Ali Aksoy
1-Konuya Giriş
O yılın Bursa Edebiyat Günleri’nde (24-25 Mart 2000) sunduğum metin, araştırdığım bir konudan hareketle yazdığım uzunca bir denemeydi. Adı, “Rumeli İnsanlarına Bursa’dan Bakmak.” Metinler panel öncesi kitaplaştığı için konuşma sıram gelince kısa kestim sözü. Paneli izlemeğe sanki okuma yazma bilmeyenler geliyormuş gibi, anlı-şanlı yazarların çoğu baştan sona okuyorlar yazdıkları metinleri. Bursa Edebiyat Günleri metin okuma günlerine dönüşüyor adeta; etmeyin, eylemeyin!
Ertesi gün panele verilen kısa arada yanıma gelen gencin sözleri beni şoke etti:
“ – Akşam evde yazdığınız metni okuyunca moralim bozuldu.”
“ – Neden bre evlâdım?”
“ - Benim ailemde Rumeli kökenli insan hiç yok.”
Bunu duyar duymaz başımdan aşağıya sanki kaynar sular döküldü!
Yaşadığım bu olaydan ders aldım: Demek ki “Rumeli İnsanları”nı coşku ile yazmamam gerekirmiş; toprağına sığındığımız Anadolu Türkleri gücenmesinler diye.
“Selânik’ten Bursa’ya” konusunu yazarken şimdi aynı sorun yine karşımda. Üstelik Türk Ulusu genç evlâtlarını dış kaynaklı bölücü teröre kurban verirken, Anadolulu-Rumelili kıyaslaması yapmanın zamanı mı? İfade özgürlüğüne düğümler ata ata yaz bakalım hadi yazabilirsen! Metne son noktayı koyuncaya kadar içimde bu gaile hep olacak; bilesiniz.
Aradan geçen süre içinde görüşüm değişmedi: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde Rumeli insanları çok etkin rol oynadılar. Özellikle Selanik insanları...
Bunun nedeni, oradaki yaşamın Anadolu’ya oranla çok daha farklı oluşu; insanların daha nitelikli, daha deneyimli ve feleğin çemberinden geçmiş olmaları! Bunların içinde tarihten gelen bedelleri çok ağır ödenmiş birikimler olduğu gibi, yollarda kırıla-döküle Anadolu’ya göçlerimiz dahi var. Hem unutmayalım, çekilen acılardan doğar hep yeni umutlar.
Peki bu işin aslı ne?
2-Osmanlı Bir Rumeli Devletidir
Rumeli’de doğanlar bu “ayrıcalıklı olmayı” Osmanlı Devletine borçlu. Osmanlı ise tüm şanını Rumeli devleti oluşuna. Arada kimi nüans farkları olsa da tarihçiler söylüyor bunu.
İlk fethedilen yerlerin çoğu Rumeli’de. Sofya 1385, Üsküp 1389, Rusçuk 1393 ve Avlonya 1417’de oldu Osmanlı mülkü. İstanbul’un fethi ise, 1453.
Anadolu’da Erzurum 1518’de, Van 1530’larda geçti Osmanlı’ya. Dikkat buyrula: İran (1514), Suriye (1516) ve Mısır (1517) alındıktan sonra alınır bizim Erzurum ile Van. Bundan şu çıkar: Osmanlı devleti Rumeli’de güçlendikten sonradır ki Anadolu’yu, İran’ı ve Arap ülkelerini aldı. Rumeli’nin bu “fethedilme kıdemi” yüzünden Rumeli Beylerbeyi, devlet protokolünde Anadolu Beylerbeyinin önünde yer alır.
Osmanlının “yaşamsal kökleri” eğer Anadolu’da olsaydı, Yıldırım Beyazıt Timur’a yenildiği an (1404) her şey biterdi. Devlet asıl Rumeli’de örgütlenip kurumlaştığı için ayakta kalabildi. Yeniçeri Ocağı ile saray okulu Enderun’a Hıristiyan çocukların devşirildiği yerdir bu bölge. Devlet çarkının ana kadrosu genellikle Rumeli kökenlilerden oluşurdu.
Sadece onlar mı? Padişah analarının hepsi Rumeli’yi de içine alan, Venedik ile Rusya arasındaki geniş coğrafyadan armağandı saraya. Bursa’da Nilüfer Hatun’la (Horofira) başlayan bu tercihe sadakat yüzlerce yıl sürdü.
Kimi Yunanlı tarihçiler Osmanlıyı “Müslüman Bizans” olarak nitelerken, başta Prof. Faut Köprülü olmak üzere tarihçilerimiz, “söz konusu devlet kurumları bize Selçuklu’dan miras” demekteler. Öte yandan Dimitri Kitsikis kendini tutamaz, Osmanlı’daki Rum kökenli yöneticilerin uzun bir listesini çıkartarak, “Türk-Yunan İmparatorluğu” der Osmanlı’ya. Ve ne hikmetse, 12 Mart döneminde içeride zulüm kesilen Başbakan Nihat Erim, Türkiye ile Yunanistan’ın ortak konfederasyon oluşturması fikrini attı ortaya.
Anadolu Türkleri Osmanlı’nın peşi sıra diyar-ı küfre gidip oralara yerleşti. Devletin ilk başkenti Bursa olduğu için, ilk “evlâd-ı fatihan”, yani “fetheden evlâtlar” Bursa ve çevresinden çıktılar. Hep örnek veririm: Yahya Kemal’in ataları Üsküp’e Bursa’dan, Orhan Kemal’in ana tarafı Orhaneli’den gitmiş Bulgaristan’a. Aklıma şu takılır: Mostar’daki Karagöz Bey Camii bu adı, orada “ibret perdesi” kurmuş Bursalı bir Karagöz sanatçısından almış olamaz mı? Rumeli’nin batı yakasının fethinde büyük rol oynayan Evrenos Gazi aslen Balıkesirli. Eski Hüdavendigar Vilâyeti sınırları içinde kalıyordu Balıkesir. Asıl ilginci: 2. Murat’ın komutanlarından İnegöllü İshak Paşa görkemli kariyerini Selânik valisi olarak tamamladı ve tüm servetini o bölgedeki hayır işlerine harcadı.
“Fetih üretimi” sayesinde devletin ganimet, haraç, fidye, cizye ve tımar gelirlerinin ağırlıklı olarak sağlandığı yerdir Rumeli. Tek istisna, Ruslar vaktiyle her yıl Osmanlı’ya ödemesi gereken haracı, -sultanın fermanı üzere-, Kırım Hanına verirdi.
Osmanlı’da özel mülkiyetin devletçe tanınması süreci, Avrupa’daki “muzır cereyanların” etkisiyle önce Rumeli’de başlar. İlk kurdele Senedi İttifak’la kesildi. Bunu Jön Türkler, 1. Meşrutiyet ve 1876 Anayasası, İttihat ve Terakki, 2. Meşrutiyet ve Hareket Ordusu izler. Tüm bunlar Rumeli’den “neş vü nema” buldular. Başta o yöre kökenli Mithat Paşa ve Namık Kemal olmak üzere nice aydınımıza dünya zindan edildi. Nihayet Abdülhamit tahtından indirilip sürgün edildi Selanik’e. Bugün hâlâ “Ulu Hakan Abdülhamit Han” derken kendinden geçenler, nasıl sevsinler Selanik’i ve orada doğanları?!
Bölgeye fetihle gelen Türklerin yanı sıra, Rumeli Osmanlı egemenliğine girdikten sonra Müslüman olanlar, bu aktif kimliği nasıl kazandılar? Farklı kökenlere, dinlere ve kültürlere mensup insanlarla yan yana yaşamanın getirdiği rekabetçi ortamdır bunun ilk nedeni. Avrupa’da baş gösteren Rönesans ve Reformun “kafa değişimi” giderek bölgeyi de etkiler. Fransız İhtilâli sonucu esen özgürlük rüzgarları tez ulaşır Rumeli’ye. Hıristiyan halklar arasında başlayan milliyetçi akımları ve Osmanlıyı bölgeden atmaya yönelik silâhlı direnişleri, kendi tarihimizde “Balkanlarda komitacılık dönemi” olarak niteleriz. Osmanlı’da Harbiye’yi bitiren genç subayların hemen hepsi, önce Makedonya’ya çete takibine gönderilirdi. Kurşunun ve ihanetin nereden geleceği belli olmayan koşullarda uzun süre yaşamak, herkesi daha uyanık, daha açıkgöz ve daha pervasız olmağa mahkûm eder. “Tuna tilkisi gibi adam” deyimi Anadolu’da yokken, neden Rumeli’de var?
Bu olumsuzdan çıkmış olumlu tabloya rağmen, Rumeli türkülerinin Türk sanat müziği makamlarıyla bestelenmiş olması çok dikkat çekici. Peki neden? Bölgede zevk ehli zengin tabaka ile halkın iç içe yaşamasından. Konunun bir diğer boyutuna İbnülemin Mahmut Kemal’de rastladım: Bestelere yakışmayan güfte örnekleri verirken, birinde “Rumeli avratları gibi dırlanırsın a çıtak” dizesi geçer. Teklifsiz ortamlarda “a kaltak” da denebilir. Burada amaç, Rumeli kadınlarını hakir görmektir elbet. Fakat altını eşince karşımıza şu çıkar: Rumeli kadınları, erkekleri kızdırma pahasına taleplerini söylemekten geri durmazlar! Anadolu kadınları gibi öyle “vur sırtına yumruğu, al ağzından lokmayı” değiller. Eyvah ki, o “dırlanan kadınlarının” bugün Anadolu’da doğan torunları, yakın dönemin yozlaşan kültürü sayesinde, eski mazlum Anadolu kadınlarına dönüştüler!
Geldik Rumeli insanlarını yaldızlayan son paragrafa...
Ankara’da toplanan ilk TBMM üyelerinin çoğu “cumhuriyet” lâfını duysalar uykuları kaçardı. Mustafa Kemal bu niyetini yakın çevresinden dahi bir “milli sır” olarak saklamıştı. Oysa Rumeli’de, Balkan Harbinden sonra Türkler, 1913’te Gümülcüne’de ömrü kısa bir “Batı Trakya Muhtar Cumhuriyeti” kurdular.
Tam bu noktada belirtmek boynumuza borç: Akıl egemen kimlik sadece Rumeli’nin tekelinde olmayıp, bir süre Rus işgalinde kalıp başına çare arayan Kars, Ardahan ve Artvin yöresi halkında da mevcut. Kuvayı Milliye hareketi tek vücut olmadan önce, Kars’ta adında “cumhuriyet” geçen yerel bir hükümet kurulmuştu.
Selânik Osmanlı Mülkü Olunca
Yunanistan’ın Makedonya bölgesindeki Selânik, kendi adını taşıyan körfezin kıyısında kurulu. Makedonya kralı Kassandros, kente eşinin adını vermiş: Thessaloniki. Yunanca okunuşu Seloniki, Türkçe’de Selanik olmuş.
İlk kez 1. Murat devrinde fethedilen Selanik, Bizans ile Osmanlı arsında birkaç kez el değiştirdi. Sultan 2. Murat 1430’da kesin olarak topraklarına kattı. Osmanlı mülkü olan Selanik, Sancak merkezi yapılarak Rumeli Eyaletine bağlanır. Surlarla çevrili kente ve yakın çevresine, önce Konya ve Aydın’dan getirilen Yörük Türkmenler iskân edilirler.
Kentin yedi kapısından ikisi nam salmıştır: Doğuda Kalamarya Kapı, batıda Vardar Kapı. İki kapı arasındaki ana cadde ise, Egnatia Caddesi. Osmanlı bunu değiştirip Vardar Caddesi yapmıştı. Bugün yine eski adı taşımakta.
Doğu tarihinde Çin’den başlayıp Bursa ile İstanbul’a ulaşan İpek Yolu varsa; Batı’da Roma’yı Bizans’a bağlayan Via Egnatıa yolu var. Adriyatik denizinden sonra Arnavutluk kıyılarında Dıraç kentine varan yol Elbasan, Manastır, Florina, Ostrova, Vodina ve Yenice’den geçerek Selanik’e ulaşır. Doğu güzergâhında son durak İstanbul. Osmanlı’ya da hizmet eden bu yolun devlet katındaki adı çok manalı: Sol Kol.
Vardar Kapıdan çıkınca Çınarlı Kahveler solda kalır; Mevlevî dergâhı sağda epey yukarıda. Müjdeler olsun ki önümüz Vardar ovası! Rakı parası kazanmak herkesin kendi hüneri! Az ileride Vardar nehri akmakta. Kentte ikindi üstleri çıkan rüzgâra Vardar rüzgârı denir ki, genç kızların eteklerini uçurur; bunu gören delikanlıların hayallerini!
Rumeli’ye Anadolu’dan göçleri Prof. M. Tayyip Gökbilgin araştırıp yazmış: “Rumeli’de Yürükler, Tatarlar ve Evlâd-ı Fâtihân”. Başta “Selanik Yürükleri” olmak üzere kimlerin nerelere iskân edildiği var bu antika olmuş kitapta. Evlâd-ı Fâtihân konusunda sezdiğim şu: İlk akıncı ve serdengeçti çocukları için kullanılmıyor bu sıfat. Hele devletin kendi Yeniçeri ordusu varken asla! Ne zaman ki ordunun tökezlemesi ve toprak kayıpları başladı; o zaman “icat ediliyor”. Sivil halkın yaşadığı topraklara kendisinin sahip çıkması için özellikle kullanılır bu “Evlâd-Fâtihân” terimi.
Gelelim kent merkezinin nüfus yapısına...
Tarih boyunca nüfus dağılımı kabaca şöyle: Toplam nüfusun ilk yarısı Yahudilere, ikinci yarının ilk çeyreği Türklere; son çeyreği Yunanlılar ile Bulgarlara ve öteki guruplara ait. Göçler ve savaşlar bu şablonu pek etkilemez. Rakamlar verirsek: 1870’te Selanik’te yaşayan 70.000 kişinin 36.000’i Yahudi, 22.000’i Türk ve Dönme, 18.000’i Rum’du. Osmanlı yönetiminin 1882-84 arası yaptığı ilk resmi sayımda kentin nüfusu 85.000 çıkar; bunun 48.000’i Yahudi. 1902’de ikinci sayımda 120.000 kişi; bunun 62.000’i Yahudi. Balkan Savaşı sonunda Yunanlıların eline geçen Selanik’te, onların 1913’te yaptığı ilk sayıma göre: 157.889 kişiden oluşan kentte 61.439 Yahudi, 45.889 Türk ve 39.956 Yunan var.
En kalabalık gurup her zaman Yahudilerdi. İspanya’dan kovulanlar Osmanlı’ya sığınınca çoğu Selanik’e yerleşti. Bunlara Orta Avrupa’dan gelen Aşkenaz Yahudiler katılır. Sonunda Selanik, “Balkanlardaki Kudüs” olup çıktı! Devletin bundan gocunması bir yana Yeniçerilerin giydiği çuhaların dokunması işi hep onlara verilirdi. Tam bir dini ve ticari özgürlükleri vardı. Yahudi sermayesi hızla gelişti ve kentte ayrı bir Yahudi burjuvazisi oluştu. Kendilerine duydukları özgüven o denli ileri gitti ki, Abdülhamit’ten para karşılığı Kudüs’te toprak istemeğe kadar vardı iş.
Olumsuz yanıt alınca, çıkarları Osmanlı’nın akıbetine bağlı olduğundan, Emanuel Karasu’nun ağzından mecliste askere alınmayı talep ettiler. Politikaya büyük ilgi duyuyorlardı. Maddi ve fikri çıkarları nedeniyle hem Mason localarına giriyorlar, hem İttihat ve Terakki’ye. Meşrutiyet meclislerine onlar da vardı elbet.
Balkan Savışında kente girmek üzere olan Yunanlılara bağlılık sunmak için özel bir heyet çıkardılar Vardar Kapıya. Yine de kent Yunanlıların eline geçince ekonomik çıkarları bozuldu; çünkü yaptıkları işlere artık Yunalılar talipti. Ancak Selanik’teki Yahudilerin sonları hiç iyi olmadı: Hitler’in orduları kenti işgal edince (1941), 50 000 küsur Yahudi trenlere doldurularak Almanya’ya gönderildi. Orada gaz odalarında öldürülüp yakıldılar.
Türklere gelince: Oturdukları semtler kentin rıhtıma uzak arka mahalleleri. Dini kaç-göç nedeniyle evler bahçeler içinde yapılmış. Cadde ve sokak üzeri evlerin dış çevresi duvarlı, camları kafesli, haremlik-selâmlık düzeni olan evler. Türklerin mahalle sayısı 47. Bunlar nüfusları az mütevazı mahalleler. İçlerinden Ahmet Subaşı Mahallesi’nde doğdu Mustafa Kemal. Türklerin meslekleri genellikle memuriyet ve emek yoğun işler. Geçimleri ise, “bir lokma bir hırka!” Camiler ve mescitler şaşılacak kadar sık. Beyaz minarelerin Selanik’te gün batarken büründüğü renk Attila İlhan’na imge olur: “Minareler birer kızıl ünlem!”
Kentin üzerinde körfeze hakim tepenin adı, Tumba. Yöre dilinde “tepe üstü” anlamına geliyor. Ali Canip Yöntem’de rastladım: 2. Meşrutiyet ilân edildiği gün, yerel hainleri burada kurşuna dizip çınarlara asmışlar. Kimler onlar? İnzibat subayı yüzbaşı İbrahim, süvari mülâzımı Ali, Selânikli gözlüklü Hidayet ve ispiyoncu bir Arnavut!
Yunan nüfusu kentte üçüncü gurup. Onların idaresi de Yahudiler gibi dini aygıtın elinde. Metropolit, Osmanlıların gözünde olduğu gibi Rumların gözünde de tartışmasız lider. Yunan halkı ticaret ve sanayide rekabet halindeydi Yahudilerle. Kentin özgürlük ortamı onların da işine yaradı; eğitim ve basınla Yunan milliyetçiliği hızlandı. Osmanlıya isyan edip Mora’da bağımsız Yunan devleti kurulunca (1830), hemen “hürriyete göç” başlar. Fakat uyanık Yunanlılar ilerisini düşünerek önüne geçerler bu göçlerin.
Kentte yaşayan Dönmelere gelince: Son yıllarda bu konu epey güncellik kazandı. Daha doğrusu kazandırıldı! Malûm çevreler talimat vermiş olmalı: “Laiklik bize Selanik ve Dönme kültürü ile girdi! Ceza olarak bu anlayıştaki sermaye çökertilip, tarikatçı sermaye ihya edilecek!” Taşradaki ihaleler ve kimi özelleştirmeler bunu açıkça gösteriyor.
Dönmelerin öyküsü şu: İzmirli Sabetay Sevi hidayete erip “Ben Mesih’im” der. 1655’te Selanik’e gelince kimi Yahudiler onun telkinleri ile dinlerinden çıkarak, ilkelerini Sabetay’in koyduğu yeni bir dine girerler. Yandaşları hızla çoğalınca Osmanlı el koyar duruma. Öldürülme veya İslâm’ı seçme arasında kalan Sabetay, can telâşı ile Müslüman olur (1666). Buna kahreden kimi müritleri tekrar Yahudiliğe dönerler; kimisi bir keramet vehmedip Müslüman olurlar. Ancak bunlar “güya Müslüman” olup, gerçekte gizli Yahudi imişler. Selanik’te yeni bir cami yaptırmaları; yüksek sesle salâvat getirmeleri; çocuklarına Müslüman adı koymaları göstermelik imiş. Uydukları ana kural: Müslümanlarla kız alıp vermemeleri.” Bu katı kuralı ilk Sabiha Hanım bozdu ve Zekeriya Sertel’le evlendi.
Ancaaak.... Çağdaş eğitim konusunda ilk talep hep onlardan gelir. İlk onlar açarlar Selanik’te Fevziye ve Terakki mekteplerini. Gün gelecek bu okullar İstanbul’a taşınacaktır.
Dini ayrıma göre oluşan mahallelere gelince: Müslüman nüfus arka planda ve yamaçta otururken, Yahudiler ve Rumlar genellikle deniz kıyısında ve Vardar Caddesine cepheli semtlerde oturmaktalar.
Günümüzde kentin simgesi olan Beyaz Kule’nin eski adı Kanlı Kule. Ölüm cezasına çarptırılanlar, yere çakılı uçları sivri demir kazıkların üzerine atılırmış kuleden. Bu uygulama kalkınca kule beyaza boyanır ve adı Beyaz Kule olur.
1869’da deniz tarafındaki surlar yıkılarak kent denizle tanıştı. Beyaz Kule ile Olimpos Meydanı arasında halk akşam üstleri “piyasa yapmağa” başlar. Sayısı artan çeşitli okulların, hastanelerin, önce atlı sonra telli tramvayın hizmete girmesi modernleşmenin diğer boyutu. Osmanlı ülkesinde elektriğe ilk kavuşan kent Selanik’tir. Yeni yaptırılan gösterişli bir Hükümet Konağı ve limana dikey inen Sabri Paşa Caddesi, Osmanlı’nın kente ilgisini göstermekte. 2. Meşrutiyetin ilanı üzerine Enver Paşanın nutuk verdiği Olimpos Meydanı, bundan böyle Hürriyet Meydanı olur. Sosyalist düşüncenin ilk filiz verdiği yer olan Selanik’te, ilk işçi grevleri de aynı yıl yapıldı (1908).
Osmanlıda sınır bölgeleri elden çıkmağa başlayınca, uzak yerlerden göç edenler Filibe ve Edirne ile birlikte o aşamada güvenli saydıkları Selanik’e yerleştiler. Zamanla bunlara Kafkasya’dan gelen kimi Çerkez boyları da eklenir. Bu göçlerin ana nedeni 93 Harbini Rusların kazanması. Vardar Kapıya yakın Boşnak İşhanı ile Arnavut börekçi ve Arnavut ciğerci sayısındaki artış bu göçlere işaret.
Doğu surlarına dışarıdan paralel olarak yapılan Hamidiye Caddesi, Osmanlının kente son armağanı. Yol açılırken bazı mezarlar yola gitmiştir. Yunanlılar ileride birbirine yakın Türk ve Yahudi mezarlıklarını tümüyle kaldırarak bu bölgeye Aristo Üniversitesini kurdular.
Eski döneme ilişkin son cümle Elias Petropoulos’tan: “Selanik evlerine özgü o koku beni sarhoş ederdi. Gülsuyu, kızarmış soğan ve olgunlaşmış kavun kokularının karışımı bu kokuyu hâlâ özlemle hatırlarım.”
4-Selânik Vilâyeti Deyince
Selanik Vilâyetinin 1908’deki mülki yapısını tarihçi Yılmaz Öztuna’da buldum. Kentin yüzölçümü 35.000 km2. Doğu sınırı, Batı Trakya ile Makedonya’yı ayıran Karasu nehri. Batıda, Arnavutluk sınırına yakın Florina. Güneyi Yenişehir(Larissa), Serfiçe ve Kozani ile çevrili. Eskiden Selanik Vilayetine bağlı olan Ustrumca, Tikveş, Doyran ve Gevgili bugün Yugoslav’dan ayrılan Makedonya’ya; Nevrokop, Petriç ve Cumayı Bâlâ ise Bulgaristan’a kaldı. Köprülü kazası evvelce Selanik’e bağlı iken 1908’de ayrıldı.
Vilayet 4 ayrı Sancak’tan oluşuyordu. Genç kuşaklar için belirtelim; Sancak, o tarihte Vilayet ile Kaza (İlçe) arasındaki ayrı bir yönetim birimi. Selanik Vilayetine bağlı Sancaklar: 1-Selânik (Merkez) Sancağı. 2-Drama Sancağı. 3-Serez Sancağı. 4-Taşoz (Adası) Sancağı. Bunlara toplam 28 kaza, 53 nâhiye (belde) ve 1 954 köy bağlıydı. Kentin vilayet genelindeki toplam nüfusu 1 milyon 415 bin kişi. Sancaklara bağlı kazalar şunlar:
Selânik Sancağı: 1-Selanik (merkez kaza), 2-Kesendire, 3-Karaferye, 4-Yenice, 5-Vodina, 6-Langaza, 7- Gevgili, 8-Kılkış, 9-Doyran, 10-Usturumca, 11-Tikveş, 12-Katerin, 13-Aynaroz, 14-Karacaova.
Serez Sancağı: 1-Serez (merkez kaza), 2-Menlik, 3-Zihne, 4-Razlık, 5-Petriç, 6-Demirhisar, 7-Nevrokop, 8-Cuma-i Bâlâ.
Drama Sancağı:1-Drama (merkez kaza). 2-Kavala, 3-Sarışaban, 4-Pravişte 5-Robçoz.
Taşoz Sancağı: Taşoz adası. (merkez kaza).
Kimi adlar şu çağrışımları yapıyor bende: “Tikveşli Yoğurdu” bize Tikveş’ten mirastı. Evvelce Doğan Vardarlı’ya ait olan bu şirket önce Sabancı Holdinge, sonra Danone firmasına geçti. Vodina’nın kavunu ve çağlayanları ünlü. “Voda” Bulgarca “su” demek; Vodina, “suyu bol yer” anlamında. Drama’nın tütünü ve “Debreli Hasan” türküsü meşhur. Doyran adı, “doyuran”dan türeme. Evliya Çelebi Doyran gölünün balığını överken: “sadece tatlısı yapılmaz” diyor. Yenice, divan şairleri ile nam salmıştır. İslâm solcusu Şeyh Bedrettin’i astıkları esnaf çarşısı, mahcup eder hep Serez’i. Aynaroz’a gelince, Ortodoks manastırları ve Türk tiyatrosundaki “Aynaroz Kadısı” ile ünlü. Usturumca ne demek? Yamaca kurulu ilçede aşağı mahalle Türkçe konuşuyor; üstü Rumca. Bu “üstü Rumca” olmuş “Usturumca”! Benzer öykü Karaferye için geçerli: “ Kara Fahriye” lâkaplı hanımın adı, aceleci ağızlarda olur Karaferye! Langaza deyince aklımıza Mustafa Kemal’in çocukken karga kovaladığı yer geliyor.
Bizler o maziyi “o ka(dar)” unutmuşuz ki, televizyondaki “Elveda Rumeli” dizisinde, Batı Trakya’ya komşu Drama’nın Pürsıçan Nahiyesi, taa Kuzey Makedonya’ya taşınmış; ve ilçe yapılmış. Drama ve Kırcali şivesine benzemesi gereken Pürsıçan şivesi, Gostivar şivesi olup çıkmış!
5-Kentin Asıl İşlevi
Kente dair yapılmış jeopolitik bir tanımlama şöyle: “Selanik, Batı’nın en Doğu ve Doğu’nun en Batı kenti.” Bu tanım kentin yüklendiği ana işlevi yansıtıyor. İlk aşamada Köprülü üzerinden geçen demiryolu Üsküp ve Priştine’den sonra Mitroviçe’ye varır. Yapılan bir diğer hatla 1909’da İstanbul’a ulaşır. Başka bir hatla Manastır’a bağlanır. Bu bağlantılar sayesinde limanının cazibesi artar ve Selanik güney kapısı olur Orta Avrupa’nın. Kapitalizmin hızla gelişmesi sonucu yabancı tacir, Levanten, komisyoncu ve tercüman sayısının hızla arttığı, halkının gittikçe karmaşık hale geldiği yer olur Selanik.
Bilenler hoş göre; bilmeyenler sabrede: Yenice, Selanik’in kazası olup Evrenos Gazi’ye padişahça verilen bir aile yurdu. Vardar nehrine yakınlığı yüzünden Vardar Yenice olmuş adı. Tütün tohumu ilk kez Amerika’dan deniz yoluyla Selanik’e geldi (1606); aynı yıl Yenice’de ekildi. Tekel’in eski Yenice sigarası o meçhul(!) geçmişten bir selâmdı..
Yahudiler 1512’de Selanik’te ilk matbaayı kurdular. O tarihte Yavuz Selim’in İran’ı almasına iki yıl, matbaayı İstanbul’a getirecek olan İbrahim Müteferrika’nın doğumuna ise 160 yıl var daha. Bütün bunlar şu demektir: İlk yatırımlar ve modernleşme Selanik’te başlar. Kentin tarihteki asıl işlevi bu olur.
Bilinçli ve pazara yönelik tarıma çok erken başlandı. Gerçi Bursalılar da ipekle öğünürler ama, Selanik bu alanda geri kalmıyor bizden. İpek ve yün dokuma işinin yanı sıra un değirmenleri, tuğla, kiremit ve bira fabrikaları yıllar önce kurulur. Hemen hepsi Yahudilere ait olan bu yatırımlarda öne çıkan bir ad var: Dr. Moiz Allatini. Kent dışına yaptırdığı Allatini Köşkü ise, dillere destan! Gün gelecek bu köşk, tahtından indirilip Selanik’e sürgün edilen Abdülhamit’e “mahpushane” olacak.
Karmaşık bir kültürün yaşandığı “Doğunun en Batı” kentinde, en belirgin nitelik, devletin şeriatla yönetilir olmasına rağmen, görülen laik yaşam ve özgürlüktür. Bu yüzden kentin bir diğer adı, “Kâbe-i Hürriyet”tir! Basın yayın ortamı İstanbul’a oranla çok daha elverişlidir. Dini ve etnik guruplar kendi gazetelerini rahatça çıkarmaktalar. Edebiyat tarihinde övünçle sözünü ettiğimiz Genç Kalemler mecmuası burada çıkıyor. Gazeteci Yunus Nadi, Selanik’e gelerek başyazarlık yapmakta; gazetenin adı: Rumeli. Mustafa Kemal’le dostlukları o dönemden kalma. Dinç Bilgin’in dedesi kentte “Asır” gazetesini çıkartıyordu; İzmir’e gelince gazete “Yeni Asır” oldu.
Eğitim tarihimizde Selanik büyük önem taşıyor. Mustafa Kemal’in mektebinde okuduğu Şemsi Efendi’den çok önceleri Abdi Efendi ile Selim Sabit Efendi var ki, Necdet Sakaoğlu’nun ”Osmanlı Eğitim Tarihi” kitabından aktaralım:
“Selânikli eğitimciler, okul, metod, kitap açısından, yenileşmenin bayraktarlığını yaptılar. Selim Sabit Efendi’nin Rehnüma-yı Muallimin adlı, öğretmen kılavuz kitabı ile Elifba-yı Osmanî adlı ders kitabı, daha başka elifbalar, kitapçıklar, haritalarla araçlar; usul-i cedid programını benimseyen okullara girdikçe gericilerin kıpırdanmaları da arttı. Maarif Nâzırı, Selim Sabit Efendi ile öteki aydın öğretmenleri katına çağırıp “Okulların bu duruma getirilmesinin dine aykırı görüldüğünü, Kur’anı Kerim’in diz çökmeden öyle sıra üstünde el ayak sallanarak okunamayacağını, Şeyhülislâmın, bu Frenk işlerinin doğru olmadığına ilişkin fetvâ verdiğini, ortalığı velveleye vermemek için işi yavaş yavaş götürmelerini” söylemişse de nümune iptidâileri, İstanbul’da, Selânik’te, Mithat Paşa’nın girişimiyle Tuna Vilâyeti’nde daha sonraları da ülkenin her tarafında hızla yayılmıştır.”(s.87)
Gel de kıyaslama: Osmanlının Milli Eğitim Bakanı ilerici öğretmenlere “işi yavaş yavaş götürmelerini” öğütlerken... Cumhuriyet döneminin kimi hükümetleri ve Milli Eğitim Bakanları, “işi yavaş yavaş başka yöne”(!) götürmekteler! Dikkat buyurunuz: Abdülhamit’in açtığı okulları bitiren asker ve sivil kadrolar... Yurdu işgalden kurtarıp cumhuriyet devrimini başarmış iken... Cumhuriyet okullarından mezun kimi genç kuşaklar, bugün yüzlerini ekşitiyor Atatürk’e ve çağdaş kültüre.
Özetle: Aklın egemen olduğu bir dünyanın talep edildiği yerdir Selanik. Bunu toplumuna yansıtmak ana işlevi olur. Bu işlev ışık tutar Cumhuriyet Devrimine.
6-Selânik İnsanları
Vilâyet düzeyinde derlediğimiz “Selanik İnsanları” sayısı 200’e ulaştı. Bu adlar nitelikli özellikleri olan, tarihimize ve kültürümüze damga vurmuş kişiler. Yakın tarihimizde eğer onlar olmasaydı Kurtuluş Savaşını ve onu izleyen Cumhuriyet Devrimini kolay kolay yapamazdık. Hiç kuşkusuz bu başarı, Anadolu halkına rağmen olmayıp,onlarla birlikte sağlanmış ortak bir başarıdır.
Konu bağlamında birkaç adı anmamız yeterli: Mustafa Kemal’in baba tarafı Kocacıklı. Manastır’a bağlı Debre’nin nahiyesi Kocacık. Numan Kartal’ın konuyu titizce araştırarak yazdığı kitap: “Atatürk ve Kocacık Türkleri”. Atatürk’ün ana tarafı Kayalar’dan. Vodina’nın batısına düşen Kayalar’ın, iki başka adı daha var: Sarıgöl ve Cuma. (Not düşelim: Necati Cumalı’nın Florina’da esnaf babasına Cumalı Mustafa derlerdi; soyadı oradan miras) Kaza yapılan Kayalar daha sonra Manastır’a bağlandı. Zübeyde Hanımın ailesi 150 yıl önce Sarıgöl’den göç etti Langaza’ya. Orada Sarıyar köyüne yerleştiler; 1857’de burada doğar Zübeyde Hanım.
Türk Ulusunun iki şansından biri Mustafa Kemal’i çıkartmak; diğeri ABD’nin o tarihte Ortadoğu’ya bu denli çöreklenmiş olmaması. Kurtuluş Savaşı eğer bugüne kalsaydı, ABD hemen “Sultanın kabul ettiği Sevr’i nasıl kabul etmezsiniz!” deyip, karşı çıkardı!
Selanik doğumlu kimi adlara gelince: Salih Bozok, Nuri Conker, Refet Bele, Mithat Şükrü Bleda, Nazım Hikmet, Şükrü Naili Paşa, Dr. Nazım Bey, Maliyeci Cavit Bey, Tahsin Uzer, Asaf İlbay, Osman Kibar, Dr. Şefik Hüsnü Değmer.
Selanikliler birbirini ağızlarına besleyecek kadar tutuyorlar mı? Hayır. “İzmir Suikastı” davasında hedef Mustafa Kemal’di; sanıklardan ikisi hemşerileri: Maliyeci Cavit Bey ve Dr. Nazım Bey. Çok ilginçtir; idam cezalarının infazında boyunlarına ilmiği Selanikli bir çingene geçirdi; cellat Kara Ali!
Kentin kazalarında doğmuş adlar yok mu? Kimi ansak birileri hep eksik kalacak. Geliniz, listeyi yine mütevazı tutalım: Kesendire doğumlu tarihçi Afet İnan, Doyranlı babası memurken doğdu orada. Drama, aktör Otello Kâmil ile bestekar Yesari Asım Arsoy’un; Serez, öğrencilerine Çanakkale Savaşını anlatırken ölen Galip Vardar ile Türk milliyetçisi Moiz Kohen’in (Munis Tekinalp);Yenice, general Ahmet Derviş Paşanın; Vodina, Beşiktaşlı Hakkı Yeten ile filmci Hürrem Erman’ın; Katerin, yazar Aka Gündüz’ün; Kavala, Prof. Oktay Sinanoğlu ile TKP’li Zehra Kosova’nın; Ustrumca, gazeteci Zekeriya Sertel’in; Nevrokop, çevirmen ve DP’li politikacılar Cevdet ve Mithat Perin kardeşlerin; Karacaova, botanikçi Yusuf Vardar’ın; Taşoz, yazar Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun doğum yerleri. Menlik ise, Münevver Ayaşlı’nın baba toprağı.
7-“Haçan koptu Balkan Harbi”!
Osmanlı Devleti Balkan Savaşına pek gafil yakalandı. Dönemin Selanik valisi Nazım Paşa’ya, tarih insanı üzen bir sıfat taktı: Son Selanik Valisi! Nazım Hikmet’in dedesi olan paşa, askeriye paşası olmayıp yönetici paşa. Dönemin Selanik Garnizon Komutanı Tahsin Paşadır. Onun fikri ve tavsiyesi üzerine, “Pum demeden bir silâh / Verdik gitti Selanik!”
Tarih: 10 Kasım 1912.
Tüm Selanik Türklerini üzen o “Yürek Selanik” lâfı, kentin bedava tesliminden mi kaldı? Ben sanmıyorum. Tarihte “Selanik Olayı” şeklinde geçen olayda, bir Bulgar kızının Türk delikanlı ile evlenmesine karşı çıkan Fransız ve Alman konsolosları linç etmişti Selanik Müslümanları. Kentin tesliminde onların bir suçu yok. Bu deyim, nüfus çoğunluğunu ellerinde tutan Yahudilerin, çıkarcı olmayı cesur olmaya tercih etmelerinden doğmuş olabilir. Eğer doğru olsa, bre nasıl çıkar Selanik’ten o koca Mustafa Kemal?!
Benim ana ve baba tarafım Selanik-Vodina’nın Osluv köyünden. Kaymakçalan Dağının güney eteklerine kurulu bu köyde Balkan Savaşı sonunda başlayan döneme, “gâvur altında yaşamak” diyorlardı; yetiştiğim yaşlılar. O dönem nüfus mübadelesine kadar 12 yıl sürer. Şimdi o günlere dair şanlı bir sayfayı yazmamı bekliyor olabilirsiniz. Fakat tam tersi olacak; duyduğum o kara sayfayı aktaracağım.
Çevresinde netameli köy olarak bilinen Osluv’da, ilk zayiat daha Yunan askerinin geldiği gün verilir. Eskiler ne demişler: “Soydan soy çıkar; soydan bok çıkar!” Kendisinden hiç umulmayan bir adam, o gün attı başından fesi; giydi viran bir şapka; dönüp demesin mi:
”- Ben artık Yunan oldum. Siz başınıza çare arayın!”
Yunan işgal komutanına gidip çakmış selâmı:
“ - Emrinizdeyim!”
Onu muhbir olarak kullandılar. Kimde ne silah var; hangi evde kesici alet neler var; kimlerin parası çok, kimlerin zahire ambarları dolu; hep o rezil anlattı. Herkesi falakaya yatırıp bastılar sopayı. Vurdular göğsüne dipçiği. Geceleri komşu Jervi köyündeki Sırplardan parayla silâh satın alır; yakınlarımızı kurtarmak için “işte onun tabancası” deyip teslim ederdik.
Bir gece Yunan devriyeler yakalamış Jervi’den dönenleri:
“ – Ne işiniz var gecenin bu vakti yolda?”
Biraz hık-mık edip itiraf etmişler yaşadıkları taksiratı. Bu olaydan sonra baskı epey azalır. Başlangıçta düşmandan çok saygı gören o muhbire gelince; -aralarında ne geçti ise-, birkaç ay sonra Yunan subayı demiş ki:
“- Sen kendi milletini ihbar ettin; yarın şartlar değişirse bizi de ihbar edersin!”
* Olay Gazetesi-Bursa’da Yaşam Dergisinin Ocak 2008 tarihli sayısında yayımlanmıştır.
GENEL KAYNAKÇA
1-M. Tayyib Gökbilgin, Rumeli’de Yürükler, Tatarlar ve Evlâd-ı Fâtihân, İÜ. Edebiyat Fak y. İstanbul 1957
2-Numan Kartal, Atatürk ve Kocacık Türkleri, T.C. Kültür Bakanlığı y. Ankara 2002
3-Tahsin Uzer, Makedonya Eşkiyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi, T.T.K y. Ankara 1979
4-Elızabeth A. Zacharıadou (Edtör), Sol Kol / Osmanlı Egemenliğinde Vıa Egnatıa (1380-1699), Tarih Vakfı Yurt y. İstanbul 1999
5-Dimitri Kitsikis, Türk-Yunan İmparatorluğu, İletişim y. İstanbul 1996
6-Gilles Veinstein, Selanik 1850-1918, İletişim y. İstanbul 2001
7-Meropı Anastassıadou, Tanzimat Çağında Bir Osmanlı Şehri / Selanik, Tarih Vakfı Yurt y. İstanbul 2001
8-Ilgaz Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim / Türkiye Sabetaycılığı, Belge y. İstanbul 1998
9-Alexander Anastasius Pallis, Yunanlıların Anadolu Macerası (1915-1922). Çev. Orhan Azizoğlu. Yapı Kredi y. İstanbul 1995
10-Mark Hazower, Selanik: Hayaletler Şehri (1430-1950), Yapı Kredi y. İstanbul 2007
11-Yadigâr-ı Selânik /Kartpostallarda Evvel Zaman, Kültür Bakanlığı y. İstanbul 2006
12-Necdet Sakaoğlu, Osmanlı Eğitim Tarihi, İletişim y. İstanbul 1991
13-Derleyen: Renee Hirschon, Ege’yi Geçerken /1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul Bilgi Üni. y. İstanbul 2005
14-Derleyen: Müfide Pekin, Yeniden Kurulan Yaşamlar / 1923 Türk-Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, İstanbul Bilgi Üni. y. İstanbul 2005
15-Mehmet Ali Gökaçtı, Nüfus Mübadelesi, İletişim y. İstanbul 2004
16-Kemal Arı, Büyük Mübadele: Türkiye’ye Zorunlu Göç (1923-1925) Tarih Vakfı Yurt y. İstanbul 1995
17-İskender Özsoy, Mübadelenin Öksüz Çocukları, Bağlam y. İstanbul 2007
18-Raif Kaplanoğlu, Bursa’da Mübadele, Avrasya Etnografya Vakfı y. İstanbul 1999
19-Pars Tuğlacı, Osmanlı Şehirleri, Milliyet y. İstanbul 1985
20-Nuri Akbayar, Osmanlı Yer Adları Sözlüğü, Tarih Vakfı Yurt y. İstanbul 2001
21-Yılmaz Akkılıç+(yazı kurulu), Bursa Ansiklopedisi 4 Cilt, İstanbul 2002
KAYNAK VE DEVAMI: http://www.lozanmubadilleri.org.tr/Selanikten_Bursaya.htm