"Madem Engin Ardıç, Atatürk’ün annesi ve babasıyla ilgili “o ve eşi hakkında pek de bir şey bilmediğimizi farkettim...” diye bir itirafta bulunup, “o halde sen nasıl entellektüelsin?” eleştirilerine “iman dolu göğsünü” siper etmiş, bizde ona bir kıyak geçelim ve cehaletini giderelim...
Ama dersten önce Engin Ardıç’a da bir hakkını teslim edelim.
Evet, Zübeyde Hanım hakkında bugüne kadar pek bir şey bilinmiyordu. Nerede doğduğu biliniyordu belki, ama ne zaman doğduğu? konusunda bile ihtilaf vardı. Ailesi, kökenleri, çocukluğu, gençliği ve evliliği hakkında çok az şey biliniyordu… Hepsi doğru…
Zaten uzun süren araştırmalarımız sonucunda ortaya çıkan, “Zübeyde Hanım” adlı kitabımızın yazılma gerekçesi de buydu. Hanımefendi vefat edeli 86 yıl olmuş ama, hakkında bir tek kitap kaleme almayı nedense kimse düşünmemiş.
Ne Atatürk’ün etrafında “yağdanlık” yapan kalem erbabı yapmış böyle bir araştırmayı, ne de “tarihçi” sıfatına haiz isimler. Oysa Zübeyde Hanım yaklaşık bir yıla yakın zaman Köşk’te yaşamış. En azından bu süre içinde bazı detaylar kayda alınabilirdi. Ankara’daki dönem hakkında birkaç hatıranın dışında kayıt yok. Onların bir kısmı da yaver Salih Bozok’a ait. O da zaten tarihçi değil, sadece tanıktır…
***
Gelelim Engin Ardıç’ın Zübeyde Hanım Derslerine…
Madem, Engin bey merak etmiş, “Zübeyde Hanım Meryem Anamıdır, neden hakkında çok az şey biliyoruz” diye ve madem bizde kalkıp 86 yıl sonra “Zübeyde Hanım” diye bir kitaba müelliflik etmişiz o halde bize merak edilenleri anlatmak düşer… dersimize başlayalım…
Engin bey Sormuş, “Zübeyde Hanım, belli ki "tipik" bir Osmanlı kadını. Milyonlarcası gibi... Eğitimi yok, başı örtülü, beş vakit namazında, azıcık da otoriter…”
Ders 1- Zübeyde Hanım’ın eğitimi vardı. Hatta bu yüzden küçük yaşta lakabı “Molla Zübeyde”dir. Evet, ailesi dönemin şartlarının da etkisiyle dindardır, babası, annesi beş vakit namazındadır. Zübeyde Hanım’da öyle yetişmiştir. Evet, otoriterdir.
Engin Bey; “Osmanlı kadınları, kocaları ölünce yeniden evlenmezler. "Ezberi bozan" davranışı bu olmuş…” diyor.
Ders 2 : “Osmanlı kadınları kocaları ölünce evlenmezler” gibi genel bir hüküm yok. İslam’da da kadın ve erkek için ikinci evliliğin şartları vardır. Mesela Kadın, kocası ölmüşse 4 ay 10 gün iddet gününü bekler ve yeni biriyle evlenebilir. Boşanmışsa da bu hüküm geçerlidir. Kaldı ki, Zübeyde Hanım’ın eşi kanserden vefat etmiştir. İkinci evliliği tam beş yıl sonra ve aile kararıyla olmuştur. Bu kararında ekonomik durumun ve çocukların yaşının küçüklüğünün etkisi vardır.
Engin Bey, “Başka ne biliyoruz Zübeyde Hanım hakkında? Hemen hemen hiçbir şey.”diye sormuş.
Ders 3 : Bugün artık çok şey biliyoruz. Kendisine Yaşar Nuri Öztürk gibi “Bu konuda kitap yazdım, bir kitapçıdan al’da oku, cevaplarım orada” diyebilirdim. Ama varsın kitabı da alsın bende cevap vereyim. Zübeyde Hanım’a ait hayat öyküsünün en azından merak edilenler kısmını Makbule Atadan’ın hatıratından öğrenebiliyoruz. Ailesinin köklerinden tutunda, çocukluğu, gençliği, evlilikleri hemen her şeyi… Hakkında en çok spekülasyon yapılan konu Ailenin kökenleridir. Tarihi kayıtlar gösteriyor ki bu aile ve babasının ailesi Fatih’in Makedonya fethinden sonra bölgenin Türkleştirilmesi kapsamında Konya-Karaman’dan nakledilen ailelerdendir. Nüfus kayıtlarında da bu yüzden “Evladı Fatihan” yazar.
Yine Engin Ardıç soruyor; “Hangi yemeği iyi yaparmış? Temiz ve titiz miymiş? Çok mu konuşurmuş az mı? Çocuklarını döver miymiş? Komşularıyla nasıl geçinirmiş? Ali Rıza Bey'le mutlu muymuş? Bilmiyoruz.
Ders 4- Engin bey, en iyi yaptığı yemeklerden birisi kuru fasülyedir. Atatürk’te onu çok severmiş. Onun dışında geleneksel Konya-Karaman bölgensin tüm ev yemekleri, börekleri, hamur işlerini biliyor Zübeyde Hanım. Oldukça titiz, otoriter ve anaç bir kadın. Bunda eşinin erken yaşta vefatının da etkisi var. Hem ana hem baba rolünü üstlenmiş. Çocuklarını yeri geldiğinde dövdüğünü biliyoruz. Ama Ali Rıza Bey’in vefatından sonra bu konuda daha yumuşak davrandığını da… Komşuluk ilişkileri gayet düzenli ve nezaket çerçevesinde. Tanıkların hatıratından öğreniyoruz ki, sık sık komşularla ortak iş ve ziyaretler yapılan bir ev ortamı var. Yani geleneksel Türk ailesidir. Ali Rıza beyle oldukça mutludur. Vefatından yıllar sonra bile için için ağlayıp, “Nerde benim halayıklarım, nerde benim saadetim? Diye Ali Rıza Bey’e seslenip ağladığını biliyoruz.
Engin bey soruyor yine; “Oğlunu nasıl yetiştirmiş? Onu günün birinde "Atatürk yapacak" ne gibi özel bir eğitim vermiş? "Genlerinde" özel bir şeyler mi varmış yoksa? Bilmiyoruz.”
Ders 5- Zübeyde Hanım oğlunu “benim oğlum büyük adam olacak” diye yetiştiriyor. Ama bundan kastının bir gün gelip yurdu kurtaracak kumandan olacağını tahmin ettiğini çıkartmak zor. Her anne gibi yavrusunun büyük işler başaran biri olmasını arzu etme duygusu diyebiliriz. Çok önemli bir detay vereyim, Mustafa Kemal Manastır’da göreve başladığında maaşını her ay zarfın içinde annesine takdim ediyor. Oldukça ilginç bu tavır hem Zübeyde Hanım’ın “anaç” yapısını hemde Anadolu halkının aile yapısını ele veriyor. İttihatçıların toplantısına katıldığını öğrendiğinde ciddi tepki veriyor mesela. “Padişah’a karşı olan grubun içinde olmasından annelik duygusundan dolayı” tedirgin oluyor. Müdahale ediyor.
Engin bey devam ediyor; “Bu aile, imparatorluğun merkezinde de değil, taşrasında yaşayan, çok da kayda değer olmayan bir memur ailesi, binlercesi gibi...Öyleyse niçin ahkâm kesiyoruz? Çünkü bu kişiler Atatürk'ün anası ve babası olduklarına göre "onlarda insanüstü birtakım özellikler bulunsa gerektir" diye düşünüyoruz! Daha da ileri gideyim: ATATÜRK'Ü TANRILAŞTIRMAK İSTEYENLER, BELKİ KENDİLERİ DE FARKINA VARMADAN, ZÜBEYDE HANIM'I BİR MERYEM ANA, ALİ RIZA BEY'İ DE BİR HAZRET-İ YUSUF GİBİ GÖRMEYE ÇALIŞIYORLAR!..”
Ders 6 – Engin Ardıç bu konuda da haklıdır. Her liderin etrafında; dalkavuklar, yalakalar, gayretkeşler olduğu gibi Atatürk’ün etrafında da olmuştur. Bunu daha Atatürk hayattayken yazıp, konuşan hatta anlatan İstanbullu Süreyya Paşa’nın(CHP İstanbul Mebusdur) “Zavallı Serbest Fırka” adlı çalışmasından okuyabilirsiniz. Gayretkeşlere karşı Süreyya Paşa’nın nasıl ters cevaplar verdiğini anlatıyor. Ama o gayretkeşlerin ülkeye gelecek yatırımları dahi menfaatleri olmayınca nasıl engellediklerini de anlatıyor. Bu nokta çok önemlidir.
Mustafa Kemal Paşa’nın da bir insan olduğu, annesi, babası, ailesi olduğu bir vakıadır ve doğaldır. Bunu yok saymak, bilinmezlik atfetmek sanki bu alanda bir sır varmış havasına büründürmek daha ötesi “kutsamak” doğru değildir. “Benim naciz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır” diyecek kadar ölümü kabullenen bir insanı “ölümsüzleştirmek” adına kutsamaya çalışmak, annesine Meryem ana, kendisine İsa muamelesi yapmak en başta Atatürk’e yapılmış bir hakaret sayılır, ki kendisi dahi bunu istememiştir. Engin bey bu aile “imparatorluğun merkezinde” değildir, zaten bu yüzden Mustafa Kemal Paşa’nın hareketi bir Anadolu hareketi olarak çabucak kabullenilmiştir. Osmanlı elitinden sayılsaydı halkın bu yeniden mücadele hareketini bu kadar çabuk kabullenmesi zor olabilirdi.
***
Ve gelelim Zübeyde Hanım filmi meselesine..
Engin Ardıç veya bazı çevreler Zübeyde Hanım Filminde nasıl bir karakter ortaya çıkacağı konusunda merak etmesinler. Zübeyde Hanım’ı Meryem Ana gibi göstermeyeceğiz, “Anadolu kadını” gibi olacak…Her ay oğlunun maaşını zarfın içinde alacak…
Eşi için göz yaşı dökecek… Çocukları için anne-babalık yapacak…
Eğer desteğini ve bütçesini ayarlayabilirsek güzel bir sinema filmi olacağından kimsenin şüphesi olmasın…
***
Son ders şu ki, mesele Avrupa Birliğine girmek meselesi değildir. Mesele bizim olayları doğru okumamız melesidir. Ben, Engin Ardıç gibi AB’e giriş vizemizi sadece “kutsamaktan kurtulmaya” değil; kültüre, tarihe, bilime önem vermekten geçtiği şartına bağlıyorum.
Ve diyorum ki, Dante’nin bir oyunu için Fransa’da 250 bin makale yazılıyor, sorgulanıyor, değerlendirme yapılıyorken ülkemizde Atatürk’ün annesiyle ilgili bir tane kitap vefatından 85 yıl sonra yazılabiliyorsa siz hangi birliğe alınmaktan bahsediyorsunuz be kuzum…
Fatih Bayhan