Emvali metruke ve mübadele ile alakalı davalar

Mülkiyet hakkı, genel anlamıyla bir mal üzerinde sahibine en geniş tasarruf yetkisini veren ayni bir haktır. Bu hak, kişiye sahip olduğu mal üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunma yetkisini verdiği gibi bu hakkının korunması için de yetki ve haklar vermektedir. Ancak mülkiyet hakkı mutlak, dokunulmaz, sınırlanmaz bir hak değildir. İttifakla kabul edilmektedir ki mülkiyet hakkı kamu yararı, sosyal ihtiyaçlar, güvenlik ve benzeri nedenlerle sınırlanabilmeli ve müdahale edilebilmelidir. Ancak bu müdahale hakkın özü ile müdahaleden beklenen yarar arasında objektif bir dengenin bulunmasını da zorunlu kılmaktadır.

Bilindiği üzere; Hazine bazen ihtiyacı olduğundan dolayı bazen de edinme hususunda bir irade beyanında bulunmadığı halde yani istemeyerek çeşitli kanunlarda ön görülen durumların gerçekleşmesi halinde taşınır veya taşınmaz mal edinmektedir. Hazinenin mal edinme yollarından biri de Kanun ve Antlaşmaların intikal hükümleridir.

3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 18/2. maddesi gereği; kanunları uyarınca Hazineye intikal eden mallar, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle iktisap edilemez. Bu kapsama giren haller arasında; mübadillerden kalan mallar ve emvali metruke de bulunmaktadır.

Lozan Antlaşmasının yapılmasından sonra Hükümetimizle Yunanistan, Fransa, Rusya, Arnavutluk, Bulgaristan, İngiltere, Irak, Yugoslavya, Birleşik Amerika Devletleri ve Mısır Hükümeti arasında da birçok antlaşmaya imza atılmıştır. Bu antlaşmalar vatandaşlığımızdan ayrılan veya vatandaşlığımıza giren özel kişilerin mülkiyet bakımından hukukunu yakından ilgilendirdiği gibi, bir kısmı, Hükümetimize taşınmaz mallar intikalini gerektiren hükümler de ihtiva etmektedir.

Emvali metruke kavramı ise; hükümetçe görülen siyasi veya idari zorunluluk nedeniyle bulundukları yerden başka yere nakledilen, kendiliğinden bulundukları yeri terk ederek yitik ve kaçak durumuna düşen, yabancı ülkelere giden veya Emvali Metruke Kanunlarının yayınlandığı tarihte düşman işgali altında bulunan yerlere kaçan kimselerin bıraktıkları taşınmazları ifade etmektedir.

Milli emlak açısından Türk-Yunan Mübadelesi ve Emvali Metruke Kanunlarının incelenmesi ve günümüze etkisi konulu bu çalışma üç bölümden oluşmaktadır.

Birinci bölümde; konumuza ilişkin temel kavramların tanımı ve açıklaması yapılmış, konu hakkında genel bilgi verilmiştir.

İkinci bölümde; Emvali Metruke Kanunların kabul edildikleri tarihte memleketin içinde bulunduğu siyasi ve askeri şartlara ve bu kanunların çıkarılmasını gerektiren olaylara temas edilmiş sonrasında ise kanun, kararname, nizamname, talimatnamelerden oluşan Emvali Metruke mevzuatı ile günümüzdeki durumuna ve uygulamalara ilişkin açıklamalara yer verilmiştir.

Üçüncü bölümde; Türk-Yunan mübadelesinin yapılmasını gerektiren olaylara, mübadelenin tarihsel zeminine değinildikten sonra, uluslararası antlaşmalar, Muhtelit Mübadele Komisyonu ve Hakem Kararları, Kanunlar ve Kararnameler ele alınmak suretiyle mübadeleyle ilgili mevzuat uygulama ile birlikte ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.

4. SONUÇ

Osmanlı Devleti, tarihi boyunca sürgünleri çeşitli amaçlarla kullanmış olup, bunlardan bir tanesi de bulunduğu bölgede karışıklık ve isyan çıkaran kitlelerin başka yere göç ettirilmesiyle, huzurun sağlanmasıdır. 1915 Ermeni tehciri de, iç karışıklık ve isyan sebebiyle alınmış bir göç ettirme kararı ve idarî bir tasarruf olarak, seferberlik zamanında, olağanüstü şartlar altında, güvenlik gerekçesiyle alınmış askerî bir tedbirdir.

Sıkıyönetim, olağanüstü hal, seferberlik ve savaş dönemlerinde yapılan faaliyetler, normal zamanlardakinden farklılık gösterir. Hukuk sistemleri, olağanüstü dönemlere ait kanun ve kurallar düzenlemişlerdir. Tehcir ve iskân uygulamalarını, Osmanlı hukukunun olağanüstü dönemlerde uyguladığı hukukî tedbir niteliğindeki kurallar olarak değerlendirmek mümkündür.

Osmanlı hükümeti, Ermenilerin göç esnasında ihtiyaçlarının ve güvenliklerinin karşılanması, gittikleri yerde yerleşmeleri için gerekli tedbirlerinin alınması ve bıraktıkları mallarının açık artırma ile satılarak kendilerine verilmesi gibi görevleri yerine getirmiştir. Bir müddet sonra da isteyen Ermenilerin geri dönebilmesine imkân tanıyan düzenlemeler yapılmış ve önemli sayıda Ermeni geri dönmüştür.

Kayıp ve yitik kişilerin sahipsiz kalan mallarını zarardan koruma, borç, alacak ve bıraktıkları malları tasfiye etmek için birbirini tamamlayan ve uygulamada “Emvali Metruke” ismini verdiğimiz birçok kanun ve kararnameler zaruri olarak yürürlüğe konulmuştur.

Ayrıca Hükümet çeşitli nedenlerle Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’na girdiği zaman, memleketin birçok yerlerinde azınlık olarak oturmakta olan Rum Ortodokslar ile Yunanistan’daki Müslümanları değiştirmeyi uygun görmüş ve yapılan görüşmeler sonunda Lozan’da 30.1.1923 tarihinde Türk ve Rum Ahalisinin değiştirilmesi için Yunan Hükümeti ile antlaşma yapmıştır.

Yaşanan bu olayların, Türkiye’nin toplumsal, ekonomik, etnik ve kültürel yapısında ne denli derin etkileri olduğunu tahmin etmek zor değildir. Pek çok etkenle birlikte yaşanan bu göçler, değinilen boyutlarda yeniden oluşum, biçimlenme ve gelişme süreçlerinin de nedeni olmuştur.

Mübadele sonunda, Türkiye’de toprak, tarım ve mülkiyet ilişkilerinde ciddi değişmelere tanık olunmuştur. Toprak mülkiyeti yeni bir biçim ve karakter almıştır. Başta göç eden kitlelerin göç etmesini gerekli kılan etkenler olmak üzere, bu göçlerle birlikte nüfusun aldığı yeni görüntü ve bu görüntünün ekonomik ve toplumsal yapı üzerindeki etkileri; toplumsal değişmenin akışına, niteliğine ve yönüne katkıları; toprak paylaşımı ve bu paylaşımın tarımsal yapıyı nasıl zorladığı; göç edenlerle yerli halkın çok yönlü uyum sorunları, kültürlerin ve sosyal antropolojik yönden davranış kalıplarının birbirini etkileyerek yeni bir sentez yaratmasıyla ortaya çıkan yeni yapı vb. konuların sağlıklı bir biçimde incelenmesi; Türkiye’nin bugün itibariyle ulaştığı toplumsal, ekonomik ve kültürel yapıyı tanımlayabilmek için özellikle gereklidir.

Aslında bu sorundan etkilenen karşılıklı birden fazla taraf olup bunlar; göç sorunun ağır, ezici yükünü göğüslemek zorunda kalan hükümetler, göç eden kitlelerin karşılaştıkları ekonomik, toplumsal ve psikolojik uyum sorunları, göçmenlerin ayrılmasıyla iş ve toplumsal ilişkiler alanında yarattıkları boşluğun yükünü ve sıkıntılarını omuzlamak durumunda kalan toplumlar, göçmenlerin içine katıldıkları ve yeni ilişki türlerine, davranış kalıplarına ve uyum süreçlerine zorladıkları toplumlar ve o toplumu oluşturan bireyler olarak sayılabilir.

Bütün bu anlatılanlar ayrı ayrı inceleme konusudur ve bu olgular üzerinde düşünmek de, bir göç olgusunu nesnel yönleriyle anlayabilmek için özellikle gereklidir.

Bu çalışma da; yaşanan mülkiyet sorunlarını diğer bir deyişle, Emvali Metruke olarak adlandırılan firari ve mütegayyip eşhasın bıraktığı taşınmazlar ile Türkiye’den Yunanistan’a giden Rumlardan kalan taşınmazlar, Kanunlar ve Antlaşmalarla Hazinenin mal edinimi hususu kapsamında değerlendirilmiştir.

Kaçak ve yitik kişiler hakkında düzenlenen mevzuat hükümlerinin başında Osmanlı Devleti ile Türkiye Cumhuriyeti yasama organınca çıkarılan 7 adet kanun gelmektedir. “Emvali Metruke Kanunları” olarak da bilinen bu kanunların yanı sıra çıkarılan birçok Bakanlar Kurulu Kararı, kararname, nizamname, talimatname ve genel tebliğ de uygulamaya yön vermiştir. Tüm bu yasal düzenlemelere ise Doktrinde “emval-i metruke mevzuatı” denilmekte olup bu uygulamaya «Emvali Metruke» rejimi ismi de verilmektedir.

Bu düzenlemeler günümüze kadar birçok uygulamaya konu olmuş, 9.7.1961 tarihinde halkoyuna sunularak kabul edilen 27.5.1961 tarihli ve 334 sayılı Anayasamızın yürürlüğe girmesinden sonra, emvali metruke kanunlarının Anayasaya aykırı olduğu iddiası ileri sürülmüş ve açılan bir idarî dava vesilesiyle Danıştay 8. Dairesi bu görüşe katıldığından, sözü edilen idarî dava dosyası Anayasa Mahkemesine intikal etmişti.

Anayasa Mahkemesi 31.7.1963 gün ve 11468 sayılı Resmî Gazete'de yayınlanan 22.4.1963 gün ve 1963/41 esas, 1963/94 sayılı kararında, emvali metruke kanunlarının Anayasaya aykırı olmadığı sonucuna varmış bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu kararına göre:

-Bu kanunlar Rum Ortodokslara uygulanamaz. Bunun sebebi Hükümetimizle Yunanistan arasında yapılmış anlaşmalar ile bu konunun halledilmiş ve özel hükümlere bağlanmış olmasıdır.

-Rum Ortodoksların dışında kalan ve bu kanunların kapsamına giren Türk Vatandaşları 6 Ağustos 1340 tarihinde mallarının başında değilse, kendileri hakkında bu kanunların hükümleri uygulanır.

-6 Ağustos 1340 tarihinde malının başında bulunmayan, sonradan yurdumuza dönse dahi, malları daha önce Hazineye intikal ettiğinden kendisine geri verilemez.

-Dosyasında el koyma kararı olması veya olmaması önemli değildir.

Bir kimsenin 6 Ağustos 1340 tarihinden önce firar veya tegayyüp ettiği anlaşıldığı takdirde, taşınmaz mallarına, şimdiye kadar hiç el konulmamış olsa dahi, her zaman el konulması mümkündür. Anayasa Mahkemesi bu kanunlarla ilgili kararında bu hususun gerekçesini şöyle ifade etmektedir:

“Medenî Kanunun yürürlüğünden önceki ölüm ve evlenme olayları dolayısıyla zamanında yürürlükte olan hükümlerin bugün için uygulanmakta olması, konunun daha iyi canlandırılabilmesi bakımından örnek olarak gösterilebilir.” Bu örnekten de anlaşılmaktadır ki, firar ve tegayyüp olayı vukua gelince o kimselerin mallan vakıf ise Vakıflar İdaresine ve mülkse Hazineye intikal etmiş demektir. El koyma ve tescil işlerinin sonra yapılması bu durumu değiştirmez.

Her ne kadar Emvali metruke ile ilgili kanunlardan; 20.04.1338 tarih ve 224 sayılı Kanun, 15.04.1339 tarih ve 333 sayılı Kanunla, 15.04.1339 tarih ve 333 sayılı Kanun, 27.10.1988 tarih ve 3488 sayılı “Uygulama İmkânı Kalmamış Olan Kanunların Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanunla, 24.05.1928 tarih ve 1331 sayılı Kanun da, 10.07.1945 tarih ve 4796 sayılı Kanunla, yürürlükten kaldırılmış olsa da, bu kanunlar yürürlüğe girdiği tarihte hükümlerini ortaya koydukları için, yürürlükten kaldırılanların bu hükümleri halen geçerlidir. Yani emvali metruke kapsamına giren taşınmaz mallar söz konusu kanunlar uyarınca Hazineye intikal etmişlerdir.

Esasen ilga edilen her hangi bir kanunun ilgasından önceki muamelelerin geçerliliği şüphe götürmez. Anayasamızın 153. iptal kararlarının geriye yürümeyeceği hakkındaki hükmü bunun kati bir delilidir. Aynı hüküm Anayasa Mahkemesinin kuruluşuna dair olan 22.4.1962 gün ve 44 sayılı kanunun 50. maddesinde de yer almıştır. Hatta Anayasanın 153. maddesi hükmü aynen alınmakla iktifa edilmemiş ve “iptal kararları her halde geriye yürümez.” denilmekle hükme daha kesin bir anlam verilmiştir:

Anayasa Mahkemesince iptal edilen bir kanunun hükmü dahi geriye doğru işlemeyeceğine nazaran ilga edilen bir kanunun lâğvedilmeden önceki hükümlerinin uygulanmasından meydana gelen işlemlerde hiçbir değişiklik olamayacağı kendiliğinden anlaşılır.

Ayrıca 3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 18/2. maddesi gereği kanunları uyarınca Hazineye intikal eden mallar kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle iktisap edilemez. Bu kapsama giren hallerden biri de emvali metruke kanunlarıdır. Fakat Emvali metruke kanunları uyarınca Hazineye kalan mallar, Hazine tarafından iskân, temlik vb. yollarla üçüncü kişilere tahsis ve temlik edilmiş ise mülkiyet tescilden önce temlik olunana geçer, artık öncesinin firari ve mütegayyip veya mübadil kişilerden kaldığından bahisle kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle iktisap edilemeyeceği ileri sürülemez. Bir kimse, zilyet bulunduğu taşınmazı, önceki maliki firari ve mütegayyip olmadan önce kendisinden satın aldığını iddia ederse 15. Nisan 1339 tarih ve 333 sayılı Kanunun 2. maddesi uyarınca bu iddiasını “muvazaadan arî bir belge ile” kanıtlamak zorundadır.

Uygulamalarda riayet edilmesi gereken hususlara AYM Kararında ayrıntılarıyla yer verilmiş, ayrıca tezimizin 2. bölümünde de gerekli açıklamalar yapılmıştır. Söz konusu uygulamalarda yaşanan sorunların başta gelen sebebinin; gerek Kanun metinlerinde gerek kararname ve talimatnameler gibi diğer hukuki düzenlemelerde -son derece karışık bir ortamda çıkarıldıkları da göz ardı edilmemek kaydıyla- açık ve anlaşılır bir ayrım yapılamamış olması ve bir şahsın emvali metruke ya da mübadeleyle alakalı olarak hangi sınıfta değerlendirileceğine dair hususların anlaşılmasında güçlük yaşanması, bu sıkıntının da idarece yapılan uygulamalara da (vaziyet etme vb.) yansıması sonucu, uygulamaların yeterince tatmin edici temellere oturtulamamasının olduğu düşünülmektedir.

TBMM tarafından verilen 1929 tarih ve 146 sayılı tefsir kararında, Hazinece vaziyet olunan taşınmazların sahipleri ve ölmüş ise mirasçılarının, Emvali Metruke Kanunlarının uygulama yeri bulunmadığından bahisle istirdat davaları açabilmelerinin, öncelikle alınan idari kararın idare mahkemelerince iptal edilmesine bağlı olduğu belirtilmiş, bu husus 25.11.1936 tarih ve 30/18 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile de benimsenmiştir.

Burada “vaziyet etme” işlemlerinin ve idari yargı kararlarının taşınmazların mülkiyetlerini doğrudan doğruya Hazineye nakledici niteliklerinin bulunmadığı, anılan işlemlerin ve kararların yalnızca, yasaların yürürlükte kaldıkları dönem için firari ya da kayıp duruma düşüldüğünü tespit ve açıklayan işlem ve karar niteliğinde olduğu belirtilmelidir.

Diğer taraftan idari yargıdan alınacak iptal kararına dayanan kişi Medeni Kanunun 922/2 1 maddesi uyarınca işlem yaptıramaz. Sonrasında genel mahkemelere başvurup bu konuda karar alması gerekmektedir. İdari yargıdan karar alan kimsenin, tapudaki isim benzerliğinden yararlanmaması için, gereken özenin de gösterilmesi gerekir.

Bu durum kişilerin süresinde idari yargıya gidememeleri halinde yanlış bir idari işleme muhatap olunması durumunda dahi adli yargıya başvuru yapılamamasına, uyuşmazlıkların çözüm yeri olan yargı mercileri arasında zaman zaman yetki karmaşası yaşanmasına ve günümüze dek uzanan buna benzer çeşitli sorunlara neden olmaktadır.

Mübadele hususuna gelinecek olursa; İstiklal Savaşı'ndan sonra Lozan Anlaşması ile Türk ve Rum Ahalinin Mübadelesine karar verilmişti. Bu maksatla Lozan'da 30.1.1923 tarihinde Türk ve Rum Ahalinin Mübadelesine Dair Mukavelename ve bu mukavelenin mallar bakımından konusunu açık olarak sınırlamak için yine Lozan'da kaleme alınmış bulunan 24.7.1923 tarihli ve 9 sayılı Yunanistan'da Bulunan Emlaki İslamiye'ye Müteallik Beyanname imzalanmış ve bu mukavelename ile beyannamenin Lozan Sulh Anlaşması'nın tamamlayıcı anlaşmalarından olduğu, bu Sulh Anlaşmasının sonunda yazılmış bulunan 18 sayılı nihai senette belirtilmiştir.

24.7.1923 tarihli Lozan Sulh Anlaşması ve bu anlaşmayı tamamlayıcı anlaşmalar 340 sayılı Kanunla kabul olunmuştur. Ahali Mübadelesi konusunda sonradan Yunan Hükümeti ile Türkiye arasında ayrıca Lozan-Atina ve Ankara Anlaşmaları imzalanmıştır. Ankara Antlaşmasının;

- 2. maddesine göre; mübadeleye tabi tutulan Rumların Türkiye’de bıraktıkları taşınır ve taşınmaz malların,

- 6. maddesine göre; 9 Numaralı Beyanname’den yararlanan Rumlara ait menkul ve gayrimenkul malların,

- 8. maddesine göre; Yunan tebaasına ait olup Mübadeleden istisna edilmiş olanların (etablilerin) İstanbul mıntıkası dışında bulunan taşınır ve taşınmaz mallarının ,

- 12. maddesinin 2. fıkrasına göre; Mübadeleden istisna edilmiş (etabli) ve İstanbul Mıntıkasında hazır bulanan Rumlara veya avdet hakkından istifade eden şahısların İstanbul dışında bulunan menkul ve gayrimenkul mallarının,

- 12. maddesinin 1. fıkrasına göre; mübadeleden istisna edilmiş olan İstanbul mıntıkasını terk edip avdet hakkından mahrum bulunan Türk tabiiyetindeki gayrimübadil Rum Ortodokslara ait ve Türkiye’de bulunan menkul ve gayrimenkul malların tam mülkiyeti Türk Hükümetine geçecektir.

Bunun yanında; mübadele uygulamalarının çok eskiye dayanması ve o döneme ait kayıtlara ulaşmanın ve sağlıklı bir bilgi elde etmenin zorluğu ortadadır. Şöyle ki; bir kişinin firari mütegayyip eşhastan mı olduğu ya da mübadeleye dair sınıflandırmalardan hangisine girdiğinin tespit edilebilmesi için yapılan araştırmalar genel olarak büyükelçilikler, noterler, emniyet birimleri, kiliseler, mahkemeler, nüfus ve tapu idareleri gibi kurum kayıtlarından faydalanılarak yapılmaktadır. Bu araştırmalar esnasında çalışmamızın 3. bölümünde ayrıntılarıyla anlatılan birçok sorunla karşılaşılmaktadır.

Bu nedenle yapılacak tahkikatlarda ilgili kayıtların dikkatle incelenerek araştırılan şahsa ait bilgilerin tam anlamıyla doğrulanması, isim benzerliğine, sahte vekâletnamelere ya da usulsüz ikamet belgelerine itibar edilmeksizin verilecek kararların sağlam bir dayanağa oturtulmasına gayret gösterilmesi gerekmektedir.

Günümüzde, daha önce mallarına el konulan kişilerin mirasçılarının çeşitli hukuki dayanaklar bularak ve hatta hukuku zorlayarak, taşınmazlarını geri almak amacıyla, aynı konuda kesinleşmiş yargı kararları olmasına rağmen pek çok tapu iptali ve tescil davası açtıkları görülmektedir. Ancak, gerek mevzuatımıza göre bu tür taşınmazların zamanaşımıyla iktisabının mümkün olmaması, gerekse uygulamaların yaklaşık bir asır öncesine dayanması nedeniyle, kişilerin firari ve mütegayyip eşhas olup olmadığı ya da mübadele kapsamında hangi sınıfa(mübadil, gayrimübadi, etabli vs.) dahil olacaklarının belirlenmesinin güçlüğü karşısında, genellikle yargımız tarafından kişiler (davacılar) aleyhine kararlar verildiği görülmektedir.

Hazinece el konulan taşınmazlar üzerinde hak iddia edenler tarafından açılan tapu iptali ve tescil davalarının defalarca reddedilmesine ve bu konuda yerleşmiş yargısal içtihatların bilinmesine karşın, bu yolun ısrarla denenmesi, AİHM’ye başvurmak için iç hukuk yollarını tüketilmeye çalışıldığını göstermektedir.

Hukuk bilincinin daha da geliştiği günümüzde gerek Emvali Metruke gerekse mübadele mevzuatının uygulanmasında oluşan bu sorunlar Türkiye aleyhine AİHM nezdinde birçok davanın açılmasına neden olmaktadır. Söz konusu mevzuatın daha çok idari tasarruflarla hayata geçirilmesi nedeniyle zamanında yapılan yanlış uygulamaların ülkemiz aleyhine sonuçlar doğurabileceği düşünülmektedir.

AİHM’ye bu konuda yapılan başvuruların bir kısmının konusunu da uzun yıllar sonunda tespit edilen ve önceki maliklerinin firari ve mütegayyip eşhastan olduğu belirlenen ancak hâlihazır maliki T.C. vatandaşı olan taşınmazlar oluşturmaktadır. Bunun nedeni ise tapu kayıtlarında, taşınmazın emvali metruke olup olmadığına ilişkin herhangi bir kaydın yer almamasıdır.

Yıllar boyunca saptanamayan ve birçok nedenle (satış, bağış v.s.) el değiştiren bu taşınmazların son malikinin/maliklerinin T.C. vatandaşı olması bazı mağduriyetlerin oluşmasına neden olmaktadır. Zira bu taşınmazların son malikleri yukarıda da değinildiği üzere iyi niyetin korunması prensibinden ve zamanaşımıyla iktisap hükümlerinden mevzuatımız uyarınca yararlanamamaktadır.

Ülkemizin AİHM nezdinde aleyhine sonuçlar doğurabilecek bu ikircikli durumun nedeninin, özellikle yeterli araştırma yapılamadan ya da sağlıklı verilere ulaşılamadan taşınmazlara idarece el konulması ve bu konuda yıllar sonunda verilen mahkeme kararlarının hukuki uyuşmazlıklara yeterli çözümü sunamaması olduğu düşünülmektedir.

İdarelerce yapılan araştırmaların ve mahkemelerce görevlendirilen bilirkişilerce yapılan incelemelerin somut bir sonuca ulaştırılamamasının en büyük nedeni ise devir cetvellerinin, emvali metrukeye ilişkin defterlerin, nüfus ve tapu kayıtlarının sağlıklı olmaması, tutulan kayıtların yangın v.b sebeplerle zaman içinde tahrifata uğramış olması, kişilerin firari ve mütegayyip yada mübadil, gayrimübadil gibi sınıflandırmalardan hangisine gireceği hususunda tatminkâr bilgilere ulaşılamamasıdır.

Bunun yanında TBMM Tefsir Kararı ve buna atıf yapan İçtihadı Birleştirme Kararına dayanılarak oluşturulan Yargıtay ve Danıştay’ın yerleşmiş içtihatları doğrultusunda, İdare Mahkemelerinde vaziyet kararı iptal edilmeden taşınmazın iadesinin mümkün olmaması nedeniyle tapu iptal ve tescil davaları adli makamlarca sonuca bağlanamamaktadır.

Dolayısıyla geçmişe dönük olarak kişilerce iadesi talep edilen taşınmazlara el konulmasını sağlayan idari işlemin geçersizliği ancak o dönemdeki koşulların ya da belgelerin bilinmesiyle mümkün olacaktır. Takdir edilir ki, bu kadar eski bir döneme yönelik araştırmalarda; açık bir yazılı belge olmadan şahitle ya da bilirkişi beyanıyla bu hususun tespiti günümüz için mümkün değildir.

Bu nedenle; çıkarıldıkları dönemin koşullarına göre düzenlenmiş Kanunlar, Antlaşmalar v.b düzenlemeler ve bunlara istinaden verilen yargı kararlarının şu anki sorunların çözümüne olanak sağlamadığı, yürürlükteki yasal düzenlemelerin ise yargıda yeni içtihatlar oluşmasına imkân vermediği açıktır. Sözü edilen mevzuatın ve buna bağlı içtihatların günümüzde oluşan şartlara uyarlanması yerinde olacaktır

Mübadele mevzuatının uygulanmasına yönelik sorunların Yunanistan’la yapılacak görüşmeler sonucunda bilgi ve belge teminini, mütekabiliyet koşulları v.b konularda çözüme yönelik bir mutabakata varılması yoluyla bir ölçüde azaltılabileceği düşünülebilir. Ayrıca Emvali Metruke Kanunları ve mübadele mevzuatına yönelik uygulamalarda aktif rol oynayan ve bu konularda yetkili olan Milli Emlak Genel Müdürlüğü ile Vakıflar Genel Müdürlüğü arasında kurulabilecek bir karma komisyon vasıtasıyla çözüme yönelik çalışmalar yapılması bu sayede günümüz koşullarında uygulamada ortaya çıkan aksaklıkları giderici nitelikte mevzuat değişiklikleri için alt yapı hazırlanması sağlanabilir.

Avrupa Birliği yolunda ilerleyen ve AİHS’yi kabul etmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’nce gerek aleyhinde açılan ve açılması muhtemel olan emvali metruke ve mübadele ile alakalı davalarda haksız konuma düşmesinin önüne geçilmesi için, gerek insan hakları ihlalleri yapıldığı yönündeki haksız ithamlara maruz kalmaması için ihtiyaç duyulan hukuki, siyasi ve sosyal çalışmaların yapılması faydalı olacaktır.

KAYNAK: http://www.milekontkur.gov.tr/kutuphane/yay_tezler/kadir_cokcetin.doc