Sanat tarihçisi Neval Konuk, son 4 yılını Yunanistan’da saklı kalmış Osmanlı eserlerini gün yüzüne çıkarmaya adamış. Özverili çalışmasıyla Türkiye’ye 7 bin yeni eser kazandırmış. Komşudaki eserlerin hâl-i pürmelâlini gözler önüne seren 10 ciltlik külliyatın ilk cildi bu hafta piyasaya çıkıyor.
Müezzin İsmail Efendi yıllardır her gün 5 defa koşarcasına çıktığı minareye bu defa yavaş yavaş çıktı… Yatsı ezanını, atalarının yüzyıllardır yaşadığı bu küçük kasabada son defa yankılanacağını düşünerek gözyaşları içinde, yanık bir sesle okumaya başladı… Yağ kandillerinin aydınlattığı camide de durum farksızdı. İmam Şefik Efendi ve cemaat son ezanı gözyaşlarıyla dinliyordu… İmam Şefik Efendi son rekâtı kıldırıp selam verdiğinde cami hıçkırıklarla yankılanıyordu adeta… Cemaat dağılınca Şefik Efendi olduğu yere çöktü. Dedesi ile bu camiye gelişlerini, camide kılınan bayram namazlarını, avludaki bayramlaşmaları, cami hocasından gördüğü dersleri geçirdi aklından… Önce söylenti zannettiği, sonra jandarma kumandanı ve cemaat liderleri tarafından da resmen bildirilen o veda günü gelip çatmıştı. Yüzyıllardır yaşadıkları, atalarının yattığı bu toprağı yarın terk edeceklerdi. Son kandilin titrek ışığında minbere çıktı. Bohçanın içinde sarılı Kur’an’ı öpüp başına koyduktan sonra koynuna soktu… Kilitlediği camiden uzaklaşırken gözlerinden süzülen yaşlara dilindeki şu dua eşlik ediyordu: Allah yardımcımız olsun. Camimiz atalarımızın ruhlarına emanet olsun.
“Karaferye’de son ezan” başlıklı yazının üsteki özeti, 1924’teki mübadelede Karaferye’yi (Yunanistan) terk etmek zorunda kalan Fatihan torunlarının duygularını yansıtıyor. Tamamı bu hafta piyasaya çıkacak olan “Yunanistan’da Osmanlı Mimarisi” adlı kitapta yer alıyor. Atalarının yaşadığı mekânlardan ayrılmak, mezarlarından kopmak, mescitlere, medreselere kilit vurmak adeta evlat acısı yaşatmıştı Osmanlı torunlarına. Onlar Anadolu’ya geçince geride bıraktıkları ata yadigârı eserler sahipsiz kaldı. Genç Cumhuriyet’in de sınırları dışında kalan bu emanetlere sahip çıkacak gücü yoktu. Çoğu milliyetçiliğe kurban gitti; ortadan kaldırıldı. Bazısı bar, birahane yapıldı, bazısı ahır. 15. yüzyıldan kalan camiyi eve çevirip mihraba ikonalar asanlar da oldu. Ezcümle, hiçbiri aslına uygun kullanılmadı son bir asırdır.
Ankara, son 7 yıldır yürüttüğü ‘komşularla sıfır sorun’ politikasının ekonomik-politik kazanımlarının yanında kültürel geri dönüşlerini de alıyor bugünlerde. Açılan iletişim kanalları sayesinde sadece Balkanlar’da değil, Irak, Afganistan ve Kıbrıs’taki kültür mirasına sahip çıkıyor artık. Eserleri kayda geçiriyor, can çekişenleri onarıyor, yıkılanların şeceresini çıkarıyor. Sahipleniyor bir bakıma. Bu yönde hayata geçirilen ve ilerleme sağlanan projelerden biri bu hafta kamuoyuna yansıyacak. Dışişleri Bakanlığı’nın teklifi ve desteğiyle Yunanistan’da başlatılan “Osmanlı Eserleri Envanter Çalışması”nın ilk kitabı “Yunanistan’da Osmanlı Mimarisi I” raflardaki yerini alacak bugünlerde. Florina, Grebene, Karaferya, Kesriye, Kozana, Siroz, Yenişehir, Tırhala şehirleri ile köylerindeki Osmanlı eserlerinin hâl-i pürmelalini yansıtan ilk cilt tam 516 sayfa. İlk cilt diyoruz çünkü 2015’te tamamlanması planlanan seri tam 10 ciltten oluşacak.
YUNANİSTAN’DAKİ OSMANLI ESERLERİNİN SAYISI 3 KATINA ÇIKTI
Yunanistan’daki Osmanlı yadigârı eserlerin ne hâlde olduklarını genç bir akademisyen taşıyor gündemimize. Marmara Üniversitesi Öğretim Görevlisi Neval Konuk (34), yaklaşık bir asır evvel kapılarına kilit vurulan yüzlerce emaneti tek tek yerinde incelemiş, fotoğraflarını çekmiş. Konuk’un Osmanlı izindeki bu yolculuğuna kimi zaman Türk diplomatlar kimi zaman Anadolu’dan göçen Rumlar eşlik etmiş. Bir yıl süren zorlu saha çalışmasının ardından kasıtlı olarak gizlenen onlarca camiyi, türbeyi, konağı ortaya çıkarmış. Ortadan kaldırılan 5 bin eserin yanında varlığını koruyan 5 bin eser tespit etmiş: “2007’de Dışişleri Bakanlığı’ndan teklif gelince hiç düşünmeden kabul ettim. 4 yıllık saha ve arşiv çalışmalarının ardından oluşturduğum envanter bize Yunanistan’da 10 binden fazla eserimizin olduğunu gösterdi. Ekrem Hakkı Ayverdi Hoca’nın 1980’lerde basılan envanterinde bu rakam 3400 civarındaydı. Ayverdi Hoca Yunanistan’a gitmeden yazmıştı. Benim gördüğüm, çeşme, köprü, cami, hükümet binası, istasyon, medreseler, kışlalar, saat kulelerinden oluşan 5 bin üzerinde ayakta eser var ‘karşı komşu’da. Daha önceki envanterde yer almayan eserleri ortaya çıkardım. Bunun değeri ölçülemez benim için.”
Saha çalışmaları sırasında Türkiye’nin Yunanistan’la giriştiği dostane ilişkilerin katkısını hissetmiş: “Hep peşimde birileri oldu, her adımım izlendi ama sorunla karşılaşmadım. Yunanlar, Anadolu’dan gelen Rumlar yardımcı oldu çoğu kez. Türkçe de konuştuk yer yer.”
“İĞNEYLE KUYU KAZDIM”
Sadece saha kısmı değil öncesindeki arşiv çalışmaları da çok önemli Konuk’un. Türkiye’deki Başbakanlık Osmanlı, Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivleri ve kütüphanelerin yanında Yunanistan ve Bulgaristan arşivlerini, Türk eserlerinin kayıtlarının tutulduğu Selanik’teki Dördüncü Bizans Dairesi’ni yol etmiş: “Son 10 yılda Türkiye’nin Bosna, Kosova, Romanya, Arnavutluk, Makedonya ve Bulgaristan’da yürüttüğü restorasyon heyetlerinde yer aldığım için bölgeyle ilgili arşivlerin çoğunu inceleme fırsatım oldu. Yunanistan envanterinin oluşmasında önceki çalışmaların katkısı büyük elbette. Türkçe, İngilizce ve Yunanca yayımlanacak 10 ciltlik envanter, eserlerin eski ve bugünkü hâlini yansıtan görsellerle zenginleştirildi. II. Abdülhamid’in Yıldız Albümleri’ndeki Rumeli panoramalarını cami, medrese, köprü teşhislerinde kullandım. İlk kez Atik defterlerini inceledim. ABD’deki The Library of Congress’den fotoğraflar çıkardım. Binlerce kartpostal topladım sahaflardan. Farklı ülke arşivlerinden yararlanılması da objektifliğini artırdı. Yunan meslektaşlarımdan bile tebrikler alıyorum.”
“YIKILDI DENİLEN ESERLER DİMDİK AYAKTA”
Neval Hoca’ya göre çalışmasının bir diğer önemi ise eserlerle ilgili daha önceden yazılan bazı makaleleri çürütüyor olması: “Ayverdi Hoca Yunanistan’a hiç gitmemiş. Türkiye’deki arşivler üzerinden çıkarmış envanteri. 1980’de yıkıldı dediği eserlerden bir kısmını ben 30 yıl sonra ayakta buldum. Yıkıldı dediği Karaferye’deki Sultan Murat Hüdavendigar Camii hâlâ ayakta. Yine Hollandalı sanat tarihçi Prof. Dr. Michael Kiel’in yıkıldı diye yazdığı Yenişehir’deki Durbalı Sultan Bektaşî Tekkesi tüm varlığıyla dimdik ayakta. Ayrıca acil restorasyon isteyen eserleri de belirliyorum. Karaferye’deki Çelebi Sinan Bey Camii’nin durumu acil. Almanların işgalinde marangozhane olarak kullanılmış.”
Yunanistan’da eserlere yönelik kasıtlı yıkımın kalmadığını ancak doğal şartlardan ötürü kaybın devam ettiğini hatırlatıyor. Yunanların son yıllarda bazı restorasyonlara giriştiğini ancak Türk uzmanlar olmaksızın yapılan bu çalışmaların geri dönülmeyecek tahribatlara yol açtığını aktarıyor: “AB fonları ve projeleriyle restore ettikleri, etmekte oldukları eserler var. Rodos’taki Süleymaniye Camii, Karaferye’deki Medrese Camii gibi. Ancak çalışmalar sırasında Türkiye’ye danışılmadığı, Türk uzmanlardan destek alınmadığı için geri dönülmez kayıplar oluşuyor. Osmanlı ve Türk motifleri kazınıyor, yapılar Hıristiyanlaştırılıyor. Kasıtlı kiliseye benzetme gayesi var. Yenice-Vardar’daki Gazi Evrenos Bey Türbesi’ni bir Yunan ekip restore etti. 14. yüzyıldan kalan, Selçuklu mimarisi iki katlı yapıyı sanat galerisine dönüştürdüler. Mezardan çıkarılan kemikler müzeye taşındı. Türbe hissi veren her motif silindi. İyi niyetli restorasyonlar da var. Ama sayısı çok az.”
Envanter çalışması tamamlandığında, yıkılan, kasıtlı gizlenen eserlerin sayısı da ortaya çıkacak. Neval Konuk çalışmaları sırasında eve dönüştürülen camilerle karşılaşmış. Bu mekânların içinden de fotoğraflar çekmiş. Zaten evde yaşayanlar da evlerinin eski bir cami olduğunu anlatmışlar: “Mesela Karaferye’deki iki katlı Bayır Camii bugün Yunan Efthimiadis ailesinin üzerine tescilli. Eve girdim, salona denk gelen odada mihrap olduğu gibi duruyor. İkonalarla süslenmiş. Banyoda da minare kaidesi duruyor. Üzerine çamaşır makinesi konmuş. Avluda hâlâ mezar taşlarının kırıkları duruyor. Selanik’te İskele Camii bugün bar ve depo. Vali Zihni Paşa’nın yaptırdığı cami ve medresesi de bugün ev. Türkler hiçbir kiliseyi eve dönüştürmemiş. Mübadele sırasında dinî mekânlar kullanılmış ama dokusuna zarar verilmemiş. Yunanistan’da amaç dışı kullanım devlet eliyle teşvik edilmiş.”
Balkan savaşları, Bulgar, Alman işgali ve 1974 Kıbrıs çıkarması sırasında eserlere yönelik ciddi tahribat olmuş. İtalyanlar da adalarda boş durmamış. Mübadele sonrasında Anadolu’daki topraklarını bırakmak zorunda kalan Rumlar da Yunanistan’a döndüklerinde hınçlarını bu yapılardan çıkarmış.
Kitap incelendiğinde Yunanların köprü, çeşme, saat kulesi, kamu binası, istasyon ve kışla gibi kullanabileceği mekânları tahrip etmediği anlaşılıyor. Özellikle Osmanlı çeşmelerinin kullanıldığını anlatıyor Neval Hanım: “Kullanabilecekleri mekânlara zarar vermemişler. Sadece Osmanlı izleri kazınmış. Çeşmeleri, köprüleri, saat kulelerini, kışlaları kullanıyorlar. Selanik’teki eski jandarma mektebini hastaneye çevirmişler. Çok mekân var böyle. Binalar kullanıldıkça yaşar. İçine girip çıkan olmazsa yıkılır. Amaç dışı kullanım yıkılıp gitmesinden iyidir.”
“ENVANTER TÜRKİYE’NİN ELİNİ GÜÇLENDİRECEK”
Envanter çalışmasının (adalar da dâhil) Türkiye’ye ciddi bir katkı sağlayacağını düşünüyor Neval Hoca. “Yunanistan’daki eserlerin sayısının bilinmesinin ilişkileri yeni bir boyuta taşıyacağını söylüyor: “Yunanistan’daki eserlerin yüzde 20’si kayıt altına alındı ilk iki ciltte. 10. cilde ulaştığımızda yıkılan ve ayaktaki tüm eserlerimizi öğrenmiş olacağız. Bu envanter ilk başta Yunanistan’daki tüm Osmanlı eserlerinin yıkıldığı kanısını ortadan kaldırıyor. Çalışma tamamlanınca acil müdahale bekleyen tarihî yapılar için UNESCO veya ICOMOS (Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi) nezdinde girişim başlatılabilir. Geri almasak da aslına uygun kullanılmasını sağlayabiliriz. Tarihi 14. yüzyıla kadar uzanan eserleri dünya mirası listesine de ekletebiliriz. Keşke 60 sene önce başlasaydık, daha fazla eseri kurtarabilirdik yıkımdan.”
Görüşmenin sonunda “Yunanistan’ın ardından Bulgaristan’a başlamamız lazım. Orada da çok eserimiz var.” diyor ve ekliyor: “Bu yapılar bizim oradaki tapularımız, orada yaşayan Türklerin hüviyeti bir bakıma. Tek bir mezar taşının bile anlamı büyük bizim için. Bu belki şimdi anlaşılmıyor ama günü gelince açıkça görülecek. Yunanların Türkiye envanterlerini yıllar önce tamamladığı gözden kaçırılmamalı.”
KAYNAK: http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/newsDetail_getNewsById.action?newsId=27750
AKSİYON
MESUT ÇEVİKALP
Sayı: 826 / Tarih : 04-10-2010