GİRİTLİ MÜBADİLLERDE KİMLİK OLUŞUMU ve TOPLUMSAL HAFIZA

FERHAT KENTEL
M. RAGIP ZIK


GİRİŞ
30 Ocak 1923 tarihinde Lozan’da Türk ve Yunan devletlerinin imzaladığı “Türk-Yunan Nüfus Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol”ünün birinci maddesi şöyledir (Soysal, 1983; aktaran Arı, 2003:1):

“Türk topraklarında yerleşmiş bulunan Rum Ortodoks dininden Türk uyruklarıyla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarının, 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak, zorunlu mübadelesine girişilecektir. Bu kimselerden hiçbiri Türk hükümetinin izni olmadıkça Türkiye’ye ya da Yunan hükümetinin izni olmadıkça Yunanistan’a dönerek orada yerleşemeyecektir.”

Her iki devlet de önce büyük savaşlarda saf olup, ardından birlikte yaşamak durumunda kaldıkları ve giderek artan bir gerginlikle yine karşı karşıya geldikleri “komşuları” ile artık bir arada kalmak istememektedir. Fransız İhtilali’nden etkilenerek Avrupa’nın fiilî desteği ile gelişen Yunan ulusçuluğu Megali İdea’dan vazgeçerek ulus-devlet kurma yolunda böyle bir adım atar (Ortaylı, 1985). Türkiye’ye baktığımızda ise; yıllardır süregelen “Türk kimliği”, “Batılılaşma-Modernleşme”, “Homojenleşme”, “Azınlıklar” gibi tartışmalarla bir proje haline getirilen Türk modernleşmesi sürecinde böyle bir antlaşma ile bu kavramların uluslararası düzeyde somutlaştırıldığını görüyoruz.

Mübadele kararının halk tarafından nasıl karşılandığı, öncesi ve sonrasında iki toplumun yaşadıkları geniş bir araştrma konusudur. Ancak benim bu çalışmadaki amacım mübadillerin göç süresince birbirleri ve ilişkide bulundukarı dış dünya ile olan iletişimleri sırasında karşılaştıkları durumlara ve bunları gündelik yaşam pratiklerine nasıl taşıdıklarına bir bakıç açısı getirebilmek. Bunu da mümkün olduğunca kimliklerin yeniden üretimi ve toplumsal hafıza tartışması ekseninde tutmaya gayret edeceğim.

Her iki devletin için de kültürel entegrasyonun uluslaşma yolunda çok önemli bir adım olduğunu söyleyebiliriz. Ancak genel olarak kültürel entegrasyon tartışmaları temelde etnosantrik bir yaklaşımla ilitilidir. Entegrasyon daha çok tek taraflı uyum olarak algılandığında modernist bir bakış açısıyla her şeyin “normal olana”, “modern olana” evrilmesi öngörülmektedir. Kültürel homojenlik de bu anlamda modernliğin ürettiği bir kavramdır (Kümbetoğlu, 2001). Appadurai (1998), özcü perspektiften bir grubun fikir ve edimlerinin doğallaştırılması, bu özelliklerin sabit ve değişmez kılınması ve o gruba içkin özellikler biçiminde algılanmasıyla, bu niteliklerin o gurubun başka gruplara kıyaslanmasında kullanılan özelliklere dönüştüğünü belirtir (aktaran Yumul, 2003).

Modernizm, bireyin üzerine kapandıkça, yaşam tarzı ve kurumları belirleyen güçlü bir azınlığın stratejisi oldukça, çoğunlukla bilinçsiz, anlık ve dağınık “direniş ritüelleri” geliştirilerek bu ana kültürün yarattığı mekanları ters yüz etmek suretiyle yaşam alanı yaratan taktiklere dönüştülür (de Certeau, 1984; Saktanber, 2003). Böylelikle modern ve pre-modernin, anılar ve hayallerin bir arada bulunduğu, iç ve dış dünya arasındaki yolculuklarda bize yaşam enerjisi sağlayan ve bu enerjisi kendi heterojenliğinde barındıran melez (hybrid) bir yapı oluşur. Melezlik ve melezleşme, kültürel kategorilerin aşıldığı ve altüsüt edildiği çoklu ve akışkan kimliklere ve kimlik süreçlerine atıfta bulunur (Yalçın-Heckmann, 2003).

KAYNAK VE DEVAMI: http://www.akademiktarih.com/index.php?option=com_content&task=view&id=169&Itemid=61