Serap TAN
Tarihin ilk zorunlu göçü.Can yakan bir kitlesel acı yaşandı 1924 mübadelesiyle.Uyum sağlayana dek gözyaşıyla yoğruldular.Hayatları boyunca yarım kaldılar.Oralardan ayrılırken belki sordular kendilerine “Şimdi biz gurbetten mi çıkıyoruz? Yoksa gurbete mi gidiyoruz diye?”Belki hayat boyu bu zor sorunun cilt cilt cevapları vardı akıllarında. ”Bize burası sahip. Ama biz oraya aidiz” …
"göç yolları
göründü bize
görünür elbet
göç yolları
bir gün gelir
döner tersine
dönülür elbet.." (M. Mungan "göç yolları")
Dönüleceğini umuyorlardı elbet gelirken…Sonundaki tebessümün ardında derin acılar bırakan Kurtuluş Savaşı bittiğinde 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması’ndaki ek madde gereğince Türkiye’deki bir buçuk- iki milyon Rum ile Yunanistan’daki üç yüz elli -beş yüz bin Türk yer değişimine tabi tutuldu.İnsana bugün bile dokunan bu kitlesel acı, tarihin ilk zorunlu göç olayıyla yaşandı.Bu göçe İstanbul’daki Rumlar ve Batı Trakya’daki Türkler tabi tutulmadı.Devletin milliyetçilik ideolojisini oturtması açısından önemli bir yapı taşı olan bu zorunlu göç 1924-1927 yılları arasında gerçekleşti.Yaklaşık iki milyon insan kök saldıkları ve “memleket” bildikleri yerlerden koparıldı.Zeytincilikle, tütün ve buğday ekimiyle uğraşırken zaten çok da parlak olmayan maddi koşullar, Balkan savaşları, Osmanlı-Rus Savaşı yüzünden yıpranmış olan Türk nüfus bir de bunun üzerine mübadele olayıyla karşılaştı.Rum nüfus açısından da durum pek iç açıcı değildi.Çünkü onlar da çok kalabalık olmaları nedeniyle yerleşirken zorluklar yaşadılar. Ancak ticareti çok iyi bilmeleri ve Avrupa ile olan ilişkileri sayesinde durumu bir parça kurtarsalar da Yunanistan hükümeti, gelenleri istihdam edebilmek için dışardan kredi almak zorunda kaldı. Her iki tarafın insanı da yıprandı…
Kendi yaşam deneyimleriyle başka mekanlara gönderilen bu insanlar sosyo-psikolojik, ekonomik ve kültürel açıdan dar boğaza maruz kaldılar, uyum sürecinde zorlandılar. Oradan getirebildikleri hiçbir şeyleriyle ve burada kendilerine verilen bir miktar mal ile başladılar hayata. Rumeli’den gelen Türkler uyum sağladıkça mutlu oldular burada olmaktan. Türk kimliklerini bu topraklarda rahatça sürdürmekten gurur duydular. Acıları yanlarına kar kaldı sadece.
Gözyaşıyla yoğruldular. Eldeki arşivlerin azlığı neler yaşadıklarına ışık tutacak kadar derin değil ancak birinci kuşak mübadillerin anlattıkları canlı bir tarih dersi gibi. Drama’dan, Yanya’dan, Karaferya’dan, Kavala’dan, Serez’den ve daha birçok yerden bu göçü yaşayan Türkler ne oraların havasını ne de yaşadıkları güzel günleri unutabildiler. Ayça Abakan’ın belgeseline verdiği güzel isim gibi “iki kere yabancı” ydılar onlar. Bulundukları yerlerde Rumlarla komşuluk ilişkileri kurmuşlardı. Eleni, Astera, Sülüman, Zülüş, Kalyopi... Dil, din gibi etnik farkları bir yana yemekleri, bazı adetleri, yani folklorik anlamda birbirlerine uygun olan değerleriyle bir kültür yumağıydılar. Kendileri seçmemişlerdi göç etmeyi. Fakat kaderlerinin cilveli bir şavkıydı belki bu yolculuk. İki milyon insan iki milyon öykü demekti. Biz bu öykülerin gizlerini çözemeden öldü belki birçoğu. İşte Edirne’de yaşamış bir Rumeli göçmeninin anlattıkları şöyle :
KAYNAK VE DEVAMI: http://www.izedebiyat.com/yazi.asp?id=65447