BİR İSKÂN METODU OLARAK RUMELİ’DE SÜRGÜNLER
Yrd. Doç. Dr. Hava SELÇUK*
..............
Köylüler devletin kuruluşundan itibaren konar-göçer geleneğin devam etmesine rağmen cemiyetin yerleşik vasfına sahip olup, bu bölünmedeki yerlerini almışlardır. Fetihlerin başlamasıyla birlikte ortaya çıkan nüfus nakli meselesi şehir hayatının buralara başarı ile götürülmesine zemin hazırlarken bir köylü topluluğu ortaya çıkarma keyfiyeti yaygın görülmemektedir[3]. Bununla beraber çağın gereği olarak Rumeli’de Osmanlılar tarafından kurulmuş birçok köye tesadüf etmekteyiz. Zira şehirlerin gelişmesi için çevresinde olan köylerin yetiştirdiği, ürettiği malların önemi büyüktü. Bir şehrin etrafında köy sayısı ne kadar fazla ise şehir o derece gelişiyor idi. Rumeli’ye yerleştirilen halk genellikle konar-göçer halktan teşekkül etmiştir. Bunun yanı sıra timar sahipleri ve ümera, dirlikleri nispetinde götürmek zorunda oldukları cebelü askerlerini Anadolu köylerinden tedarik etmişlerdir[4].
Anadolu’nun çiftçi halkının kendi çiftini ve çubuğunu bozarak Rumeli’ye yerleşmesi hadisesine pek tesadüf edilmemekle beraber Timur’un 1402 Ankara Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan siyasî buhran ve halkın üzerinde oluşan psikolojik etkiden dolayı çiftini, çubuğunu satan birçok kişinin Rumeli’ye geçerek oraya yerleştiği Anonim Tevârih-i Al-i Osman’da zikredilmektedir[5].
.................
Fetihler esnasında eski Selçuklu topraklarında mevcut olan şehirler ve kasabalardan, muhtelif meslek ve zanaat şubelerine mensup insanlar gelerek yeni alınan kasabalara ve şehirlere yerleşmekteydi. Sultan başta olmak üzere devlet ricali ve zenginlerin kurdukları vakıflar yeni alınan şehirlere yerleşmeyi kolaylaştırıyordu. Özellikle ticari ve coğrafî yönden önemli olan şehirler Anadolu’nun eski ticaret ve sanayi merkezlerinden birçok insanların gelip yerleşmelerine imkan hazırlıyordu[8].
Toplumun diğer bir kısmı göçebelerdi ki bunlar, yaylak ve kışlak hayatı süren, hayvancılıkla geçimlerini sağlayan mevsimden mevsime yer değiştiren birçok sosyo-ekonomik fonksiyonlar yüklenen bir topluluktu[9].
Bu toplulukların zaman zaman yeni fethedilen topraklara yerleştirilmesi, o bölgenin şenlendirilmesi amacıyla sürgüne tabi tutulduklarını görmekteyiz. Sürgüne tabi tutulan kişilerin müslüman veya gayri müslim olması, yerleşik hayatta yada konar-göçer bir yaşayış tarzına sahip olması önem taşımamakta idi. Devlet gerekli gördüğü takdirde bu insanları iskân politikasının bir gereği olarak sürgüne tabi tutmuştur.
................
1.Sürgün Siyasetinin Çeşitleri
Sürgünü iki katagoride ele alabiliriz. Bunlar birincisi zorunlu sürgünler ikincisi esir sürgünler.
a.Zorunlu Sürgün
Bu grup içerisine girenler çeşitli sebeplerden dolayı devletin mecburî tuttuğu insanların sürgün edilmesi. Özellikle bir topluluk devletin kanunlarına karşı geliyorsa, bulunduğu bölgede asayişsizlik gösteriyorsa, veya yeni bir yer fetih edildiği zaman o bölge halkı içerisinde isyan çıkarma, ayaklanma hadiseleri meydana getirebilecek kişiler varsa bu kişiler ya da topluluklar sürgüne tabi tutulmuşlardır. Osmanlı devletinde zorunlu sürgün hadisesinin daha çok uygulandığını görmekteyiz. Zira insanların kendi topraklarından, akrabalarının dostlarının bulunduğu yerden gönüllü olarak kalkıp kendisine tamamen yabancı olan bölgelere gelerek yerleşmesi insan tabiatına aykırı düşmektedir. Osmanlı Devleti’nin siyasî, sosyal ve ekonomik sebeplerle tebaasını kendi istekleri dışında fakat onların gönüllerini alarak ve bir takım imtiyazlar tanıyarak zorunlu sürgüne tabi tutması daha öncede belirttiğimiz gibi bünyesinde bir çok milleti barındıran bir devletin merkezi idareyi kuvvetlendirmesinde zorunlu iskânın önemli bir etkisi olmuştur. Osmanlıların sadece savaş esirleri ile farklı dinlere mensup insanları değil bizzat devleti kuran Müslüman Türk halkını da zorunlu sürgüne ve iskâna tabi tuttuğunu görmekteyiz.
b. Esir Sürgünler
Esir sürgünler grubuna giren insanlar ise savaşlar neticesinde esir alınan kişilerin oluşturduğu gruptur. Bu kişiler ya İstanbul kırlarına ya da Anadolu’nun çeşitli bölgelerine sürgün edilerek toprağa yerleştirilmişler ve devlet tarafından kendilerine toprakla uğraşacakları malzeme verilerek ziraat veya hayvancılık yapmaları sağlanmıştır. Bu esir sürgünler daha sonra ki dönemler de statülerin muhafaza etmemişler reaya arasında kaybolup gitmişlerdir. Esir sürgün uygulaması bilhassa Fatih Sultan Mehmed döneminde yaygın olarak yapılmıştır.
2 .Sürgünlerin İçtimai Durumları
Hem Hıristiyan tebaanın hem de Müslüman tebaanın zorunlu sürgüne tabi tutulduğunu görmekteyiz. Sürgüne tabi tutulan insanlar, kendi yaşadıkları bölgeden koparılarak kendi kültürüne, inancına, yaşayışına tamamen yabancı bir bölgeye gönderiliyordu. Sürgüne tabi tutulan bu insanlara timar tevcih edildiği gibi her hangi bir köy oluşturmalarına da imkan veriliyordu. Bu köyler teşekkül ederken genellikle birbirini tanıyan akraba olan kişilerin bir araya geldiği görülmektedir. Bunun yanında devletin izlediği bir siyasetin neticesi olarak farklı bölgelerden getirilen insanların kaynaşmalarını sağlamak amacıyla büyük bir timar parçalanarak bazen birden fazla kişiye veriliyordu. Bilhassa Bosna Hersek’e ait defterde bunu görmemiz mümkün olmaktadır[14].
Bu gelen insanlar aileleriyle birlikte gelen tipik anne, baba ve çocuktan oluşan bir aile yapısına sahip idiler. Sürgünlerin akrabalarının gönüllü olarak zaman zaman yanlarında geldiğini görmekteyiz ki bu kişilerle birlikte geniş aile oluşturmakla birlikte belli bir yaştan sonra vergiye tabi tutulan gençlerin ayrı bir ev kurdukları ve aileden ayrıldıkları bilinmektedir.
Sürgüne tabi tutulan insanlar arasında ticaret ve zanaat erbabı, tarımla uğraşan köylüler ve konar-göçer gruplar bulunmaktaydı.
Hıristiyan sürgünlerin de ileride ifade edeceğimiz üzere aileleriyle birlikte geldiklerini ve onlar arasında da bilhassa İstanbul için yapılan sürgünlerde gördüğümüz üzere ticaretle uğraşan, zanaat erbabı olan kişiler ağırlıklı olarak bulunmaktaydı. Aynı şekilde İstanbul’un başkent olması dolayısıyla Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden bilhassa Karaman bölgesinden ulema adını verdiğimiz medrese eğitimi görmüş kişilerle zanaat erbabı kişilerde sürgüne tabi tutulmuşlardı ki bu kişiler şehirlere yerleştirilerek şehirlerin kalkınmasında önemli rol oynamışlardır. Dolayısıyla sürgüne tabi tutulan kişiler arasında başı boş her hangi bir mesleği olmayan kişiler değil şehirli halkta bulunmaktaydı.
İstanbul’un iskânı için Fatih Sultan Mehmed’in sürüp getirdiği köylüler arasında hür insanların yanı sıra harp esirleri de bulunmaktaydı. İstanbul civarındaki kulluklar daha ziyade harple fethedilen yerlerde elde edildiği için esir muamelesine tabi bulunan Hıristiyanlardan oluşmaktaydı. Bu insanlara tohum ve levazım devlet tarafından verilerek tarım yapmaları sağlanıyordu[15].
Türkler Rumeli’ye geçince şehirlere yerleşme hareketi devam etmişti. Bilhassa Edirne’nin Türklere geçmesiyle birlikte kale haricinde yayılma çok süratli olmuştur. Hakikaten daha önce bağ bostan olan yerler mahalle haline dönüşmüştür. Kısa zamanda imar faaliyetleri artarak buranın nüfusunun artması sağlanmıştır[16]. Şehirlerin önemli ticaret mevkilerinde bulunması ticarî canlılığın bulunması Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden gelen halkın sayısını artırmaktaydı. Netice itibarıyla sadece tarımla uğraşan insanlar değil sanat ve zanaatla uğraşan insanlarda Rumeli’ye gelerek bilhassa şehirlere yerleşmişlerdi. Özellikle zanaat ile uğraşanlar şehirlerde ahilik teşkilatı kurmuşlardır. Ahilikle ilgili olarak birçok köyün ve mahallenin mevcut olduğu da görülmektedir. Mahalle-i Ahi[17], İpsala Karye-i Ahi[18], Karye-i Kara Ahi[19], Karye-i Ahi Evren[20], Mahalle-i Mescid-i Ahi Ana[21], Mahalle-i Horşe; Cemaat-i Mescid-i Ahi Bali[22] gibi.
3. Sürgünlerin İktisadî Durumları
Sürgüne tabi tutulan gruplar arasında konar-göçer halkın yanı sıra bilhassa timar sahibi olarak yerleştirilen kişiler bulunmaktaydı. Bunun yanı sıra belli meslekleri ifa eden kasaba ve şehir halkı bulunmaktaydı. Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden gönderilen kişilere belli bir bölgenin toprakları timar olarak veriliyor bunun karşılığında kendileri devlete karşı vazifeler üstleniyorlardı.
Timar, Osmanlı İmparatorluğu’nda geçimlerini veya hizmetlerine ait masrafları karşılamak üzere bir kısım asker ve memura belirli bir bölgede kendi nam ve hesaplarını tahsil selahiyeti ile birlikte tahsis edilmiş olan vergi kaynaklarına ve senelik geliri 20.000 akçeye kadar olan askerî dirliklere verilen isimdi[23].
İlk Osmanlı sultanları, büyük kumandanlara, ahî ve derviş gibi, imparatorluğun teşkilatlandırılması için kişi ve zümrelere geniş muafiyetlerle temlikler yapmak ihtiyaç ve ananesinin tesiri altında bilhassa hudut boylarında komutanlara bilhassa Evrenos Bey’e Turhan Bey’e bu tür arazileri temlik olarak vermişlerdir[24].
Köylere yerleştirilen kişiler belli bir cemaata veya obaya mensup kişiler olmalıdırlar. Nitekim kurdukları köy, mezraa hatta mahalle isimlerinde Anadolu’da mevcut olan cemaatlerin, aşiretlerin isimlerini taşıdıkları görülmektedir ki bunlar daha önce göçebe hayat sürmelerine rağmen büyük olasılıkla Rumeli’ye göçürüldükten sonra yerleşik hayata geçirilerek köyler, kasabalar, mahalleler kurmuşlardır.
Muhtemelen Karasi bölgesinden getirilen kişilerce teşekkül etmiş olan Karye-i Karasili, Karye-i Koçi, Karye-i Hisarbeği[25] köylerinde oturanlar çeltükçülükle (pirinç ekimi) uğraşmakta olan Müslüman kişilerdir.
Köylerde oturanlar çiftçilikle uğraşmakta iken kasabalarda ve şehirlerde oturan kişiler ticaret ve sanatla uğraşmakta idiler.
4.Sürgüne Tabi Tutulan İnsanların Hukukî Durumları
Devlet gerek çiftçi gerekse şehirli halk arasında yeni fethettiği bölgelere gönüllü ya da zorunlu sürgün siyasetini uygulamaktaydı. Fetihlerin çok geniş bölgeleri kapsadığı bu dönemde yerlerini terk eden insanların hukukî durumları neydi? Bu kişiler herhangi bir nizama tabi miydiler? Evlerini, arazilerini, çiftlerini, çubuklarını terk eden bu insanlara gittikleri yerlerde ne gibi kolaylık gösteriliyordu. Yaşadıkları bölgeden, akrabalarından ayrılan bu insanlara yeni gittikleri yerlerde yaşamlarını kolaylaştırmak üzere her hangi bir hak tanınıyor muydu? Osmanlı fetihlerinin ilk yıllarında fethedilen topraklarda boş kalan evler bu bölgeye gönüllü gelen kişilere veya sefere bizzat iştirak eden gazilere verilmekteydi ki bununla ilgili birçok malumat vakayinamelerde bulunmaktadır[26].
Öncelikle Osmanlı Devleti’nin ilk yıllarına ait arşiv belgelerinde sürgüne ve nakillere tabi tutulan insanların durumları ile ilgili yeterince malumat bulunmamaktadır. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi hadisesinden sonra İstanbul’un iskânı için yapılan çalışmalar sırasında yeni gelen halkın nasıl bir nizama tabi olduğunu görmekteyiz.
İstanbul’un subaşılığına II. Mehmed tarafından tayin olunan Süleyman Bey, İstanbul’un imarı için çalışmaya başladı. İstanbul’un iskânı için ülkenin her tarafına adamlar göndererek insanların İstanbul’a gelip, bağlar, bahçeler, mülkler edinmesini istedi. Gönüllü olarak ülkenin dört bir tarafından adamlar geldi ve bu kişilere fetih sonucunda boşalan evler mülk olarak verildi. Fakat yapılan bu çağrıya rağmen İstanbul’un nüfusunda fazla bir artış meydana gelmediği için II. Mehmed’in hükmü gereği bu sefer her ilden zengin ve yoksullardan aileler sürmeleri emredildi. Bunun üzerine zorunlu sürgün olarak birçok kişi İstanbul’a getirildi ve şehir imarlaşmaya, mamur olmaya başladı.
Bundan sonra halka verilen bu evlere mukataa (kira) koymaları üzerine, çeşitli bölgelerden getirilen halktan birçok kişi ailesini terk edip buradan ayrılmaya başladı. Bunun üzerine Vezir Kula Şahin II. Mehmed’e "Hey devletli Sultanım! Baban, deden bunca memleketler fethettiler. Hiçbirinde mukataa koymadılar. Sultanıma dahi layık budur ki yapmaya”dedi. II. Mehmed vezirinin sözünü kabul ederek mukataa’yı (kirayı) kaldırdı ve evleri oturan kişilere mülk olarak verdi. Bundan sonra bölgeye yerleşen ahali mescitler, zaviyeler yapmaya başladılar[27].
II.Mehmed dönemine ait İstanbul hasları ile ilgili kanunnamelerde birincisinde mukatanın kaldırılması ile ilgili hüküm şu şekildedir:” Ve ne kadar mukâtaalu yerler var ise, mukâtaası bozulmuştur, öşür ve sâlârlık vereler” ikincisinde bu mukâtaa kanunu tekrar yürürlüğe girmektedir ki bu kanunname birinci kanunnamenin yeniden ve şe’rî esaslara aykırı olmayacak şekilde kaleme alınmış şeklidir ki “Ve ne kadar mukâtaalu yerler var ise, mukâtaası şimdiye değin ne vechile alınu-geldiyse yine ol vechile alına. Ellerinde mukâtaa içün berât ve kadı hücceti olmayan kimesneler ki, sabıkan âmiller mukâtaaya vermiş olalar, anlarun gibilerin mukâtaaları makbul olmayub öşür alalar..”[28]
Bu ifadelerden anlıyoruz ki Osmanlı Devleti’nde ilk yıllarında yapılan fetihler neticesinde yeni alınan yerlere sürgün edilen kimselere arazi ve emlak parasız verilmekteydi. Bu şekilde sürgüne tabi tutulan halka belli ölçüde kolaylık sağlanmış bulunuyordu.
II. Bayezid devrinde sürgün: “Sürgün kızını yine sürgüne nikâh edeler; âhara vermeyeler. Sürgün tâifesi hârice varub beğlikden vere gayrı yerden iş dutmak ve amel almak olmaya ve isterse kabûl olunmaya. Ve sürgün için ahkâm-ı şerife yazılmalu olıcak kağıdı Padişah Hazretine arz oluna”[29].
Yine II. Bayezid döneminde Akkirman’a ait olan 1484 yılına ait Kanunnamede,”Ve sürgün olan kafirlerin evleri dahi beğlikdir. Adam bulundukça kiraya verüb akçesin beğlik içün zabt eyleyesin ve ne denlü dükkân varsa defter edüb kapıma bildüresin. Ve kadı ve dizdâr ma’rifetiyle hisar erlerine ve azeblere sürgün evlerinden hallu haline göre tevzi’ edüb yerleşdüreler[30]”.
Rumeli’den Anadolu’ya da cezaî maksatla sürgün yapılmaktaydı ve onunla ilgili bir hüküm:
“Ve kangı timarın ki, haracgüzâr kafirleri kaçmış ola, buyurdum ki, haraclarınun nısfın timar erlerinden ve nısfın yerlerinde kalan kafirlerden ala. Ve kaçan kafirlerin esamilerin de yazub bildüre ki, kul gönderüb her kandaysa buldurub Anadolu’ya sürdürem ve oğlanların yeniçeriliğe olduram[31].
* Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü-Kayseri
[1] Selahaddin Çetintürk, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Yürük Sınıfı”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, C.XX, Ankara 1943, s.110.
[2] İlhan Şahin, “Göçebeler”, Osmanlı C.4, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999, s.132.
[3]Mustafa Akdağ, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve İnkişafın Devrinde Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti”, Belleten, XIV/55(1950),s.345-346.
[4]Akdağ, a.g.m., s.345-346.
[5] Anonim Tevârih- Al-i Osman, Giese Neşr, Haz: Nihat Azamat, Marmara Ünv. Yay., İstanbul 1992, s.48-49.
[6] Tuncer Baykara, ”Osmanlı Devleti Şehirli Bir Devlet midir?”, Osmanlı, C.5, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999 s.531.
[7] Aşıkpaşa-zâde, Tevarih-i Al-i Osman, Haz: Nihal Atsız, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 1000 Temel Eser Serisi, Ankara 1985.s.29 (Kendi Yenişehir’e gitti. Yanındaki gazilere evler yapıverdi. Orada durur oldu. Onun adını Yenişehir kodılar)
[8] Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi(1243-1453), C.I, Cem Yay., İstanbul 1995, s.386.
[9] Şahin, a.g.m, s.132.
[10] M. Zeki Pakalın,”Sürgüne göndermek”, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C.III, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1993, s.299.
[11] Fuad Köprülü, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri Hakkında Bazı Mülahazalar, Ötüken Yay., İstanbul 1981, s.106-107.
[12] Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Boğaziçi Yay.,İstanbul , s.352-353.
[13] Hammer, Devlet-i Osmaniye Tarihi, C. I, trc. Mehmet Ata, İstanbul 1336 s.225.
[14] (Timar-ı Manastrılı Hamza ve Belgradlı Hamza, Timar-ı Gelibolulu Ahmed Filibeli Aça, Üngürüslü Hamza ve Şehirköylü Murad, Timar-ı Vidinli Hızır ve Üsküblü Hamza, Timar-ı Niğbolulu Mahmud ve Vardarlı Hamza, Timar-ı Sofyalı Hamza ve Nişli Hasan) Muallim Cevdet Yazmaları nr.0.76 (1469 Tarihli Bosna, Hersek , Yelec Vilayetlerini ihtiva eden Mücmel Defter),vr.129b, 130b, 149b, 153b, 158b.
[15] Ömer Lütfi Barkan “XV. ve XVI’ıncı Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Toprak İşçiliğinin Organizasyonu Şekilleri”, Türkiye de Toprak Meselesi, Gözlem Yayınları, İstanbul 1980, s.582.
[16] Akdağ, a.g.e., s.385-386.
[17] Tapu Tahrir Defteri 12, (1475 Tarihli Malkara Kazasıyla Gelibolu Bölgesi ve sair mahallerdeki evkaf defteri), s.199.
[18] Muallim Cevdet Yazmaları nr:0.89, vr.53b.
[19] Tapu Tahrir Defteri 12, (1475 Tarihli Malkara Kazasıyla Gelibolu Bölgesi ve sair mahallerdeki evkaf defteri),s.221.
[20] Tapu Tahrir Defteri 12, (1475 Tarihli Malkara Kazasıyla Gelibolu Bölgesi ve sair mahallerdeki evkaf defteri),s.30.
[21] Tapu Tahrir Defteri 12, (1475 Tarihli Malkara Kazasıyla Gelibolu Bölgesi ve sair mahallerdeki evkaf defteri),s.8.
[22] Tapu Tahrir Defteri 7. (Fatih devri, Paşa Livası’nın Yenice Karasu, Drama, Kavala, Zihne, Keşişlik, Demurhisar, Selanik , Sidrekapısı)
[23] Barkan, “Timar”, İ.A., C.XII/1, s.286.
[24] Barkan, a.g.m., s.296.
[25] Maliyeden Müdevver Defterler 525, s.44.
[26] Aşıkpaşa-zâde, a.g.e., s. 47, 59,
[27] Aşıkpaşa-zâde, a.g.e., s.139-140.
[28] Akgündüz, a.g.e., C.I, s.463, 472.
[29]Akgündüz, a.g.e., C.II s.68-69
[30]Akgündüz, a.g.e., C.II.2, s.372.
[31] Akgündüz, a.g.e., C.II, s.509.
KAYNAK VE DEVAMI: http://www.egm.gov.tr/egitim/dergi/eskisayi/39/web/makale/Yrd_doc_dr_Hava_Selcuk.htm