anadolu’yu da almak istemişlerdir.”(2) Nitekim bu amaçlarına ulaşamayan Yunan ordusu ve onları takip ederek kaçan ‘işbirlikçi’ Anadolu Rumları, kaçarken geçtikleri köy ve kentleri de ateşe vermişlerdir (bkz. Liseler için Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, E.B. Şapolyo-R.Zaimler, İstanbul,1979.s. 97).
Yunan tarihçiliği, 1922’nin kendileri için barındırdığı yıkım duygusuna rağmen Türkler için nasıl bir varoluş anlamı içerdiğini -yazık ki- 1922’den çok sonraları
bile anlamaktan uzak düşmüştür. Son dönem okul kitaplarını inceleyen bir araştırma, Yunan tarih yazıcılığının bir uzantısı olan okul kitaplarının konuya yaklaşımını
şöyle özetler: “1897 savaşının yenilgisinin nedeni olarak, Yunanlıların yetersiz savaş hazırlığı değil de Osmanlı ordularının muhteşem saldırganlığı vurgulanır. Aynı
durum Küçük Asya yenilgisi için de geçerlidir: Küçük Asya’daki yenilginin nedeni olarak Türkler’in saldırganlığı ve müttefiklerin ilgisizliği ya da müttefiklerin ‘ötekiler’inin menfaatlerini koruması öne çıkarılmıştır.”(3)
Yukarıda kısaca gördüğümüz Yunan tarafının bu yaklaşımı, ‘Osmanlı İmparatorluğu’nu ‘Türk egemenliği (Tourkokratia)’ olarak adlandıran ve Türk’ü ‘öteki’ olarak algılayarak, bugün herhangi bir alanda yaşanan geri kalmışlığı 400 yıllık Türk egemenliğine atfeden Yunanistan’da gayet doğaldır. Tıpkı Türkiye’de Osmanlı’dan
başlayarak “bizi” arkadan vuran, gücü yettiğince vatanı bölen, içimizdeki ‘hain Yunanlı/Rum’ imajının doğallığı ve ‘doğruluğunun’ su götürmemesi gibi...
1922 tarihinin Türk ve Yunan toplumları için ortak acı noktalarından biri de Nüfus Mübadelesi’dir: Lozan Ahali Mübadelesi Sözleşmesi uyarınca; Anadolu’da yaşayan
1,5 milyona yakın Ortodoks-Rum nüfus ile Yunanistan’da yaşayan 400 bine yakın Müslüman yer değiştirecektir.
Kısacası, yaklaşık 2 milyon insan kendilerine sorulmaksızın imzalanan bir antlaşma sonucu memleketlerini terk edip o zamana kadar hiç görmedikleri toprakları yurt edinmek zorunda kalacaktır.
Bireylerin bu zorunlu “göç” nedeniyle çekecekleri acılara karşılık, her iki milli devlet de gelecekte azınlık problemi yaratacaklarını düşündükleri ‘ötekilerden’ kurtulacak ve homojen bir nüfusa sahip olacaktır. Yunanca konuşmalarına rağmen Müslüman olan Giritliler ile Türkçe konuşmalarına rağmen Hristiyan-Ortodoks olan Kapadokyalıların, Türk ve Yunan olarak kabul edilip değiştirilmesini göz önüne aldığımızda, bu etnik temizlikte devletlerin din birliğinin öncelik taşımış olduğunu görüyoruz.
Türk taraf›ndaki eksiklik “Göç” de tıpkı 1922 tarihi gibi Türkler ve Yunanlılar tarafından ortaklaşa yaşanmasına rağmen Türk ve Yunan toplumlarının belleğinde farklı bir yer ve anlatı bulmuştur.
Türk toplumu “göç”ü, Yunanistan’ın aksine, büyük bir travma olarak hatırlamaz. Çünkü Türk tarafının süreci yaşayışı daha farklıdır. Herşeyden önce Türkler kendileri için bir varoluş savaşı olan 1922’den galibiyetle çıkmışlardır.
Üstelik Anadolu, “göç” olgusuyla, Türkler’e göre daha erken bir dönemde milli kimlik geliştiren Balkan halklarının dışladığı Müslüman/Türk nüfusun “göç”üyle 19.yüzyılın başlarından itibaren tanışıktır. Yani Yunanistan’dan Anadolu’ya gelen 400 bin kişilik göçmen nüfus ne Anadolu’ya gelen ilk göç dalgasıdır, ne de 13 milyona yakın nüfusu olan Anadolu’da sayısal bir çoğunluk oluşturmuştur. Gelen göçmenlerin gidenlere göre az sayıda ve kırsal kökenli olması istihdamlarını kolaylaştırmıştır.
Bugün Türkiye’de bizzat I. kuşak göçmenler tarafından yazılmış göç, geride bırakılmış ‘kayıp memleketlere’ dair roman ya da anı külliyatı yoktur.
Göçmenlerin bu süreç içinde yaşamış olduklarını yazmamış olmaları ise onların 1922 ve “göç” konusundaki duygu ve düşüncelerinin kaydedilmemesine; yani kendilerinin
ölümleriyle beraber ulaşılamaz, bilinemez anılar, bilgiler sınıfına girmesine neden olmuştur.
Göçmenlerin kendileri için bu kadar önemli olan bir konuda yazmamış olmaları ilginçtir: Bu, - Misak-ı Milli nedeniyle kendilerini ‘kayıp memleketler’ ve göç gibi konularda ifade edememeleri, - Kırsal kökenli olmaları nedeniyle yazılı kültüre uzak olmaları, ya da - Yazdıklarını, Osmanlıca veya Rumca yazmış olabilecekleri için yazılanların bir sonraki nesil tarafından okunup değerlendirilememesi nedenleriyle olabilir.
Yazında yaşanan bu boşluk, “göç”ün Türk toplumunun hafızasında büyük bir yer tutmamasında şüphesiz önemli bir rol oynamıştır.
1922-”göç” konusunda yapılan araştırmalar da bir hayli kısıtlıdır.(4) “Göç” konusunda sistemli olarak araştırma yapabilecek nitelikteki ilk kurum ise 30 Kasım 2000’de kurulan Lozan Mübadilleri Vakfı’dır. Vakıf, çeşitli konferanslar, paneller düzenlemekte; Türk mübadillerinin Yunanistan’a yaptıkları yolculukları belgesel yapma amacıyla kaydetmektedir.
Türkiye’de “göç” ve Mübadele konusu I. kuşak göçmenlere oranla II. hatta III. kuşak tarafından giderek daha fazla işlenmektedir. III. kuşak bir göçmen olan M. Ali Gökaçtı’nın Yunanistan hakkında yazdığı inceleme kitabının başlığı bu konuda yaşanan yaklaşımı da özetler gibi: Geographika. Yani, Yeniden Keşfedilen Yunanistan.(4)
Edebiyatta ise Reşat Nuri Güntekin’in 1942’de, Sabahattin Ali’nin 1947’de yayınladığı Ateş Gecesi ve Çirkince adlı eserlerinde Yunanistan’dan gelen göçmenlerin hayatlarına dair bilgiler buluruz. Savaşın Çocukları ile 1980’li yıllarda Göç konusunda yazmaya başlayan yazar Ahmet Yorulmaz ise, “Ayvalık’ta İz Bırakanlar” (1988), “Kuşaklar ya da Ayvalık Yaşantısı” (1999) adlı kitaplarıyla bu konuda yazmaya devam etmektedir.
Müslüman, Hıristiyan ve siyasal sürgünlerin yaşamlarının anlatıldığı F. Çiçek’in “Suyun Öte Yanı” (1992) adlı kitabı ise hem Türkiye’de hem de çevrildiği Yunanca’da büyük bir ilgi görmüştür.
Bu konudaki bir diğer ilginç roman
da Kemal Yalçın’ın “Emanet Çeyiz” (1998)
adlı kitabıdır. Bu kitabın olay kurgusu sayesinde
Anadolu’dan Yunanistan’a göç eden ve
Türkçe konuşan mübadillerin düşünce ve
hislerinin yanısıra kültürleri ve gelenekleri
hakkında da bilgi sahibi oluyoruz.(6)
Günümüz Türkiyesi’nde 1922 veya göçmenlik
denince akla, 1923-24 yıllarında Yunanistan’dan
mübadil olarak gelen göçmenler
değil, Anadolu’dan giden Rumlar gelir. 1922
ile gitmek zorunda kalan Rumlar’ın yaşadıkları
olaylarla ilgili yazdıkları eserler kısa sürede
Türkçe’ye çevrilmekte, büyük bir okuyucu
ilgisi görmektedir. Aynı şekilde gazete yazıları
ve belgeseller de gelen mübadillerden
çok giden Anadolu Rumları’nın tanıklıkları
üzerine odaklanmaktadır.
Anadolu Rumları’na ve onların yaşadıklarına
duyulan bu ilginin bir nedeni geçmişte
yaşanan herşeyin günümüzde yaşananlardan
daha iyi olduğuna dair olan inanç, yani moda
deyimiyle nostalji olabilir. Bu nostalji çerçevesine
baktığımızda geçmişi, sorunların var olmadığı,
toz pempe, adeta ideal bir zaman olarak görürüz.
Bu güzelleştirilmiş geçmiş tablosunun içinde Türkler
ile Rumlar yüzyıllar boyu sorunsuzca yan yana ve kardeş
kardeş yaşamış iki grup olarak lanse edilir. Tabii
tüm bu çerçeveyi, görmek istediğimiz geçmişi canlandırarak
çizeriz ve şüphesiz hoşnutsuzluk yaratacak farklı
bir anlatıyı bu çerçevenin dışında bırakırız.
Bu ilginin bir diğer nedeni ise, Batılı değerlere yönelme
eğilimi olan Türk aydınının giden Anadolu Rumları’na
yaptığı her göndermeyle Anadolu’nun, dolayısıyla
da Türklüğün Batı ile olan bağlantısına da gönderme
yapması olabilir. Gidişi konusunda üzünülen elbette, bizim
nazarımızda Batı’yı temsil eden ve ortak bir kültürü
paylaşmakla övünebileceğimiz Rumlar/Yunanlılar olacaktır;
Araplar ya da Ermeniler değil.
Başkalarının bizi nasıl gördüğüne dair olan merakımız
ise, göç eden Anadolu Rumları’na gösterilen ilginin
bir diğer önemli nedenidir. Öteki’nin anılarında kendimizin
nasıl resmedildiğine bakarız; yani kendi imajımızı
ararız. Nasıl göründüğümüze dair olan merakımız bizim
kendi kimliğimiz için seçtiğimiz değerlerin ‘ötekiler’
tarafından da doğrulanma eğilimini de beraberinde
getirir. Dolayısıyla yaygın olarak gösterdiğimiz bir yaklaşım
da ‘ötekinin’ ağzından bizim kendimiz hakkında
duymak istediklerimizi söyletmemizdir: Yani uzun, çalkantılı
savaş yılları sonunda yakınları ölen; evlerini,
memleketlerini terk eden insanların anlatılarından seçmeler
yaparak görmek istediğimiz geçmişi yaratırız.
Anadolu Rumları’nın tanıklıklarını kullanarak biz Türk-
21 G ö r ü ş : E y l ü l 2 0 0 2
1922 tarihinin Türk ve Yunan toplumlar›
için ortak ac› noktalar›ndan biri de Nüfus
Mübadelesi’dir. Lozan Ahali Mübadelesi
Sözleflmesi uyar›nca Anadolu’da yaflayan
1.5 milyona yak›n Ortodoks Rum nüfus ile
Yunanistan’da yaflayan 400 bine yak›n
Müslüman kendilerine sorulmaks›z›n
memleketlerini terk edip, hiç görmedikleri
topraklar› yurt edinmek zorunda kalm›flt›r.
Ö Z E L S A Y I
T Ü R K ‹ Y E L ‹ R U M L A R
lerin ne kadar hoşgörülü olduğunu, yüzyıllarca nasıl
kardeş gibi yanyana yaşadığımızı, savaş esnasında bile
bizimle ile ilgili kötü bir anılarının olmadığını, gidenlerin
herşeylerini kaybederken bile ‘bizlere’ karşı kötü bir
his beslememiş olduklarını söyletiriz. Kısacası, ‘ötekilerinin’
yaşadıklarına değer verir görünürken bile kendi
kimliğimiz için seçtiğimiz değerleri sağlamlaştırmanın
en mükemmel yolunu buluruz. Hazindir ki, farklı olan
‘öteki’ gitmiştir. Ancak ondan nostaljik bir biçimde bahsederken
bile farklılığına, duygu ve düşüncelerinin değişik
olabilme ihtimaline saygı duyulmamaktadır.
Bugünkü Yunanistan hala an›ms›yor-araflt›r›yor
Bugün Yunanistan’da Nüfus Mübadelesi, göçmenlik, kayıp
memleketler tüm Yunan toplumu tarafından paylaşılan
Yunan tarihinin kara sayfalarından biridir. Yunan toplumundaki
her dört kişiden birinin kökeninin Anadolu
göçmeni olması ve kent kökenli bu göçmenlerin yaşadıklarını
roman, hikaye, şiir, günlük gibi çeşitli edebi
türler altında yeniden yorumlaması, 1922 sürecinin Yunan
toplumunun tüm bireyleri tarafından paylaşılmasına
neden olmuştur. Aynı şekilde 1922 üzerine araştırma yapan
çeşitli kurumlar da 1922 sürecinde yaşananların
kaydedilmesini, unutulmamasını sağlamıştır.
Atina’da kurulan Küçük Asya Araştırmaları Merkezi
(KAAM),1922-”göç” ve Nüfus Mübadelesi ile ilgili sistematik
sözlü tarih çalışmaları yapan bu kurumlardan
biridir. KAAM, 1930 yılında İstanbul Zapeion mezunu
ve akademik çalışmalarını Fransa’da devam ettiren
Yunanlı bayan Melpo Logotheti ve Yunan edebiyatı profesörü
eşi Fransız Octave Merlier tarafından kurulmuştur.
“Göç”ü yaşayan I. kuşağın tanıklıklarının KAAM tarafından
derlenip arşivlenmesi ise 1930’dan başlayan
1950’li yıllara kadar devam eden uzun soluklu bir çalışmanın
ürünüdür. Bu sistemli arşivlemenin sonucunda
300.000 sayfayı geçen 1375 tanıklık kayda geçirilmiştir.
KAAM bu tanıklıkların bir kısmını yayınlayarak 1980 ve
1982 yılında iki cilt halinde basılan Exodos adlı kitabı
ortaya çıkarmıştır.(6) Kitabın içinde yer alan tanıklıkların
organize edilmesi, anlatı sahiplerinin, Roma dönemi
coğrafi haritası esas alınarak- geldikleri bölgelere göre
yapılmıştır. I. ciltte Batı Anadolu’dan, II. ciltte ise İç Anadolu’dan
göç edenlerin tanıklıkları bulunmaktadır.
KAAM, Exodos’a yazdığı önsözde tanıklıkların arşivlenmesinde
ve yayınında tamamen nesnel bir tutum gözettiğini
belirtir. Oysa biz, bugün tarih üzerine yapılan
araştırmalar sayesinde, hiçbir anlatının yaşanan bir olayı
olduğu gibi aktaramayacağını ya da canlandıramayacağını;
ancak tanıklığı edilen olayın anlatanın değerler bütününe
göre yeniden kurgulanabileceğini biliyoruz.(8) Resmi
tarihin milli tarih yazıcılığının kurgusunu taşıdığı gi-
G ö r ü ş : E y l ü l 2 0 0 2 22 EXODOS
Ö Z E L S A Y I
T Ü R K ‹ Y E L ‹ R U M L A R
bi, sözlü tarih çalışması olan ‘tanıklık’ da anlatıcısının
kurgusunu taşır. Tanıklıkların da tıpkı tarih gibi tarafsız
olması pek tabii ki mümkün değildir. Malzemesi dil ve
yaşananların yeniden kurgulanması olan bu iki anlatı da,
anlatıcılarının duygusal ve ideolojik yaklaşımlarının bir
dökümü gibidir. Exodos’ta yer alan tanıklıkların ‘tarafsız’
olması ise söz konusu bile değildir. Bilakis Exodos’ta yayınlanan
bu tanıklıklar ‘taraflı’ hatta ‘tek taraflı’ olarak nitelendirilebilir.
Çünkü anlatılanlar, 1930 ve 1950’lerin
Yunanistanı’nda yaşayan, memleketleri Anadolu’yu terketmek
zorunda kalan göçmenlere aittir.
Exodos’un önemi, göçmenlerin ölümü ile kaybolacak
anlatılardaki çeşitliliği kaydetmiş olmasından ve bu çeşitliliği
sunabiliyor olmasından gelmektedir. Exodos’ta milli
tarih yazıcılığının, süzgecinden geçirip yarattığı ortak
hikaye ya da tek ve doğru tarih yoktur. Burada söz konusu
olan, kişilerin yıllar sonra kendi hikayelerini anlatmasıdır.
Tanıklıkların bütününe şöyle bir baktığımızda, anlatı
sahibinin kimliğini oluşturan her bir unsurun yani:
- geldiği coğrafyanın,
- kadın, erkek; tüccar, çiftci, ırgat olması veya
- bugün kabaca göçmen/Rum/Yunan dediğimiz
kimselerin anadillerinin Rumca, Türkçe ya da Ermenice
olması gibi pek çok etkenin, anlatılar üzerinde yaratmış
olduğu farklılıkları görebiliriz. İşte Exodos bize
tüm bu farklı tanıklıkları, kurguları okuma şansını verdiği
için önemlidir.(9)
Exodos’un I. cildinde yenilen, geri çekilen Yunan ordusunun
ardısıra kaçan Batı Anadolu Rumlarının tanıklıkları
vardır; II. cildinde ise Antlaşma sonrası İç Anadolu’dan
göç edenlerin tanıklıkları. Dolayısıyla I. cildin tanıklıkları
daha çok kan, gözyaşı, savaş sahneleri ile doluyken,
II. ciltteki anılar evden, memleketten ayrılışın
hüzünlü anılarını aktarırlar. Tanıklıkları okuduğumuzda
Batı Anadolu’dan gelen anlatıcıların, daha geniş ve daha
zengin bir dünyaya ait olduklarını görürüz. I. cildin tanıklıklarında
II. ciltte nadir olarak rastlayacağımız Levantenlere,
Yahudilere ve İtalyanlara yapılan atıflar da vardır.
Göç tan›kl›klar›ndan örnekler
Göçmenlerin tanıklıkları bize bu süreci yaşayanların
günlük yaşamı, duygu ve düşünceleri hakkında tarih
sayfaları arasında kaybolabilecek değerleri, ayrıntılı bilgileri
getirir. Örneğin Akköylü tütün işçisi Fotini’nin
öyküsü; Fotini, 1918’de askere alınan kocasının ocak
ayında gölde yıkanırken öldüğüne inanacak kadar saftır.
Kocasının ölümünden sonra iki çocuğunu büyütme
yükünü omuzlamış; yoksul, tütünde çalışan bir kadındır.
Hayatın kendisini göğüslemek zorunda bıraktığı
zorluklar karşısında kocası için ‘öldü de kurtuldu’ diyecektir.
Yunan ordusunun geri çekildiğini duyunca bü-
23 G ö r ü ş : E y l ü l 2 0 0 2
Ö Z E L S A Y I
T Ü R K ‹ Y E L ‹ R U M L A R
tün herkesle beraber Fotini de kaçış yoluna koyulur:
“Ben çocuklarımı kaybetmemek için yükümü dişimle
taşıyor, çocuklarımın ellerini bırakmıyordum.” Fotini
bir ananın tüm içgüdüsüyle çocuklarını yaşatmak için
elinden gelen herşeyi yapar. Yapmış olduklarını da tanıklığında
olanca yalınlıkla anlatır: Kendine ait olmayan
bir un çuvalını nasıl sahiplendiğini, kendine bunu hatırlatan
birine nasıl çıkışıp onu susturduğunu ve bu undan
yaptığı hamur sayesinde karınlarını doyurup hayatta
kaldıklarını... Tanıklığının sonunda kendini hayatta
tutan, herşeye göğüs germesini sağlayan amacında,
yani çocuklarını büyütmekte başarıya ulaştığına dair
olan inancıyla şunları söyler: “...Çocuklarımı büyüttüm.
Şimdi çocuklarımın çocukları var. Torun sahibiyim.
Tanrıya şükürler olsun.”(10) (I:185-187). Fotini’nin
tanıklığında yalnızca hayatta kalma çabası vardır, zaferin
şanı veya yenilginin hoşnutsuzluğu değil!
Bir başka tanıklıkta ise şu satırları okuruz: “Biz Yunanistan
nedir bilmiyorduk. Evlerimizde kiliselerimize
çan ve ikonolar yollayan Rus Çarı’nın fotoğrafları vardı.
Daha önceleri Rusya’yı, Bulgaristan’ı, Romanya’yı
bilirdik. Amerika’yı bile sonra duyduk. Balkan Savaşları
sırasında askerden kaçmak için gidenler olunca öğrendik.
Genellikle İstanbul’da okuyan çocuklar, gençler
Amerika’ya kaçtı.”(11)(I:339) Bu tanıklığın sahibinin
yaşanan süreç sonunda kendini Yunanistan’da bir göçmen
olarak bulması şüphesiz tarihin bir cilvesidir.
Bir diğer tanıklıkta ise Yunanistan’da olup biten Venizelos-
Kral ayrımcılığının, kendilerini, Yunanistan’a
gitmekten nasıl alıkoyduğunu anlatırlar: “Venizelosçular
ile Kralcılar arasında yaşanan ayırımcılık, biz Anadolu
Rumları’na karşı o kadar büyük bir nefret uyandırmıştı
ki Yunanistan’dan iğrenmiştik. Bulunduğumuz
yer nedeniyle Yunanistan’da olup bitenleri yakından
izleyebiliyorduk.” (I:78)
Pek çok tanıklıkta insanların tanıdıkları, dost bildikleri
insanlara zarar vermedikleri anlatılır. Bergamalı Dimitris
Kamburis, Yunan işgalini görmüş Bergama Türkleri için
şunları söyler: “Yunanlılar gittikten sonra, yerli Türkler
geride kalan hiçbir Bergamalı’ya (Bergamalı Rum) zarar
vermediler...” (I:141). Bir başka anlatıda ise şu satırları
okuruz: “Bursa içinde kötü bir olay yaşanmadı. Tanıdığımız
Türkler biz gideceğiz diye üzülüyorlardı. Bana süt
getiren bir Türk kadın vardı, bu kadın bir yandan bana
sarılıyor bir yandan da ‘gitme hanımım’ diyordu. Evinden
ayrılmayı kabul etmeyen bir komşumuzu evinin perdesiyle
penceresinden sallandırmışlardı. Bunu yapanlar
yabancı Türklerdi (Bursalılar değil).” (I:320)
Bir başka tanıklık ise, savaşın Yunanlılar ve Türkleri
nasıl canavarlaştırdığını şöyle anlatır: “Bizimkiler hiçbir
direniş ile karşılaşmadan Eskişehir’e kadar ilerlediler.
Türkler bundan sonra karşı koymaya başladılar. Kötülüğü
Yunanlılar ve Türkler başlattılar. Bizimkiler, Türkleri
camiilere kapatıp yakıyorlardı. Türkler bunu gördüler.
Onlar da yakıp yıkmaya başladılar.”(I:125)
Bir başka tanıklıkta ise bir takım Yunan askerinin Bergama’daki
Türk kadınlarının ırzına geçtiği ve Türk evlerinden
yağma yaptıklarını; eşya, halı çalarak geri
döndüklerini okuruz. (I:63) Bu tür bir cümle herhalde
Yunan tarih yazıcılığının bize aktarmayacağı, aktaramayacağı
bir ifadedir.
Batı Anadolu bölgesine ait bir grup tanıklıktaysa, kendileri
için 1922 felaketi ile bitecek dönemin, 1908 Anayasası
ile başladığına işaret edilir. Bu tanıklıklardaki yaygın
söylem, Yunanlıların, Batı Anadolu’daki üretim ve ticareti
elinde tuttuğunu gören Almanların, özellikle de Limon
Von Sanders’in kendilerini yok etmek için Jön Türkleri
kullandığıdır. (I: 227, 254, 309, 336, 339) “Sultan Hamit
yıllarında Türklerle yağla bal gibi yaşıyorduk. 1908
Hürriyeti (Anayasası) ile biz Hıristiyanlar da cesaretlendik.
[...] Daha sonralar Anadolu Rumları’nın kötü şeytanı,
Limon Von Sanders Paşa ortaya çıktı. Türk ordusunu
yeniden düzenleyen adam. [...] Batı Anadolu kıyılarında
yaptığı bir ziyaret sırasında, Yunan unsurunun vardığı
parlak noktayı görmüş, Türklere‘Bu yılanları ne diye koynunuzda
besliyorsunuz?’ demişti. Bu sözler, kıyılarda yaşayan
Yunanlıların sürgününün de başlangıcı olmuştu.”
(I:227-228), “Daha sonra da öğrendiğimiz gibi, tüm
olup bitenler Türklerin müttefiği olan ve bizim bölgenin
ekonomik hayatını elimizde tuttuğumuzu gören Almanların
işiydi.” (I: 243), “Abdülhamit döneminde Türklerle
iyi yaşıyorduk. Kuzu gibiydiler. Türk halkını o Jön Türkler
ve Alman koruyucuları üstümüze kışkırttılar.” (I:254)
Savaş anında bazı Türklerin özellikle de yaşlı olanların,
Rumlara yardım etmek isteseler de yeni gelişen
milliyetçilik akımının sonuçlarından ve Jön Türkler’den
korktukları için zor durumdaki Rumlara ya
gizlice yardım ettiklerini ya da Yunan dostu olarak adlandırılmaktan
korktukları için yardım edemediklerini
okuyoruz (I:27, 32, 133, 136, 159, 297, 320).
Tanıklıklardan büyük bir kısmı kanlı olaylardan, çete
ve başıbozukları sorumlu tutar (I:7-9, 21, 31, 94,
G ö r ü ş : E y l ü l 2 0 0 2 24 EXODOS
Ö Z E L S A Y I
T Ü R K ‹ Y E L ‹ R U M L A R
G ö r ü ş : E y l ü l 2 0 0 2
110,114, 138,140,141,145,157, 240, 247, 252, 258,
296, 319, 338, 343). Ama tanıklıklar sayesinde çetecilerin
de kendilerine has özellikleri olduğunu anlıyoruz.
Yörük Ali adındaki çete reisi kan dökücü, zalim bir kişi
olarak anlatılırken (I: 56,178); Demirci, iyi yürekli bir
çeteci olarak betimlenir (I:178, 335).
Yunanlıların 1922 İzmir felaketi ile ilgili anlatılarından
soyutlanamayacak olan iki ismi İzmir Metropolü
olan Hrisostomos’u ve İzmir sömürge valisi Sergiadis’i
Türk tarih yazıcılığı pek tanımaz. Oysa bu iki isim
1922 ile ilgili hemen her anlatıda bir ‘kahraman’ veya
bir ‘hain’ olarak yer alır. İzmir Metropolü Hrisostomos,
1922’nin kötü günlerinde, öldürülene kadar cemaatinin
yanında olması nedeniyle ilahlaştırılır. Oysa Sergiadis
halk ve pekçok araştırmacı tarafından Anadolu’daki
Rumlara iyi davranmamakla suçlanır. Bu, Exodos’ta yer
alan her tanıklık için de istisnasız böyledir.
II. cildin tanıklıkları ise bugün de pek yabancısı olmadığımız
İç Anadolu Bölgesi’nin fakir, kısıtlı dünyasının izlerini
taşır. Bu ciltte anlatıları bulunan insanların denizi,
(7, 20, 23, 37, 45, 57, 59, 64, 81, 155, 180, 198, 213,
214, 233), bisikleti (9,23,64), uçağı (69,80) ya da arabayı
(64) ilk defa Mübadele için yapmak zorunda kaldıkları
yolculuk esnasında gördüklerini anlıyoruz.
II. ciltteki tanıklıkların sahipleri, I. ciltteki tanıklıkların
aksine savaş ve ateşin önünden kaçışı yaşamamışlardır. Bu
anlatıların sahipleri komitelerin topladığı düzenli göç hareketleri
sonucu Yunanistan’a gelmiştir. Dolayısıyla, anlatılarının
ağırlığını memleketlerinden ayrılışlarının acısı,
yollarda yaşadıkları maceralar ile henüz kendileri göçmeden,
memleketlerine dışardan gelen Müslüman göçmenlerin,
dünyalarında yarattıkları değişiklikler oluşturur.
Pekçok tanık, komşuları Türklerin kendilerinin göçü karşısında
nasıl üzüldüğünü dile getirir.(12) II. cildin anlatılarında
Osmanlılık bilinci taşıyan yaşlı Türklerin, milliyetçilikten
etkilenen genç Türklere göre kendilerine daha iyi
davrandıklarının izlerini okuyoruz (II: 83,85,174,292).
Tanıklıklar pek çok farklı anlatıyı beraberlerinde getiriyorlar.
Her tanıklık, sahibinin yaşadıkları; biz okuyuculara
aktardığı olay örgüsü bakımından bir diğerinden
farklı. Birbirinden böylesine farklı olan bu tanıklıkların,
belki de ortak olan tek noktaları ‘susmayı’ tercih ettikleri
noktalar. Kadın bir okuyucu olarak bu satırların yazarının
en çok dikkatimi çeken, yapılmış olan tecavüzlere göndermenin
genel olarak yapılmasına karşın, yalnızca bir
anlatıcının yeğeninin tecavüze uğradığını söylemesidir
(I: 61). Bugün bu zorlukları yaşamamış, şanslı insanlar
olarak başka hangi konulara oto-sansürün işlemiş olabileceğini
tahmin etmek gerçekten oldukça zor...
‹lk kuflak duygusal ve objektif
1922 süreci, yalnızca kişiler tarafından yazılmakla kalmamış,
Yunan edebiyatını da etkilemiştir. Bugün Yunanistan’da
30 kuşağı olarak adlandırılan ve eserlerinde 1922
sürecini işleyen yazarlar grubu vardır. Yunan edebiyatının
önemli eleştirmenlerinden L. Politis, Yunan Edebiyatı Tarihi
adlı eserinde bu dönemin edebiyatı hakkında şunları
söyler: “Küçük Asya felaketi ve onu takip eden Nüfus
Mübadelesi, bu kuşağın (30 kuşağı) yazarları üstünde etkili
olan ve savaş sonrası dönemde onların eserlerinde
ağırlıkla hissedilen iki olgudur. Bir önceki kuşağın beslediği
Yunan dünyasının Bizans dönemindeki sınırlarına
kavuşması yolundaki Mefkureler (İdea) ve rüyalar, 1922
Eylülü ile beraber yok oldu. Daha önceki dönemin düşsel
romantizminin yerini yeni bir trajedi ve ciddiyet aldı. İşte
30 kuşağı, edebiyattaki bu olgunlaşmayı ifade ediyor.”(13)
1905’te İstanbul’da doğan ve 1922 ile kendi de göçmen
olan yazar G. Theotokas’ın Özgür Düşünce
(1929)(14) adlı eseri, bu kuşağın manifestosu olarak kabul
edilmiştir. Yazar, 1922’nin Yunan toplumu üzerine
yaptığı etkiden şu sözlerle bahseder: “...Yenilginin moral
değerlerimiz üzerindeki etkisi çok ağır olmuştur.
Toplumun önde gelen kişileri, İzmir Limanı’nda yalnızca
güçlerini değil ama aynı zamanda ideallerini ve kendilerine
olan öz güvenlerini de yitirmişlerdir. Yunanistan’a
duyulan güven 1922 yılında yok oldu. 1922’den
sonra toplumumuz duygulardan, kendini aşma emelin-
26 EXODOS
Ö Z E L S A Y I
T Ü R K ‹ Y E L ‹ R U M L A R
den ve heyecan hissinden yoksun olarak yaşadı. Yıkım,
idealizme dair herşeyi boğmuştur. Gerçek şu ki, savaş
sonrasında bütün Avrupa değerlerini yeniden gözden
geçirirken biz hiçbirşey yapmadık. Çünkü yıkım, bütün
gücümüzü boğmuştu.” (1988:63). G. Theotokas Yunan
edebiyatının da Yunanistan’a hakim olan yıkım atmosferinden
payını aldığını belirtir: “Yarım yüzyıllık bağımsızlıktan
sonra işte Yunan düzyazınının hali de böyle.
Eğer bu düzyazını tek bir cümle ile tanımlamam gerekirse
kansızlıktan muzdarip derdim.” (1988:53) Yazar,
bu sözlerden sonra 1922 yıkımını gören daha farklı bir
kuşağın gelişini müjdeler. Bu kuşak “Hayatın kolay bir
hikaye olmadığını bilmektedir [...] Ancak savaşın sert
atmosferi içinde yoğrulan bu kuşak, yenilgiyi tatmış Yunanistan’a,
yeniden kendine güveni, yaşama sarılmak
için heyecanı verebilir. [...]”(1988:74). Theotokas’ın
bahsettiği bu kuşağın adı 1910’dan 1980’lere kadar kitapları
basılacak olan 30 kuşağıdır.
30 kuşağı yazarlarını Anadolu kökenli yazarların
oluşturduğu Eolya Okulu denen bir grup yazar ile
Anakara Yunanlıları olarak ikiye bölebiliriz. 30 kuşağını,
özellikle de Eolya Okulu’nu oluşturan yazarlar şu
ortak özelliklere sahiptir:(15)
- Osmanlı veya Bizans döneminde geçen tarihsel romanlar
vermemişlerdir.
- Eserlerinde yakın dönemde yaşanan tarihi olayları anlatırlar:
Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı, 1922 gibi...
- Yayınladıkları romanlar ve hikayeler, yakın geçmişte
yaşananları olduğu gibi canlandırdıkları savını, yani
tanıklık iddiasını taşırlar.(16)
- Eserlerinde savaşın ve kahramanlıkların destansı
anlatımı yerine insan zaaflarına yer verirler.
- Eserlerinde sıradan insanları karakter olarak kullanırlar.
Bu eserlerde ne üst sınıf yönetici stereotipleri
(Paşalar, valiler) ne de kahramanlar vardır.
- Karakterlerin davranışları yaşanan olaylar çerçevesinde
şekillenir. Bu eserlerde mutlak iyi ve mutlak kötü
yoktur.
- Karakterlerinin davranışlarını, yaşanan sosyal olayların
onların psikolojisi üstünde yaptıkları etkilerle
açıklarlar.
- ‘Ben/Yunanlı’ ve ‘Öteki/Türk’ü’ hiçbir şekilde mutlak
iyi ve mutlak kötü olarak şekillendirmezler.
- Eserlerinde ben ve ‘öteki’ karakterlerinin ilişkileri
dost/düşman ya da iyi/kötü içeriğinden daha karmaşık
ve daha gerçekçi bir çizgiye oturtulmuştur.(17)
II. ve III. kuflak; klifle ve resmi tarihin izinde
Bugün II. hatta III. kuşak ve artık Yunanlı olmuş mülteciler
de 1922 ve göçmenlik hakkında yazmaya devam
etmektedirler. Türk toplumunun aksine, 1922’yi
takip eden süreç, Yunanistan’da gerek edebiyat gerek
sözlü tarih çalışmaları olarak o kadar fazla işlenmiştir
ki, bugün bir takım araştırmacılar, verilen eserlerin
dekonstrüksiyonunu yapmaktadırlar. Bu dekonstrüksiyonların
en çarpıcı sonucu ise, zorlu yılları; savaşın
vahşetini yaşamış I. kuşak göçmenlerin, Türkleri ve de
kendilerini -II. ya da III. kuşak Yunanlılar kadar- stereotipsel
bir biçimde tasvir etmemesidir.
Yakın geçmişte yaşadıklarını anlatan I.kuşak yazarların
eserlerinde karakterler, Türk ve Yunan oldukları için
kötü veya iyi ya da tam tersi olmazlar. Bu eserlerde karakterler
dış dünyadan bağımsız değildir. Anlatıda yaşanan
tarihsel sürecin bireyin hayatını nasıl etkilediği,
önemli bir yer tutar. Yaşananlar kimsenin iyi ya da kötü
görünen milli kimliğinden kaynaklanmaz. Tam tersine
anlatı, herhangi bir karakterin değişen dış etkenlere göre
nasıl hem iyi hem kötü olabileceğini, nasıl hem hümanistçe
hem de vahşice davranabileceğini gösterir.
II. kuşak ve III. kuşak Yunanlılar’ın eserlerinde, I.kuşak
yazarla aynı konuları işlemelerine rağmen eserlerindeki
kimlikler, insan ilişkileri daha klişedir. Olayların
akışı ve kahramanların davranışları tarihsel, sosyal bir
perspektife oturtulmaz. Dolayısıyla yaşananlar birinin
‘kabahati’ ya da kötü karakterinden kaynaklanmak zorundadır.
Bu eserlerde Türkler ‘tembel ama mal, para
düşkünü’, ‘uyuşuk ama çabuk kışkırtılabilen’ olumsuz
27 G ö r ü ş : E y l ü l 2 0 0 2
Ö Z E L S A Y I
T Ü R K ‹ Y E L ‹ R U M L A R
EXODOS
niteliklere sahiptirler. Yunan kimliği ise Türkler’e addedilen
niteliklere tezat oluşturacak şekilde biçimlendirilmiştir:
‘Çalışkan’, ‘dürüst’, ‘becerikli’ ve tüm bu olumlu
nitelikleri yüzünden mağdur olacak insan karakterleri.
Kahraman olan bizim taraf ile kötü olanlarsa ‘ötekiler.’
Aynı konuları işleyen I. kuşak göçmenlerle II. ve III.
kuşağın eserlerindeki farklılık, gerçekten dikkat çekicidir.
Daha da dikkat çekici olan, tüm zor zamanları yaşamış I.
kuşak göçmenlerin eserlerindeki olaylara yaklaşımın,
‘ben’ kimliğinin ve ‘öteki’ imajının, bu zorlukları hiç
yaşamamış, masalarında oturdukları yerden yazan II. ve
III. kuşak yazarlara göre daha insancıl, daha ‘olumlu’
olmasıdır. Bunda şüphesiz, bu zor zamanları yaşamış
olan insanların olaylara yaklaşımında, gerçekle olan ilişkisinin,
tecrübesinin, milliyetçiliğin etkisinin gerçek
tecrübelerden daha baskın olmasının etkisi vardır. Bu
konuda yazan II. kuşak ve III. kuşak yazarlar ise,
Yunanistan’da doğup büyümüş, dönemin getirdiklerini
yaşamamış ama resmi ideolojiden etkilenmiş Yunanlılardır.
Dolayısıyla hem olayları yorumlayışları, hem de
karakterleri biçimlendirişleri milliyetçiliğin yarattığı
‘ben ve öteki’ ilişkisi çerçevesinde olacaktır.
1922 “Göç”ü ne yazık ki son değil... Bugün hala pek
çok insan zorunlu göçlere maruz bırakılmakta! İnsanların
farklılığı nedeniyle ötekileştirilmeyeceği, sürgüne,
etnik temizliğe uğratılmayacakları bir dünya dileğiyle.
Dr. Damla Demirözü
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Co¤rafya Fakültesi, Ça¤dafl
Yunan Dili ve Edebiyat› Anabilim Dal› Ö¤ratim Görevlisi
Dipnotlar:
1- Bu konuflman›n orjinal metni için bkz. Th.Dimaras, Neoellinikos
Diafotismos, Ermis, Athens, 1983:406. Koletti’nin konuflmas›n›n
ingilizce çevirisi için ise bk. R.Beaton, An Introduction to Modern
Greek Language, Clarendon Press, Oxford, 1994:64.
2- Herkül Millas, ‹ Eikones Ton Tourkon ka› Ellinon, (Türkler ve
Yunanl›lar’›n ‹majlar›), Aleksandreia Yay. Atina, 2001:80.
3- Anna Frangoudaki ve Thalia Dragona, Ti Einai ‹ Patrida Mas
(Vatan›m›z Ne?) Aleksandreia Yay. Atina, 1997:161.
4- Bu araflt›rmalar; - Prof. Dr. Yavuz Ercan’›n çeflitli dergilerde yay›
mlad›¤› yaz›lar›,
- M. Çanl›’n›n, Tarih ve Toplum, ‘Yunanistan’daki Türkler’in Anadolu’ya
Nakledilmesi’ (130, Ekim)
- Y. Demirel’in ‘Mübadele Dosyas›’, Tarih ve Toplum, (123, Mart-126
Haziran)
- M. Koraltürk, Ça¤dafl Türkiye Tarihi Araflt›rmalar› Dergisi, ‘Mübadelenin
‹ktisadi Sonuçlar› Üzerine Bir Rapor’
- Dr. K. Ar›, “Büyük Mübadele Türkiye’ye Zorunlu Göç”, Tarih Vakf›
Yay›nlar›
- R. Kaplano¤lu, “Bursa’da Mübadele 1923-1930” adl› kitaplar ile s›-
n›rl›d›r.
5- Gökaçt›, M. A., Geographika. Yeniden Keflfedilen Yunanistan,
‹letiflim Yay., ‹stanbul, 2001.
6- Yazar kendisi de Almanya’da yaflayan bir siyasi sürgündür.
Mübadele ile göç eden Mino¤lu’nun k›zlar›n›n çeyizini sahiplerine
vermek için Yunanistan’a gider. Türkçe konuflan Yunan göçmenleri
aras›nda Mino¤lu ailesini aramaya bafllar. Ve dinledi¤i ilginç an›lar›,
tekerlemeleri, flark›lar› bizlere bir yandan aktar›rken bir yandan da
bu anlat›lar›n kay›t alt›na al›nmas›n› sa¤lar.
7- Küçük Asya Araflt›rmalar› Derne¤i, (Exodos, Göç), Athens, 1980-
1982.
8- Hatta metin dekonstrüksiyonu ile u¤raflan bir k›s›m araflt›rmac›lar,
mazlemesinin dil ve olaylar›n anlat›c›n›n de¤er yarg›lar›na göre
yap›lan kurgudan olufltu¤unu söyledikleri tarih ve roman›n
birbirinden ayr›lamayaca¤›n› bile iddia etmektedirler.
9- Exodos ‹letiflim yay›nlar›ndan Göç-Rumlar’›n Anadolu’dan Mecburi
Ayr›l›fl› bafll›¤›yla Türkçe’ye çevrilmifl ve yay›nlanm›flt›r. Pratik
nedenlerden ötürü I. ve II. cilti tümüyle çevirmek mümkün olmad›¤›
için her bölgeden bir tan›kl›¤›n çevirisiyle yetinilmifltir. Fakat ne
tan›kl›klar›n seçiminde, ne de çeviri esnas›nda metinlere müdahele
edilmemifl, tan›klar›n ifadeleri yumuflat›lmam›fl ya da sansür
edilmemifltir.
10- Ayn› tan›kl›k Göç’te de yer almaktad›r, 2001:70-72.
11- Ayn› tan›kl›k Göç’te de yer almaktad›r, 2001: 167.
12- (II:6, 9, 13, 21, 23, 26, 30, 37,44 ,49, 50, 52, 53, 54, 56, 61, 62, 64,
71, 75, 78, 80, 82, 83, 90, 95, 99, 101, 105, 109, 111, 114, 116, 118,
120, 130, 139, 140, 143, 147, 151, 152, 154, 160, 163, 175, 180, 198,
199, 203, 219, 222, 234, 239, 244, 248, 259)
13- L. Politis, ‹ ‹storia ths Neoellinikis Logotehnias, (Yunan Edebiyat›
Tarihi), Morfotiko Idruma Ethnikis Trapezis, Atina, 1980:302.
14- Parantez içindeki tarih kitab›n ilk bas›m tarihine iflaret eder. G.
Theotokas, Eleuthero Pneuma, Estia, (Özgür Düflünce) _____, 1988.
15- Yazar ismini takip eden iki noktadan sonra romanlar, parantez
içinde ise hikayeler verilmifltir. ‹.Venezis: To Numero 31328, Galini,
Okenaos, Mikrasia Haire. (Lios, Glaroi, Den Ehei Ploio, To Thalass›no
Pneuma Toy Aigaiou, Thanatos, Akif, To Oros Ton Elaion,
Anastas›mo, Nixta Tou Asklippiou, O› Dio Ginaikes kai O Pirgos,
Aspros Aitos,) G.Theotokas: Leonis. S. Mirivilis: ‹ Panagia ‹ Gorgona
(To Hroniko Tou 1922, Bgenaki, To Mat› Tis Gatas, Mia Nixta Plai Sto
Tzaki). L.Nakou: Ksepartheni, Kiria Doremi, Gia Mia Kainouria Zoi, To
Hroniko Mias Dimos›ografou. K.Politis: Stou Hatzifrangou.
16- 1922 sonras› Yunan edebiyat›nda ortaya ç›kan tüm bu özellikler
Yahudi imaj›n› araflt›ran F. Ampatzopoulou’ya göre II. Dünya Savafl›
sonras› içerik de¤iflen Bat› edebiyat›yla ayn› içeri¤i ve biçimi
tafl›maktad›r. Bk. F. Ampatzopoulou, O Allos En Diogmo, (Kovulan
Öteki) Kedros Yay., Atina,1998.
17- D.Demirözü, 30 Kufla¤›nda Öteki (‹ ‹kona Toy Allou Sti Yenia
tou‘30 ), bas›lmam›fl doktora tezi, Atina Üniversitesi, 2000.
Not: Foto¤raflar, “Küçük Asya Araflt›rmalar› Derne¤i” taraf›ndan
yay›nlanan “Refugee Greece” adl› kitaptan al›nm›flt›r.
G ö r ü ş : E y l ü l 2 0 0 2 28
Ö Z E L S A Y I
T Ü R KİY E L İ R U M L A R