SELANİKLİLİK KİMLİĞİ ÜZERİNE BİR DENEME(*)
Sefer Güvenç
(Lozan Mübadilleri Vakfı Genel Sekreteri)
30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Yunan Hükümeti arasında İsviçre’nin Lozan kentinde imzalanan “Nüfus Mübadelesi Sözleşmesi” sonrasında Yunanistan’dan Türkiye’ye zorunlu olarak göç ettirilen Türk- Müslümanların sayısı konusunda araştırmacılar 350.000 ile 490.000 arasında değişen rakamlar vermektedirler. Bu sayıya 1821-1923 yılları arasında bugünkü Yunanistan sınırları içinde kalan topraklarını terk edenler dahil değildir. “Yunanistan’ın farklı bölgelerinde yaşayan “Müslümanların sayısı”nı, Osmanlıların ayrılışı esnasında belirlemek imkansızdır. En iyimser tahminlere göre 800.000 ile 900.000 arasındadır, ki bu sayı oldukça mantıklı gözükmektedir. Bu topluluğun hemen hemen yarısı 1923’ten önce ülkeyi terk etmişlerdir. (Aleksandre Popovic, Balkanlarda İslam s.328, İnsan Yayınları İstanbul 1995)
Osmanlı yönetimi döneminde Selanik yoğun bir sivil-asker bürokrat nüfus barındırmaktaydı. Osmanlı bürokratlarının1912 sonrası ülkeyi terk etmeleri ile Müslümanların nüfusunda bir azalma olsa da toplam nüfus içindeki oranlarında bir değişme olmamıştır. Kentin Yahudilerden sonra gelen ikinci kalabalık gurubunu yine Müslümanlar oluşturmaktaydı.
1913 yılında yapılan resmi nüfus sayımına göre kent merkezinde 157.889 kişi (32.184 aile) yaşıyordu. Bu nüfusun 61.439’u Yahudi, 45.867’si Türk, 39.956’sı Yunan, 6.236’sı Bulgar ve 4.364’ü yabancıydı. (Alexandra Yerolympos, Selanik 1850-1918, İletişim Yayınları,1999 İstanbul-Hazırlayan Gilles Veinstein)
500 yıl süren “Türk Yönetimi” döneminde çok etnisiteli, çok dinli, çok dilli Selanik kenti Avrupa ile Osmanlı imparatorluğun bağlantısını sağlayan en önemli liman kentlerinden biriydi. Batı Avrupa Ülkelerindeki her türlü teknolojik, bilimsel, felsefi, sanatsal gelişme imparatorluğa bu kapıdan giriyordu. Osmanlı yönetimine muhalif olan “Genç Türkler”in merkeziydi Selanik. İttihat ve Terakki Partisi burada kurulmuştu. Abdülhamid’e II. Meşrutiyeti ilan ettirerek Meclis-i Mebusan’nın açılmasını sağlayan 1908 devriminin beşiği Selanikti. 1909’da İstanbul’da anayasal düzene karşı girişilen 31 Mart ayaklanmasını bastıran ve Abdülhamid’i tahtan indiren Hareket Ordusu Selanik’ten hareket etmişti. Mustafa Kemal bu kentte doğmuştur.. Mustafa Kemal ile birlikte Cumhuriyetin kuruluşunda görev alan sivil ve asker kadroların yetiştiği bir okuldur Selanik. Büyük şair Nazım Hikmet gibi bir çok ünlü edebiyatçının doğum yeridir. Osmanlı Türkiye’sinde kapitalist üretim tarzı öncelikle Selanik’te filiz vermiştir. Kapitalizmin bağrından çıkan işçi hareketinin beşiği, Sosyalist İşçi Federasyonun kurulduğu kenttir Selanik. Bir adı da “Kabe-i Hürriyet”tir onun..
Türkiye’nin ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel tarihi açısından bu kadar önemli olan, özelliği olan bu kentte yaşamış insanlar hakkında Türkiye’de yapılmış, yayımlanmış bilimsel çalışmaların yeterli olduğu söylenemez.
Gerçi, “Türkiye’de yayımlanmış Osmanlı İmparatorluğunun son birkaç on yılının politik ve kültürel tarihiyle ilgili çalışmalarda Selanik adına sık sık rastlanır. Fakat şehirdeki Müslüman öğenin yaşamını görmemizi sağlayacak derinlikli çalışmalar son derece eksiktir.” (Meropi Anastassiadou, Tanzimat Çağında Bir Osmanlı Şehri-SELANİK, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 2001)
Affınza sığınarak LMV tarafından sözlü tarih çalışmalarında ulaşabildiğimiz ikisi erkek ikisi kadın Selanik doğumlu dört mübadilin anlattıklarından ve Reşat Tesal’ın yayımlanmış anılarından yola çıkarak Selaniklik kimliği üzerine bir denemede bulunmak istiyorum.
Görüşme kayıtlarına başvuracağım kişilerden;
Bay Faruk Özvardar: 1907 Selanik, Akçe Mescit Mahallesinde doğmuştur. Tekirdağ’da yaşıyor.
Bay Reşat D.Tesal: 1911 Selanik doğumlu. LMV’nin kurucu üyesi. İstanbul, İletişim Yayınlarından çıkmış “Selanik’ten İstanbul’a –Bir Ömrün Hikayesi”adlı anı kitabı var. İki yıl önce vefat etti.
Bayan Makbule Süren: 1912 Selanik doğumlu. İzmir’de bir huzur evinde yaşıyor..
Bayan Vedia Elgün: 1922 Selanik doğumlu. LMV’nin kurucu üyesi. İstanbul’da yaşıyor.
Faruk Özvardar Selaniği 17 yaşında, Reşat Tesal 13 yaşında, Makbule Süren 12 yaşında, Vedia Elgün ise 2 yaşında terk etmiştir.
Vedia Elgün dışındaki 3 kişinin anlatımları ilk elden anılardır. Vedia Elgün’ün anlatımları ise aile büyüklerinden aktarılanlara dayanmaktadır.
Reşat Tesal’ın babası Ömer Dürrü Tesal, Gunaris’in Kral yanlısı Halkçı Partisinden Yunanistan Meclisine seçilmiş ve iki dönem azınlık milletvekili olarak görev yapmış. Ailenin geçimi sağlayan bütün malvarlıkları Volos’taymış. “Volos’taki emlak, şehrin hemen girişinde bir büyük iş hanı ile, Eskiler bölgesinin en işlek yerinde,20 küsur dükkandan oluşan bir blok yapıdan oluşuyormuş…” Reşat Tesal’ın büyük babasından kalan bu dükkanlar iyi kira getiriyormuş. Kiracıların hepsi de Yunanlıymış.
Vedia Elgün’ün babası çiftlik sahibiymiş. Geçim kaynakları Kılkış’taki çiftlikten elde edilen gelirlermiş.
Faruk Özvardar’ın babası da geçimini çiftçilikten ve ipek böcekçiliğinden sağlıyormuş. Toprakları Selaniğin kuzey batısında kalan Boymitsa’daymış. (Aksiupoli).
Makbule Süren’in babasının ise esnaf. Selanik merkezde şekerci dükkanı varmış.
Selanikli Müslümanlar çoğunlukla Suluca, Çınarlı, Yakup Paşa, Koca Kasım Paşa, İshak Paşa (Kule Kahveleri Semti), Hazma Bey gibi Vardar (Egnetia) Caddesinin kuzeyindeki mahallelerde oturuyorlardı. (Vasili Demetriadis,Topografia tis Thessaloniki Kata Tin epohi tis tourkokratias 1430-1912 ).
Reşat Tesal, “Selanik’ten İstanbul’a” adlı anı kitabında ve yapılan sözlü tarih görüşmesinde ev ortamına ilişkin ayrıntılı bilgiler vermişitr. “Selanik”te çocukluğumun bir bölümünün geçtiği ev Kaymakam Hıfsı Bey”in konakları diye anılan dörder katlı,renkli camlarla geniş sofalara açılan ferah odalardan oluşan ve ara yola “Kemal’in Yokuşu”na nazır avlularında birer selamlık dairesini de kapsayan, birbirine bitişik gerçek iki konaktan bir tanesi idi.İki konak da her katta mevcut orta kapılarla birbirine bağlanmıştı.Konaklar,oturduğumuz diğer evler gibi, Müslüman mahallerinin en yoğununu oluşturan Kule Kahveleri semtindeydi.”
Reşat Tesal’ın anlatımlarından Selanikli Müslümanların geleneksel yaşam tarzından uzaklaşarak modern yaşam tarzına geçiş sürecini de izlemekteyiz . “Bizim evin eşyası, geliş kaynağı açısından, iki türden oluşuyordu. Bir bölümü, eskiden gelme ve çoğu alaturka şeylerdi. Sedirler, yer yatakları, hamam takımları, alaturka mutfak eşyası bunlardandı. Diğer eşya, annemin çeyizi ile gelenlerden ve Batı zevkini benimsemiş, sevmiş bulunan babamın edindiklerinden meydana gelmekteydi. Babamla anneme ve biz çocuklara tahsis edilmiş bulunan üst kattaki misafir salonu ile babamların ve biz iki kardeşin yatak takımları, salonun Viyana mamulü kanepe ve koltukları, duvarları süsleyen tablo ve biblolar bu türden modern ve kıymetli şeylerdi.( Resat tesal s.14-15)”
Vardar Caddesinin güneyinde Hristiyanların ve Yahudilerin yaşadıkları mahallelere komşu olan Akçe Mescitte de Müslümanlar yaşamaktaydı. Faruk Özvardar’ın çocukluğu Akçe Mescit Mahallesinde geçmiştir.”Akçe Mescit Mahallesi şehrin merkezinde Ayasofya camii, Beyaz Kule ve Kemeraltının ortasındaydı. İki katlı evimizin bir tarafı ihtiyarhane idi. Bir tarafında metropolitlik vardı. Mahallede çoğunluk Türklerdeydi. Az da olsa Rum ve Yahudi vardı.” Diyor Özvardar anlatımında. Makbule Süren ve Vedia Elgün’ün anlatımlarından Tanzimat döneminde yerleşime açılan, Selanikli zengin ailelerinin yalı ve köşklerinin bulunduğu Yalılar semtinde Frenkler, Yahudiler ve Hıristiyanlarla birlikte Müslümanların da yaşadıklarını öğreniyoruz . Makbule Süren ve Vedia Elgün evlerinin Yalılar (Vasilis Olgas) semtinde olduğunu gururla ve övünerek dile getiriyorlar.
Eğitimlerini ve dini ibadetlerini ciddi bir baskı ve dışlanma görmeden sürdüren, kentin sosyal yaşamına aktif olarak katılan Selanik’li Müslümanların mutlu yaşamı 1919 yılına kadar sürecektir. Bu döneme ilişkin anlatımlarda kentin çok kültürlü yaşamına ilişkin bilgiler ediniyoruz.
Reşat Tesal anılarında: “Yunanlarla mahallede arkadaştık, beraber gezer tozar, oyun oynardık. Sinemaya beraber giderdik. Ben tercümesini yapardım. Fransızcam vardı benim. Yunanlı arkadaşlarım dinlerdi benim tercümelerimi. Böyle haşır neşirdik.”diyor.
Makbule Süren’in anlatımları da aynı doğrultuda: “Oturduğumuz sokakta hem Türkler vardı, hem de Rumlar. Rumlarla gayet iyi görüşürdük. Güzel muameleleri vardı.Hatta Madam Aleksandria vardı karşımızda,ben sık sık oraya giderdim. Onun kızı vardı, onunla oynardık.
Hiçbir gün Türksünüz diye hakarette bulunmadılar. Yapmadılar. Bilakis Türkiye’den gelen Rumlara fırından ekmek istedikleri zaman, Türkçe söyledikleri için “Git Kemal versin” diye kovalıyorlardı.”
R.Tesal’ın anılarından o günkü eğlence anlayışı ve eğlence mekanları hakkında da ayrıntılı bilgiler ediniyoruz. “ En büyük zaafım olan sinema zevkimi, tatil günlerinde babam veya ağabeyimle tatmin ediyordum. Babam hafta tatillerinde bizi ya Molozboyu denen sahil kıyısındaki Penciki ve Floka pastahanelerinden , yahut Beyazkuledeki sinemalardan birine götürürdü. Bu sinemalar içinde en çok Yalılardaki Kerim Efendi sineması ili Beyazkule’ye ulaştıran Rıhtım caddesindeki, kapıları çikolata gibi dilimli ve imrendirici Palas sinemasını severdim. Birde Beyazkule bahçesindeki Açıkhava revü ve sinemasını beğenirdim. Bu bahçeye ve Yalılardaki meşhur Almozlino pastahanesine ağabeyim ile de giderdik. Babamız bir iki defada, arkadaşları ile her zaman oturduğu Penciki’de ağabeyimle bana bira bile içirmişti.”
Bilindiği gibi Müslüman inancına göre alkollü içki kullanmak haramdır. Bu gün dahi Türkiye’nin bir çok kesiminde bir babanın oğulları ile birlikte alkol alması yadırganacak bir davranış olarak yorumlanır. Selanikli Müslümanların içki kullanması o günkü koşullarda ilericiliğin, batılılığın, modernizmin bir simgesiydi. ( Meropi Anastassiadou)
GİYİM TARZLARI
Selanikli Müslüman erkeklerin ve kadınların giyim tarzları da geleneksel olandan farklıydı. Anlatımlardan ve o döneme ait fotoğraflardan erkeklerin başlarında fesleri, takım elbise giydiklerini, kravat ya da papyon taktıklarını, kadınların siyah çarşaf yerine manto giydiklerini öğreniyoruz.. Türkiye’de Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yürüttüğü mücadeleye duyulan sempati nedeniyle fes yerine vatanseverliğin simgesi olarak kalpak giymek de giderek yaygınlaşıyor. Faruk Özvardar Türkiye’ye gelirken başında fes değil kalpak olduğunu ifade etmiştir. “Çarşaf giymedi annem. Annem manto ile eşarp. Annem İdadiyi bitirmiş, çok kültürlü bir kadındı.”diyor Makbule Süren.
MÜZİKLE İLİŞKİLERİ
“Selanik’te mandolin dersi aldım. Sonra kemana başladım. Sekiz sene keman çaldım. Çarlık Rusyası yıkılınca Selaniğe gelen Ruslardan dans dersi aldım. Yağlı boya dersi aldım.” (Makbule Süren) Annem çok güzel kanun çalardı diyor Vedia Elgün. Özenle koruduğu en değerli anı eşyası annesinin nota defteri.
DİNİ İNANÇLARI
Çok kapsamlı bir konu olmasına karşın Selanik Müslümanlarının dini inançları üzerinde de kısaca durmak istiyorum. Bu konuda görüşme kayıtları şunlar var: “Okulda din dersi yanında,namaz uygulaması da öğretiliyordu. Özellikle ramazanlarda ibadete daha büyük önem verilir. Müdürlük katındaki sofada namaz kılınırdı (R.Tesal). Dini bilgileri annem verirdi. Duaları ezberletirdi bize. Babamın sabah erken kalktığını, sabah namazına gittiğini, Cuma namazına gittiğini hatırlıyorum.” Diyor Vedia Elgün.
“Evimizin yanında bir cami vardı. Mevlüt olduğu zaman oraya giderdik, şerbet falan içerdik. Annem idadiyi bitirmiş. Dini terbiye öğretmişler ona okulda, her okulda olduğu gibi din dersleri var. Annem hepsini biliyordu, fakat yapmıyordu. Dini ibadetlerime üniversiteyi bitirdikten sonra başlayabildim. 26 yaşında başladım. O gün bu gün hala namazımı kılarım. Orucumu tutarım. Duada Allah, Peygamber ve annem-babamdan sonra Atatürk’ün ismini okuyorum. Çünkü bu hayatı bize o verdi. memleketi kurtardı. Bir de nankörler, Atatürk’e leke sürmeye kalkıyorlar…”
Türkiye’deki bütün mübadiller Mustafa Kemal Atatürk’ün hemşehrisi olmakla gurur duyarlar. Lozan Mübadilleri Vakfının yapmış olduğu sözlü tarih görüşmelerinin hemen tümünde Atatürk’e bir gönderme yapılıyor. Kimi Atatürk hakkında bir anı anlatıyor. Kimi Selanik’te yakın komşu olduklarını belirtiyor. Kimi de Atatürk’ün anne-babası ile bir akrabalık bağından söz ediyor. Makbule Süren gibi dini inancı güçlü, İslamın dini kurallarını tam olarak uygulayanlar dahi Atatürk’e kötü bir söz söyletmiyor.
POLİTİK DURUŞLARI
Makbule Süren’in bu son cümlesini biraz açmak gerekirse şu söylenebilir. Türkiye’de son iki yüz yıldır bir “ilericik-gericilik” başka bir ifade ile “laiklik - İslamcılık” çekişmesi yaşanıyor. 1900’lü yılların ilk çeyreğinden itibaren rasyonalizmin, ilericiliğin, batıcılığın, çağdaşlığın temsilcisi Mustafa Kemal’dir. Toplumsal ve ekonomik gelişmeye karşın geçmişe özlem duyan tutucu çevreler ise İslamcı bir düzeni, şeriatı savunmuşlardır. Onların referansı da İslamın kutsal kitabı Kur’an ve Peygamber Hz. Muhammed Mustafa’dır. Geçmişe özlem duyanlar, Mustafa Kemal’i dinsizlikle, masonlukla, dönmelikle suçlamışlardır. Bu suçlamalar karşısında dini inançlarından şüphe edemeyeceğimiz Selanik Müslümanlar hiç tereddüt etmeden Atatürk’ün yanında yer almışlardır. Şöyle de denebilir. Selanik Müslümanları dini Peygamberleri Hz. Muhammed Mustafa ile siyasi önderleri Kemal Mustafa’yı birlikte benimsemişler, özümsemişlerdir. Dogmatizm’i dışlayıp akılcılığı ön plana çıkarmayı başarabilmişlerdir. Mübadillerin siyasi duruşlarında da bunu gözlemlemekteyiz. 90’lı yıllarda Türkiye’de siyasi islamın yükselişine tanık olduk. 1996 seçimlerinden İslamı referans alan anti-laik, anti-batıcı Refah Partisi genel seçimlerden birinci parti olarak çıkmış ve iktidar ortağı olmuştur. Bu seçimlerde mübadillerin yoğun olarak yaşadıkları Trakya, Marmara ve Ege bölgesinden bu partinin aldığı oy oranı % 5-8 arasında kalmıştır. 1946’dan sonra çok partili yaşama geçen Türkiye’de mübadil yerleşimlerindeki oylar genellikle Liberal ve sosyal demokrat partilere gitmiştir.
DÖNMELİK SUÇLAMALARI
Türkiye’de Selanik Mübadillerine yönelik başka bir saldırı da “dönmelik” suçlamasıdır.
Mesih olduğunu ilan eden Musevi cemaatinden Sabetay Sevi cezadan kurtulmak için Osmanlı Sultanının huzurunda İslamiyeti kabul etmiştir. Dış çevrelere karşı Müslüman gibi davranan fakat kendi aralarında ise Museviliğin ibadetlerini gizlice yerine getirdikleri söylenen bu gurup da Mübadelede Müslüman oldukları yada sayıldıkları için Türkiye’ye gönderilmişlerdir.
Sayıları çok fazla olmayan (verilen tahmini sayı: 5000 civarında) bu küçük topluluk, ekonomik olarak güçlü olmaları, batılı bir yaşam tarzı sürdürmeleri nedeniyle mübadelenin ilk günlerinden itibaren özellikle ırkçı ve İslamcı çevrelerin hedefi olmuşlardır. Selanik’teki Yeni Asır gazetesinin sahipleri, Feyziye Mekteplerinin sahipleri, Türkiye’de tekstil sanayinin öncüleri olan Bezmenler gibi ailelerin bu guruptan oldukları söyleniyor. Türk-Yunan dostluğu için mücadele eden gazeteci Abdi İpekçi ve yine son dönem Türk-Yunan ilişkilerinin gelişmesinde önemli katkıları olan eski dışişleri bakanı İsmail Cem’in bu guruptan olduğu ileri sürülüyor. Mustafa Kemal’in öğrenim gördüğü Selanik’teki Şemsi Efendi ilkokulu’nun sahibinin de bu guruptan olması nedeniyle Mustafa Kemal’in de “dönme” olduğu savları öne sürülmektedir. Son yıllarda Soner Yalçın’ın “Efendi-Beyaz Türkler”, Yalçın Küçük’ün “Tekelliyet” adıyla piyasaya sürdükleri kitaplarla bu konu üzerinde yapılan tartışmalar güncelleşmiştir. Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve sosyal yaşamında önemli roller üstlenmiş Selanik kökenli bu zengin, eğitimli-kültürlü topluluğa yönelik gizli YAHUDİLİK suçlaması popülerleşerek tüm Selanik mübadillerini kapsar şekilde algılanmaya dönüşüyor. Selanik kökenli yaşlı bir mübadilin ilk tanışmamızda söylediği şu cümle suçlamaların boyutunu çok net özetliyor. “Selanikliyim; ama dönme değilim”.
ZOR YILLAR
15 Mayıs 1919 tarihinden sonra Selanikli Müslümanlar için sıkıntılı günler başlıyor. Yunan Ordusunun İzmir’e çıkışıyla birlikte Yunan milliyetçiliği de tırmanışa geçiyor. R.Tesal’ın o günlere ilişkin anıları şöyle: “Babamız bizi Akteon pastahanesine götürmüştü (Volos) Tam pastalarımızı yerken, dışarıda bir gürültü, bir bağrış çağrış oldu. Gazete satan çocuklar avaz avaz bağırarak içeri daldılar. İlave baskı satıyorlardı. İlk sayfasında kocaman bir resim vardı. Birtakım savaş gemilerini gösteriyordu. Ve iri puntolarla, Yunanların İzmir’i işgal ettikleri haberi veriliyordu. Bizim için savaş bundan sonra başlamıştı. Hele iskeleden (Kefaloskalo”dan Anadolu’ya sevkedilen asker dolu gemilerin “zito-yaşa” teraneleri arasındaki nümayişli uğurlanışı, artık iyice aklı başına gelen beni ve ağbeyimi çileden çıkarıp duruyordu… Türk delikanlı başında fes dolaşıyor. Bir Yunanlı gördü mü tepesi atardı, fanatik çünkü ve küt diye fesine vurur..” (R.Tesal)
“Türkiye’de İstiklal Harbi devam ederken bazı geceler aniden kiliselerin çanları çalmaya başlar, “Rumlar Kemal’i yakaladık,Kemal yakalandı..” diye bağırırlardı.” (Faruk Özvardar)
“Bir ara, bir eğlence falan gibi bir şeyler oldu. Sevinçliydiler. Sonra bir komşu gitti. “Ne oldu? Bir şey mi var” dedi. “Var ya Afyon düştü” demişler” (Makbule Süren)
.Selanik’te Türk-Yunan Savaşı her iki toplumda da dikkatle izleniyordu. Türkler Anadolu’daki hareketiYeni asır gazetesinden takip ediyorlarmış. “Gazeteyi alır, koltuğumun altında gizler getirirdim. Gizli gizli gazete okurdu burada evdekiler.” Diyor Makbule Süren. Yunan toplumunda yükselen milliyetçilik kendi zıddını da yaratıyor. Selanik’teki Müslümanlar arasında da Türk milliyetçiliği filizlenmeye ve yayılmaya başlıyor. Okullarda Türk milliyetçiliğinin temsilcisi yazarların kitaplarının okunması teşvik ediliyor, milliyetçi duyguları dışa vuran marşlar öğretiliyor. Reşat Tesal bu süreci şöyle açıklıyor: “…hocalarımız bize, milli harsı, elden gelen güçle ve temin edilebilin ders kitapları yardımıyla vermekten de geri kalmıyorlardı. Kurtuluş Savaşı başlangıcında Atatürk’ün söylediği dağ başını duman almış marşını dahi çın çın öttürürdük.Yunanlılar tabi bunun anlamını kavramıyorlardı..”
Yunan Ordusunun yenilgisinden sonra Yunanistan’a sığınan Rum Ortodoks mültecilerin Selaniğe gelişiyle baş gösteren kaos ortamı Selanikli Müslümanların yaşamını da derinden etkiliyor. Selanikli Müslümanlar, bu kaos ortamında evlerinin mülteciler tarafından işgal edildiğini, okullarının kapatılarak mültecilerin yerleştirildiğini dile getirmişlerdir.
Reşat Tesal bu günleri şöyle anlatıyor: “Yunanların Anadolu’da hezimete uğraması üzerine, ülkenin her yanında olduğu gibi Selanik’te de Türk azınlığı aleyhine korkulu bir baskı, tecavüz ve taşkınlık havası esmeye başladı. Bizim çevremizde bunu babamın mebusluk gücü bile durduramamıştı. Zaten uğradıkları hezimetin hemen ardından, ordu mensubu muhalifler, bir hükümet darbesi ile babamın mebusu olduğu partiyi iktidardan uzaklaştırmışlar,. Sakıt başbakan Gunaris ile diğer sorumlular kurşuna dizilmişti. Ülkenin bir çok yerinde sıkıyönetim ilan edilmiş ve buraya tam ve mutlak yetkili olarak, haşinliği ve sertliği ile tanınan general Pangalos tayin edilmişti…Yunan baskı ve taşkınlığı karşısında evimize kapanıyor, ışık bile yakamıyorduk. Azgın başıbozuklar tecavüzlerini, mebusluğu nedeniyle babamıza silah çekmeye, pencere altlarında birikerek saldırgan nümayişlere kadar vardırıyorlardı. Diğer Türk aileleri gibi biz de, geceleri evde bekçi bulundurmaya başlamıştık..Bu korkulu günlerin ardından, Anadolu’dan kaçan Rum ve Ermenilere barınacak yer bulma problemi çıktı. Bunlar pek perişandılar. Sokaklarda sürünüyorlar, geceleri de buralarda yatıp kalkıyorlardı. Ve durmadan iniltiyi andırır şarkılarla felaket ve sefaletlerini dile getiriyorlardı. Rumca bilmedikleri için Türkçe konuşuyorlar,şarkılarını da bizim makamlarımızla ve Türkçe olarak söylüyorlardı. İnleye inleye, hıçkıra hıçkıra söyledikleri bir şarkının sözleri hala hatırımdadır.
Atımı bağladım delikli taşa,
On iki kaymakam,bir Kemal Paşa,
Attılar bizi dağdan taşa,
Oooof, gençliğim evyaah!
Çaresiz kalan sıkıyönetim idaresi bunlara, Türk evlerine saldırıp işgal etme hakkını tanıdı. O
zaman korkunç bir tecavüz başladı. Ve, bir öğleden sonra, bizim de kapılarımız kırılarak içeriye kadın, erkek,çoluk, çocuk belki 50 kişi doldu. Kimseye bir şey sormadan ve babamın yalvar yakarına bakmadan, alt ve üst odaları paylaşmaya başladılar.. Zavallı babam ani bir kararla fesini kaptı, sokağa fırladı…Büyük bir teessür içinde doğruca sıkıyönetim komutanı general Pangalos’a çıkmış, kendisini tanıtarak aile hariminin korunmasını istemiş. Babam silahlı askerlerle geri geldi. General evi boşaltma emri vermiş… O akşam için kurtulmuştuk, Ancak, ertesi gün sabah erkenden saldırılar yeniden başladı. Saldırganlar,fırıncıdan sağladıkları kalın odunlarla evin kapısını zorluyorlardı. Sonunda kapı devrildi. İçeriye dört beş kişi girdi. Bunlar hemen sokak kapısını kaldırıp kırık döküğünü tamir edip yeniden yerine taktılar. Arkasını da destekleyerek başka kimseyi içeri sokmadılar. Biz de, uygunsuz işgalcilerin muhtemel yeni saldırılarını önlemek için, bu kimseleri kabullenmek zorunda kaldık. Şansımıza yeni gelenler gerçekten de çok efendi insanlar çıktı. Tekirdağ taraflarından geliyorlarmış. Gerçekten de mübadele ile Selanik’ten ayrılıncaya kadar bu aile ile bir çatı altında huzur içinde yaşayacaktık.”
Makbule Süren’in ve Vedia Elgün’ün ailelerine ait evlerde işgale uğramış. Vedia Elgün Vedia Elgün’ün bu konuya ilişkin anıları anlattıkları şöyle: “Yakup Paşa’da Atatürk’ün evinin civarında evimiz varmış. Fakat mübadeleden önce gelenler (1922) evimizin bir katını işgal etmişler. Kapıyı kırıp giriyorlarmış. Derken ikinci bir aile daha gelmiş. Babam, annem, babaannem, dört kardeşim var. Annem hamile, benim doğumum yaklaşmış, orada artık oturulamayacağını düşünerek babam Yalılar semtinde bir ev tutmuş. Ben orada dünyaya gelmişim.’
Türkiye’den gelen Rum Ortodoks mültecilerin barınma sorunlarına çözüm bulmak amacıyla Müslüman Cemaate ait cami, okul gibi kamu binaları da kullanılmış. Okul binalarına mültecilerin yerleştirilmesinden sonra Reşat Tesal’ın öğrenim gördüğü Ali Paşa Okulu, Makbule Süren’in öğrenim gördüğü Terakki Lisesi eğitim faaliyetlerine ara vermek zorunda kalmışlar.
EĞİTİM
Reşat Tesal Selanik Müslümanlarının eğitimi konusunda da ayrıntılı bilgiler veriyor: “Osmanlı idaresi zamanında, Selanik bizim başta gelen kültür kentimiz idi ve burada Türkiye’nin ilközel okuluŞemsi Efendi mektebinden doğan özel İdadi Feyziye Mektebi ve yine özel nitelikliteki diğer okul Yadigar-ı Terakki’den başka, resmi kimlikli bir Sultani, yine resmi bir İdadi, Rüştiye mektepleri, medreseler, hatta İstanbul Darülfünu’nun bir şubesini oluşturan ve Selanik Mekteb-i Hukuku adını taşıyan bir de Hukuk Fakültesi varmış. ..Ne yazık ki, Yunan işgalinden sonra Yadigar-ı Terakki gibi İstanbul’a göç edecek olan Feyziye Mektebi ile Mithatpaşa Caddesinin sonuna doğru, Türk azınlığın karargahı Cemaat-İslamiye’ye yakın yerde bulunan Türk Okulu Ali Paşa Mektebi ve Pazar Tekkesi semtinde bir ilk okul kalmıştı. Yunanlılar, bizim Ali Paşa Okulu’nu muhacirlere tahsis ettikleri için benim öğrenim işim dahi sekteye uğramıştı.”
Okulları kapanmış olsa da öğrencilerin eğitimlerini sürdürebilmeleri için yeni çözüm yolları aranmıştır. Reşat Tesal’ın babası Türk, Fransız ve Yunan öğretmenler tutararak oğlunun eğitimini sürdürmesini sağlamıştır. Bazı öğrenciler küçük guruplar halinde eğitimlerini evlerde, ya da mahallelerde yeni düzenlenen mekanlarda sürdürmüşler, bazı öğrenciler ise Mission Laique Française gibi Fransız okullarına devam etmişlerdir.
Mübadeleden önce Selanik’teki Türk okullarında uygulanan ders programlarında Yunanca da olduğu için yaşı küçük olan Vedia Elgün hariç diğer üç tanık Yunanca bildiklerini ifade etmişlerdir. Fransız okuluna giden Makbule Süren okul arkadaşlarının çoğunluğunun Musevi olması nedeniyle Yahudi dilini de bildiğini ifade etmiştir.
Selanikli Müslümanların çağdaş sanatlara da ilgisiz kalmadığını öğreniyoruz. Makbule Süren:“Selanik’te mandolin dersi aldım. Sonra kemana başladım. Sekiz sene keman çaldım. Çarlık Rusyası yıkılınca Selaniğe gelen Ruslardan dans dersi aldım. Yağlı boya dersi aldım.” Diyor. Vedia Elgün annesinin çok güzel mandolin çaldığını, arkadaşları ile toplu olarak müzikli toplantılar düzenlediklerini anlatıyor. Annesinden kalan nota defterini özenle koruyor.
Müslüman aileleri o dönemde yaşanan sıkıntılara rağmen çocuklarının eğitimini sürdürebilmeleri için her türlü fedakarlığa katlanmışlardır.
Çocuklarının eğitimine önem vermek Selanik mübadillerinin belki de en önemli özelliklerinden biridir.
Selanik’te eğitim hayatına başlayan Reşat Tesal mübadeleden sonra Türkiye ve Lozan’da eğitimi sürdürmüş. Hukuk doktoru diploması almış. Adalet Bakanlığının çeşitli kademelerinde görev yapmış. İstanbul’daki Marmara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinde dekanlık yapmıştır.
Makbule Süren, 1938 yılında İstanbul Üniversitesi Dişçilik Fakültesini bitirmiş, Cumhuriyet döneminin ilk kadın diş hekimlerinden biri olarak meslek hayatını İzmir’de sürdürmüştür.
Vedia Elgün, Öğretmen okulunu bitirmiş, yıllarca İstanbul Rum Cemaatine ait olan Zapyon Lisesinde Türkçe öğrenmenliği yapmıştır.
Faruk Süren Türkiye’de eğitimini sürdürememiştir. Selanik’te berber Kanaki’nin yanında çırak olarak başlayıp öğrendiği berberlik mesleğini Tekirdağ’da sürdürmüş. Kentin hem kadınları hem de erkekleri tarafından tercih edilen berberi olmuştur.
ELVEDA SELANİK
1912’den 1924 yılına kadar 12 yıl Yunanistan Vatandaşı olarak yaşamını sürdüren Selanikli Müslümanlar ile Selanikli Hıristiyanlar ve Museviler arasında ufak tefek anlaşmazlıklar dışında ciddi hiçbir sorun yaşanmamış. “Biz Selanik’te 12 sene Yunan yönetimi altında yaşadık ama doğrusunu söylemek gerekirse pek baskı görmedik” diyor Faruk Özvardar. Makbule Süren: “Memleketten ayrılırken Rum ve Yahudi komşularımız ile vedalaşıp, helalleştik. Bazı komşularımız ile ilişkilerimizi mektuplaşarak sürdürdük”lerini söylüyor.
Reşat Tesal’ın düşünceleri de aynı doğrultuda: “Yunanlı olan kiracılarımızla aramız çok iyiydi. Özellikle toptan içki bayiliği yapan Kiryazi ve iyi yetişmiş oğulları ile kiracı malsahibi ilişkisinin çok üstünde bir dostluğumuz vardı. Hele avukat olan büyük evlat Stamuli Kiryazi babama bir kardeş yakınlığı gösteriyordu. Diğer kiracılardan berber Niko ile fırıncı Miltiyadi bizlere candan bağlıydılar. Berber Niko’yu yıllarca sonra evinde ziyaret ettim. Yaşlı olmasına rağmen beni hatırladı, boynuma sarıldıve ağlayarak eski günleri yad etti. Volos’tan ayrılırken mübadele hükümlerine göre yasaklanmış olmasına rağmen”Bey, sen Türkiye’de mal edininceye kadar sıkıntı çekebilirsin. Bu nedenle biz, gelecek ayların kiralarını, hükümet yerine sana vereceğiz.” Dediklerini ve birkaç aylık toplu kiralarını babasına verdiklerini aktarıyor.
Selanikli Müslümanlar arasında sayıları az da olsa ekonomik güçlerini kaybetmemek için Arnavut tebasına geçerek Selanik’te kalanlar da olmuştur. Makbule Sürenin teyzesinin dünürleri ve Vedia Elgün’ün vapurları, zeytinyağı ve soda fabrikası olan eniştesi’nin ailesi de kalanlar arasındaymış.
MERHABA DOĞDUĞUM TOPRAK
Selanik mübadillerinin memleket özlemleri hiç dinmemiş. Reşat Tesal, Faruk Özvardar ve Vedia Elgün doğdukları toprakları ziyaret etme imkanı bulmuşlar.
1982 yılında kızı Meral ile Selanik’e gitmiş. “Selanik’i memleketimi çok özlemiştim. Hep aklımdaydı. Baba kız otobüsle gittik. Şehre vardığımızda gece olmuştu. İlk geceyi otelde geçirdik. Sabah baktım memleketimdeyim.Beyaz kuleyi gördüm, gözlerim açıldı. Kızıma “Çimdikle beni Meral, rüya mı değil mi gördüklerim anlayayım.” Dedim. Akçe Mescit’e, Boymisa’ya gittim. Kayınvalidemin evini buldum. Evde oturanlara kendimi tanıtınca çok sevindiler. Evin sahibi Hristo Bey ve eşi bizi çok güzel ağırladı. On gün kaldım doğduğum topraklarda. Çocukluğumda nereleri gezmişsem oraları gezdim. Hasret giderdim. Selanik’e gittim ama memleket özlemim dinmedi. Bir daha gitmeyi isterim doğrusu. Hep aklımda. Bazı geceler rüyama giriyor.”( İskender Özsoy, Mübadelenin Öksüz Çocuklar,Bağlam Yayınları,İstanbul 2006)
Ailesi Giresun’a iskan edilen Vedia Elgün mübadillerden uzak bir çevrede yetişmiş. Anne ve babasının anlattıkları Selanik öyküleri ile büyümüş. 70 yaşına girdiğinde öldüğünde gazetelerde yayımlanmak üzere bir ilan hazırlamış. Hazırladığı ilanda Selanik doğumlu bir mübadil olduğunu özel olarak vurgulamış. “Okuyan bir mübadil cenazeme gelecek, ben de tabutun içinde, bunu hissedeceğim. O kadar bir özlem benim ki” diyor. İlanı yazmasının üstünden yedi yıl geçtikten sonra 2000 yılının Ocak ayında mübadil çocuklarının bir araya geldiğini NTV televizyonun verdiği haberden öğrenir öğrenmez bizimle ilişki kurdu. O günden sonra vakfımızın en aktif üyelerimizden biridir.
Cumhuriyet Türkiye’sinde Selanikli olmak bir onur ve övünç kaynağı olmuştur. Mübadele Sözleşmesi gereğince Kara Yunanistan’ından Türkiye’ye gelen mübadillerin büyük çoğunluğu hangi kent veya bölgeden gelmiş olurlarsa olsunlar kendilerini öncelikle Selanikli olarak adlandırmışlardır. Bu adlandırma 2. ve 3.kuşaklarda da aynı şekilde devam etmektedir. Osmanlı yönetimi döneminde Selanik Vilayeti çok geniş bir alanı kapsıyordu. Kavala, Sarışaban, Drama, Serez, Demirhisar, Kılkış, Langaza, Karaferye, Vodina kentleri Selanik vilayetine bağlı sancaklar, mutasarrıflıklar ya da kaymakamlıklardı. Buralardan gelenlerin kendilerini Selanikli olarak adlandırmalarından daha doğal bir şey olamaz.
Ne var ki, Osmanlı yönetimi döneminde Manastır vilayetine bağlı olan Kozana, Kayalar, Florina, Gerebene, Nasliç ve Kesriye’den göç ettirilen mübadiller de kendilerini Selanikli olarak adlandırmaktadırlar. Bunun iki nedeni olabilir. Birinci neden; Bu yerleşim yerlerinden gelen mübadillerin tümü Selanik limanından gemilere bindirilmişlerdir. Sevk için sıranın kendilerine gelmesi için haftalarca, kimileri aylarca Selanik limanında kurulan çadırlarda bekletilmiştir. Selanik “Memleket”lerine son kez “elveda doğduğum toprak” denilen yerdir. İkinci ve en önemli neden ise; Atatürk ile hemşeriliğe vurgu yapılmasıdır. Atatürk ile hemşeri olmak onlar için yeni vatanlarında dışlanmalara ve haksızlıklara karşı koruyucu ve kollayıcı bir kalkan olmuştur.
Selaniklilik kimliği kuşaktan kuşağa aktarımlarla bu gün de varlığını sürdürmektedir.
(*) 30 Mart 2007 – 1 Nisan 2007 tarihinde Atina’da “Institute for Neohellenic Research” binasında yapılan RAMSES 2: EURO-MEDITERRENEAN RESEARCH NETWORK WORKSHOP: MEMORIES IN THE MEDITERRENEAN, BETWEEN HISTORY AND POLITICS” başlıklı çalıştaya İngilizce sunulan bildirinin Türkçesi.
http://www.lozanmubadilleri.org.tr/selaniklilik_kimligi.htm