İLBER ORTAYLI
Mübadelenin etnik yönden homojen bir vatan yarattığı tezi doğrudur ama daha çok Yunanistan
açısından doğrudur. 1919’da, barış anlaşmaları sırasında Giritli
Başbakan Venizelos’un popülaritesi arttı. Türk imparatorluğunun
topraklarını parçalamak için İtilaf Devletleri’nin geniş operasyonlara
girişmesi mümkün değildi. Ordular yorgundu. İngiltere savaşa geç giren Yunanistan’ın ordusunu kullanmak niyetindeydi.
Barış için kabul ettik
Yunan
ordusu ikiye ayrılmıştı, Venizelosçu cumhuriyetçi subaylar ve General
Metaksas gibi Venizelos’a karşı olanlar. Sonraki diktatör Metaksas çok
doğru bir kurmay yaklaşımıyla; “Balkan Savaşı’ndaki kazanımlarımız
yeterlidir. Küçük Asya bir macera olur” demişti. İzmir’e çıkıldığı gün ise “Bari daha ileri gitmeyiniz” dedi.
Yenilen
imparatorluğun ordusunun ne olduğunu ve ne yapabileceğini biliyordu.
Endişelerinde haklı çıktı. 3,5 yıl sonra Yunan ordusu perişan
çekilirken, Küçük Asya’daki Helenlik de onunla yollara dökülmüştü.
Venizelos’un
ömrü boyunca beslediği “Megali İdea”sı feci bir düşüş yaşıyordu, hemen
aşırı hayalcilikten aşırı gerçekçiliğe döndü. Lozan’da elinde
kalacağını tahmin ettiği Yunanistan, Trakya ve İtalya işgali dışındaki Yunan adalarının Helenliğini sağlamalıydı. Yanya’dan Tırhala ve Yenişehir’den (Larissa), güneyde Mora’daki Yenişehir’den (Nuplia), Batı Trakya’dan, Selanik vilayetinden, Girit ve Midilli’den Türkleri ve Müslümanları çıkararak Küçük Asya’daki Yunanlılarla mübadele etmeyi düşündü.
Doğrusu Yunanistan ile savaştan bezen yeni Türkiye,
sulh için bu isteğe kabul gösterdi; ne var ki küçük Yunanistan’dan
çıkartılacak 500 bin Türkün karşılığında, geniş Anadolu topraklarından
1,5 milyon Helen unsur Yunanistan’a gelecekti. Sınır boyundaki Batı Trakya Türkleri yerinde bırakılacaktı, buna karşılık da “etabli” deyimiyle ifade edilen 120 bin kadar İstanbul Rumu da Türkiye’de yaşama devam edecekti.
Türkiye’nin avantajı
Lozan
Barış Antlaşması henüz yürürlüğe girmekten çok uzaktı. Cumhuriyet de
ilan edilmemişti. 30 Ocak 1923’te mübadele ant-laşması imzalandı.
Yunanistan ve Türkiye’den dörder üye, Milletler Cemiyeti’nden de üç üye
beynelmilel komisyonu oluşturuyordu. Anlaşılan iki ülkenin nüfus
mübadelesi işi beynelmilel sorun haline getirilmişti.
Mübadeleyi
etnik azınlıklar sorununu ortadan kaldırmak ve bu bölgede barışı
sağlamak için büyük devletlerin zorladığı öne sürülür. Aslında bu
zorlamanın muhatabı yeni Türkiye olmuştur. Zira Venizelos’un bu işe
baştan yatkın olduğu anlaşılmaktadır.
İşsizlik ve intiharlar başladı
İlk anda bütün az örgütlü ülkeler gibi Yunanistan ve Türkiye’de göçmen
yerleştirme sorunları kağıt üstündeki gibi parlak olmadı. Aslında daha
evvel Talat Paşa, Balkan Savaşı’ndan sonra kısmi bir mübadele
yaptırmıştı. Gelen muhacirlerimiz Türkiye’de sıkıntı çekti; Anadolu
Helenleri Yunanistan’da perişan oldu. Türkiye bir İskân Bakanlığı kurdu
ve İmroz Bozcaada Rumlarını mübadele dışı bıraktı.
Ama Türkiye’nin
bir avantajı vardı. Ülke genişti, zirai kaynakları daha gümrahtı ve
bürokrasisi Yunanistan’ınkinden tecrübeliydi. En önemli yanı ise gelen
Müslümanları kabule hazır bir imparatorluk alışkanlığı vardı. Karşı
taraf ise kendi nüfusunun yarısı kadar bir muhacirle karşı karşıya
kaldı. Ülke kaynakları bu nüfusu kabule hazır değildi.
Orta Anadolu’nun -bizim bir hatamız olarak mübadeleye tabi tutulan- Karamanlı Rum dediğimiz Hıristiyan Türkmenleri yeni ülkede uzun ve acı bir hayata başladılar.
Pontuslular
bile Yunan siyasi edebiyatının aksine, yeni yurtlarında hüsnü kabul
görmedi. İşsizlik, intiharlar ve aşırı siyasal partilere yönelmeler
görüldü. Yunanistan ancak II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa ile bütünleşince bu sorunlarla baş edebildi.
Sonunda
Yunanistan kuzeydeki Slavlar, II. Cihan Harbi’nde işbirlikçi olarak
dışarı itelediği Epir yani Yanya bölgesi Arnavutları, bazı Vlahlar ve
Batı Trakya Türkleri dışında mübadele ile monolit yani tek sütun bir
ülke kurmuş sayılabilir.
Türkiye’nin 1915’teki Ermeni tehciri Doğu Anadolu’da
böyle bir yapı kurmuş sayılamaz. Amacın o olmadığı, askeri yönden
cephenin gerisini sağlama almak olduğu anlaşılıyor. Tehcir için
bastıranlar aşırı Türk milliyetçileri değil, Alman genelkurmayıdır.
Mübadelede Ege, Marmara
ve Trakya bölgesi Türkleşmiştir ama bu arada Orta Anadolu’nun Türk
Hıristiyanlarının gönderilmesinin hem o zamanki iktisadi hayat hem de
geleceğin laik Türkiyesi için büyük kayıptır. Bunlar Yunanca bilmezdi.
İncilleri dahi Yunan harfleriyle Türkçe basılmıştır.
Ekonomiyi olumsuz etkiledi
Tarihte sürgünler daima ülkelerin iktisadi kaybına neden olmuştur. En feci örnek; İspanya’nın 1492’den sonra Yahudi ve Müslüman Arap tebaasını atarak üretim düşüklüğü, yoksulluk ve ardından Amerika’dan gelen gümüş akımıyla ilk büyük enflasyonu yaşamasıdır.
Mübadele ile Balkanlar’dan itilen nüfus o ülkelerde tütün ziraatinin ve başka dalların düşmesine, buradan gidenler de benzer kıtlık ve çöküntüye neden olmuştur. Ama 1949’daki Hindistan’ın parçalanması sırasındaki feci Müslüman-Hindu nüfus değişiminin yarattığı katliamlar Türk-Yunan mübadelesinde görülmemiştir.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Bulgaristan
ve Yugoslavya’dan gelen 200 bin muhacir ve 1980’lerde Todor Jivkov’un
itelediği 300 bin Türk ilk anda ülkemizde sıkıntılar yaratmışsa da,
kısa zamanda Türkiye’de refaha, zanaatlerin ve endüstrinin gelişmesine
yardımcı olmuştur. Bulgaristan’da ise onların yokluğu aksi sonuçlar
doğurmuştur.
Türk-Yunan mübadelesi dört yıllık bir dönemde
gerçekleşti; ilk ismi konan beynelmilel bir antlaşmadır. 16’ncı asırda
Augsburg sözleşmesi ile “Cuius regio-Eius religio” yani “kimin
idaresiyse onun dini” düsturunca Katolik Fransa
ve Protestan Alman devletleri arasındaki 150 yıl kadar süren karşılıklı
göçmen akımı, iki ülkede olumsuzluklar kadar olumlu değişiklikler de
yaratmıştı.
KAYNAK VE DEVAMI: http://www.milliyet.com.tr/Pazar/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=1016635&KategoriID=26