Türk Muhacirlerde Vatan ve Kimlik Algısı

Türk muhacirlerdeki mübadil tanımı incelendiğinde Osmanlının Balkan coğrafyasından olup, çeşitli kültür, inanç ve etnisiteye bağlı unsurlar ile şehirli veya köylü olmak üzere Anadolu’yadoğru Müslüman kimlikleri ön planda olmak üzere gelenler anlaşılmaktadır.

Anadolu’ya doğru olan bu göç; kaybedilen bir savaştan sonra yaşanan bir göç veya elden çıkmış topraklardan yapılan bir göç değil, kargaşa ve çatışma ortamından daha sakin kabul edilen veanayurt olarak bilinen topraklara gidiş mahiyetindedir. Anadolu ile kopmayan ilişkilerin daha önce sürgün, iskân ve diğer yollarla giden Türklerin belleklerinde kalmış olan vatana sığınış olarak yer etmiştir.

Zorunlu göçü karşı koymadan kabulleniş Türk mübadillerin zihninde “ bize gidiyorsunuz dediler biz de alabildiğimiz eşyalarımızı aldık yola düştük..” sözlerinden de anlaşılabilmektedir. Türkiye’de özellikle Makedonya’dan gelip de kendisini Selanikli kabul eden mübadiller geldikleri şehri Atatürk’ün şehri adıyla anmışlardır. Bu düşünce üzerinden Anadolu’dan Rumeli’ye geldikleri görüşünü savunan Türk mübadiller vatana dönüş havasında genç cumhuriyetin kazanımlarına daha sıkı bağlanmış ve kabullenmişlerdir. Bu kabulleniş Denizliye iskân edilen mübadillerin; “…buraya geldik dediler ki burası Rumlardan kaldı siz oturacaksınız! Sonra buraya muhacir mahallesi dediler oysa biz de Türk’üz..” (Hasan Akşit 2007 Denizli) sözlerinde görüldüğü üzere kimlik ve vatan konusunda en önemli vurguyu yapmışlardır. Cumhuriyet’in yenilikçi yönünü benimseme ve harf inkılâbıyla yeni harfleri öğrendiklerini ve kız çocuklarının da kendileri tarafından okutulduğu görüşünü sıklıkla ifade etmeleri muhacirlerin bilinçaltındaki vatan algısının veya aidiyet duygusunun önemli bir delilidir.

Türk mübadillerdeki aidiyetin bir diğer örneği Rumca bilmelerine rağmen bunu ikinci ve üçüncü kuşaklara aktarmamalarıdır. “ Denizliye geldiğimizde Rum mahallesine yerleştirildik.Burada Ermenilerin Rumların Türklerin Mahallesi ayrıydı. Bizi de ayrı mahalleye koydular, yerliler mahallemize girmezdi. Oysa onlarda Türk idi, bizde! Rumca bilip de Türkçe’yi az konuşanlarımız bile çocuklarına öğretmediler.” (Mustafa Akan 2007 Denizli) Her ne kadar yerliler tarafından muhacir ve Mübadil tanımlamalarıyla yerli ahali tarafından ötekileşmeye maruz kalsalar da mübadillerin kendi aralarında Rumca konuşmaya gerek duymamışlar Türkçe konuşmuşlardır. Yunanistan’da Rum çoğunluğun çoğunluk olduğu yerlerden gelen Türkler çok az veya bozuk Türkçe konuşmalarına rağmen diğer mübadillerin onlara yardım ettikleri görülmüştür.

Anadolu’ya iskân edildikten sonra bölgelerindeki sosyal ve ekonomik değişim ve gelişimin de öncüleri olan mübadiller cumhuriyetin şehirli sınıfının temelini oluşturmuşlardır. “ .. Bize şehirdeki Un fabrikasını ve susam ve buğday değirmenleri işletin diye verdiler, yerliler işletmesini bilmiyordu…” diyerek şehrin ticari sınıfının bir süre sonra mübadillerce doldurulduğu “toprak evlere alışık değildik, o yüzden kendi evlerimiz yaptık badanaladık, bahçelerini düzenledik yerliler bunu ilk defa görmüşlerdi” (Hasan Akşit 2007 Denizli) sözüyle de sosyal ve ekonomik değişimdeki rollerini belirtmişlerdir.Honaz’da yerleşen mübadiller de Honaz Müftüsünün ahaliyi kendilerinden bahçıvanlığı öğrenmeler için “Gidin de muhacirlerden bahçıvanlığı öğrenin, onların çapaları dahi sizinkilerden değişik.” dediğini, ayrıca İzmir’e çalışmaya gidenlerin geldiklerinde dokumacılık gibi yeni çalışma sahalarını da bölgeye getirdiklerini belirtmişlerdir.

Sosyal hayattaki bir diğer etkilenme de kılık kıyafette olmuş bunu da “ Biz ceket ve pantolon giyerdik, yerliler şalvar giyerdi. Biz Mustafa Kemal’in ilkelerine hep uyduk,” (Necdet Karabenli 2007 Denizli; Kamile Karabenli 2007 Denizli) sözleriyle ifade etmişlerdir.

Rum Muhacirlerde Vatan ve Kimlik Algısı

Yunanistan’da ise mübadil tanımını; Türklere karşı yapılan savaşta uğranılan yenilgi sonucu Anadolu’dan gelenler oluşturmaktadır. Yunanistan halkının belleğinde ve bazı Yunanlı akademikçevrelerde Anadolu; “Kaybedilmiş” veyahut “Unutulmayan topraklar” olarak adlandırılmıştır. (Baltsiotis 2005:403) Anadolu’da ve başka yerlerdeki Yunanlı topluluklar ile Balkan Savaşlarına kadar var olan Yunan halkı arasında bir mukayese yapıldığında Anadolu’dan gelen bu toplulukların Yunan halkına nazaran daha kent soylu ve şehir kültürüyle yoğrulmuş olduğu görülmektedir. Yunanistan mübadilleri arasında “Küçük Asya ve Pontuslu” farklılığı yaşanmakta ve Trabzon ile İzmir şehirleri öne çıkmıştır. Yunanistan’da mübadillerin yoğun olarak bir arada kalmaları onların kendi aralarında bir birlik duygusunun gelişmesine aynı zamanda da yine kendi aralarında daha homojen bir yapıya bürünen Pontuslu ve Anadolulu sınıflanmasına doğru götürmüştür. Bu güçlü birliktelik ise siyasi ve diğer alanlarda bir kimlik dayanışmasına sebep olmuş ayrı futbol takımları dahi kurulmuştur.(Baltsiotis 2005:412–413) Oysa Yunanistan’da ülkeye gelen Rum-Ortodoks nüfus 100 yıldır süren ulusçu Helen ideolojisine uyum süreciyle karşı karşıya kalmıştır. Yunan Megalo İdeası ve millî homojenleşme düşüncesi Rum mübadilleri Anadolu’dan Ortodoks Rumların göçünü millî bir trajedi olarak algılamış (Anagnostopoulu 2005:76), mübadillerin uyum sürecindebu her zaman temel bakış açısını oluşturmuştur.

Yunanistan’a göç eden Rum mübadillerin ekseriyetinin Türkçe konuşması onların yeni yaşam alanlarına uyum süreçlerini de aksatmıştır. “Bizim evin iki odasını Rumlara verdiler, Türkçekonuşuyorlardı, 5-6 ay kardeşçe kaldık, yemeğimizi paylaştık..” (Zeynep Davran 2007 Denizli) sözü de Rumlardaki hiç olmazsa dilde ötekileşmeyi özet olarak ifade etmektedir. Devlet ve Patrikhane okullar kurmasına rağmen dil öğretiminde zorluk yaşamış, bir mübadil olanEpeoglou-Mpalakinin “…dinî hikâyeleri ise papağan gibi ezberlemeye çalışıyorduk. Bayanın söylediklerini tekrar etmeye çabalıyorduk. Hepimiz Türkçe konuştuğumuz için söylenenleri anlamıyorduk ve ezberlememiz bir hayli zor oluyordu” sözleri bu yaşanan sıkıntıyı net açıklamaktadır.Bu durum Türkçe konuşan Rumların daha fazla dine bağlanmalarına sebep olmuş “Dilim Türkçe ama yüreğim Yunan” anlayışı uyum sürecinde önemli katkı yaratmıştır. (Marantzidis 2005:98–99)

Anadolu’dan zorunlu göçe tabi tutulan Rum mübadillerin bilinçaltındaki vatan algısının bir diğer tezahürü de “ihtida” yani din değiştirme ile olmuştur. 1923’te gerçekleşen ihtidalar daha çok bireysel düzeyde ve zorunlu mübadeleye tabii tutulmaktan kurtulma amacıyla gerçekleştirilmiştir.Mübadele sözleşmesinde, kimlerin mübadeleye dâhil edileceği, kimin hariç tutulacağı açıklanmaktadır. Zorunlu mübadele, Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklarıyla ve Yunan topraklarında yerleşmiş, Müslüman dininden Yunan uyruklarını kapsadığından kanunun yürürlüğe girmesi ile birlikte Türkiye’de yaşayan Ortodoks Rumlar mübadeleden kurtulmakamacıyla ihtidâ yoluna başvurmuşlardır. Mübadelenin başlamasıyla Muğla’dan mübadele Rumlarını taşıyan Kazım Toprak olayı şöyle anlatmakta: “Neleri vardı neleri. Mübadelede gelinlik Rum kızları “Biz Müslüman oluyoruz, bizi kaydet” dediler dayıma. Dayım da “olmaz “dedi. Nedenini sorduklarında, ‘Defter kapandı da ondan’ deyiverdi dayım. Zaten bazıları Müslüman olmuştu. Bakiye, Müslüman oldu, Felek’te kaldı. Kardeşinin kızı Dudu da döndü. Muğla’da kaldı… Türkler ile Rumlar arasında kavga dövüş yoktu. Çok iyi geçinirlerdi. Zor Ayrıldılar”. (Aladağ 1995:72) Bu tip olayların gündeme gelmesi üzerine, Yunanistan’a gidecek Rumların gayr-ı menkullerinin olduğu gibi korunmasını öngören ve Yunanistan’dan gelecek Müslümanların bu gayr-ı menkullerden yararlanabilmesine imkân tanıyan 20 Ocak 1924 tarihli bir kararname yayımlanmıştır. Burada genelde kaynaklarda Rumların mallarını muhafaza için böyle bir evliliğe başvurdukları ifade edilse de ihtida gibi bir yola Rumeli’den gelen Türklerin başvurmadığı gerçeği bu ihtidaların arkasında vatandan ayrılmama ve bir gün geri dönebilme amacının yattığı söylenebilir.

Ortodoks Hıristiyanlar, mübadeleyi zorunlu bir sürgün olarak yaşadılar ve Yunanistan’a yerleşmelerinden uzun yıllar sonra dahi “kayıp vatanlara” duydukları özlemi ifadeetmeyi sürdürdüler. (Aladağ 1995:12) Çünkü bütün hatıralarının, çocukluklarının, atalarının mezarlarının olduğu bir yerden ayrılmak ve yeni bir vatan kurmanın zorluğu Rumları ihtidaya sürüklemiştir.

Her iki toplumda trajik etkiler bırakan göçün Yunanistan’a yerleştirilen mübadillerde daha derin bir yara oluşturduğu aşikârdır. Rumeli mübadillerinin Anadolu’ya göçleri bir nevi ana yurduna geri dönüş olmuştur. Her iki toplumsal yapıda dinî ve etnik aynılık olmasına rağmen her iki toplumun mübadillerinin bilinçaltındaki vatan algısı ve kimlik problemi farklılık arz etmiştir. Bugün Yunanistan toplumunda Anadolu’dan giden toplumun bunu bir aidiyet duygusu haline getirerek siyasi, sosyal ve spor gibi hayatın geniş alanlarında kullandıklarını görmekteyiz. Ayrıca buaidiyet duygusunu bir sonraki nesillere sosyalizasyon sürecinde diğer nesillere aktarmak için çocuklarına Türkçe öğrettikleri de bir gerçektir.

Yunanistan’daki Ortodoks Türklerin varlığını da bu arada belirtmekte fayda vardır. Türkiye’ye yerleşmiş olan Rumeli muhacirlerinde ise Selanikli, Makedonyalı veya geniş anlamda Rumelili kimliğine sahip olmak bütün Türk toplumunda görülen Erzurumlu, Mersinli veya Bandırmalı olmak gibi herhangi bir şehir aidiyetini muhafazaetmek ve dayanışma içinde olmak duygusuyla paralel gelişmiştir.