Bölüm 2. Yakın Dönem Mübadele Romanlarındaki “Türk” ve “Rum” Algısına Dair Mukayeseli Bir İnceleme
http://tplondon.com/books/9781910781555.pdf
Atıf Akgün 1 , İsmail Alper Kumsar 2
Selânik içinde selam okunur
Selânın sadası cana dokunur
Rumeli Türküsü
Giriş
Tarihe ilişkin araştırmalar çoğunlukla olayların sebebi, gerçekleşme biçimi ve sonucu üzerinden birtakım rakamlara, kazanımlara, kayıplara yer vererek okurun zihninde genel bir şablon çizmeyi hedefler. Genelleştirme ne kadar büyük ve tutarlı ise varılan sonucun da o denli önemli ve isabetli olduğu düşünülür. Bu yaklaşım tarihe meraklı insanların geçmişte yaşananlar hakkında bilgi edinmesini ve bu bilgilerin kalıcı hâle gelmesini kolaylaştırıcı bir yoldur. Esasen bu genelleştirme, sadece Tarih’te değil bütün bilimlerde kullanılabilen bir metottur. Fakat şurası bir gerçek ki bahsi geçen genelleştirme eylemi, biricik olan ‘insan’a ait duyguların yer yer görmezden gelinmesine ya da büsbütün geçiştirilmesine neden olabilir. Sözgelimi “I. Dünya Savaşı Avusturya-Macaristan veliahtı Arşidük Franz Ferdinand’ın 28 Haziran 1914’te Gavrilo Princip adında bir Sırp milliyetçisi tarafından Saraybosna’da öldürülmesi ile patlak verdi.” şeklinde başlayan I. Dünya Savaşı betimlemeleri buna benzer birçok cümle ile olaylar arasında farklı nedensellik ilişkileri kurularak uzun uzadıya anlatılır. Bu betimlemeler içinde Arşidük Franz Ferdinand’ın veya Gavrilo Princip’in duygularına yer yoktur. Bir tarih araştırmacısı daha önce defalarca suikasttan kurtulmuş olan Franz Ferdinand’ın bir suikastle öldürülmek konusunda nasıl bir korku yaşadığını tarihin akışı içinde değersiz bir mesele olarak görebilir. Bu çalışma kapsamında ele alacağımız
mübadele meselesinde de durum farklı değildir. Bir tarihçi için mübadele öncesinde ve sonrasında ortaya çıkan ekonomik, siyasi, sosyal sonuçlar hakkında bir hüküm vermek çok değerli iken toprağından koparılan “Mehmed Ağa’nın” duyguları genel manzara içinde önemli bir yer işgal etmez. Oysa edebî eserde esas olan Mehmed Ağa’nın duygularıdır. Edebî eser, insan tekine özgü bu duyguyu verebildiği ölçüde başarılıdır.
Tarihî roman, sosyal roman ya da daha da özelleştirerek söyleyecek olursak mübadele romanı gibi başlıklar altında söyleyeceklerimizi edebî esere özgü kriterler dahilinde değerlendirmedikçe edebî metni başka çalışma alanlarının arka bahçesi olmaktan kurtarma şansımız yoktur. O hâlde öncelikli ve önemli olan edebî eserin kendine özgü gerçekliğine saygı duymaktır. Edebî eser, herkesçe bilinen bir gerçekliği temel aldığını
da söylese -mübadele gibi- o gerçekliği kendine özgü tarzıyla biçimlendirir. Bu bildiride tarihî gerçeklik bir zemin teşkil etmesi bakımından yer yer hatırlatılmakla birlikte asıl üzerinde durulacak mesele Türk ve Rum algısının edebî eserdeki görünümüdür.
“Mübadele” olayının sıradan göç hâdiselerinden oldukça farklı bir şekilde gerçekleşmiş olması, edebî bakımdan da birçok malzemeyi bünyesinde taşımasını
sağlamıştır. Mübadele’yi insanlığın şahit olduğu diğer büyük göç olaylarından ayıran en belirgin özellik, belli bir anlaşma dahilinde, karşılıklı ve zorunlu olmasıdır. Lozan
Antlaşmasına ek olarak yapılan 30 Ocak 1923 tarihli sözleşme uyarınca Yunanistan’da Batı Trakya dışındaki Müslümanlar ile Türkiye’de İstanbul dışındaki Ortodokslar
1
2
Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü, Türk Dünyası Edebiyatı ABD.
Okt. Dr., Düzce Üniversitesi, Türk Dili Bölümü.
27 Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler
“zorunlu” olarak yer değiştirmişlerdir. Bu hâdise sonucunda, Türkiye’ye
Yunanistan’dan 500.000; Yunanistan’a da Türkiye’den 1.200.000 kişi zorunlu olarak
ve ayrıldıkları memleketlerine bir daha dönmemek üzere göç ettirilmiştir (Arı, 2017, s.
6). Mübadele romanlarını salt birer tarihî belge olmaktan çıkaran yönü de söz konusu
göçün insan (roman kişileri) için ortaya koyduğu yeni durumlar ve bu yeni durumlar
karşısında insanın yaşadığı çatışma, gerilim, uyum vb. eylemlerdir (Tilbe, 2015, s. 464-
465). Bu bağlamda meseleye edebiyat bilimi çerçevesinde yaklaşan çalışmalar,
mübadelenin tarihsel arka plânından ziyade, söz konusu hâdisenin, edebî eserin kurgu
dünyasını nasıl şekillendirdiği konusuna eğilir.
Çalışmamızda yapılan inceleme ve değerlendirmeler yakın dönem mübadele
romanlarındaki Türk ve Rum algısı ile sınırlandırılmıştır. Konunun salt edebî eserlerle
sınırlandırılmış olması Karşılaştırmalı Edebiyat bilimi sahası içinde hareket etmemizi
sağlamıştır. Bu konuda Gürsel Aytaç’ın şu tespiti bir dayanak noktası olarak kabul
edilmiştir: “Araştırılan konu salt edebi eserlerle sınırlandırılmışsa Karşılaştırmalı
Edebiyat biliminin alanına girebilir” (ayrıntılı bilgi için bkz: Aytaç, 2013, s. 109).
Ayrıca incelediğimiz metinlerde belli bir algıyı tespit etme çabamız “İmgebilim”
sahasına temas etmemizi gerekli kılmıştır. Bu vesile ile sıklıkla birbirinin yerine
kullanılan “imge” ve “algı” kelimeleri hakkında kısa bir bilgilendirme yapmakta fayda
görüyoruz. Latince'deki imago sözcüğünden kaynaklandığı düşünülen imaj ya da imge
kavramı, 13. yüzyıldan başlayıp günümüze gelinceye kadar değişik birçok alanda
kullanılmış ve değişen dönemlerde farklı anlamlar kazanmıştır (Aydın, 2008, s. 108-
109). TDK sözlüğünde imge için verilen tanımlardan biri şöyledir:
Duyularla algılanan, bir uyaran söz konusu olmaksızın bilinçte beliren nesne ve
olaylar, hayal, imaj” (http://www.tdk.gov.tr). Yine aynı sözlükte algı için: “Bir şeye
dikkati yönelterek, duyular yoluyla o şeyin bilincine varma. Bir nesne duyular
aracılığıyla algılanır, ancak algı duyusal izlenimlerden daha fazla bir şeydir,
bilinçli bir farkına varmadır, duyumları bilince ileten bir olaydır” ifadesi kullanılır.
Her ikisi de aynı zamanda felsefî birer kavram olan “imge” ve “algı” kavramlarından
“imge”nin “algı”yı da içine alan geniş bir kapsam alanına sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda zamanla “imgebilim” adıyla, imgelerin ortaya çıkışını, var oluşunu ve
toplumsal etkisini inceleyen bir bilim dalı dahi meydana gelmiştir. Bu bilim dalı,
öncelikle edebiyatta yaygınlık kazanmış daha sonra da sosyoloji, tarih gibi alanlarda
kullanılmıştır. Çalışmamızda bahsedilen “algı” kavramının imgebilim dâhilinde
değerlendirildiğini belirtmeliyiz. Bu yaklaşımın edebî eserlerde algı konusunu araştıran
birçok çalışma için de geçerli olduğunu, çalışmamızda algı kelimesinin tercih
edilmesinin de söz konusu bağlamda düşünüldüğünü bu vesile ile paylaşmak isteriz.
Edebî eserlerde “imge” konusu esasen okurlardaki “algı”yı şekillendiren bir husustur.
İmge döneme ve şartlara göre değişim gösterebilmekte ve genellikle algıya tesir
etmektedir. Bir başka deyişle eserdeki imgelem dünyası söz konusu eserdeki iletilerin
algıya dönüşmesinde temel belirleyici olmakta ve “algı”nın çözümlenmesinde
imgelerden hareket edilmektedir. Edebî eserde imgeyi Ulağlı’nın şu tanımı
çerçevesinde düşünmek mümkündür:
Edebi metinlerde, imgeler yazar ile bilinçaltı, yazar ile toplum ve son olarak yazar
ile okur arasındaki ilişkiyi ortaya koyan elemanlardır. Yazarın geçmişinden,
bastırılmış dürtülerinden, inançlarından ve deneyimlerinden oluşan imgeler yazarın
kişiliğini bizlere tanıtan anlamlı yapılardır. Yazar eserine yerleştirdiği imgeler ile
28okuruna kendi toplumunun siyasal, sosyal ve kültürel tablosunu sunar (Ulağlı, 2004,
s. 4).
Aynı yazar, imgebilim çalışmalarının bir toplumun bir başka toplumu nasıl algıladığı
konusunda önemli birtakım veriler sunabileceğini şu sözlerle ifade eder:
İmgebilim bir çalışma, sosyolojik bir yapı içerir. Bir toplumun diğer bir toplumla
ilişkilendirilmesi ve bir toplumun bir diğer topluma nasıl baktığını anlamaya
yardımcı olur. İkinci olarak imgebilim bir edebiyat incelemesidir. İmge incelenmesi
edebiyatlar arası kültürel ve ideolojik etkileşimi, oluşum sürecini açıklamaya
yardımcı olur (Ulağlı, 2001, s. 428).
“İmge” ve “algı” konusundaki görüşlerimizi bu şekilde açıkladıktan sonra Mübadele
romanlarındaki “Türk ve Rum” algısını ele aldığımız bu tür bir çalışmaya
yönelmemizdeki temel sebebi açıklayabiliriz. Bu tarz bir çalışmaya yönelmekteki
amacımız, Karşılaştırmalı Edebiyat alanının temel kazanımlarından birini işaret
etmektedir. Kefeli bu hususu şu sözleriyle ifade eder: “Farklı milletlerin, farklı dil ve
kültürlerin edebî metinlerini inceleyerek onlar arasındaki paralelliği, benzer ve farklı
noktaları tespit eden bu sanat dalı aynı zamanda felsefe, sosyoloji, psikoloji, sinema
gibi sahalarla edebiyat arasında ilişki kurarak daha geniş bir bakış açısı kazandırır”
(Kefeli, 2000, s. 9).
Çalışmamızda mübadele konulu romanların yoğunluk kazandığı yakın dönemden
(1990-2013) 10 eser örneklem olarak seçilmiştir. Söz konusu eserlerdeki “Türk” ve
“Rum” algısını mukayeseli olarak incelediğimiz çalışmamızda ele alınan eserler,
mübadeleye sadece temas etmekten ziyade merkezlerine mübadeleyi alan kurguları ile
öne çıkmaktadır. Herhangi bir edebî eserde yer alan ulus/millet imgesi ya da imajı somut
bir gerçekliğe göndermede bulunurken bu romanlarda söz konusu “millet”e dair
oluşan/oluşturulan “algı” romancının yer yer müdahale edebildiği, zihin süzgecinden
geçirerek okuyucuya sunduğu öznel bir tasarım olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu
nedenledir ki yakın dönem Türk edebiyatında mübadele romanı yazarlarının eserlerinde
her iki milleti aksettirirken takındıkları tavır ve kullandıkları argümanlar eserlerinde
vermek istedikleri Türk ve Rum algısını yansıtmaktadır. Bu itibarla çalışmamızda
odaklanılan alan, Türk ve Yunan milletlerinin tarihî kimlikleri değil, bu milletlerin
yazarlar tarafından hangi algı/lar ile okura sunulduğu olmuştur. Çalışmamızda örneklem
olarak yararlanılan on eser ve künyeleri şöyledir:
Tablo 1
Çalışmamızda İncelenen Mübadele Romanları
Yazar Roman Adı 1 Feride Çiçekoğlu Suyun Öte Yanı (1992)
2 Kemal Yalçın Emanet Çeyiz-Mübadele İnsanları (1998)
3 Ali Ezger Özyürek Muhacirler -Bitmeyen Göç- (2003)
4 Saba Altınsay Kritimu -Giritim Benim- (2004)
5 Yılmaz Gürbüz Mübadiller (2007)
6 Nurten Ertul Kimlik (2010)
7 Yılmaz Karakoyunlu Mor Kaftanlı Selanik -Bir Mübadele Romanı-. (2012)
8 Akın Üner Çalı Harmanı -Mübadelenin Hazin Hikâyesi- (2013)
29
Yayın YılıGöç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler
9 Demet Altınyeleklioğlu Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan (2013)
10 Belgin Karabulut Mübadele Günlerinde Aşk (2014)
1. Mübadele Romanlarında İki Farklı Yaklaşım: Millî ve Hümanist Söylem
Edebî metinlerin insandan bağımsız olması düşünülemez. Diğer sanat eserlerinde
insansız bir içeriğin üretilebilmesi mümkün olmakla birlikte edebî eserlerde böyle bir
durum söz konusu değildir. Bilhassa kişiler arası ilişkilerin tahkiye edilmesine dayalı
roman gibi bir metin türünde insanı aradan çıkarmak imkânsızdır (ayrıntılı bilgi için
bkz. Sazyek, 2013, s. 1127-1139 ). Bu bağlamda tarihî bir gerçeklikten hareket ettiğini
söyleyen mübadele romanları da kaçınılmaz olarak insandan söz etmiştir. Ancak diğer
romanlardan farklı olarak mübadele romanları çoğunlukla iki farklı milleti ele alıp
değerlendirmek gibi bir zorunluluk yaşarlar. İki farklı milleti ve bunlar arasındaki
ilişkileri değerlendirme zorunluluğu, “Türk” ve “Rum” algısını her romanda belli
düzeyde görünür kılar. Bu romanları bir bütün içinde değerlendirdiğimizde ise
“Mübadele Romanlarında Türk ve Rum Algısı”nı anlama imkânı buluruz.
Mübadele romanlarında, ele almak zorunda kalınan iki “komşu” ya da “düşman”
millet karşısında iki farklı tutum belirlenmiştir. Kimi zaman hümanist bir bakışla,
yaşanan hadiseler her iki millet için trajik olaylar dizisi biçiminde ele alınırken yer yer
yazarların kendi milletlerine karşı duydukları sorumluluk bilinciyle romantik ve
milliyetçi bir anlatımın da ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Her iki söylem kalıbının
içeriğine dair tespitlerimize geçmeden önce incelediğimiz romanlardan hümanist ve
milliyetçi yaklaşımı ifade eden bazı alıntıları paylaşmayı uygun görüyoruz:
Tablo 2
Mübadele Romanları – Hümanist/Milliyetçi Söylem
HÜMANİST SÖYLEM
Eser Adı
Ben, “Türk, Yahudi, dönme Rum önemli değil, önemli olan insanlık.” dedim,
dinletemedim. Bak şimdi bütün insanlar eziyette. Neden? Türk’müşüz,
dönmeymişiz, Rum’muşuz... Selanik’te Rum mübadillerin sefaletini de, bu
vapurdaki Türk mübadillerin sefaletini de gördüm. İnsanlık!
Bir Allah, bir Hristiyan
Mübadiller: 467
Emanet Çeyiz: 124
Sen Türk ben Rum
Ama ikimiz de kardeşiz
Her zaman
Sevgidir insanı insanlaştıran! Kan kanla yunmaz, kin kinle temizlenmez ki!
Sevgiyle artar bereketimiz! Emanet Çeyiz: 344
Fakat işte bu noktada zihnim bulanıyor. Biz şimdi, kendi istiklalimiz için harp
etmekte haklıysak, istiklali için Osmanlı ile harp eden Giritli Hristiyanlar
haksız mı idi? Kritimu: 242
Cinayet değil miydi bu? Öyleyse eğer, yıllardır olup bitenden farkı neydi?
Hıristiyanlar Müslümanları öldürüyor, Osmanlı’nın askeri dağları basıyor,
önünden geçen keçileri bile kesiyordu. Kritimu: 258
Fakat Dimitris onlar gibi düşünmüyordu. Doğan tek şey vardı: Düşmanlık.
Artık kapı komşularıyla bile dost değildiler. Savaş bu topraklarda doğup
büyüyen insanları birbirine düşman etmişti, o kadar. Ah Bre Sevda, Ah
Bre Vatan: 20
30Hangimiz dünyaya gelirken vatanımızı, memleketimizi, ailemizi, adımızı,
dinimizi, dilimizi, rengimizi seçme şansına sahibiz? Sorgusuz sualsiz
geliyoruz. Bizim için hazırlanan kodları alıyoruz. Bu kodlarla büyüyor,
konuşuyor, inanıyoruz. Mübadele
Günlerinde Aşk: 249
...Doğru ya da yanlış olan ne din ne dil, ne renk, ne ırk, ne statüdür. Önemli ve
değerli olan, içimizde sevgiyi, aşkı büyütmek, vicdanımızı ve yüreğimizi açık
tutabilmek, sevilmeyi istemeden önce sevmeyi öğrenebilmek, mutluluğun
mutlu etmekten geçtiğini bilmektir.” Mübadele
Günlerinde Aşk: 250
Her harp, yeni kızancıkların toprağa düşmesi demekti. Toprağa düşen her
delikanlı da ardında bıraktığı bir kadının yüreğine ateş düşmesi... Çalı Harmanı: 15
Bu doğru değil Andreas. Padişah Müslüman olabilir ama Osmanlı hiçbir zaman
sadece Müslümanların devleti olmadı. Sen Osmanlı zamanında dağlarda ya da
mağaralarda saklanmış bir kilise inşa edildiğini duydun mu? Çalı Harmanı: 11
Acaba bugüne kadar öldürdüğü Müslümanlardan kaçı Hamit gibi yaralı bir
Hristiyan’ı hayata döndürecek kadar insandı? Bu soruyu kendisine sorduğunda
savunma içgüdüsüyle “iyi ama Müslümanların öldürdüğü Rumların da arasında
iyi kalpli insan vardı” cevabını almıştı. Çalı Harmanı: 200
Herkesin aynı coğrafyanın insanları oldukları bilinciyle davrandığı; ulusal,
dinsel farklılıkların önemsenmediği zamanlar geçmişti. Yenenler ve yenilenler,
yıllarca egemen olanlar, kendini azınlık hissedenler vardı. Muhacirler: 78
Düzenimiz iyiydi, neden çıktı bu savaş, bu düşmanlık. Biz güzelce geçinirdik
Müslümanı Hristiyan’ı, alıp veremediğimiz yoktu. Şimdi değişti işler. Ben gene
aynı düşünürüm, ayırmam Türk, Rum, Bulgar ama ayıranlar var. Muhacirler: 71
Dimitris kederle içini çekti. Türklerle Rumların beraberce dolaşıp, günün
ahvalini konuştuğu günler çok gerilerdeydi artık. Ah Bre Sevda, Ah
Bre Vatan: 16
Bizim gâvur İzmir’den geldi. Çolak Nikola derlerdi. İyi adamdı. Gâvur olsun
ne olursa olsun, iyi insan olduktan sonra. Muhacirler: 88
Türkler de severdi Yorgo’yu. “Gâvurun islası” derlerdi. Muhacirler: 70
MİLLİYETÇİ SÖYLEM
Eser Adı
Hayat bir insan için kısaydı. Ömür yel gibi gelip geçiciydi. Ama hayat bir millet
için ebediydi, sonsuzdu. Fakat bu sonsuzluğu ölümlü olan millet fertleri
sağlayacaktı. Bu sadece Plevne’de, Dömeke’de savaşıp şehit ve gazi olarak
sağlanmıyordu. İşte Tuna elden çıkmıştı ama orada dedesini ve babasını şehit
bırakan Rahim ve çocukları yaşıyordu. İdraki olan için bütün yurt bir savaş
alanı gibiydi. Vatanını seven insanlar, sade savaşarak değil çalışarak, çift sürüp
buğday yetiştirerek askeri, milleti doyurdukları gibi evlenerek çoluk çocuk
sahibi olarak da milleti ölümsüzleştirebilirlerdi.
Her ferdinde mefkûre bir, lisan, adet, din birdir...
Mübadiller: 72
Mübadiller: 126
Mebusları temiz, orda Boşo’ların sözü yok,
Hududunda evlâtları seve seve can verir,
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!
Ziya Gökalp
Türklük şuuru yok baştakilerde. Esat Toptani, İsmail Kemal Arnavut. Bunlar
Rumlarla koklaşıyor. Bunların ahbabı kim? Kel Tahsin Paşa. O da Arnavut.
Bizim saf Müslüman Arnavutlara bir diyeceğimiz yok. Ama bu hainler
devletten para alıyor, maaş alıyor; Selanik’teki Rum tavernalarında Boşo’yla,
Yorgo’yla kadeh tokuşturuyor. Bunlardan ne hayır gelir? Mübadiller: 165
Tek bir insanı değil, vatanı milleti sevmek daha değerlidir. Mübadiller: 187
31Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler
Balkan harbi yenilgisiyle, Türklerin asalet övünç, büyük, şatafatlı, koltuk
kabartan sözler geçerliliğini yitirmişti. Beylik, zenginlik hâkimiyete bağlıydı.
Şimdi Küçükbalkan’da hâkim olan Yunan jandarmasıydı. Yıllarca paşa ve
beylerin asil ve insancıl zapturaptını görmüş topraklar, Yunan’ın görgüsüz,
sırnaşık, şirret ve bencil yönetimine alışamamıştı. Mübadiller: 212
-Bize niçin evladı fatihan diyorlar Ali? Çocuk daha önceleri tereddütsüz verdiği
cevabı bu kez kekeleyerek cevaplandırdı: Kanla aldığımız toprağı sabanla
vatan yaptığımız için. (...) –Aferin oğlum! Yarın da saban sürmeye devam
edelim. Bu topraklar bizim. Toprak bizi bırakmıyor. Mübadiller: 273
Abla! Bak şu cennet gibi bahçelere, bağlara, saray gibi konaklara. İşte mal mülk
bunlar. Camiler, minareler, tekkeler, mezarlıklar. Biz bunlarla birlikte koskoca
bir vatanı, coğrafyayı ve arkamızda bırakıp gidiyoruz. İki çaput götürsek ne
olur, götürmesek ne olur! Mübadiller: 329
Üsküplerin çıkışında başlarında iki Yunan Jandarması, bir kısmı yaya, bir kısmı
tek atlı araba üzerinde Ege’den gelen Rum muhacirler göründü. Bunlar
landoyu, faytonları ve uzun araba kuyruğunu görerek önce kervandaki
Türklerin anlamadığı Rumca hakaretlerle ellerini salladılar sonra da Türkçe
sövmeye başladılar: -Mustafa Kemal’in piçleri! –Mustafa Kemal’in piçleri!
Şimdi en önde at süren Halim Bey, Gazi’nin hemşehrisi olmaktan, daha büyük
gurur duyuyordu. Bu pejmürde kılıklı Rum kaçkınlar, öyle kindar yumruk
sallıyorlardı ki arabaların içindeki çocuklar, “Rum pedileri”nin taş atacakları
korkusu ile eğilip korunmak istiyorlardı. Mübadiller: 342-343
Ha Anadolu Türk’ü, ha Rumeli Türk’ü! Hep aynıyız. Çile çekmek, çalışmak ve
savaşmak için yaratılmışız! (....) Yazık sana ağlamayan şiire yazık sana
titremeyen vicdana... Yazık sana uzanmayan ellere... Yazık seni kurtarmayan
insana!... Mübadiller: 764
Vatan için canımı veririm. Ezan için dünyaları yıkarım. Türklük için dünyaları
yakarım. Emanet Çeyiz: 248
“Gene Türkçe konuşuyor” diye iç geçirdi Andreas. Papazlara terzilik yapan
birisi niye Türkçe konuşur ki? Çalı Harmanı: 112
Burada biraz soluklanmak için yol kenarına oturup Rum köylünün gönülsüzce
verdiği küçük testiden su içtiler sırayla. Muhacirler: 60
Tanrı hep bunlara gülecek değil ya. Yüce İsa babamız bu sefer zafer tacını
Helen milletinin başına koydu. Ah Bre Sevda, Ah
Bre Vatan: 19
Söz konusu iki farklı yaklaşım, kimi zaman kahramanların dilinden kimi zaman da
romanın anlatıcısı tarafından okura aktarılır. İncelediğimiz romanlar içinde milliyetçi
söylemin en güçlü biçimde hissedildiği eser, Yılmaz Gürbüz’ün Mübadiller romanıdır.
Diğer romanlardaki ikili kurgunun aksine bu eserde bir Türk ailesinin merkeze alındığı
görülmektedir. Eserde, Üsküplerli bir Türk ailesi merkeze alınarak mübadelenin Türkler
üzerindeki etkisi yansıtılmaya çalışılır. Türkiye ve Yunanistan’da bulunan bütün Türk
boyları, romana bir şekilde dâhil edilerek mübadele coğrafyasında yaşayan tüm
Türklerin mübadeleyle ilişkileri ortaya konur. Yunanistan’daki Hristiyan
Gagavuzlardan, Anadolu’yu terk etmek zorunda kalan Hristiyan Karamanlı Türklerine
kadar birçok Türk boyu roman içinde ayrıntılı sayılabilecek bir gözlemle anlatılmıştır.
Hatta Türkçe bilmeyen bir kısım mübadiller; dillerini unutmuş, Arnavutlaşmış Türkler
olarak romana dahil edilir: “Kendimizden ayrı görmeyelim onları. Bunlar da Türk. Aynı
Grebeneliler gibi. Özbeöz Türk. Bazı Boşnaklar, Konyarlar gibi. Soyları Türk. Dillerini
unutmuşlar. Grebeneliler, Moralı Müslümanlar nasıl Rumca konuşan Türk’se, bunlar
da Arnavutlaşmış, dili Arnavutçaya dönmüş Türk.” (Mübadiller, s. 721) Romanın bir
32yerinde Yunan jandarmaları, kanun kaçağı Yörük Zülfikar Ağa’yı, Hristiyan Gagavuz
Türkü Yaprak Ağa’nın sakladığını düşünerek Yaprak Ağa’yı sorguya çekerler. Bu
sırada bir Yunan jandarmasının söylediği şu sözler ilginçtir: “Sizi de Müslümanlar gibi
buralardan sürmek gerek! Ah Venizelos! Nerden ‘Müslümanların mübadelesi’ dedi de
sizin gibi aynı soyun boku olan Melisor ve Gagavuzları başımıza bela bıraktı. Türk değil
misiniz: Hristiyan’ınız da Müslüman’ınız da aynı. Hepinizin köküne kibrit suyu.”
(Mübadiller, s. 357) Yunan jandarmasının söylediği bu ırkçı sözler, mübadelenin tek
ölçüsü sayılan din olgusunun süregelen problemlerin çözümü için yeterli bir ölçüt
olmadığını göstermektedir. Bu olay, kültürel kimliğin inşasında dinin çok önemli bir
yeri olmakla birlikte milliyetin de göz ardı edilemeyeceği gerçeğini ortaya
çıkarmaktadır. Nitekim Hristiyan Karamanlı Türklerinin Anadolu’dan gidişi
Anadolu’daki Müslüman Türkler arasında üzüntüye sebep olmuştur. Halim Bey ile
Kayserili bir tüccar arasında geçen konuşma bu bakımdan dikkat çekicidir: “Bunlara
yazık oldu, dedi. Orta Anadolu Rumları, Ege Rumlarının yaptığı gibi hiçbir hainlik
yapmadı. (...) Bu giden Hristiyanların adları da Türkçe. Çevir sor bak. İkisinden biri
ya Ayvaz’dır, ya Bülbül, ya Yadigâr, ya Hasbek!” (Mübadiller, s. 695).
Mübadiller romanının ana kahramanı olan Halim Bey’in Selanik ve Manastır’daki
milliyetçi aydınlarla teması, olaylara millî bir şuur perspektifinden yaklaşmasını sağlar.
Halim Bey yer yer Ziya Gökalp, Mehmed Emin Yurdakul gibi Türkçü aydınların
düşüncelerini de dile getirir. Kimi zaman anlatıcı perspektifinden kimi zaman da Halim
Bey’in ağzından milleti millet yapan değerlerin neler olduğu, millet olmanın anlamı ve
değeri üzerine birtakım sözler söylenir. Aynı romanda ciddi bir eğitim görmemiş
kahramanlar ağzından da bazen millî duyarlılığı yansıtacak sözler duyulur. Mürsel Bey
isimli bir köylünün “Türk’ü Türk’ten başkası düşünmez.” sözü ve kendisini Yörük
Türk’ü olarak tanımlaması bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Mürsel Bey’in bu
millî şuuru karşısında Atatürk’ün hissettiği şu duygular dikkate değerdir:
Küçükbalkan’dan yeni gelmiş bir Türk köylüsünde, bu milliyet duygusunu
görmekten memnunluk duymuştu. Demek Genç Kalemlerin, cemiyetlerin
çalışmalarının etkisi oralara kadar uzamıştı. Belki de bu bilinç kökten, aileden
geliyordu. (...) Millete mensubiyet şuuru bizi ayakta tutacak, hanedana değil.
Sıradan bir Rumeli köylüsü olarak görünen bu yeni tüccarın, böylesine bir tarih ve
soyluluk şuuru içinde olması, mülazım Mustafa Kemal Bey’in memnunluğunu artırdı
(Mübadiller, s. 112).
Bu vesileyle belirtmek gerekir ki mübadele romanlarındaki Türk ve Rum kahramanlar
genellikle ciddi bir eğitim görmemiştir ve yaşadıkları olayları derinlikli biçimde
yorumlayabilecek tipler değildir. Yine aynı sebeple romanların büyük çoğunluğunda
yaşanan olayların tahlilinden ziyade tasvirinin ön plana çıktığını söyleyebiliriz.
Mübadiller romanında diğer romanlarda çokça rastlamadığımız Sabatayistler önemli
bir yer tutar. (Kısmen Çalı Harmanı’nda da görülmektedir.) Müslüman olmakla birlikte
kendi içlerinde evlilik yapmaya gayret gösteren, Balkanlardaki Yunanlılarla çok sıkı
ilişkiler içinde bulunan, genellikle zengin tüccarlardan oluşan, İslami değerlere oldukça
uzak bir yaşam biçimini tercih etmiş olan bu topluluk, romanda millî kimliği en zayıf
insan grubu olarak takdim edilir. Millî ve dinî duyguları çok da önemsemeyen bu
gruptan Mehlika, asıl değerin insanlık olduğunu; Türklük, dönmelik ya da Rumluğun
bir şey ifade etmediğini düşünse de mübadele onları da etkileyecek; üstelik yıllarca
kapılarında hizmetçilik yapmış uşakları bile kendileriyle alay edecektir. Göç yolunda
Gülcemal Vapuru’nun en lüks kamarasında seyahat eden, piyanosunu bile yanında
33Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler
götüren Mehlika ve yakın çevresindeki Sabatayistlere karşı mübadil Türklerde ve
anlatıcıda belli oranda nefretin oluştuğunu da belirtmek gerekir.
Mübadiller romanı dışındaki diğer bütün romanlarda yer yer kahramanlara ait
milliyetçi bir söylem kullanılmışsa da ağırlıklı olarak hümanist bir yaklaşımın olduğunu
söyleyebiliriz. Bu romanlar içinde hümanist yaklaşımın en belirgin olduğu eser
Mübadele Günlerinde Aşk’tır. Diğer romanlarda hümanist tutum, yaşanan sıkıntıları iki
taraflı olarak anlatma çabası şeklinde ortaya çıkarken Mübadele Günlerinde Aşk’ta
âşıkları mutlak masum ve haklı gösterme çabası içinde, aşkın ve âşıkların önünde engel
olabilecek her türlü bağlayıcı unsura karşı çoğu zaman derinliksiz sayılabilecek
hümanist bir söylem geliştirmeye çalışılır. Sözgelimi anlatıcı, aşkın ve âşıkların önünde
engel olan aile, din, dil, ırk, vatan gibi kavramları kişilerin dünyaya gelirken seçemiyor
oluşuyla ilişkilendirerek bir değer olmaktan çıkarmaya çalışır. Ona göre asıl olan
insanın içindeki sevgiyi büyütmesi, vicdanını ve yüreğini açık tutabilmesidir. Daha
evvel belirttiğimiz gibi diğer romanlarda da yer yer buna benzer düşüncelerle
karşılaşmak mümkün olsa da bunlar çoğu zaman tek kahramana ait kişisel
düşüncelerdir. Bireylerin hayata bakışını derinden etkileyen kültürel değerlerin
anlamsızlığı düşüncesi temel bir felsefe olarak mübadele romanlarının bütününe
yayılmaz.
Yazarların neredeyse bütün mübadele romanlarında hümanist bir söylem içerisinde
oluşturduğu ve her iki millet tarafından kabul görmüş anlatı kişileri vardır. Söz konusu
kişiler, ana karakterler olmamakla birlikte romanlarda kendileri hakkında az ya da çok
bilgi verilmiş kişilerdir. Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan romanında mübadelenin
Yunanistan tarafında cereyan eden olay örgüsünde Kuloğlu Cemal ile Stelyo’nun dinleri
ve milliyetleri bir kenara bırakan sıkı dostlukları birçok soruna çözüm üretmektedir.
Kuloğlu ve Stelyo’nun dostlukları o kadar güçlüdür ki mübadeleye giden süreçte ait
oldukları milletler arasındaki gerilim giderek tırmansa da onlar bu ayrışmaya meydan
okuyarak çevreden gelen baskıya direnirler. Öyle ki çocukları dahi artık bu iki dostun
yakınlığından rahatsız olur. “Kırk iki yıllık arkadaşı. Vefalı adamdı Stelyo. Hani Rum
olduğunu bilmese, her Pazar kiliseye gittiğini görmese bu bizden deyip çıkacaktı.” (Ah
Bre Sevda, Ah Bre Vatan, s.71) Romanda Stelyo’nun sadece yakın dostu Kuloğlu
Cemal’e değil bütün Türklere karşı barışçıl yaklaşımı ve eski günlerdeki barış ortamına
duyduğu hasret, Osmanlı taraftarı açıklamaları, Rum tarafındaki belli bir zümreyi tavsif
etmektedir. Benzer bir figür olarak Çalı Harmanı romanında Terzi Kadın’ı görürüz.
Hristiyan din adamlarına terzilik yapan bu kadına hem Türkler arasında hem de Rum
tarafında sempati ile bakılır. Özellikle Terzi Kadın’ın çetecilere yardım eden din adamı
Andreas ile gerçekleştirdiği buluşmalarda, Andreas’a, Osmanlı dönemine duyduğu
özlemi anlattığı konuşmaları, Türkler ve Rumlar arasındaki birlikte yaşama geleneğini
yansıtır. Aynı şekilde Kritimu romanı kişilerinden, Türk olduğu hâlde milliyeti roman
kişilerince pek bilinmeyen Çakali’nin, Türkleri ve Rumları birleştiren cenaze merasimi
iki milleti dinî merasimlerinde dahi bir araya getirebilecek, her iki millet tarafından
sevilmiş roman kahramanları için dikkat çekici örneklerdendir.
Bu tip kişilikler, Osmanlı dönemindeki sakin ve huzurlu yaşamı hatırlatan unsurlar
olarak karşımıza çıkar. Genellikle esnaf ya da kapı komşusu olan birleştirici nitelikteki
bu kahramanlar hümanist söylemi geliştirmek için anlatıcıya güçlü bir zemin hazırlar.
Anlatıcı, bu kahramanlardan hareketle oldukça geniş bir hümanist söylem yaratır. Bu
tarz roman kişilerinin ortak özelliği birlikte yaşama arzusunu diğer bağlayıcı unsurlara
tercih etmeleri, çevrenin eleştirilerine karşı umursamaz olmaları, huzur ve barış dolu
34geçmişe özlem duymaları, diğer kahramanlara nispetle daha açık fikirli olmalarıdır. Ah
Bre Sevda, Ah Bre Vatan’da en yakın dostu bir Türk olan Stelyo, sözünü ettiğimiz
hümanist kişilerin yaşadığı ikilemi başarıyla yansıtan bir örnektir. Stelyo, mübadeleye
giden süreçte giderek artan mahalle baskısı nedeniyle Türklerle olan yakınlığını kendi
eşine dahi kabul ettiremez. Eşi Matia ile gerçekleşen aşağıdaki konuşma, söz konusu
hissiyatı yansıtması bakımından değerlidir:
Bir dostluk unutulmaz Matia, bir de düşmanlık. Ben bunlardan dostluktan başka bir
şey görmedim. Şimdi bana onların düşmanımız olduğunu söylüyorlar. Acı tatlı
günlerimde benden uzak duran kokonalar, şimdi kapımı aşındırıyor. ‘Kes şu
Müslüman karılarının ayağını evinden’ diye başımın etini yiyorlar. Sen dostunu terk
etmiyorsun, diye dinine, soyuna ihanet ettiğini düşünüyorsan, ya bunların yaptığına
ne demeli? Asıl hainlik dost zayıf düşünce ona düşman kesilmek değil midir? (Ah
Bre Sevda, Ah Bre Vatan, s. 77)
2. Mübadele Romanlarında Türkler ve Rumlar
Türk romanında tarihî hadiselere bağlı olarak azınlıklara yer verildiği bir vakıadır
lakin bu etnik unsurlar ve azınlıklar romanımızda genellikle tali unsurlar olarak yer
almıştır. Bu bağlamda Türklerin temas hâlinde olduğu azınlıklara dair konular üzerinde
de ayrıntılı olarak durulmamış, bu tarz azınlıklardan roman kahramanlarının eserlerin
merkezine çekilmediği görülmüştür (Ayhan, 2008, s. 5). Sacit Ayhan’ın bu tespitine
genel anlamda katılmakla birlikte mübadele romanları söz konusu olduğunda ortaya
istisnai bir durumun ortaya çıktığını belirtmeliyiz. Mübadele romanları Türklerle
birlikte bir başka milleti de (Rumlar) merkeze almıştır. Her ne kadar Türk yazarların
kaleminden çıkmış olsalar da yazarların diğerini/ötekini yansıtmadaki özeni ve işçiliği
dikkat çekici boyuttadır. Yakın dönem mübadele romanı yazarlarının, Mübadele
hadisesinin üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra konuya eğilmeleri, Milas’ın işaret
ettiği gibi nesnel bir tutum benimseyebilmelerini sağlamıştır (Millas, 2005, s. 431).
Mübadele romanlarında iki aslî unsur olan Türkleri ve Rumları sosyo-kültürel
hususiyetleri ile görebileceğimiz sahneler belli alanlarda ağırlık kazanmıştır. Kurgu
içinde Türklerin ve Rumların temâsı “komşuluk” ilişkilerinde yoğunlaşır ve bu ilişkiler
vesilesiyle iki milletli olay örgüsü şekillenir. Aynı şekilde “din” olgusu bu farklı
milletlerin ayrıldığı ve özerk hususiyetlerinin teşhir edildiği bir alan olarak dikkat çeker.
Toplumların dine, din adamlarına, kültürel değerler ve sembollere karşı yaklaşımları bu
anlamda önem taşır. İki toplumun bir diğer temas noktası ise “çetecilik” faaliyetleridir.
Mübadele öncesi ve sırasında Türk ve Rum bölgelerinde kendiliğinden oluşan ve dış
desteklerle güçlenen bu silahlı düzensiz gruplar, Türkler ve Rumların keskin
ötekileştirme havası içerisinde birlikte resmedildiği önemli bir alandır. İki topluma ait
algıyı belirginleştirecek son unsur ise “aşk ve evlilik” meselesidir. Özellikle Türk ve
Rum aşkları/evlilikleri anlatıcının zihnindeki milliyet algısını yansıtması bakımından
önemli bir zemin teşkil eder. Bu bağlamda mübadele romanlarında her iki milletin
birbiriyle temas noktalarının yoğunlaştığı, söz konusu dört meselenin (komşuluk, din,
çetecilik, aşk/evlilik) romanlardaki yansımalarını daha ayrıntılı ele almak
gerekmektedir.
35Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler
2. 1. Komşuluk İlişkileri
Bir dostluk unutulmaz Matia, bir de düşmanlık. Ben bunlardan dostluktan başka bir şey
görmedim.
Mübadele romanlarında Türkler ve Rumlar arasındaki komşuluk ilişkileri genellikle
olumlu bir çerçevede ele alınmıştır. Yazarların her iki milleti olumlu bir ilişki içinde
resmederken kullandıkları fonda çoğu zaman Türklerin kapı komşusu olan Rumları
görürüz. Bu sahnelerde birbirlerinin düğünlerine, cenazelerine katılan birbirleriyle
daima yardımlaşan iki millet söz konusudur. Siyasi iradenin aldığı kararlar, devletlerin
yaptığı mücadeleler halk arasında topyekûn bir çatışmaya neden olmaz. Konuyla ilgili
benzer cümle ve durumları tekrar etmemek açısından eserlerde komşuluk ilişkilerinin
yansıdığı cümleleri bir tabloda toplu hâlde gösterdikten sonra değerlendirmelerimize
devam etmek istiyoruz:
Tablo 3
Mübadele Romanları – Komşuluk İlişkileri
Metin Alıntısı
Eser adı
İki yana sıralanmış dükkânlarıyla, Hristiyan, Müslüman bütün esnafın, iş
erbabının toplaştığı, günün her vakti kaynaşan çarşısıydı. Kritimu: 24
Hristiyanlarla Müslümanlar gergin zamanlarda atışır, çok seyrek de
dövüşürler, derken birbirlerini topluca ayıplayarak yatışırlardı. Kritimu: 25
Bu yüzden meydandaki kahvesi cümle Giritlilerin gelip oturduğu, üç masa
ileride Hristiyanlar Girit’in Yunanistan’a ilhakını tartışırken, yan masada
Türklerin Osmanlı’nın fesada son vermek için daha ne beklediğini tartıştığı
bir yerdi. Kritimu: 31
....Komşularım Artin’le Naum bozgun haberini bizden önce almışlar. Dün
ikisi de çekmecelerini açıp bana mavi Yunan bayrakları gösterdiler.
Çekmeye hazırlar. Aynı namussuzluğu Naim Bey’in çırağı da anlattı.
Kokuşmuş tacir ahlaksızlığı çarşıda kol geziyor. Mübadiller: 191
Bizim oralarda Müslüman gomşularımız vardı. Gül gibi geçinir giderdik.
Nirden çıktı bu muhacirlik! Bizi de sizi de yirinizden ittiler! Dilimizi
bilmeyen Yonan içine düştük. Mübadiller: 205
...Bu yara Yunan Balıkesir’e girdiği gün, dükkân komşum Rum’un
kasatura yarası. Kaçmasam beni öldürecekti. Kırk yıl bu Rum’a iyilik
yapmıştım. Yerli Rumlardan Yunan gâvuru kadar zarar gördük. Mübadiller: 304
Evin önündeki taş döşeme sahanlık yolcu etmeye gelen dimili, şalvarlı yerli
İncesulularla dolmuştu. Onların bir kısmı sepetlerin içinde haşlanmış
yumurta, yufka, kete, iğde, kuru üzüm ve kayısı kurusu getirerek
Aleksia’nın kızlarının ellerine tutuşturuyordu. Mübadiller: 712
Abacığım, biz gidiyoruz. Amma döneceğiz, amma dönmeyeceğiz! Ne
olacağımız belli değil. Bunlar kızlarımın çeyizleri! Size emanet! Gidip
gelmemek, gelip görememek var! Gelirsek verirsin kızlarıma. Dönemezsek
ver bir fukaraya, hayrımız olsun! Yeyip içtik birlikte! Çok yardım ettin bize.
Hakkını helal et! Emanet Çeyiz: 15
Çok ekmeğinizi yedim. Bugünleri de görecekmişiz. Hakkını helal et
Didimov’un gelini! Haydi yolun açık olsun, Bizi birbirimize düşman
edenler Allah’ından bulsun. Emanet Çeyiz: 88-89
Gitme! Kal burada Eleni... Kırk yıllık komşuyuz... Birlikte büyüdük...
Bakarız birbirimize. Emine’nin sesi ağlamaklıydı: Mor Kaftanlı Selanik:
123-124
36-Bakarız ya birbirimize...
Sanki yukarıda uyuyor hala nenesi, yanı başında karanfil kutusu ve iğne
oyası. Uyanıp yine sürüverse mangala kahve cezvesini(...) Lamis komşu
bahçeden bağırınca, “Nihal gelsin oynayalım!” diye keşke salmasa onu,
yanı başında tutsa geç oldu deyip. Suyun Öte Yanı: 14
Gelen tabağı boş çevirmez, evde ne pişirirse komşularına gönderir, kendi
mahallesindeki Müslümanları bitirdikten sonra, az ötedeki Müslüman
mahallesindekilere de yetişir (...) Kritimu: 68
Hristiyan-Müslüman hepimiz başka yerlerden gelip yerleştik Girit’e. Kim
daha Giritlidir nerden bilecekler ki? Kritimu: 100
Pontus’a kan düştü Andreas... Kan kokusu olan yere bereket gelmez! Artık
akan kanı durdurmak lazım... Bizim öldürdüklerimiz, beş asırlık
komşularımız. Bizi öldürenler de öyle Çalı Harmanı: 44
(...) Yaşlı kadına Müslüman komşularının da büyük bir saygı gösterdiğine
defalarca tanık olmuştu. (...) Köylerde iç içe oturmayan Hristiyanlarla
Müslümanların şehirde birbirleriyle ne kadar kaynaşabildiklerine ilk kez o
zaman tanık olmuştu. Çalı Harmanı:111
Birbirleriyle evlerinin pencerelerinden yarı Rumca yarı Türkçe bağrış
çağırış sohbet eden kadınların yırtık sesleri de duyulmuyordu bugün. Çalı Harmanı: 109
Hani bak? Onca Rum geldi Anadolu’dan bu dağreye, bir tanesiyle ahbap
olabildim mi? “Sana bir şey dediğimiz yok be ya... Ne kabahatin var senin?
Biz de senden memnunuz; kilisemiz, camimiz başka ama Allah’ımız bir.
Daraştık ondan böyle söyleniyoruz. Çalı Harmanı: 292
Bak Papaz Efendi, ben Terzi Abla’nın komşusuyum. Geçen hafta bize
uğradı, evinin anahtarını bana emanet etti. “Dönersem senden alırım” dedi
ve gitti. Çalı Harmanı: 288
Andreas ve Dimitra’nın da uykuları kaçmıştı. Aynı evi paylaştıkları
Müslüman ev sahiplerine öylesine alışmışlardı ki sanki aileden birileri,
ebediyen ayrılacakmış gibi hüzünlüydüler. Çalı Harmanı: 366
Ne diyeceğini bilemedi Dimitra. Başını önüne eğdi. “Siz gidince mezarları
bize emanet diyebildi.” Çalı Harmanı: 368
Döndü Andreas’a: “Al bunu gızanım,” dedi, “Şavuk Mümün’ün evinde
kandiller söndü dedirtmeyesin sakın kimseye!” Çalı Harmanı: 369
Yerli Rumlarla Müslümanların ilişkileri önceleri çok iyiydi. Bu Rum, bu
Ermeni, bu Türk diye bir ayrımcılık yoktu. Biz onlara “Gavur” derdik ama
bunu kesinlikle bir aşağılama ifadesi olarak söylemezdik. Muhacirler: 129
Böylece aynı köyde, ayrı evlerde Rumlarla Türkler birlikte yaşamaya
başladılar. Köyde yerleşen Rumlar Sivas ve çevresinden gelmişlerdi. Orada
yaşadıkları kötü olayları anlatmakla birlikte Türkler hakkında olumsuz
düşünmüyorlardı. Zaten birlikte yaşadıkları altı ay boyunca bir sorun da
yaşamadılar. Muhacirler: 80
Sahibi Rum Yorgo, her milletten insana dostlukla yaklaşan iyi bir adamdı.
“Siz benim velinimetimsiniz” derdi konuklarına. Türkler de severdi
Yorgo’yu. “Gavurun islası” derlerdi. Muhacirler: 71
Daha sonra çevredeki Rumlar ve Bulgarlardan az çok yapı ustalığı
öğrenilmiş. Muhacirler: 19
Balkanların değişik yörelerinde köylerde kentlerde yaşayan Türkler kendi
ulusal kimliklerini öne çıkarmazken, Rumlarda milliyetçilik giderek Muhacirler: 23
37Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler
saldırgan bir tarzda, öteki halklara, özellikle de Türklere karşı ön yargılı
tavırlara dönüşüyordu.
Ama mahallede ne kadar Müslüman evi varsa, hepsinin kadınları kırk gün
sinilerle, tepsilerle bize taşındı. Kırkım çıkana kadar elimi sıcak sudan
soğuk suya sokturmadılar.
Ah Bre Sevda, Ah Bre
Vatan: 76
Mor Kaftanlı Selanik’te, İzmir Rumlarından Philip ve eşi Eleni’nin mübadil olarak
Yunanistan’a gidecekleri gün yaşananlar, yıllar boyu devam eden bir dostluğun
göstergesi olması bakımından oldukça önemlidir. Seher Hanım, yola çıkacak komşuları
için erişteli tavuk çorbası hazırlar. Çorbadan içen Philip, Seher’e “Her zaman böyle
lezzetliydiler.” diyerek teşekkür eder. (Mor Kaftanlı Selanik, s. 122) Eleni, ayrılık vakti
geldiğinde komşusu Emine’ye sarılıp evinin anahtarlarını Emine’ye verir. Anahtarları
verirken de şunları söyler:
“-Tam yirmi yıl her açışta kapayışta öper, başıma koyardım bu anahtarı... İncil gibi
yüceltirdim değerini. Bu anahtar artık Muhammed’in şefaatine teslimdir. (...) Bu ev
senin olsun Emine! Gözüm arkada kalmayacak...” Emine’nin bu sözlere verdiği cevap,
mübadelenin gerçekleşeceğine inancın henüz tam olmadığını gösterir: “Bu ev sizin
Madam Eleni. Geldiğinizde tertemiz bulacaksınız, söz!” (Mor Kaftanlı Selanik, s. 124)
Anlatıcı, bu hüzünlü veda sırasındaki duygu selini şu cümlelerle tarif eder: “İzmir,
yüzlerce yıllık evladını bilinmeyen bir adanın talihine gönderirken mahcuptu.”(Mor
Kaftanlı Selanik, s. 125) Bu duygusal ayrılık sahnesi çizilirken nereden geldiği belli
olmayan bir taş, bahsi geçen evin büyük camını paramparça eder. Bu saldırı azınlık bir
grup tarafından yapılmış olsa da komşuluk hukukunu büsbütün gözden çıkaran bir
zihniyetin varlığını da gösterir. Komşuluk ve beraber yaşama hukukunun hiçe sayıldığı
tek örnek bu değildir. Osmanlı Mebuslar Meclisi’ne bir şekilde girerek kendi milleti
lehine kararlar aldırmaya çalışan, nüfus sayımı sırasında çeşitli hilelere başvurarak
Balkanlardaki çeşitliliği kendi milleti lehine bozmaya çalışan siyasiler de vardır. Rum
vekil Boşo, Yahudi Karosso ve Arnavut İsmail Kemal’in bu yolda yaptıkları Mübadiller
romanında ayrıntılı biçimde ele alınır.
Yunanistan tarafında komşuluk ilişkileri Balkan Savaşları’ndan sonra bozulmaya
başlar. Mübadele Günlerinde Aşk isimli romanda Sare isimli Türk kızı ile Adras isimli
Rum genci arasındaki aşka itiraz eden Sare’nin babası Reşat Bey, Balkan
Savaşları’ndan sonra başlayan Yunan zulmünü itirazına gerekçe gösterir. Adras’ın
babası yaşanan olaylardan dolayı kendisinin de üzgün olduğunu, elinden gelse bunlara
mani olacağını ifade etse de Reşat Bey, böyle bir birlikteliğin mümkün olamayacağını
kesin bir dille ifade eder. Oysa Balkan Savaşları’ndan önce bu iki aile birbiriyle oldukça
içli dışlıdır. Adras, iki aile arasındaki ilişkiyi şu sözlerle anlatır:
Aslında hiç böyle olacağını düşünmedim, nasıl düşünebilirdim ki? Hep bir
aradaydık, senin ailen, benim ailem. Her şey ne kadar güzeldi. Çocuktuk, bir Türk
düğününe gittik. Babanla babam karşılıklı zeybek oynadılar. Özenip illa ben de
oynayacağım diye tutturdum. Baban da beni kucağına alıp ‘Sana zeybeği ben
öğreteceğim, karşılıklı oynayacağız’ dedi. Sözünü tuttu. Bana zeybeği öğretti. Yıllar
sonra yine bir Türk düğününde damatla babası oynarken baban da karşısına beni
çağırdı. ‘Benim oğlum yok, sen geç karşıma’ dedi. (...) Bir gün dedim, bu bizim
düğünümüz olacak. Baban beni oğlu yerine koyacak kadar severken nasıl bu hâle
geldik? (Mübadele Günlerinde Aşk, s. 33-34).
38Benzer bir durum da Mübadiller romanında anlatılır. Mürsel Bey’in yıllarca iyi
ilişkiler kurduğu Rum esnaf komşusu Yorgo, Mürsel Bey’e adı değiştirilen Hamidiye
Meydanı’nı anımsatacak biçimde “Mürsel Bey, Konstantin Meydanı’na mı gidiyorsun,
Hamidiye Meydanı’na mı?” diyerek alay eder. Selanik henüz Osmanlı idaresindeyken
“Selanik bizim, Selanik elen olacak.” sloganlarıyla nümayiş yapan kalabalık da birlikte
yaşamanın artık imkânsız bir hâl aldığını gösterir (Mübadiller, s. 182). Yine aynı
romanda Türklerin mübadeleyle gideceğini öğrenen Rum tüccarların Türk mallarını
almak istememesi, (Mübadiller, s. 239) “nasıl olsa gideceksiniz” diyerek yıllarca
beraber yaşadıkları komşularının mallarına el koyma çabaları uzun uzadıya anlatılır.
Mübadele sonrasında Türkiye’de kalan Rumlar ve Türkler arasındaki ilişkinin nasıl
bir seyir takip ettiği romanların çoğunda ele alınmaz. İncelediğimiz romanlardan Suyun
Öte Yanı’nda bu ilişkiden ayrıntılarıyla söz edilir. Bu romanda, İstanbul’da kalan
Rumlar ile Türkler arasındaki ilişkiler oldukça iyi resmedilir. Romanın ana kahramanı
olan Nihal, sık sık Rum komşularıyla yaşadıkları güzel komşuluk ilişkilerini hatırlar:
Nihal bakıyor, iki katlı beyaz boyalı ahşap bir ev. Çocukluğumun geçtiği
Yeşilköy’deki evi anımsatıyor. Ne büyük görünürdü, sofası, mutfağı. Nasıl üzülmüştü
darlığa düşülüp zaten 6-7 Eylül’de son komşular ve Yuannalar da gidip ev satılınca.
Ne parmak kadar, üzerine yumurta sarısı sürülüp çörekotu dökülmüş mis gibi küs
çörekleri kalmıştı ne de ‘Nihalimu, Nihalimu oh vre pedimu, freskia, freskia” 3 diye
bir tane daha alması için ısrar eden güleryüzlü, hamarat komşu teyzeleri (Suyun
Öte Yanı, s. 24).
Girit mübadili Sıdıka Hanım’ın, yine bir Girit mübadili olan Arap Mustafa’nın,
Yunanistan’daki Albaylar Cuntası’ndan kaçıp Cunda Adası’nda bir müddet gizlenen
Yunan avukatın hikâyesi, Nihal’e hep Yeşilköy’deki komşularını hatırlatır. Çocukluk
yıllarından aklında kalan birtakım sahneler, Nihal’in romandaki geçmişle şimdiki
zaman arasında gidiş gelişler yaşamasını sağlar. Nihal, Sıdıka Hanım’a bir Rum şarkısı
olan Samyotissa’dan söz edince Sıdıka Hanım, Girit’te düğünlerde bu şarkı eşliğinde
oynadıklarından söz eder (Suyun Öte Yanı, s. 68).
Anadolu’dan giden Rumlarla Anadolu’ya gelen Türkler arasındaki kısa süreli
karşılaşma anlarında iyi ilişkiler geliştirildiğine şahit oluruz. Selanik Limanı’nda
kendilerini Anadolu’ya götürecek gemiyi bekleyen Halim Bey, Anadolu’dan gelmiş
sefil kılıklı bir Rum’a para verir. (Mübadiller, s. 412) İki mübadil topluluğu arasındaki
bu iyi ilişkiler iki grubun aynı kaderi yaşamaları nedeniyle bir duygudaşlık kurmalarıyla
izah edilebilir. Türklerin mübadele sırasında bir müddet beraber yaşamak zorunda
kaldıkları Rumlara karşı oldukça saygılı davrandıkları görülür. Türkler kendi evlerinde
misafir konumuna düşseler de yeni gelenlere yaklaşımları çoğu zaman insancıldır. Hatta
kimi romanlarda mübadil Rumlar, Türkleri kendi soydaşlarından üstün bile görürler.
Çünkü kendi soydaşları onları henüz kabullenememişlerdir. Yunanlılar onlara
Turkospoli ismini vermişler, çocuklarını “Türk piçi” diyerek aşağılamışlardır.
(Mübadiller, s. 401) Anadolu’da bir Rum ailenin evine yerleşen Halim Bey, evin sahibi
Bodos’un terk etmek zorunda kaldıkları kiliseyi seyrederken duyduğu hüzün ile
Üsküpler’deki camide kıldıkları son namazın hüznü arasında bir benzerlik hisseder.
(Mübadiller, s. 654) Aynı evde yaşamak zorunda kalan bu aileler yeni ortama alışmak
konusunda birbirlerine yardımcı olurlar. Rumeli’de bir konak hanımı olan Halide
Hanım, Anadolu’nun zor şartlarında yaşam mücadelesi verirken üstelik yerli halk
3
(Rum.) Nihalciğim, çocuğum, taze taze. (Kitaptan)
39Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler
tarafından “Macir, macir!” diye aşağılanırken Rum komşusu onun çeşmeden su
taşımasına yardım eder (Mübadiller, s. 671).
2.2. Çeteciler ve Çetecilik Faaliyetleri
Mübadele romanlarındaki anlatıma göre çetecilik faaliyetleri, mübadeleden çok önce
başlar. Balkanlarda devlet otoritesinin zayıflamasını fırsat bilen çeteciler; yağma,
tecavüz, adam öldürme gibi işlere girişirler. Balkan Savaşı yıllarında Yunanistan
tarafında komitacılık adı altında birçok zulme imza atılır. Komitacılar içinde özellikle
Akritas ismi öne çıkar. Akritas önceleri Girit’te komitacılık yaparken sonradan
Alasonya’daki ve Kozana’daki Türk köylerini basıp insanları öldürür. (Mübadiller, s.
70; 123) Türklerin ekip biçtikleri mahsul, Rum komitacılar tarafından yağma edilir,
keyfî birtakım gerekçelerle malları ellerinden alınır. Henüz mübadele başlamadan
çetecilerin zulmü ile Balkanlarda göç hareketi başlar. Bu göç, kimi zaman Anadolu’ya
kimi zaman da Balkanlardaki daha güvenli bir başka noktaya yapılır. Bu bağlamda bir
gece çiftliğindeki samanlığın hayvanları ile birlikte yakılması ve konağının taranması
nedeniyle Selanik’e göç etmek zorunda kalan Mübadiller romanındaki Karaferyeli
Mürsel Bey anılabilir. “Komşuluk ilişkileri”nde yaptığımız gibi burada da bir tablo ile
eserlerdeki çetecilik faaliyetlerine dair alıntıları bütün hâlinde gösterebiliriz:
Tablo 4
Mübadele Romanları- Çeteciler ve Çetecilik
Metin Alıntısı
Eser Adı
(...) Girit’e durmadan silah, durmadan asker indirildiğinde, senelik erzaklanıp
çeteye çıktıklarında, inip inip camilere, evlere alev saldıklarında, Girit’te
Müslüman –Hristiyan her ailede telef olmuş bir can bulunduğunda (...) Kritimu: 29
Rahim! Bu yıl mahsul bol olacak! Rum komitacılar çalıp çırpmazlar inşallah!
Kâhya Rahim’in de en büyük korkusu buydu. Türk köylüsü çalışıp ekiyor,
yetiştiriyor; Rumlar gelip talan ediyordu. Mübadiller: 73
Osmanlının Trablus’u kaybetmesinin üzüntülü havası, Rumeli’nin üzerine kara
bulut gibi çöktü. Rum komitacılar şirretliklerini artırırken, maneviyatı bozulan
Türkler, korkudan kabuklarına çekilen kaplumbağalar gibi evlerinden,
köylerinden çıkamaz olmuştu. Yunan sınırından Teselya’ya yakın Türk
köylerinden her gün bir kara haber geliyordu. Rum çetebaşı Giritli Akritas
Grebene köylerini yakıp yıkıp kuzeye doru ilerlerken, Osmanlı jandarmasındaki
Arnavutların askerden kaçıp yakındaki köylere silahlarıyla sığındığı haberi de
halkta endişe yaratıyor, tepkiye sebep oluyordu. Mübadiller: 149
Kostika isimli Rum köyünden Atanasios adlı bir komitacı türemiş, Eymirli
köyünü basmış, harmandaki çocukları şişlemiş. Mübadiller: 159
Onun tarlaya, bağa bahçeye gitme hevesini kıran, bir de Anadolu’dan kaçıp
gelen Rumların saldırgan hareketleriydi. Bu Pontus Rumları Osmanlı’ya isyan
etmiş, Anadolu’da çeteler kurup, Türk köylerini basıp can almış canilerden
ibaretti. Orada sıkıştırılıp yenilince Yunanistan’a kaçmışlar; şimdi Anadolu’da
işledikleri cinayetleri Rumeli’de de işliyorlardı. (...) Yunan hükümeti bu
komitacıları aratmayan, Rum çetecilerin eylemlerine göz yumuyordu. Mübadiller: 197
Hüseyin Bey, iki kere Kozana’daki Rum yöneticilere ve karma kuruldaki
yabancılara şikâyet ettiği hâlde, daha önce el konan iki değirmen ve çiftliğin
karşılığını alamadığı gibi, ona böyle bir belge de vermediler. Çevre köylere
yavaş yavaş, mübadele öncesi, Ege’de Yunanlılara yardım edip yenilince kaçıp
gelen Rumlar yerleşmeye başlamıştı. Batı Anadolu’da birçok Rum köyünü
yakan bu Rum muhacirler, Rumeli’de de Müslümanlara saldırıp kötülük Mübadiller: 226
40yapmaya başlayınca, belgelerini tamamlayamayan birçok Türk alabildikleri
eşyalarını arabalara yükleyip Selanik yoluna dökülmüştü.
Yunanlıların bozguna uğramasından sonra Karadeniz ve Ege bölgesinden kaçıp
buraya gelen Rumlar, aylardır Türk köylerini rahatsız etmiyor mu? Şimdi
bunların bin misli gelecek. Mübadiller: 257
Yağmur şiddetlenmeye başladı. Evlerinin saçak altlarına bile sığınmalarının
yasak olduğunu bağıran tüfekliler meydana inmiş, mübadil kafilesini sert
darbelerle engellemeye başlamışlardı. Mor Kaftanlı
Selanik: 284
Göğüslerini mi kestiler? Uçlarini... Her akşam bir laf dolanirdi. Kemal’i
kestik... kapi ardina siner beklerdik, babamiz sağ döner mi diye! Suyun Öte Yanı: 34
Rumlara karşı Müslümanların yanında savaşacağım. Mübadele
Günlerinde Aşk: 51
Bir yıl önce tamamen farklı biriydim. Çevremdeki arkadaşlarımın tepkileri,
düşünceleri, tahrikleri ile Müslümanlara karşı tepkiliydim. Onların burada
olmasını istemiyordum. Her gün birbirimizi daha da kışkırtıyorduk. Sonunda
çeteye katıldık. Köyler basıyor, oradaki Müslümanlara eziyet ediyorduk. Mübadele
Günlerinde Aşk: 57
Hristiyan veya Müslüman, civar köylerden birinin kanına girerlerdi hiç yoktan.
(...) İhtimal dağlarda tek tük kalmış çetecilerden biriydi. Kritimu: 50
96 İhtilali’nde çetelere yataklık etmede Seriso’dan daha iyi bir yer kimsenin
aklına gelmezdi. Kritimu: 124
Ya karanlığa kalmış bir Türk’ün yoluna iki-üç Rum alanyari çıkardı. Ya da fesini
kaşının üzerine yıkmış bıçkın bir Eşrefpaşalı. Ah Bre Sevda, Ah
Be Vatan: 16
Engiz’in batısından Gerze’ye kadar herkese kan kusturan Nebyan Dağı
eşkıyalarından hınçla söz etmesine şaşırmamak lazımdı. Çalı Harmanı: 11
Sen canını sıkma, Debreli Hasan Müslüman’ın malına zarar etmez. Hayvanlar
yavurun değil ya... Çalı Harmanı:27
Balkan Harbinden sonra buralarda nizam kalmadı. Nizamı sağlamak biraz
babam gibi beylere kaldı, biraz da Hasan gibi eşkıyalara. Çalı Harmanı: 92
Aguşa’ya Debreli’nin selamı var deyin. Eğer yavurlara bir tane bile hayvan
sattığını duyarsak kendisini ölmüş bilsin. Çalı Harmanı: 88
Hür bir insan olarak kasabada dolaşmak, ruhunu okşamıştı. “Medeniyet
alışkanlık yapar” derdi hep Andreas... gerçekten de dağda çarpışanların
çoğunluğu köylü gençlerdi. Kentlerdeki yaşamın tadına alışan birisinin dağ
başlarında, çalı diplerinde, elde silah, can derdiyle dolaşması pek mümkün
değildi zaten. Çalı Harmanı: 172
Kendi halinde bir köylü iken namlı bir eşkıya haline gelmişti Debreli. Köyünü
basan Rum çetecilere karşı koymuştu, onları püskürtüp köyden kovalamıştı. Muhacirler: 95
O zamanlar Rum çetesi ayrı, Türk çeteleri ayrı diye duyardık, ama bir
sorunumuz yoktu Rumlarla. İyi geçinirdik. Hatta Türkiye’den gelenler oldu. Bir
sene beraber durduk. Muhacirler: 88
Dağdaki çetelere katılıp birkaç Yunan askeri, özellikle de köylülere zulüm
edenleri öldürme fikrini ortaya atanlar olduysa da bu görüş taraftar bulmadı. Muhacirler: 83
Doğrudan çetelere katılmasalar bile onlara yardım edenler veya hiçbir şeye
karışmayan binlerce insan bu çetelerin eylemlerinin sonucu oluşan Rum
düşmanlığının kurbanı durumundaydı. Muhacirler: 79
Olamaz mı? Belki Türklere karşı teşkilatlanalım diye gönderiyorlardır altınları
kiliseye? Ah Bre Sevda, Ah
Bre Vatan: 54
41Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler
Yunan ordusu, kendi yapamadığı pis işleri hala dağlarda mesken tutan Rum
çetelerine yaptırıyordu.
Ah Bre Sevda, Ah
Bre Vatan: 78
Vraşno’dan Anadolu’ya gelen Muhittin Yavuz, daha Balkan Savaşları sırasında
Osmanlının yenilmesi ile Yunan çetecilerin katliama giriştiklerini anlatır. (Emanet
Çeyiz, s. 193) Vraşno’daki bir katliam teşebbüsü sırasında papazın çetecilere engel
olması ya da Anadolu’da çeteciler tarafından kiliseye doldurularak aç susuz bırakılan
Rumlara bir Türk gencinin yardım etmesi (Emanet Çeyiz, s. 88-89) iki halk arasındaki
ortak yaşam bilincini göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
Yunanistan tarafında ahalinin en çok korktuğu çeteciler Debreli Hasan, Kaptan Ziku
ve Virvera, Anadolu’da ise Hristo ve Topal Osman’dır. Kaptan Ziku, Balkan
Savaşı’ndan önce dağlarda eşkıyalık yapmaktadır. Balkan Savaşı başlayınca hükümete
mektup yazıp Türklere karşı adamlarıyla savaşmak istediğini söyler. Bu teklifine
olumlu cevap gelince Türk köylerini basıp para toplamaya başlar. Kastro köyünden para
toplamaya geldiğinde ahali kendi din kardeşlerine karşı toplanan bu parayı vermek
istemez. Kaptan Ziku’nun verdiği emirle açılan yaylım ateşi sonucunda camiye
toplanmış yetmiş iki Türk öldürülür. (Emanet Çeyiz, s. 178-180) Bilhassa II.
Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra Balkanlarda çetecileri engelleyebilecek
hiçbir kuvvet kalmaz. Türk ahalinin düşüncesine göre hürriyet Türkler için değil Balkan
komitacıları için gelmiştir. Bu durum Mübadiller romanında şöyle ifade edilir:
“Hürriyet sanki bizim içinde değil de Balkan komitacıları için geldi. Eli kanlı
Sandanski, Vasilev, Dimitri serbest. Ama onların eşkıyaları hâlâ dağda. Geceleri Türk
köylerini basıyor. Jandarmamız baş edemiyor.” (Mübadiller, s. 88)
Mübadele Günlerinde Aşk romanında da çetecilik faaliyetleri Balkan Savaşları ile
başlatılır. 1912-1914 Balkan Savaşları’ndan sonra Girit adasındaki Türkler, Yunanlılar
tarafından baskı ve katliama maruz kalırlar. (Mübadele Günlerinde Aşk, s. 14-15)
1922’de Yunan ordusu Anadolu’dan büyük bir yenilgi ile çekilmek zorunca kalınca
Girit’e gelen Yunan askerleri buradaki Müslümanlara eziyet ederler. (Mübadele
Günlerinde Aşk, s. 69) Bir Türk kızı olan Sare’ye âşık olup da kavuşamayan Adras,
soydaşlarının Türklere yaptığı katliamlara çok üzülür ve bir Rum çetesine sızar. Çetenin
hangi köylere baskın yapacağını öğrenip önceden o köylere bilgi sızdıran Adras’ın bu
faaliyeti anlaşılınca çeteciler tarafından vurulur. (Mübadele Günlerinde Aşk, s. 56-62)
Suyun Öte Yanı romanındaki Girit mübadili Sıdıka Hanım, Girit’te genç kızların
öldürüldüğünü, göğüslerinin kesildiğini söyler. Girit’te yaşadıkları zamanlarda,
babalarının akşam eve gelemeyeceği korkusunu her gün yaşadıklarını belirtir. (Suyun
Öte Yanı, s. 33-34)
Romanlarda çetecilik faaliyetleri çok önemli bir motif olarak öne çıkmakla birlikte
çetecilerin yaptıkları zulümler çoğunlukla dehşet verici sahneler olarak tasvir edilmez.
Ancak Yılmaz Gürbüz’ün Mübadiller romanında ve Emanet Çeyiz’de bu kural bozulur.
Mübadiller romanında, Yunanistan’daki Türklerin Anadolu’daki Rumlara nispetle çok
daha büyük acılar çektikleri, çetecilik faaliyetlerinden yoğun biçimde etkilendikleri tezi
savunulur. Anadolu’ya gelen Halim Bey’in Yunanistan’ı soran bir Rum mübadile
verdiği cevap bu bakımdan ilginçtir: “Çok güzel bir memlekete gidiyorsunuz, dedi.
Buradan zengin, buradan yeşil, buradan iyi. Hem her şeyinizi götürüyorsunuz. Biz bir
canımızı kurtardık. Harpten önce de harpten sonra da Rum çeteciler çiftliklerimizi talan
ettiler. Sürülerimizi götürdüler. Değirmen taşlarımızı kırdılar.” Halim Bey’in bu
sözlerine karşı Rum mübadilin verdiği cevap Anadolu’daki hoşgörüyü yansıtır: “...Biz,
42burada çok rahattık. Ne canımıza ne malımıza bir kötülük geldi. Biz de bir şey
yapmadık. Hatta karılarımız çorap örüp Sakarya’da savaşan Mehmetçiklere yolladı.
Biz gitmek istemiyorduk. Ama şu hükümetler ve siyaset var ya İngiliz oyununa geldiler.
Venizelos denen bela. Sizi de mahvetti, bizi de!” (Mübadiller, s. 699)
Romanlarda en azılı Yunan çetecilerin Yunan bozgunundan sonra Karadeniz ve Ege
bölgesinden kaçan Rumlar olması dikkat çekicidir. Yunanlı hükümet yetkilileri onların
vahşi olduğunu söyler: “Biliyorsunuz komşu köylere Karadeniz’den Ege’den gelen Rum
göçmenleri yerleştirdik. Bunlar vahşi. Bizim gibi değil. Batı Anadolu’da yakmadık Türk
köyü bırakmamışlar. (...) Bu Pontuslular vahşi. (...) Dün Pontuslular Mavraki
köyünden çıkıp, Beydilli köyünü basmışlar. Talan etmişler. Türklerin neleri varsa
almışlar, biz gidip kovaladık.” (Mübadiller, s. 298) Romanlarda Orta Anadolu’daki
Rumlar Ege ve Karadeniz Rumlarına göre çok daha masum olarak gösterilir. Orta
Anadolu Hristiyanları arasında Karamanlı Türklerinin var olması kültürel anlamda da
bir yakınlık duygusu oluşturmaktadır.
Mübadele romanlarında çetecilerin her iki toplumda birbirinin iz düşümü olan
figürleri arasında Türkler arasında Debreli Hasan ve Topal Osman öne çıkarken Rumlar
arasında çeteci olarak adı geçen figürlerin tarihî şahsiyetler olmadıklarını söyleyebiliriz.
Kimi yazarların çetecilik bahsinde “çeteciliği” bütünüyle olumsuzlayan bir yaklaşımla
meseleye eğilmedikleri görülür. Ali Ezger Özyürek Muhacirler romanında Balkanlarda
çeteciliğin oluşumunun başlangıçta güvenlik amaçlı olduğunu ve farklı milletlerin
dağlardaki eşkıyalarının bir arada bulunduğunu, milliyetçilikle beraber ise her bir
milletin kendi eşkıyalarının çeteciliğe bürünerek ayrıştığını belirtir. (Muhacirler: s. 95).
Türkler ve Rumlar için de aynı durum söz konusu olur ve güçlenen milliyetçilik
dağlarda aynı eşkıya çetelerinde bir arada bulunan Türk ve Rumları ayrıştırır.
Mübadele romanlarında her iki milleti karşı karşıya getiren çetecilik bahsinde
meselenin oluşumuna ve varlık nedenine dair benzer söyleme Akın Üner’in Çalı
Harmanı’nda da rastlanır. Romanda eşkıyacılık ve çetecilik birbirinden ayrılarak
çetecilik neredeyse müspet bir anlatımla verilir. Üner, romanın merkezine çoğu zaman
olumlu bir havada taşıdığı kahraman Hristo’nun çetesine, din adamları Ayazma’nın
isteğiyle katılan birkaç çeteci hakkında söyledikleri bu konuda ilginç bir örnektir:
“Oğlum bu herifler Stavro denen o eşkıyanın, Piç Aleko gibi adamların yetiştirmesi.
Nebyan’dakiler Pontus için falan savaşmazlar! Fidye için adam kaçırır bunlar, hırsızlık
için köy basar, hayvanlık olsun diye kadınları dağa kaldırırlar! Nasıl bize uyacaklar?
Söylesene!” (Çalı Harmanı, s. 31).
Bu sözleri söyleyen çete reisi Hristo’nun yine bir papazın isteğiyle Samsun merkeze
yakın bir Türk köyünü basarak köyün camisinde cemaati vahşice katlettiği sahne
romandaki en dramatik kısımdır. Bu tezat Türk yazarların çetecilik konusunda da aşırı
hümanist tavırlarını sürdürme çabasının bir sonucu olarak yorumlanabilir. Öyle ki bir
Rum çetecinin dilinden söz konusu çetecilerin varlık gayesi şöyle verilir okuyucuya:
Beyler eğer amacımız gerçekten Pontus’u hürriyetine kavuşturmak ise askerliğin
kurallarına uymak zorundayız. Kaptan Hristo’nun askerleri katil değildir, hırsız
değildir, eşkıya hiç değildir. Biz amaçsızca adam öldürmeyiz, hırsızlık etmeyiz,
kadınların namusuna el uzatmayız. Bizler sadece Pontus halkının hürriyeti ve İncil
için savaşırız, tamam mı? (Çalı Harmanı, s. 38).
Temas ettiğimiz husus, çete reisi Debreli Hasan ile Hristo’yu haksızlık karşısında
mücadele eden olumlu kişilikler olarak ortak bir zeminde buluşturur. Bu suretle de
43Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler
mübadele romanlarında “çeteci tipi” gibi bir model oluşturulur. Aynı zamanda bu
durum, milletlerin çetecilerini belli tipler üzerinden vermeye çalışan mübadele
romanlarının temel karakteristiklerinden birini oluşturmaktadır.
2.3. Din, Din Adamları, Kültürel Değerler
Bizim Tanrı’mız kilisedeki çan kulesinde, onların Tanrı’sı da camideki minarede
yaşıyor; öyle değil mi mama?
Mübadele romanlarında tarafların birbirinin dinine bakışı konusunda genel olarak
aşırı sayılabilecek bir hoşgörü hâkimdir. Tarihî gerçekliğe göre iki toplum arasında çoğu
zaman ayrışma ve çatışmaların kaynağı olan ve mübadelenin de tek ölçüsü kabul edilen
“din”, birçok roman kahramanı için basit bir ayrıntı gibidir. Romanlar birbirlerinin
ibadethanesinde dua eden, “Allah’ımız aynı Allah” diyerek adeta ortak bir din anlayışı
geliştiren kahramanlara rastlanır. Bu tavırda, yazarların dinleri suçlamak yerine din
algısındaki bozukluğu göstermek gibi bir amaç güttüklerini düşünüyoruz. Ancak bunu
yaparken bağlı kaldıklarını iddia ettikleri dış dünyadaki gerçeklikten epeyce
uzaklaşmışlardır. Genel toplam içinde istisna sayılabilecek birkaç örnek üzerinden sanki
iki toplum arasında din temelli hiçbir gerilim yokmuş gibi göstermek anlatıcının görmek
istediğini anlattığı şeklinde yorumlanabilir: Özellikle Mübadele Günlerinde Aşk isimli
romanda bu konuda aşırı romantik bir tavır görülür. “Hiç birbirimizin inançlarını
sorgulamadık ki sizin kandillerinizde birlikte dua ettik. Sizden gelen etli pilavları dört
gözle beklerdik. Yine bizim kilisemizde birlikte mum yakıp dua ettik. Allah her yerde
aynı Allah’tı.” (Mübadele Günlerinde Aşk, s. 34) Bu yaklaşıma benzer birçok örneği
ve din konusundaki farklı yaklaşımları aşağıdaki alıntılarda görebilmek mümkündür:
Tablo 5
Mübadele Romanları- Din, Din Adamları, Kültürel Değerler
Metin Alıntısı
Eser Adı
Giritlilerin hepsi aynı sayılırdı üstelik. İşleri ibadetleri bile benzerdi.
Mübarek ayda tas tas aşure, Paskalya zamanı sepet sepet yumurta
göndermiyorlar mıydı birbirlerine? Kritimu: 45
...Küçükbalkan köylerinden gelen köylüler, şehrin batı yamaçlarındaki beş
asırlık Sarı Saltuk Tekkesi’nde misafir ediliyorlardı.” Mübadiller: 103
Hüseyin Bey de babası gibi her Cuma akşamı sofada aileyi toplar; oğullarını
iki yanına oturtur, gür, dokunaklı sesi ile Kuran okur. Hepsi de sessizce onu
dinlerdi. Mübadiller: 194
Genç kızken Kayalar’da Yunus Baba Türbesine giderdik. İşlerimiz asan,
talihimiz açık olsun diye (...) Mübadiller: 287
Hıdırellezde taş atardık Mevlit Baba Yonusuna! Mübadiller: 287
Girit’in dağlarına, yemyeşil toprağına, evlerine, sokaklarına, camisine,
kilisesine (...) Kritimu: 55
Hanya çoktan uyanmış, kilise çanları, ezan sesleriyle buluşmuş (...) Kritimu: 60
Madem Paska bile dinlemiyorsun, beni günaha sokma o zaman. Kritimu: 66
Giysileri toplayıp Bektaşi Tekkesine götürür, Çakali için der bırakırlardı.
(...) Dede onu bizzat karşılar, yemeğini eliyle yedirir. Kritimu: 81
44Cemile’nin arkasında duran hoca hanım Yasin okuyacak, kelimeler
Hristiyan-Müslüman herkesin kulağına çarpacak yüzlere mutlu ve içten bir
ifade yayılacaktı. Kritimu: 82
“defolsun gitsin” sözleri kilisenin duvarlarında çınlıyor, Meryem ikonasını
titretiyordu. Erkekler Prensin adını anıp pencereden dışarı tükürüyorlardı. Kritimu: 126
Paskalya’nın bir hafta öncesinde Girit’in Hristiyan evleri baştan aşağı
temizleniyor (...) Kritimu: 67
Kilisede toplanmışlar. Başlarında Venizelos varmış. Prens’e karşı
silahlanıyorlarmış. Kritimu: 131
Girit’in Bektaşi cemaati burada önemli işleri konuşmak için toplanır,
dedenin yatıştırıcı sözlerini dinlerdi. Kritimu: 164
Şu canlara çare, diye dergâhımıza koşmuş, derdini yandı. Dedem dedi
toparlarsan sen toparlarsın. Kritimu: 166
... Yeniden çeviriyor numarayı, içinden “Bismillah..” diye başlayan ve hiç
tanımadığı bir sesi duymanın şaşkınlığıyla. Orta sondan bu yana inanmadığı
hiçbir talep yollamadığı, hiçbir rica ve minnette bulunmadığı bir yardımı
çağıracak kadar... Nasıl olur, hay Allah, diye düşünüyor, şaşkınlığını
yeniden aynı kavramla dile getirişine büsbütün şaşıp sinirlenerek... Neyse
çalıyor bu sefer. ‘dindarlıktan ucu ucuna sıyırttık’ diye düşünüyor Ertan
kendisiyle dalga geçerek. Suyun Öte Yanı: 81
Madam Fotini, Seher Hanım’ın anlattıklarını yine gülerek dinledi.
Komşusunun ağır işten kulaklarının yarattığı mazerete sığınıp çoğu kere
ezanı bilerek kaçırdığına inanıyordu. Her seferinde kar kış demez, evinden
çıkıp komşusunun camını tıklatarak namaz vaktini hatırlatırdı. Mor Kaftanlı Selanik:
24
Bütün silsilesine rağmen dinler, hala merak ve korkuyu birlikte telkin
ediyorlar... İster Musa, ister İsa, istersen Muhammed de; cehennemi
tamamen boşaltacak bir din bulmamız mümkün değil... Mor Kaftanlı Selanik:
144
Birlikte cami avlusuna girdiler. Yannis doğru minareye yöneldi. Zincirleri
kontrol etti. Ucuna takılan kilit öyle korku verecek türden değildi. Balyozun
sapını geçirip zinciri gerdi. Araya bir demir çubuk yerleştirdi ve olanca
hızıyla vurarak kilidi kırdı. Sonra zinciri çekip minare kapısını ardına kadar
açtı: Mor Kaftanlı Selanik:
203
-Buyur Hocam! Söyle, müezzin çıksın yukarıya...
Allah’ım ben Sare. Müslüman’ım. Adras Hristiyan. Niye böyle bir ayrım
yapıldığını bilmiyoruz. Ama ikimizin de Allah’ı sensin. İkimiz de yalnız
sana inanıyoruz. Sana dua ediyoruz. (...) Camiyle kilise arasındaki bu ağaca
adımızı kazıyorum. Yardım et, Allah’ım. Bizi görüp duyduğunu biliyorum. Mübadele Günlerinde
Aşk: 45
Niye böyle bir ayrım yapıldığını bilmiyoruz. Ama ikimizin de Allah’ı
sensin. İkimiz de yalnız sana inanıyoruz. Sana dua ediyoruz. (....) ikimiz
farklı dinden olsak da, burası bizim ibadet yerimiz. Sen dualarımızı kabul
ederek ellerimizi tekrar birleştirdin. Mübadele Günlerinde
Aşk: 146
Samsun, mahmur bir sabah geçirdikten sonra Müslüman ahalinin Cuma
telaşıyla biraz canlanır gibi olmuştu. Çalı Harmanı:10
Tövbe estağfurullah! İbraammış! Kırk yıllık Avraam üç günde mi İbraam
oldu? Çalı Harmanı: 12
Şimdi senden, en kısa zamanda Samsun civarındaki kuvvetlerimizin
bozulan morallerini düzeltecek bir vurgun yapmanı bekliyorum. Bunun için
en iyisi, Samsun’a yakın köylerden birini basıp camisini ateşe vermek... Çalı Harmanı: 31
45Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler
Dimitra, iki eliyle, kıvır kıvır saçlarını arkasından topladı, ayağa kalktı.
“öyle ya sen Müslümansın değil mi?” İbrahim cevap vermedi. “Samsun’da
dolaşan herkes senin Rum dönmesi olduğunu biliyor” dedi hırçınlığını
sakınmadan. Sonra döndü, üstüne basarak sordu: “Öyle değil mi Avraam
enişte?” Çalı Harmanı: 90
“Kutsal bakire yoldaşın olsun Kaptan!” dedi Andreas, Hristo’ya sarılırken. Çalı Harmanı: 82
“Hadi Andreas Efendi, Pontusçulara en büyük yardımın köylerdeki
kiliselerden gittiğini herkez biliyor” diye fısıldadı. Çalı Harmanı: 189
Sen eniştemin cumaya gittiğine bakma, Pontus bayrağı çekilsin, hemen ilk
Pazar günü kiliseye başlar. Onun için evde Avraam, dışarıda İbraam! Çalı Harmanı: 188
“sünneti yok, kâfirmiş bu” Çalı Harmanı: 181
Pontusçu ağabeylerinin kiliselerde yaptıkları gizli toplantılarda ettirdikleri
özgürlük yeminlerini nasıl unutabilirdi? Çalı Harmanı: 150
Dora Halam bile benden daha talihliymiş! Kadıncağız din kardeşleriyle
omuz omuza yatıyor, ama öldüğümde beni bir Müslüman mezarlığına
gömecekler. Ardımdan kimse İncil okumayacak. Kızımı da bir papaz değil
hoca evlendirecek. Müslüman bir adamın koynuna verecekler zavallıyı. Çalı Harmanı: 290
Vre, neye inanırsan inan. Şu zorunlu hicret meselesini atlatıncaya kadar
Müslüman gibi davran, yeter. Çalı Harmanı: 274
Askerler, camilerin Pazar günleri, Hristiyan göçmenler tarafından kilise
olarak kullanılmalarını mecbur etmişlerdi. Bu nedenle Pazar günü sabah
namazından sonra, camideki tüm kilimler toplanıyor, Kuran-ı kerimler
kaldırılıyor, daha sonra cami kısa bir düzenlemeyle birkaç saatliğine
kiliseye çevriliyordu. Çalı Harmanı: 371
“Allah bilir ya...” dedi Cemile; “namaz kılmıyorlar ama kim bilir Papazın
okudukları; Elhamın, Yasin’in Rumcasıdır belki de.” Çalı Harmanı: 372
Bizim Tanrı’mız Kilisedeki çan kulesinde, onların tanrısı da camideki
minarede yaşıyor; öyle değil mi mana? Çalı Harmanı: 336
“Cemal denen o kâfirin arkadaşı o”
Ah Bre Sevda, Ah Bre
Vatan: 78
“Dinden çıkmış bu, çıkmış.”
Kilise kadınları
bildiriyorlar.
görevlendirmiş,
Müslümanlarla
ahbaplık
edenleri Ah Bre Sevda, Ah Bre
Vatan: 90
Enver kilisede evlenmeyi kabul eder miydi? Aklının sesiydi cevap veren.
“Asla yapmaz.” Ah Bre Sevda, Ah Bre
Vatan: 121
“Rahatlayan Yordan, evden çıkıp doğru Büyük Analapsi Kilisesi'ne giderek
mum yaktı." Kimlik: 69
“Kurbanın kesileceği kilise, cami gibi yerler bir güzel temizlendi. Hayvanlar
kutsandı. Kilisede yapılan hamd duası esnasında ev sahibi kurbanı çözdü.
Üç defa mihrabın çevresinde dolandırdılar. Üçüncü turdan sonra hayvanın
başını, doğuya çevirerek sunağa yatırdılar. (...) Ortodoks ve İslâmi kurallara
uygun kutlamalar yapıldı. (...) Kimlik: 74
Mübadiller romanında Raci Bey, evine yerleşen Rum aileye duvarda asılı Kur’an-ı
Kerim için “ona dokunmayın” dediğinde Rum ailenin hanımı “O nasıl söz” derken
ailenin küçük çocuğu da “Bilirik kitabı guranı! Gayseri’deki arkadaşımın babası da
okurdu.” şeklinde cevap verir. (Mübadiller, s. 205) Bunun tam tersi bir olay da Anadolu
46da yaşanır. Rum aile evini terk ederken bir gün dönme umutlarını ifade ederek Türk
aileden evin duvarındaki ikonaları silmemelerini rica eder.
Ancak kimi zaman bahsi geçen bu aşırı hoşgörünün tam tersi durumlarla
karşılaşıldığı da görülür. Kiliseye çevrilen camiler olduğu gibi “gâvur malı” denerek
tahrip edilen kiliseler de görülür. Emanet Çeyiz romanında Kayserili bir mübadil
Rum’un anlattığına göre Türklerin terk ettikleri köydeki bir cami, Rumlar tarafından
kiliseye çevrilmiştir. (Emanet Çeyiz, s. 82) Balkanlardaki Saltuk Baba Türbesi
Yunanlılar gelince bakımsız kalır, mermerleri Rumlar tarafından sökülüp götürülür.
(Mübadiller, s. 259) Cunda Adası’ndaki Taksiyarhis Kilisesi de “gâvur malı” denerek
tahrip edilir. (Suyun Öte Yanı, s. 43) Taksiyarhis Kilisesi’nin tahrip edilmesi karşısında
roman kahramanı Nihal’in gözlemleri oldukça ilginçtir. Nihal, mimari mekânları her
türlü dinî ve ideolojik yaklaşımın uzağında kültürün bir parçası olarak görmektedir.
Bağnazca yaklaşımlar onu daima rahatsız eder. Bu, sadece dinî mekânlar için geçerli
değildir. Boğazdaki yalıların burjuva kültürü olduğu gerekçesiyle yıkılması gerektiğini
düşünen öğrencisine karşı da aynı rahatsızlığı yaşar. (Suyun Öte Yanı, s. 43-44) Mezar
taşlarını sökmeye çalışırken Türkler tarafından uyarılan Rum hırsızın “sırıtarak” “Nasıl
olsa gideceksiniz! Buralar bize kalacak. Hadi bakalım işinize! Yoksa...” (Mübadiller,
s. 228) şeklindeki sözleri de dinî ve kültürel değerlere yaklaşım konusunda belli oranda
bir hoşgörüsüzlüğün olduğunu düşündürmektedir.
İncelediğimiz romanlar içinde dine ve dini değerlere karşı belli bir mesafe ile yaklaşan
kahraman tipleri Suyun Öte Yanı’nda görülür. Telefonla karısına ulaşmaya çalışan
Ertan’ın birkaç başarısız denemesi anlatıcı tarafından şöyle yorumlanır:
...Yeniden çeviriyor numarayı, içinden ‘Bismillah..’ diye başlayan ve hiç tanımadığı
bir sesi duymanın şaşkınlığıyla. Orta sondan bu yana inanmadığı hiçbir talep
yollamadığı, hiçbir rica ve minnette bulunmadığı bir yardımı çağıracak kadar...
Nasıl olur, hay Allah, diye düşünüyor, şaşkınlığını yeniden aynı kavramla dile
getirişine büsbütün şaşıp sinirlenerek... Neyse çalıyor bu sefer. ‘dindarlıktan ucu
ucuna sıyırttık’ diye düşünüyor Ertan kendisiyle dalga geçerek (Suyun Öte Yanı, s.
81).
Mor Kaftanlı Selanik’te Drama’nın kanaat önderlerinden olan Hasan Hoca ile
yıllardır dargın olduğu Sokratis mübadele haberinden sonra barışır. Hasan Hoca,
Sokratis’e bir Kur’an-ı Kerim hediye eder. Mübadeleyi fırsat bilerek Türklere
zulmetmek isteyen Yorgo, jandarma olarak askerlerin arasına katılır. Üstelik bir
müfrezenin de komutanı olmuştur. Sokratis’in evindeki Kuran-ı Kerim’i bulup onu
döven Yorgo, bu kitabı Hasan Hoca’nın hediye ettiğini düşünerek onun evini de basar.
Hasan Hoca’nın eşi Dilşat Hanım elindeki mavzeri ateşleyerek Yorgo’ya teslim
olmasını söyler. Çaresiz teslim olan Yorgo, Sokratis tarafından çırılçıplak soyularak
teşhir edilir. Bu aşağılayıcı olaydan fazlasıyla etkilenen Yorgo intikam almak için ertesi
gün yola çıkan Türk mübadil kafilesini yağmur altında bekletir. Bu işkenceye
dayanamayan Sokratis, silahıyla Yorgo ve adamlarını uzaklaştırarak Türkleri kilisede
misafir eder.
Mor Kaftanlı Selanik’te kimi Rumların yaşadıklarından dolayı zaman zaman kendi
dinî değerlerine karşı bir soğukluk yaşadığı hissettirilir. İzmir’den ayrılmak zorunda
kalan Eleni, evindeki İsa heykelini eline alıp sert bir ses tonu ile şu sözleri söyler: “-
Haydi bakalım Nasıralı, göster kendini... Bu kötürümleri yürütmeye benzemez. Bir koca
memleket ayağa kalkmış bekliyor. Gücün yetiyorsa yollarını açık tut.”(Mor Kaftanlı
Selanik, s. 122) Eleni’nin komşusu Seher Hanım’ın şu sözleri de Eleni’nin kendi dinî
47Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler
değerlerine karşı bir soğukluk duyduğunu gösterir: “-İsa’ya kızgınsın biliyorum. Senin
için Muhammed’e söyleyeceklerim var.”(Mor Kaftanlı Selanik, s. 123) İzmir’den
Resmo’ya gönderilen Anastas da kilise vaazlarını hep aynı şeylerden örülü bıkkınlık
verici sözler olarak görür: “Dinlediklerimiz inançlarımız değil, korkularımız... Onları
bize öyle garip bir niyet ve dille anlatıyorlar ki erdemlerimiz bir eziyet mengenesine
dönüyor. İnanç dedikleri şey birer hakikat düşmanlığına dönüşüyor. Ve biz onların
kölesi oluyoruz.” (Mor Kaftanlı Selanik, s. 376)
Mübadeleden kurtulmanın tek yolu din değiştirmek olmakla birlikte bu yolu tercih
eden mübadil oldukça sınırlıdır. Vatanlarından ayrılmamak için intihar edenler bile
görülürken kahramanlar din değiştirmeye pek sıcak bakmazlar. Türklerle evlenip din
değiştiren az sayıda Rum kızını ve Anadolu’dan gitmemek için takıyyeye başvuranları
-Çalı Harmanındaki Avraam Efendi gibi- saymazsak bu konuda ciddi bir eğilim
olmadığını söyleyebiliriz. Mübadiller romanında dağda koyun otlatırken mübadeleden
haberdar olan ve yurtlarında kalmanın tek çıkar yolunun din değiştirmek olduğunu
öğrenen Yörük Hasan kardeşine: “Hemen din değiştirelim öyleyse!” dese de kardeşinin
onu tövbeye davet eden sert çıkışı ile karşılaşır.
Yazarlar sadece ihtida eden Rumları değil dinlerini terk etmeyenleri de temsil eden
roman kişileri yaratmışlardır. Bu tarz kişilere Kimlik romanı kahramanlarından İspir iyi
bir örnektir. İspir ve Yordan adlı iki Karamanlı Türkü’nün ve çocuklarının mübadele
sırasında ve sonrasında başlarından geçenleri ele alan romanda, Yordan Efendi
Hristiyanlık’tan İslam'a dönen Karamanlı Türklerinin, İspir Efendi de Hristiyanlık’tan
vazgeçmeyen ve bu nedenle de Yunanistan'a sürgün edilen Karamanlı Türklerinin
temsilcisidir. İspir’in verdiği bu karar, romanda yer alan birçok diaolog ve monologda
bilinç akışı tekniğiyle derinlemesine tahlil edilir. Mübadele, İspir’in torunları için tam
bir yıkım olur ve bu Türkler, Hristiyanlık’tan dönmedikleri için Yunanistan’a göç
ettirilir. Romanın sonlarına doğru okuyucu ile paylaşılan mektuplar, Karamanlı
Türklerinin Yunanistan’daki zorlu dönemi anlatmaktadır. Karamanlı Türkleri, “gâvur”
oldukları yargısıyla anayurtlarından sürülmüşler ve bu yeni yurtlarında da “türkofon”
olarak nitelendirilmiş ve aşağılanmışlardır (Akgün & Şen, 2008, s. 23). Müslümanlığı
kabul etmeyen İspir Ağa’ya göre İslam’ı kabul edenler samimiyetsiz bir şekilde
yaşamaya mecbur kalacaktır:
Dininden dönenler; ne tam İslâm, ne de tam Hıristiyan idiler. Hayatlarında din
kavramı hiçbir zaman olamayacak, dönenler zamanla paganlaşacaklar. (...) Bu
insanların soyundan gelenler, yerleşmiş bir İslam kültürüne sahip olamadıkları için,
inançlarında samimi davranamayacaklardı. Zamanla da, iki cami arasında kalan
cahillere dönüşeceklerdi (...) (Kimlik, s. 77).
Mübadelenin dinî kimliğe göre yapılmasının bir hata olduğunu fark eden Yunanlılar,
Müslüman Arnavutları din değiştirmeye ikna etmek için çok uğraşırlar. Mübadiller
romanında Yunan bir profesör, Müslüman Arnavutlara Melisorlar gibi Hristiyan
olmalarını teklif eder. Arnavut Haşim Ağa bu teklife: “Ben Türk’üm hem de
kalubeladan beri Türk’üm” diye cevap verir. Profesör gayet sakin bir dille Haşim
Ağa’yı ikna etmeye çalışır: “Lütfen otur Haşim Ağa, dedi, size dininizden hepten çıkın
demiyoruz. Siz Arnavutlar da bizim gibi Dor soyundansınız. Aslınız Elen. Türkler ayrı
ırk. Dinleri de Müslüman. Melisorlar gibi olun. Din bir elbise gibi ırka giydirilmiş örtü.
Elbise. Bu elbiseyi şu mübadele sırasında çıkarın! Melisor olun.” Profesörün bu sözleri
karşısında Haşim Ağa iyice çileden çıkar, yarı Arnavutça yarı Türkçe şu sözleri söyler:
Une Turkyom! More ben Türk’üm! Une Muslumen! Müslüman’ım, Arnavut’um! Size
48ne! Kandıramazsınız bizi. Anca beraber kanca beraber. Türkler nerde biz orda!
Gideceğiz. Müslüman doğduk, Müslüman öleceğiz. Peygamberimiz hicret etti, biz de
edeceğiz!” (Mübadiller, s. 228) Romanın bir yerinde bir başka Arnavut (Gani Ağa) da
bu düşünceyi tekrar eder: “Nasıl ‘Müslümanız elhamdülillah’ dersek, üle ‘Türk’üz
elhamdülillah’ da deriz be yavru! Sizden ayrımız gayrımız yoktur!” (Mübadiller, s. 309)
Haydar isimli Arnavut kahraman mübadele komisyonu tarafından sorulan “Sen
Müslüman mısın?” sorusuna “Elhamdülillah Turkıyom” şeklinde cevap verir. Bunun
üzerine Türk komisyon üyesi Hollandalı komisyon üyesine “Türk’ten kastı,
Müslüman’ım demek ister (...) Balkanlarda Türk’le Müslüman eş anlamlı”
(Mübadiller, s. 373) der. Durumdan rahatsız olan Yunan komisyon üyesinin yorumu ise
oldukça ilginçtir: “İşimiz zor, buraya gelen Çerkez’i de Boşnak’ı da, Arnavut’u da
‘Türk’üm’ der, Anadolu’ya gitmek ister. Ne var şu Mustafa Kemal’in Türkiye’sinde?”
(Mübadiller, s. 373) Roman anlatıcısı, Gani Ağa’nın bu sözlerini Balkan Harbi
yenilgisinde Arnavutların cepheden ilk kaçanlar olmasının mahcubiyetine bağlar:
“Gani Bey, böyle konuşmakta haklıydı. Balkan Harbi yenilgisinden sonra Arnavutların
çoğu, Türkler karşısında boynu bükük, suçlu duruma düşmüşlerdi. Çünkü cepheden ilk
kaçanlar, savaş hatlarına yakın köyleri olan Arnavut köylüleriydi.” (Mübadiller, s. 309)
Mübadiller romanında iki toplumun dinî değerlere yaklaşımı diğer romanlara göre
daha gerçekçi bir zeminde işlenir. Bu romanda dinî kimlik, sadece çocuklar arasında bir
ilahî sükûn ve huzur havası estirmektedir. Hüseyin Bey ve ailesi Atina Limanı’nda
mübadele gemisini beklerken Mihal Karayannis isimli eski bir aile dostu onları kendi
konağına davet eder. Evdeki renkli ikonlar, haç ve istavroz çıkarma ritüeli Müslüman
aile tarafından yadırganır. Aynı odada yatan çocuklardan Pakize besmele çekip
“Rabbiesir, velatüvasir, rabbitemin bilhayır. Yattım sağıma...” diye dua etmeye
başladığı sırada Maria nispet edercesine sesini yükselterek onu bastırır. İşin ilginç yanı
iki küçük kızın “yatı duası” birbirine çok benzemektedir. Rum kızı “Aya panayam, tatlı
panayamu / Yattım soluma, döndüm sağıma / Melekler şahit olsun tatlı canıma”
şeklinde dua ederken Pakize yarım kalan duasını şöyle tamamlar: “Yattım sağıma,
döndüm soluma / İki ferişte iki yanıma / Allah, peygamber kerim imanıma / Yattım Allah,
kaldır Allah! / İyilikler ihsan et canıma” (Mübadiller, s. 388) Buna benzer bir başka
olayı Anadolu’ya göç ettiklerinde yaşarlar. Bir müddet aynı evi paylaştıkları Rum
ailenin çocukları tıpkı Yunanistan’daki kız çocukları gibi bu sefer Türkçe olarak aynı
duayı ederler. Duayı Türkçe olarak yapmaları Pakize’de bir şaşkınlığa sebep olur.
Pakize onların neden Anadolu’dan gitmesi gerektiğine, kendilerinin de niçin geldiğine
bir türlü akıl erdiremez. (Mübadiller, s. 614)
Mübadele romanlarındaki din bahsinde fazlaca işlenen bir husus, roman
kahramanlarının Türklük ve Müslümanlığı bir arada düşünmeleridir. Bu romanlarda,
Müslümanlığını kaybeden Türklerin zaman içinde millî kimliklerinden de uzaklaşacağı
yönünde belirgin bir kanaat vardır. Örneğin Mübadiller romanında Hunlar, Uzlar,
Peçenekler ve Avarların Müslüman olmadıkları için kaybolup gittikleri ifade edilir.
Balkanlara gelen Türklerin Türk kimliklerini Saltuk Baba, Abdal Musa gibi Ahmed
Yesevi dervişleri vasıtasıyla koruduklarına dikkat çekilir. Saltuk Baba ve Abdal Musa
Tekkeleri, Yunus Baba Türbesi, Mevlit Baba Yonusu Balkan Türkleri için dinî hayatın
önemli merkezleridir. Selanik’teki Halil Ağa Hamamı’nda vücut kirlerinden arınan
Halim Bey ve arkadaşları gönül kirlerinden arınmak üzere Saltuk Baba Tekke’sine
giderler. Anlatıcı, burada gerek tekkenin mimarisi gerekse dervişleri hakkında oldukça
ayrıntılı betimlemeler yapar. Halvet odasına alınan Rumelili gençlere şeyh efendi
49Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler
tarafından özel bir ilgi gösterilir. Bu ilginin temelinde Rumeli Türkmenlerinin evlad-ı
fâtihan olmaları vardır. Şeyh Efendi, Balkanlarda tasavvufun yaygınlaşması ve işlevi
konusunda ayrıntılı bilgiler verdikten sonra Müslümanların geçmişteki görkemli günleri
ile bugün düştükleri durum arasındaki farka dikkat çeker. Bu duruma düşmenin temel
sebebi ona göre iman selâmetini ve nefis ferâgatini kaybetmektir. (Mübadiller, s. 118-
122) Mübadele olgusu ve mübadele sırasında çekilen eziyetler, Mübadiller romanının
birçok yerinde Hz. Muhammed’in hicret yolculuğu ile özdeşleştirilerek katlanılabilir
hâle getirilir. Abdurrahman Ağa evlatlarını teselli etmek için şu cümleleri kullanır: “Biz
Allah’ın sevgili kullarıyız (...) Şükür Allah’a! Peygamberimiz de hicret etti. Bize de
hicret nasip oldu! Üzülmeyin evlatlarım.” (Mübadiller, s. 261) Muhacirlik
peygamberimizin de çilesi olmuş, bizim de olur. Çekeceğiz.”(Mübadiller, s. 279) Tursun
Beğ Camii’nde son namazlarını kılan mübadillere vaaz veren Halim Bey de kendi
göçlerini peygamberlerin hicretleriyle özdeşleştirerek mübadilleri teskin etmeye çalışır.
Hz. Muhammed, Hz. İbrahim ve Hz. Şuayib’in hicretlerini örnek gösterdiği
konuşmasında hicretin bir peygamber pratiği olduğunu ifade ederek kâfir memleketten
İslam’ın hür havasının teneffüs edildiği memlekete gittiklerini ifade eder. (Mübadiller,
s. 334) Romanda ezan, cami, minare gibi dinî semboller, Küçük Balkanların Türklük ve
hâkimiyet sembolleri olarak takdim edilir. Osmanlı ordusu yenilerek Balkanlardan
çekilmiş de olsa bu semboller halka büyük bir maneviyat aşılar: “Ezan sesleri, sanki
günlerdir, Güney Rumeli’de hiçbir şey olmamış, Osmanlı ordusu yenilip çekilmemiş,
Yunanlılar Türk köylerini yakıp, masum insanları öldürüp, çoğunu kaçmaya
zorlamamış gibi, Kayalarlılara maneviyat vererek yankılanıyordu.” (Mübadiller, s.
177) Tursun Beğ Camii’ndeki son namazdan sonra Halim Bey İslam’ın sembollerinden
olan bu camiyi terk etmenin derin hüznünü yaşar. Bu caminin de Osmanlı eseri diye
yıkılan diğer türbeler, hanlar, köprüler gibi yıkılacak olması onu derinden yaralar.
Halim Bey; cami içindeki tonozlara, kubbelere, halılara, iç geçirerek bakar. Sedef
kakmalı rahlenin üzerindeki bir Kur’an’ı alıp torbasına koyar. Halim Bey’in minber
altında bulunan oyma dolaplarda gördüğü kitaplar Balkan Türklerinin din algısı
konusunda belli oranda bir fikir verir: İlmihal, Envar’ül Aşıkîn, Yunus Divanı, Ahlak-ı
Alâi, Marifetname, Fihi Ma Fih, Vesile-tün Necat, Risalet-ün Nushiye vb. Mübadiller
romanında dinî semboller zaman zaman romanın başkişisi olan Halim Bey tarafından
felsefi bir derinlikle yorumlanmaya çalışılır. Halim Bey, sabah ezanında geçen “namaz
uykudan hayırlıdır” ifadesinden hareketle namazın bir uyanış ve hareket başlangıcı
olduğunu düşünür. Bu anlamda dinin uyuşukluğa karşı olduğu, abdestle başlayan
uyanma sürecinin gün boyu devam etmesi gerektiği sonucuna varır. Ona göre Balkan
Türkleri ve Osmanlı, dinin istediği uyanık ve zinde bir insan tipine karşı uyuşuk,
uyumuş ve uyutulmaya göz yummuş biçimde hareket ettiği için yenilmiştir.
(Mübadiller, s. 588-589)
Bir bey ailesinin mübadele sürecindeki hayatını merkeze alan Mübadiller romanı,
Rumeli’deki Türk teşkilatlanması konusunda birçok tarih kitabının veremeyeceği kadar
ayrıntı içerir. Üsküpler Beyi Salih Efendi ve diğer Türk beyleri, Rumeli’deki Türklerin
bir nevi bilge kişisi sayılırlar. Toplum nazarında ciddi bir itibarları vardır. Yoksula
yardım etmek, toplumsal düzenin devamlılığını sağlamak, adaleti tesis etmek gibi
birçok vazifeleri olan bu beyler, halkın tabiî önderleridir. Türk Beyleri ellerinde
bulundurdukları ekonomik gücü kullanarak kendilerinde halka karşı gayr-ı insani
davranma hakkı görmezler. Romanda geçen şu satırlar, beylik sisteminin nasıl işlediği
konusunda bir fikir verebilir: “Üsküpler beyi olmak kolay değildi. (...) Zengindi. Bütün
50komşu köylerdeki fakire fukaraya hediyeler, koyunlar gönderirdi.” (Mübadiller, s. 193)
Romanda yer yer bu yapının tarihsel kökenleri konusunda da bilgiler verilir. Sözgelimi
Salih Bey kendisine “Efendi, Efendibey!” diye seslenen Rum gencini: “Ben Salih
Bey’im, Artin Efendi, Yorgo Efendi değil. Bu beyliği de yedi göbek öncesi sipahi
atalarımdan beri taşırız. Börksüz baş, beysiz Urumeli köyü ve kasabası olmaz.”
(Mübadiller, s. 76) diyerek tersler. Yunanlılara ve diğer etnik gruplara karşı siyasi
sayılabilecek faaliyetlerin organizasyonu ve direniş gruplarının oluşturulması da yine
Türk beyleri tarafından yapılır. Türk beyleri, II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden
sonra isyancı Arnavutları teskin etmek amacıyla Rumeli’ye gelen V. Mehmed Reşat’ı
karşılamak için halkı organize ederler.
Mübadele romanlarında sıkça “Balkan töresiydi”, “Rumeli’de âdettir”, “Rumeli
geleneğine göre...” şeklinde başlayan cümlelerde bölgedeki Türklerin âdetlerine vurgu
yapılır. Küçüklerin büyükler yanında konuşmaması, büyüklerin yanında eşlerin
birbirine ve çocuklarına karşı mesafeli davranması, bayram ziyaretlerindeki incelikler
gibi birçok gelenek roman içinde tekrar edilir. “Rumeli Türk töresi dede, baba ile oğul,
torun arasında mesafeli olmayı gerektiriyordu. Her konuyu bunlar birbirine
açamazdı.” (Mübadiller, s. 142) “Rumeli’de töreydi. Dede bile torunlarına ‘bey oğlu’
olduklarını hatırlatmak, sorumluluklarını anlatmak için ‘bey’siz hitap etmezdi.
Özellikle hanımlar kocalarına karşı bu töreye uymayı en büyük saygı ve nezaket kuralı
sayarlardı. Yunan zulmü bu töreyi unutturmamıştı.” (Mübadiller, s. 194-
195)“Küçükbalkan örfüne göre görücülüğe kadınlar gelir; kız beğenilirse, dünürlüğe
gene kadınlarla birlikte yaşlı ihtiyar erkekler giderdi.” (Mübadiller, s. 198) Rumeli’de
âdet, erkek misafirler selamlıkta ağırlanırdı (Mübadiller, s. 244).
Mübadele romanlarında Türklerin kültürel değerlerini yansıtan mani, ninni, türkü ve
şiirler de sıkça kullanılır. Suyun Öte Yanı’nda sıkça tekrar edilen Samyotissa isimli
Rumca Türkü, Nihal’e çocukluk yıllarını Sıdıka Hanım’a ise Selânik yıllarını hatırlatır.
Aynı Türkü, Emanet Çeyiz’de Murtaza Acar isimli bir Türk mübadil tarafından da
söylenir. (Emanet Çeyiz, s. 190) Emanet Çeyiz’de bu türkünün dışında onlarca ninni,
mani ve türküye yer verilir. Rum ve Türk mübadiller, eski yurtlarında öğrendikleri
türküleri söyleyerek memleketlerini anarlar. Mor Kaftanlı Selanik’te her bölüm,
bölümün içeriğine uygun bir şiir ile başlar. Ancak bu şiirler, halk kültürünün ürünü
değildir. Muhtemelen yazarın kendisine ait olan şiirlerden birine örnek olması
bakımından çalışmamızda yer veriyoruz:
Nerde kutularda boy veren o yorgun büyü?
Avucunda gizlenen bereket bahsi nerde?
Nerde Kaf Dağı’ndaki gururlu eski öykü?
Neden zaman pervasız bir takvimi döllüyor
Son tohumun gizlice çatladığı o yerde? (Mor Kaftanlı Selanik, 167)
Mübadele Günlerinde Aşk’ta Fransız sanatçı Joe Dassin’in “Et si tu n’existais (Eğer
Sen Yoksan)” şarkısı Elay ile Adel yakınlaşmasında çok önemli bir rol üstlenir. Roman
Konstantin Simonov’un savaş karşıtı “Bekle Beni” şiiri ile biter.
Mübadiller romanının başkişisi olan Halim Bey’in okuryazar oluşu ve milliyetçi Türk
aydınları ile teması sayesinde yer yer millî edebiyatın önemli isimlerinden olan
Mehmed Emin Yurdakul, Ziya Gökalp gibi şairlerin şiirlerine de romanda yer verilir.
Esere Mehmet Emin Yurdakul’un “Rumeli, Anadolu ve İlk Yara” isimli şiiri ile giriş
yapılması, yazarın olaylar karşısındaki tutumu konusunda bir fikir vermektedir. Şiirin
altındaki dipnottan, yazarın babası ve aynı zamanda bir mübadil olan Halil Gürbüz’ün
51Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler
bu şiiri hatıralarını anlatmaya başlarken okuduğu anlaşılmaktadır. Rumeli türküleri
olarak bilinen meşhur türküler, Türk mübadiller arasında bir özlemin dışavurumu olarak
sıkça tekrarlanır. Balkan savaşlarında şehit olanlara yakılmış ağıtlar, mübadele
esnasında Türk mübadillerin yaşadıkları çileleri ifade eden türküler romanlarda çok
önemli bir yer tutar. Türk kültürünün önemli bir enstrümanı olan sazın, Mübadiller ve
Muhacirler romanı dışında işlenmemiş olması dikkat çekicidir. Mübadiller romanında
bu enstrüman birkaç kez kullanılır. Bunlar içinde bilhassa Anadolu’nun ıssız ve sefil bir
köyünde bir Varsak kızının saz çalıp Karacoğlan’dan Türküler söylemesi ilginçtir.
(Mübadiller, s. 628)
2.4. Aşk ve Evlilik
Günahtır bilirim... Ne çare ki senin oğlun bir Müslüman’a gönül verdi manamu.
Roman için önemli bir kurgu malzemesi sayabileceğimiz aşk ve evlilik,
mübadele romanlarında da kimi zaman zayıf kimi zaman güçlü çizgilerle mutlaka
karşımıza çıkan bir motiftir. Mübadele romanlarındaki aşk ve evlilikler çoğunlukla aynı
milletin fertleri arasında gerçekleşmekle birlikte tarafları Rumlar ve Türkler olan aşk ve
evlilikler de görülmektedir. Aynı milletin fertleri arasında gerçekleşen aşk ve evlilikler
sayıca fazla olsa da kurgu içinde çok önemli bir yer işgal etmez. Psikolojik gerilimi
düşük içindeki evlilikler, sadece hayatın doğal akışını yansıtması bakımından bir değer
taşır. Ancak bir Türk ile Rum arasında gerçekleşen aşk ve evlilikler tıpkı komşuluk
ilişkilerinde ve çetecilik faaliyetlerinde olduğu gibi yazara iki millet arasındaki
iletişimin ve sınırların boyutlarını gösterme fırsatı verir. Yazar, “sıra dışı” ve “memnu”
olan bu ilişkileri romanın merkezine taşıyarak romandaki gerilimi güçlendirir. Aşkı
eserin merkezine taşıması bakımından Ah Bre Sevda Ah Bre Vatan ve Mübadele
Günlerinde Aşk romanları anılabilir. Mübadele romanlarında Türk ve Rum aşkları çoğu
zaman iki milletin dinî-millî farklılıklarına ve çevre baskısına kurban gider. Bahsi geçen
engelleri aşarak birbirine kavuşan çiftler sayıca azdır. Dışarıdan bir etki olmaksızın
kendi iradeleri ile milliyetlerinden yana tercih yapan kahramanlar da vardır. Her
fedakârlık veya mecburiyet romanlardaki dramatik durumu güçlendirdiği için sonuç
nasıl gerçekleşirse gerçekleşsin Türk-Rum aşkları okuyucu açısından etkileyicidir. Bu
etki, romancının yeteneği oranında güçlenir ya da zayıflar.
Çalı Harmanı’nda Rum gençler Hristo ve Aleko’nun Müslüman bayanlara
besledikleri duygular, Türk-Rum aşklarında okuyucu açısından etkileyici olan söz
konusu ikilemi sergileyen birer aşk motifi olarak karşımıza çıkar. Hristo, ilk gençlik
aşkı Dimitra’ya olan aşkını Pontus ülküsüne tercih eder: “Ama bundan sonra benim tek
aşkım var, o da Pontus... Ben Dimitra’nın o koyu mavi gözlerine sevdalanmıştım, şimdi
de Yunan bayrağının mavisine sevdalıyım.”(Çalı Harmanı, s,47) Aşkın büyülü gücü
sonradan Hristo’yu bir Müslüman kızı olan Çerkes Nalmes’e ilgi duymaya yöneltir.
Hristiyan çeteci Hristo, misafir olduğu bir Müslüman evinde gördüğü kıza duyduğu
hissiyat karşısında tedirgin olur; “Yalnızlığıyla baş başa kaldığı uykusuz bir gece,
‘Müslüman olmasaydı ona âşık olabilirdim’ diye, kendi kendine aşkını itiraf bile
etmişti.” (Çalı Harmanı, s. 285)
Anadolu’dan Yunanistan’a mübadele ile giden Tokatlı Rum genci Aleko ise
çiftliklerine yerleştikleri Ağuş Ağa’nın kızı Cemile’ye gönül verir. Aşkı karşılıksız
olmayan Aleko hangi engellerle karşı karşıya olduklarını bilir ama bu ilişkide “aşk”
galip gelir ve Aleko-Cemile çifti tam da mübadele esnasında sırra kadem basarlar.
Aleko ve Cemile çiftinin aşkları için karşı koydukları şey Türkler ve Rumlar arasındaki
52derin uçuruma işaret eder: “Delirdin sen eycene herhal? Nerde görülmüş gavur gızanı,
Müslüman gızına çiçek versin! İkinizi de öldürürler, ona göre ha!” (Çalı Harmanı, s.
348)
İncelediğimiz romanlar içinde aşk meselesini en yoğun biçimde ele alan roman
Mübadele Günlerinde Aşk’tır. Eser isminin hakkını verircesine Sare ile Adras’ın aşkı
merkezde olmakla birlikte birçok aşkı ve evliliği gündeme getirir. Bu aşkların etki
gücünü artıracak başarılı bir kurgu düzenlemesi, dil tasarrufu, psikolojik tahliller söz
konusu değildir. Sare ile Adras’ın dinî ve kültürel farklılıklarından dolayı yarım kalan
aşkları bir yığın tesadüf zinciri sayesinde torunları Elay ve Adel tarafından tamamlanır.
Mübadiller romanı, aşk çeşitliliği bakımından diğer romanlara göre oldukça
zengindir. Romanda sadece Türk-Rum ilişkileri ve evlilikleri değil Sabatayist Mehlika
ile Halim Bey, Yörük Mehmet ile Gagavuz Türk’ü olan Hristiyan Burçak arasındaki
aşk da gündeme getirilir. Sabatayist Mehlika ile Halim Bey’in aşkı, ikilinin gençlik
yıllarında Selânik’te başlar. Bu aşk öncelikle Halim Bey’in dedesi tarafından aradaki
kültür farklılığı bahane edilerek engellenmiş, sonrasında ise Halim Bey’in bir başkası
ile evlenmesi ikili arasında belli bir mesafe oluşturmuştur. Halim Bey evlendikten sonra
da Mehlika onun peşini bırakmaz. Ancak Halim Bey, Müslüman olmasına rağmen
Türklerden daha rahat bir yaşam biçimini tercih eden ve duruma göre şekil alan
Sabatayistlerin kızı Mehlika’nın bütün birliktelik tekliflerine, içindeki derin aşka
rağmen kulak tıkar. Romanda açık açık söylenmese de Halim Bey’in bu tavrında millî
duygular noktasındaki hassasiyetinin etkili olduğu anlaşılmaktadır. Mehlika, Halim
Bey’e yazdığı bir mektupta bu durumun farkında olduğunu şu sözlerle ifade eder:
“Biliyorum hislerinden de fedakârlık ettin. Meziyetin bu. Başkaları için feragat sana
azamet veriyor. Deden, baban, ailen için.” (Mübadiller, s. 742) Mehlika, zaman zaman
Türk kadınını ve aile kurumunu eleştiren sözler söyleyerek Halim Bey’in direncini
kırmaya çalışsa da romanın bir yerinde “Ben de bir aile özlüyorum Halim Bey.”
(Mübadiller, s. 506) diyerek aile kurumunun bir ihtiyaç olduğunu itiraf etmek
mecburiyetinde kalır. Mehlika’nın böyle bir ihtiyacı hissetmesinde ailesi tarafından sırf
zengin olduğu için kendisinden yaşça büyük Naim Bey’le evlendirilmesinin de etkili
olduğu düşünülebilir. Mehlika’nın: “Şeriat ikinci karıya izin veriyor. Ne olur beni de
yanına al Halim. İkinci karın olayım, metresin olayım. Beni zenginlik ve servet içinde,
ateş ortasında yanarak yapayalnız bırakma!” (Mübadiller, s. 469) sözleri karşısında
Halim Bey’in şu düşünceleri dikkat çeker: “Gazi’nin hemşehrisi ileri bir harsın
temsilcisi olma sıfatlarına aykırı bir harekette bulunamazdı. O Gazi’nin yolunda
Cumhuriyet’in de inkılapların da yaşayan ve yaşatan bir örneği olmalıydı. Gencecik
karısının mutluluğunu, ham bir çocukluk aşkı ile gölgelendirip bulandırmaya hakkı var
mıydı?” (Mübadiller, s. 746)
Aynı milletten oldukları hâlde farklı dine mensup olan Yörük Mehmet ile Gagavuz
Türkü Burçak’ın aşkı da mübadele nedeniyle yarım kalır. Burçak’ın “Hristiyan ol, bizim
obada kal.” (Mübadiller, s. 246) teklifi de bu ayrılığı engelleyemez. Romandaki bir
diğer aşk Rum Feri ile Türk Osman arasındadır. Mübadele dedikodusu çıkınca bir Türk
gencine kaçan Feri, Perihan ismini alarak Müslüman olur. Feri, henüz reşit olmadığı
için yakalanma korkusu ile uzun müddet gizlendikten sonra ortaya çıkabilir. Ortaya
çıktıklarında Feri’nin ailesi Anadolu’yu terk etmiştir. Rum kızların Türk erkeklerle
evlenmeleri Rumlar arasında Anadolu’dan ayrılmamak için yapılmış bir hamle olarak
da değerlendirilir: “Ha Feriaki! Akıllı kız! Sevdiyse ne yaparız? Belki oğlanı sevdi, belki
İncesu’yu bırakmak istemedi. Aynısını Yertsimani de yaptı. Mübadil olacağına yanında
53Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler
hizmetçi olarak çalıştırdığı yaşlı İlyas’la evlendi.” (Mübadiller, s. 735) Bu vesile ile
ifade etmek gerekir ki mübadele romanlarında Hristiyan olup bir Rum’la evlenen Türk
örneğine rastlanmazken Müslüman olup bir Türk erkeği ile evlenen roman kahramanları
az da olsa görülür.
Mor Kaftanlı Selanik’te Musa isimli bir Türk’e âşık olan Penelope, ailesinin bütün
tepkisine rağmen evden kaçıp Musa ile evlenir. Evlendikten sonra Müslüman olup
Üzümkız adını alır. Aynı romanda Müslüman olup Halil isimli bir gençle evlenen Sofia
isimli (Sonradan Safiye) bir Rum kızı da görülür. Suyun Öte Yanı romanında Sıdıka ile
Arap Mustafa’nın aşkı mübadelenin bir başka yüzünü gösterir. Girit’teyken sözlü olan
bu ikiliden Sıdıka, Türkiye’ye geldiklerinde zengin olduğu gerekçesiyle bir başkası ile
evlendirilir. Evlendiği kişi mübadele komisyonundaki tanıdıkları vasıtasıyla zengin
olmuş Mehmet Ali Bey’dir. Bu evlilik, mübadele şaşkınlığı içinde hayatta kalma arzusu
ile mübadillerin birçok şeyden vazgeçmek durumunda kalmalarına bir örnek olması
bakımından önemlidir.
Genellikle Türkleri ve Rumları kendi içlerinde tasvir eden romanlarda Türklerin ve
Rumların aşklarını Çalı Harmanı’nda Hristo ve Dimitra, Andreas ve Eleni, Naim ve
Nermin arasında görürüz. Romanda bir Türk ve Rum arasında gelişen tek aşk,
Cemile’nin Anadolu’dan köylerine gelen bir muhacir genç olan Aleko ile yaşadığı
aşktır. Kritimu’da ise İbrahim ile Cemile, Meletyos ile Hrisula arasındaki ilişki romanın
geneline yayılan Türk ve Rum aşklarına örnek olarak anılabilir.
Mübadele romanlarında Türk ve Rum aşkının yaşandığı romanlardan birisi de Ah Bre
Sevda, Ah Bre Vatan’dır. Romanın temel izleklerinden birini oluşturan Rum kızı Eleni
ile Türk genci Enver’in aşkı, Enver’in sevdası ve vatanı arasında sıkışıp kaldığı bir
durumla sona erdirilir. Milletlerin kendi içlerinden kişilerle yaşadıkları aşklarda olduğu
gibi iki karşı milletten âşığı gördüğümüz aşklar da yine mübadele ile birlikte bir yol
ayrımına tabi tutulmuşlardır. (Çalı Harmanı, Naim ile Nermin, Hristo ile Dimitra) Söz
konusu aşkların âkıbetini mübadele ile birlikte ayrılan yollar ve nihayetinde tercih
edilen “vatan” almıştır. Mübadele romanlarındaki “aşk” izleğini yansıtan bazı metin
alıntıları şöyledir:
Tablo 5
Mübadele Romanları- Aşk ve Evlilik
Metin Alıntısı
Sayfa Aralığı
(...) Adımını attığı her sokakta, her taşta, her bahçe duvarında Girit’i
Hanya’yı düşünür, düşündükçe nişanlısı Cemile’yle bir tutardı. Kritimu:14
Bıçağının çeliğine Girit’i ve Cemile’yi, iki sevdasını tek düşünerek, harf
harf kazıdığı (...) Kritimu: 54
Mehmet terlemiş ellerindeki al gelincik ve mavi peygamber çiçeklerini
sevdiği kıza uzattı. Burçak, bu çiçekleri alırken eli eline değdi. Sanki gökle
yer arasında şimşekler çakmıştı. İkisi de titriyordu. İlk defa tenleri birbirine
değiyordu. Bu tatlı temas gözlerden de, sözlerden de etkiliydi. Çiçekler
gençlerin ayaklarının dibine döküldü. Mehmet, başını kızın pembe tül
yazmasından apak görünen kuğu boynuna doğru eğdi. Mübadiller: 247
Mehlika on bir yıldır görmediği ilk aşkının, çocukluk arkadaşının (...) çıkıp
gelmesini bekliyordu. Yıllardır arzuları köreleceğine daha da yoğunlaşmıştı.
Damarındaki sıcak kanın daha da yoğunlaştığını hissetti. Alevli gözlerini
delikanlıya dikti. Mübadiller: 466
54Sana ikinci evliliğinde bir kitap vermiştim. Okudun mu? “Osmanlı kadını
kadar Osmanlı erkeği de bir kafese hapsedilmiştir.” Diyordu. Ev ve
evlenmek sizin için yaşanılan bir yer değil, hayattan kopulan bir yer oldu.
Roman dedikodu ve uydurmaca duygular değil, okuyucu ile özdeşleşip
paylaşılan acı ve sevinçlerdi Halim! Pol ve Virgini’yi bunun için sana
verdim. Okudun mu? Toplum bizi kendisi gibi basitleştiren iğrenç bir
hayvandır. Sen de ben de toplumun, çevrenin kölesi olduk. Bu yüzden beni
babam yaşındaki Naim Bey’e layık gördüler. Mübadiller: 468
Şeriat ikinci karıya izin veriyor. Ne olur beni de yanına al Halim. İkinci
karın olayım, metresin olayım. Beni zenginlik ve servet içinde, ateş
ortasında yanarak yapayalnız bırakma! Mübadiller: 469
Sana “Pembe Mendil” kitabını armağan eden Selanikli Hanım” dersin. O
kitapta Türk ailesi övülür. Ben de bir aile özlüyorum Halim Bey. Mübadiller: 506
... topu topu on sekiz ay ayrı geçen öyle yıllar filan da değil. Bedenleri kendi
kendine yetmeye mi alışmış, zihinleri mi çok dolu, sanki yeni tanıyor gibiler
birbirlerini. Öyle de değil, bedenlerin yeni tanışmasında bir keşif merakı
vardır ve bir fetih coşkusu. Hayır, yeni tanışıyor gibi değil bedenleri, sanki
ölmüş ya da en azından yıpranmış bir şeyi diriltme telaşındalar. İstanbul
zaten hayhuydu, gelen gideni bir sürü heyecan, ama yatakları
birleştiriverdikleri zamanki sevinç neden sürüp gitmedi dün gece? Bir
tutukluk, garip bir çekingenlik, adını koyamadığı... Suyun Öte Yanı: 49-50
İnce, narin bir el, taş bir evin kapısını çalıyor usulca. Mustafa...
İrtha!(Geldim) Önce ses yok. Sonra hafif bir çıtırtı. Hasırın üzerinde yün
çoraplı bir ayak. İki adım. Duraklıyor. “Mustafa” Ahşap kapının aralığı.
İşlemeli örtünün çevrelediği bu yüz... “Matyamu” Mustafa’nın iki gözü
Sıdıkası... Kalosirthes (Hoş geldin)... Hrisomu...” Konuşuyor mu Arap
Mustafa gerçekten, yoksa yüzyılın ilk çeyreğinden mi geliyor sesi?
Okşayamamıştı geçen kez. Geçen kez... Girit’te. Başında yine bu örtü, o
düğün günü... Olmaz ki herkesin içinde. İşte yanı başında şimdi... Sıyırsa
örtüyü okşasa saçlarını... Suyun Öte Yanı: 94-95
Hocam! Burası benim yeni vatanım. Bu toprağa kirle adım atamam. Karar
verdik. Kayda girmeden önce Halil nikâh kıyacak. Mor Kaftanlı Selanik:
366
Karşıdaki mescidi gösterdi:
-Fazla vaktini almaz, imam söyle, bilsin ki, adımı ve dinimi değiştirmeye
kimse zorlamıyor.
Sesin geldiği yöne döndü. Nezarethane bekçisi Dora’yı getiriyordu.
Saygıyla eğilip Komiserin elini öptüler. Dora o göz alıcı elbiselerinden
kurtulmuş, fakir bir semt gelinini andıran tertipli bir pazen elbise giymişti.
Üzerinde bütün düğmeleri iliklenmiş haki bir yelek vardı ve başı
bağlanmıştı. (...)
Mor Kaftanlı Selanik:
246
Nezarethane bekçisi sevinçliydi. Komisere döndü: Sevinç ve mahcubiyet iç
içeydi:
-Komiserim! Biz nikâhlandık...
Elay, gecemin karanlığında, gökyüzünde kayan yıldızımsın. Yıllardır seni
bekledim, sen yoktun. Ben hep eksiktim. Aşk mı seni getirdi, sen mi aşkı
getirdin bilmiyorum. Bildiğim tek şey seni gördüğüm an, aşkının ve senin
büyüne kapıldım. Mübadele Günlerinde
Aşk: 247
Hayır Eleni! Son kez değil... savaş bittikten sonra her şey düzelecek... Siz
İstanbul’dan geri döneceksiniz, ben papazlıktan istifa edeceğim ve hemen
evleneceğiz. Çalı Harmanı: 146
Yalnızlığıyla baş başa kaldığı uykusuz bir gece, “Müslüman olmasaydı ona
âşık olabilirdim” diye, kendi kendine aşkını itiraf bile etmişti. Çalı Harmanı: 285
55Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler
“Delirdin sen eycene herhal? Nerde görülmüş yavur gızanı, Müslüman
gızına çiçek versin! İkinizi de öldürürler, ona göre ha!” Çalı Harmanı: 348
Lakin sevdiğim kız bizden değil manam. Günahtır, bilirim... ne çare ki
senin oğlun bir Müslüman’a gönül verdi. Çalı Harmanı: 364
Beni anla Andreas, bir zamanlar gerçekten âşıktım Dimitra’ya... Ama
bundan sonra benim tek aşkım var, o da Pontus... Ben Dimitra’nın o koyu
mavi gözlerine sevdalanmıştım, şimdi de Yunan bayrağının mavisine
sevdalıyım. Dimitra’ya olan aşkımın yerini, bayrağın üstündeki haç işareti
aldı. Çalı Harmanı: 47
“Günahtır bilirim... Ne çare ki senin oğlun bir Müslümana gönül verdi.”
Çalı Harmanı: 364
“Senin şu küçük Eleni’n büyüdü de sevdalandı bile. Bir Türk’e gönül
verdi!” Ah Bre Sevda, Ah Bre
Vatan: 34
“Utanmadan karşıma çıkmış, Rum kızına vuruldum baba diyor.” Ah Bre Sevda, Ah Bre
Vatan: 141
Sonuç
Yakın dönemde sayıları artış gösteren mübadele romanlarında Türk yazarların
Türkleri ve Rumları hangi bakış açılarıyla ele aldıklarının ortaya konması, meselenin
Türk tarafındaki “Türk ve Rum” algısını açıkça ortaya çıkarmaktadır. Bu çalışmada söz
konusu algıyı tespit etmek üzere on romandan hareketle bir değerlendirme yapılarak söz
konusu milliyet algısındaki farklı ve benzer yaklaşımlar ortaya konmuştur.
Romanlarda mübadeleye giden süreç ortak bir bakış açısı ile ele alınır. Bu ortak bakış
açısına göre henüz mübadele gündemde bile değilken Balkan Savaşları ve 1. Dünya
Savaşı’nın yıkıcı etkisi ile Türkler ve Rumlar arasındaki toplumsal ilişkiler giderek
gerginleşir. İki toplumun ortak yaşam sürdürebilmesi neredeyse imkânsız bir hâl alır.
Bu bağlamda mübadele romanlarında, mübadelenin haklı gerekçelere dayandığı
yönünde temel bir algının olduğunu söyleyebiliriz. Mübadele kararını alan siyasi
iradeye dönük herhangi bir eleştirinin görülmemesi de bu temel algıyla doğrudan
ilgilidir. Romanların ileti dünyasında, Yunan idarecilere karşı kısmen bir eleştiri görülse
de Türk tarafındaki siyasi iradeye dönük bir eleştiri görülmez. Hatta birçok Türk
mübadil, Türk idarecileri bir kurtarıcı olarak görür.
Mübadele romanı yazarlarının her iki millete dair algılarında ve onları yansıtmada
birtakım farklılıklar bulunsa da yazarların algıyı yansıtmada kullandıkları ögeler büyük
oranda benzerlik göstermektedir. Mübadele romanlarının iki temel unsuru olan
Türklerin ve Rumların kültürel hususiyetlerinin ve birbirleriyle etkileşiminin genellikle
“komşuluk, çetecilik, dinî yaşam alanı ve aşk motifiyle gelişen evlilikler” ekseninde
ağırlık kazandığı görülür. Yazarlar her iki milleti çoğunlukla bu sahalarda birbirleriyle
temas ettirmişledir.
Ele aldığımız metinler ‘roman’ hüviyetinde karşımıza çıkıyor olsa da yazarların birer
anı ya da günce oluşturma amacı olduğu hissedilmektedir. Bu durum, roman
yazarlarının birçoğunun mübadil kökenli olması; mübadil kökenli olmasalar bile
anlattıklarını tarihî gerçeklikle ilişkilendirme gayretlerinden kaynaklanmaktadır. Bu
bağlamda Mübadele romanlarında verilen “Türk” ve “Rum” algısı, söz konusu
romanları husule getiren zaman ve mekândan ayrı düşünülemeyecek bir hususiyet arz
eder. Bir başka ifade ile söz konusu romanların tarafları olan Türkler ve Rumlar
mübadele gibi bir tarihî olayın içinde yaratılmış, bu olaydan azade
56değerlendirilemeyecek bir yapıda tasvir edilmişlerdir. Bu itibarla söz konusu
romanlarda aksettirilen Türk ve Rum algısının mübadele öncesinde ve sonrasındaki söz
konusu milliyet algılarından farklı olduğunu bizatihi mübadele romanları teyit
etmektedir.
Mübadeleyi konu alan romanlar, mübadelenin doğasında bulunan çift yönlü yapıdan
önemli oranda etkilenmişledir. Söz konusu ikili yapı, romanların kurgu dünyasını teşkil
eden bütün unsurlara az ya da çok sirayet etmiştir. Romanlardaki düaliteyi temsil eden
en belirgin husus yazarların her bir romanda değişkenlik gösterebilen hümanist ve
milliyetçi söylem tercihleridir. Anlatıcılar, mübadelenin beşerî ve vicdanî yönü
karşısında “öteki”ni de kucaklayan insanî bir söylem geliştirmişlerdir. Bu bakış açısının
yansımalarını özellikle yakın komşuluk ilişkileri ile aşk ve evlilik bahislerinde görürüz.
Dinden söz edilen bölümlerde kısmen, çetecilik faaliyetlerinde ise neredeyse tamamen
milliyetçi bir söylemin ağırlık kazandığı görülür. Makale boyunca dikkat çekmeye
çalıştığımız bu dört başlık hakkında öne çıkan tespitlerimiz şöyledir:
Komşuluk ilişkileri: Yüzyılların oluşturduğu ortak yaşam kültürüne bağlı olarak
birbirleriyle son derece saygılı ve hoşgörülü komşuluk ilişkileri geliştiren iki toplum,
mübadeleye giden süreçte ve mübadele sırasında bu kadim ilişkiyi bozmazlar. Ufak
tefek taşkınlıklar görülse de bunlar genel insani yaklaşımı bozacak nitelikte değildir.
Dolayısıyla iki toplumun en güçlü ve hoşgörülü karşılaşma alanı komşuluk ilişkileri
olarak görülmektedir.
Aşk ve evlilik: İki toplum arasında romanlara yansıyan bir kız alıp verme durumu söz
konusu değildir. Taraflar çok iyi komşular olsalar dahi din temelli ayrışma gereği böyle
bir ilişkiye sıcak bakmazlar. Ancak hemen her romanda en az bir Rum ile Türk’ün
toplum tarafından kabul görmeyen ilişkilerine şahit oluruz. Toplumun onaylamadığı bu
ilişkinin tarafları çoğu zaman aşklarını toplum baskısına ya da daha ağır basan
milliyet/vatan duygusuna feda etmek zorunda kalırlar. İstenmeyen aşkın tarafları
genellikle içinde bulundukları duygusal yoğunluk nedeniyle mübadeleyi ve mübadeleyi
getiren sebepleri anlamsız görme eğilimi içine girerler.
Din, din adamları, kültürel değerler: Mübadelenin tek ölçüsü olan ve iki toplumu çok
belirgin çizgilerle birbirinden ayıran din olgusu, mübadele romanlarında yeterince
işlenmiş bir mesele olarak karşımıza çıkmaz. Tıpkı aşk ve evlilik gibi iki toplum
arasında doğal sınır olan din olgusu, kimi kahramanların zihninde aşırı romantik bir
yaklaşımla basite indirgenir. Din değiştirme motifi çoğunlukla Rum kadınlar için bir
gönül macerası sonucunda görülürken Türk ve Rum erkekleri söz konusu olduğunda
imkânsız bir durum olarak karşımıza çıkar. Türk yazarların Rum kültürüne dair ciddi
bir birikime sahip oldukları, Rum kültürüne dair unsurların romanlarında bolca
yansıtılmasından anlaşılmaktadır. Ancak, yazarların Türklere ait kültürel değerleri
işleme konusunda çok daha başarılı oldukları görülür.
Çeteler ve çetecilik faaliyetleri: Çeteler ve çetecilik faaliyetleri bütün mübadele
romanlarında değişmeyen bir motif olarak karşımıza çıkar. Mübadeleden çok önce
kamu otoritesinin zayıflaması ile ortaya çıkan çeteler ve çetecilik faaliyetleri
mübadillerin en önemli problemi ve roman kurgularının ise en yaygın gerilim alanı
olarak görülmektedir. Mübadele romanlarının en vahşi sahnelerinde çeteciler
değişmeyen unsurdur. Mübadele romanlarında “çeteciler” romanların iki milletli şahıs
kadrosu içinde ayrı bir yerde konumlandırılır. Sıradan roman kişileri kentlerde ve
köylerde yaşarlar, çeteciler ise dağlardadır ve genellikle geceleri faaliyette bulunurlar.
Anlatıcının belki de bilinçaltından kaynaklanan bir nedenle çeteciler toplum hayatının
57Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler
dışında resmedilir. Gerek Türkler arasındaki ve gerekse Rumlar arasındaki çeteciler,
yerleşik ahaliden ayrı tutulur. Roman kişilerini çeteciler ve çeteci olmayanlar şeklinde
bir tasnife tâbi kılan bu yaklaşım, çetecileri dahi kendi içinde ikiye ayırmaktadır. Bu
bağlamda kimi romanlarda “çetecilik ve eşkıyalık” arasında bir ayrım gözetilerek
çetecilik daha olumlu bir çerçevede çizilmeye çalışılsa da bu yaklaşımın kendi içinde
tezatları olduğu da görülmektedir.
Kaynakça
Altınsay, S. (2011). Kritumu -Giritim Benim-. Can Yayınları, İstanbul.
Altınyeleklioğlu, D. (2013). Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan- Bir Mübadele Romanı-.
Remzi Kitabevi, İstanbul.
Akgün A. & Şen, C. (2008). Popüler Tarihî Bir Romanın Kimlik’i. Edebiyat Bahçesi
Dergisi, S.1, ss. 21-40.
Akgün, A. (2016). Balkan Türklerinin Muhacir Edebiyatı İncelemeleri. Grafiker
Yayınları, Ankara.
Arı, K. (2017). Türk Roman ve Öyküsünde Mübadele. Tarih ve Günce, Atatürk ve
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Dergisi, I/1, ss. 5-27.
Aydın, K. (2008). Karşılaştırmalı Edebiyat, Günümüz Postmodern Bağlamında
Algılanışı. Birey Yayıncılık, İstanbul.
Ayhan, S. (2008). Türk Romanında Azınlıklar. Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa.
Aytaç, G. (2013). Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi, Say Yayınları, İstanbul.
Çiçekoğlu, F. (1996). Suyun Öte Yanı, Can Yayınları, İstanbul.
Ertul, N. (2006). Kimlik - Osmanlı Topraklarında 700 Yıllık Yaşam ve Köklerimiz-.
Nesa Yayın Grubu, İstanbul.
Gürbüz, Y. (2008). Mübadiller, Elips Yayınları, Ankara.
Karabulut, B. (2014). Mübadele Günlerinde Aşk, Cinius Yayınları, İstanbul.
Karakoyunlu, Y. (2012). Mor Kaftanlı Selanik -Bir Mübadele Romanı-. Doğan Kitap,
İstanbul.
Kefeli, E. (2000). Karşılaştırmalı Edebiyat Çalışmaları, Kitabevi Yayınları, İstanbul.
Millas, H. (2005). Türk ve Yunan Romanlarında Öteki ve Kimlik. İletişim Yayınları,
İstanbul.
Özyürek, A. E. (2011). Muhacirler -Bitmeyen Göç-, Kekeme Yayıncılık, İstanbul.
Sazyek, H. (2013). Edebiyat Niçin İnsansız Olamaz?. Turkish Studies, S. 8, ss. 1127-
1139.
Tilbe, A. (2015). Göç/göçer Yazını İncelemelerinde Çatışma ve Göç Kültürü Modeli.
Turkish Migration Conference Selected Proceedings, Transnational Press
London, London, 2015, ss. 458-466.
Ulağlı, S. (2002). “Edebiyata Farklı Bir Bakış”, I. Ulusal Karşılaştırmalı Edebiyat
Sempozyumu, 06-08 Aralık 2001, OGÜ Basımevi, Eskişehir.
Ulağlı, S. (2006). İmgebilim ‘‘Öteki’’ nin Bilimine Giriş, Sinemis Yayınları.
Üner, A. (2013). Çalı Harmanı -Mübadelenin Hazin Hikâyesi-. Yakın Plan Yayınları,
İstanbul.
58www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5a003f
e98ea025.30950218, E.T. 06.10.2017
www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5a003f
ecb0aa95.25298404, E.T. 06.10.2017
Yalçın, K. (2011). Emanet Çeyiz-Mübadele İnsanları-,Birzamanlar Yayıncılık,
İstanbul