SELAHATTİN SEVİ - HASAN HACI
Sayı: 859 / Tarih : 23-05-2011
|
100 yıl öncesine kadar çokkültürlü yapısıyla gelişmenin öncüsü, Osmanlı’nın İstanbul’dan sonraki en önemli şehri ve Balkanların denizden dünyaya açılan kapısıydı. Şimdi, eski görkemli günlerine dönmeye ve tarihiyle barışmaya çalışıyor.
Selanik’i doğudan batıya
doğru kesen Egnatia Caddesi’nin denize bakan yönünde küçük bir semt ve
aynı adla anılan çocuk parkı bulunuyor: Plateia Novarinou… Ne kadar
‘öteki’ varsa, mesken edinmiş parka inen sokakları… Sıradan bir
mahallede yaşamaktansa, burada oturmayı tercih eden Nikos Canis’in
evinin penceresinden klasik kemençenin nağmeleri taşıyor sokağa . Evin
bir odası müzik aletleriyle dolu. “Yunan toplumu yavaş da olsa Osmanlı
kültürünü keşfetme sürecini yaşıyor.” diyen Canis, kişisel keşiflerini
çoktan yapmış bile.
Ekonomik krizin ülkenin üzerine karabasan gibi
çöktüğü şu günlerde, bir şehir kendini arıyor. Türkler, ‘Viran olasın!’
bedduasıyla terk ettiği, Osmanlı’nın yıkılmasına giden süreçte her türlü
fikrin cirit attığı, komitacıların meskeni, padişahlara hapishane olmuş
Selanik’i çoktan unutmuştu. Atatürk’ün doğduğu şehir diye biliniyordu
yeni nesilce. Türk entelijansiyasının ilgisi ise kompo teorileri ile
bezenmiş ‘Dönmeler’ ve ‘Sabetaycılık’ hikâyelerinden öteye gitmiyordu.
Yahudiler, padişah davetiyle geldikleri şehre
Hitler katliamıyla veda etmek zorunda kaldı. Tabii hayatta kalma
şansları olduysa… Yunanlılar ise ulus devlet inşası yolunda bir
laboratuar olarak kullandı Selanik’i. İşte o Selanik, kayıp zamanları
telafi için kararlı bir dönüş yapıyor bugünlerde. Tarihteki özel
konumuna dönme yolunda kendisiyle hesaplaşıyor.
Değişimin işaret fişeği, 6 ay önce yapılan
seçimlerle geldi. 25 yıllık muhafazakâr Yeni Demokrasi Partisi
yönetimini alaşağı eden Yannis Butaris (69), birleştirici kişiliği ile
Selanik Belediye Başkanlığı’nı kazandı. En büyük hayalinin şehre
çokkültürlü karekterini yeniden kazandırmak olduğunu söyleyen Butaris,
“Öncelikle Osmanlı dönemindeki 500 yıllık tarihi gerçekliği yeniden geri
getirmek istiyoruz.” diyor. Selanik’in son 5 asırlık tarihinde Osmanlı
ve buna paralel gelişen Yahudi karakterini önemseyen Butaris, geçmişe
atıfta bulunurken, “Türkler, Yahudiler, Yunanlar ve Slavlar gibi diğer
unsurlar şehre çokkültürlü bir kimlik kazandırdı. 20. yüzyılın başında
bu hâkim mozaiği yansıtan şehirde Türkçe, Yunanca, Fransızca ve Yahudi
dilinde 12 gazete çıkıyordu.” diyerek 1912 öncesine referans veriyor,
yapacaklarını anlatırken. Butaris, “Türklerden niye korkayım? Ne yani
Selanik’i almaya mı gelecekler?” diyerek reel politik gerçekleri
hatırlatıyor. 100 yıl önce hürriyet nutuklarının atıldığı ve bugün
otopark olarak kullanılan alana Türkleri temsil eden bir anıt,
Müslümanlar için cami ve yeni mezarlık yeri sözü veriyor. Bediüzzaman
Said Nursi’nin de 1908’de, 2. Meşrutiyet’in ilanından kısa süre sonra
tıpkı Şam’da verdiği hutbe gibi şehrin en büyük meydanında yaptığı
‘Hürriyete Hitab’ konuşması belki yeniden hatırlanır böylece.
İttihat ve Terakki tarafından şehre davet edildiği
tahmin edilen Bediüzzaman’ın konuşması, o dönem Selanik’i ve bölgeyi
dalgalandırmaya yetmişti: “Ey hürriyet-i şer’î! Öyle müthiş ve fakat
güzel ve müjdeli bir sada ile çağırıyorsun ki” diye başlayan hitabesi,
milletin selametine vesile olacak beş kapı olarak sıraladığı “şeriat
dairesinde ittihad-ı kulub, muhabbet-i milliye, maarif, sa’yi insani ve
terk-i sefahet” ile son bulmuştu.
Atina Belediye Başkanı Yorgos Kaminis ile birlikte
son yerel seçimlerin en büyük sürprizini yapan başkan, çalışmalarının
halktan karşılık gördüğünü belirtiyor. Bürokratik engelleri aşmak içinse
“Azim, sabır ve arzu gerekir.” diyor. Son ekonomik kriz ve siyasi
çalkantılar sonucu birçok Yunan politikacı sokağa çıkamazken, o,
ellerine kadar dövmeli kolları, kulağında küpesi ile Selanik yollarını
rahatça arşınlıyor, sahilde gençlerle birlikte şarkılar söylüyor,
karşılaştığı seçmenlerinden karanfiller alıyor. 2014 Avrupa Gençlik
Başkenti olmak için adaylık başvurusunda bulunan Selanik’te yeni dönemin
en büyük destekçisi gençler. ‘Gençler Eylemde’ adlı sivil toplum
örgütünden Yorgos Yorgiadis (31), “Selanik’te şimdiye kadar hayal ve
arzu eksikti. Şehir adeta yıkılmış ve karanlıktaydı. Butaris’in
seçilmesi bir şans.” diyor.
“Selanik, sadece Yunanistan’ın değil, Bizans ve
Osmanlı’nın da ikinci önemli şehri.” Bunları söyleyen, şehrin en büyük
şirketinin ve Kuzey Yunanistan Yunan Türk Ticaret Odası’nın Başkan
Yardımcısı Ekatirini Michailidou. “Ne yapmak istediğinizi biliyorsanız
kentin ona göre avantajı var.” diyor. Selanik’in sadece Yunanistan’ın
değil, Balkanların da dünyaya açılan kapısı olduğunu belirtiyor.
Temelleri Drama şehrinde 1886’da henüz Kuzey Yunanistan Osmanlı eyaleti
iken atılan Leaf Tobacco A. Michailides Group, bugün Yunanistan’ın ilk
50 şirketi arasında. Yıllık 135 milyon avro ihracat yapıyor. Bütün
dünyada tütün toplama ve işleme konusunda 4. sırada. 12 ülkede faaliyet
gösteren şirketin Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ekatirini
Michailidou, organik zirai ilaçlar konusunda Türkiye ile işbirliğinin
yollarını araştırıyor. Hayvansal içeriği olmayan ilaçları Suriye ve İran
dâhil birçok ülkeye pazarlıyor.
Büyük dede Anastasios tarafından Drama’da kurulan
şirket, dede Aleksandros ve baba Yannis tarafından bugünlere taşınmış.
Büyük kardeşi Aleksandros, Yönetim Kurulu Başkanı ve şirketi birlikte
büyütüyorlar. Drama’daki evlerini müze yapmaları için belediyeye
bağışlamışlar. Dede Aleksandros ile yine Drama’dan olan büyükanne
Ekaterini, Kasım 1911’de evlenmiş. Kökleri Kırklareli’ne dayanıyor.
Aile, Osmanlı ordusuna un temin eden büyük bir değirmen işletiyormuş
zamanında.
“Selanik’te Türkiye ile işbirliğine yönelik daha
fazla bir arzu görüyorum.” diyen Michailidou, Türk Hava Yolları’nın
İstanbul-Selanik seferlerini yeniden başlatacak olmasının işbirliğini
olumlu etkileyeceğini söylerken, Selanik’te sayıları çok fazla olan
Osmanlı eserlerini her Türk’ün görmek isteyeceğini düşünüyor. 1835
tarihli Osmanlı kadı sicillerine göre 34 adet cami, 49 adet mescit ve
bunlara ilave 32 tekke bulunuyormuş. Bugün ise 15 kadarı ayakta. Sadece
Rotonda; kilise, cami, müze ve sanat merkezi olarak tarihsel bir süreci
kendinde özetleyen yapı olarak zarif bir minareye sahip.
“Balkanlarda kurulan ülkeler ‘Ulus Devlet’i
oluşturmak için Osmanlı izlerini silmeye çalıştı. Bu o dönemin siyasi
bir tercihiydi.” diyen sosyal bilimci Despina Syrri, son dönemdeki
yakınlaşma çabalarını, olması gereken bir süreç olarak değerlendiriyor.
Onun kökleri de Anadolu’da. Ailesi’nin Foça, Sinop, Kadıköy ve
Tekirdağ’da derin izleri olan Syrri, “Büyüklerim ‘evimiz’ derken
Selanik’i değil, Türkiye’yi kastediyordu.” diyor. Türkiye’de ilk
faaliyet gösteren yabancı okullardan Robert ve Anadolu kolejleri mezunu
olan, varlıklı bir geçmişe sahip Syrri, Sinop’ta kalan evlerinden
birinin şimdi kütüphane olarak kullanıldığını söylüyor. Aile mübadele
öncesinde Selanik’e göç etmiş.
Selanik Aristotelio Üniversitesi’nde siyaset
felsefesi mezunu, Hollanda, Almanya ve İngiltere’de antropoloji
konusunda çalışmalarda bulunan Despina Syrri, çoğu telif 25 kitap
çalışmasının içinde olmuş. Kimlik, göç, anı, hatıra, nüfus değişimleri,
sınır sorunları, son 20 yılda Balkanlardaki siyasi konular ve
Sırbistan-Bosna savaşı üzerine ağırlıklı çalışmalarıyla tanınıyor. “Aile
geçmişim sebebiyle Türklere karşı kültürel yakınlık hissediyorum.”
diyen Syrri, Selanik’in uzun yıllar içine kapandığını, artık ekonomi ve
turizmde atağa geçmesi gerektiğini söylüyor. ‘Özellikle liman geçmişte
çok önemliydi. Tekrar önemli hâle gelebilir.’ fikrinde. Selanik’in yüzde
10’unun kaçak göçmenlerden oluştuğunu, bunun da 150 bin civarında bir
nüfusa tekabül ettiğini söylerken iki ülkenin kaçak göçmenlikle mücadele
etmesi gerektiğini belirtiyor. Selanik’ten Türkler ve Yahudiler gitse
de son yıllarda sürekli yeni göçmenlerin geldiğini ve bu kontrolsüz
gelişlerin çeşitli dertlere yol açtığını söylüyor.
“Hiçbir başarılı kent, kendi geçmişinin müzesi
olarak kalamaz.” Bu sözler, ‘Selanik: Hayaletler Şehri’ kitabının yazarı
Mark Mazower’e ait. Geçmişte birçok millete ev sahipliği yapan
Selanik’in bugün de Ganalı doktorlar, Arnavut taş ustaları, Gürcü
ameleler, Ukraynalı dadılar ve Çinli satıcılara barınak sağladığı
tespitinde bulunuyor. Ortaçağda şehrin isminin söylenişinin 13 farklı
versiyonundan bahsederken de 1941’de eski bir İngiliz ordu mensubunun
serzenişini hatırlatıyor: “Selanik’in gerçekten doğru bir telaffuzu var
mıdır acaba?”
Farklı söyleyişleri olsa da tek bir Selanik var.
Osmanlı kültürünü öğrenme konusunda ciddi bir merak olduğunu dile
getiren mimar ve müzisyen Nikos Canis, bugünlere kolay gelinmediğini
kendi tecrübelerinden yola çıkarak anlatıyor. Türkiye ilgisi ‘zor
günler’de başlamış. 1988’de geldiği Türkiye’de yaklaşık beş yıl kalmış.
“Ben Rodos’ta büyüdüm. Çocukluğum Türklerle geçti. Türkiye konusunda
daha o dönemde olumsuz düşüncelerim yoktu. Tam tersine olumluydu.” diyen
Canis, “Yunan kim, Türk kim, hepimizin işe terminoloji sorunuyla
başlaması gerekir.” görüşünde: “Ellinas (Yunan) kelimesine bakalım.
Osmanlı döneminde ‘Ben Yunanım denmiyordu. Genel olarak yöre, din ve
bazen aşiret, kişinin kimliğini belirliyordu. Çağdaş Yunan devleti
kurulunca ‘Kim Ortodoks ise o Yunandır’ anlayışı benimsendi.”
Canis, Türkiye’ye yerleşmek ve Osmanlı müziğini,
mimarisini yakından tanımak istemiş. Kuzguncuk’ta mimar olarak çalışmış.
Klasik kemençeyi, makamları öğrenip tambur çalmış. Bir yandan Orta
Anadolu halk müziğini bağlama ile çalmayı öğrenirken, bir yandan da
Osmanlıcayı öğrenme gayretine girmiş: “Türkiye’de şartlar iyi değildi.
Enflasyon yüzde 80’lerdeydi. Selanik’te sonradan eşim olacak insanla
tanışınca şehre döndüm.” Klasik kemençe ile ülke genelinde konserler
verdikleri bir arkadaş grubu var. Festivallere katılıyor. Ona göre Türk
ve Yunan müziği yok, Osmanlı müziği var. Selanik’te bir Osmanlı
medeniyeti müzesinin olmaması, onu en çok üzen şeylerden. Yunanistan
Kültür Bakanlığı’nın yayımladığı Osmanlı mimarisiyle ilgili 2 ciltlik
eseri ise geçmişin doğru öğrenilmesi için iyi bir başlangıç olarak
görüyor. Korku ve ön yargıların geride kalması gerektiğini söylerken de
“Düşman ararsanız hemen bulursunuz.” diyor.
Yunanistan’ın önde gelen Türkologlarından Prof.
Vasilis Dimitriadis de öğrencileri ile konuşurken ‘Türkiye ile ilgili
duyduğunuz bütün masalları ve çarpıtmaları unutun. Türkiye komşumuz ve
ilişkilerimizi geliştirmek zorunda olduğumuz dost bir ülke’ diye
başlıyormuş söze. 30 yıl
boyunca Selanik’teki Makedonya Tarih Arşivi’nde müdürlük yapan
Dimitriadis, Osmanlı üzerine çok sayıda bilimsel makale ve kitaba imza
attı. “Osmanlı Döneminde Selanik Topografyası (1430-1912)” adlı yaklaşık
600 sayfalık çalışması referans kitap kabul ediliyor. Dimitriadis,
1984’te Girit’te Akdeniz Araştırmaları Enstitüsü Türkoloji Bölümü’nün
kurulmasına da öncülük etmiş.
Yüzyıllardır pratiği olan birlikte yaşama
kültürünün yerine Avrupa’nın ‘hümanizm’i koyduğunu söyleyen ilahiyat
profesörü Grigoris Ziaka ise “Avrupa’dan gelen hümanizmin içinde ‘insan’
yoktu, ‘Allah’ yoktu.” diyor. İslam ile 20’li yaşlarda Gümülcine ve
İskeçe’ye yaptığı ziyaretlerde tanışmış. “Camilere gittiğimde insanlar
beni sevgiyle yanlarına davet ediyordu. Müslüman olmadığım için size
rahatsızlık veriyor muyum, diye soruyordum. ‘Hayır, vermiyorsun’ dışında
bir cevabı hiç duymadım. Ben hümanizm ve kardeşliği bu ilişkilerde
buldum.”
Ziaka, Selanik Aristotelio Üniversitesi’nde teoloji
ve filoloji okumuş: “Aynı zamanda asistanlık yapıyordum. O yıllarda
Arap ülkelerinden üniversite öğrencileri vardı. Bir Suriyeli arkadaş
bana Arapça öğretmişti. Ben de ona eski Yunancayı... Bu şekilde Kuran’ı
incelemeye başladım. İslam’ın tasavvuf yönü beni çok etkiledi.”
Mevlana Celalettin Rumi üzerine kapsamlı bir kitap
yazmış Ziaka. 1973’te yayımlanan kitap, aynı zamanda Yunanistan’daki ilk
Mevlana kitabı. Sonrasında Mevlana ve İbn Arabi’deki “kötülük”
kavramını incelemiş. Okutman olabilmek için Kuran-ı Kerim ve Hz.
Muhammed’in hayatı üzerine yazmaya başlamış. Müslümanlık üzerine yazdığı
kitap ise neredeyse küçük bir ilmihal gibi.
İskenderiye Patrikhanesi’nden ona, “Hıristiyanlık
ve İslam” üzerine bir eser yazma teklifinde bulunmuşlar. “Osmanlı
İmparatorluğu, her dine saygılı ve hoşgörülüydü. Hıristiyanları,
Yahudileri Müslüman olmaları için zorlamadı. Patrikhane, Yunanlar,
Yahudiler ve diğerleri zaten o yüzden bugünlere kadar ulaşabildi.” diyen
Ziaka, sözü yaşadığı şehre getiriyor: “Selanik ile İstanbul’un tarihte
her zaman bir irtibatı vardı. Bizans döneminde başlayan bu bağ Osmanlı
döneminde de aynen devam etti.” 2000 yılında Marmara Üniversitesi’nin
düzenlediği bir konferansta sunduğu tebliği pek çok başörtülü öğrenci
dinlemiş. Yunus Emre’den bir şiirle bitirdiği konuşma çok etkili olmuş.
Türkiye ilgisi sadece aydın ve politika
çevrelerinde yok. Balık pazarında konuştuğumuz bir kadın, soyadını
söylerken bir yandan da eliyle çağırma işareti yapıyor: Aggeliki kel
beri... ‘Gel beri’ demek istiyor. Ailesi mübadele öncesi Çanakkale’den
göç etmiş. Babasının hep Türkçe türküler söylediğini hatırlıyor. Pazara
yolu düşen Türklerle yarenlik ederken Türkçe kelimeler kullanmayı
mutluluktan sayıyor. 6 senedir şehirde yaşayan ve Selanik Amerikan
Koleji’nde dersler veren Dr. Serap A. Kayatekin de hayatından oldukça
memnun. Öğrencileri Yunan, Arnavut, Boşnak ve Makedon. “Selanik’te Türk
olmanın avantajlarını fazlasıyla gördüğümü vurgulamalıyım.” diyor.
Batı Trakya’nın yetiştirdiği önemli aydınlardan
biri olan İbrahim Onsunoğlu’na göre, Selanik her zaman bölgenin cazibe
merkezi olmuş. Hayatını psikiyatrist olarak Selanik’te sürdüren
Onsunoğlu, tarihsel süreci anlatırken birçok devrim hareketinin
Selanik’te başladığına dikkat çekiyor. Atatürk’ün ve Nazım Hikmet’in
doğum yeri burası. Balkanlardaki sosyalist hareketin ilk başladığı yer,
İstanbul’dan sonra ilk Türkçe gazetelerin çıktığı bir şehir. Mesela
İzmir’de hâlâ yayımlanan Yeni Asır’ın menşei Selanik. Osmanlı’da
feminizm hareketi burada doğmuş. Sultan 2. Abdülhamid sürgüne buraya
gönderilmiş.
‘Tanzimat Çağında Bir Osmanlı Şehri’ kitabında
Meropi Anastassiadou da Selanik’in imparatorluk döneminde ilk ulaşım
ağlarının kurulduğu, her eve içme suyunun getirildiği, tramvayların
işletildiği, sağlık, eğitim ve sanayi altyapısının kurulduğu bir şehir
olduğunu belirtiyor.
1800’lü yılların kozmopolit şehri Selanik, Türkler
ve Yahudiler gönderildikten sonra bir ulus devlet şehri olmuş ve kısa
sürede homojen bir yapıya dönüşmüş. 1912 öncesi Selanik fotoğraflarına
bakıldığında her köşesinden minare yükseliyor. Sonra tek bir minare
kalmış: Rotonda… Şehir şimdi eski ruhunu arıyor.
Grigoris Ziaka: Şehrin Osmanlı hayat tarzıyla çok fazla ortak yönü var
Selanik, 1430 yılındada 2. Murat tarafından Osmanlı
topraklarına katıldı. Hıristiyan ve Müslümanlar birlikte yaşadı. İlk
150 yıl zor geçmişti. Ancak daha sonra Müslümanlar için cami ve
Hıristiyanlar için de kiliseler inşa edilince manevi bir hava şehre
hâkim oldu. Bu manevi doku, Selanik’in Osmanlı İmparatorluğu’nun elinden
çıktığı 1912’ye kadar sürdü. 1912’den mübadelenin olduğu 1920-1924
yıllarına kadar şehirde pek çok Müslüman vardı.
1917’deki büyük yangında çok sayıda cami ve kilise
yandı. Ancak günümüze kadar ulaşabilen çok mükemmel bazı eserler var.
Maalesef Hamza Bey Camii, bir dönem sinema olarak kullanıldı. Bazen
ülkeler kutsal eserlere gerektiği kadar saygı göstermeyebiliyor. Avrupa
Birliği’ne girdiğimiz 1980 yılından sonra artık bu eserleri koruma
altına almaya başladık.
Hamza Bey Camii şimdi restore ediliyor. Yeni
Cami’nin orijinalliği olduğu gibi korundu. Kültürel faaliyetler
yapılıyor. Eskiden kilise olan Rotonda Camii’nin minaresindeki hale hâlâ
korunuyor. Eskiden kilise olabilir ancak 500 yıl cami olarak hizmet
verdi. Korumalıyız dediler. Böylece minare korundu. 1978’deki deprem de
tarihî eserlere zarar verdi. 1950’den sonra şehirde başka bir hava daha
esmeye başladı. Yunan halkı, İstanbul’a farklı bir gözle baktığı için
her zaman gidiyor. Bu iletişim, iki ülke ilişkilerini zenginleştirdi.
Şehirde kurtarılan Osmanlı eserleri, hayatla bağlı tarihî yapılar.
Şehrin Osmanlı hayat tarzıyla çok fazla ortak yönü var. Yemek ya da
giysi isimlerinde olduğu gibi… Şimdiki genç kuşak daha fazla Türkçe
kelime biliyor. Kızımla birlikte İznik’te bir tanıdık Türk’e misafir
olmuştuk. Yolda arabayı süren ev sahibi, aniden önüne fırlayan birine
“Kenara çekilsene zevzek!” diye bağırdı, hemen arkasından da kızım
“budala!” diye seslendi. Hep beraber gülmeye başladık. Arkadaşımız
“Allah iyiliğinizi versin! Yanınızda argo kullanmaya da gelmiyor.”
demişti esprili bir şekilde. Göz ardı etmemiz mümkün olmayan çok fazla
ortak yönümüz var.