Hüseyin Amca


Biz çiçeklerimizi hep Hüseyin Amca'dan alırız. Çünkü bahçesine gittiğinizde onun enerjisini hemen hissedersiniz. Hüseyin Amca 84 yaşında, çiçeğe, toprağa aşık bir insan, 1923 yılında Kavala'nın Kınalı köyünden mübadil olarak gelmiş buraya. Dünya'da ilk ve son kez bu yer değiştirme yaşanmış. Zamanında İstanbul Defterdarlığında iş teklif etmişler ama o buraları bırakamamış. Rumlar zamanında önemli ziraatçilerle çalışan Yusuf ve Reşat isimli kişilerden çok şey öğrenmiş. Her çiçekle ağaçla kendisi ilgileniyor. Sakız ağacı yetiştirilmesinde çok emeği var. Rumlar zamanında yetiştirilen ve şu an bulamadığı bazı üzüm cinsleri için " onlarıda üretsem gözüm arkada kalmayacak " diyor. Biz Alaçatı tarihini ondan dinledik ve sizlerle paylaşıyoruz.1923 yılında Selanik Kavala'dan mübadil olarak geldik Alaçatı'ya. Dedem o zamanlar Selanik'te muhtardı. Bir gece saat 23:30'da Alay Komutanı Dimitri kapımızı çaldı, ''Rum hükümeti karar aldı.Türkler için kopsi kafari(koparın kafalarını) diyorlar.''O zamanda Alay komutanı, dedem muhtar olduğu için hep görüşürlermiş, zamanla arkadaş olmuşlar. Bu durum Selanik'ten Ankara'ya bildirilmiş ve Atatürk'e ulaşmış.Daha sonra İstanbul'dan Gülcemal vapuru Yunanistan'daki Kavala limanına gelmiş. Herkes kıymetli ne kadar eşyası varsa almış ve vapura binmiş. Mübadil olarak ilk aralık 1923'te Çeşme'ye gelmişiz. Hava rüzgarlı, soğuk herkes üşüyor. Ben daha dört aylıkmışım. Çeşmenin daha limanı yok, yanaşacak bir yeride yok, olsa bile havadan görülmüyor. Oradan Alaçatı limanına geçilmiş. Alaçatı limanında bir gece kalındıktan sonra tekrar Çeşme limanına gelinmiş ve Çeşme'ye inilmiş. Bir gece Çeşme'de kilisede kalmışız. Herkes o soğukta üşümüş, hastalanmış. Bende annemi bu yüzden kaybettim. Daha sonra kağnılarla Alaçatı'ya gelmişiz. Alaçatı'ya ilk geldiğimizde Alaçatı'da beş on hane Rum, Boşnaklar, Arnavutlar ve Yugoslavlar vardı. Ancak Boşnaklar, Yugoslavlar ve Arnavutlar dağınık halde oturuyorlardı. Biz geldiğimizde toplu halde oturulmaya başlandı.Burada ilk onyedi tane yel değirmeni vardı. Değirmenlerin keresteleri Romanya'dan gelmiş. Bezleride kayıkların çadır bezlerinden yapılmış. Aynı şekilde evlerin keresteleride kestane ağacından yapılmış. Buğdaylarımızı değirmenlere getirirdik. Orada öğütülerek un yapılır ve biz o unla ekmeğimizi yapardık. O zamandan beri öyle lezzetli ekmek yemedim. Aynı zamanda buraya ilk geldiğimizde burada üç kilise, bir manastır vardı. Birde haberleşmek için kullanılan telsiz. Telsizle İngiltere Ankara aranırdı. Kilise'nin biri şuanki pazaryeri camiidir. 1871 yılında başlanmış ve yedi senede üzüm parasıyla bitirilmiş. Mermerleri İtalya'dan kerestesi Romanya'dan gelmedir. Diğer kilise liman yolunda idi. Çocukken bahçesinde oynardık.Birde azmak deresinin orda manastır vardı. O kadar büyüktü ki içinde sanki küçük bir köy kurulmuş gibiydi. Kocaman bir avlusu,otuzyedi tane küçük küçük odası vardı. Hayalimde kalanı tarif edebilsem, biri de çizebilse dünyanın en güzel yeri olur. O zamanlarda kocası ölen kadınlar tekrar evlenmez kilisede rahibe olurlardı. O odalarda rahibe kadınlar kalırdı,kilim dokurlardı. Daha sonra orda dokunan kilimleri gelir alırlar, İngiltere'ye, Almanya'ya, Amerika'ya satarlardı. Alaçatı'lılarda da o kilimlerden vardı. Şuanki pazar yeri camiisinin önüne sererlerdi kilimleri. Sattılar sonra onları. Şuanda çok kıymetlendi onlar. Şuanki pervanelerin olduğu yerde rum mezarlığı vardı. Bir duvar taşları vardı benim boyumda kocaman bir siyah bir beyaz dizilmişlerdi.Daha sonra üç kişi komisyon kuruldu. Biri Boşnak'lardan, biri Arnavut'lardan bir diğeride Yugoslav'lardan. Bu komisyon bizim hangi evlerde oturacağımızı belirledi. Böylece rumlardan kalma evlere taşınmış olduk. Biz geldiğimizde tarımı bilmiyorduk çünkü Kavala'da tütüncülük yapardık. Alaçatı'ya geldiğimizde herkes tarımla uğraşırmaya başladı. Herkesin üzüm bağları hayvanları vardı. Fakat üzümü işlemek zor olduğundan, yapamadık ve tekrar tütün ekmeye başladı herkez. Böyle olunca toprağın bereketi kaçtı. Alaçatı toprakları öyle bereketliydi ki 1 'e 5 verir derlerdi. Pazaryeri camiinin önüne cuma günleri pazar kurulurdu. Bizim daha çok bağlarımız olduğu için üzüm satardık ama ozamanlar herkesin bağı bahçesi vardı. Satamadan eve getirirdik üzümleri.Komşulara dağıtırdık. İngiliz gemisi buraya üzüm almak için gelirdi.Buradaki üzümler neme dayanıklı olduğu için hep buradan alırlardı üzümleri birde en güzel üzüm burada yetişirdi. İçi dolu dolu, sulu sulu baş parmağım kadardı üzümler. Birgün ingilizler amerikalıları getirmişler. Alaçatı'nın belli yerlerinde tahlil için toprak almışlar. Nerede, hangi toprak türünde, ne çeşit üzüm yetişir diye. Sonra getirdiler o tahlil sonuçlarını söylediler bize razakı buraya, kuş üzümünü buraya.....Eskiden şehir yolu pazaryerinden şehitlerin oradan geçermiş. O şehitlerde oraya bir rüya sonucu defnedildi. Alaçatılı biri üç gece rüyasında üç asker görmüş tam uzunkuyu girişinde. Askerler demişki''Biz alaçatıyı kurtarmak için gelirken şehit edildik.Bizi buradan alın''. Daha sonra giderler bu uzunkuyu girişine at arabalarıyla ve orada üç insana ait kemikler bulurlar. Alaçatıya getirirler ve orası Alaçatının girişi olduğundan oraya gömerler.Ben ilkokul üçüncü sınıfta iken Atatürk geldi Alaçatı'ya. Hala daha gözlerimin önünden gitmezAtatürk'ün yüzü. Elinde bastonu, ayağında çizmeleri. Bütün herkes şehitliğe toplanmıştı. O arada önümden Alaçatı'lı Nuridin çavuş geçti''Paşam!''diyerek. Atatürk, ''Nuridin çavuş sendemi buradaydın?'' dedi ''buradayım paşam''. Nuridin çavuş Dumlupınar savaşında savaşmış ve Atatürk yaralandığında onu kucağına alıp sipere taşımış. Unutmamış Atatürk ne simasını, nede yaptığı iyiliği Nuridin çavuşun. Bu konuşmalar hala gözümün önünden gitmiyor. Daha sonra Atatürk Kınalı kadınların kıyafetlerini gördü ve yanındakilere sordu''bunlar nerenin mübadilleri?'' ''Selanik kınalı paşam'' cevabını duyunca''ben bu kıyafetleri beğendim''dedi. Kınalı kadınlar o zamanlar siyah elbise giyip başlarına da bembeyaz baş örtüsü takarlardı.


KAYNAK: http://www.alacatizeytinotel.com/alacati.html