Dedemin Hikayesi-Çağan IRMAK




Çağan Irmak, sinemanın birçok tanımının yanında aynı zamanda ‘hikaye  anlatma’ işi olduğuna inananlardan. Bu yüzden her filminde genel olay  örgülerinden çok karakterlerin hikayeleri öne çıkıyor. Biz de o  karakterin yaşadıklarını takip ederek geçmişteki bir travmanın, bugünün  eksikliklerinin farkına varıyoruz.
Çağan Irmak sinemasının bir başka özelliği de ‘Babam ve Oğlum’un afişine  çıkan “Ona bir oda ver baba. Gidecek bir yeri yok” sözünde olduğu gibi  ‘mekan’ duygusunun ağır basması. 12 Eylül öncesini anlatan ve televizyon  dizisi olarak çektiği ‘Çemberimde Gül Oya’da birkaç ailenin birlikte  yaşadığı koca bir konak söz konusuyken, 12 Eylül sonrasında geçen ‘Babam  ve Oğlum’da yine büyük bir ev ama bu kez ‘geniş aile’ karşımıza çıkar.  ‘Mustafa Hakkında Her Şey’in Mustafa’sı kendisini hiçbir evde huzurlu  hissetmezken, ‘Karanlıktakiler’in evi artık kabusa dönüşmüştür.
Yani Çağan Irmak sinemasında hikaye geçmişe gittikçe, ev büyür. İnsan  ilişkileri daha toplumsal bir hal alır. Şu sıralarda çekimlerini  sürdürdüğü ‘Dedemin İnsanları’ da bu genel çizgiye fazlasıyla uyuyor. Bu  kez ‘ev’ toprağın bizzat kendisi...

Dedesinin hikayesi
Irmak’ın 1923’teki mübadele sırasında Girit’ten Türkiye’ye göçmek  zorunda kalan dedesinin anlattıklarından yola çıkarak ana omurgasını  oluşturduğu, sonra araştırdıklarıyla zenginleştirip yepyeni bir öykü  haline getirdiği filmin Gökçeada’daki setine konuk olduk.
Girit’teki çekimler biterken, Söke, Bodrum, Milas ve İstanbul’da ise  önümüzdeki günlerde set kurulacak. Ama Gökçeada’da bulunmak büyük bir  şanstı. Çünkü filmin, mübadele sahneleri burada çekildi. Adanın  Yunanistan’a bakan sahillerinden birinde gerçekleştirilen çekim mekânına  varınca bunu daha da iyi anladık. Filmin en kalabalık sahnelerine  tanıklık etme fırsatı yakaladık.
Sete ulaştığımızda duyduğumuz ilk ses Çağan Irmak’ın megafondan yükselen  şu cümleleri oluyor “Size dağıtılan sularla çocukları ıslatın, kimsenin  başına güneş geçmesin.”
Çünkü, filmin en önemli ve kalabalık sahnelerinden birisi çekiliyor.  Mübadele anlaşması gereği Yunanistan’dan ayrılmak zorunda bırakılan  Türkler kendilerini alacak ‘Gülcemal’ isimli gemiyi bekliyorlar. 30  dereceyi aşan sıcakta gerçekleştirilen çekimler saatlerce sürdüğü için,  sahilde oyuncuların ve figüranların konumlarını hiç bozmamaları  gerekiyor. Tabii güneşten etkilenmemeleri için de Irmak ‘stop’ dediği  anda set çalışanları bu kalabalığa su taşıyor.
Dikkat çekici bir başka durum ise Çağan Irmak’ın sete hâkimiyeti.  Saatlerdir sıcakta bekleyen ve işi oyunculuk olmayan insanları  yönlendirme, isteklerini tam olarak karşı tarafa aktarmak ve istediği  verimi alma konusunda oldukça başarılı. Türkiye’de bu büyüklükte bir  kalabalığı böyle rahat yönlendirecek ve istediği verimi alacak yönetmen  sayısı çok az diye düşünmeden edemiyor insan.
Bu sahnede rol alan Mert Fırat ve Ezgi Mola, Çağan Irmak’ın büyükdedesi  ve büyükninesini canlandırıyorlar. Çekimler başlayınca fark ediyoruz ki  konuştukları dil Yunanca. Filmin yaklaşık 15 dakikalık bölümü Yunanca  olarak çekiliyor. Ezgi Mola ve Mert Fırat bunun için eğitim almışlar.  “Anadilim hem Türkçe, hem Rumca” diyen oyuncu Kosta Kortidis ise bu  konuda Çağan Irmak’ın eli ayağı gibi.

Bambaşka bir Çağan Irmak
Çağan Irmak’ın filmleri vizyona girdikten sonra gazetecilerle nasıl köşe  kapmaca oynadığı, röportaj vermekten imtina ettiği bilinir. Bu konuda  tutarlı olduğu için de kimse tarafından yargılanmaz. Oysa sette  bambaşka. Mola sırasında yanımıza geliyor ve uzun uzun filmi anlatıyor.  Tabii bunların önemli bir kısmı filmin heyecanını öldürmemek için  ‘yazılmamak’ kaydıyla. Ama yazılabilecekler de var. Bu filmi uzun  yıllardır çekmeyi düşündüğünü söylüyor. ‘Dedemin İnsanları’, Irmak’ın en  büyük bütçeli filmi. Ama rakam vermekten kaçınıyor: “Zaten ben para  işlerine bakmıyorum. Yapımcım Mustafa Oğuz’a sorun” diyor şakayla  karışık.
Irmak’ın dedeleri mübadele sırasında Girit’ten Türkiye’ye gelmek zorunda  bırakılmış. “Çocukluğumda evde ara sıra Yunanca konuşulduğunu  hatırlıyorum diyor”, hatta Yunanca konuşulurken bazı kelimeleri aradan  seçebiliyormuş.
Ama bu hikaye Irmak’ın dedesinin hikayesi değil bir başına. Mübadele  yıllarında başlayan ve bugünlere kadar uzanan on ayrı hikayeden bambaşka  bir öykü çıkarmış. Ana omurga ise dedesinin hikâyesi. “Çok fazla hikaye  var” diyor “Mübadillerin anlattığı hikayeler zaten her birinden tek tek  film olur. Biz, bildiğimiz bir hikayeyi anlatıyoruz. Takdir seyircinin.  “
Irmak, amacının tarih ve politika üzerine büyük sözler söylemek  olmadığını ısrarla vurguluyor: “Ben yaşanmış hikayelerden çıkarak, masa  başında alınan kararların insanların hayatlarını nasıl altüst ettiğini  anlatmaya çalıştım” diyor: “Çünkü, bu insanların anavatanları geldikleri  yerlerdi. Gittikleri yerlerde hayatları darmadağın oldu. Türkiye’den  giden Rumlar Yunanistan’da ‘Türk tohumu’ diye küçümsendi. Oradan gelen  Türklere ise ‘Yunan gavuru’ denildi.”

Filmin duygusu herkese hâkim
Sette dikkat çeken bir diğer unsur da, her şeyin tıkır tıkır işlemesi.  Bu yalnızca prodüksiyon ekibinin işini iyi yapıyor olmasından kaynaklı  bir durum değil. Oyuncusundan figüranına kadar herkes filmin duygusuna  kaptırmış kendisini. Ne yalan söyleyeyim orada bulunduğum 24 saat  içerisinde aynı duygunun bende de oluştuğunu itiraf etmem gerekiyor.  Belki Gökçeada’nın bu tarihi yükün ağırlığını taşıyan taş evlerinden,  sokaklarından; belki Çağan Irmak’ın hikaye anlatma iştahına tanık olmuş  olmaktan... ‘Sahici’ öykülerin ve duyguların yer aldığı, Irmak’ın bir  kez daha insanoğlunun içindeki ‘iyiliği’ bulup çıkardığı, ‘Babam ve  Oğlum’ tadında bir film geliyor demek için erken mi? Bunu kasım ayında  film vizyona girdiğinde anlayacağız...

Ezgi Mola
Yunanca oynamak tedirgin etti
Çağan benim çok yakın arkadaşım. Onunla çalışacağımı çok düşünmemiştim  aslında. Ama bu rolü bana teklif ettiğinde hiç düşünmeden kabul ettim.  Tabii Yunanca oynayacak olmak biraz tedirgin etti. Çünkü böylesine  önemli bir sahnede duyguyu geçirememe kaygısına kapıldım. Çağan en  tedirgin olduğum anlarda da destek oldu ve beni cesaretlendirdi. Böylesi  bir sette çalışmak büyük keyifti.

Mert Fırat
Sete gelince tedirginlik kalmadı
Çağan’ın büyük dedesinin canlandırıyorum. Yunanistan’dan Türkiye’ye göç  etmek zorunda bırakılanlardan. Tek amacı eşini ve çocuklarını sağ salim  Türkiye’ye ulaştırmak. Yunanca oynamak beni de tedirgin etti. Çünkü  gerçekten yabancısı olduğum bir dil. Kosta bu konuda bizlere çok  yardımcı oldu. Sete gelince tedirginlik kalmadı.

Eİrİnİ İnglesİ
Senaryonun şiirselliği beni etkiledi
Çağan’dan bana teklif geldiğinde önce hikayeyi ve oynayacağım sahneyi  görmek istedim. İlk okuduğumda hikayeyi çok beğendim. Ama gerçeklere  dayandığını öğrendiğimde daha da sevdim. Bütün bu olayların bire bir  gerçek hayattan alınmış olması beni çok etkiledi. Beni etkileyen bir  başka şey de senaryonun yazım üslubunun şiirsel olması. Toplumsal  olayları çok büyük bir arka plan koyarak değil, sade bir şekilde  anlatıyor olması çok etkileyiciydi. Pazar akşamı geldiğimde tek bir  insanı bile tanımıyordum. Ama şimdi yıllardır herkesle çalışıyor  gibiyim. Beni seçtiği için çok teşekkür ederim.

Set notları 

* Most Production ve Ay Yapım ortaklığında çekilen film kasım ayında vizyonda.

* Cannes’da Nuri Bilge ile kırmızı halıda yürüyen görüntü yönetmeni  Gökhan Tiryaki, Irmak’la dördüncü kez çalışıyor. 20 kilo kadar vermiş  olması dikkatlerden kaçmıyor.

* Set sonrası otel buluşmalarının eğlence kaynağı Mert Fırat’tı. Fırat  Penguen, Uykusuz ve Leman’dan karikatürleri anlatarak başladığı şovunu  kendi anılarıyla sonlandırdı.

* Yönetmen yardımcısı Ahmet Katıksız, her yönetmene lazım. Seti bu kadar  çabuk organize etmek, Çağan Irmak’ın isteklerini 30 saniye içinde  yerine getirmek büyük maharet ister.

* Ezgi Mola dizilere ‘sinema arası’ verecek gibi. Çünkü bu setten başka bir sete geçti.

* ‘Leyla ile Mecnun’ dizisinden tanıdığımız Ushan Çakır’ hikayenin  1995’te geçen kısmında rol alıyor. “Bu çocuğa dikkat”. Biz söylemiyoruz,  Çağan Irmak söylüyor.

KAYNAK: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&Date=&ArticleID=1052180&CategoryID=82