KAYNAK: https://acikerisim.uludag.edu.tr/bitstream/11452/3359/1/235289.pdf
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI
CUMHURİYET TARİHİ BİLİM DALI
LOZAN
MÜBADELE SÖZLEŞMESİ’NİN ETKİLERİ VE SONUÇLARI ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
(YÜKSEK LİSANS TEZİ)
Barış DEMİRTAŞ
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI
CUMHURİYET TARİHİ BİLİM DALI
LOZAN MÜBADELE SÖZLEŞMESİ’NİN ETKİLERİ VE SONUÇLARI
ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
(YÜKSEK LİSANS TEZİ)
Barış DEMİRTAŞ
Danışman
Prof. Dr. Yusuf OĞUZOĞLU
T.C
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER
ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Tarih Anabilim Dalı, Cumhuriyet Tarihi Bilim Dalı’nda
700542004 numaralı Barış Demirtaş’ın hazırladığı “ Lozan Mübadele Sözleşmesi’nin Etkileri ve Sonuçları Üzerine Bir
Araştırma” konulu Yüksek Lisans çalışması ile ilgili tez savunma
sınavı ......./......./ 2008 günü ..........-.......... saatleri
arasında yapılmış, sorulan
sorulara alınan cevaplar
sonunda adayın tezinin
başarılı/başarısız olduğuna oybirliği/oyçokluğu ile karar verilmiştir.
Üye(Tez Danışmanı
ve Sınav Komisyonu Başkanı) Üye
Üye
ÖZET
Dört bölümde ele aldığım bu çalışmanın giriş bölümünde
mübadele fikrinin doğuşu ile mübadele
öncesi genel durum ve konunun Lozan’da çözüme kavuşturulması sürecine yer verdim.
İkinci bölümde, Türkiye’ye gelen mübadiller açısından
mübadele uygulamasının başlamasından önce hazırlıklar ile gündeme gelen ve uygulamada ortaya çıkan sorunlar,
bunların çözümüne yönelik çabalar ve en nihayetinde mübadillerin üretici
duruma getirilerek ekonomik yaşama
eklemlenmeleri, toplumsal ve siyasal yaşama katılmaları ele alınmıştır. Üçüncü bölümde, ikinci bölümde Türkiye
tarafı ele alınan konunun Yunanistan tarafındaki etkileri incelenmiş ve Rum mübadillerin Yunanistan’ın sosyo-ekonomik yapısına
etkileri ortaya konmuştur. İlk bölümden farklı olarak bu bölümde göçmenlerin Yunanistan’daki siyasal yaşama etkileri de ayrı bir alt başlıkta ele alınmış; bunda da komünist hareketin gelişmesinde
göçmenlerin ve mübadelenin ayrı bir öneme sahip olması etkili olmuştur. Son bölümde ise iki ülkeyi yeniden savaşın
eşiğine getiren mübadelenin uygulaması ile ilgili olarak
etabli sorunu ele alınmıştır.
ABSTRACT
In the introduction section of the present study I
have covered in four different section, I
have emphasized the emergence of exchange and pre-exchange overall circumstance
and the process of the matter for
seeking solution at Lausanne. In the section, in terms of immigrants coming to Turkey problems encountered
further to preparations owing to commencement of exchange process and encountered during implementations and
efforts for finding solutions and
finally immigrant’s participation into economic life providing gainful skills
and their participation into social
life have been included. In the third section, impacts of the matter handled in Turkish side created in Greek
section have been settled. Contrary to the first section, in the present section immigrant’s influences over the
Greek social life was evaluated under
a separate headline; again in that matter in the development of communist
movement immigrant’s and exchange process
had an independent impact. In the fourth section, pertaining to the implementation of
exchange process causing both countries bound to war was evaluated. In the conclusion section,
anticipation of both country’s leaders and public about the war taken into analysis and criticism were motivated relying on the fact that exchange was an inevitable action had to be carried
out.
ÖNSÖZ
Son yıllarda Lozan Nüfus Mübadelesi konusu Türk
kamuoyunda giderek artan bir ilgi görmektedir.
Mübadeleden hemen sonra Yunanistan’daki mübadil topluluklarının konuyla ilgili sivil toplum kuruluşları
oluşturarak mübadele olgusunu kuşaktan kuşağa yazılı ve görsel belgeler ile aktarmalarına ve bu konuda
akademik çalışmalara destek olmalarına karşın konu Türkiye’de uzun yıllar hiç böyle bir şey gerçekleşmemiş gibi
ilgisizliğe mahkum olmuş ve bunun doğal sonucu olarak da akademik
çalışmalar neredeyse yok denecek seviyede
kalmıştır. Son yıllarda
Türkiye’de de bu konuda bir uyanış başlamış,
çeşitli mübadil dernekleri ve vakıfları ortaya çıkmış ve
adeta boş geçen yılların acısını çıkartırcasına konuyla ilgili olarak farklı
görüşler içeren çok sayıda akademik
çalışma ve yayın ortaya konmuştur.
Bu konuyu seçmemdeki temel etken 4. kuşak bir mübadil
olarak çevremde mübadele ve sonucunda
yaşananlar ile ilgili anlatılanları dinlemiş olmam ve konuya ilgi duymamdı. Bu ilgi özellikle de mübadelenin her iki
ülkenin sosyo-ekonomik yapısı üzerindeki etkilerinde yoğunlaşmıştır.
Çalışmanın boyutu yüksek lisans düzeyinde olması
nedeniyle eldeki bulgular üzerinde derin
analizler yapmak mümkün olmamış, ancak genel birtakım değerlendirmeler ile
sınırlı kalınmıştır. Bu bağlamda değerlendirmenin de çalışmanın yüksek lisans düzeyinde
bir çalışma olduğu dikkate alınarak yapılması yerinde olacaktır.
Çalışmalarım süresince yardımlarını ve desteğini aldığım
hocam Prof. Dr. Yusuf Oğuzoğlu’na teşekkür ederim.
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER........................................................................................................... VI
I-
GİRİŞ........................................................................................................................ 1
II- YUNANİSTAN’DAN GELEN
GÖÇMENLER................................................. 16
B- TÜRKİYE’DE GÖÇMENLERE YÖNELİK HAZIRLIKLAR.................................................... 19
3-
Terk Edilmiş Taşınmazların Onarımı ve Yeni
Köylerin Kurulması................................... 23
C- YUNANİSTAN’DAKİ HAZIRLIKLAR VE TÜRKİYE’YE SEVK.......................................... 24
E- GÖÇMENLERİN KARŞILAŞTIKLARI GENEL SORUNLAR
VE İÇ GÖÇLER.................. 33
F- GÖÇMENLERİ ÜRETİCİ DURUMA GETİRME
ÇABALARI................................................. 34
G- GÖÇMENLERİN YENİ
TOPLUMSAL YAPIYA UYUM SÜREÇLERİ................................. 38
III- YUNANİSTAN’A GİDEN GÖÇMENLER...................................................... 44
A- KÜÇÜK ASYA FELAKETİ
VE GÖÇMENLERİN YERLEŞTİRİLMESİ............................... 44
2-
Göçmenlerin Geçici Barınma
Sorunları ve Mülteci Kurtarma
Fonu................................. 45
B- GÖÇMENLERİN YENİ TOPLUMSAL YAPIYA UYUM SÜREÇLERİ VE ETKİLERİ......... 49
B- PATRİK SORUNU VE ETABLİ
SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ...................................................... 70
Üniversite : Uludağ Üniversitesi
Anabilim Dalı : Tarih
Bilim Dalı :
Cumhuriyet Tarihi Tezin Niteliği :
Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı :
VII + 89
Tez Danışmanı : Prof. Dr. Yusuf Oğuzoğlu
A RESEARCH ON LAUSANNE EXCHANGE OF
POPULATION AGREEMENT’S IMPACTS
AND RESULTS
ABSTRACT
In the introduction section of the present study I
have covered in four different section, I
have emphasized the emergence of exchange and pre-exchange overall circumstance
and the process of the matter for
seeking solution at Lausanne. In the section, in terms of immigrants coming to Turkey problems encountered
further to preparations owing to commencement of exchange process and encountered during implementations and
efforts for finding solutions and
finally immigrant’s participation into economic life providing gainful skills
and their participation into social
life have been included. In the third section, impacts of the matter handled in Turkish side created in Greek
section have been settled. Contrary to the first section, in the present section immigrant’s influences over the
Greek social life was evaluated under
a separate headline; again in that matter in the development of communist
movement immigrant’s and exchange process
had an independent impact. In the fourth section, pertaining to the implementation of
exchange process causing both countries bound to war was evaluated. In the conclusion section,
anticipation of both country’s leaders and public about the war taken into analysis and criticism were motivated relying on the fact that exchange was an inevitable action had to be carried
out.
Key Words
Lausanne, Exchange
of Population, Turkey,
Greece
Üniversite : Uludağ Üniversitesi
Anabilim Dalı : Tarih
Bilim Dalı :
Cumhuriyet Tarihi Tezin Niteliği :
Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı :
VII + 89
Tez Danışmanı : Prof. Dr. Yusuf Oğuzoğlu
LOZAN MÜBADELE SÖZLEŞMESİ’NİN ETKİLERİ VE SONUÇLARI
ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
ÖZET
Dört bölümde ele aldığım bu çalışmanın giriş bölümünde
mübadele fikrinin doğuşu ile mübadele
öncesi genel durum ve konunun Lozan’da çözüme kavuşturulması sürecine yer verdim.
İkinci bölümde, Türkiye’ye gelen mübadiller açısından
mübadele uygulamasının başlamasından önce hazırlıklar ile gündeme gelen ve uygulamada ortaya çıkan sorunlar,
bunların çözümüne yönelik çabalar ve en nihayetinde mübadillerin üretici
duruma getirilerek ekonomik yaşama
eklemlenmeleri, toplumsal ve siyasal yaşama katılmaları ele alınmıştır. Üçüncü bölümde, ikinci bölümde Türkiye
tarafı ele alınan konunun Yunanistan tarafındaki etkileri incelenmiş ve Rum mübadillerin Yunanistan’ın sosyo-ekonomik yapısına
etkileri ortaya konmuştur. İlk bölümden farklı olarak bu bölümde göçmenlerin Yunanistan’daki siyasal yaşama etkileri de ayrı bir alt başlıkta ele alınmış; bunda da komünist hareketin gelişmesinde
göçmenlerin ve mübadelenin ayrı bir öneme sahip olması etkili olmuştur. Son bölümde ise iki ülkeyi yeniden savaşın
eşiğine getiren mübadelenin uygulaması ile ilgili olarak
etabli sorunu ele alınmıştır.
Anahtar Sözcükler
Lozan, Nüfus Mübadelesi, Türkiye, Yunanistan
A- MÜBADELE FİKRİNİN DOĞUŞU
Jön Türk Devriminin parlamento ve anayasayı getirmesi,
hristiyanlar arasında ilk anda olumlu
karşılanmış ve imparatorluğun “birlikte yöneticisi” olma düşü ortaya çıkmışsa da Jön Türklerin, azınlıkları
Osmanlılaştırma politikası ile umutlar suya düşmüştü. Bu durum Rumlar’ın yüzlerini Atina’ya dönmelerine yol açtı. Bundan
sonra çıkan Balkan savaşları ile ilişkiler daha da gerilmiş;
Osmanlı’nın toprak kaybetmesi ile beraber Balkanlardan yoğun bir müslüman göçü
başlamıştı. Daha önce 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından sonra da önemli göç olayları
yaşanmıştı. Bu göçlerin
ana nedeni savaşlar
nedeniyle imparatorluğun toprak kaybetmesiydi. Kaybedilen topraklardaki
Türk-müslüman nüfus, elde kalan
bölgelere göç etmişlerdir. Göçler, Balkan savaşları döneminde de devam etmiştir. Avrupa’da müslüman
topluluklarına karşı uygulanan baskı, yansımasını Anadolu hristiyanlarına baskı şeklinde buldu.
Makedonya’daki hristiyan komitaların benzeri yapıda Anadolu’da Türkler tarafından kurulan başıbozuk çeteler
de Rumlar’a karşı baskı uygulamaya başlamışlardı. Bunun yanı sıra
İttihat ve Terakki kadrolarının yaratmış olduğu baskılar, özellikle Anadolu’nun Batı sahillerinde yerleşik olan
Rumlar’ı rahatsız etmeye başlamıştı.
Kısa bir süre sonra da Anadolu Rumları’nın bir kısmı Ege adalarına doğru göç etmeye başladılar. Balkan Savaşları, Jön Türklerin Osmanlılaştırma politikaları ve Venizelos
önderliğinde “Büyük Yunanistan”ı gerçekleştirebilecek bir lider bulunduğu inancı,
Batı Anadolu Rumları’nın gözlerini Yunanistan’a çevirmesine neden olmuştu.1
Balkan Savaşları’nın hemen sonrasında Trakya’dan
Yunanistan’a göç etmiş olan Rumlar’ın
Batı Trakya’daki müslüman köylülere yaptıkları baskılar, Osmanlı devletinin Atina elçilik müsteşarı
Galip Kemali Bey tarafından Yunan hükümeti nezdinde
protestolarla gündeme getirilmekteydi. Galip Kemali Bey, bu ve benzeri
sıkıntılar ortaya çıkınca Selanik ve
civarına tetkik gezisi yapmış; sonucunda bu etnik ve dini çatışmaların ancak nüfus mübadelesi ile çözülebileceği fikri ortaya çıkmıştı. Bu arada Venizelos
da
1 Michael Llewellyn Smith, Yunan Düşü, çev. Halim İnal, Ankara, Ayraç Yayınevi, 2002, s.50-53. ve Ayhan Aktar, Türk Milliyetçiliği, Gayrimüslimler ve Ekonomik Dönüşüm, 1. B., İstanbul, İletişim
yayınları, 2006, s.111.
sorunun ancak mübadele
ile çözülebileceği fikrinden
hareketle bir antlaşma
üzerinde müzakere fikrini
benimsiyordu. Galip Kemali Bey 12 Mayıs 1914 tarihinde merkezden yetki almak amacıyla
Sadrazam Sait Halim Paşa’ya hitaben
çektiği telgrafta, Yunan Başbakanı
Venizelos ile bu konuyu görüştüğünü ve sırf şahsi bir mütalaa olmak üzere Başvekile Makedonya’daki müslümanlarla
Aydın vilayeti dahilindeki Rumlar’ın mübadele
edilmesini teklif ettiğini
belirtir. Galip Kemali Bey Venizelos’un da bu fikre sıcak baktığını belirtmiş ve konuyu sonuca
bağlamak için merkezden yetki istemiştir. Konuya İstanbul hükümeti de sıcak bakmıştır.2
Görüşmeler neticesinde varılan
anlaşma İzmir civarında
( Aydın vilayeti dahilindeki)
Rumlarla, Makedonya’daki Müslümanların “zorunlu olmayan mübadelesi”ni öngörüyordu. Anlaşmaya göre oluşturulacak karma komisyonun gözetimi
altında azınlıkların düzenli
ve rahat bir şekilde değiş tokuş edilmesi sağlanacak, göçmenlere ait taşınmazlara değer biçilecek ve tasfiye
edilecekti. Ne var ki bu anlaşma, Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’na girmesi
ile beraber rafa kalkmış ve onaylanmamıştır.3
Her ne kadar uygulama olanağı bulamasa da iki ülke
arasındaki bu ilk mübadele denemesi
karşılıklı olarak birbirlerinin azınlıklarından kurtulma ve daha homojen bir
ulus yaratma gayretlerinin daha o
dönemde ortaya çıkmış olduğunu bizlere göstermektedir. Gerçekten de Yunanistan 1830’da bağımsızlığını kazandığı
sırada, sınırları içerisinde homojen bir devlet görünümündeydi. Teselya, Makedonya, Girit,
Epir ve Ege Adalarının Yunanistan’a geçmesiyle nüfus yapısındaki homojenlik hızla değişmeye başlamıştı. 1913’de Balkan Savaşının bitmesiyle nüfusun etnik yapısı
1830’daki durumdan oldukça farklı bir
görüntü arz etmekteydi. Bu tarihte Yunanistan sınırları içindeki Türk, Ulah,
Slav ve Arnavutların sayısı nüfusun %20’sini bulmaktaydı.
Bu dönemde Venizelos’un azınlıkların mübadelesi fikrine bakış açısını
ortaya koyan bir olay da
Bulgaristan’ın müttefikler tarafına çekilmesi meselesinde yaşanmıştır. Birinci
Dünya Savaşı başladıktan sonra, Müttefik Devletler, özellikle İngiliz parlamentosundaki Bulgar destekçisi Noel
Buxton ve kardeşi L. R. Buxton’un baskılarının
da etkisiyle bir öneri hazırlamışlar; Bulgaristan’ı yanlarına alabilmek
için Yunanistan’a
2 Galip Kemali Söylemezoğlu, Hatıraları, Canlı Tarihler 5, , İstanbul, Türkiye Yayınevi, 1946,
s.102. 3 Dimitri
Pentzopoulos, The Balkan Exchange of
Minorities and its Impact Upon Greece, Paris, Mouton&Co, 1962, s.54-55.
Anadolu’da ayrıcalıklar tanınması, böylece Bulgaristan’a da Makedonya’da
ayrıcalıklar tanınması gerektiği
belirtilmişti. Bu arada Rus Dışişleri
Bakanı Sazanov da Buxton önerisiyle paralel olarak Yunanistan’a
başka yerlerde verilecek kazanımlar karşılığında Kavala’nın Bulgaristan’a bırakılmasını istedi. Ancak bu teklif müttefikler tarafından dikkate
alınmadı. Lloyd George tarafından ise Kavala konusunda Venizelos’a güvence verilmişti. Oysa ki Venizelos
aynı günlerde Krala yazdığı mektupta,
Bulgaristan’ın müttefikler
tarafına çekilmesi için Kavala’nın gözden çıkarılabileceğini; aynı zamanda iki ülke arasında bir nüfus
mübadelesi uygulanabileceğini
söylüyordu.4
B- MÜBADELE ÖNCESİ GENEL DURUM
Yunan ordusunun İzmir’e
çıkmasıyla başlayan Türk-Yunan Savaşı’nın askeri aşaması Mustafa Kemal önderliğindeki Türk
ordusunun 26 Ağustos 1922 günü başladığı taarruz sonucunda
Yunan ordusunun dağılmasıyla beraber İzmir’e girişi ve Mudanya
Ateşkes Antlaşması ile sonuçlanmıştı. Savaşın siyasi alanda
sonlandırılması ise Lozan’da gerçekleştirilmiştir.
Savaşın askeri aşamasının son bulmasıyla beraber
öncelikle Türkiye’den Yunanistan’a olmak kaydıyla yoğun bir göç başlamıştı ve bu yoğun göç hareketi,
Yunanistan ve Türkiye arasında zorunlu nüfus mübadelesine varacak
sürecin başlangıcı olmuştu.
Yunanistan ve Türkiye
arasındaki nüfus mübadelesine 1923 yılı sonlarında başlanmış, bu tarihe kadar her iki ülkede de toplumsal
hareketlenmeler çok yoğun biçimde yaşanmıştır.
Her iki ülkenin de siyasal ve toplumsal yapısına etkide bulunmuş olan bu hareketlenmeleri bir çok alanda görmek
mümkündür. Bu nedenledir ki mübadele öncesi yaşanan
bu hareketlenmelere kısaca değinmek, mübadele göçlerini anlamak açısından çok yararlı
olacaktır.
4 Smith,op. cit., s.71-75.
1-
Nüfus Hareketleri ve Yeni Toplumsal Oluşumlar
Anadolu ve Doğu Trakya’daki Yunan işgalinin son
bulmasıyla beraber kitlesel göç hareketleri başlamıştır. Bu göçleri oluşum sırasına göre üç ana başlık altında
toplayabiliriz.5
·
Türkiye’den Türkiye dışına yönelik göçler.
·
Türkiye’de işgalden kurtarılmış yörelere yönelik göçler.
·
Türkiye dışından Türkiye’ye yönelik göçler.
İlk göçler olan Türkiye’den Türkiye dışına yönelik
göçler, Türkiye’deki Rumlar’ın öncelikle
Batı Anadolu ve Marmara Bölgesi’ndeki kentlerden, daha sonra da Doğu Trakya ve Karadeniz kentlerinden göç etmeleriyle ortaya çıkan göçlerdi.
Göç süresince kıyı kentlerinde yığılmalar görülmüştü. Bu yığılmalar özellikle İzmir ve İstanbul’da yoğunlaşmıştı. Yığılmalar sonucunda, göç
eden insanlarda çok ciddi sağlık, beslenme ve
barınma sorunları ortaya çıkmıştı.6
Bir ay içerisinde Yunanistan’a göç eden insan sayısı
650.000’i, 1922 yılı sonuna dek de 1.000.000’u buldu. Bu insanların
Yunanistan’a göç etmeleriyle birlikte, ayrıldıkları yerlerde önemli oranda boşalmalar meydana gelmiş, bunun yanı
sıra Yunanistan’da yol açtıkları
nüfus yığılması sonucu orada bulunan Müslümanlara yönelik de baskılar gündeme gelmişti.7 İşte bu iki önemli gelişme,
diğer iki grup göç hareketine de temel oluşturmuştur.
Fiili işgalin son bulmasıyla beraber,
işgalden arındırılmış yörelere
doğru göç yaşandı. Savaştan zarar görmüş, evi yanmış vs. insanlar, Rumlar’ın
boşalttıkları yerlere göç etmeye başladılar.8
Türkiye’den giden Rumların sayısı, Yunanistan’ın o
günkü nüfusunun dörtte birine ulaşıyordu. Yunanistan’ın amacı yeni gelenlerden bir kısmını Batı Trakya ve Makedonya’daki müslümanların yerlerini kullanarak yerleştirmekti. Yunan ordusunun Anadolu’da bozguna uğramasının ardından
işbirlikçilik yapmalarının hesabının
kendilerinden sorulacağı endişesiyle Yunanistan’a kaçanlardan Selanik’e
gelenler günlerce açlık ve sefalet içerisinde yol almışlardı. Selanik’e
geldiklerinde ise başlarını sokacakları
5 Kemal Arı, Büyük Mübadele:
Türkiye’ye Zorunlu Göç (1923-1925), İstanbul,
Tarih Vakfı Yurt Yayınları,
1995, s.6-7.
6 Ibid., s.7.
7 Ibid., s.8.
8 Idem..
herhangi bir yerleri olmadığı gibi bu insanların çoğu ilgili makamlara
dertlerini anlatacak kadar Yunanca
dahi bilmiyorlardı. Çözüm ise müslümanların endişeyle beklediği bir şekilde
sıkıyönetim komutanlığınca bulunmuş, kentteki azınlıklara ait mal ve mülklere
el koyabilecekleri ilan edilmişti.
Bunun üzerine içerisinde bulundukları çaresizlik dolayısıyla zaten böyle bir girişime hazır olan göçmenler, sıkıyönetim komutanlığının icazeti
doğrultusunda ellerine geçirdikleri kazma, kürek veya baltalarla
müslümanların evlerini işgal ettiler.9 Savaşın
son bulmasından hemen sonra gelen göçmenlerin bir kısmı müslümanların evlerine, okullarına ve camilere yarleştirilmiş; hükümet tebliği üzerine
müslüman halkın erzak ve zahiresi
müsadere edilmişti. Bunun yanı sıra müslüman azınlıktan 45 yaşına kadar olanlar, hiçbir
sebep gösterilmeksizin askere
çağrılmışlardı. Yunanistan’da ortaya
çıkan bu gelişmeler sonucu baskı ile karşı karşıya kalan müslümanlar da Türkiye’ye doğru bir
göç başlattılar.10
Tüm bunların dışında, doğudaki Rus işgali zamanında
Orta ve Batı Anadolu’ya göç etmiş
olan birçok Doğu Anadolulu’nun da o güne dek yerleştirilememiş olması sorunlara yol açıyordu.11
Yunan işgali sırasında iç bölgelere göç etmiş
felaketzedeler geri dönüyorlardı ve geçimlerini
sağlayacak bir yer bulma konusundaki ortak istekleri, bu kesimlerin gözlerini Rumlar’dan geri kalan mallara çeviriyordu.12
Sorun da bu noktada ortaya çıkıyordu; çünkü bu
mallar, Lozan’da imzalanan “Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi’ne İlişkin Sözleşme ve Protokol”
kararları gereğince Yunanistan’dan gelecek olan mübadillere, Yunanistan’da bırakacakları mallar karşılığında dağıtılacaktı. Oysa merkezi hükümetin
otoritesini kuramadığı iki aylık dönemde
bu mallar “fuzuli
işgal” sorununu gündeme
getirmişti. Fuzuli işgal deyiminin anlamı;
hiçbir gereksinimi yokken,
kimilerinin bu malları
yağmalamak üzere tasarruflarına geçirmeleridir.13
9 Mehmet Ali Gökaçtı, Nüfus Mübadelesi: Kayıp Bir Kuşağın Hikayesi, 4.B., İstanbul, İletişim
Yayınları, 2005, s.108-109.
10 Ömer Dürrü Tesal, “Türk-Yunan İlişkilerinin Geçmişinden Bir Örnek: Azınlıkların Mübadelesi,” Tarih ve Toplum, C.IX, No.53(Mayıs 1988),
s.46-52 ; Baskın Oran, Türk-Yunan İlişkilerinde
Batı Trakya Sorunu, 2.B., Ankara,
Bilgi Yayınevi, 1991, s.76-77.
11 Arı,op. cit., s.9.
12 Idem..
13 Kemal Arı, “Yunan İşgalinden Sonra İzmir’de Emval-i
Metruke ve Fuzuli İşgal Sorunu,” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.V, No.15(Temmuz 1989),s.691-706. Benzer
şekilde bu sorun Yunanistan’da da
gündeme gelmiştir. Savaştan önce de adada yürüttükleri faaliyetler ile
müslümanları bezdirmiş olan Giritli çeteciler, Yunanistan’ın Anadolu’da bozguna uğramasını izleyen günlerde faaliyetlerini
yeniden
Bu dönemde
terkedilmiş mallar üç gruba
ayrılabilir.14
·
Hiçbir kurum ya da kişinin
sorumlu olmadığı, otorite
boşluğunda, Rumlar’ın taşınmazlarını terk etmelerinden sonra bir iki gün içerisinde işgal edilen mallar.
·
Maliye Vekaleti’nin, sorumluluğu üstlenmesinden,
Lozan’da imzalanmış sözleşmenin yürürlüğe
girmesine kadar, tasarruf yetkisini kullandığı mallar. Bu mallardan taşınır olanlar
satılmış ya da fırsatçıların eline geçmiş, taşınmazların bir kısmı da icara verilmiştir.
·
Resmi kurumlarca, özellikle
askeriye tarafından el konulan mallar.
Sorumluluğu Maliye Vekaletinin almasından sonra,
Maliye Vekili Hasan Fehmi Bey,
Rumlar’dan geriye kalan evlerin kaydedilmesi için Emval-i Metruke Komisyonu adında
bir komisyon oluşturmuştu. Bu komisyon, taşınmazların kaydedilip mühürlenmesi dışında, taşınır malların da sayım ve
dökümünü yapmış, göçmenlerin yerleştirilmesine
uygun evler Muhacirin Komisyonu’na terk edilmiş, diğerleri açık arttırma
yoluyla satılmış ya da Sükna Kanunu
gereği, subay ve memurlara Maliye Vekaleti adına kiraya verilmişti. Ancak tüm bunlara
karşın savaş koşulları
nedeniyle sağlıklı bir sayım ve döküm yapılamamıştı. Geride kalan malları hazineye para getirecek önemli bir kaynak olarak gören Maliye
Vekaleti bu malların önemli bir kısmını, özellikle taşınır nitelikte olanları satmış ya da kiraya vermiştir. Oysa mallar
hukuki olarak göç eden Rumlar’ındı ve ileride mal sahiplerinin geri dönüşünü olanaklı
kılacak bir yasal düzenleme karşısında ne yapılacağı belli değilken, böyle bir davranış,
sorunun çözümsüzlüğe itilmesine neden olmuştu.15
Rumlar’ın terk ettiği topraklar verim kalitesi çok yüksek topraklardı. Bu topraklardaki
ürünler bakımsız kalmıştı. Üstelik müslüman halk duygusal davranıp tarla, bağ, bahçe, zeytinlik
ve incirlikleri tahrip etmişti. Böylece
üretime katkıda bulunabilecek
arttırmışlardı. Çeteciler, köylere haber salarak,
herşeyin kendilerine bırakılmasını ve buralara Anadolu’dan gelen göçmenlerin yerleştirileceğini ilan
etmişlerdi. Aksi halde bu talimatlara uymayanların sonunun iyi olmayacağı da ekleniyordu. Bu köyler
boşaltılır boşaltılmaz ise çetecilerin yağmasına uğradı. Müslümanların evlerine, tarlalarına, bağlarına el
kondu. Her ne kadar bunu Anadolu’dan gelen göçmenler için yaptıklarını söyleseler de; çeteciler girdikleri evlerde ve çiftliklerde ne buldularsa
yağmaladılar. Bu konu için bkz.
Gökaçtı, op. cit., s.100-101.
14 Arı, Büyük Mübadele, s.10.
15 Ibid., s.11-12.
pek çok kaynak yok edilmiş oldu. Şehirlerde çeşitli iş kollarında çalışan
Rumlar’ın göçü ile günlük yaşamda
önemli ölçüde aksamalar yaşanmıştı.
2- Lozan Öncesi
Mübadele Sorunu
Yunan Bağımsızlık Savaşı’nın ardından 1830’da
Teselya’yı da içine alan Yunan Devleti’nin
kurulması ile Müslüman Türkler ile Yunanlılar arasındaki ilişkiler giderek gerginleşmiş, sürekli
savaşlar sonucunda iki toplum
arasında derin bir uçurum açılmıştı.16
Bağımsızlığını ilk kazandığı
yıllarda homojen bir nitelik gösteren
Yunanistan, Tesalya’yı da içine almasıyla
bu niteliğini yitirmiştir. 1913 Bükreş Barışı ertesinde Yunanistan nüfusunda Yunanlılar’ın
oranı %90’lardan %80’e kadar
inmiştir.17
Venizelos yalnızca Yunanlılar’dan oluşan bir devlet oluşturma düşüncesi
doğrultusunda Balkan Savaşları ertesinde “nüfus mübadelesi” deyimini
ortaya atmıştı. 1. Dünya Savaşı’nı
İtilaf Devletleri’nin kazanmasından sonra “self determination” ilkesine dayanarak tüm Yunanca konuşanları bir
bayrak altında toplama düşüncesini ortaya koydu. Kuzey Epir, Ege’deki
tüm adalar, Trakya ve Batı Anadolu, bu devlet topraklarını oluşturacaktı. Bu arada Batı Anadolu’da kalacak olan Türk nüfusu
için bir çözüm önermiş; Anadolu’daki
Rum nüfus ile mübadelenin gerçekleştirilmesini teklif etmişti. Öneri 3-4 Şubat 1919’da Paris Barış Konferansı’nda Venizelos tarafından ortaya atılmıştır. Venizelos'un iddialarının gerçeklik payını
araştırmak üzere oluşturulan Amerikan heyeti,
söz konusu bölgelerde Yunanlı nüfus oranının
%32’yi geçmediğini saptadı.18 Ancak İngiltere’nin
baskıları sonucu Yunanistan’ın İzmir’e çıkmasına engel olunmadı. Bu olay Türk-Yunan Savaşı’nın başlangıcı oldu. Bu
savaşta Yunan orduları, İngiliz desteği ile büyük
ilerleme kaydettiler. Kütahya-Eskişehir Savaşı’nın ardından Başkomutan Papulas, Kral Konstantin ve Genelkurmay Başkanı
Gounaris, Ankara yolunun açıldığı konusunda hemfikirdiler.
Ancak Sakarya Meydan Savaşı’nda Yunan ordusunun başarısızlığa uğraması ve dost ülkelerin
Yunanistan’a desteklerini kesmesi,
Yunanistan’ın Küçük Asya Harekatı’nın hüsranla
sonuçlanmasına neden
olacaktı.19
16 Seçil Akgün, “Birkaç Amerikan Kaynağından
Türk-Yunan Mübadelesi Sorunu,” Üçüncü Askeri Tarih Semineri:Türk-Yunan İlişkileri, Ankara, Genel Kurmay Yayınları, 1986, s.241.
17 Ibid., s.242.
18 Ibid., s.244.
19 Ibid.,
s.242-245. ; Richard Clogg, Modern
Yunanistan Tarihi, çev. Dilek Şendil, 1.B., İstanbul, İletişim Yayınları, 1997,s.117-124.
Sakarya yenilgisinden sonra Türkler’in son saldırıyı
hemen gerçekleştirmemeleri üzerine Yunanistan, işgal edilen yerlerin
geri verilmeyeceğini belirtmiş
ve hristiyan azınlıklara özel haklar tanınmasının sağlanması yönünde müttefiklerden istekte bulunmuştu.20
Ancak Anadolu’da Türk zaferi ile birlikte Rumlar’ın
göçü başladı. Yunanistan bu dönemde savaşın
etkisi, iç ve dış politikasındaki sorunlar nedeniyle çok güç durumdaydı ve bunları çözümlemek zorundaydı. Bu sorunların en önemlilerinden biri de ülkesine
yığılan göçmenlerdi. Bu dönemde Yunanistan’ın sorunlarını çözümlemesi gereken
göçmenler sadece Türkiye’den gelenler değildi. Bulgaristan ve Rusya’dan
gelen göçmenler ile birlikte devlet
ekonomik, sosyal ve yönetsel alanlarda çözümlenmesi çok güç sorunlarla karşı
karşıya kalmıştı.21
Yunanistan için ilk planda en önemli sorun, göçmenlere
yer bulunmasıydı. Sorunun Lozan görüşmeleri öncesinde çözümlenebileceği düşüncesiyle Milletler Cemiyeti’ne aktarılması düşünüldü. Cemiyet ise; 22 Eylül’de
yaptığı toplantıda Norveçli
Fridtjof Nansen’i Türk-Yunan göçmenleri sorununu çözmek için görevlendirdi. Milletler Cemiyeti’nin
1919’da oluşturduğu Uluslararası Muhaceret Komisyonu’nun başkanlığını da yapmış olan Dr. Nansen’in görüşleri,
konunun uzmanı olması bakımından önemliydi.22 27 Eylül’de Atatürk ile yazışan ve 12
Eylül’de İstanbul’da Ankara Hükümeti temsilcisi Hamit Bey ile görüşen Dr. Nansen üç öneri getirdi.23
·
Yunanistan’daki Müslümanlar ile Anadolu’daki Rumlar’ın
değiştirilmesi.
·
İstanbul’daki Rumlar’ın değişim
dışı tutulmaları.
·
Değişimin isteğe bağlı olması ve barış koşullarının
saptanmasını beklemeden hemen başlaması.
Türkler, İstanbul’daki Rumlar’ı andlaşma dışı tutmak
istemezlerken, Batı Trakya Müslümanlarını azınlık
olmadıkları gerekçesiyle
mübadele dışı bırakmak istiyorlardı.24
20 Akgün,op. cit., s.245.
21 Ibid., s.246-247. ; Clogg,
op. cit., s.117-124.
22 A. Cevat Eren, “Türkiye’de Güöç ve Göçmen
Meselelerinin Başlaması, Tanzimat Devri İlk Kurulan Göçmen Komisyonu, Çıkarılan Tüzükler,” Türk Dünyası, S. 1., Şubat-Mart-Nisan, 1966,s.12.
23 Akgün,op. cit., s.248.
24 Idem.
Bu arada Yunanistan temsilcisi olarak Londra’da
bulunan Venizelos da 13 Ekim 1922’de
Nansen ile bağlantı kurmuş ve zorunlu mübadele isteğinde bulunmuştur. Ayrıca Venizelos, Yunanistan’da ortaya çıkan yer sorununa
dikkat çekerek 350.000
Türk’ün derhal Anadolu’da Rumlar’dan boşalan yerlere
nakledilmesinin sağlanmasını istiyordu.25
Mustafa Kemal, 23 Ekim günü Dr. Nansen’e bir yanıt
telgrafı yollamış ve prensip olarak mübadeleye evet demişti. Ancak Dr. Nansen Türk temsilcileri ile yaptığı görüşmelerde İstanbul Rumları’nın mübadelesinin sorun yaratabileceğini anlamıştı.26
B- LOZAN’DA MÜBADELE
SORUNU
Türk-Yunan Savaşı’nın bitiminden sonra başlayan yoğun
Rum göçü, Balkanlarda uluslaşma
sürecinde uzun bir süreden beri yaşanmakta olan ve yeni bağımsızlık kazanmış ulusların ülke nüfusunu homojenleştirme
çabaları çerçevesinde ortaya çıkan göçlerin bir devamıydı. Lozan’da bu göç süreci yasal bir zemine oturtularak tamamlanmış oldu.
Lozan’da çalışmalar üç komisyon tarafından yürütülmüştür. Bunlar; Ülke ve Askerlik
Sorunları Komisyonu, Türkiye’deki Ecnebiler ve Ekalliyetler Komisyonu ve Maliye ve İktisat Sorunları Komisyonudur.
20 Kasım’da Lozan Barış Konferansı toplanınca, mübadele sorunu Lozan’a aktarıldı. Mübadele konusu Ülke ve Askerlik
Sorunları Komisyonu’nda görüşülmeye başlandı. Yunan delegasyonu, Rumlar’ın Türkiye’ye geri dönmeleri
teklifini getirdiyse de Türk temsilcileri bunu kesin bir dille reddettiler. Türkler bu teklifi
Türkiye’yi ileride bölmesinden çekindikleri Yunan
irredantizminin doğal önlemi olarak görüyorlardı. Bunun üzerine Yunanistan, ülkesindeki 400.000 müslümanın Türkiye’ye
zorunlu göçünü istedi. Türkiye bu teklifi, ülke ekonomisinde göç eden Rumlar nedeniyle oluşan boşluğu doldurma
düşüncesiyle olumlu
karşıladı.27
Sonuçta, Milletler Cemiyeti’nin barış görüşmeleri
öncesinde göç sorununu yerinde izlemek
ve soruna çözüm bulmakla görevlendirdiği Dr. Fridtjof Nansen’in her iki tarafın görüşlerini dikkate alarak hazırladığı
rapor, 1 Aralık’ta kendisi tarafından okundu. Dr. Nansen, mübadele antlaşması için daha önce uygulanan
Bulgar-Yunan antlaşmasının örnek alınmasını önermişti. Bu antlaşmada birtakım
değişiklikler yapılarak iki ülke arasında
25 Stephan P.
Ladas, The Exchange of Minorites: Bulgaria, Greece and Turkey, New York, 1932, s.335.
26 Akgün, op. cit., s.249.
27 Idem..
yapılacak mübadele buna uygun olarak başarıyla yürütülebilirdi. Nansen,
değişime tabi tutulan nüfusun
ekonomik alanda kendine yeterli hale getirilmesi gerektiğini savunuyor, mübadelenin isteğe bağlı ya da zorunlu
olması ve uygulanacağı bölgeler açısından doğacak sorunları düşünerek karma komisyon kurulması görüşünü
taşıyordu. Nansen’e göre bu komisyonda
her iki ülkenin birer temsilcisiyle, Milletler Cemiyeti Meclisi’nce atanmış iki temsilci
yer almalıydı.28
Nansen bu önerisiyle Milletler Cemiyeti’ni işin
içerisine sokmuş oluyordu. Oysa TBMM
Hükümeti bu cemiyete üye değildi. Bu durum Türk delegasyonunu son derece rahatsız etmiş; bunun üzerine İsmet Paşa
da Nansen’in raporunu “bir özel kişi raporu”
saydığını belirtmişti.29
Nansen, hazırladığı raporda
mübadelenin göçmenler açısından
iyi bir çözüm olduğunu
belirterek, Yakındoğu’da ekonomik durumun gerçekten çok kötü göründüğünü vurguluyordu. Şimdiden nüfus yoğun olarak yer değiştirmişti. Nansen’e göre bu duruma bir çözüm bulunamaması durumunda her iki ülkeyi de ekonomik açıdan bir felaket
bekliyordu. Etkili ve süratli uygulanacak mübadele bu felaketi her türlü
tedbirden daha kolay önleyebilirdi. Türkiye, Rumlardan geride kalan bakımlı
toprakları işlemek için gerekli
nüfusu sağlayabilecekti. Yunanistan’dan müslümanların ayrılmasıyla da o sıralarda Yunanistan’ın çeşitli kasaba ve
şehirlerine sığınmış olan göçmenlere büyük ölçüde kendi ihtiyaçlarını karşılama olanağı verilecekti. Her iki ülke içinde
gelecek yaz tarım ürünlerinin elde
edilmesi hayati önem taşıyordu. Mübadele işinin hiç olmazsa bir kısmının Şubat sonundan önce üç ay içerisinde
sonuçlandırılması zorunluydu; çünkü bu tarihten sonra tarım mevsimine yetişmek
olanaksızdı. Doğu Trakya başta olmak üzere Anadolu’da boşalmış köyler çoktu; giden Rumların
bıraktıkları araç-gereç de kullanılabilirdi. Bu nedenle Yunanistan’dan mübadele edilecekler hemen bu köylere
yerleştirilmeliydi.30
Konferans boyunca Türk tezinin içeriğini, İstanbul Rumları’nı da mübadele kapsamı
içinde tutma, buna karşın Batı Trakya Türkleri’ni bu kapsamın dışında
tutma isteği oluşturdu.31
28 Seha L. Meray(çeviren), Lozan Barış Konferansı:
Tutanaklar-Belgeler, C. I, 3. B., İstanbul, YKY, 2001, s.121.
29 Ibid., s.122.
30 Ibid., s.120.
31 Arı,loc. cit., s.17.
Yunanistan ise, mübadelenin zorunlu değil, isteğe bağlı yapılmasını önermişti. Bunun en
önemli gerekçesi de Birinci Dünya Savaşı’ndan beri Yunanistan’a sığınan bir milyon civarındaki göçmendi. Yunanistan bu
göçmenler nedeniyle zaten zor durumdaydı. Ayrıca
Türkiye sınırları içerisinde kalan Rumların da zorunlu mübadele ile
Yunanistan’a göçmesi, altından
kalkılamayacak kadar ağır bir yük getirmekteydi. Venizelos’a göre “böyle bir sınır
dışı ediş, benzeri görülmemiş siyasal, ekonomik ve sosyal bir yıkım” demekti.32
Lord Curzon, İsmet Paşa’nın mübadelenin zorunlu olması yönündeki
fikrini memnuniyetle karşılamış; ancak İstanbul Rumları’nın mübadele dışı bırakılmasını savunmuştu. Konferansa gözlemci olarak katılan Amerikalı Richard
Child, Türkler’in iyi işadamları
olmadıklarına ilişkin Lord Curzon’un fikrinden
hareketle, azınlıkların sınır dışı edilmesinin Türk ekonomik yaşamını
felce uğratacağını33; ayrıca böylesine büyük bir kitleyi
yerinden etmeye kimsenin hakkı olmadığını söylemişti.34
1 Aralık günü yapılan toplantıda Lord Curzon’un önerisini
benimsemiş olan Venizelos ise komisyonun, mübadelenin
bedelinin ağır olacağı yönündeki savını onaylayan sözleri ile çelişki
sergilemiştir. Venizelos, Türk Hükümeti’nin başka çözümü onaylamayacağı kanısı ile baskı altında
zorunlu mübadele teklifini onayladığını, Yunan
Hükümeti’nin zorunlu uygulamayı gerekli gördüğü yer ve zamanda
uygulama hakkı olduğunu
ileri sürmeye başlamıştı.35
Oysa Venizelos, mübadelenin zorunlu olması konusunda
temel olarak Türk tarafından farklı bir anlayışa
sahip değildi. Zorunlu
mübadele görüşünü baskı altında onayladığını söyleyen Venizelos 1915’te Yunanistan’ın itilaf
devletleri yanında savaşa girmesini
önerirken, Bulgaristan’la karşılıklı nüfus değişimini öngörmüş;
üstelik bunu Kavala’yı Bulgaristan’a vermek pahasına yapmıştı.36 Bu değişimin yapılması durumda Balkan Federasyonu’nun daha kolay kurulacağını belirtmişti.37
Venizelos’un bu görüşleri nüfus mübadelesine bakışını çok iyi yansıtmaktadır. Kaldı ki ülkesine
1.000.000’dan fazla
32 Meray, op. cit., s.125-126. 33
Meray, op. cit., s.126-127. 34 Ibid., s.202-203.
35 Ibid., s.123-127.
36 supra., s. 5.
37 Ladas, op.
cit., s.29.
göçmen yığıldığı ve ülke nüfusunu homojenleştirme çabasında olduğu
düşünülürse zorunlu mübadele asıl olarak Venizelos’un işine geliyordu.
Bu arada Yunanistan, Türk Delegasyonu’na isteklerini
kabul ettirmeye çalışıyordu. Yunan
Generali Pangalos, “Biz cepheye bir elimizde kılıç, bir elimizde zeytin dalı
ile gideriz...Barış istiyoruz, ama
savaşa da hazır olmalıyız. Yeni hareketleri kabul etmemiz olanaksızdır. Ayrıca Yunanistan’ı savunacak gücümüz de vardır” demekteydi.38
Taraflar, savaş sonrası büyük acıların yaşandığı her
iki ülkeden çok uzaktaki Lozan kentinde görüşlerini bu şekilde dile getirirlerken; değişimden etkilenecek her iki taraf halkının önemli bir bölümü ise böyle bir değişime tabi olmak istemiyorlardı. Savaşın
hemen ertesinde göçe zorlanan Anadolu
Rum halkı kısa süre sonra geri dönecekleri umudunu taşırken, Yunanistan’daki Türkler’in büyük bir bölümü ise yerlerinden yurtlarından ayrılmak gibi bir düşünce
taşımıyorlardı.
Bu ortamda tüm ülkeler sorunun biran önce
çözümlenmesini istiyorlardı; ancak mübadele konusunda
dikkate alınması gereken
bir sorun ortaya çıkmıştı. Yüzyıllardır İstanbul’da yaşayan ve ayrılmak istemeyen Rumlar’ın durumu ayrı
değerlendirilmeliydi. Mondros Ateşkesi’nin imzalandığı 1918 yılı esas olmak suretiyle bu tarihten önce İstanbul’a yerleşmiş
Rumlar’ın “etabli” sayılması ve değişim
dışı bırakılması, buna karşılık Batı Trakya
Müslümanları’na da aynı seçeneğin tanınması öngörülmekteydi.39
2 Aralık 1922 günü İtalyan
delegesi Montagna başkanlığındaki alt komisyon toplandı. İsmet Paşa başkanlığındaki Türk
delegasyonu, Batı Trakya Müslümanları’nın “etabli” sayılmasını, İstanbul’daki tüm
Rumlara değişimin uygulanmasını, Patrikhane’nin İstanbul’dan gitmesini istiyorlardı. Yunan, Amerikan ve İngiliz
temsilcileri ise bu görüşe karşı çıkmaktaydılar. Sonunda Türk Heyeti İstanbul Rumları’na “etabli” statüsünün tanınmasını onaylamış, Yunanistan’a göç eden ailelerinden ayrı olarak Anadolu’da alıkonan Rum erkeklerin, ailelerinin yanına gönderilmesi ve 1923
yılı Mayıs ayına kadar zorunlu göçün uygulanmamasını kabul etmişti. Aynı toplantıda, mübadillerin mülkleri konusunun
ayrı bir komisyon tarafından ele alınması kararlaştırıldı. Bu aşamadan sonra ayrıntılı
değerlendirmeler, başkanları tarafsız
ülkelerden olan alt komisyon tarafından
38 Akgün, op. cit., s.252’den New York Times; 3 Ocak
1923.
39 Idem..
yapıldı. Bu komisyonlar, çalışmalarını Göçmenleri Yerleştirme Komisyonu
ile bağlantılı yürüteceklerdi.40
Görüşmeler sonucunda 30 Ocak 1923 tarihli “Türk ve Rum
Ahalinin Mübadelesine Dair
Mukavelename ve Protokol” imzalanmış ve halkların değişimi konusunda anlaşma sağlanmıştır.
Sözleşmeye göre41; Türk topraklarında yerleşmiş
Rum-Ortodoks dininden Türk uyrukları
ile Yunan topraklarında yerleşmiş müslüman dininden Yunan uyruklarının, 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak zorunlu mübadelesine girişilecek; bu kimselerden hiçbiri, Türk Hükümeti’nin izni olmadıkça Türkiye’ye; ya da
Yunan Hükümeti’nin izni olmadıkça
Yunanistan’a dönerek orada yerleşemeyeceklerdi. Mübadele İstanbul’da oturan Rumlar’ı
ve Batı Trakya’da oturan müslümanları kapsamayacaktı.1912 yasası ile sınırlandırıldığı
biçimde, İstanbul Belediyesi sınırları içinde, 30 Ekim 1918 gününden önce yerleşmiş bulunan tüm Rumlar,
İstanbul’da oturan Rumlar; 1913 Bükreş Antlaşması ile saptanan sınır çizgisinin doğusundaki bölgeye yerleşmiş
tüm müslümanlar da Batı Trakya’daki müslümanlar sayılacaktı. Sözleşmede kullanılan göçmen terimi,
18 Ekim 1912 tarihinden sonra göç etmesi gereken ya da göç etmiş bulunan
tüm gerçek ya da tüzel kişileri
kapsamaktaydı. Mübadele uygulamasında, her iki halkın mülkiyet haklarına ve alacaklarına hiçbir zarar verilmeyecek,
mübadele edilecek halklara mensup bir kimsenin
hangi nedenle olursa olsun gidişine
hiçbir engel çıkarılmayacaktı. Zanlı ya da suçu kesinleşmiş kişiler, kovuşturma yapan
ülkenin makamlarınca, göçmenin gideceği ülkenin makamlarına teslim edileceklerdi. Göçmenler, bırakıp
gidecekleri ülkenin uyrukluğunu yitirecekler,
vardıkları ülkenin topraklarına ayak bastıkları anda, bu ülkenin uyrukluğunu edinmiş sayılacaklardı. Göçmenler her
çeşit taşınır mallarını yanlarında götürebilecekler ya da bunları taşıtmakta
serbest olacaklar, bunlar için çıkış
ve giriş vergisi alınmayacaktı. Aynı zamanda, cami, tekke, medrese,
kilise, manastır, okul, hastane, dernek, birlik gibi tüzel kişiler ve başka kurumlar personellerini de kapsamak
üzere, kendi topluluklarının taşınır mallarını
serbestçe götürmeye ve taşıttırmaya hak kazanmışlardı. Her iki ülke,
karma komisyonun önerisi üzerine, taşıma işlerinde en geniş kolaylıkları sağlayacaktı. Taşınır
malların tümünü ya da bir bölümünü yanlarında götüremeyecek olan göçmenler
40 Meray, op. cit., s.321-333.
41 İsmail Soysal,
Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, C.1., Ankara, TTK Basımevi, 1983, s.177-183.
bunları oldukları yerlerde bırakabileceklerdi. Bu durumda yerel makamlar,
taşınır malların dökümünü ve değerini ilgili göçmenin gözleri
önünde saptamakla görevli
olacaktı. Göçmenin bırakacağı
taşınır malların dökümünü ve değerini gösteren tutanaklar dört örnek olarak
düzenlenecek ve bunlardan
biri yerel makamlarca saklanacak, ikincisi karma komisyona
sunulacak, üçüncüsü gidilecek ülkenin hükümetine, dördüncüsü de göçmenin kendisine verilecekti. Bu sözleşmenin
yürürlüğe girişinden başlayarak bir aylık süre içinde, bağıtlı yüksek taraflardan her birinden dört ve 1. Dünya
Savaşı’na katılmamış devletlerin uyrukları arasından
Milletler Cemiyeti Konseyi’nin seçeceği üç üyeden oluşan ve Türkiye’de
ya da Yunanistan’da toplanacak olan bir karma komisyon oluşturulacaktı. Bu karma komisyonun başkanlığını, tarafsız üç üyeden her biri sırayla yapacaktı. Karma komisyon
gerekli gördüğü yerlerde, her biri bir Türk ve bir Yunanlı üye ile, komisyonca atanacak tarafsız bir başkandan oluşacak,
kendisine bağlı olarak çalışacak alt komisyonlar kurmaya da yetkili
olacaktı. Karma komisyon, bu alt komisyonlara verilecek yetkileri kendisi
saptayacaktı. Tasfiye edilecek mallara, haklara ve çıkarlara ilişkin tüm
itirazlar, karma komisyonca ve kesin
hükmüyle karara bağlanacaktı. Komisyon ilgilileri dinledikten ya da yöntemi uyarınca dinlemeye
çağırdıktan sonra, tasfiye edilecek taşınmaz mallara değer biçebilecekti. Komisyon, ilgili mal sahibine elinden
alınan ve bulunduğu ülkenin hükümeti emrinde
kalacak olan mallar için, borçlu bulunan para tutarını belirten
bir açıklama belgesi
verecekti. Bu açıklama belgeleri temel sayılarak, borçlu kalınan para tutarları, arıtımın yapılacağı ülke ile
hükümetin, göçmenin bağlı olduğu hükümete karşı bir borcu olacaktı. Göçmenin,
ilke olarak göç ettiği ülkede,
kendisine borçlu bulunulan
paranın karşılığında, ayrılmış olduğu ülkede bırakacağı mallarla
eşdeğerde ve nitelikte mal alması
gerekecekti. Her altı ayda bir, yukarıda belirtilen biçimde açıklama belgeleri
temeli üzerinden her iki hükümetçe
ödenmesi gereken paraların
hesabı çıkartılacaktı. Arıtım işlemleri bütünlendiği zaman, karşılıklı borçlar
birbirine eşit çıkarsa,
bunlarla ilgili hesaplar
denkleştirilmiş ve kapatılmış olacaktı. Bu denkleştirme işleminden sonra, hükümetlerden birisi diğerine borçlu
kalırsa, bu borç peşin para ile ödenecekti. Borçlu hükümet, bu ödeme için süre tanınmasını isterse,
komisyon, yıllık en çok üç taksitte ödenmesi koşulu ile, bu süreyi
tanıyabilecek, bu süre içinde ödenmesi gereken faizleri de saptayacaktı. İki taraf da mübadele
edilecek halklara, gidişleri için saptanmış günden önce yurtlarını bırakıp gitmelerine yol açmak ya da mallarını elden
çıkartmak üzere doğrudan
ya
da dolaylı hiçbir baskıda bulunmamayı karşılıklı olarak
yükümleniyorlardı. Gene iki ülke, ülkeyi
bırakıp giden ya da gidecek olan göçmenleri hiçbir vergiye ya da olağanüstü bir resme bağlamamayı da yükümleniyorlardı. Mübadele
dışı bölgelerde oturanların, bu bölgelerde kalmak
ya da oralara yeniden dönmek hakları ile Türkiye’de ve Yunanistan’da özgürlüklerinden ve mülkiyetlerinden özgürce
yararlanmalarına hiçbir engel
çıkartılmayacaktı. Bütün bu konuların çözümü boyunca, karma komisyonun ve bağlı kurulların çalışmaları ve işlerinin
yürütülmesi için gerekli
giderler, komisyonlarca saptanacak oranlara göre, ilgili hükümetlerce karşılanacaktı.
II- YUNANİSTAN’DAN GELEN GÖÇMENLER
A- MÜBADELE
İMAR
VE İSKAN VEKALETİ
1-
Vekaletin Kuruluşu
Savaş sonrasında göç olayları nedeniyle
ortaya çıkan sorunların çözümü için Maliye,
Nafıa, Muavenet-i İçtimaiye
ve Dahiliye Vekaleti
arasında uzun yazışmalar yapılmış ve bir koordinasyon kurulunun
olmayışı, zaman kaybına
neden olmuştu. Bu zaman kaybı, kötü yaşam koşulları içerisindeki göçmenlerin durumlarının daha da ağırlaşmasına neden olmuştu.42
Rumlar’ın terk etmiş oldukları malların tasarruf
hakkının hangi resmi kurumun yetkisinde
olacağı konusu uzun süre askıda kalmış, sonunda Maliye Vekaleti’nin yetkisi kabul edilmiş; ancak yetkinin Maliye
Vekaleti’nde olması, bazı yakınmaları da beraberinde getirmişti. Maliye Vekaleti de bu yetkinin başka bir kuruluşa
devri beklentisi nedeniyle yetkiyi
tam anlamıyla benimsememişti. Bunun dışında Muavenet-i İçtimaiye Vekaleti’ne bağlı bazı müdürlükler, örgütlenme yetersizliği ve yetki azlığı nedeniyle sorunların çözümü açısından
güven vermiyordu.43
Bu durumda yeni bir teşkilatın oluşturulması gündeme
gelmiş, konu mecliste de görüşülmüştü.
Daha önceki deneyimler, yeni teşkilatın, var olan vekaletler üzerinde bir yetkiye
sahip olması gerekliliğini de gündeme getirmişti. Gerçekten de 5 Eylül 1923 tarihinde İcra Vekilleri Reisi Fethi Bey tarafından mecliste
okunan İcra Vekilleri
Programı’nda, “Mübadele ve İmar” başlıklı bir bölümde açıklanan şekliyle
yeni teşkilatın bir genel müdürlük olarak kurulması, mübadele
ve imar adında iki şubeye ayrılması öngörülmüştü. Programda, mübadillerin bir an önce üretime katılmalarını sağlayacak şekilde
yardım yapılması ile yanan yörelerin onarılması da öngörülüyordu. Bunun dışında mübadillerin taşınması, yerleştirilmesi, beslenme
ve sağlık sorunlarının çözümü, mal dağıtılması v.b de yeni teşkilatın
görevleri arasında sayılmıştı.44
Hükümetten bu öneriler
gelirken, Kütahya mebusu Tunalı Hilmi ve diğer kurtarılmış vilayetlerin mebuslarından da öneriler
geldi. Bu mebuslar işgale uğramış
42 Arı,loc. cit., s.23.
43 Ibid., s.24.
44 Idem..
yerleri gezmişler ve halkın kötü durumunu görmüşler; mübadele olayını da
dikkate alarak bir rapor hazırlamışlardı. Hazırlamış oldukları raporda bir vekalet kurulmasının gerekliliğinden bahsediyorlardı. Tunalı Hilmi’nin “İmar Vekaleti Teşkili Hakkında Kanun Teklifi”
mecliste yoğun tartışmalara neden olmuş, İzmir mebusu Mustafa
Necati ve Kütahya
mebusu Recep Bey (Peker) de Tunalı Hilmi’yi
destekleyen konuşmalar yapmışlardı. Bu konuşmaların ardından
yapılan oylama sonrasında konunun Kanun-u Esasi Encümeni’ne sevki uygun görüldü. Konu 13 Ekim 1923’te ele
alındı. Tunalı Hilmi Bey’in önerisi
dışında bir de hükümet tarafından hazırlanan, vekalet yerine bir genel müdürlük kurulması
yönünde bir yasa tasarısı vardı. Mecliste bu iki öneriden
hangisinin kabul edileceği
yönünde geniş tartışmalar oldu. Müdüriyet kurulmasını önerenler, o günkü koşullarda
geniş teşkilatlı bir vekalete bütçeden gerekli para ayrılamayacağı konusunda endişeliydiler. Bu nedenle her bakanlıktan
uzmanların katılacağı bir müdüriyet ile sorunun çözülebileceğini düşünüyorlardı. Müdüriyet
başvekalete bağlı olacak,
masrafları da görevin niteliği uyarınca diğer
vekaletlerce karşılanacaktı. Vekalet kurulmasını önerenler ise işin önemi ve genişliğini ileri
sürerek, ancak geniş bir teşkilat yoluyla köklü bir çözüme ulaşılmasının mümkün olacağını
söylüyorlardı. Sonuçta, vekalet kurulması düşüncesi ağır bastı ve Tunalı Hilmi Bey’in 132 arkadaşıyla verdiği önerge 13
Ekim 1923 tarihinde kabul edildi.
Mübadele İmar ve İskan Vekaleti’nin kurulmasından sonra İzmir mebusu Mustafa Necati Bey vekil seçildi.45
Mustafa Necati Bey vekil olduktan sonra, parasal
konuların dışında vekaletin bilgi birikiminin
de olmaması dolayısıyla ortaya çıkan sıkıntıyı gidermeye yönelik bir araştırma yaptırdı ve Bulgaristan’ın mübadele yasası ile Almanya, Belçika ve Fransa’nın
onarım işleri ile ilgili
mevzuatını gözden geçirdi.46
2- Vekaletin Merkez
Teşkilatlanması ve Bütçesi
Mübadele İmar ve İskan Vekaleti’nin merkezdeki
teşkilat yapısı 1 Kasım 1923 tarihli
ve 366 nolu yasa ile belirlenmişti. Yasaya göre İmar Müdüriyet-i Umumiyesi ve Mübadele ve İskan Müdüriyet-i Umumiyesi
adlarında, ortak müsteşarlığı olan iki genel
müdürlük oluşturuldu. Mübadele
ve İskan Müdüriyet-i Umumiyesi’ne bağlanan
şubeler
45 Ibid., s.25-28.
46 Ibid., s.30.
şunlardı: Sevkiyat ve Nakliyat
Şubesi, Muhacirin Şubesi, İaşe Şubesi, İskan ve Emakin Şubesi. İmar Müdüriyet-i Umumiyesi’ne bağlanan şubeler
şunlardı: Muamelat Şubesi,
İnşaat ve Tamirat Şubesi, Heyet-i Fenniye Şubesi. Bunların dışında;
Hukuk Müşavirliği, Heyet-i Teftişiye,
Muhasebe Şubesi Müdüriyeti, İhsaiyat ve Memurin Şubesi Müdüriyeti, Evrak ve Muhaberat Şubesi Müdüriyeti,
Hıfzısıhha Mütehassıslığı gibi birimler de vekalet örgütü içerisinde yer almaktaydı. Taşradaki örgütlenme de bu
hiyerarşik düzene uygun yapılandırılmıştı.47
Mustafa Necati 31 Ekim 1923’te vekalet bütçesi için
meclise toplam 6.125.000 lirayı içeren Tahsisat Kanunu önerisini sunmuştu.
Sonuçta 1923 yılı vekalet bütçesi
6.095.183 lira olarak belirlendi.48 Mustafa
Necati, mübadil göçmenler
dışında kalıp yerleştirilmeleri zorunlu göçmenler için, bu kimselerin iskanlarının ancak mübadil
göçmenlerin yerleştirilmelerinin mükemmel bir şekilde sonuçlanmasından
sonra mümkün olabileceğini söyleyerek, vekaletin mübadele göçmenlerine ayrı bir önem verdiğini ve öncelikli saydığını belirtmiş oluyordu.49
1923 yılı bütçesi, son üç aylık dönemi içerdiğinden, ayrılan para üç ay içinde
harcanabilecek, 1924 yılı için ayrı bir bütçe yapılacaktı. Bu nedenle 1923 yılı için belirlenen bütçe, mübadele işleri için önemli
bir kaynak oluşturuyordu.50
3- Mübadele İmar ve İskan Kanunu
Mübadele İmar ve İskan Vekaleti’nin kurulması sonrasında “Mübadele İmar
ve İskan Kanunu” adlı yasa 8 Kasım
1923’te mecliste kabul edildi. Yasa metni 20 maddeden oluşuyordu ve çok ayrıntılı hazırlanmıştı. Yasanın
hazırlanmasında vekalet bürokratları ve özellikle de Mustafa Necati’nin çabaları etkili olmuştu.51
Çok kapsamlı bir sorunun çözümlenmesi için
görevlendirilmiş olan vekalet, diğer vekaletlere oranla olağanüstü yetkilerle donatılmıştı. Ancak maddi anlamda bunu söyleyemiyoruz; çünkü kaynak, devlet bütçesinden ayrılan
paydan ibaretti. Kaynak yetersizliği sorunu
üzerinde, yasanın mecliste görüşülmesi sırasında da durulmuştu.52
47 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre II, İçtima
I, c. III, Ankara, ty., s. 140-141.
48 Ibid., s.143-144.
49 Ibid., s.185.
50 Arı, op. cit.,
s.32.
51 Ibid., s.33.
52 Ibid., s.35.
Diğer bir sorun da, yardıma gereksinimi olan
göçmenleri, vekaletin iki ay iaşe etme yükümlülüğüydü. Bu hükmü eleştirenler, göçmenin iş buluncaya
kadar iaşesinden yanaydılar. Hükümet ise göçmenleri işsizliğe sevk etmek endişesiyle böyle bir karar almıştı.
Süresiz iaşe hakkı tanındığı zaman, gelen göçmenlerin iş bulma konusunda daha gevşek
davranmaları muhtemeldi.53
B- TÜRKİYE’DE GÖÇMENLERE
YÖNELİK HAZIRLIKLAR
1-
Göçmenleri Taşıyacak Araçların Belirlenmesi
Göçmenlerin Türkiye’ye taşınması, araçların
belirlenmesi, bu amaçla sözleşmenin yapılması
ve koordinasyon sağlanması gibi konular, vekaletin üzerinde önemle durduğu konulardı.54
Savaş sonrası Yunanistan’da da sahillere doğru bir
akın başlamıştı. Bu durumda taşıma
işini deniz yoluyla yapmak her yönden daha pratik ve avantajlı görünüyordu. Bu nedenlerden dolayı taşımayı gerçekleştirecek vapur şirketlerine, Sevkiyat
Müdüriyeti tarafından bir ihale açıldı.55
Açılan ihaleye İtalyan, Yunan, Ermeni ve Türk vapur
birlikleri katıldı. Vapur tonajı yüksek olan ve en uygun teklifi
veren İtalyan Lyod Tristino Vapur Kumpanyası, ilk aşamada
ihaleyi kazandı. Ancak yeni kurulan devlette ulusallık ön plana çıkmış, Türk Vapurcular Birliği varken, ihaleyi
yabancı bir kumpanyanın kazanması tepkiyle karşılanmıştı. Sınırlı olan ulusal sermaye
birikiminin yurt dışına çıkması endişeleri dile getiriliyordu.56
Bu yönde baskıların da artmasıyla Mustafa Necati,
İtalyan Şirketi ile sözleşme yapmaktan vazgeçmiş, Türk Vapurcular Birliği
ile anlaşma sağlamıştı. Burada Türk Vapurcular Birliği Reisi Suudi
Bey’in girişimleri etkili olmuştu.57
53 Idem..
54 Ibid., s.36.
55 Kemal Arı, “Mübadele Göçmenlerini Türkiye’ye Taşıma
Sorunu ve İzmir Göçmenleri (1923-1924),”
Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, C.I, No.1(1991), s.26.
56 Arı, Büyük Mübadele, s.38.
57 Ibid.,
s.39. Lozan Barış Konferansında kabotaj hakkının Türkiye’ye geçmesi yolunda
engellerin kaldırılmış olmasından
sonra Türkiye, kendi ulusal olanaklarıyla bu hakkı kullanabilme konusunda yeterliliğini batılı hükümetlere kanıtlama
fırsatı bulmuştu. Nitekim 1926 yılında Kabotaj Kanunu da çıkacaktır.
Aslında bu şirketin filosunda mevcut 17 vapurun
çoğunluğu İtalyan şirketine ait gemilere göre kapasitesi düşük ya da çok eskiydi.
Türk Vapurcular Birliği’nin mübadillerden daha yüksek ücret almasının yanı sıra, hükümet 6
adet yeni gemi alması için Seyr-i
Sefain İdaresi’ne 600.000 lira vermiştir. Bu arada durumun netlik kazanmasını
ve taşınmayı bekleyen mübadiller
Yunanistan liman şehirlerinde yerleştirildikleri depolara kaldıkları her gün için ödeme yapmak zorundaydılar. Bu arada Türk hükümetinin bu konuda
izlediği politika da eleştiriliyordu. Yabancı şirketler mübadillerin taşınması
için daha elverişli koşullar sunuyorlardı. Taşıma ücretlerinin üçte ikiye düşürülmesi ve Türkiye’den kömür
alınması da teklif edilmişti. Türk hükümeti bunları reddettiği gibi Türk gemi sahiplerine yardımlarda da bulunmuştu. Sonuçta
değişen bir şey olmadı ve konjonktürün etkisiyle Türk Vapurcular Birliği işi üstlendi.58
Vapurlar, İstanbul Liman İdaresi Riyaseti’nden
durumlarının uygun olduğuna dair rapor aldıktan
sonra birtakım ön hazırlıklar yaptılar.
Vapurlarda kamaralar; hastalar,
hamile kadınlar, yaşlılar ve küçük çocuklara ayrıldı. Gemilerin
güvertelerine temiz su depoları kuruldu. Her gemide en az iki
sağlık memuru ve bir doktorun görev yapması sağlandı.59
Mübadillerin taşıma ücretinin kendileri tarafından
karşılanmasına karar verilmişti. Dönemin
Türk hükümetinin 17 Temmuz 1923 tarihinde yayınladığı “Ahali Mübadelesi Mukavelesinin Tatbikine Dair Talimat”
a göre göçmenlerin eşyaları beş nüfusa kadar aileler
için 250 kilo, beş nüfustan fazla olanlar için 500 kilo ve tek nüfus için 100
kiloya kadar ücretsiz taşınacaktı. Bu miktarın üzerindeki eşya ekstra ücrete tabi olacaktı.
8 yaşından küçük çocuklardan
ise ücret alınmayacaktı. Burada en zor durumda kalanlar ise köylülerdi. Yanlarında hayvanlarını da
getirmek isteyen köylüler, onlar için de ayrıca ücret ödemek zorundaydılar. Ceplerinde fazla para olmayan bu insanlar
ya eşten dosttan borç alarak ya da
uğruna bir çok sıkıntıya katlandıkları hayvanlarından bir kısmını satarak bu sıkıntıyı
aşmaya çalıştılar.60
58 Onur Yıldırım, Diplomasi
ve Göç: Türk-Yunan Mübadelesinin Öteki Yüzü, 1.B., İstanbul, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları, 2006, s. 218.
59 Arı, Büyük Mübadele, s.42-43.
60 Gökaçtı, op.cit.,
s.148. ve Mehmet Çanlı, “Yunanistan’daki Türkler’in Anadolu’ya nakledilmesi
II,” Tarih ve Toplum, Ekim
1994, sayı 130, s.246-247.
Gemiye binildiğinde karşılaşılan ilk sorun uygun bir yer kapabilmekti. Hava şartlarının
iyi olması durumunda yerleşmek için bu eski gemilerin güvertesi tercih
ediliyor; burada da mümkünse bir akrabanın o olmazsa bir komşu ya da tanıdığın
yanına yerleşilmeye çalışılıyordu. Hava şartlarının olumsuzluğu durumunda ise gemilerin
ambarları tercih ediliyordu. Burada
da hayvanlarla birlikte yolculuk yapma zorunluluğu ortaya çıkıyordu ki bu da havalandırmanın dahi olmadığı bu
sağlıksız ortamda göçmenlerin Türkiye
topraklarına hasta olarak ayak basmalarına neden oluyordu. Köylüler ise eğer hayvanları varsa onları gözönünden ayırmamak için her durumda ambarları
tercih ediyorlardı. Düzenli
olmamakla beraber gemilerde
su ve çay servisi yapılıyordu. Yiyecekler ise yola çıkmadan önce evlerde hazırlanan kumanyalardan temin ediliyordu.61
Gemilerde yaşanan sorunlardan biri de yolculuğun
sonuna doğru su ve yiyecek stoklarının
tükenme noktasına gelmesiydi. Üstelik gemilerde tek bir tuvaletin bulunması yüzlerce yolcu taşıyan bu gemilerde bir
başka sağlık sorununun da ortaya çıkmasına sebep oluyordu. Bu şartlarda devam eden yolculukta özellikle çocuklar
ve hasta yaşlılar arasında ölümlere rastlanıyordu. Böylesine sağlıksız bir ortamda en büyük şans ise salgın hastalıkların yaşanmaması olmuştu. Yolculuk kesintisiz bir hafta sürdüğü
için ölüleri karaya çıkana kadar saklama imkanı olmamış
tek seçenek olarak ise ölenleri bir battaniye
ya da çarşafa sararak denize bırakmak kalmıştı.62
2- Yerleşim Alanlarını Tespiti
ve Ön Hazırlıklar
Mübadele İmar ve İskan Vekaleti’nin önündeki en önemli sorunlardan biri de Türkiye’ye getirilecek mübadele göçmenlerinin yerleştirilecekleri alanların belirlenmesiydi. Bu belirlemede amaç,
Türkiye’ye getirilecek göçmenin sosyo-ekonomik
yapıya uyumunu sağlamaktı. Bunun için göçmenlerin gerek ayrılacakları, gerekse
yerleştirilecekleri yörelerdeki toplumsal, ekonomik ve fiziksel
özelliklerinin belirlenmesi gerekiyordu.63
Mübadele İmar ve İskan Vekaleti kurulmadan önce,
Muavenet-i İçtimaiye Müdürü Dr.
Muhiddin Celal Bey başkanlığında, her vekaletten birer uzmanın katıldığı
kurulda, yerleşim alanlarının belirlenmesi için çalışmalar yapılmış ve ülke, yedi yerleşim
bölgesine
61 Ibid., s.148-149.
62 Ibid., s.164-165.
63 Arı, op. cit., s.49.
ayrılmıştı. Mübadele İmar ve İskan Vekaleti’nin kurulmasından sonra Mustafa Necati, Sıhhıye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekaleti’nin çalışmasının büyük bir göçmen kitlesi karşısında yeterli olamayacağını düşündü.64
Mustafa Necati, bütün vilayetlere yazılar
yazarak, bölgede ne tür tarımla
uğraşıldığı, ne kadar emval-i metruke olduğu ve kaçının boş olduğu,
emval-i metruke arazisinin miktarının
ne kadar olduğu yönünde bilgi istedi. Ayrıca Yunanistan’da Muhtelit Mübadele Komisyonu’nda görev yapan Türk
Murahhas Heyeti’ne gönderdiği yazıda ise hangi kazadan
ne kadar ahali geleceğini ve durumları ile uğraşlarının ne olduğunu öğrenmeye
çalıştı. Bu soruların
cevapları için “Tahmini
bile olsa bildirin!” notunu düşmüştü. Gelen cevaplara uygun olarak da ayrıntılı cetveller hazırlandı.65
Sonuçta, Mübadele İmar ve İskan Vekaleti, önceden
yapılan çalışmalara yeni bir içerik vermiş
ve göçmenlerin yerleştirilecekleri bölge sayısını on olarak belirlemişti.66
1. Alan: Sinop, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon,
Gümüşhane, Amasya, Tokat,
Çorum.
2.
Alan: Edirne, Tekfurdağı, Gelibolu, Kırkkilise, Çanakkale.
3.
Alan: Balıkesir.
4.
Alan: İzmir, Manisa,
Aydın, Menteşe, Afyon.
5.
Alan: Bursa.
6.
Alan: İstanbul, Çatalca,
Zonguldak.
7.
Alan: İzmit, Bolu, Bilecik, Eskişehir, Kütahya.
8.
Alan: Antalya, Isparta,
Burdur.
9.
Alan: Konya, Niğde,
Kayseri, Aksaray, Kırşehir.
10. Alan: Adana, Mersin, Silifke,
Kozan, Ayıntab, Maraş.
Göçmenlerin gelecekleri yöre isimleri de kabaca belirlenmiş, gelecekleri yöre olarak; tütüncü, çiftçi, bağcı, zeytinci
olarak gruplandırılmışlardı. Buna dayalı kaba nüfus tahmini de yapılmıştı. Uygulama sonucunda ise önceden yapılan
tahmini dağılım farklı gerçekleşti. Bölgelerin oluşturulup, yerleşim planının
yapılmasında birinci derece rol oynayan, Rumlar’dan kalan taşınmazlardı.
Oysa terk edilmiş taşınmazlar, ilgisiz kişilerce fuzuli işgale uğratılmıştı. Bu nedenle, gelen göçmenlerin yerleşme sorunu doğmuştu.
64 Ibid., s.49-50.
65 TBMM Zabıt, Devre.II, İçtima.I, C.III,
Ankara, t.y., s.184.
66 Idem..
Yerleşseler bile, Yunanistan’da terk ettikleri emlaka denk bir yerleşim birimine
sahip olamıyorlardı.67
Mübadele İmar ve İskan Vekaleti, kendi görev alanına
giren işleri yürütebilmek amacıyla,
belirlenen yerleşim alanları içinde bir örgütlenmeye gitti. Bu çerçevede
Mıntıka Müdürlükleri oluşturuldu. Bu
müdürlüklere geniş yetkiler verildi. 29 Teşrinisani 1923 tarih ve 55 numaralı kararname ile vilayet
komisyonları vekalete, kaza komisyonları vilayete bağlanmıştı. Komisyon bir karar aldığında, mıntıka müdürlüklerinin yetkisi
altında bulunanlar hemen,
bulunmayanların da vekaletten alacakları izne göre emri uygulaması hüküm gereğiydi. Komisyon başkanı vali
oluyor, mıntıka müdürü de vekaletçe atanıyordu. İskan Komisyonları, belli bir yöreye yerleştirilecek grupların
yerleşme biçimi ve resmi işlemlerinden
sorumluydu. Yerleşenlerin her türlü istek ve sorunlarıyla da komisyonlar ilgilenecekti.68
3-
Terk Edilmiş Taşınmazların Onarımı ve Yeni Köylerin
Kurulması
Savaş sonrasında Türkiye’deki kent, kasaba ve köylerin
durumu genel olarak çok kötüydü. Ege
ve Karadeniz Bölgeleri yerle bir olmuş, insanlar ekonomik açıdan çok güç duruma düşmüşlerdi. Gerek işgalci güçlerin
çekilişi, gerekse Türk ordusunun ileri harekatı sırasında pek çok yerleşim yeri yanmış, yıkılmıştı. Marmara bölgesindeki köylerin
ise
%70’i yakılıp yıkılmıştı. Rum köylerinin tahribi Rumlar’ın
ayrılmalarından sonra sürmüş, evlerin
camları, pencereleri, kapıları sökülüp satılmıştı. İş bununla da kalmamış;
tarlalar, bağlar, bahçeler
yağmalanmış, harabedilmişti. Bu yıkılan gayrimenkullerin daha fazla yağmalanmasını önleyerek onarımlarının yapılması
önemli bir sorundu.
Bu sorunun çözümü
için paranın yanında işin ehli uzmanlara da ihtiyaç vardı.69
İlk aşamada bu onarım işine yerel kaynaklarla
başlanmış, halkın katılımıyla ufak çaplı
onarımlar gerçekleştirilmiştir. Ama yine de onarım gerektiren ev sayısı çok
fazlaydı. Ülkenin genel onarımı için Mübadele İmar ve İskan Vekaleti’nin eline bakılıyordu. Nitekim, Kasım 1923’te, terk edilmiş
taşınmazların onarımı için vekalet tarafından iskan komisyonlarına emir verildi.
Gereken paranın, onarımı
mümkün olmayan taşınmazların
67 Arı, op. cit.,s.53-54.
68 Ibid., s.54-55.
69 Ibid., s.58-59.
enkazlarının satışından sağlanması kararlaştırıldı. Ayrıca onarılamayacak derecede yıkılmış evlerin enkazından, yeniden
yapımlarda yararlanılacaktı.70
C- YUNANİSTAN’DAKİ HAZIRLIKLAR VE TÜRKİYE’YE SEVK
1-
Yunanistan’daki
Mal Kayıtları ve Ara
Komisyonlar
Dördü Türk, dördü Yunanlı, üçü tarafsız olmak üzere
toplam on bir üyeden oluşan Karma
Mübadele Komisyonunun kurulmasının ardından Selanik, Kavala, Drama, Hanya ve Kandiye’de beş ayrı tali komisyon oluşturulmuş; böylece
mübadelenin merkez noktaları da
belirlenmiştir. Komisyonun kurulmasının ardından Türk heyetinin faaliyete
geçmesiyle bölgedeki Türkler arasında
bir güven havası doğmuşsa da Yunan jandarmasının özellikle kırsal kesimdeki halka baskıları bu
duyguyu çok çabuk yok etmişti. Özellikle tahsildarlar aracılığıyla, vergi borcu gerekçesini göstererek köylerdeki
halkın ürün ve hayvanlarına el konuyor; Türk heyetinin geldiği
söylenerek köyler hiçbir eşya alınmasına dahi izin verilmeden boşaltılıyordu. Bu arada bütün
bu gelişmeler yaşanırken, Yunan hükümeti bu olayları
gözden uzak tutmak amacıyla mübadele komisyonunun çalışmalarını Atina’da sürdürmesini teklif etmiş ve teklif kabul edilmişti. Bu aşamadan sonra bizzat Yunan Hükümeti’nce silahlandırılan çeteler Makedonya ve Trakya’daki müslüman
köylerine baskın düzenleyip
hayvanları ve mallarına el koymaktaydı. Aynı dönemde benzer sorunlar Girit’te de yaşanmaktaydı. Bu gelişmeler,
Makedonya köylülerinin, yanlarına alabildikleri eşyalarıyla Selanik gibi büyük yerleşim merkezlerine akınına
yol açmıştı.71
Toplanma merkezlerine ulaştıktan sonra Türkiye’ye
getirilmek üzere bekleyenlerin Yunanistan’daki
mal kayıtlarını yaptırmaları gerekiyordu. Karma Komisyon’a bağlı ara komisyonlarca dört nüsha olarak
düzenlenecek mal bildirim beyannameleri, göçmenlerin Türkiye’ye geldiklerinde bir toprağa yerleştirilmelerinde
dikkate alınacak belge olmaları nedeniyle önem taşıyordu.72
Mübadele Sözleşmesi’nin 8. maddesi, göçmenin terk
edeceği ülkede bırakacağı ya da yanında
götüreceği taşınır mallarla
ilgili düzenlemeyi içeriyordu. 9.,12., 13., 14. maddeler ise taşınmaz malların
tasfiyesine ilişkin düzenlemeyi içermekteydiler. Bu
70 Ibid., s.60-61.
71 Gökaçtı, op. cit., s.138-140.
72 Kemal Arı, “Türk-Rum Mübadele Anlaşması Sonrasında
İzmir’de ‘Emval-i Metruke’ ve ‘Mübadil Göçmenler’,” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.VI, No.18(Temmuz 1990), s.633.
maddeler uyarınca göçmen, yanında taşıyabileceği tüm malını
götürebilecek, bunlardan giriş ya da çıkış vergisi alınmayacaktı. Taşınmazlarla ilgili olarak,
ara komisyonlar arcılığıyla bu malların türünü,
miktarını ve altın para üzerinden
değerini gösteren tutanaklar hazırlanacaktı. Bu tutanaklara göre göçmen, gittiği
ülkede malına karşılık
alacaktı.73 Ancak malların
değerinin belirlenmesi ve tasfiye işleminin
hangi yöntemle yapılacağının açıkça gösterilmemesi,
uygulamanın farklı komisyonlarca değişik biçimde değerlendirilmesine yol açmıştır. Üstelik rüşvet ve adam kayırma
gibi amaca ters düşen davranışlarda
ortaya çıkmıştır. Mal bildirim belgeleri ise doğrudan komisyon tarafından doldurulacağı yerde, mübadil göçmenlere doldurtulmuştu. Malların değerini
belirleyip beyanname dolduran
göçmen, bu beyannameyi önce bağlı bulunduğu
semtin ihtiyar heyetine
onaylatıyor, sonra ara komisyonlara teslim ediyordu. Beyannamenin göçmen tarafından
doldurulması ve tanıdığı kişilerden oluşan ihtiyar heyetince onaylanması ve karma komisyonun her işle tek tek uğraşacak
durumda olmayışı nedeniyle bazı dedikodular oluşuyordu.74
Taşınmazlar konusundaki bu uygulamanın sağlıklı
biçimde yürümesi için tüm malların
tek tek uzman kontrolünden geçmesi
gerekiyordu ki tarla, bağ, bahçe gibi taşınmazların verimlilikleri göz önüne
alınarak değerlerinin belirlenmesi durumunda işler on yıl uzayabilirdi. Oysa mübadelenin ivediliği
ön plandaydı. Bu nedenle mübadele
göçmenlerinin Yunanistan’da bıraktığı
malların değerinin belirlenmesi işi, Türkiye’ye taşınmalarından sonraki evreye bırakılmıştır.75
Mal bildirim beyannameleri sorunu sağlıklı bir çözüme kavuşturulmadan göçmenlerin Türkiye’ye taşınmaları ile, Yunanistan’daki sorunlar
Türkiye’ye aktarılmıştı.
Bir diğer önemli konu ise mal bildirimlerinde bulunmamış mübadillerin durumuydu. Savaşın hemen ertesinde yollara
düşen göçmenler beyanname vermemişlerdi. Hatta bazıları
tapu belgelerini bile yanlarına almamışlardı. Bazıları ise beraberlerinde mallarına tasarruflarını gösterecek nitelikte olmayan, ihtilaflı
olması muhtemel, tasarruflarını niteliğini belirlemeye yetmeyecek belgelerle yola çıkmıştı.
Bu belgeler,
73 supra., s. 16-17.
74 Arı, Büyük Mübadele,s.73-74. ; Tesal, op. cit., s.50.
75 Arı,loc. cit., s.73.
Türkiye’de mal dağıtımını gerçekleştirecek resmi kurumları
büyük bir çıkmazın
içine sürüklemişti.76
2-
Türkiye’ye Yolculuk
Muhtelit Mübadele Komisyonu üyesi Tevfik Rüştü Bey’in
(Aras) istek ve önerisi doğrultusunda
10 Kasım 1923’te mübadeleye resmen başlanacağının açıklanması üzerine hazırlıklara hız verildi. Muhtelit
Mübadele Komisyonu sık sık Yunanistan’a ve Türkiye’ye giderek, mübadele uygulamasının işleyişini yerinde inceliyordu.
Üç kişiden oluşan kurulun başkanı,
bağımsız üye General Dulara, diğer üyeleri ise Türkiye adına Tevfik Rüştü Bey, Yunanistan adına Mösyö Pappas’tı.77
Muhtelit Mübadele Komisyonu’nun Atina’da yapmış olduğu ve uygulamanın 10 Kasım 1923’ten sonra başlamasının
kararlaştırıldığı toplantıda, mübadeleye
ilk önce Yunanistan’ın kıyı kentlerine yığılan göçmenlerle başlanması, sonra da iç bölgelerde evlerini terk etmek zorunda kalmamış
müslüman kitlelerin taşınması
kararlaştırıldı. İlk aşamada taşınacak göçmenler kış aylarında, ikinci
aşamada taşınacak olanlar ise yaz aylarında
Türkiye’ye geleceklerdi.78
Acil niteliğinde olmayan,
Yunanistan’daki yerleşik ortamından kopmamış insanların
getirilişlerinde en çok dikkat edilen nokta, göçmenleri Türkiye’de biran önce üretim sürecine dahil etmekti. Örneğin
Drama ve Kavala yöresinde tütüncülükle geçinen
insanlar tütün dikimi zamanında getirilmişler ve 1924 yılında
bu göçmenler 100.000
dönümlük arazide tütün dikimi gerçekleştirmişlerdi.79
İç bölgelerdeki müslüman halkın taşınma işlemi için
komisyon üyelerinden bir iki kişi
yöreye geliyor, bunların gözetiminde kıyı kentlerinde yolcu almak için beklemekte olan
vapurlara doğru yola çıkılıyordu. Kentli ve kasabalılar genellikle şimendiferle
kıyı kentlere ulaşırken; kırsal
kesimden gelen çiftçi aileler eşek, at ya da öküz arabalarıyla kıyı kentlere
ulaşmaya çalışıyorlardı. Kıyılara
gelen mübadiller, sağlık
denetiminden geçirilerek başta çiçek
aşısı olmak üzere dizanteri ve veba aşıları yapılıyordu.80
Türkiye’ye yerleştirme uygulamasının mümkün olduğunca az sorunla gerçekleştirilebilmesi için,
göçmenler vapurlara bindirilmeden önce Yunanistan’ın hangi
76 İskan Tarihçesi, Hamit Matbaası, 1932, s.46.47.
77 Arı, loc. cit., s.71.
78 Ibid., s.76.
79 Ibid., s.77.
80 Ibid., s.78.
yöresinde ne tür bir işle uğraştıkları saptanıyor, bu doğrultuda raporlar
hazırlanıyordu. Özellikle kırsal yörelerden gelen göçmenlerde bu iş daha ciddi tutuluyordu. Çünkü zanaatle uğraşan
kentli insan, zanaatini
Türkiye’nin her yerinde
icra edebilirdi; oysa tarımla
uğraşanların Yunanistan’da yaşadıkları yörelere benzer tarımsal özelliklere
sahip yörelere yerleştirilmeleri
gerekiyordu. Doğru bir düşünce ile ortaya atılmış bu yöntem ne yazık ki
tam anlamıyla fiili olarak yerine getirilememiştir.81
Göçmenlerin geldikleri yörelere
ve yaptıkları işlere yönelik bu tespitler her bindirme iskelesinde bulunan “Bindirme ve Yükleme Heyeti”
tarafından yapılıyor, tespitlerin sonucunda göçmenler
gidecekleri yörelere göre gemilere bindiriliyordu. Tam bu sıralarda Yunan kamuoyunda, göçmenlerin
Türkiye’de ekonomik değeri olmayan verimsiz topraklara götürülecekleri yolunda
haberler duyulmaya başlandı. Özellikle İzmir, Aydın, Bursa dışında, ismini hiç duymadıkları yerlere gideceklerini duyan göçmenler, ya “Bindirme
ve Yükleme Heyeti” ne yanıltıcı bilgiler veriyorlar ya da bu heyeti atlatarak binmeleri gereken değil de istedikleri
yere giden başka bir vapura biniyorlardı. Bunun sonucunda Türkiye’de kendi beceri ve ekonomik uğraşıları yeterli
nitelikleri taşımayan yörelere
gidiyorlar, doğal olarak yeni arayışlara giriyor ve perişan oluyorlardı.82
Göçmen taşıma işinde vapurların yanı sıra trenlerden de yararlanılıyordu. Trenlerden daha çok, Trakya’ya sevk edilen
göçmenler için yararlanılıyordu. Vapurdan inen göçmenlerin iç bölgelere gönderilmesinde de trenlerden yararlanılıyordu.83
Vapurlar indirme iskelelerine ulaştıktan sonra
göçmenler daha karaya çıkmadan teker
teker kimlik denetiminden geçiriliyorlardı. Bir göçmen ailesinde bulunması
gerekli belgeler şunlardı.84
·
Aile kimlik belgesi: Bu belgede, ailenin Yunanistan’dan ayrılacağı limanın adı, aile reisi ve diğer yetişkin erkeklerin adları, kadın ve çocukların sayısı, ailenin
toplam nüfusu, kimliğin düzenlendiği
tarih, düzenleyen karma komisyonun
resmi mühürlü onayı, yolculuğun ücretli olup olmadığına ilişkin karma komisyonun notu yer almaktaydı.
81 Ibid., s.79-80.
82 Ibid., s.80-81.
83 Mehmet Çanlı, “Mübadele Dosyası:Yunanistan’daki
Türkler’in Anadolu’ya Nakledilmesi,” Tarih
ve Toplum, C.XXII, No.130(Ekim 1994),
s.58.
84 Arı, loc. cit., s.89-90.
·
Aşı belgesi: Ailede hangi bireye, hangi aşıların
uygulandığına dair sağlık kuruluşu kaydı yer almaktaydı.
·
Tasfiye talepnamesi: Göçmen ailesinin Yunanistan’daki mal varlığının miktarı
ve paraca değerini
ayrıntılarıyla gösteren ve Muhtelit Mübadele Komisyonu’na sunulması gereken belgenin kopyası. Bu belgeler
göçmenin kendisi tarafından doldurulmuş, yerel
ihtiyar heyeti tarafından imzalanmış ve karma komisyon tarafından da
onaylanmıştı. Göçmen ailesinin
talepnamede gösterdiği mal varlığının sonradan
yapılacak incelemesinde
doğruluğu saptandığında Türkiye’deki terk edilmiş mallardan hakkını alması
öngörülüyordu.
·
Göçmen Yunanistan’dayken Yunan makamlarınca müsadere
edilen mallarına karşılık verilmiş makbuzlar ve resmi tutanak.
Mübadele göçmenlerinin dörtte üçü 1924 yılı ortalarına
dek Türkiye’ye gelmişti. 1924 yılının
Ekim ayına kadar mübadelenin insan sevki büyük ölçüde tamamlandı. Yunanistan’da sadece özel sorunları nedeniyle geciken bazı aileler
kalmıştı ki 1925 yılının ilk aylarında onlar da Türkiye’ye geldiler.85
D- GÖÇMENLERİN TÜRKİYE’YE YERLEŞTİRİLMESİ
1-
Göçmenlerin Geçici Beslenme
ve Barınma Sorunları
Mübadele göçmenlerinin Türkiye’ye gelmeleriyle birlikte çözülmesi
gereken bir dizi sorun ortaya çıkmıştı. Öncelikle
göçmenlerin kendilerine yeterli olana kadar beslenme ve barınma sorunları ile sağlık sorunlarının çözülmesi gerekiyordu.
Mübadele İmar ve İskan Vekili Mustafa Necati,
göçmenlerin öncelik arz eden bu sorunlarının
çözümlenmesi amacıyla 8 Kasım 1923 tarihli İskan Kanunu’na dayalı olarak genelgeler yayımlamıştı. Göçmenlerin yerleştirilecekleri evlere ulaşıncaya kadar barınmaları amacıyla
misafirhaneler kurulmuş, buralarda
verilecek hizmete açıklık
getirmek amacıyla 28 Kasım 1923’te “Misafirhaneler Talimatnamesi”
yayımlanmıştı. Bu genelge, indirme
iskelelerinde, konaklama yerlerinde ve iskan alanlarında açılacak göçmen misafirhanelerinin açılış biçimi ve yöntemi konusundaki hükümleri de kapsamaktaydı. Göçmenlerin beslenme biçimleri
ve süresi, verilecek
besin maddelerinin türü ve miktarının
85 Ibid., s.92.
nasıl belirleneceği ise 25 Kasım 1923’te çıkarılan
“İaşe Talimatnamesi” ile açıklığa kavuşturuldu.86
İlgili genelge doğrultusunda indirme ve boşaltma
iskelelerinde iki tür misafirhane açılmıştı. Vapurdan
inen göçmenler ilk olarak talaffuzhanelere alınıyor; burada sağlık
denetimleri yapılarak aşı kartları inceleniyor, temizlenmeleri sağlanıyor ve eşyaları kontrolden geçiriliyordu. Bu işlemlerin ardından göçmenler gerçek misafirhanelere alınıyordu.87
2- Göçmenlere Yardım
Çalışmaları
Göçmenlerin sorunlarını çözümüne katkıda bulunmak
amacıyla yoğun bir yardım kampanyası
başlatılmıştı. Hilal-i Ahmer Cemiyeti ve kurulan yardım dernekleri, büyük katkılarda bulunmuşlardı. Pek çok gazete
de yardım kampanyasına katılmış,
yardımda bulunanların isimlerini yayınlayarak yardıma teşvik etmişlerdi.88 Örneğin
mübadillerin Bursa’ya gelmesinin ardından Ertuğrul, Hüdavendigar, Yeni Fikir gibi dönemin yerel
basınını oluşturan gazeteler yardım yapılması için çağrılarda
bulunmuşlar; Vilayet Meclisi de birtakım
yardım kararları almış, ayrıca şehirde
bir de “Muhacirin Yardım Cemiyeti”
adlı bir cemiyet de kurulmuştur.89
Bu yardım kampanyalarına, Musevi Cemaati de
katılmıştı. İstanbul’da bir havrada toplanan Museviler, 200.000 lira gibi o dönem için çok büyük bir parayı toplamayı
hedeflemişlerdi. İzmir’de Musevi Cemaati’nden bir kurul, ziyaret
ettikleri misafirhanede gıda maddesi
dağıtmıştı. Ermeni Cemaati de yardım kampanyasına katılmıştı.90
Yardım amaçlı piyesler
oynanmış, konserler düzenlenmiştir. Özellikle Mustafa Kemal Paşa’nın eşi Latife Hanım’ın
çabalarıyla düzenlenen tiyatro
gösterileri ve konserlerden, döneme göre çok büyük miktarda para toplanmıştı.91
86 Ibid., s.94-95.
87 Ibid., s.96-97.
88 Ibid., s.99.
89 Hasan Çetin, “Mübadele Öncesi ve Sonrası Bursa’nın
Sosyo-Ekonomik Yapısı Üzerine Bir Değerlendirme,” Atatürkçü Bakış, C. II, Sayı 4,
Güz 2003, s.104.105.
90 Arı, op. cit., s.100.
91 Ibid., s.102-103.
Bu süreçte göçmenler de kendi aralarında dayanışma ve
yardımlaşma amacıyla örgütlenme
yoluna gitmişler birtakım yardımlaşma örgütleri kurmuşlardır. Örneğin 1926 yılında
göçmenlerle ilgili olarak,
Muhacirin-i İslamiye Muavenet
Yurdu, Mülteci ve Muhacirin Amele Cemiyeti, Muhacirin-i İslamiye İskan ve Teavün Cemiyeti
adlı kuruluşlar bu kapsamda faaliyet göstermekteydiler.92
Halkın yardımları yanında Salib-i Ahmer (Kızılhaç) ve
islam topluluklarının da yardımına başvuruldu. Bu doğrultuda Hilal-i
Ahmer Cemiyeti’nin çabalarıyla TBMM adına düzenlenen
bir beyanname Mustafa Kemal Paşa’ya imzalattırılmıştı. Beyanname “Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin
Alem-i İslam’a Hitabesi” başlığını taşıyordu.
Bunun yanı sıra bir Hilal-i Ahmer Heyeti de Hindistan ve Mısır’a yardım
toplama amaçlı olarak gitmişlerdi. Ne
var ki İslam topluluklarına hitaben yazılmış olan bu beyanname ve yapılan ziyaretler beklenen ilgiyi
bulmadı. Örneğin Hindistan ve Mısır’a giderek yoğun kampanyalar düzenleyen Hilal-i
Ahmer Heyeti, Hindistan’da sadece 6974 lira toplayabilmişti.93
3-
Göçmenlerin Yerleşim Yerlerine Sevki
ve Ortaya Çıkan Sorunlar
Göçmenlerin sorunları, yerleştirilmelerinden sonra da
devam etti ve üretici duruma geçme, doğal ve
toplumsal çevreye uyum süreçlerinde de kalıcı etkiler
bıraktı.
Misafirhanede, belirlenen süre içinde barındırılan göçmenlerden bazıları, taşınmazların yetersizliği ve fuzuli işgallere zamanında
son verilememesi nedeniyle
zorlukla karşılaşıyordu. Bazı göçmenler önceden yerleşim yöresi olarak
belirlenen yerde sıkışıklık olması
nedeniyle başka bir yöreye gönderildi. Bu ise uzun, sıkıntılı bir yolculuğu gerektiriyordu ki göçmenleri çok güç durumda bırakıyordu.94
Üstelik bu yolculuk sonrasında yerleştirildikleri
yerler gelişigüzel tespit edilmiş yerlerdi.
Öyle ki birçok tütüncü aile dağlık yörelere, serbest meslek sahipleri ise
köylere yerleştirilmişti. Kırsal
kökenli bazı aileler de terk edilmiş ev olması nedeniyle bir kente yerleştirilmişti.95
92 Ibid., s.104.
93 Ibid., s.104-105.
94 Ibid., s.105.
95 Ibid., s.109-110.
Ortaya çıkan bir sorun da bölünmüş köy, akrabalıklar
ve ailelerdi. Bu, göçmenlerin vapurlara
binmeleri sırasında başlayıp, yerleştirme sırasında da devam eden bir sorundu. Vapurların kapasitelerinin verimli
kullanılabilmesi amacıyla ayrı vapurlara bindirilen bir köy halkı Türkiye’de ayrı ayrı iskelelere gidince ayrılmalar
oldu. Yunanistan’da tek bir köyün halkını
oluşturan insanlar, taşınmazların yetersizliği nedeniyle ayrı yerleşim birimlerine yollandılar. Aile içi bölünme
pek olmuyordu ancak köy iki ya da daha fazla
parçaya ayrıldığında evli olan kız ya da erkek çocuk başka bir yerleşim
birimine gidiyor; ana, baba ve
kardeşler arasında ayrılıklar yaşanıyordu. Yunanistan’da komşu olan iki köyü Türkiye’de yine komşu köyler olarak yerleştirmek mümkün olmadığından, akrabalar
arasında da ayrılıklar meydana geldi. Sonucunda, ailenin bir çocuğu Türkiye’nin bir ucunda, diğer bireyleri öteki ucunda yerleşmek
durumunda kaldılar. Bu durum ise Türkiye’nin toplumsal yapısında onarılması güç yaralar açtı.96
4-
Göçmenlerin Barınma Sorunu
ve Terk Edilmiş Evler
Türkiye’ye geldikten sonra yerleşim alanlarına taşınan
göçmenler için yaşamsal önemi olan konu, yerleşecekleri bir ev sağlanmasıydı.
Savaşın yol açtığı yıkım sonucunda
Türkiye’de yoğun demografik değişmeler yaşanmıştı.
Savaştan zarar gören felaketzedeler, mülteciler, devlet memurları, subaylar, doğu vilayeti göçmenleri ve kimi
fırsatçılar Rumlar’ın terk ettikleri evleri işgal etmişlerdi. Rumlar’dan kalan taşınmazların bu
gruplarca talan edilmesinin yanında geriye kalan evler, bağlar ve bahçeler de hükümet
tarafından yerli halka kiraya verilmişti. İş bununla da kalmamış, kimi mebuslar ülkenin en güzel
yerlerinde Rumlar’dan kalan konakları, köşkleri tasarruflarına geçirmeye
çalışmışlar, yakınlarına da pay kapma
çabası içine girmişlerdi.97
O dönemin gazeteleri İzmir’in Bornova ve Karşıyaka
gibi zengin mahallelerinden Rumlar’ın
ayrılmasından sonra Yunanistan’dan gelecek
mübadillerin yerleştirilmesi
için bir tek ev bile bulunamadığını yazmışlardı. Bu dönemde terk edilen mülklerin
yağmalanması olayına İzmir Defterdarı, Teftiş Komisyonu Azaları ve
Komisyon Katipleri gibi önemli devlet memurlarından oluşan Muhacir İskan Komisyonu üyeleri
de karışmışlardı. Daha da ilginci
bu yağmaya TBMM üyeleri de dahil olmuşlardı. Örneğin
96 Ibid., s.111-112.
97 Ibid., s.115-116. ; Arı, “Türk-Rum Mübadele Antlaşması...,” s.657’den Türk İli, 21 Kanunuevvel, 1924.
Balıkesir mebusu Hulusi Bey, Rumlar tarafından terkedilen ve gelecek mübadillere ayrılmış olan iki eve (her biri bir oğluna olmak üzere), bir
sabun fabrikasına ve binlerce zeytin ağacına
el koymakla suçlanmıştı.98
Bu gelişmeler sonucunda ev kiraları da önemli ölçüde
yükselmeye başlamış, bir sene önceye oranla 4-5 misli hatta kimi yerlerde
10 misli artışlar
olmuştu. Bu arada
hükümet, işgal edilen evleri boşaltırken, subayları ve memurları
kollar bir tavır
sergilemekteydi. Mübadele göçmenleri geldikçe, felaketzedelerin işgal etmiş oldukları
evlerin tahliyesi
hızlandırıldı.99
Bu yönde çalışmalar devam ederken 17 Ocak 1924 tarihli
bir genelge çıkarıldı. Buna göre;
1913 yılından sonra göç edip de iskan işlemi görmemiş göçmenler, ulusal sınırlar
dışında kalan yerlerden
gelip kayıtları yapılan
sığınmacılar, savaş ve işgal nedeniyle evleri yanıp yıkılan
istilazedeler, doğu vilayetleri göçmenlerinden olup kendi çabaları
ile geçimini sağlayamayacak derecede yoksul olanlar,
iskan edilecek kitleler
sayıldı. Bunun yanında, devletten 800 kuruştan aşağı maaş alan asli ve
40 liradan düşük ücret ve yevmiye
alan muhacir, mülteci ve istilazede, memur ve müstahdem de bu haktan yararlandırıldılar. Felaketzedelerden
evleri yanıp yıkılanlardan, başka yerde evleri ya da gelir kaynakları olanlar muhtaç sayılmadılar. Yine bu genelgeye
göre, terk edilmiş Rum taşınmazları, mübadele
göçmenlerinin Yunanistan’daki mallarına
karşılık olduğundan, mültecilerle felaketzedelerden yardıma ihtiyacı
olanların, Ermeni taşınmazlarına yerleştirilmeleri ilke olarak benimsenmişti; ancak Ermeni
taşınmazlarının yeterli olmadığı zaman, Rumlar’ın terk ettikleri taşınmazlara yerleştirilmeleri uygun görülmüştü.100
Yaşanan gelişmeler sonucunda tüm Türkiye’de çok ağır
bir konut sorunu kendisini göstermişti. Fuzuli işgal nedeniyle, işgal ettikleri evlerden
atılan felaketzedeler sokak ortasında kalmıştı.
Hükümet, 1924 Ağustos’una kadar, doğudan gelen göçmenleri geldikleri vilayetlere gönderme çabasına
girmiş ancak başarılı olamamıştı.101
Tüm bu yaşananlar, insanların perişan olmasına yol
açmış; sonuçta doğruları ve yanlışları ile göçmenlerin evlere yerleştirilmesi işlemleri
tamamlanmıştı. Ancak konut
98 Yıldırım, Diplomasi ve Göç: Türk-Yunan Mübadelesinin Öteki Yüzü, s.158-160.
99 Arı, Büyük Mübadele, s.117.
100 İskan
Tarihçesi, s.36-38.
101 Arı, loc. cit., s.120.
sorununda meydana
gelen karmaşa Rumlar’dan kalan ve göçmenleri üretici duruma getirecek olan tarlalar, bağ ve bahçelerin dağıtımında da ortaya çıkmıştır.
E- GÖÇMENLERİN KARŞILAŞTIKLARI GENEL SORUNLAR VE İÇ GÖÇLER
Göçmenlerin Türkiye’de yerleştirilecekleri yörelere
gönderildikten sonra sorunları bitmemiş,
aksine artarak devam etmiştir. Bütçenin sınırlı olması nedeniyle mübadele ve iskan işine yeterli
paranın ayrılamaması sonucu göçmenlerin ihtiyaçlarının çok azı karşılanabilmişti. Bu durumu bahane eden
bazı kimseler ise ulusal sermaye ile bu yükün
altından kalkılamayacağını, yabancı sermayenin de bu alana çekilmesi
gerektiği yönünde önerilerde bulunmuşlar, ancak Osmanlı’nın son yüzyılında yabancı
sermayenin açmış olduğu büyük dertler
nedeniyle, devleti yönetenler yabancı sermayeye çok temkinli bakmışlardı.102
Savaş sonrası Türkiye’de altyapı, pahalılık, sağlık ve
işsizlik sorunları had safhaya ulaşmıştı. Topluma
yeni katılan göçmenler
doğal olarak bu sorunlardan etkilendiler. Örneğin Ege Bölgesi’nde uzun yıllardan beri bölge insanını
etkilemiş olan sıtma, gelen mübadele
göçmenlerini de etkilemiş, çok sayıda
ölüme yol açmıştı. Özellikle Samsun yöresinde
yerleştirme işlemi iyi yürümediğinden, soğuk kış mevsiminde göçmenlerin çoğu açıkta kalmış, büyük bir kısmı sıtmaya
yakalanmış ve ölmüştü. Böyle bir ortamda bazı
göçmenler büyük geçim sorunlarıyla karşılaşmışlar ve yeni arayışlar
içine düşmüşlerdi. Göçmenlerin önemli
bir kısmının bu arayışlarının bir sonucu olarak iç göç hareketi de başlamıştır.103 Mübadele,
İmar ve İskan Vekaleti, bu ailelerin yerleştikleri yeri terk etmeleri durumunda bir daha yerleştirilme
hakkına sahip olmadıklarını açıkladı. 17 Ocak
1924 tarihli genelge ile bu ailelerin iskan hakkından feragat ettikleri
yönünde bir “taahhüt senedi” alınması zorunlu kılındı.104
Böyle bir iç göç, başta kişinin Türk uyrukluğuna
geçmesi ile ilgili işlemlerde olmak üzere
pek çok konuda soruna yol açıyordu. İç göç sorununun yarattığı karmaşanın
üzerine uzun süre gidilmedi ve etkileri de büyük oldu.
28 Ekim 1925 tarihinde çıkarılan yasa ile
102 Ibid., s.147-148.
103 Gökaçtı, op. cit., s.200-203.
104 Arı, loc. cit.,
s.120.; Arı, 1923 Türk-Rum Mübadele..., s.653.
Türkiye’ye bundan sonra gelecek bütün göçmenlerin, yerleştirilecekleri yerde beş yıl boyunca oturmaları zorunluluğu getirilmişti.105
İç göç olayının en başta gelen sebebi; göçmenin,
yerleştirildiği yerdeki toprağı, iş olanaklarını ve taşınmazları beğenmemesiydi. Yunanistan’daki toplumsal statüsü
ve ekonomik gücünü yitiren göçmenlerin bir kısmı ise ellerindeki parasal
birikimle, yitirdiklerini
yeniden elde edeceğine inanarak kendisi için en uygun yöreye göç etmeyi uygun buluyordu. Ancak bu türdeki
yer değiştirmelerin asıl nedeni geçim sıkıntısına düşülmüş olmasıydı. Bazı göçmenler
Yunanistan’daki akrabalık ya da dostluk ilişkilerini yeniden oluşturma özlemiyle
başka yöredeki komşu ya da akrabalarının yanına göç ederken; bazıları ise kimi fırsatçıların,
onları daha iyi bir yere yerleştirecekleri sözüne kanarak yerleşim yörelerini terk ediyor, çoğu zaman tüm mal
varlıklarını bu fırsatçılara kaptırıyorlardı.106
Tüm bunlara karşın mübadillerin büyük kısmı,
yerleştirildikleri yörelerde üretim sürecine girmişler
ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kalkınmasında önemli katkılarda bulunmuşlardır.
F- GÖÇMENLERİ ÜRETİCİ DURUMA GETİRME ÇABALARI
Göçmenlerin barınmalarını sağlayacak bir eve kavuşturulmalarıyla sorunlar halledilmiş
olmuyordu. İkinci aşamada en önemli
sorunla karşı karşıya kalınmıştı. Bu insanların geçimlerini sağlayabilmeleri
amacıyla üretici duruma getirilmeleri gerekiyordu. Üstelik göçmenlerin üretici
duruma gelmesi savaş sonrası Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal
yapısının güçlenmesi açısından son
derece önemliydi.
Göçmenlerin üretici duruma getirilmesi yönünde yapılan
çalışmalarda bir çok sorun yaşandı.
Bu sorunların başında da bazı göçmenlerin Yunanistan’da yaşadıkları yörenin
doğa ve toprak yapısından farklı nitelikteki yörelere yerleştirilmiş olmalarıydı.107 Aslına bakılacak olunursa
Yunanistan’da iken göçmenlerin
beceri ve uğraşı türlerini gösteren çizelgeler hazırlanmış; ancak Türkiye’deki koşulların zorlaması ile yerleştirmeler istenildiği gibi yapılamamıştı. Bu durum ise göçmenlerin üretim
sürecine katılmalarını zorlaştırdı. Öyle ki bazı tütüncü ailelere
zeytinlikler dağıtılmıştı. Yeni tarım bilgisi
105 Arı, Büyük Mübadele, s.155.
106 Ibid., s.155-158 ; Arı, “1923 Türk-Rum
Mübadele...,” s.654.
107 Çağlar Keyder,
Dünya Ekonomisi İçinde Türkiye (1923-1929), Ankara, Yurt Yayınları, 1982, s.43.
gerektiren farklı bir uğraşı ile karşı karşıya
kalan bu insanlar,
üretimde verimi sağlayamamışlardı. Kendi tarımsal
uğraşılarına göre yerleştirmeleri yapılan göçmenler ise barınma sorunu başta olmak üzere bir çok sorun nedeniyle
üretim sürecine dahil olamamışlardı.108
Savaşlarda ölenler ve azınlıkların göçleri nedeniyle
azalan nüfus, beraberinde iş gücü azlığı sorununu getirmişti. Göç eden Rumlar’dan 250.000’i tarım sektöründe çalışıyordu. Yunanistan’a giden göçmenler, 1926 yılında
Yunanistan’daki tütünün üçte ikisini
üretmişlerdi. Yunanistan’da bağcılık, göçmenlerin gelmesiyle beraber büyük önem kazandı.
Giden Rumlar tarafından yapılan tütün ve kuru üzüm tarımı, Türkiye
dışsatımının
%40’ını oluşturuyordu.109
Bu nedenle doğan işgücü açığının kapatılması için,
mübadele göçmenlerinin tüm iş kollarında
bir an önce üretime katılmaları gerekiyordu. Bunun yanında, gelen göçmenlerin hemen hemen tamamının yardıma muhtaç
durumda olmaları nedeniyle, ekim ve hasat mevsimi
sonrasında ürünün satılmasına kadar geçen sürede bu kişilerin, başta beslenme olmak üzere her türlü
ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyordu.110
Göçmenleri üretici duruma getirmek için bu kişilere
üretim araçları ve kredi sağlamak, teknik bilgilerini geliştirmeyi
sağlayacak tarım okulları açmak ve bilgi akışı
sağlamak, üretilen ürüne pazar bulmak gerekiyordu. Bunların
sağlanması ile göçmen üretim sürecine
tam anlamıyla dahil olabilecekti.111
Mübadele göçmenlerinin %90’ının
tarım ile uğraşması
nedeniyle, kent kökenli
göçmenlere üretim araçlarının sağlanmasından önce, çiftçi göçmenlere
toprak ve tarım araçlarının dağıtımı öncelik kazanmıştı.112
30 Ocak 1923 tarihli
mübadele sözleşmesi gereğince, Ortodoks Rumlar’ın terk ettikleri
tüm mallar, Türkiye’ye gelecek göçmenlerin yerleşmesinde kullanılacaktı. Bununla beraber
Ortodoks Rumlar’ın terk ettikleri toprakların önemli bir kısmı güçlü toprak
sahipleri ve fırsatçıların eline geçti. Bunu engellemek için gerekli girişimlerde bulunulduysa da gerek savaş sonrası yasal boşluk, gerekse rüşvet,
kayırma v.b. davranışlar
108 Ibid., s.44.
109 Ibid., s.71.
110 Arı, Büyük Mübadele, s.128-129.
111 Ibid., s.129.
112 Ibid., s.130.
nedeniyle başarılı olunamadı. Üstelik göçmenleri yerleştirme politikasında yapılan yanlışlıklar sonucunda göçmenlerin bir kısmının yerleşim
hakkından vazgeçerek topraklarını terk etmesiyle bu topraklar
da bir süre sonra güçlü toprak sahiplerinin eline geçmişti. Hükümetin belli bir kira karşılığı geçici süreyle
işlemeye verdiği toprakların bir kısmı da geri
dönmemişti.113
Hükümet tüm eleştirilere karşın, işgale uğrayan
terk edilmiş taşınmazların boşaltılması için çaba gösterdi. 6 Temmuz 1924 tarihinde çıkarılan
bir genelge ile göçmenlere,
taşınmazların hangi yöntemle ve nasıl dağıtılacağının ilkeleri belirlendi.
Genel ilke, taşınmazların göçmenlere “adiyen”
dağıtılacağıydı. “Adiyen” terimiyle, mal dağıtımında her türlü olasılığa
karşı önlem almak ve temkini
elden bırakmamak kastediliyordu.114
1- Toprak Dağıtımı
Türkiye’deki Rumlar’ın toprakları, Yunanistan’dan gelen mübadillerin bırakmış oldukları topraklardan daha azdı; çünkü Rumlar genelde
şehirlerde yaşıyor, ticaret
ve çeşitli zanaat kollarıyla
iştigal ediyorlardı. Oysa Yunanistan’dan gelen mübadillerin büyük çoğunluğu çiftçiydi. Toprakların yetersiz
oluşu nedeniyle ilk aşamada, verilmesi gereken
toprağın bir kısmının
verilmesine karar verildi.
Mal dağıtımı için ise vilayet
ve kaza merkezlerinde vali ya da kaymakam
başkanlığında “Tevzi ve Taksim Komisyonu” kuruldu. Bu komisyon,
dağıtılacak ve paylaştırılacak olan toprağın ilk olarak, sınırını
belirlemek ve çizmekle
görevliydi. Toprakların sınırları, ilgili komisyon tarafından çizildikten sonra, dağıtım aşamasına geçmeden önce toprakların
niteliği belirlenmiş, daha sonra da
belirlenen toprak parçasının kaç nüfusu besleyebileceği hesaplanmıştır. Buna
göre de hangi aileye ne kadar
toprak düşeceği belirlenmişti. Bu doğrultuda da toprak dağıtımı gerçekleştirildi.115
113 Ibid.,
s.132-133. Terk edilen toprakların başına gelen bir olay da öç alma duygusuyla
hareket eden halkın, Rumlar’dan
kalan bağ, bahçe ve tarlalara saldırarak, buraları tahrip edip, ürünleri
yakmalarıydı. Bunu önlemek için hasat
zamanı; bağ, bahçe ve tarlalar kiraya verilmiş, hiç olmazsa ürünün bir kısmı
ziyan olmadan toplanabilmişti.
Göçmenlerin gelişiyle kira sözleşmelerine son verilmek istenmiş; kamuoyunda çıkan güçlü
sesler nedeniyle buraları
boşaltma çabaları yeterince
başarılı olamamıştı.
114 Ibid., s.133-134.
115 Ibid., s.134-135. ; Arı, “1923 Türk-Rum
Mübadele...,” s.648-649.
Göçmenlerin arasında tarım ve baytarlık gibi alanlarda
eğitim görmüş kişilere bir kat daha
fazla arazi verilmiş; bunun karşılığında da bu kişiler, köylülerin sağlık,
tarım ve ekonomik durumlarını düzenlemek ve yürütmekle
sorumlu tutulmuşlardı.116
Mal dağıtımı işleminin sağlıklı yapılabilmesi için her
şeyden önce, göçmenlerin mal bildirim belgelerine sahip olmaları
gerekiyordu. Oysa göçmenlerin pek çoğunda yazılı ve düzenli tasarruf kaydı yoktu. Pek çok yerde de terkedilmiş
mallara yerli halkın sahip çıktığı,
hak iddia ettiği oluyordu. Bazen malın gerçekte terk edilmiş olduğu
anlaşılıyordu ancak bunu tespiti de uzun zaman alıyordu. Ayrıca ölçümü yapıp kroki çıkaracak
uzmanları bulmak da güçtü.117
Göçmenlerden bazıları, Yunanistan’da büyük miktarda
mal sahibi kişilerdi. Oysa 6 Temmuz
1924 tarihli genelge “adiyen” mal dağıtımını öngörüyordu. Bu genelgeyle ortaya konan ilkelere uygun olarak
verilecek malların bu kişileri
tatmin etmesi olanaksızdı.118
Mübadele yoluyla gelecek
olan ya da önceden gelip de mübadeleye tabi olan göçmenlerden Yunanistan’da mal terk etmiş olanlara,
ellerindeki tasarruf belgelerinde yazılı miktarın %20’si oranında taşınmaz
mal verilmesi kararlaştırılmıştı. Gelecek göçmenlerin, Yunanistan’da bıraktıkları malların değerinin
daha yüksek olduğu düşüncesiyle
geçici mal dağıtım oranı %20’de tutulmuş, malların ilk elde bütünüyle elden çıkarılmasının önüne geçilerek, yeni gelecek göçmenlerin zor durumda kalmaları önlenmek istenmiştir.119
Fabrikaların dağıtımı için belirlenen kurallar, hemen
hemen hiç uygulanmamış, fabrikalara olan ilgi azalmıştır. Göçmenlerin hakları olan payı almaları
pek mümkün olmamış,
bunun önüne geçmek için 7 Nisan 1926’da,
malların dağıtımında yerleşim
yörelerinden mal alma zorunluluğu kaldırılmıştır.120
2- Araç Gereç Dağıtımı, Sermaye ve Kredi Sağlanması
Göçmenlerin üretim sürecine dahil olabilmeleri için
toprak dağıtımının ardından araç-gereç yardımı,
sermaye ve kredi sağlanması gerekiyordu. Göçmenler, gerek taşıma
116 Arı, Büyük Mübadele, s.137. ; Arı, “1923 Türk-Rum
Mübadele...,” s.649.
117 Arı, Büyük Mübadele, s.138. ; Arı, “1923 Türk-Rum
Mübadele...,” s.650-651.
118 Arı, Büyük Mübadele, s.138-139.
119 Ibid., s.139-140.
120 Ibid., s.141.
zorlukları gerekse savaş sonrası mallarının müsadere edilmesi ve
Yunanistan’a yığılan göçmenlere dağıtılması nedeniyle araç-gereçlerini Türkiye’ye getirememişlerdi.121
İhtiyacı olan göçmenlere tohumluk ve araç-gereç
dağıtımı ya da bunları almaları için para yardımı yapıldıktan sonra, verilen malzemeleri satmayacakları ve aldıkları
yardımı başka bir amaç için kullanmayacakları yönünde
yerleştirildikleri yerin ihtiyar
heyetleri önünde ve onların onayıyla
bir kefaletname alınıyordu. Yapılan yardımlar karşılığında göçmenlerden ayrıca borç senedi alınıyor,
bir sene sonra başlamak üzere ve beş yıl içinde verilen malların
bedelinin ve nakit olarak verilen paranın, on taksitte geri alınması
yoluna gidiliyordu. Faizsiz
borçlandırma biçiminde yapılan
bu yardımların, göçmenlerin biran önce üretici duruma
geçmelerinde büyük katkısı olmuştu. Göçmenlere
kredi verilmesi işinde yararlanılan kurum ise Ziraat Bankası’ydı.122
Göçmenlere tohumluk, tarım araç-gereci verilmesi
işlemine “terfih” deniyordu. Terfih işleminin düzenli ve adil yapılabilmesi amacıyla her
yerleşim bölgesine birer tarım uzmanı
gönderilmişti.123
Sanatkar göçmenlere yapılan
yardımlara gelince: her sanat sahibi için, sanatın
türüne göre, geçici olarak bir dükkan, fırın ya da imalathane olarak
kullanmaya uygun bina verilmesi ve
karşılığında kira alınmaması; ayrıca muhtaç durumda olanlara gerekli araç- gereç dağıtılması da uygun görülmüştü.
Araç-gerecin parasal oranı belirlenmiş, araç-gereç verilmediği zaman, karşılığı olan para yardımı yapılmıştı.
Sanatkar göçmenler de aldıkları araç-gereci
satmayacaklarına ilişkin bir kefaletname düzenleyerek vekalet komisyonlarına vermekteydiler. Verilen parayı ya da
araç-gerecin parasal karşılığını ise bir sene sonra başlamak üzere, üç senede ve altı aylık dilimlerde altı taksitte Ziraat Bankası’na ödeyeceklerdi.124
G- GÖÇMENLERİN YENİ TOPLUMSAL YAPIYA UYUM SÜREÇLERİ
Savaş sonrasında yeni kurulan Türkiye
Cumhuriyeti’nin toplumsal yapısının
oluşumunda mübadele göçleri önemli bir etken olarak
ortaya çıkmıştır.
121 Ibid., s.143.
122 Ibid., s.144-145.
123 Ibid., s.145-146.
124 Ibid., s.146-147.
Kişileri bulundukları yerlere
bağlayan bir çok neden vardır.
Mülkiyet hakkı, doğa ve toplumla
kurulmuş olan özel ve nesnel bağlar, kişinin
elde ettiği kültür ve beceri
birikiminin o yere özgü nitelikleri bu nedenlerden bazılarıdır. Bu açıdan bakılacak
olunursa, mübadele göçlerinin
zorunlu olarak yapılması beraberinde
kaçınılmaz olarak psikolojik bir yıkım getirmiştir.
Göçmenler, Yunanistan’daki toplumsal statülerini,
sosyal ilişkilerini kaybetmişler, yeni
katıldıkları toplumda bunları yeniden kazanmak, kurmak zorunda kalmışlardı. Her şeyden önemlisi de Türkiye’ye gelirken
ekonomik açıdan büyük darbe yemişler; parasal
açıdan varlıklı olan bir göçmen,
Türkiye’de yoksul duruma düşmüş, ekonomik
ve toplumsal açıdan ortaya çıkan statü kaybı göçmenlerde psikolojik sorunlar meydana getirmişti.125
Göçmenler ve yerli halk arasında
uyum ve kaynaşma sorunları ortaya çıkmış; sorunlardan kaynaklanan gerginlikler
kimi zaman çatışmalara yol açmıştı. Göçmenler ve yerliler, aralarındaki gerginliklere karşın bir süre sonra
kaynaşma içine girmişler; kültürel, ekonomik
ve toplumsal alışveriş olgusunu yaşamışlar ve sonucunda ortak unsurlar taşıyan ortak bir
kültür oluşmuştur.126
Bu anlaşmazlıkların ilk andaki nedenlerine bakacak olursak; Türkiye’ye gelen göçmenlerin ilk
ve en önemli sorunu kendilerini yeni katıldıkları bu topluma ve ortama kabul ettirerek toplumsal
yapıda hak ettikleri
yeri biran önce alabilmekti. Ancak ilk günlerin telaşının atlatılmasının hemen
ardından yerli halkla aralarında sorunlar yaşanmaya başlanmıştı. İşgal yıllarında kendilerine kötü muamelede
bulunan; adeta işgal kuvvetlerinin askerleri
gibi davranan gayrimüslimlerin terkettikleri malları kendi hakları gibi gören
yerli halk bu malları göçmenlere terk etmek zorunda
kalınca aradaki sorunlar açığa çıkmıştı.127
Göçmenler, Rumeli’den getirdikleri toplumsal ve
kültürel özelliklerini bir süre hiç bozmadan devam ettirmişler; ancak yaşayış biçimlerinde giderek artan bir değişim başlamış, başlarda Yunanistan’daki yaşam
biçimleri, maddi ve kültürel değerler göçmenin
Türkiye’deki yaşam biçimini
belirlerken, yerli kültürün
etkisi sonucu bir kısım değerler
125 Ibid., s.164.
126 Behice Boran, Toplumsal
Yapı Araştırmaları(İki Köy Çeşidinin Mukayeseli Tetkiki), Ankara, TTK Basımevi, 1945, s.25.
terk edilerek yerli kültürün değerleri benimsenmiş; bir kısmı da değişime
uğrayarak farklı bir biçim ve içeriğe
bürünmüştü. Bunun yanında
yerli köylüler kendilerine özgü kimi kültür
öğelerinin, Rumeli’den gelen göçmenlerin kültür öğelerine göre daha geri bir tekniğe ve pratik olmama gibi özelliklere
sahip olduğunu görmüşler ve bunları terk ederek, göçmenlerin getirdiği ve yeni tanıştıkları öğeleri benimsemişlerdi. Örneğin
öküzlerin çektiği iki tekerlekli
arabalardan başka aracın bulunmadığı Anadolu’da göçmenlerin dört tekerlekli atlı arabaları yerli halk için
büyük bir yeniliktir. Daha sonradan muhacir arabası olarak adlandırılan bu arabalar beygir gücü ile hareket
ettikleri için çok daha hızlı ulaşım imkanı sağlıyordu.128 Yine hiç görmedikleri ve duymadıkları yeni kültür öğelerini
de göçmenlerde görüp, güncel yaşamlarına dahil
etmişlerdi129
Göçmenlerin gelişiyle ekonomik yapıda da yoğun bir
değişim yaşanmış; başta Ege, Marmara
ve Karadeniz bölgeleri olmak üzere, tüm yörelerde üretim, ticaret ve hizmet sektöründe yeni yapılanma ve ilişki türü oluşmuştu. Mübadillerin Karadeniz ve Ege kıyılarına yerleştirilmeleriyle beraber
bu bölgeler nüfus yoğunluğu açısından
savaş sırasında oluşan açıklarını kapatmışlardı.130
Ekonomide ulusal denetimin kurulmasıyla birlikte, dört
beş yıl içerisinde başta tarım
sektörü olmak üzere pek çok sektörde savaş öncesi üretim düzeyleri yakalanmış; üretici
duruma geçen mübadele
göçmenleri bu konuda önemli
bir görev üstlenmişlerdi.131
Türkiye’ye gelen göçmenler uğraşılarına göre iki gruba ayrılabilir.
·
Sanat ve ticaretle
uğraşan kent kökenliler
·
Tarımla uğraşan kırsal
kökenliler
Göçmenlerin %80-90’ı tarım sektöründeydi ve özellikle
tütüncülük yapmaktaydılar. Rumlar’dan kalan araziler, göçmenlerin uğraşılarına göre yeterli
miktarda değildi. Bu nedenle tütüncülükle uğraşan pek çok göçmen ailesi bağ yetiştirmeye uygun yörelere yerleştirilmişlerdi. Serbest
meslek sahibi olanların
köylere, tarımla uğraşanların da şehirlere yerleştirildiği oluyordu. Bu durumun başlıca nedeni, göçmenlere
verilecek evlerin
128 Ali Ezger Özyürek, Muhacirler (Bitmeyen Göç), İstanbul, Kekeme
yayınları, 2003, s.146.
129 Arı, loc. cit.,
s.169-170.
130 Ibid., s.172-174.
131 Ibid., s.175.
dağılımının bu yönde olmasıydı. Bu nedenle göçmenlerin bazıları barınacak ev bulmalarına rağmen
üretim sürecine dahil
olmada büyük zorluklar yaşamışlardı.132
Yerleştirildikleri yerlerde ekonomik
ve toplumsal koşullara
ayak uyduramayan göçmenlerden bazıları şehirlere göç ederek
fabrikalarda çalışmaya başladılar. Şehirlerdeki işçi sınıfının büyük kısmını göçmenler
meydana getirmiş, bunlar arasında siyasal
bakımdan faal birçok grup belirmiştir. Göçmenlerin gelişi, Anadolu’daki
bazı gelenekçi, ücra toplulukların
kapalı yaşayışına etki ederek, bunların yeni fikirleri kabule daha elverişli hale gelmelerine katkıda bulunmuştur.133
Göçmenlerin siyasi duruşlarına bakacak olursak; devlete
yakın durma eğilimi
ağırlıktaydı. Bunun belki de en önemli sebebi yaşadıkları olumsuzlukları bir daha yaşamamaktı. Yeni kuracakları hayatın
tekrar heba olmaması için devlete yakın
durma hatta sahiplenme yaklaşımı içerisinde olmuşlardır. Bunun yanı sıra Mustafa
Kemal Paşa’nın Selanikli
olması ve yürüttüğü mücadele sonucu yeni bir devlet kurmuş olması, bu sahiplenme anlayışını güçlendirmişti. Böylece
yaşadıkları sorunları tekrar yaşamak istemeyen göçmenler yeni kurulan devlete
ve kurucusuna her anlamda destek oldular. Bu
destek ilerleyen yıllarda duygusal bir yakınlık ya da taraftarlığın
ötesine geçerek siyasi bir desteğe
dönüşmüştür. Göçmenlerden ekonomik ve sosyal statüsü daha yüksek kesimler Cumhuriyet Halk Fırkası’na yakın durmuşlar
ve yapılan devrimleri büyük bir içtenlikle benimsemişlerdir.
Devrimlerin göçmenler tarafından bu kadar kolaylıkla benimsenmesinde tamamen
müslümanlardan oluşan homojen
bir toplumda yaşamamış
olmalarının etkisi vardı. Göçmenlerden sosyo-ekonomik
durumu daha iyi olanların devlete bu denli yakın durması karşılıksız kalmamış Mustafa Kemal tarafından kimileri
mebus olarak atanmışlar, benzer
alanlarda daha öncesinden bilgi ve birikime sahip olanlar da bürokrasinin
önemli noktalarına getirilmişlerdi.134
Mübadiller, Osmanlı’nın batı dünyası ile doğrudan iletişim
içerisinde olan yörelerinde yaşıyorlardı ve batılı değerlere daha yakındılar. Bu durum, batılılaşma ve modernleşme sürecindeki yeni devlette göçmenlerin öncü rol üstlenmesini sağlamıştır.
132 Ibid., s.176-177.
133 Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi(Sosyal, Ekonomik, Kültürel Temeller),
İstanbul, Afa Yayıncılık, 1996, s.95-96.
134 Gökaçtı, op. cit., s.271-273.
Öncelikle Selanik gibi büyük bir şehirden gelen hem
ekonomik durumu hem de eğitim düzeyi iyi olan kesim, Cumhuriyet devrimlerinin yerleşmesinde öncülüğü
üstlenmişti. Yunanistan’da batı kültürü ile yetişen bu kesim, öncülükleri nedeniyle devlet ve rejimle de hemen bütünleşmişti. Bu
sayede bürokratik kademelerde görev almışlar ya da geldikleri yerlerde olduğu gibi büyük tüccar ve sanayici olarak toplumsal yaşama katılmışlardı.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında köylerden kentlere göçle birlikte yaşanan süreçte palazlanmaya başlayan Anadolu
burjuvazisi mübadillere karşı yerli olmanın da
avantajını kullanarak ekonomik
alanda güç kazanmış
ve toplumsal rollerde
değişim kaçınılmaz hale
gelmiştir. O tarihe kadar devlet yönetimi ve ekonomik hayatta etkin olan Rumeli kökenli aileler geri plana çekilmiş
ve etkilerini kaybetmişlerdi. Altmışlı yıllardan sonra bu süreç daha da hızlanmıştı. Mübadillerin ilk dönemde
üstlendikleri rollerin yeni dönemde ortadan
kalkması ile devlet yönetimi ve ekonomik hayattan
çekilmeleri sonucunda ikinci ve
üçüncü kuşaklar mübadil olma bilincinden uzaklaşmışlardır.135
Mübadiller açısından ortaya çıkan ciddi bir sorun da
Atatürk’ün ölümü sonrasında İsmet
İnönü ile başlayan tutucu, katı devletçi hatta belli bir ölçüde ırkçı temalar
içeren yönetim olmuştur. Öyle ki bu
dönemde devletin en az üç kuşaktır safkan Türk olduğunu ispatlayabilen kimselerce yönetilmesi gerektiğini söyleyen Nihal
Atsız, gayrimüslimlerden sonra en
tehlikeli ve uygunsuz kitle olarak Rumeli kökenlileri göstermiştir. Atatürk’ün ölümü ile bu düşünceler devletin
zirvesinde ağırlık kazanmış,
Selanik kökenliler mebusluktan uzaklaştırılmış, bürokraside görev alanlar da ya bu görevlerinden alınmışlar ya da
pasifleştirilmişlerdir. Tüm bu yaşananların sonucu olarak da büyük şehirlerdeki küçük bir kesim haricinde mübadiller siyasi tercihlerini önemli
ölçüde Demokrat Parti’den yana kullanmışlardı.136
Uyum süreci daha alt sosyo-ekonomik gruplara mensup mübadiller için aynı derecede kolay olmamıştır. Geldikleri
yerlerde geleneksellikle modernlik arsında sıkışmış olan bu insanlar
devletin başında Selanik’li bir liderin bulunması
nedeniyle devlete duyulan
yakınlık ve sempati
devlet ile ters düşmeme eğilimini
beraberinde getirmiş; sonucunda
da göçmenlerin kendilerine özgü bir model geliştirmeleri durumu ortaya çıkmıştı.
Göçmenler, modern yaşamın
ritüellerini, giyim kuşamını
benimserken aile içi
135 Ibid., s.295-298.
136 Ibid., s.303-307.
ilişkilerde geleneksel değerleri
korumaya çalışmışlardır. Aile içi ilişkilerin de modernleşmesi ikinci kuşaklarla beraber gerçekleşmiştir.137
Göçmenler, ülke ekonomisinde yerlerini alıp her
sektörde kalkınma çabalarında rol oynamışlar;
ancak yeni toplumsal yapıya uyum süreci bu insanlara ağır bir yük getirmiş, sürekli
olarak Yunanistan’daki yaşamlarının özlemini çekmelerine neden olmuştur.
137 Ibid., s.274-275.
III- YUNANİSTAN’A
GİDEN
GÖÇMENLER
A- KÜÇÜK ASYA FELAKETİ VE GÖÇMENLERİN YERLEŞTİRİLMESİ
1-
Küçük Asya Felaketi
ve Yunanistan’a Göç
Yunanistan tarihinde, Küçük Asya Felaketi
olarak adlandırılan Türk-Yunan Savaşı’nın hemen ardından ortaya çıkan yoğun göç hareketi ile
başlayan sorunların; 30 Ocak 1923’te
iki ülke arasında
imzalanan Mübadele Sözleşmesi ile çözümlendiği sanılmasına karşın Batı Trakya,
İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’daki azınlıkları göz önüne aldığımızda, günümüze kadar uzandığı
görülmektedir.
Türk ordusunun İzmir’e
girmesiyle sona yaklaşan
askeri harekat, onbinlerce göçmenin İzmir limanına yığılmasına yol açmıştı. 1922 yılı Ekim
ayında ise, Mudanya Ateşkesi’nden
sonra, Doğu Trakya, Anadolu ve İstanbul’dan çok sayıda Rum Yunanistan’a göç etmişlerdi. İngiliz ve Amerikan
gemileri çekilmiş Yunan gemileri tarafından 8 Ekim’e kadar İzmir’den 300.000, Edirne’dense 6000 Rum
çıkartılmıştır.138
Antlaşmanın ilk maddesine göre, mübadele 1 Mart
1923’te başlayacaktı. Ancak göçmenlerin
büyük bir bölümü Yunanistan’a savaş
esnasında ve özellikle de yukarıda ifade ettiğimiz gibi Yunan mağlubiyetinden sonra, yani mübadele
başlamadan önce varmışlardı. Yunanistan Dışişleri Bakanlığı
arşivlerine göre Mart 1923’e kadar Yunanistan’a
1.150.000 göçmen gitmişti. Bunların içerisinde antlaşmanın 7. maddesine göre Yunan vatandaşlığını alan 100.000 Ermeni,
1000 Süryani ve 9000 Çerkez de bulunuyordu.139
Göçler Türk ordusunun
zaferini izleyen günlerde
de devem etti. Mübadele öncesinde
Anadolu’da 214.000 kişi kalmıştı ve limanlarda bekliyorlardı. Mübadele başlamadan
önce gidenlere oranlandığında kalanlar, toplam göç eden nüfusun %16’sını oluşturuyordu. Bu dönemde yeni gelen
göçmenleri kabul edemeyen Yunanistan daha önce
göç edenleri yerleştirinceye kadar yeni göçleri
kabul etmemiştir. Ağustos 1923’te İstanbul
138 Akgün, op. cit., s.246-248.
139 Antonios Pavlidis, “Yunan Kaynaklarına Göre Mübadele Meselesi
(1918-1930),” (Yüksek Lisans
Tezi,
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Bilimdalı), s.17.
limanlarından yeniden başlayan göç bu sefer de kolera ve tifoya
yakalananlar nedeniyle geçici olarak durdurulmuştur.140
Bundan dolayıdır ki bu insanların göçleri çok acı sahnelere yol açmıştı. Göç emrinin
gelmesiyle birlikte yurtlarından zorla koparılan insanlar, ikonaları dışında
hemen hemen hiçbir şeylerini yanlarına
alamadan, her şeye karşın içlerindeki geri dönme umuduyla birlikte liman kentlerine doğru
yollara düşmüşler; çok zor şartlarda gerçekleşen deniz yolculuğu
sonrasında Yunanistan’ın çeşitli
bölgelerine varmışlardır.141
Göçmenlerin Selanik
limanına varışını gözlemleyen Morgenthau, izlenimlerini
şöyle aktarmaktadır:
“2.000 kişilik
normal kapasiteye göre inşa edilmiş bir gemiye 7.000 kişi tıkılmıştı. Güvertedeki sardalyeler gibi paketlenmiş bu insanların durumu,
acı dolu bir insanlık sefaletiydi. Dört gündür denizdeydiler ve
ne yatmaları için ufacık bir alan, ne birazcık
yiyecek, ne de tuvalet
ihtiyaçlarını giderebilecekleri bir yer vardı. Dört gün, dört gece boyunca, birçoğu güvertede ayakta kalmış,
sonbahar yağmuruyla sırılsıklam olmuş, soğuk
gece rüzgarı içlerine işlemiş ve gündüz güneşiyle derileri su
toplamıştır. Kıyıya paçavralar içinde,
aç, hasta, haşaratlarla kaplı, çökük gözlerle ve insan pisliğinin iğrenç
kokusunu soluyarak –başları
umutsuzlukla öne eğilmiş halde-
çıktılar.”142
Göç öncesinde, önce 18, daha sonra 15 yaş üstü erkeklerin Anadolu’nun iç bölgelerine sürgüne
gönderilmesi nedeniyle göç edenler, kadınlar, çocuklar ve yaşlılardan oluşuyordu ve çocuklar ile yaşlıların o
şartlarda hayatta kalmaları mucizeydi. Nitekim bir kısmı gemi yolculuğu
esnasında, bir kısmı da Yunanistan’a ulaştıktan sonraki sefalet
ortamında hayatlarını
kaybetmişlerdir.143
2- Göçmenlerin Geçici
Barınma Sorunları ve Mülteci Kurtarma Fonu
Beş milyona
varan nüfusu, sendeleyen ekonomisi, karışıklık içerisindeki devlet mekanizması ile sosyo-politik bir kriz yaşayan
Yunanistan, sefalet içerisindeki bir milyondan fazla göçmenin
sorunlarını çözmek zorundaydı.
140 Ibid., s.18.
141 Ertuğrul Aladağ, Andonia:Küçük Asya’dan Göç, 1.B., İstanbul, Belge Yayınları, 1995, passim.. ; Evangelia Balta ve Herkül Milas, “1923 Mübadelesinin Tarihsel
Sorunları Üzerine Düşünceler:Bir Destan ve
Sözlü Tarih,” Tarih ve
Toplum Dergisi, C.XXV, No.149( Mayıs
1996), passim..
142 Yıldırım, s.215-216.’dan Morghenthau, I Was Sent
To Athens, s.101.
143 Aladağ, passim.,
Balta ve Milas, passim.
İlk aşamada göçmenlerin yiyecek, konut, tıbbi yardım
gibi en temel ihtiyaçlarının karşılanması
için harekete geçildi. Yiyecek, ilaç ve giysiler dağıtıldı; geçici sığınaklar
ve çadırlar kuruldu. Bu arada grip,
verem, sıtma ve trahom mülteci nüfusu tehdit ediyordu.144
Amerikan Kızıl Haçı, Amerikan Yakındoğu Fonu, İsveç
Kızıl Haçı, tüm İngiliz makamları,
YMCA (Young Men Christians of America), Çocuk Güvenlik Birliği v.s. tüm yabancı hayır kuruluşları göçmenlere
yardım etmişler ancak bu yardımlar çok yetersiz kalmıştır. Bulaşıcı hastalıklara yakalanan pek çok göçmen,
gemilerden çıkmadan ya da limanlardaki
karantinalarda son nefeslerini verdiler. Göçün ilk yılında, göçmenlerin %20’si ölmüştü.145 Yunanistan’da 15 Mayıs 1928’de
yapılan nüfus sayımında
Anadolu ve Trakya’dan göç edenlerin sayısı
1.162.742’dir. 1.400.000 göçmen sayısı ile arada oluşan fark tifo, kolera,
kötü beslenme ve zor
yaşam koşullarından meydana gelen kayıplardır.146
Okullar; kiliseler, ordu kampları, tiyatrolar v.b. bir
çok devlet binası, göçmenlerin barınma amaçlı akınına uğradığı
için konut, en acil sorun olarak kabul ediliyordu. Hükümet, 3 Kasım 1922’de Sağlık
Bakanlığı’nın koruma ve denetimi altında, göçmenlerin konaklayacağı konutların yapımını üstlenecek Mülteci Kurtarma
Fonu’nun kurulmasına karar verdi.
Göçün başlamasıyla beraber acil durumlarda yapılan ilk çalışmaların çoğu uluslararası yardım örgütleri tarafından
yapılmıştı.147 Aslında göçmenler, kendi gayretleri ile barınacak yerler yapmışlardı. Şehirlerin dış bölgelerinde, ucuz malzemelerden, konserve kutuları ve yağ tenekelerinden inşa edilen kulübeler,
bu insanların ilk evleri olmuştu.148
Göçmenlerin sorunları devam etmesine karşın; Mülteci
Kurtarma Fonu 1925 yılı Mayısı’nda lağvedildi. Kaldı ki onun görevleri, yeni bir organizasyon olan Mülteci Yerleştirme Komisyonu tarafından 1923 yılında üstlenilmişti.149
Fon tarafından yapılan konutlar, çatısı katranlanmış
keçeyle kaplı ahırlardan başka bir şey değildi. Ama yine de acil ihtiyaçların zorunlu bir sonucu
olarak kurulan Fon’un,
144 Aladağ, op. cit.,
s.82.
145 Idem..
146 Pavlidis, op. cit., s.21.
147 Renée Hirschon, çev. Serpil Çağlayan, Mübadele Çocukları, 1. B., İstanbul,
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000, s.33.
148 Aladağ, op. cit., s.82-83.
149 Ibid., 84.
Kokkinia, Kaisariani, Vyronas ve Nea Ionia gibi bölgelerde iskan
sorununun çözülmesinde önemli katkıları olmuştu.150
3- Mülteci Yerleştirme Komisyonu
Göçmenlerin gelişinden kısa bir süre sonra dış yardım
almaksızın, göçmenlerin normal hayata
döndürülmelerinin mümkün olamayacağı görüldü ve sonucunda Milletler Cemiyeti’nden yardım talebinde bulunuldu.
MC bunu uygun gördü; ancak verilen parayı yönetecek
bağımsız bir organizasyon oluşması şartını koştu. 29 Eylül 1923’te Yunanistan ve MC arasında imzalanan protokolle,
Mülteci Yerleştirme Komisyonu kuruldu. Yönetim
Kurulu, Yunanlı olmayan başkan ve başkan yardımcısı ile iki Yunanlı
üyeden oluşuyordu. Yunanlı üyeler
Yunan hükümeti tarafından başkan yardımcısı ise MC tarafından atanmıştı. Bunlara başkanlık eden dördüncü üye ise mültecilerin bakımına
öncülük eden yardım örgütlerini temsilen bir Amerikan
vatandaşıydı. Altı yıl boyunca
mültecilerin iskanından bu komisyon
sorumlu olmuştur.151
Yunanistan tarafından 1924 ve 1928 yıllarında
imzalanan iki kredi antlaşmasına uygun
olarak, 1929 sonuna doğru komisyonun tasarrufunda 12.500.000£ fon kullanılmış, yaklaşık
9 milyon dönüm toprak hazır edilmişti. Bu toprağın çoğu, mübadil müslümanlardan kalan, istimlak edilmiş özel topraktan ya da kamu malı niteliğindeki topraklardan oluşuyordu.152
Komisyon, rehabilitasyon uygulamalarında ağırlığı
kırsal kesime vermiş, böylece tarıma
dayalı Yunan ekonomisi canlandırılmak istenmiştir. Köye ait rehabilitasyon,
tarım toprağı ve mesken vermeyi ve
ilk hasata kadar ailenin donanımı için uygun miktarda paranın hazırlanmasını, çiftçilerin hayvan, tohum, gübre, alet v.b. ile desteklenmesini zorunlu kılmıştı. Bütün bunlar yıllık taksitler ile tedricen ödenmek
üzere çiftçilere zimmetlendi. Komisyon tüm Yunanistan’daki köylerde 24000 konut inşa etmiş ancak eldeki imkanların yetersizliği nedeniyle
alt yapı yetersiz kalmıştı. Yine bu dönemde çoğu Kuzey Yunanistan’da olmak üzere 2000’den fazla yeni köy
kurulmuştu. İleriki bölümlerde değineceğimiz gibi Yunanistan’ın etnik homojenitesi o dönemde ülkenin
en önem verdiği
150 Idem..
151 Pentzopoulos, op.cit., s.89.
152 Aladağ, op. cit., s. 85.
sorunlardan biriydi ve komisyonun yürüttüğü
bu yeni iskan politikası da homojenizasyonun gerçekleştirilmesine önemli bir katkıda bulunmuştur.153
Mültecileri Yerleştirme Komisyonu kentlerde ekonomik
yaşama ilişkin sorunlardan ziyade
acil barınma ihtiyacı üzerinde yoğunlaşmış; kentlerdeki bazı yerleşim
yerlerinde ucuz ve sürekli barınma
ile beraber belli bir kamusal altyapı sağlamış ne var ki kentlerdeki mültecilerin ekonomiyle bütünleşmelerini sağlayamamıştır. Tüm bunlara ek olarak kentlerde bulunan çok sayıda aile köylere
yerleştirilmelerine rağmen bir süre sonra kısıtlı ekonomik olanakları gözardı
ederek kentlere, özellikle
de göçmen mahallelerine taşınmışlar; bu durum sorunların daha da içerisinden çıkılmaz hale gelmesine
yol açmıştır.154
Mültecilerin konut sahibi olması konusundaki çabalar da üç dönemde farklı uygulamalara
sahne olmuştur. İlk dönemde Bakanlık ücretsiz konut teminine çalışmış, Mülteci
Kurtarma Fonu önemsiz bir kira istemiş, Mülteci Yerleştirme Komisyonu ise sürekli konut satmış ya da
kiralamıştır. Konutlarla ilgili de bir çok
sorun yaşandı ve mültecilerin çoğu
borçlarını ödemediler. Bu borçlar 1944 yılında devlet tarafından iptal edildi.155
Köylerdeki kötü yaşam koşulları ve salgın
hastalıkların insanlara zarar vermesi üzerine Komisyon,
1925 yılında sağlık alanına müdahale
etti ve ülke çapında sağlık istasyonları
kurdu.156
Görev yaptığı 6 yıllık süreçte sorunların büyüklüğü ve
olanakların kısıtlı olması da göz
önüne alındığında komisyonun genel olarak başarılı olduğu söylenebilir.
Komisyonun başarısındaki en önemli etken ise bağımsız
yönetim yapısıydı. Komisyon
kendisini Yunanistan’ın çalkantılı politik yaşamından uzak tutabilmeyi başarmıştır. Öte yandan komisyonun çalışmaları ise siyasi ortamların en önemli tartışma
konularından birisi olmuştur.
Büyük güçler mülteci
sorununun sosyo-politik boyutlarının farkındaydı ve komisyonun çalışmalarının başarıya ulaşarak
mültecilerin Yunan toplumu içerisinde biran
153 Hirschon, op. cit., s. 36-37.
154 Ibid., 36-37.
155 Aladağ, op. cit., s. 85-86.
156 Ibid., 86.
önce eritilerek karmaşa
ortamının sonlandırılması ve istikrarın sağlanmasını çok önemsiyorlardı. 157
Türkiye ile Yunanistan arasında mübadeleden kaynaklanan sorunları çözmek amacıyla
imzalanan 1930 antlaşması sonrasında Mülteci Yerleştirme Komisyonu’nun görevini tamamladığı kabul edilerek lağvedildi. Görevi Sosyal Yardım Bakanlığı devraldı.158
B-GÖÇMENLERİN YENİ TOPLUMSAL YAPIYA
UYUM SÜREÇLERİ VE ETKİLERİ
1-
Etnolojik Etkiler
a-
Ulusal Türdeşliğin Sağlanması
1912 yılında Yunanistan’ın azınlık problemi yoktu.
Balkan Savaşları ve 1. Dünya Savaşından sonra Yunanistan’ın toprak kazanımları büyük boyutlarda olmuş; Epir, Makedonya
ve Trakya’nın katılması, ülkenin etnolojik yapısını
önemli ölçüde değiştirmişti.159
Ülkenin yüzölçümü % 70 oranında
büyürken, 2.800.000 olan nüfus bir anda 4.800.000’e çıkmıştı.160 Ancak ele geçirilen bölgelerdeki insanların önemli bir kısmı Yunanlı değildi. Öyle ki 1913 yılında
azınlıkların toplam nüfusa oranı %13’ü bulmuştu.161 Yeni ele geçirilen topraklarda Yahudiler,
Slavlar, çoğunluğu Türk olan Müslümanlar ve Ulahlar yaşıyordu.162
Sevr Andlaşması gerçekleşmiş olsaydı Doğu Trakya’nın da katılımı ile Yunanistan’da azınlık nüfusu oranı %20’ye çıkacaktı.
Türk-Yunan Savaşı sonrasında
1.400.000 Rum Yunanistan’a gelirken 400.000 kadar Müslüman Türkiye’ye
aktarılmış, bunun yanında
Rusya ve Bulgaristan’dan 100.000 Yunanlı sığınmacı
da Yunanistan’a gelmişti.163
157 Idem..
158 Ibid., 89.
159 Pentzopoulos, op.cit., s.127.
160 Clogg, op. cit., s.107.
161 Pentzopoulos, op.cit., s.128.
162 Clogg, op. cit., s.108.
163 Ibid., s.127.
Sonuç olarak Yunanistan nüfusunda azınlıkların oranı
%6.17’ye düşmüştü. Bunun en büyük
kısmını da %1.66 ile Batı Trakya’da “etabli”
statüsündeki Müslüman Türkler oluşturuyordu.164
Böylece Venizelos’un ulusal türdeşliği sağlama
düşüncesi, Türk-Yunan Savaşı ertesinde imzalanan
Mübadele Sözleşmesi ile büyük ölçüde gerçekleşmiş oluyordu.
b-
Dil Türdeşliğinin Sağlanması
Yunanistan’da mübadele sonrasında en önemli değişimlerden biri de dil türdeşliğinin
sağlanması olmuştur. Yunanca’da
temelde var olan dil sorunlarına karşın türdeşliğin büyük ölçüde sağlandığı söylenebilir.
TABLO 1
Nüfusun Dillere
Dağılımı165
DİL SAYI ‰OLARAK
Yunanca |
5759523 |
928.25 |
Türkçe |
191254 |
30.83 |
Makedonca |
81984 |
13.21 |
İspanyolca |
63200 |
10.19 |
Ermenice |
33634 |
5.42 |
Ulahça |
19703 |
3.18 |
Arnavutça |
18773 |
3.02 |
Bulgarca |
16775 |
2.70 |
Çingenece |
4998 |
0.81 |
Rusça |
3295 |
0.53 |
İtalyanca |
3199 |
0.51 |
İngilizce |
2098 |
0.34 |
Diğer |
6248 |
1.01 |
Toplam Yabancı Dil |
445161 |
71.70 |
Tablo 1’de Yunanca’dan sonra en çok konuşulan dil
olarak Türkçe görülmektedir. Mübadele
Sözleşmesi’nde yalnızca Batı Trakya’daki Müslüman Türkler’e “etabli” niteliği tanındığını ve bu insanların sayısının da 100.000’den biraz
fazla olduğunu düşünürsek ortaya garip bir durum çıkmaktadır; çünkü anadillerinin Türkçe
olduğunu bildirenlerin
164 Pentzopoulos, Idem..
165 Ibid., s.131.
sayısı 191.254 olarak görülmektedir. Bu aradaki fark, Anadolu’dan gelen
göçmenlerin bir kısmının anadillerini Türkçe olarak göstermelerinden kaynaklanmaktadır.
Bu durumda olan göçmenler, mübadelenin ilk yıllarında
daha büyük bir grubu oluşturuyorlardı.
Yeni gelenlerin büyük bir bölümü yalnızca Türkçe konuşurken; Yunanca konuşanlar ya Karadeniz’de konuşulan
Pontus Bölgesi şivesiyle ya da Kapadokya yöresine ait bir lehçeyle konuşuyorlardı.166
70’li yıllarda
Türkçe bazı ailelerde
yaşlı kuşağın birinci
dili olarak kullanılıyordu.
Dahası çocuklar ve torunlar
da bu dile farklı
düzeylerde aşinaydılar.167
Tüm bu sorunlara karşın tabloda da görüldüğü
gibi anadilini Yunanca olarak belirtenlerin oranı %93’ü bulmaktadır ki bu hiç de küçümsenmeyecek bir orandır.
c- Makedonya ve Trakya’nın Yunanlılaştırılması
Mübadelenin ilk ve en önemli sonucu, Yunanistan’ın homojen bir yapıya kavuşmasıydı.
Köy kökenli göçmen nüfusun üçte birinin, şehirli göçmen nüfusun dörtte üçünün Makedonya ve Trakya’da yerleştirilmesi, bu iki bölgenin etnik yapısını değiştirdi ve Yunan kimliğini
kuvvetlendirdi.168
Makedonya; Yugoslavya’nın güney bölümünü, Batı Bulgaristan’ın küçük bir bölümünü ve Yunanistan’ın kuzeyini içine
alan bir coğrafi bölgedir. Bölge 1912
yılına kadar Osmanlı egemenliğinde
kalmış, Balkan Devletlerinin Osmanlı İmparatorluğuna karşı savaş
açmaları sonrasında bölgeyi
ele geçirmeleri üzerine
aralarında paylaşılmıştır. Ulusların
karışması ve bununla
birlikte sınırların tespiti
konusunda anlaşmazlığın baş göstermesi
nedeniyle Bulgaristan, sorunun kuvvet kullanılarak çözülebileceği umuduyla müttefiklerine saldırmıştır. Yenilgiye
uğraması sonucu Sırbistan ve Yunanistan’a toprak vermiş ve bu aşamadan sonra otonomiye sahip ya da bağımsız Makedonya
sloganını benimsemiştir.169
166 infra.,
s.48.
167 Hirschon, op. cit.,
s.25.
168 Aladağ, op. cit.,
s.90.
169 Pentzopoulos, op.cit., s.132-133.
Yunanistan 1913 yılında güney Makedonya’yı
topraklarına kattığı zaman, o ana kadarki sadece ada ve deniz devleti
olma özelliğinde değişme
olmuş, bölgedeki 500.000’den biraz fazla Yunanlı sayesinde bir kıta gücü olmuştur.170
TABLO 2
Yunanistan Makedonyası’nın
Etnolojik Yapısı171
ULUSLAR 1912 NÜFUSU % 1926 NÜFUSU %
Yunanlılar |
513000 |
42.6 |
1341000 |
88.8 |
Müslümanlar * |
475000 |
39.4 |
2000 |
0.1 |
Bulgarlar |
119000 |
9.9 |
77000 |
5.1 |
Diğerleri ** |
98000 |
8.1 |
91000 |
6.0 |
Toplam |
1205000 |
100 |
1511000 |
100 |
*Türkler,
Pomaklar, Arnavutlar ve müslüman Çingeneleri içermektedir.
**Yahudiler, Arnavutlar, Ulahlar ve diğer grupları
içermektedir.
Mübadele öncesi bölgedeki Yunanlı nüfus %42.6 ile en
büyük grubu oluşturmasına karşın çoğunluk
değildi. Göçmenlerin yerleştirilmesi sonrasında ise bölgenin
etnolojik kompozisyonunda kökten değişiklik olmuş, müslüman halkın Türkiye’ye gitmesi
ve Türkiye’den gelen ortodoks halkın özellikle Makedonya’ya yerleştirilmesi sonucu bölgedeki
Yunanlılar’ın oranı %88.8’e varmıştır.
Nüfusun değişimi Batı Trakya’nın etnolojik
kompozisyonunda da önemli değişikliklere yol açmıştır. Bir bakıma, bölgede
Yunanlı unsurların hiçbir zaman güç olamaması nedeniyle
Yunanistan-Bulgaristan ve Yunanistan-Türkiye andlaşmalarının sonuçları, Makedonya’da meydana getirdiği
sonuçlardan daha etkileyici olmuştur.172
Bölgede 87.000 olan Yunanlı sayısı Bulgaristan’ın
1913’teki toprak kazanımıyla 17.000’e
inmiştir. Bundan dolayıdır ki Venizelos, Paris Barış Konferansı’nda etnolojik argümanlar ileri sürememiş ve bölgenin
geleceği, coğrafi etkenlere ve politik esaslara göre belirlenmiştir.173
170 Ibid., s.134.
171 Idem..
172 Ibid., s.135.
173 Idem..
Bulgarlar’ın Bulgaristan’a göçü ve Türkiye’den gelen göçmenlerin bölgeye
yerleştirilmesiyle Yunanlılar’ın sayısı 189.000’e çıkmıştı ki bu, toplam
nüfusun %62.1’ini oluşturuyordu. 1928 yılı sayımlarına göre Batı Trakya’da
yaşayan 303.171 kişiden
107.607’si göçmendi. Bu insanlar, bölgenin
Yunanlılaştırılmasında çok önemli bir rol üstlendiler.174
2- Ekonomik Etkiler
a-
Devletin Göçmenler İçin Yaptığı
Harcamalar
Nüfus mübadelesinin devlete getirdiği yük, hükümetin
göçmenlerin yerleştirilmesi ve
yardımlar için yaptığı genel
harcamalar çerçevesinde incelenebilir.
Yunan devletinin harcamaları genel olarak
iki kategoride toplanabilir.175
·
Yıllık bütçeden yapılan
harcamalar,
·
Borçlanma ile yapılan harcamalar.
Birinci kategorinin tutarı devletin gelirleri
tarafından karşılandı ve uzun vadeli
borçlanma yapılmadı. Yapılan harcamalar, ortaya çıkan olağanüstü durum
dolayısıyla bir zorunluluktu; ancak
bu paralar, böyle bir durum ortaya çıkmamış olsaydı daha verimli amaçlar için kullanılabilecekti.
Felaketten sonra hükümetin asıl kaygısı Küçük Asya’dan gelen göçmenlerin sıkıntılarını hafifletebilmekti. Bu
politikanın sonucunda göçmenler için yapılan
harcamaların bütçenin yarısından fazlasını oluşturması sürpriz olmamıştır. İlk
on yılın sonunda nüfus mübadelesi,
yerleştirme, konut yapımı ve yardım amaçlı toplam bütçe harcamaları 3.304.221.289
drahmi’yi bulmuştu.176
Göçmenlerin ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan hükümet, iki kategoriye ayrılabilecek iç ve dış borçlanma yoluna gitmiştir.177
·
Göçmenlerin yerleştirilmeleri için yapılan
iç ve dış borçlanmalar.
·
Göçmenlerin Türkiye’de terk ettikleri mülklerinden
kaynaklanan zararlarını karşılamak amacıyla yapılan borçlanmalar.
174 Ibid., s.136.
175 Ibid., s.145.
176 Idem..
177 Ibid., s.146.
Birinci kategorideki borçlanmalar 5.870.418.750 drahmi tutarken,
ikinci kategorideki borçlanma
tutarı 8.592.879.144 drahmi’yi
buluyordu. Bütçeden ayrılan
parayla beraber toplam harcamalar 17.767.519.183 drahmi’ydi.178
b-
Göçmenlerin Tarım Alanındaki Etkileri
Teselya’nın katılımına kadar Yunanistan verimli tarım
arazisine sahip olamamış, bu da
halkın denize ve ticarete olan eğilimini arttırmıştı. 1881’de Teselya’nın
Yunanistan’a katılmasından sonra bile
arazilerin büyük toprak sahiplerinin elinde olması, ekonominin bu alanının gelişmesine engel
olmuştu.179
Küçük Asya Felaketi
sonucu göçmenlerin gelmesinden sonra radikal tarım reformları
gerçekleştirilmişti. Göçmenlerin yerleştirilmesinin tamamlanıp topluma uyum süreçlerinde başarıya ulaşılması, sosyo-politik tercihleri de etkileyecekti. İktidarlar, komünist
ideolojiye yenilmekten kurtulmak için göçmenleri kendilerine benzetmeyi amaç edindiler. Ziraatin ilerlemesini küçük mülk sahiplerinin yaratılması ve rehabilitasyon politikası izledi.180
Yunan hükümeti İskan Komisyonuna dağıtım
için üç kategoride toprak tahsis etmiştir. Bunlar:
Devlete ait topraklar, mübadele sonucu müslümanların boşalttıkları topraklar ve tarım
reformu yasası gereği istimlak edilen topraklardı.181
Çıkarılan toprak kanunu, 1. Dünya Savaşı sonrası Doğu
Avrupa’da yapılan benzer yasalar içerisinde en radikal olanıydı.182 1923 yılında kabul edilen yasayla
130.000 topraksız aileye
1.200.000 hektar toprak dağıtıldı. Bu toprağın 673.000’i verimli arazilerdi. Ayrıca mübadele edilen Türk ve
Bulgarlar’a ait 850.000 hektarlık alana da çeşitli yerlerden gelen Yunan göçmenler yerleştirildi.
Aynı dönemde çıkarılan yasalarla ortaçağ kanunları yürürlükten kaldırıldı. Ziraat Bakanlığı kuruldu, çiftçi
kooperatifleri oluşturuldu ve çiftçi okulları
açıldı. Böylece küçük ve orta ölçekte toprak sahipleri sınıfı sosyal bir
ağırlık kazandı ve politik
alanda önemli bir rol oynamaya başladı.183
178 Ibid., s.147.
179 Ibid.,
s.151-152. ve Nikos Svoronos, Çağdaş
Hellen Tarihine Bakış, çev. Panayot
Abacı, 1.B., İstanbul, Belge Yayınları, 1988, s.92.
180 Aladağ, op. cit.,
s.91.
181 Mihri Belli, Türkiye-Yunanistan
Nüfus Mübadelesi: Ekonomik Açıdan Bir Bakış, çev. Müfide Pekin, 2.B.,
İstanbul, Belge Yayınları, 2006, s.67.
182 Pentzopoulos, op. cit.,
s.152.
183 Svoronos, op. cit., s.92.
Bu noktada Yunanistan’daki Göçmen İskan Komisyonunun
bir uygulaması dikkate değer bir
uygulama olarak ortaya çıkmaktadır. O dönemde Yunanistan’daki topraklarda kadastro çalışması yapılmamıştı ve bu
durum da dağıtılan toprakların sınırları ve değerleri konusunda belirsizliğe neden oluyordu. Komisyon bu sorunun
çözümü amacıyla 500.000 dolar
tutarında bir fon ayırmış ve toprakların kadastrosunun çıkarılması için bir
çalışma başlatmıştı. 1931 yılında
sona eren kadastro çalışmaları göçmenler üzerinde çok olumlu psikolojik etkiler yaratmıştı. Göçmenler
kendilerine dağıtılan toprakların kalıcı sahibi olduklarından emin olunca bunlara daha
fazla özen göstermeye başladılar.184 Türkiye’de 2008 yılında halen büyük oranda kadastro
çalışmalarının tamamlanmadığı ve mevcut hızla
daha uzun yıllar tamamlanamayacağı göz önüne alınırsa
Yunan komisyonunun 80 yıl öncesinde ne kadar önemli bir başarı sağlamış olduğu daha açık bir biçimde
ortaya çıkacaktır.
Toprak dağıtımının sonuçlandırılması ile iş tamamlanmış olmuyordu. Göçmen aileleri üretici duruma getirmek için
birtakım ihtiyaçların da karşılanması gerekiyordu. Bu nedenle bir at, iki öküz, hasada kadar geçinecek para, tohum, koşum takımı, yem, bir saban, bir yük arabası ve diğer tarım
aletleri göçmen ailelerin ihtiyaçlarıydı. Elindeki sınırlı fonla ihtiyaçları karşılamaya çalışan
komisyon kısmen de olsa bunu başardı. Örneğin her aileye bir saban dağıtılırken, her dört aileye bir yük arabası verilmişti. Kaldı ki göçmenlerin bir kısmı zaten bu
ve benzeri aletleri yanlarında getirmişlerdi.185
Haziran 1928 raporunda Komisyon kırsal yerleşimi üç
sınıfa ayırmıştı ki bu ayrım yerleştirmedeki
başarı oranını değerlendirme açısından önemlidir. Buna göre yerleşimlerin üçte birini kendi ayakları üzerinde
durabilen ve daha fazla desteğe
ihtiyaç duymayan zengin yerleşimler, %40’ını biraz daha
desteğe ihtiyaç duyan donanımları tam olmayan
yerleşimler, üçte birinden
az bir bölümünü ise yaptıkları işle uyum sağlayamayan halihazırda açlığın kol gezdiği başarısız yerleşimler
oluşturuyordu. Bu durum zamanla alt sınıflardaki yerleşimlerin durumlarını iyileştirmeleri
ile normale dönmüştür. 186
Göçmenlerin genelde nadasa bırakılan alanlarda
çalışmaları, sele karşı önlem alma çalışmaları sürdürmeleri, özellikle 1928-1932 arasında
drenaj çalışmalarının sürmesi
184 Belli, op. cit., s. 68-69.
185 Ibid., s.71.
186 Ibid., s.72.
nedeniyle Makedonya ve Trakya’da ekim alanları genişletildi. Bu yıllarda
ağaçlandırma konusunda önemli
gelişmeler görülmüştü ki daha öncesinde Yunanistan’da bu alanda bir çalışma yapılmamıştı.187
Mülteci Yerleştirme Komisyonu ve Yunan tarım
uzmanlarının tavsiyeleri değişmeli ekim yapılması
yönünde olmuş, Doğu Trakya ve Bulgaristan’ın tecrübeli
köylüleri geleneksel tarım yöntemlerini sorgulamışlar ve yerli halkı yenilik yapmaya
teşvik etmişlerdir.
Göçmenlerin gelişiyle, o ana kadar bilinmeyen yöntemler, yeni tarım metodları uygulanmış, modern aletler ve makineler kullanılmış, tüm bunların sonucunda tarımda hızlı gelişmeler yaşanmıştır.188 Özellikle büyük baş hayvanlarda hayvan neslinin gelişmesinde, tavukçuluk, ipek böcekçiliği ve balıkçılık alanlarında göçmenlerin kazandırdıkları
çok büyük olmuştur.189
1928 Yunanistan sayımlarına göre, Türkiye’den göç eden
ve 10 yaşın üzerinde, çalışan 880.000
Yunanlı’nın 250.000’i tarım sektöründeydi.190 Bunların büyük
çoğunluğu tahıl yetiştiricileriydi,
tütün ekicileri ise ikinci sırayı almaktaydılar. 1926 yılında tütünün üçte ikisini göçmenler üretmekteydi.191
Göçmenlerin üzüm türlerini tanıtmaları sayesinde, Yunanistan’da bağcılık
önem kazanmıştır.192
Yunanistan’ın tarımsal kalkınmasında göçmenlerin
rolünü aşağıdaki tablolarda da net olarak görmek
mümkündür.
TABLO 3
1923-1927 Arasında İşlenmiş Topraklar(dönüm olarak)193
1923-1924 1924-1925 1925-1926 1926-1927
Makedonya |
1.059.664 |
1.837.333 |
1.941.200 |
1.940.972 |
Trakya |
313.092 |
342.256 |
367.308 |
389.414 |
Epir |
4.704 |
7.783 |
16.118 |
24.062 |
Teselya |
12.001 |
|
51.116 |
51.522 |
Girit-Limnos |
21.933 |
25.888 |
51.647 |
44.112 |
Geri Kalan Yunanistan |
4.810 |
7.720 |
40.219 |
41.898 |
TOPLAM |
1.416.213 |
2.220.981 |
2.467.608 |
2.491.981 |
187 Aladağ, op. cit.,
s.92.
188 Pentzopoulos, op. cit.,
s.150-151.
189 Aladağ, Idem..
190 Pentzopoulos, op. cit.,
s.151.
191 Ibid., s.156.
ve Ladas, op. cit., s.662.
192 Pentzopoulos, op. cit.,
s.155.
193 Pavlidis, op. cit., s.24.
TABLO 4
Yunanistan’ın Tarım Ürünlerinin Drahmi Olarak Değeri194
Yıllar Değer
1922 |
3.3 milyar |
1923 |
6.09 milyar |
1924 |
7.87 milyar |
1925 |
9.46 milyar |
1926 |
10.86 milyar |
Tablo 3’e bakacak
olursak özellikle göçmenlerin ağırlıklı olarak yerleştirildiği Makedonya’da işlenen tarım alanlarının 5 yıl içerisinde %55 artış gösterdiğini; bu artışın da hemen göçmenlerin geldiği sene büyük
oranda gerçekleştiğini görebiliriz. Yunanistan
genelinde ise bu artış
5 yılın sonunda %57 olarak gerçekleşmiştir.
Tablo 4’te de Yunanistan’da tarım ürünlerinin değerinin 5 yıl içerisinde
%304 oranında artış kaydettiği görülmektedir.
Buradan da anlaşıldığı üzere göçmenler Yunanistan’da tarım sektörüne ciddi katkılar
yapmışlar ve kırsal kalkınmanın öncüsü
olmuşlardır.
c- Göçmenlerin Sanayi
ve Ticaret Alanındaki Etkileri
Göçmenlerin ticaret ve sanayide de önemli etkileri
olmuştur. Tüketici kitlesinin artışı
iç pazarı genişletmiş, şehirlerdeki göçmenler ucuz işgücü kaynağı olmuşlardır.
1926 yılı Milletler Cemiyeti raporuna
göre Atina Ticaret
Odası’na kayıtlı 7000 tüccar ve sanayicinin 1000’i göçmendi. Pire’de
ise bu oran daha yüksekti.
1961 yılında Yunan
sanayicilerinin %20’si Doğu Trakya
ya da Küçük Asya doğumluydu.195
Mültecileri Yerleştirme Merkezi, işsizliği çözmek
amacıyla şehirlerde sanayinin kurulmasını
teşvik etmişti. Halıcılık; ipekçilik, plastik sanayi ve dericilik gibi yeni
sanayi kolları geliştirildi. Tekstil ve gıda sanayisinde önemli ilerlemeler kazanıldı. İnşaat malzemeleri sanayisi
yaygınlaştırıldı.196
194 Ibid., s.25.
195 Aladağ, Idem..
196 Idem.. ; Pentzopoulos,op. cit., s.150.
1922-1932 yılları arasında sanayi birimlerinin gerek
sayı gerekse üretim hacmi ve kalitesinde
büyük artış oldu. 1931 yılından sonra Yunanistan’ın ithal-ikameci bir politika izlemesi
sanayinin büyümesini sağlamıştı.197
Göçmenler, ticarette çok daha büyük etki yapmışlardı. Küçük Asyalı Rumlar,
Osmanlı’daki tecrübelerini kullanarak Kuzey Yunanistan’da Yahudiler’in üstünlüğünü kırdılar
ve Yunanistan ticaretine uluslararası boyut kazandırdılar. Osmanlı’da
taşımacılık yapanlar ise bu
çalışmalarına Yunanistan’da da devam ettiler; Pire ve Selanik ticaretinde etkili oldular.198
Osmanlı zamanında Avrupa ile çok yönlü ticaret
ilişkileri bulunan Küçük Asyalı Rumlar, Yunanistan’da da bu ilişkilerini sürdürmüşler, Avrupa firmalarıyla eski bağlantılarını
kullanarak diğer Yunan ticarethaneleriyle rekabete girip, onların yerlerini almışlardır.199
TABLO 5
1921-1928 Arasında Sanayi
Ürün Değeri(drahmi olarak)200
Yıllar Değer
1921 |
1.077.103 |
1922 |
1.958.417 |
1923 |
3.189.867 |
1924 |
3.883.162 |
1925 |
4.977.829 |
1926 |
5.472.686 |
1927 |
6.655.375 |
1928 |
7.115.149 |
Tablo 5’te de görüldüğü üzere 7 sene içerisinde
Yunanistan’da sanayi ürünlerinin değeri 7 kat artmıştır. Bu gelişmede de büyük
pay göçmenlere aittir.
Rumlar’ın Anadolu’dan ayrılmış olmalarından kaynaklı
olarak ilk yıllarda Türk ticaret hayatında
olumsuz etkilere de neden olmuşlardır. Rumlar’ın göçüyle beraber
Anadolu’nun Avrupa ile olan ticaretinde de olumsuzluklar ortaya çıkmıştı. Avrupalı
tüccarlar için Batı Anadolulu Rumlar
bölgeyi tanımaları, yerli
halkın gelenek ve
197 Aladağ, op. cit., s.92-93.
198 Ibid., s.93.
199 Pentzopoulos, op. cit.,
s.210.
200 Pavlidis, op. cit., s.23.
göreneklerini yakından bilmeleri, Türkçe konuşmaları ve ticaret
alanındaki deneyimleri nedeniyle
vazgeçilmez birer ortaktılar. Rumlar olmaksızın Avrupa’dan ithal edilen mallar satılamayacağı gibi Batı Anadolu’nun ihraç
malları da üreticiden toplanıp İzmir’e, oradan
da Avrupa pazarına gönderilemezdi. Rum tüccarlar Avrupalılar için o
denli önemliydi ki, 1897
Osmanlı-Yunan savaşında Osmanlı Devleti, İzmir’deki bazı Rumlar’ı sınır dışı
etmek istemiş, komisyoncularından yoksun kalacağını anlayan
İngilizler hükümetlerine baskı yapmışlar, bunun üzerine İzmir’deki İngiliz Konsolosluğu da 20 gün içerisinde 2626 Rum’a
İngiliz pasaportu vermişti.201
2-
Siyasal Etkiler
a-
Göçmenlerin Siyasal Eğilimi
Venizelos, başarısızlığa uğrayan
Hellenizmin beklentilerini “megali idea”
politikasında somutlaştırarak yerine getirmişti. Hemen hemen Ege Denizi’nin tüm Yunanlıları’nın
birleştirildiği Sevr Andlaşması onun kişisel başarısı olarak görülmüş ve bundan dolayıdır ki bu uluslararası
andlaşmadan yararlananların Venizelos’u desteklemesi sonucunu vermiştir.202 Küçük Asya Felaketi’nin Venizelos’un muhalifleri olan Popülistler’in iktidarda
oldukları esnada meydana
gelmiş olması bu duyguyu güçlendirmişti. Göçmenler, uğradıkları felaketin
sorumluluğunu, müttefiklerin siyasi desteğini elde etmeyi
başaramayan hükümete yüklemişlerdir.203
Müttefikler, Yunanistan’a karşı dostane olmayan
politikalarına gerekçe olarak, Kral Konstantin’in
yeniden tahta geçişini gösterdiler. Yeni gelenler, eğer 1920’de Venizelos seçilmiş
olsaydı, bu felaketlerin başlarına gelmeyeceğini düşünüyorlardı. Bu nedenle göçmenler sadece Popülistler’e değil,
krallığın geri gelmesine de karşıydılar.204 Monarşi karşıtı
eğilim göçmenler arasında
köklü bir biçimde
yerleşmişti.
Büyükelçi Morgenthau, Küçük Asya Rumları’nın siyasi eğilimleri konusunda
bilinen nedenlerden farklı, başka bir neden göstermektedir.
Morgenthau’ya göre göçmenler
201 A. Nedim Atilla ve Nezih
Öztüre, Alaçatı: Agrilia’dan Günümüze
Bir Mübadele Kasabası, 2. B.,
İzmir, Öztüre A.
Ş. Kültür Yayını,
2006, s. 25-26.
202 Pentzopoulos, op.
cit., s. 173.
203 Ibid., s.174.
204 Idem..
Yunanistan’da yaşamadıkları için, birçok Yunanlı’nın düşlerinde hala yer
tutan, ülkenin sembolü krallık için hiçbir sevgi hissi taşımıyorlardı.205
Yerli halka göre monarşiyi sadece, Başbakan ile uyuşamayan, bildiğini okuyan Konstantin simgelemiyordu. Onlar, Kral 1.
George’nin 1863’den 1913’e kadar 50 yıllık süre
boyunca taraf tutmadan, akıllıca hükümdarlık yaptığı ve halkının sevgisini
kazandığı; Girit’in anavatanla
birliğinin sağlanmasını sağlayan hazırlıkları Girit Yüksek Komiseri olarak yaptığı düşüncesindeydiler. Kaldı
ki bu insanların çoğu Balkan Savaşları boyunca
Türkler’e karşı zafer kazanan Yunan Ordusu’nu idare eden Veliaht Prens
Konstantin’in komutasında
savaşmışlardı. Bu olaylar, bir kurum olarak monarşiyi yerli halkın kalbinde başa geçirmişti. Göçmenlerin, önceden böyle bir tecrübesi yoktu. Onlar, monarşi
kurumunu Kral Konstantin’de somutlaştırdılar ve güçlü bir monarşi
antipatisi geliştirdiler.206
Yeni gelenlerin siyasal eğilimini anlamak için
yukarıda anlatılan nedenlerden daha önemli görünebilecek olan, Yunanistan’a gelmeden
önce yaşadıkları çevre ve altyapılarıdır. Çoğu etkin ve önde gelen göçmen, Osmanlı
İmparatorluğunun en aktif
ticaret merkezleri, kozmopolit karakterli ve liberal
düşüncenin görüldüğü İstanbul
ve İzmir’in yerlisiydi.
Çoğunluğu Fransa, İngiltere ya da İstanbul’daki Amerikan destekli Robert Kolej’de eğitim görmüş, Batı Avrupa ile sürekli bağlantı
halinde olan Rum işadamları ve tüccarlarıydılar ve Batı’nın cumhuriyetçi gelenekleri ile yetişmişlerdi. Çökmekte olan ve modern dünyada
yeri olmayan monarşinin kurum ve yasalarını
ise gözlemleme fırsatları olmuştu.207
Taşra kasabalarının insanları ve küçük burjuvalar da
hemen hemen aynı duyguları paylaşmışlardır.
Osmanlı Millet Sistemi bu kişilere kendi yapılarını koruma ve geliştirme fırsatı vermişti. Rum topluluğu,
içerisinde her türlü sosyal aktivitenin meydana geldiği görece demokratik bir yapıya sahipti.208
Tüm bu nedenlerden dolayı, göçmenlerin siyasi eğilimi,
Yunanistan’a gelmeden önce yaşadıkları çevrenin ve sahip oldukları kültürel
altyapının bir sonucu olarak
205 Idem..’den Morgenthau, op.
cit., p.134. 206 Idem..’den Morgenthau, op. cit., p.134. 207 Ibid.,
s.174-175.
208 Ibid., s.175.
Venizelizm’den ve Liberal
Parti’den yana olmuş, sağa ve kralcılığa daima karşı çıkmışlardır.
Bu noktada göçmenlerin siyasi partiler ve parlamento
içerisindeki durumlarına da dikkati
çekmekte fayda var. Göçmenlerin sorunları gelen hükümetler tarafından göz ardı edilmiş, onlar da bir baskı grubu
oluşturmada başarılı olamamışlardı. Kentteki göçmenler uzun süre marjinal konumda bulunmuşlar, nüfusun önemli bir bölümünü
oluşturmalarına rağmen parlamentoda hiçbir zaman nüfuslarıyla doğru orantılı temsil olanağı bulamamışlardı. 1923-1934 yılları
arasındaki istikrarsızlık döneminde göçmenler %15.2 ile 1932 seçimlerinde en yüksek temsil oranına ulaşmışlar ancak
1933’de bu oran %12’ye düşmüş; bir daha da bu oranın üzerine çıkamamıştı.209
Göçmenlerin siyasi etkisizliklerinin çeşitli nedenleri
vardı. Öncelikle ülkenin farklı yerlerine
dağıtılmalarını öngören iskan politikası bu etkinliği baştan sınırlamıştı.
Seçim bölgeleri de çoğunluk sağlamalarını engelleyecek şekilde
düzenlenmişti.210
O dönemde Kralcı ve Venizeloscu olarak iki kutba
ayrılmış olan siyasi yapıda göçmenlerin
her iki taraftaki patronaj bağlantılarından dışlanmalarının getirdiği küskünlük 1930’larda Komünist Parti’nin kentlerdeki
mülteci semtlerinde hızla büyümesi sonucunu doğurmuştu.211
b-
Komünizm ve Göçmenler
Yunanistan Komünist Partisi
(KKE) 1918 yılında
kurulmuş ve Küçük Asya Felaketi’ni izleyen dönemde muhalif
ses olarak siyaset
sahnesindeki yerini almıştır.212
Göçmenler doğal olarak hemen komünist liderlerin ilgisini çekmiştir. Devrimci
sloganların yayılmasına yardım eden faktörlerden en önemli iki tanesi
hoşnutsuzluk ve sefaletti. 1924 yılı başlarında yayımlanan Yunan Komünist
Manifestosu’nda şöyle denmekteydi:”Bizim güç mücadelemiz, burjuva-faşist Cumhuriyet’e karşı yönelmiştir. Silah yoluyla işçiler,
köylüler ve mülteciler hükümetini kabul ettireceğiz.”213
209 Ibid., s.186-187.
210 K. R. Legg, Politics in Modern Greece, Stanford, Stanford University Press, 1969, s.210.
211 Pentzopoulos, op. cit.,
s.184.
212 Ibid.,
s.191’den For a history of the Party see Kousoulas, The Communist Party of
Greece since 1918, Thesis for the degree of Doctor of Philosophy (Syracuse University, June 1956)
213 Idem..’den
Published in the newspaper of the KKE Rizospastis, December 14, 1924 and quoted
inibid., p.150.(italikler yazara ait)
Parti üyelerini, işçi ve köylü hükümetinin bir parçası
olarak gösteren komünist literatür, rejimin
yıkılmasından yarar sağlayacak sınıflara göçmenleri de eklemiş ve böylece manifestonun temeli Yunanistan’ın
içinde bulunduğu duruma
adapte edilmiştir.214
1925 yılında KKE İcra Komitesi, partinin daima işçi
sınıfının partisi olduğunu, bununla
birlikte, emekçi köylüleri ve göçmenleri kazanmak gerektiğini açıkladı.
Gerçekten de Yunan komünistleri,
işçiler arasındaki konumlarını sağlamlaştırmak ve yeni gelenlerden destekçi bulmak amacıyla büyük çaba sarfettiler.215
1926 seçimlerinde Komünistler, Yunan Parlamentosu’na ikisi göçmen olan on milletvekili soktular. Tabii ki burada
daha önemli olan, seçilenlerden sekizinin Makedonya ve Trakya’dan olmasıdır. Kalan ikisi ise Teselya’dandı. Göçmenlerin ağırlıklı olarak yerleştirildikleri Yunanistan’ın kuzey bölgesinde aşırı solun destekleniyor görünmesi, hükümette büyük bir
endişe yarattı.216
1930 sonrasında sol lehinde belirgin bir eğilim
oluştu. 10 Haziran 1930 tarihinde imzalanan Ankara Andlaşması uyarınca
gerçekte daha büyük olan Yunan mülkiyeti, Müslüman
mülkiyeti ile eşit değerde kabul edildi. Bu bağlamda, mülk iddialarından vazgeçilmesi, göçmenlerin tepkilerine
neden oldu. Venizelos’un kararına uygun olarak
tazminatın %25’inin ödenmemesi, Yunanistan Ulusal Bankası’nca güvenlik
tedbiri olarak tutulması, oyların Yunan Komünist Partisi'ne kaymasına neden oldu.217
Selanik ve Midilli’deki 1931 seçimlerinin sonuçları bu
görüşü desteklemektedir. Şehir
nüfusunun %47.8’ini göçmenlerin oluşturduğu Selanik’te Liberaller %37.5 oy
aldı. Oysa üç yıl öncesinde
Liberal Parti, oyların
%68.67’sini almıştı. Küçük Asyalı göçmenlerin %46.8 oranında bulunduğu
Midilli Adası’nın merkezinde hükümet,
%52.92’den %47.20’ye geriledi. Bununla beraber Komünistler Selanik’te
oylarını ikiye katlarken, Midilli’de
üçe katladılar. Ortada olan bir şey de şu ki Venizelos yönetiminden memnun olmayanlar, oyları 1928’e göre
düşen Popülistlere meyletmediler,
ancak sola yöneldiler. Bu eğilim,
KKE’nin 15 milletvekili kazandığı 1936 yılına kadar sürdü.218
214 Idem..
215 Ibid., s.191.
216 Ibid., s.191-192.
217 Aladağ, op. cit., s.88-89.
218 Pentzopoulos, op. cit.,
s.192.
“Sekiz ay sonra, Yunanistan’daki siyasal ilişkilerin
düzenleyicisi olma konusunda devrimci
bir partiye izin verilmesiyle, Parlamentarizmin tamamıyla kredibilitesini
yitirdiğini iddia eden Metaksas, diktatörlüğünü iddia etti.”219
4-
Sosyal ve Kültürel
Etkiler
Göçmenlerin gelişi; Yunanistan’ın toplumsal yapısında
günümüze kadar uzanan değişiklikler meydana
getirmiş, siyasetten ekonomiye
her alanda toplumun
sosyal ve kültürel
yapısında meydana gelen değişimlerin etkisi olmuştur.
Yerli halk ve göçmenler arasında
ekonomik, siyasal ve sosyal yaşamın
her seviyesinde derin
ayrılıklar olduğu için sosyal benzeyiş görmek pek mümkün değildir. Göçmenler
üretim sürecine girince
yerlilerle de şiddetli
bir yarışa girmiş oluyorlardı. Venizelos ve karşıtları arasındaki
mücadelede Venizelos’tan yana tavır koyan göçmenlere karşı Venizelos karşıtları ve onların yanındaki basın, yerli
halkın korkularını sömürmüş, göçmenlere
karşı beslenen nefreti etkin biçimde işlemişlerdi. Bir süre sonra bu davranış sosyal ırkçılık haline geldi ve 1933’ten
itibaren Venizelos karşıtlarının hükümet olmasıyla beraber göçmenlere karşı düşmanca bir tavır takınıldı. 1935
yılında Venizelos yanlısı darbe girişimi sonrası
bu düşmanlık açık savaşa dönüştü
ve ordunun Kuzey Yunanistan’da göçmen köylerine saldırıları oldu. Göçmenlerin dağınık
olan köy ve bölgelere yerleştirilmeleri ile son bulan izolasyon ile beraber yerli halk ve göçmenler arasında
karşıtlık şiddetlendi. Göçmenler
bu şartlarda kendi kültürel ve sosyal kimliklerini korudular. Önce sürgün, ardından yeni geldikleri ülkede
horlanma, göçmenlerin Yunan toplumuna benzemelerinde fren görevi yaptı.220
Göçmenlerin gelişiyle ortaya çıkan ani nüfus artışı
şehirleşmede de etkili oldu. Özellikle
Atina, Pire ve Selanik’te nüfus artışı büyük boyutlara ulaştı. Şehir
merkezlerinin çoğalması, kadın
işgücünde önemli değişikliklere yolaçtı. Göçmenlerin çoğunu oluşturan kadınlar,
yeni bir proleter
tipi yarattı. 1930’da
kadınlar, tekstil sanayisindeki işgücünün
%83’ünü, tütün sanayisinde %72’sini ve hazır giyim
alanında %71’ini oluşturmaktaydı.221 Göçmenler Yunanistan’da bilim, sanat, edebiyat alanlarında kendi ileri kültürlerinin
damgasını vurmuşlardır. Nobel Edebiyat Ödülü’nü
kazanan Seferis, bir göçmendir. Küçük
219 Idem..
220 Aladağ, op. cit.,
s.87.
221 Ibid., s.90-91.
Asya ve Doğu Trakya’nın sevilen müziği İstanbul ve İzmirli orkestra ve
müzik gruplarınca Atina’ya taşınmış,
Yunanistan’daki müzikle birbirlerini etkilemişler ve rebetiko müzik türü ortaya çıkmıştır.222
a-
Göçmen Olma Bilinci
Yunanistan’a gelen bu insanlar kendilerini evlerinden
koparılmış hissediyorlardı. Göçmenler
kendilerini bir gecede herşeylerini kaybetmiş, sürgün edilmiş bir şekilde ve tamamen
çaresiz bir durumda
bulmuşlardı.
Mübadelenin üzerinden geçen uzun yıllar sonrasında
göçmenler psikolojik olarak daha
olumlu bir yapıya kavuştular. Özellikle kırsal yörelere yerleştirilenler
çevreye daha kolay uyum sağladılar, kente yerleştirilenler ise bu uyumu
sağlayamadı.223
2. Dünya Savaşı’ndan sonra da göçmenler bu statülerini
vurgulamayı sürdürdüler. Göçmenlik, Küçük Asya Rumları
arasındaki bağları güçlendirdi. Göçmen terimi, bu insanlar
arasında ortak bağlara hizmet eden ve her birinin, benzer deneyimler yaşamış kişilerden oluşan homojen bir gruba ait
olduklarını hissetmelerini sağlayan tamamlayıcı bir işleve sahiptir.224
Göçmen bilinci, ortak geçmişi sağlamakta ve yerlerinden edilmiş
insanları birbirlerine
bağlamaktadır. Öyle ki, göçmen olmak Yunanistan’da kuşaktan kuşağa geçen bir miras olarak görülmektedir. Bu
nedenledir ki, günümüzde bile ikinci, üçüncü kuşaklar dedelerinin, babalarının terk etmek zorunda
bırakıldıkları topraklara karşı bağlılık hissetmektedirler.
Yunanistan’daki mübadiller kendilerinden söz ederken
“biz mülteciyiz” (profiğas) ya da “Anadoluluyuz” (mikrasiates) tanımlamalarını kullanıyorlardı. Üstelik
bu tanımlamalar yalnızca
ilk kuşak mübadillerin değil daha sonraki
kuşakların da kullandıkları kavramlardı.225
Türkiye mübadilleri de aynı kaderi paylaştıkları insanlar gibi benzer şekilde “muhaciriz,” “göçmeniz” ya
da “Rumeliliyiz” tanımlamalarını kullanmışlar
ve halen de kullanmaktadırlar.
222 Ibid., s.93.
223 Pentzopoulos, op. cit.,
s.202.
224 Ibid., s.202-204.
225 Hirschon, op. cit., s.4.
b- Yerliler ve Yeni
Gelenlerin İlişkileri
Yerliler ve göçmenler
arasındaki ilişkiler, göçten sonra devletin
ve toplumun gelişimini yavaşlatan bir faktör olmuştur.226
1,5 milyon civarında
göçmenin ülkeye gelişi sonucu ortaya çıkan karmaşa
nedeniyle yerliler, bu insanlara karşı öfke hissetmeye başlamışlar;
göçmenler ise yerlilerin düşmanca
tavırlarıyla karşı karşıya kalınca ortak bağlarını vurgulayarak ayakta durmaya çalışmışlardır.227
Yerliler ve göçmenler arasında ortaya çıkan sürtüşme,
kendini en çok ekonomik ve sosyal alanda gösteriyordu. Rahatsızlık verici ilk işaretler
yerleşim planlarının uygulanmaya konmasıyla su yüzüne çıktı. Önceden
beri toprak reformu
konusunda beklentileri olan
yerli köylüler, arazi dağıtımından karlı çıkmayı umuyorlardı. Yerli nüfus, toprak dağıtımı sonrasında yeterli büyüklükte toprak alamadığı düşüncesindeydi. Hükümetin çabalarının öncelikle
göçmenlerin rehabilitasyonuna yönelmesi, yerlileri rahatsız etti.228
Şehirlerde de göçmenlerin varlığı yaşam mücadelesini yoğunlaştırdı. Felaketin şokunu üzerlerinden attıktan sonra,
İstanbul ve İzmir’den gelen Rumlar ticari yeteneklerini ve Batı Avrupa’daki ticari bağlantılarını kullanarak yerli
girişimcilerle rekabete girdiler, başarılı
oldular ve yerli tüccarları ekonominin bu alanının dışına ittiler.229
Muhtemelen yerlilerin göçmenlere karşı öfke duymalarının
bir nedeni de budur.
Neşeleri, değişime olan düşkünlükleri, canlılıklarıyla
değişik bir havaya sahip olan İzmirliler
Yunanistan’da garipsendiler. Yunanlılar’ın katı ahlaki geleneklerini reddeden
ve liberal bir özgürlük havası
içerisinde hareket eden Küçük Asyalı kadınların davranışları, son derece tutucu olan yerliler tarafından
hoş karşılanmamıştı.230
Orta ve üst sınıftan aileler, kızlarının Küçük Asyalı
erkeklerle evlenmelerine karşı çıkıyorlardı. İzmirli
genç kızlara evlenme
teklif eden delikanlılar da çok hatalı
bir seçim
226 Pentzopoulos, op. cit.,
s.209.
227 Idem..
228 Idem..
229 supra., s.43.
230 Pentzopoulos, op. cit.,
s.210.
yapmış olarak değerlendiriliyorlardı. Tüm gençler, aileleri
tarafından yerli halktan
birileriyle evlenmeye zorlanıyorlardı.231
Bu tutumlar yalnızca
kent sakinlerine özgü değildi. Kadınların statüsünün ortaçağdan
beri pek az değiştiği ve geleneklerin hayli yüceltilip saygı gördüğü köylerde
de göçmenler dışlanıyor ve toplumsal olarak izole ediliyorlardı.232
Anadolu Rumları ise çok açıkça yerli Yunanlıları küçük
görüyorlardı. Yerlileri şu cümle ile özetliyorlardı. “Bunlar
hiçbir şey bilmez.”
Onlara göre yerliler
nasıl davranılacağını, nasıl
konuşulacağını bilmiyorlardı. Anadolulu Rumlar Yunanistan’daki gelişmelerin çoğunun kendileri tarafından
başlatıldığını iddia etmekteydiler. Dahası bu
görüş yerlilerce de destekleniyordu.233
Mübadillere göre geldikleri yerlerin kentleri ve köyleri ile karşılaştırıldığında Yunanistan geri kalmış ve tutucu, halkı
incelikten yoksundu. Göçmen kadınlar genelde
yerlilerin görgü kuralları, davranışları ve yemek kültürünü
eleştirirken; erkekler de ülkenin girişimcilikten yoksunluğunu, fakirliğini ve zayıf ekonomisini eleştirme eğilimindeydiler.234 Eleştirilerin zaman zaman
hakaret düzeyine vardığı da görülmektedir. Göçmenler
yerlilerden kültürsüz, kaba ve görgüsüz diye söz ediyor; onlara çoğunlukla “Ulahlar”(çobanlar), veya “köylü
budalalar” diyorlardı. Onlardan aynı zamanda “dağlılar” diye söz eder ve dağlardan geldiklerini söylerlerdi.235
Ancak zamanla sosyal ayrılıklar azaldı ve yeni kuşak
yerlilerin ahlak anlayışlarının gelişip, daha liberal düşüncelerin topluma egemen olmasıyla, göçmenler kendi yaşam
tarzlarını yerlilere benimsetmede başarılı oldular.236
c-
Göçmenlerin Yunanca’ya Etkileri
Yunanca genel olarak üç aşamadan geçmiştir. M.S. 330’a
kadar “Klasik Yunanca”, 1453’e kadar Bizans’ın resmi dili olan “ Ortaçağ Yunancası” ve Osmanlı egemenliği altında oluşan “Modern Yunanca”.237
231 Ibid., s.211.
232 Idem..
233 Hirschon, op. cit.,
s.28.
234 Idem..
235 Ibid., s.30.
236 Pentzopoulos, op. cit.,
s.212.
237 Ibid., s.213.
Dil üzerinde Türkçe ile etkileşimin iki sonucu oldu.
Bir taraftan günlük konuşma diline
pek çok Türkçe kelime girdi, diğer taraftan farklı bölgelerde yaşayan
Yunanlıların konuştukları diyalektlerin farklılaşmasına neden oldu. Bugün bile yiyecek, ev eşyası, mobilya ile ilgili sözcükler Türkçe
kökenlidir. Kamu görevlilerini, siyasal ayrımları ve yargı otoritesini tarif eden kelimeler
de Osmanlı yönetimiyle ilintiliydi ve kaçınılmaz olarak Türkçe’ydi. Modern Yunan Devleti’nin kuruluşundan sonra bu kategorideki kelimeler
dilden çıkartıldı.238
Osmanlı egemenliğine daha erken giren Küçük Asya,
Türkçe’nin nüfuz alanında daha çok
kaldı. Büyük kent merkezlerinden uzak olmak, iç bölgelerde yaşayan halkın kendi diyalektlerini geliştirmelerine neden oldu. Bunlar birkaç
yüzyıl sonra yabancı diller gibi oldular.
Yunanca’nın dört lehçesinden, Yunan vatandaşlarınca anlaşılamayan iki lehçesi Kapadokya ve Pontus
bölgelerinde ortaya çıkmıştı.239
1821 Yunan Bağımsızlık Savaşı’nı ve yeni Yunan
Devleti’nin kuruluşunu izleyen yıllarda tüm yabancı unsurları
atma ve klasik Yunanca’yı dirilterek arılaştırma girişimlerinde
bulunuldu. Her ne kadar bu çabalar “demotik” Yunanca konuşmayı sürdüren alt sınıfa etki etmediyse de, orta ve
üst sınıf üzerinde kısmen etkili oldu. Bu ikinci grup, “katharevusa” denilen hayli katı ifade şekilleriyle doldurulmuş
resmi bir konuşma stilini kabul ettiler
ve bunu, kendilerini geniş köylü ve işçi kitlelerden ayrıştırmak için kullandılar. Ortalama düzeyde bir göçmen de bu resmi konuşma stiline alışkın değildi.240
Nüfus mübadelesinin göçmenlerin konuştukları farklı diyalektlerin gelişimi üzerinde de etkisi vardır.
Yerleşim programları, göçmen topluluklarını biraraya
getirmekten çok ayırma sonucunu doğurduğu
için, farklı lehçelerde dağılma meydana getirmiş, göçmenler zamanla yerlilerin
konuştuğu lehçeyi benimsemişlerdir.241
Ortak Yunanca’yı konuşan
insanların gelişi, “demotika”yı, “katharevusa” karşısında
güçlendirmiştir. Bu gelişmedeki
önemli bir faktör, Küçük Asyalı yazarların edebiyat okulunun Yunanistan’da yerleşmesidir.242
238 Idem..
239 Ibid., s.213-214.
240 Ibid., s.214.
241 Ibid., s.215.
242 Ibid., s.216.
IV- ETABLİ SORUNU
A- SORUNUN ORTAYA
ÇIKIŞI
Muhtelit Mübadele Komisyonu, çalışmalarına Ekim
1923’te başlamış ve 1924 yılı ortalarına
dek bir sorun çıkmadan mübadele işlemi sürdürülmüştür. Ancak andlaşmanın ikinci maddesinin uygulanması konusunda
ortaya çıkan anlaşmazlık, iki ülkeyi savaşın
eşiğine getirmiştir.243 Andlaşmanın ikinci maddesi şöyledir:244
Birinci maddede öngörülen mübadele;
·
İstanbul’da oturan Rumları
·
Batı Trakya’da oturan
Müslümanları kapsamayacaktır.
1912 yasası ile sınırlandırıldığı biçimde İstanbul
Belediye [Şehremaneti] sınırları içinde
30 Ekim 1918 gününden önce yerleşmiş [etabli]
bulunan tüm Rumlar, İstanbul’da oturan Rumlar
sayılacaklardır.
1913 Bükreş Andlaşmasının saptamış olduğu sınır
çizgisinin doğusundaki bölgeye yerleşmiş tüm müslümanlar, Batı Trakya’da oturan müslümanlar sayılacaklardır.
Bu madde, Muhtelit Mübadele Komisyonu’nun Türk ve
Yunan üyelerince farklı yorumlanmıştır.
Türk üyelere göre 30 Ekim 1918 tarihinden önce yerleşmiş bulunanların Türk kanunlarına göre tespit edilmesi
gerekiyordu. Yunan üyelere göre ise Andlaşmada
Türk ve Yunan kanunlarına atıfta bulunulmamıştı ve “etabli” kelimesi, andlaşmanın metnine
ve ruhuna uygun olarak yorumlanmalıydı. 245 Komisyonun bu konuda anlaşamaması üzerine, Yunan Hükümeti
Milletler Cemiyeti Misakının
11. Maddesine dayanarak Milletler Cemiyeti Meclisi’ne
müracaat etti. Meclis görüşmelerine Yunanistan
adına M. Politis, Türkiye adına Fethi Bey, Muhtelit Mübadele Komisyonu
adına General Dulara katıldılar.
General Dulara, komisyonun hala üzerinde görüşme ve tartışmalarda bulunduğu
bir sorunun Milletler
Cemiyeti Meclisi’ne getirilmesini doğru bulmadığını söyledi. M. Politis, Türk Hükümeti’nin
mübadele komisyonunun yetkisine tecavüz ettiğini, Rumları tutukladığını iddia etmiştir. General Dulara ise, Türk Hükümeti’nin hiçbir şekilde
243 Mehmet Gönlübol ve Cem Sar, Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası(1919-1938),
İstanbul, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1963, s.56.
244 Soysal, op. cit., s.177.
245 C.A. Macartney et
al., “The Exchange of Populations between Greece and Turkey,” Survey
Internatıonal Affairs, C.XI, 1925, s.257-266.
komisyonun yetkisine tecavüz etmediğini ve Rumlar’ı tutuklamadığını
bildirdi. İstanbul’u terk etmek için
verilen süre bittiği halde hala oradan ayrılmamış olan Rumların toplanarak bir yerde tutulduğunu ve bunu da komisyonun tebliği
üzerine yapılmış olduğunu
bildirdi.246
Yunan Hükümeti’nin Milletler
Cemiyeti Meclisi’ne başvurduğunu öğrenen Dışişleri
Bakanı İsmet Paşa, Milletler Cemiyeti
Genel Sekreterine gönderdiği telgrafta Muhtelit Mübadele
Komisyonu’nun, Milletler Cemiyeti’ni temsil ettiğini ve komisyon görevini yaparken başka bir otoritenin onun yerine geçmesinin komisyonun itibarını sarsacağını bildirmiştir. Milletler
Cemiyeti Meclisi, İsmet Paşa’nın uyarısını dikkate almış ve meclis raportörü
M. Ishu, raporunda
bu telgraftan bahsederek komisyonun sorunu incelemeyi sürdürmesini ve olumlu bir
sonuca varılmadığı taktirde Uluslararası Sürekli Adalet Divanı’ndan danışma
görüşü istenmesini teklif etmiştir. Meclis bu raporu oybirliğiyle
kabul etmiştir. Anlaşmaya varılamayınca da Milletler Cemiyeti Meclisi’nin tavsiyesi
uyarınca, Uluslararası Sürekli
Adalet Divanı’ndan danışma
görüşü talebinde bulunulmuştur.247
Divan 21 Şubat 1925 tarihinde şu görüşü
açıklamıştır:248
·
“Etabli”
deyimi süreklilik niteliğini taşımakta ve bir oturma ile beliren fiili bir
durumu ifade etmektedir.
·
“İstanbul’un Rum ahalisi” deyimi ile kastedilen
şahısların andlaşma gereğince “etabli” sayılmaları ve mübadele dışında
bırakılmaları için, İstanbul şehrinin 1912 kanunu ile tespit edilen belediye sınırları içinde bulunmaları, ayrıca
oraya her ne şekilde olursa olsun 30 Ekim 1918 tarihinden önce gelmeleri ve orada sürekli
olarak oturmak niyetinde
bulunmaları gerekmektedir.
“Etabli”
sorunu Divan’ın verdiği danışma görüşü ile hukuki yoldan çözülememiş, iki ülke karşılıklı olarak Batı Trakya ve
İstanbul'daki azınlıkların mallarına el koymuş; böylece uyuşmazlık
gittikçe büyümüştür.
246 Nihat Erim, “Milletlerarası Daimi Adalet Divanı ve
Türkiye, Etabli meselesi,” A.Ü. Hukuk
Fakültesi Dergisi, C.II, No.2(1944), s.63-64.
247 Ibid., s.64.
248 C.A. Macartney, Idem..
Mübadele konusunda çıkan bu uyuşmazlık, Yunanistan’ın İstanbul’da mümkün
olduğunca fazla Rum bırakmak; Türkiye’nin ise tam aksi yönde, mümkün
olduğunca az Rum bırakmak istemelerinden kaynaklanmıştır.
B- PATRİK SORUNU VE ETABLİ SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ
1-
Patrik Sorunu
Lozan’dan sonra Türk-Yunan ilişkilerinde İstanbul’daki Ortodoks
Kilisesi Patriği de sorun olmuştur. Türk Heyeti Lozan’da
Patrikliğin İstanbul’dan kaldırılması yönünde
uğraşmış; ancak Lord Curzon’un teklifi üzerine Patrikliğin siyasi
sorunlarla ilgilenmemesi şartıyla İstanbul’da kalması kabul edilmişti. 1924 yılının sonuna doğru Konstantin Arapoğlu patrikliğe seçilmiş; ancak mübadeleye tabi olması
nedeniyle sınır dışı edilmiş, bu olay iki ülke ilişkilerini iyice gerginleştirmişti. Yunan Hükümeti, Patrikhane’ye bağlı olması sebebiyle
Arapoğlu’nun mübadele dışı tutulması gerektiğini iddia etmiştir. Muhtelit Mübadele Komisyonu, patriğin mübadeleye tabi olduğunu belirtmiş; ancak patriklik sıfatının
bir ayrıcalık oluşturacağı konusunda karar vermeyi
yetkisi dışında saymıştır. Yunanistan M.C.’ye ve La Haye Adalet Divanı’na
gitmek istemiş; ancak Türkiye bu organların yetkisiz
olduğunu ileri sürmüştür. Sonuçta Arapoğlu 19 Mayıs 1925’te
görevinden çekilmiş ve yerine Vasil Georgiades getirilmiştir.249
Böylece patrik sorunu halledilmiştir.
Patrik olayı sonrasında iki ülke arasındaki ilişkiler
normale dönmüş ve Cevat Bey, 1925
yılı yazında ilk Türk elçisi olarak Atina’ya gönderilmiştir. 1 Aralık 1926
tarihinde de Atina’da iki devlet
arasında bir andlaşma imzalanmış, ancak iki devlet arasındaki ilişkiler dostane
olmaktan uzak kalmıştır. Bunun sebebi ise, 1926 andlaşmasının mübadeleden doğan tüm sorunları halledememiş olmasıdır.250
2-
Etabli Sorununun Çözümü
Patrik sorununu çözümünden sonra iki ülke
ilişkilerinin gelişmesi yavaş bir ivmeyle olmuş, bu yavaş gelişimde
iki unsur etkili
olmuştur: ”İtalya’nın Akdeniz
bölgesinde
249 C.A. Macartney et
al., “The Expulsion of the Oecumenical Patriarch from Constantinople,”
Survey of International Affairs,
C.XI, 1925, s.266-272.
250 Gönlübol ve Sar, op. cit., s.58-59.
Türkiye ve Yunanistan’ı içine alan bir dostluk ve ittifak sistemi kurmak
çabası ile Mustafa Kemal ve Venizelos gibi iki büyük devlet adamının
bu münasebetin gelişmesinde göstermiş oldukları gayretler”251
Yunanistan ve Türkiye
arasındaki sorunlar 1929 yılına doğru savaş ihtimalini doğuracak bir hal almaya başlamıştı; ancak daha önce iki ülke
arasında yaşanan savaşın doğurduğu
acı sonuçları tecrübe ile bilen Yunan Hükümeti’nin başında bulunan Venizelos, savaş çıkması durumunda
iki ülkenin de ekonomik ve sosyal hayatının
çökeceğinin farkındaydı. Bu
nedenle Yunan Hükümeti, sözkonusu hukuki sorunların barışçı yollardan çözülmesi taraftarıydı.252
Venizelos, 16 Şubat 1930’da Atina’da
mecliste yaptığı bir konuşmada, Yunanistan’ın savaş sonrası andlaşmalara sadık kalacağını, Türkiye’nin barışsever bir devlet olduğunu ve Yunanistan’a karşı bir
saldırı teşebbüsünde bulunacağına inanmadığını
belirtmiştir.253
10 Haziran 1930’da
Ankara’da iki devlet arasında sürüncemede kalmış olan mübadele meselesini halletmek üzere bir
andlaşma imzalanmıştır. Bu andlaşma Lozan’dan
arta kalan ve yedi yıldır süren anlaşmazlıklara son vermiş ve sorunları
çözüme bağlayarak Türk-Yunan ilişkilerinde yeni bir dönemi başlatmıştır. İki ülke ilişkilerinde bu derece olumlu yer tutan andlaşmanın başlıca
hükümlerini şöyle özetleyebiliriz:254 Geldikleri tarih ve doğdukları yer ne olursa olsun mübadele
dışı tutulmuş olan İstanbul’daki Grek- Ortodokslar ile Batı Trakya’daki müslümanlara “etabli” sıfatı tanınacaktır. Mübadil
müslümanların Yunanistan’da bıraktıkları menkul ve gayrimenkul malların
tüm mülkiyeti Yunan Hükümeti’ne, mübadil Grek-Ortodoksların Türkiye’de bıraktıkları menkul ve gayrimenkullerin tüm mülkiyeti Türk Hükümeti’ne geçecektir. Ancak sahiplerine iade edilmiş olan ve bu kimselerin bilfiil
tasarruf ve intifalarında bulunan gayrimenkul mallar
bu hükmün dışında
kalacaktı. Grek-Ortodokslara ait olan, İstanbul
dışındaki gayrimenkullerin tamamının
mülkiyeti Türk Hükümeti’ne geçecektir. Öte yandan
mübadele dışı bırakılan
Batı Trakya’yı terk edip avdet hakkından mahrum bulunan
251 Mehmet Gönlübol
et al., Olaylarla
Türk Dış Politikası, 9.B., Ankara, Siyasal
Kitabevi, 1996, s.66.
252 Ibid., s.67.
253 Arnold J. Toynbee, “The Graeco-Turkish Settlement
of 1930,” Survey of International
Affairs, 1930, s.159.
254 Andlaşmanın metni
için bkz. Düstur, Üçüncü Tertip, C.II.,
S.707.
Türkler’e ait Yunanistan’daki bütün mallar ile Batı Trakya dışında
bulunan ve “etabli” Türklere ya da avdet hakkından faydalanan
şahıslara ait menkul ve gayrimenkul malların
tam mülkiyeti Yunan Hükümeti’ne geçecektir. Yunan Hükümeti, adı geçen emlak sahiplerine
450000£ ödeme yapacaktı. Bunun 150000£’i mübadele bölgesinde mülkleri olan Batı Trakya Müslümanlarına, 125000£’i
mübadil müslümanlara, 150000£’i
ise İstanbul dışındaki
mülklerine karşılık avdet hakkından istifade edecek şahıslarla “etabli” Rumlara verilecekti. Batı Trakya’daki “etabli” müslümanlarla İstanbul’daki “etabli” Rumlara ödenecek meblağlar Muhtelit Mübadele
Komisyonu tarafından dağıtılacaktı.
İsmet Paşa, andlaşmanın imzalandığı gün Venizelos’a
gönderdiği bir mektupta, iki ülke
arasında kurulmuş olan dostane ilişkiler dolayısıyla memnuniyetini dile
getirmiş ve Venizelos'u Ankara'ya
davet etmiştir. Venizelos
ise daveti kabul ettiğini bildiren
19 Haziran tarihli mektubunda,
Andlaşmayı Yakındoğuda yeni bir devrin başlangıcı saydığını belirtmiştir.255
Andlaşmanın onaylanması gerek TBMM’de gerekse
Yunanistan Meclisi’nde tartışmalara neden olmuş, sonuçta
andlaşma, her iki mecliste üyelerin büyük çoğunluğunun kabul oylarıyla onaylanmıştır.256
255 Toynbee, op. cit., s.163.
256 Ibid., s.164.
V- SONUÇ
Türk-Yunan nüfus mübadelesinin niteliği gerçekten çok ilgi çekici:
Homojen yapıya sahip “ulus devlet”
oluşturma amacıyla milliyetçiliği esas almış olan iki ülke,
mübadele konusunda din faktörünü temel almıştır. Bir bakıma değişim;
“Hristiyan Türkler” yani Anadolu’daki Rumlar ve “Müslüman
Yunanlılar” yani Yunanistan’daki Türkler arasında uygulanmıştı.
Olaya Türkiye açısından
bakılacak olunursa; Mustafa
Kemal Osmanlı ordusunun bir subayıydı
ve dağılma döneminde
Avrupalı büyük güçlerin
dini azınlıkları bahane ederek
devletin iç işlerine nasıl karıştıklarını gözlemlemişti. Gerçekten de
Avrupalılar, Hristiyan bir azınlık grubu
olan Ermeniler konusunda çok büyük tepkiler
verirken, etnik bir azınlık olan Müslüman Kürtler
ile Osmanlı arasındaki sorunlarla o derece ilgilenmemişlerdir. Bu nedenle Türk olmayan ancak müslüman olan Boşnaklar ve Pomaklar
yeni devlete kabul edilirken, müslüman Kürtler ulusal devletin bir parçası
olarak görülürken; hristiyan olan Gagavuz Türkleri ülkeye kabul edilmemişlerdir.
Homojen bir devlet kurma çabasındaki Venizelos ise kilisenin
gücünden faydalanarak
Türkiye’den gelecek Ortodoks halkın rehabilitasyonunu ve topluma uyumunu daha kolay sağlayacağı düşüncesinden hareketle dine dayalı değişimi
uygun bulmuş; Türkiye’de yaşayan çok az sayıda
Ortodoks-Hristiyan Arap bile Yunanistan’a giderken, Protestan ve Katolik Rumlar mübadele dışı bırakılmışlardır.
Gerek koşulların zorlamasından, gerekse pragmatik davranma
ihtiyacından kaynaklansın çok
açıktır ki o dönem Venizelos ve Atatürk’ün milliyetçilik anlayışları dine dayalı
bir milliyetçiliktir.
Mübadelenin zorunluluğu sorununa da iki açıdan
bakılabilir. Bir yanda o dönem Mustafa Kemal ve Venizelos’un politikalarının yönlendirdiği Türkiye
ve Yunanistan devletleri, diğer yanda ise her iki ülkede yaşayan
ve bu göç zorlamasından etkilenen insanlar.
Mustafa Kemal ve Venizelos ya da Türkiye
ve Yunanistan açısından
bakacak olursak; zorunlu
mübadele yerinde bir karardı ve her iki ülkenin o dönemde uyguladığı politikalar içerisine çok iyi oturuyordu.
Mübadele özellikle Yunanistan’ın işine yarıyordu; çünkü Türk ordusunun
ileri harekatı sırasında
Rumlar’ın büyük bölümü zaten Yunanistan’a göç etmişlerdi ve 1913 sonrası
Yunanistan’da kalan ve yurtlarını terk etme düşüncesinde olmayan Türkler’in Yunanistan’dan ayrılmaları gerekiyordu ki bunlardan boşalacak
yerlere göçmenler yerleştirilecekti. Üstelik
amacı homojen bir devlet yaratmak
olan Venizelos, bu amaç doğrultusunda Batı Trakya ve Makedonya’yı Yunanlılaştırmaya çalışıyordu. Gelen göçmenlerin özellikle bu bölgelere
yerleştirilmeleriyle amacına ulaşmış olacaktı. Mübadele Sözleşmesi, Anadolu ve Trakya’daki yüzlerce yıllık Yunan
kültürünün sonunu getirmiştir. Ancak bu olay
Çağdaş Yunan Devleti’nin yaratılması sürecinde
hızlandırıcı bir etken olmuştur.
Bu felaket ile “megali idea” düşüncesi son bulurken, “megali idea” nın en büyük hedefi olan Yunan halklarının birleşmesi, Yunan Krallık sınırları
içerisinde, halkların yaşam
alanlarının küçülmesi ile öngörülmeyen bir biçimde başarılmış oluyordu. “Küçük Asya Felaketi”ni izleyen göçmen
akını sonucu ülke nüfusunda aniden büyük bir
artış olmuş, çağdaşlaşma ve yeniden yapılanma
sürecinde önderlik rolünü göçmenler üstlenmişti. Georgios Tenekidis “Küçük
Asya’da ve Doğu Trakya’da ne kaybedildi ise,
Ege’nin karşı kıyısında o kazanıldı” diye yazar. Gerçekten de
Türkiye’den Yunanistan’a giden Rumlar,
modern Yunanistan’ın yaratılmasında en büyük katkıyı
yaptılar.
Türkiye ise ülkesindeki azınlıkların bahane
edilmesiyle kendisinden toprak talep edilmesi
olgusunun önüne geçmek istiyordu. Batılıların azınlıkları bahane edip iç
işlerine karışmalarını da mümkün
olduğunca ortadan kaldırma düşüncesi de zorunlu mübadele isteğine temel oluşturuyordu. Ulusal burjuvazi yaratmayı işin başından beri amaçlamış olan Mustafa Kemal için Rum
burjuvazisinin ülkeden ayrılması büyük fırsattı. Bu nedenle İstanbul
Rumları’nın da mübadeleye tabi olması konusunda direnmiştir.
Her iki ülke halkına gelecek olursak: Zorunlu
mübadeleden her iki ülke halkı da etkilenmişti ancak asıl etkilenen, Anadolu ve Trakya’nın Rum halkıydı. Bu insanlar yüzlerce yıldır bu topraklarda
yaşıyorlardı ve bu topraklar dışında başka yurtları olmamıştı. Tam anlamıyla kendi öz vatanlarından
sürülüyorlardı. Bugün bile Yunanistan’da ikinci, üçüncü kuşakların; “köyüm”
dedikleri zaman Anadolu’daki topraklarını kastediyor oldukları
düşünülecek olunursa, göçün insanlar üzerinde
ne büyük acılara
yol açtığı anlaşılabilir. Üstelik Türkiye’den sürüldükten sonra gittikleri Yunanistan’da da azınlık
muamelesi görüp yerli halk tarafından hakarete uğradıkları, kötü davranışlara maruz kaldıklarını da hesaba katarsak, mübadelenin etkisini daha iyi
anlayabiliriz.
Göçebe bir toplum olmaları nedeniyle Türkler, zorunlu
mübadeleden Rum halkı kadar
etkilenmediler ancak birkaç yüzyıldır bu insanların o topraklarda yaşadıkları
ve bu kadar uzun sürede bir toprağın
bir insan topluluğu tarafından yurt olarak benimseneceği düşünülürse; Türkler’in göçünün de son derece acı olduğu tahmin
edilebilir. Yunanistan’a giden Rumlar kadar olmasa da, Türkiye’ye gelen göçmenler de terk etmek zorunda kaldıkları toprakları unutmamışlar, o topraklara kendi toprakları gözüyle
bakmışlardır; ancak ikinci
ve üçüncü kuşaklarda çoğunlukla bu duygu kaybolmuştur. Türkiye’de de göçmenlere karşı yerli halk tarafından
kötü davranışlar sergilenmiş ancak Yunanistan’daki gibi çok derin
çatışmalar yaşanmamıştır.
Göçmenlerin her iki ülkede de barınmalarının
sağlanmasında, üretim sürecine dahil olmalarında sorunların yaşanması; eksikliklerin, aksaklıkların ortaya çıkması doğaldı;
çünkü her iki ülke de savaştan çıkmıştı. Üstelik Türkiye yakılıp
yıkılmıştı ve yine her iki devletin
de kasası boştu. Bu nedenle o dönem hükümetlerini bu konuda eleştirmek pek doğru değil. Tüm sorunlar mübadelenin zorunlu olmasından kaynaklandığı için, eleştirilerin mübadelenin zorunlu olması konusunda
yapılması daha mantıklı
olacaktır. Mübadelenin zorunlu
olması fikrinin kime ait olduğu konusunda İsmet Paşa Yunan delegasyonunu işaret etmektedir. Venizelos
ise bu fikrin Nansen’e ait olduğunu söylemiştir. Gerçekte de Nansen yerinde yaptığı
incelemelerden sonra kendince
mübadelenin zorunlu olmasını tek çıkar yol olarak ortaya
atmıştır.
Her iki ülke yöneticileri de mübadelenin doğru bir
karar olduğunu söyleyebilirler ve kendi politikaları açısından
bunu mantıksal bir çerçeveye de oturtabilirler. Ancak,
insanların öz vatanlarından sürüldükleri, topraklarını terk etmek zorunda
bırakıldıkları mübadele
sözleşmesi, zorunlu olması nedeniyle bir insan ve mülkiyet hakları gaspıdır ve her iki
toplumda da onarılması güç yaralar açmıştır.
KAYNAKÇA
AKGÜN, Seçil, “Birkaç
Amerikan Kaynağından Türk-yunan Mübadelesi Sorunu,” Türk-Yunan
İlişkileri, Genelkurmay, ATASE Yayınları, Ankara,
1986, s.241-277.
AKTAR, Ayhan, Türk Milliyetçiliği, Gayrimüslimler ve Ekonomik Dönüşüm, 1. B., İstanbul, İletişim Yayınları, 2006.
ALADAĞ, Eruğrul, Andonia:Küçük
Asya’dan Göç, 1.B., İstanbul, Belge Yayınları, 1995. ARI, Kemal, “Yunan
İşgalinden Sonra İzmir’de
‘Emval-i Metruke’ ve ‘Fuzuli İşgal’
Sorunu,”
Atatürk Araştırma Merkezi
Dergisi, C.V, No.15(Temmuz 1989), s.691-706.
ARI, Kemal, “1923 Türk-Rum
Mübadele Anlaşması Sonrasında İzmir’de ‘Emval-i Metruke’ ve ‘Mübadil Göçmenler’,” Atatürk Araştırma Merkezi
Dergisi, C.VI, No.18(Temmuz 1990), s.627-
657.
ARI, Kemal, “Mübadele
Göçmenlerini Türkiye’ye Taşıma Sorunu ve İzmir Göçmenleri(1923- 1924),”
Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, C.I, No.1(1991),s.13-46.
ARI, Kemal, “Cumhuriyet Dönemi
Nüfus Politikasını Belirleyen Temel Unsurlar,” Atatürk Araştırma Merkezi
Dergisi, C.VIII, No.23(Mart 1992),
s.409-422.
ARI, Kemal, Büyük Mübadele:Türkiye’ye Zorunlu Göç(1923-1925), İstanbul, Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, 1995.
ATİLLA, A. Nedim ve ÖZTÜRE,
Nezih, Alaçatı: Agrilia’dan Günümüze Bir
Mübadele Kasabası, 2. B., İzmir, Öztüre A. Ş. Kültür
Yayını, 2006.
BALTA, Evangelia ve MİLLAS,
Herkül, “1923 Mübadelesinin Tarihsel Sorunları Üzerine Düşünceler:Bir Destan ve Sözlü Tarih,” Tarih ve Toplum Dergisi, C.XXV, No.149(Mayıs 1996), s.5-15.
BELLİ, Mihri, Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi: Ekonomik
Açıdan Bir Bakış, 2. B.,
İstanbul, Belge Yayınları, 2006.
BORAN, Behice, Toplumsal Yapı Araştırmaları(İki Köy Çeşidinin Mukayeseli Tetkiki), Ankara,
TTK Basımevi, 1945.
ÇANLI, Mehmet, “Mübadele
Dosyası:Yunanistan’daki Türklerin Anadolu’ya Nakledilmesi,”
Tarih ve Toplum Dergisi, C.XXI,
No.129-130(Eylül-Ekim 1994), s.55-61;
51-59.
ÇAPA, Mesut, “Lozan’da Öngörülen
Türk Ahali Mübadelesinin Uygulanmasında Türkiye Kızılay(Hilal-i Ahmer) Cemiyeti’nin Katkıları,” Atatürk Yolu, C.1, No.2(1988), s.241-246.
ÇETİN, Hasan, “Mübadele Öncesi ve
Sonrası Bursa’nın Sosyo-Ekonomik Yapısı Üzerine Bir Değerlendirme,” Atatürkçü
Bakış, C.II, sayı 4, (Güz 2003), s.93-116.
CLOGG, Richard, Modern Yunanistan Tarihi, çev. Dilek
Şendil, 1.B., İstanbul, İletişim Yayınları, 1997.
ÇUKALAS, Konstantin, Yunanistan
Dosyası, çev. Şeyla,
İstanbul, Ant Yayınları, 1969.
DEMİREL, Yücel, “Mübadele
Dosyası,” Tarih ve Toplum Dergisi,
C.XXI, No.123-126(Mart- Haziran), s.54-58;54-57;49-52;56-59.
ERİM, Nihat, “Milletlerarası
Daimi Adalet Divanı ve Türkiye:Etabli Meselesi,” AÜ Hukuk Fakültesi Dergisi, C.II, No.1(1944),
s.62-73.
GERAY, Cevat, “Türkiye’de Göçmen
Hareketleri ve Göçmenlerin Yerleştirilmesi,” Amme İdaresi Dergisi, C.III, No.4(Aralık 1970),
s.8-36.
GÖKAÇTI, Mehmet Ali, Nüfus Mübadelesi: Kayıp Bir Kuşağın
Hikayesi, 4. B., İstanbul, İletişim Yayınları, 2005.
GÖNLÜBOL, Mehmet ve Sar, Cem, Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası(1919-1938), İstanbul, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları,
1963.
GÖNLÜBOL, Mehmet et al., Olaylarla
Türk Dış Politikası, 9.B., Ankara, Siyasal
Kitabevi, 1996.
GÜREL, Şükrü S., Tarihsel Boyut İçinde Türk Yunan İlişkileri(1821-1993), Ankara, Ümit Yayıncılık, 1993.
HİRSCHON, Renée, çev. Serpil
Çağlayan, Mübadele Çocukları, 1. B.,
İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000.
İPEK, Nedim, “Mübadil Göçmenlerle
İlgili Devletler,” Tarih ve Toplum
Dergisi, C:XXIV, No.144(Aralık 1995), s.15-19.
KARPAT, Kemal, Türk Demokrasi Tarihi:Sosyal, Ekonomik,
Kültürel Temeller, İstanbul, Afa Yayıncılık, 1967.
KEYDER, Çağlar, Dünya Ekonomisi İçinde Türkiye(1923-1929), Ankara, Yurt Yayınlar:3, 1982.
KEYDER, Çağlar, Türkiye’de
Devlet ve Sınıflar, İstanbul, İletişim Yayınları, 1989.
KITSIKIS, Dimitri, Türk-Yunan İmparatorluğu, çev.
Volkan Aytar, 2.B., İstanbul, İletişim Yayınları,1996.
KONTOGİORGİ,
Elisabeth, “Forced Migration, Repatriation, Exodus. The Case of Ganos-Chora and Myriophyto-Peristasis Orthodox
Communities in Eastern Thrace,” Balkan
Studies, C.XXV, No.1(1994), s.15-39.
Küçük Asya Araştırmaları Merkezi,
Göç: Rumlar’ın Anadolu’dan Mecburi
Ayrılışı (1919- 1923), Der. Herkül Millas, çev. Damla Demirözü, 4. B., İstanbul, İletişim
Yayınları, 2004.
LADAS, Stephan P., The Exchange of Minorities:Bulgaria, Greece
and Turkey, New York, 1932.
LEGG, K. R., Politics in Modern Greece, Stanford, Stanford University Press, 1969.
MACARTNEY, C.A. et al., “The Exchange of Populations
Between Greece and Turkey,” Survey of International Affairs, C.XI, 1925,s.257-266.
MACARTNEY, C.A. et
al., “The Expulsion of the Oecumenical Patriarch from Constantinople,”
Survey of International Affairs, C.XI, 1925, s.266-272.
MICHALOPOULAS, Dimitris, “The
Moslems of Chamuria and The Exchange of Populations Between Greece and Turkey,” Balkan Studies, C.XXVII,s.303-313.
MILAS, Herkül, Türk- Yunan İlişkilerine
Bir Önsöz, 1.B., İstanbul, Kavram
Yayınları, 1995.
MOURELOS, Yannis G., “The 1914
Persecutions and the First Attempt at an Exchange of Minorities Between Greece
and Turkey,” Balkan Studies, C.XXVI, s.389-413.
ORAN, Baskın, Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya
Sorunu, 2.B., Ankara, Bilgi Yayınevi, 1991.
ÖZYÜREK, Ali Ezger, Muhacirler
{ Bitmeyen Göç}, 1.B., İstanbul, Kekeme
Yayıncılık, 2003.
PENTZOPOULOS, Dimitri, The Balkan Exchange of Minorities and its
Impact Upon Greece, Paris, Mouton&CO, 1962.
SMİTH, Michael Llewellyn, Yunan Düşü, çev. Halim İnal, 1. B., Ankara,
Ayraç Yayınevi, 2002.
SOTIRIYU, Dido, Benden Selam Söyle Anadolu’ya, çev.
Attila Tokatlı, 10.B., İstanbul, Alan Yayıncılık, 1994.
SOYSAL, İsmail, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, C.I, Ankara, TTK Yayınları, 1983.
SVORONOS, Nikos, Çağdaş
Hellen Tarihine Bakış, çev. Panayot
Abacı, 1.B., İstanbul Belge Yayınları, 1988.
SÖYLEMEZOĞLU,
Galip Kemali, Hatıralar, Canlı Tarihler
5, İstanbul, Türkiye Yayınevi,1946. TESAL, Ömer Dürrü, “Türk-Yunan İlişkilerinin Geçmişinden Bir Örnek:Azınlıkların Mübadelesi,”
Tarih ve Toplum
Dergisi, C.IX, No.53(Mayıs1988), s.46-52.
TOYNBEE, Arnold J., “The
Graeco-Turkish Settlement of 1930,” Survey
of International Affairs, 1930, London, Oxford University Press, 1931, s.157-168.
YILDIRIM, Onur, Diplomasi ve Güç(Türk-Yunan Mübadelesinin
Öteki Yüzü, 1. B., İstanbul, İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006.
Ek II: Mübadele Karma Komisyonu bir arada.
Ek III: 1924 yılında Drama’dan
gelen mübadillerin yerleştiği Keşan’ın Lalacık köyünde 1953 yılında köylünün
imece usulü ile yaptığı çeşmenin açılışı.
Ek IV: Pire Limanı’na varan Rum mübadiller.
Ek V: Selanik’den yola çıkan mübadiller.