Dr. Meşküre YILMAZ
Dar bir şerit halinde uzanan 8.578km2 büyüklüğünde bir yüzölçümüne sahip bu bölgede, günümüzde 140-150 bin dolayında Türk yaşamaktadır.
Batı Trakya’nın Türkler tarafından fethedilmesi, 1363 yılında gerçekleşmiştir. Bölgede süren 550 yıllık Türk yönetim ve hakimiyeti, I. Balkan Harbinde Osmanlı Devleti’nin mağlup olması ile sona ermiştir. Osmanlı Devleti, 29 Eylül 1913’te Bulgaristan’la imzaladığı İstanbul Antlaşması ile Batı Trakya’yı resmen Bulgaristan’a bırakmıştır. I. Dünya Savaşın’da Bulgaristan ve ittifak kurduğu devletlerin mağlup olması sonrası Batı Trakya, Müttefikler tarafından (Fransız ve Yunalılar) işgal edilmiştir. Bulgaristan ve Müttefikler arasında 27 Kasım 1919’da imzalanan Neuilly Antlaşması, bölge yönetiminin Müttefiklere geçmesini sağlamıştır,. Bu süreçte bölgede, bir “Müttefikler arası Batı Trakya Türk Hükümeti” kurulmuş ve halkın iki dereceli bir referandum ile bölgenin geleceği hakkında fikir beyanı alınmıştır. Bu referandumda halkın seçtiği 8 temsilci (Türkler 5; Yunan, Bulgar ve Yahudiler 1’er); Batı Trakya’nın Fransız mandası altında bir otonomi (dolayısı ile Türk Otonom Yönetimi) veya Yunanistan ile birleşmesini oylamıştır. Ne hazindir ki, temsilci çoğunluğunu elinde tutan Türklerin vereceği kararın belirleyici olmasına rağmen referandumdan 4’ü Türklerce verilen 5 oyla Yunanistan’la birleşme kararı çıkmıştır (14 Mayıs 1919). Böylece başlayan Yunan işgali, 22 Mayıs 1920’de tamamlanmıştır. Bu durum, Müttefikler ve Yunanistan arasında 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Anlaşması ile (Yunan Sevri) resmileşmiştir. Lozan görüşmeleri esnasında Türk delegasyonunun, Batı Trakya halkının kendi geleceğini belirleme talebi (hiç olmazsa bir otonom yönetim olarak), yukarıda değinilen referandum gerekçe gösterilerek kabul edilmemiştir. Bölgenin Yunanistan’a bağlanması, muhalif olmasına rağmen başta İngiltere olmak üzere büyük Avrupa devletlerinin baskısıyla Türkiye’ye de kabul ettirilmiştir,
Lozan Anlaşması’nın ilgili hükümleri ile Batı Trakya Türk azınlığı, diğer vatandaşlara tanınan haklar yanında özel azınlık haklarına da sahip olmaktadırlar. Bu çerçevede masraflarını karşılamak suretiyle her türlü dini ve sosyal hayır kurumları ile eğitim ve öğretim kurumları açma, işletme, denetleme ve bu kurumlarda kendi anadillerini serbestçe kullanma hakkına sahiptirler. Yunanistan, bu anlaşma hükümlerini azınlık anayasası olarak tanımayı ve bu hükümlere aykırı hiçbir kanun, uygulama ve resmi muamele yapmayacağını kabul ve taahhüt etmiştir. Ancak Yunanistan’ın ırkçı ve şoven tutumu, Lozan Anlaşması hükümlerinin uygulanmasını mümkün kılmamış ve hatta Batı Trakya’daki Türk varlığını yok etmek ve izlerini silmek için her türlü plânı hazırlama ve uygulama şeklinde tezahür etmiştir. Bu sistematik çabalarla da, 1920’li yıllarda Batı Trakya nüfusunun %85 gibi çoğunluğunu teşkil eden Türkler, günümüzde %30’lara düşmüştür.
Türk-Yunan İlişkileri ve Batı Trakya’ya Yansıması
Osmanlı Devleti’nin kan ve vatan kaybettiği süreçte, Batı Trakya, I. Balkan Savaşı sonunda önce Bulgaristan ve arkasından da I. Dünya Savaşı sonunda Yunanistan tarafından işgal ve ilhak edilmiştir. Bölge nüfusunu %85’ler gibi ezici bir çoğunluğu Türk olmasına rağmen bu keyfi ve mantığa aykırı durum, büyük Avrupa devletlerinin destek ve himayesi ile gerçekleşebilmiştir. Ayrıca Türk Milletinin o zamanki şartlar altında içinde bulunduğu siyasi, askeri ve toplumsal zafiyetler, kaybedilen diğer kutsal vatan toprakları gibi Batı Trakya’nın da Türkiye’den koparılmasını kolaylaştırmıştır.
Lozan Antlaşması sonrası Yunanistan’ın öncelikli politikaları arasında Batı Trakya’daki Türk nüfus ve mal varlığını Yunanlılar lehine değiştirilmesi ilk sırayı işgal etmiştir. Yunanlılar, çeşitli anlaşmalar ve insan haklarına aykırı bu durum ve tutumlarında oldukça başarılı da olmuşlardır. Bölgedeki Türk varlığının tamamen ortadan kaldırılması ve tarihi izlerinin silinmesi, bölgeye yönelik Yunan politikalarının ikinci safhasını oluşturmaktadır. 1923’ten sonra yaklaşık yarım asır genelde gizli ve sinsi plânlarla uygulanmaya çalışılan bu ikinci safha 1970’li yılların ortalarından itibaren açıktan ve resmi bir devlet politikası haline dönüşmüştür. Genelde Türk-Yunan ilişkilerine ve özelde ise Kıbrıs’taki gelişmelere bağlı olarak Batı Trakya Türklerine yönelik Yunan politikaları bir değişim göstermiştir. Bu politikalar, bölgenin Türklerden arındırılması amacından taviz vermeksizin uygulanacak çeşitli baskı, zulüm ve asimilasyon çaba ve faaliyetlerinin dozunu artırması veya biraz azaltılması şeklinde tezahür etmiştir.
1923-50 Arası
1923’ten sonra Yunanlılar, öncelikle Batı Trakya’daki Türk nüfus ve mal dengesini, kendi lehlerine çevirmeye çalışmışlardır. Örneğin bölge nüfusunun ve gayri menkullerinin yaklaşık %85’i 1922’de Türklere aitken; 1924 sonunda Türklerin nüfusu %40-45’lere düşmüştür (Bölgeye yerleştirilen çok sayıda Rum göçmenler ile). Benzer şekilde Türk mallarının büyük bir kısmı da, Lozan ve diğer anlaşmalara aykırı olarak gaspedilmiştir. Bu uygulamalarla, Türk sınırında bulunan Evros ilinde Türk varlığı, kısa bir süre içinde yok denecek kadar azalmıştır. Ayrıca Türkler, çeşitli sistematik çabalarla Türkiye’ye göçe zorlanmıştır.
Milli Mücadele sonrası Lozan görüşmeleri esnasında Türk ve Yunan heyetleri arasında, 30 Ocak 1923’te bir protokol imzalanmıştı. Bu protokole göre, Türkiye’de kalan Rumlarla Yunanistan’da kalan Türklerin değişimi yapılacak, yalnız 30 Ekim 1918’den önce İstanbul belediye sınırları içine “yerleşmiş” bulunan Rumlar ile, Batı Trakya Türkleri bu değişimin dışında tutulacaktı. Yani bu bölgelerdeki azınlıklar, değişim hükümleri dışında bırakılacaktı. Yine bu protokole göre, bu anlaşmayı uygulamak üzere Türk ve Yunan temsilcilerden oluşacak bir karma komisyon kurulacaktı. Bu komisyon, Ekim 1923’te çalışmaya başlamasına rağmen, “yerleşmiş” ifadesinin yorumu hakkında taraflar arasında görüş ayrılığı çıkmıştır. Türk delegasyonu, “yerleşmiş” ifadesinin manasını Türk mevzuatına göre yorumlamak isterken; Yunanlılar, 30 Ekim 1918’den önce İstanbul’da bulunan her Rum’un “yerleşmiş” sayılacağını ileri sürdü. Buradaki anlaşmazlık, Milletler Cemiyeti’ne götürüldü ve oradan da Milletlerarası Daimi Adalet Divanı’na havale edildiyse de bir çözüm bulunamadı. Bunun üzerine Türk - Yunan ilişkileri gerginleşti. Yunanistan’ın Batı Trakya Türklerinin mallarına el koyarak buralara Türkiye’den gelen Rumları yerleştirmesi ve Türkiye’nin de İstanbul Rumlarının mallarına el koyması üzerine, gerginlik daha da şiddetlendi.
KAYNAK VE DEVAMI: http://www.21yyte.org/tr/yazi.aspx?ID=475&kat=18