Tarihte,
Anadolu Selçukluları isminde bir devlet kurulmamıştır. 1070’li yıllarda
Anadolu’da bağımsız bir Selçuklu Türk Devleti kurulduğu doğru değildir.
Bu dönemde, Suriye’nin kuzeyinde, Irak ve Gürcistan’da hâkim olan Büyük
Selçuklular ya da İran Selçukluları’nın basında Melik Şah
bulunuyordu.(ö.1092). Anadolu Selçuklu Devletinin’nin kurucusu kabul
edilen, aynı zamanda Sultan Melik Şah’a bağlı bir komutan olan Süleyman Şah’ın Anadolu’da ayrı bir devlet kurması söz konusu değildir. Süleyman Şah’ın ayrı bir devlet kurmasının belirtileri olan kendi adına para bastırması ve hutbe okutması hakkında hiç bir kanıt yoktur…
İlk Haçlı Seferlerinin başladığı yıllarda, Türkler Orta Anadolu şehirlerini ele geçirmişlerdi. 1059 yılında Sivas (Sebasteia), 1068 yılında Kayseri (Ceasarea) gibi
önemli şehirlere hakim olmuşlardı. Selçuklu kumandanı Süleyman Şah,
Hristiyanlık ve Bizans için oldukça önemli olan İznik’e hakimdi. Önemli
bir ticaret ve kültür şehri olan İznik, uluslararası üne çokça zaman
önce sahip olmuştu. İznik’e hakim Süleyman Şah, 1086 yılında Bizans
İmparatoru Aleksios Komneneos (Kastamonu’ya adını veren
aileden-Komnenoslar-) ile saldırmazlık anlaşması imzalamıştır. Süleyman
Şah, Makedonya ve Yunanistan’ın Epir bölgesini Bizans'ın elinden almaya
çalışan Sicilyalılara karşı Bizans adına savaşmış ve galip gelmiştir.
Bu olay neticesinde de Bizans’la saldırmazlık anlaşması imzalamıştır.
Bu anlaşmanın ardından Süleyman Şah, silahını Türk kardeşlerine karşı
çevirmiştir. İmzaladığı bu anlaşmanın hemen sonrasında, 1086’da İznik’ten çok uzakta, Halep şehri yakınlarında -Aynü Seylem- Selçuklu Türkleri ile yaptığı savaşı kaybetmiş, bu mağlubiyeti gururuna yediremeyip intihar etmiştir.
Osmanlı Tarihçileri (Aşıkpaşazade,
Nesri), Süleyman Şah’ın Ertuğrul Gazi’nin babası olduğunu savunurlar,
Osmanlı’yı Selçuklunun bir devamıymış gibi göstermek istemişlerdir.
Ayrıca Süleyman Şah’ın düşmanla savaştan dönerken boğulduğunu, bu
sebeple “gazi“ unvanını hak ettiğini
düşünmüşlerdir. Oysa ki, Süleyman Şah, Türk kardeşlerine karşı silah
doğrultmakla, ne İslami ne de milli davranmıştır. Büyük Selçukluların emrindeyken devletine ihanet etmiştir…
1097
yılında Bizanslılar, Haçlı ordularını Bizans adına İznik’i almaları
için görevlendirmişti. Onlara öncü kuvvet olarak Rum-Türk melezi olan,
hem Rumca hem de Türkçe konuşabilen Türkopoli(Türkoğlu)
birliklerini vermişti. Halkla her iki dilde anlaşabilen Türkopoliler,
şehri Bizans adına almışlardır. Şehirde katliam yapılmasını
önlemişlerdir.
1097 yılından sonra, Selçuklu Türkleri’nin başkenti olan Konya’nın, Türkler tarafından kesin ne zaman alındığı bilinmez. 1071,1075 yılları öncesi tahmin edilmektedir.
Selçuklu
Devleti’nin kurulduğu yılların, Sultan Melik Şah’ın öldüğü 1092 ya da
İznik’in kaybedilip, Konya’nın başkent olduğu 1097 olması gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti tarihçilerinin verdiği “Anadolu Selçukluları“ ismi de sonradan uydurmadır. Anadolu’da kurulan Selçuklu Türk Devleti’nin ismi, Diyar-i Rum Sultanlığıdır. O dönemdeki ismi; Roma Selçuklu Sultanlığı, Mülük-i Selcukiyye-i Rumiye’dir. Bu ismin tam anlamı, Selçuklu Roma devletidir. İlk Osmanlı tarihçileri Rum yerine, Anadolu ifadesini Selçuklular için kullanmamışlardır.(Nesri, Aşık Paşazade) Bu devletin resmi dili farsçadır.
(…)
Selçuklular
Anadolu’ya geldiklerinde sağlamca oturmuş toplumsal ve siyasal
düzenlemeler buldular. Bizans’ın topraklarını ele geçiren Selçuklular,
onların devlet düzenini de almışlardır. Anadolu Selçukluları,
Bizanslılarla savaşmasına rağmen ilişkilerini savatsan çok kültür ve
ticaret alışverişi üzerine geliştirdiler.
12. yüzyılın ortalarından itibaren Selçuklular, daha iyi örgütlenmiş, hoşgörülü bir
devletti. Yöneticileri, Bizans kaynaklarında, kurnaz ve azimli olarak
anılmışlardır. Bu kaynaklarda, II. Kılıç Arslan ise topraklarında
yaşayan pek çok Hrıstiyana iyi davranması ile anlatılmıştır. Bizans ve
Selçuklu ilişkilerinin, yoğunluğuna örnek verecek olursak; Bizans
devlet kademelerinin yüksek mevkilerinde özellikle Aksoukh ailesinden Türkler, Selçuklu Devleti’nin devlet kademelerinde de Bizanslılar yer alıyordu.
Bizans
saraylarına özgü, usuller, kurallar, kaideler, Selçuklu saraylarında da
mevcuttur. Örneğin, İslamın yasaklamasına rağmen Bizans’ta olduğu gibi,
Selçuklu saraylarında da içki içiliyordu. Hatta, Selçuklu Devleti’nin
ünlü veziri Nizamülmülk (1018-1092), Selçuklu Devleti’nin sorunları üzerine kaleme aldığı Siyasetname adlı eserinin 30. bölümünde, toplu olarak nasıl şarap içileceğinin kurallarını, şartlarını anlatmaktadır.
Selçuklu
şehzadeleri, zaman zaman, Bizans saraylarında eğitiliyor, Farsça ve
Türkçe konuşabilen şehzadeler, Rumca öğrenirken, siyaseti ve
diplomasiyi tanıyorlardı. Bu sayede, Selçuklu Türk Devleti’nin idaresi,
Bizans usul ve kanunlarıyla şekillenmiştir. Özellikle 11. yüzyıldan
itibaren, Anadolu’da Türk nüfusu artmış, bu nüfus, yerleşik düzeni ve
kültürü Bizans halklarıyla kaynaşarak özümseyebilmiştir. İslam
tarihçilerinin, bizlere anlattığı gibi, Türkler ve Bizanslılar sürekli
savaşmamışlardır. Anadolu’ya gelen Türklerin, büyük çoğunluğu, İslam
adına gazalara katılmak için değil, bu topraklarda yaşayıp, buraları
yurt edinmek için gelmişlerdir. Bu sebeple Bizans’a ve yerli halkına
düşmanca davranmamışlar, kendileri için ideal olan yaşam tarzını seçip
özümserken Milli ya da İslami bir tercihte bulunmamışlardır.
(…)
Bizans,
Türklerin askeri gücünden yararlanmaya çalışmıştır. Bizans, Türkleri
yüzyıllardır tanıyordu, kendisi için en iyi askerlerin Türkler olduğunu
biliyordu. Türklere karşı savaşırken Türklerden yardım almak zorunda
kalmıştı. Aynı zamanda, Anadolu’daki bazı Türk
gruplarını Balkanlara taşımış, ve onları Hristiyanlastırdıktan sonra
Anadolu’da iskân ettirmiştir. (Çepni Türklerinden bir grup ve Kumanlar…)
Örneğin melez Türkopoli askerleri, 11. ve 12. yüzyıllarda Bizans’ın oldukça tercih ettiği askerlerdir.
Türkler
gerek yerleşmek için gerekse de paralı asker olarak 6. yüzyıldan bu
yana Anadoluya taşınmışlardır. Bugün Moldovya ve Romanya’da yaşayan Oğuz Türklerinden, Ortodoks Hristiyan olan Gagavuzlar,
büyük olasılıkla 10. ve 11. yüzyıllardan itibaren Anadolu’da yasayan
Türklerdir. Ayrıca, Rumca bilmeyip Türkçe konuşmaya devam eden bu halk, Lozan Antlaşması’yla Ortodoks-Hristiyan olduklarından Rum sayılıp 1924’te Yunanistan’a sürülmüşlerdir. Bu halkın büyük çoğunluğuna Karamanlılar
denirdi. Bunlar, 10. yüzyıldan itibaren Hristiyanlaşmış Kuman ve
Peçenek Türkleridir. Nedense bu halk Türkler’de, Orta Asya’dan
taşınabilen kültürel öğelerin taşıyıcıları olmalarına rağmen, milli bir refleks olarak dahi korunmamışlardır.
Karamanlılar
ve diğer gayri müslüm Türkler, Yunanistan’a sürüldüğünde Rumca
bilmiyorlardı. Sadece Türkçe konuşabiliyorlar, Türk gibi yaşıyorlar, ancak
sadece Rumlar gibi dua ediyorlardı. Bunun cezasını da ülkelerinden
sürülerek ödemişlerdir. Göçetmelerine, yeni yurt edinmelerine rağmen
yüzyıllarca kendi dillerini, geleneklerini, müziklerini ve geleneksel
ritüellerini koruyabilmişlerdir. Bu Türkleri işimize gelmiyor diye
Rumdan sayabilir miyiz?
Bu insanlarımıza ve ne yazık ki tarihimize yapılan “milli“ müdahalenin savunucuları, Kutalmışoğlu Süleyman Şah’a “gazi“ unvanını hala hak göreceklerdir. Bu, bizi elbette şaşırtmayacaktır.
Lena Umay
Odatv.com
KAYNAKÇA:
- Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler (İstanbul:E Yay. 1979)
- Mustafa Ekincikli, Türk Ortodoksları (Ankara:Siyasal Kitabevi, 1998)
- Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye (İstanbul:Boğaziçi Yay.2002)
- Steven Runciman, Byzantine Style and Civilization (Penguin Books,1990)
- Nizamülmülk, Siyasetname (İstanbul :Dergâh Yay. 1995)
- Turgut Akpınar, Türk Tarihinde İslamiyet (İstanbul: İletişim Yay. 1994)
- İsmail Tokalak, Bizans-Osmanlı Sentezi(İstanbul: Gülerboy Yay. 2006)
- Ali Sevim, Erdoğan Mercil, Selçuklu Devletleri Tarihi -I.(Ankara: TTK Yay. 1995)
KAYNAK: http://www.odatv.com/index.php?id=16604&commentlive