KAYNAK: https://openaccess.firat.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11508/14646/263645.pdf?sequence=1&isAllowed=y
ATATÜRK
DÖNEMİ TÜRKİYE’DE İSKÂN ÇALIŞMALARI (1923–1938)
DOKTORA TEZİ
DANIŞMAN HAZIRLAYAN
Doç.
Dr. Mehmet ÇEVİK Aslı CİHANGİROĞLU
2010
ATATÜRK DÖNEMİ
TÜRKİYE’DE İSKÂN ÇALIŞMALARI (1923–1938)
DOKTORA TEZİ
DANIŞMAN HAZIRLAYAN
Doç.
Dr. Mehmet ÇEVİK Aslı CİHANGİROĞLU
Jürimiz…… tarihinde yapılan tez savunma sınavı
sonunda bu yüksek lisans/doktora tezini oy birliği/oy çokluğu ile başarılı
saymıştır.
Jüri Üyeleri:
1. Prof.
Dr. Erdal AÇIKSES
2. Prof. Dr. Cemalettin ÇOPUROĞLU
3. Doç. Dr. Mehmet ÇEVİK
4. Doç. Dr. Ömer Osman
UMAR
5. Yrd.
Doç. Dr. Ergünöz AKÇORA
F.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim Kurulunun……….. tarih ve ……… sayılı kararıyla bu tezin kabulü onaylanmıştır
Erdal AÇIKSES
Sosyal Bilimler
Enstitü Müdürü
ÖZET
Doktora Tezi
ATATÜRK DÖNEMİ TÜRKİYE’DE İSKÂN ÇALIŞMALARI (1923-1938) Aslı CİHANGİROĞLU
Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü
Tarih Anabilim Dalı
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Bilim Dalı ELAZIĞ - 2010,
Sayfa: X+285
Kurtuluş Savaşı’nın önderi Mustafa Kemal’le başlayan
Cumhuriyet dönemi, birçok değişiklik ve zorlukları kucaklamıştır. Erken Cumhuriyet dönemi olarak da adlandırılan
bu dönem, siyasi, iktisadi ve sosyal birçok alanda çözülmesi gereken büyük sorunları içermektedir. Bu dönemde
yaşanan en büyük sosyal sorunlardan biri, çeşitli nedenlerden dolayı yapılan göç ve sair sebeplerden dolayı
yapılan iskân faaliyetleri olmuştur.
Gerek Osmanlı Devleti’nin, özellikle Balkan Savaşları’ndan sonra kaybettiği topraklardan Anadolu’ya doğru yola çıkanlar; gerek siyasi ve sosyal nedenlerle Yunanistan’la Türkiye arasında
yapılan sözleşmelere dayalı olarak gerekse
Yunanistan’dan Anadolu’ya gelenlerle; Anadolu toprakları içinde asayiş ve diğer nedenlerle büyük kitleler halinde göç
olayları yoğun olarak yaşanmıştır. Üstelik sadece büyük kitleler halindeki göçlerle gelenlerin dışında, Anadolu’da
savaştan dolayı evleri yakılıp
yıkılan halkın da iskân ettirilmesini zaruri kılmıştır. Bunun yanında, ilk
yıllarda, mübadele mecburiyeti, aynı yıllarda Balkanlar’dan ve diğer yerlerden
gelenleri, Rumların, Anadolu’dan çıkmasıyla boşalan yerlerin
iskân için kullanılabileceği, besleme, barındırma gibi meseleler, devleti,
planlı bir iskân politikası oluşturma
yönünde harekete geçirmiştir. Ulus-devlet modelinin uygulanmaya çalışıldığı bu dönemde,
bu yönde iskân politikaları geliştirilerek ve öncesinden daha planlı hale getirilerek uygulamalar yapılmıştır.
Bu çalışmada Türkiye’de, Mustafa Kemal Atatürk
dönemindeki göçler ve sair nedenlerden
uygulanan iskân politikaları ve bu uygulamaların ülkedeki siyasi, iktisadi
ve sosyal sonuçları incelenmiştir.
Anahtar
Kelimeler: Türk-Yunan nüfus mübadelesi, mübadil, muhacir, çingene, konar-göçer, iskân kanunları.
ABSTRACT
Doctorate Thesis
HOUSING
POLICIES OF ATATURK ERA IN TURKEY (1923-1938)
Aslı CİHANGİROĞLU
The University of Fırat The Institute Of Social Science
The Department Of History ELAZIĞ - 2010, Page: X+285
Leader of the Liberation struggle of the republic
Mustafa Kemal, beginning with the
republic, Mustafa Kemal’s period has embrared many changes and challenges. This period is also known as early republican period. Major problems
in many areas contained and political
economic and social requeriments to be solved. During this period, experienced one of the biggest
social problem, because of various reasons was
migration and other settlement activities
had been made.
The Ottoman Empire, especially the Balkan wars lost in
the land of Anatolia to set out for
both political and social reasons between Greece and Turkey based contracts on Greece, Anatolia from the Anatolian territory on the peace and on the unnecessary for other reasons for example great masse migration events intensive live as war.
Moreever, the only from outside capital, because of
war in Anatolia Houses public
collapsed and burned to the essantial settlement died in addition to this
obligation exhanging at first
years, in the same year and other places from the greecs from the Balkans with the vacant from Anatolia out
of place settlement policy direction creating
history is in the act.
Model application of these states international have
been aimed in that direction in term settlement policy and development before by using the more structured implementation has been made.
This work, in Turkey, Mustafa Kemal Atatürk
Era in why on poets of the immigrations settlement policy and applied economics
and politicals in these applications in country.
Keywords: Turkish-Greek Exchange of Population, migration, gypsy, housing, housing
rules.
1. Osmanlı Devleti’nde Göçler
Ve İskân Politikaları........................................... 3
2.
Osmanlı Devleti’nin İskân Metodları ve Uygulamaları.................................. 15
3.
Osmanlı Devleti’nde İskân İşiyle
İlgilenen Komisyon Ve Kuruluşlar........... 23
1.
NÜFUS MÜBADELELERİ VE TÜRK-YUNAN NÜFUS MÜBADELESİ İLE TÜRKİYE’YE GÖÇ EDENLERİN İSKÂNI
1.3 Mübadele İle Türkiye’ye Gelenler Ve İskân Uygulamaları..................................... 42
1.3.2 Mübadillerin Yerleşim Yerlerinin Tespit Edilmesi........................................... 48
1.3.3. Mübadillerin İaşe Ve Barınma
Sorunları.......................................................... 53
1.3.4 Mübadele Sonucunda Türkiye’ye Gelenler Ve Yerleştirildikleri Yerler........... 57
1.3.5. Emval-i Metruke Sorunu
ve Mübadillere Verilecek
Evler, Köy İnşaları......... 76
2. BALKANLARDAN TÜRKİYE’YE GELEN MUHACİRLERİN İSKÂNLARI
2.3.3. Göçmenlerin İskân Yerlerinin Tespiti ve Yerleştirilmeleri............................ 126
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3. MÜLTECİLER,
KONAR-GÖÇER VE ASAYİŞSİZLİK ÇIKARAN AŞİRETLERİN İSKÂNI
3.1. Konar Göçerlerin İskânı......................................................................................... 163
3.2. Asayişsizlik Çıkaran
Aşiretlerin İskânı.................................................................. 168
3.3. Mültecilerin İskânı................................................................................................. 186
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
4. ÇİNGENELERİN İSKÂNI VE DOĞAL AFET SONRASI
YAPILAN İSKÂN FAALİYETLERİ
4. 1. Türkiye’ye Gelen Çingenelerin İskânı.................................................................. 193
4.
2. Doğal Afetler Sonrası İskân Faaliyetleri............................................................... 203
BEŞİNCİ BÖLÜM
5. İSKÂN MESELELERİ İLGİLİ KANUN VE KURULUŞLAR
5. 1 Mübadele, İmar Ve İskân Vekâleti’nin Kuruluşu.................................................. 206
5.1.1.
Mübadele, İmar Ve İskân Vekâleti
Bütçesi.................................................... 209
5.1.2.
Mübadele, İmar Ve İskân Vekâleti’nin Teşkilatlanması................................. 210
5.1. 3. Mübadele, İmar Ve İskân Kanunu................................................................. 211
5.
2. Mübadele, İmar Ve İskân Vekâleti’nin Kaldırılması
Ve Dâhiliye Vekâletine Bırakılması 213
5.2.1.
Dâhiliye Vekâleti’nin İskân Çalışmaları.......................................................... 216
5.3. İskân İşlerinin Sıhhat Ve İçtimai
Muavenet Vekâleti’ne Bırakılması.................... 223
ALTINCI BÖLÜM
6. NÜFUS, SOSYO-KÜLTÜREL VE EKONOMİK AÇIDAN İSKÂN
6.1 Nüfus Açısından İskânın Önemi............................................................................. 225
6.2. Sosyo-Kültürel Açıdan
İskânın Önemi.................................................................. 228
6.3. Ekonomik Açıdan
İskânın Önemi.......................................................................... 238
SONUÇ........................................................................................................................ 241
KAYNAKÇA.............................................................................................................. 243
1. ARŞİV....................................................................................................................... 243
2. RESMİ YAYINLAR.............................................................................................. 243
3. SÜRELİ YAYINLAR............................................................................................. 243
4. HATIRAT................................................................................................................ 243
EKLER........................................................................................................................ 254
EKLERİN LİSTESİ................................................................................................... 255
ÖZGEÇMİŞ................................................................................................................. 284
ÖN SÖZ
Anadolu coğrafyası, tarihin seyrine bakıldığı zaman,
birçok kavmin uğradığı ve stratejik
öneminden dolayı istilalara maruz
kaldığı, dolayısıyla da çok göç alan bir coğrafyadır. Göç olgusunun olduğu yerde, iskân yani yerleşme
ve yerleştirme de zaruridir. Özellikle
XVIII. ve XIX. yüzyıllarda çeşitli
baskılar sonucu, vatanlarını zorunlu olarak terk eden insan toplulukları, Anadolu’ya gelerek
yoğun göç olaylarına sebep olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu andan itibaren de,
göçmen ve bunların iskânı problemleriyle
karşı karşıya kalmıştır. Hem Yunanistan’la yapılan mübadele antlaşması gereği, hem de Balkanlar’dan Anadolu’ya
doğru devam eden göçler ve sınırlar içinde yaşanan bazı olaylar, devleti meşgul etmiştir.
Bu çalışmamızın temel amacı, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin resmen
ilanından sonra Anadolu
coğrafyasında, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün zamanında
gerçekleştirilmeye çalışılan iskân politikaları, nedenleri, uygulamaları ve sonuçları
üzerinde değerlendirme yapmaktır. Çünkü bu dönem, daha önce tasarlanan,
fakat bir türlü uygulanamayan insan
mübadelesinin gerçekleştiği bir dönemdir. Bu konu ayrı ayrı birçok açıdan çalışılmıştır. Bu konudaki
en çok faydalanılan çalışmalar, öncelikle resmi belgeler, dönemi önemli ölçüde yansıtan
yayınlar ve çeşitli
tez çalışmalarıdır. Bu dönemde,
gerek diğer Balkan ülkelerinden gelen göçmenler, gerekse ülke içerisinde yaşanan göç ve diğer sebeplerden dolayı yapılan iskânın,
dönemine has özellikleri vardır. Osmanlı Devleti’nden alınan
mirasta, yapılan bazı yanlışların düzeltilmesi ve yeni devlete, yeni politikalar gerekliliği açısından bir iskân
politikası üretilmiştir. Nüfus, ekonomi
gibi bir ülkenin ana öğeleri hakkında yeni politikalar üretilirken, iskân konusu bu öğeleri
de kapsayan, önemli bir konu olduğu halde, bu konuda, derli toplu bir çalışma yoktur.
Araştırma konusunun tespiti, planlanması,
hazırlanması ve yazılması sırasında yardım
ve desteğini esirgemeyen hocam Doç. Dr. Mehmet ÇEVİK’e teşekkürlerimi arz ediyorum.
Yine çalışmalarım esnasında
bana maddi destek veren Fırat Üniversitesi Bilimsel
Araştırma Projeleri Koordinasyon Birimi’ne, tüm Başbakanlık Cumhuriyet
Arşivi, Türk Tarih Kurumu, Milli Kütüphane ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
kütüphanesi çalışanlarına, her şeye rağmen her zaman yanımda olan, tüm
asabiyetlerimi çeken ve çalışmamın yazım aşamasında elinden
geleni yapan kardeşim
Derya ARSLAN’a ve aileme teşekkür
ederim. Ayrıca bana en ihtiyacı
olan zamanda ilgilenemediğim için oğlum Göktuğ
Vatan’dan da özür diliyorum.
ELAZIĞ - 2010 Aslı CİHANGİROĞLU
KISALTMALAR
B.C. A. |
: Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi |
bkz. |
: Bakınız |
C. |
: Cilt |
cm |
: Santimetre |
Dr. |
: Doktor |
kg |
: Kilogram |
Nu. |
: Numara |
s. |
: sayfa |
S. |
: Sayı |
T.B.M.M. |
: Türkiye Büyük Millet
Meclisi |
v.d. |
: Ve devamı |
Z.C. |
: Zabıt
Ceridesi |
GİRİŞ
İskân terimi, terim anlamı olarak beşeri bir yerleşmedir. Açık bir ifadeyle,
bireylerin yerleştirilmesi, yurtlandırılması anlamına gelmektedir. Daha geniş bir ifadeyle,
bir ailenin sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde konut sahibi olmasını
sağlamak ve yaşamını
devam ettirmesi için maddi gelir imkânlarına kavuşturacak şekilde ekonomik bir işletme
olarak planlayarak uygulamaktır. Yerleşim alanlarına göre iskân, şehirsel
ve tarımsal iskân olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Şehirsel iskân, ailelere şehirlerde konut ve çeşitli işletme
kredileri verilmesi ile olurken, tarımsal iskân, yerleştirilecek ailelere,
konut ve tarım arazisi verilmek
suretiyle olmaktadır1.
Dönemi en iyi açıklayan ve iskân konusunda en kapsamlı nitelikte olan 1934 yılında kabul edilen, 2510 sayılı
İskân Kanunu’nda, “İskân, bir aileye, nüfus ve
ihtiyacına göre oturacak
ev veya ev yeri, sanatkârlara ve tüccarlara ayrıca geçim getirecek dükkân veya mağaza yahut bu gibi
yapı veya yeri ve mütedavil sermaye; çiftçilere
de ayrıca kâfi toprakla çift hayvanı, alât ve edevâtı, tohumluk, ahır veya yeri vermekle
yapılır.”şeklindedir. İskân, çalışmamızda, en çok göç olgusuyla birlikte
anılmaktadır. Çünkü bu dönemdeki iskân, özellikle iç ya da dış göç ile gelen toplulukların yerleştirilmesi işlemi olduğu için, göç ve iskân bir arada düşünülmelidir.
Göç, özet bir ifadeyle yer değiştirme hareketi olsa da göçün sebepleri
çeşitlidir. Gerek hayat şartlarının
olumsuzlukları ya da daha iyi şartlar bulmak amaçlı, gerekse dini, iktisadi, siyasi, sosyal ve diğer
bazı nedenlerden dolayı göç yaşanmaktadır. Göç
olayı, toplu halde olabildiği gibi ferdi de olabilir, fert ya da toplulukların kendi istekleriyle olabildiği gibi devletlerin politikaları gereği zorunlu da olabilmektedir. Özellikle
devlet politikaları gereği yapılan zorunlu
göçler ki bunlar genellikle devletlerin siyasetleri gereği
yapılmaktadır. Bundan başka, doğal afet ya da savaşlar yüzünden göçler yapılmakta ve bu da bir anlamda
zorunlu göç kavramı
içerisine girmektedir. Şayet, kişi ya da topluluklar kendi isteğiyle bulunduğu
mahalli değiştiriyorsa serbest
göç, kişinin ya da toplulukların bulundukları bölgelerde gerekli hayat şartlarının ortadan kalkması ile göç
meydana geliyorsa, bu da mecburi göç olarak adlandırılmaktadır2. Nitekim Cumhuriyet döneminde Yunanistan’la yapılan
mübadele ile gelen göç dalgaları, mecburi göçe, Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya gibi yerlerden gelen göç ise, serbest göçe örnek teşkil etmektedir.
1 Nedim İpek, “Göçmen
Köylerine Dair”, Tarih ve Toplum, C.25, S.150, Haziran
1996, s. 16 vd.
2 İpek, “Göçmen Köylerine
Dair”, s. 15
Göç meseleleri, bir devlet ve millet için sosyal,
mali, idari, hukuki, ekonomik, siyasi, milli ve kültürel bakımdan çeşitli yönleri
olan ve çözülmesi gerekli olan büyük bir
problemdir3. Yapılan tüm bu göçler ise, iskânı gerekli kılmaktadır.
Göç haricinde, yine devletin
otoritesi ve güvenliğini sağlamak için ülke sınırları içerisinde, yine devlet eliyle yapılan zorunlu iskânlar vardır ki,
bu da iç huzuru bozan bazı unsurların devletin
gösterdiği yerlerdeki iskânıdır. Bütün bunlara bakarak, göç ve iskânın
iç içe olduğu ve bunların, her durumda bireyi, toplumu ve devleti
ilgilendirdiği ve etkilediği açıktır. Bütün bunlardan
başka ülke içerisinde göçebe toplulukları yerleşik
hayata geçirme çalışmaları da iskân politikalarıyla birebir ilgilidir.
Çalışmamızın ana eksenini
teşkil eden özellikle
Cumhuriyet dönemi iskân politikası
içerisinde iskâna neden olan göç ve diğer olayların terminolojisine açıklık getirmekte yarar vardır. Mübadele,
mübadil, muhacir/göçmen, konar-göçer/Yörük, Çingene/Kıpti, mülteci gibi kavramlar çalışma içerisinde çokça
geçeceğinden kısaca değinilecektir.
Erken Cumhuriyet döneminde, iskâna yönelik ilk
sistemli çalışma mübadeleyle olmuştur.
Mübadele bilinen anlamı ile herhangi bir şeyin karşılıklı değiş-tokuşudur. Konumuz
dâhilinde ise mübadele,
nüfusların mübadelesi şeklinde
olmuştur. Yunanistan’ın, Anadolu’da yenilgiye uğradıktan sonra planlı, programlı, düşünülüp uygulamaya
geçirilen Türk-Yunan nüfus mübadelesinden sonra zorunlu olarak yapılan iskân çalışmaları dolayısıyla “mübadele” kavramı sıkça karşımıza çıkmaktadır. Nüfusların mübadele edilmesiyle, Anadolu’ya gelen insan
topluluklarına da “mübadil” ya da “mübadil
göçmen” adı verilmiştir.
Muhacir kavramı, yerine “göçmen” kelimesinin de
kullanılabildiği, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan ve Balkanlar veya Kafkaslardan gelenler
için kullanılan bir kavramdır.
Dönemin kaynaklarında, mübadil ve muhacir kavramları, birbirlerinin yerine kullanılabilmiştir. Bu karışıklığı
önlemek için, Yunanistan’da gelenler “mübadil”, diğer Balkan ülkelerinden gelenler ise “muhacir” olarak verilmiş, ya
da her ikisinin yerine “göçmen” terimi kullanılmıştır. İncelediğimiz dönemde Dâhiliye Vekâleti,
ancak 1934
3 Ahmet Cevat Eren, Türkiye’de
Göç ve Göçmen Meseleleri, İstanbul, 1966, s.5
yılında, muhacir karşılığı olarak öz Türkçe olarak
nitelendirdiği “göçmen” terimini kullanmıştır4.
Nitekim 1934 tarihli
cumhuriyet döneminin önemli kanunlarından biri olan İskân Kanunu’na göre ise muhacir;
Türkiye’ye yerleşmek maksadı
ile dışarıdan, münferiden veya müçtemian (toplu halde),
gelmek isteyen Türk soyundan meskûn veya göçebe
fertler ve aşiretler ve Türk kültürüne bağlı meskûn kimselerdir
şeklinde de özellikle belirtilmiştir. .
Devletlerin kuruluşları ve parçalanması gibi olaylar,
hemen her defasında büyük nüfus
kitlelerinin yer değiştirmesine neden olmuştur. Göç olgusunu tarih boyunca en fazla yaşayan topluluklardan biri
Türklerdir. Orta Asya’daki Türk boy ve oymakları, I. yüzyıldan itibaren daha iyi hayat şartlarına kavuşabilmek için
Asya’nın güneyine ve batısına göç
etmeye başlamışlardır. Hazar Denizi’nin kuzeyinden Balkanlara ilerleyen ilk Türk grupları zamanla kaybolmuş,
güneyden Anadolu’ya gelen gruplar ise Selçuklu
ve daha sonra da Osmanlı Devleti’ni kurmuşlardır. Osmanlı Devleti,
kuruluşunda da büyük nüfus kütlelerinin hareketleri olmuştur. Bu dönemde
göç hareketleri devam etmiş,
Türk nüfus, özellikle Balkanlarda, önemli oranda iskân edilmiştir5.
Aslında daha önce de Balkanlar’a göç vardır, çünkü Selçuklu Devleti’nin de, bir iskân geleneği olarak,
kolonizasyon ve sürgün yöntemlerinden faydalanarak, Türkleri Balkanlar’a yerleştirdiği görülmektedir. Fakat Anadolu’dan Balkanlar’a kitleler halinde
ilk göç, 1352 yılında
Osmanlıların Rumeli’ye adım atmalarıyla başlamıştır. Edirne’nin fethiyle bu göç dalgaları
hız kazanmış, Balkanlar
önemli oranda Türk nüfusuyla dolmuştur6.
1. Osmanlı Devleti’nde Göçler Ve İskân
Politikaları
Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren iskân
konusu, kapsamlı bir çalışmayı gerektirmektedir.
Bu dönem, oldukça fazla bir alanı ve zamanı kapsadığından Osmanlı Devleti’nde yapılan iskânlar, çeşitli
kaynaklarda, ayrı ayrı ele alınmıştır. Cumhuriyet döneminde yapılan iskân çalışmaları ve politikaları ile benzeşen
Osmanlı dönemi iskân çalışmaları ve politikalarını anlayabilmek için Osmanlı dönemine
kısaca bakmakta fayda vardır.
4 1934 yılından sonra, resmî makamlara
gönderilen yazılarda göçmen terimini kullanmıştır. Cumhuriyet Gazetesi, 30 Teşrin-i Sani 1934.
5 Önder DUMAN,
“Atatürk Döneminde Romanya’dan Türk Göçleri”, Bilig, S. 45, Bahar 2008, s. 23,
6 N.Hüseyin Bahtiyar, “Anadolu’dan Balkanlar’a Türk Göçleri”,
Tarih ve Toplum, Kasım 1996, c. 26, S. 155,
s.41
Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda, askeri ve siyasi
unsurların yanı sıra, nüfus yoğunluğu
ve hareketliliği gibi sebepler, önemli rol oynamıştır. Osmanlı Devleti’nde nüfus yoğunluğu ve hareketliliği
dendiğinde öncelikle akla konar-göçerler gelmektedir. Devletin gelişmesi ve büyümesinde, yeni fethedilen yerlerin
Türkleştirilmesinin, boş yerlerin
insanlarla doldurularak, bu sayede ekonomik olarak bir canlılık sağlanmasının, yeni kasaba ve köylerin kurulmasını mecbur
kılan konar-göçer aşiretlerin büyük önemi vardır.
Osmanlı döneminde konar-göçerler, genellikle Türkmen ve Yürük/Yörük tabiriyle adlandırılmaktadırlar. Daha
önceleri, çeşitli Türk kavimleri arasında siyasi bir tabir olarak kullanılan Türkmen tabiri ve özellikle Oğuz boylarının Müslüman
olmalarından sonra, “yürümek”
fiilinden türetilen “Yörük”
tabiri zaman içerisinde birbirinin yerine
kullanılabilen kavramlar olmuşlardır.
Osmanlı döneminde Türkmen
adı genellikle Anadolu’nun orta ve doğu bölgesindeki
göçebeleri ifade etmek için kullanılırken, Yörük tabiri ise çoğunlukla batı Anadolu ve Balkanlardaki göçebeleri ifade
etmektedir.
Bunların dışında göçebelerin hayat tarzlarını ifade
eden “konar-göçer”, göçer- evli,
göçer Yörük” gibi tabirler de kullanılmıştır. Bütün bu tabirlerin yerine zaman zaman göçebe
birliğini ifade eden “ulus” tabiri de kullanılmıştır7.
Osmanlı Devleti’nde konar-göçerler, yaylak ve kışlak arasında hareket
halindedirler. Hayvancılıkla uğraştıkları ve dolayısıyla sürülerine
otlak bulmak için yaz mevsimini daha
serin olan köyler veya eski iskân mahalleri yakınında çadırlarında, kış mevsimini
de şehir veya kasabaların çevresinde geçirmektedirler. Osmanlı devleti,
konar-göçerlerin yaylak ve kışlaklarına doğru hareketlerinde bazı sınırlamalar getirmiştir. Çünkü bunlar hakkında yerli
ahaliden şikâyetler gelmektedir. Bu sebeple onların gidiş-gelişleri esnasında yollarda konaklamalarında en fazla üç gün şartı getirilmiştir.
Yani üç günden fazla konaklayamayacaklardır. Ayrıca, şayet, yerli ahalinin mallarına zarar verilirse,
konar-göçerlikten men edilme cezası uygulanacaktır. Devlet, bütün bu tedbirlerle, bu toplulukları
kontrol altında tutmaya çalışmışsa da, XVII. Yüzyıl sonlarına kadar toprağa
yerleştirilmeleri konusunda devletin,
planlı bir çalışması
olmamıştır. Rumeli’nin
Türkleştirilmesinde, toprağa bağlı yerli ahali yerine, konar- göçerlerin hayat tarzları dolayısıyla iskân edilmelerinin daha kolay olacağı
düşüncesiyle
7 İlhan Şahin, “Göçebeler”, Osmanlı, c.
IV, Ankara, 1999, s. 133.
bu topluluklardan yararlanılmıştır8. Nüfus bakımından çok fazla olan göçebeler, Anadolu ve Rumeli’nin iskânında büyük rol
oynamasının yanı sıra, yerleşik
hayata geçebilme kabiliyetleriyle bu kültürün de önemli bir parçası olmuşlardır. Osmanlı döneminde
göçebeler, yerleşik ahaliden farksız devletin kayıtlı tebaasıydılar. Yaylak- kışlak arasında gidip gelirlerken zaman
zaman sorunlar yaşansa da başıboş bir hayat tarzında değillerdir. Osmanlı devleti, bazen göçebelere kaza ya da sancak statüsü
vermiştir. Bunu yapmasındaki amaç, hem göçebeleri daha iyi kontrol
etmek, hem de daha sağlıklı
vergi toplayabilmektir. Ayrıca bu toplulukları devlete ısındırmak ve yerleşik hayata geçmelerini sağlamak da bu amaçlar
arasındadır9.
Balkanlar’ın fethinden sonra Anadolu’da artan nüfusa karşılık
konar-göçer aşiretlerin halkın arasına sıkışması
ve kendilerine yaylak-kışlak bulmada çektiği sıkıntılar, büyük bir nüfusun geniş
yurtlar bulmak amacıyla, yeni fethedilen yerlere kendi istekleriyle gitmeyi
sağlarken, aynı zamanda
devletin sürgün metodunu
kullanarak, bu yerlere iskân etmiştir. Özellikle
devlete itaat etmeyen
ve dini-siyasi amaçlarla
ortaya çıkan devlete isyan hareketlerine katılmaya eğilimli bir güç teşkil eden konar-göçerleri, güç olmaktan çıkarıp
parçalamak amaçlı, açılan iskân mahallerine zorla sürmek ve ceza
amacıyla sürmek gibi metodlar uygulamıştır10.
Genel olarak Osmanlı
Devleti, kuruluş, genişleme, duraklama ve gerileme
dönemlerinde, siyasi, iktisadi
ve içtimai durumun değişmesine paralel olarak, iskân politikaları da farklı şekillerde gelişmiştir. İlk zamanlarda, yeni toprakların fethedilmesiyle, konar-göçer aşiretlerin
bu topraklara yerleştirilmesi, bir iskân politikası olarak uygulanmıştır. Çünkü ifadelerden de anlaşılacağı üzere bu
konuda amaç, yeni alınan yerlerin
Türkleştirilmesi olmuştur. Ayrıca,
buralara konar-göçerlerin yerleştirilmesindeki amaç da, daimi yaylak-kışlak hayatı sürmeleri dolayısıyla, yeri yurdu olan yerleşik halka nazaran, onların
yerleştirilmelerinin daha kolay olacağı düşünülmüştür11. Osmanlı
Devleti, bu dönemde iskân için çeşitli metodlar uygulamıştır. Gaza ve cihat anlayışıyla, birçok
tarikata mensup dervişlerin
önderliğinde başlayan iskân uygulamalarını, yeni alınan yerlere
halkı sürgün ederek yerleştirme ve çeşitli
8 A.Latif Armağan, “Osmanlı
Devleti’nde Konar- Göçerler”, Osmanlı, c.
IV, Ankara, 1999, s. 142
9 Şahin, s. 134.
10 Hüseyin Arslan, 16.
Yüzyıl Osmanlı Toplumunda Yönetim, Nüfus, İskân, Göç ve Sürgün, İstanbul,
2001. s. 266.
11 Yusuf Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda
Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Ankara, 1988, s. 15.
yerlerde vakıflar tesis ederek, müstakil
derbend tesisleri kurup buralara halkı yerleştirme
şeklindeki metodlar izlemiştir12.
Klasik dönemde, Osmanlı Devleti, öncelikle nüfus
hareketliliğine müsamaha göstermiştir. Bu müsamahanın nedeni de, devletin
topraklarının genişlemesiyle, toprakların ve üzerinde yaşayan halkların,
iktisadi bütünlüğe katkı sağlaması, kültürel
zenginliklerin artırılması gibi konularda fayda getireceğinin düşünülmesidir13. Bu anlamda,
devletin yeni topraklarının, Osmanlı egemenliğini devam ettirecek şekilde, önceki halk kesimleriyle kaynaştırılması gerekmektedir. Bu kaynaştırma da farklı dinlerin meşruiyetini kabul ederek, kendi
millet sisteminin içerisindeki sınırlamalar ve
olanakları ile yapmak durumundadır. Bunu yapmak için devlet, Anadolu’daki Müslüman nüfusu, büyük gruplar halinde yeni alınan topraklara
nakletmiş, yeni alınan topraklardaki Müslüman
olmayan nüfusun bir kısmını ise Anadolu’ya, Müslüman
nüfusun bulunduğu alanlara yerleştirmiştir. Bunun dışında, değişik
siyasi sebeplerle nüfusun azaldığı,
ekonominin çöktüğü yerlerde ise, hem kentlere, hem de kırsal alana yeni nüfus yerleştirilerek o yörelerin
şenlendirilmesi ve imarı planlanmıştır. Ayrıca, devlet içerisinde güvenliğin ve düzenin sağlanması için zorunlu göç ve iskânı uygulamıştır. Düzenin
sağlanması, hem tarımsal
üretim gerçekleştirilmesi, hem de devletin uluslararası ticaret yolları üzerindeki denetiminin sürmesi
için gerekliydi. Bu bir yandan çoğunlukla konar-göçer gruplardan olup yerleşik
gruplara baskı yapan, soygun
yapan grupların belli alanlara yerleştirilmesini, diğer yandan ise, özellikle
yol sistemini güvence altına alacak biçimde derbent
köylerinin iskânını ya da güçlendirilmesini gerektiriyordu. Bütün bunlardan
başka, devlet zorunlu
yer değiştirmeyi, yerel güç elde etmiş beylerin
merkezi otoriteyi zayıflatıcı tutumları karşısında,
bu güçleri kırmanın ve merkezi otoriteyi yeniden hâkim kılmanın bir aracı olarak da kullanmıştır14.
Sözü edilen dönem içerisinde, devlet gerekli
önlemleri almış, fakat ilerleyen dönemlerde, nüfus hareketliliği ve bazı siyasi olaylar, yerini farklı tavırlara
bırakmıştır.
12 Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda
Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi,
s.2.
13 Reşat Kasaba, “Göç ve Devlet, Bir İmparatorluk- Cumhuriyet Karşılaştırması”, Osmanlı’dan
Cumhuriyet’e Problemler,
Araştırmalar, Tartışmalar, İstanbul, 1999, s. 336 vd.
14 İlhan Tekeli, “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Günümüze Nüfusun Zorunlu
Yer Değiştirmesi ve İskân Sorunu”, Toplum ve Bilim, S.50, İstanbul, 1990, s. 51
Çünkü ihtiyaçların ve şartların değişmesi, devletin yeni tavırlar
almasına neden olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin iktisadi
bir düzeni olan tımar sistemi,
halkı toprağa bağlamıştır. Osmanlı reayası, tımar düzeniyle hem devlete ait olan toprakları ekip biçmek zorunda,
hem de tımar sahibine karşı sorumluluklarını yerine getirecek, öşür vergisini
verecektir. Bunun için toprağa bağlıdır
ve topraklarını terk etmemeleri gerekmektedir. Topraklarını terk eden
reaya ise, çift bozan akçesi ödeyecektir15. Ayrıca, yerlerini terk eden reayanın, 10 yıl
içinde yakalandıkları anda, eski yerleşim yerlerine iade edilmesi, Osmanlı
kanunnamelerinde hüküm olarak geçmiş, pek çok kişi, bu hükümle eski yerlerine zorla
yerleştirilmiştir16. Bu durum, Osmanlı Devleti’nin iskân biçimini
belirleyen özelliklerden birini teşkil etmektedir. Devlet, mecburen, halkını
iktisadi ve içtimai anlamda, merkezi otoriteye bağlı tutmak zorundadır.
Aynı zamanda kırsal kesimde
yaşayan konar-göçerler, Osmanlı
toplumunda aşiret düzenini
yaşadıklarından belli bir yere bağlı olmamaları ve özellikle XVI.
yüzyıldan itibaren konar-göçerlerde
başlayan şekavet hareketleri, birçok
kimsenin yerlerini terk ederek başka
yerlere göçlerine sebep olmuştur. Bu dönemde de iç iskân politikası
uygulanarak, bu göçlerin
durdurularak, yerlerini terk eden halkın,
boş ve harap sahalara iskân edilmesi ve dolayısıyla bu alanların
ziraata açılması düşünülmüştür. Devlet, toprak kaybetmeye
başladığı andan itibaren de, kaybedilen topraklardan kaçan halkın iskân meselesi
devleti oldukça meşgul etmiştir.
Osmanlı Devleti, özellikle
XVIII. yüzyılda büyük siyasi hareketlerle karşı karşıya kalmış,
bunun yanında devletin
iktisadi, sosyal ve hukuki meselelerini de ilgilendiren,
yerlerini terk eden ahalinin ve özellikle sorun teşkil eden konar-göçerlerin yerleştirilmesi olayı bu dönem için de
büyük önem taşımıştır. Celali isyanlarında harap olan yerlerde, yerlerini terk etmiş olan halkın eski yerlerine
dönmeleri ve buralarda yerleştirilmesini istenmiştir.
Ayrıca konar-göçer aşiretlerin, yaylak ve
kışlaklarına gidip gelirken, yerleşik halkın
ekinlerine zarar vermesi de iç karışıklığa neden olmuştur. Bu aşiretlerin,
yerleşik hayata uyum sağlayamamaları ve şekavete devam etmeleri, halkın
yerlerini terk
15 Tekeli, “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Günümüze
Nüfusun Zorunlu Yer Değiştirmesi
ve İskân Sorunu”,
s. 50
16 Ayrıntılı bilgi
ve hükümler için bkz. Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda
Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân
Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, s. 35.
etmelerine neden olmuştur. Devlet, asayişi sağlamak için tedbir
mahiyetinde, şekavete başlayan aşiretlerden bir kısmını sürgüne
göndermiştir. Bu dönemde,
Nevşehir ve Sivas’taki bazı kasaba ve köylere,
buraları ziraata de açma amacıyla başıboş aşiretler yerleştirilmiştir. Fakat bu aşiretlerin yüzünden,
Anadolu, yerlerini terk edip, yersiz kalan halk gruplarıyla dolmuştur17.
Devletin otoritesinin güçlü olduğu dönemlerde konar-göçerlerle ilgili küçük olaylar
dışında önemli bir hareketlilik görülmemekte, onlar için belirlenmiş kanunlar çerçevesinde konar-göçerler, normal bir hayat tarzı sürmekteydiler. Fakat devletin gücünün zayıfladığı dönemlerde konar-göçer
aşiretlerde eşkıyalık hareketleri görülmeye
başlamıştır. Özellikle yerleşik aşiret reislerinin faaliyetleri, civar
köylerde hâkimiyet kurmak, gelip
geçenlerden haraç almak olurken, konar-göçerlerin faaliyetleri ise devlete vergi vermemek, yerleşik ahalinin
ekinlerine zarar vermek, hayvan çalmak, tecavüz, kadın ve çocuk kaçırmaktır. Buna karşılık, yerleşik halk,
devletten ya koruma altına alınmalarını
ya da başka yerlere göç etmelerine müsaade verilmesini istemiştir. Devlet, ortaya çıkan bu asayişsizliği bitirmek
için, bazı tedbirler almıştır. Bunlardan biri ikna suretiyle veya kuvvet yoluyla isyanın bastırılmasıdır. Bu çözüm
geçici olacağından, en etkili çözüm,
konar-göçerlerin iskân edilmeleri ve nüfus sayımı, vergi ve askerlikle ilgili hükümlerin uygulanması olacaktır.
Tanzimat döneminde meydana gelen bu gelişmeler
içinde konar-göçerleri iskâna hazırlamak için, ilk olarak yaylak ve kışlaklar sınırlandırılmıştır. Daha sonraki yıllarda
aşiret mensupları, ikişer üçer hane şeklinde
Anadolu’nun çeşitli köylerine dağıtılarak iskân edilmişlerdir. İskân
edilenler, düzenli olarak kontrol
edilemedikleri için zaman zaman firar etmişler, dolayısıyla konar-göçer aşiretleri iskân etmek tam anlamıyla mümkün olamamıştır. Konar-göçerleri iskân etmenin zorluğu
anlaşılmış ve bu iş, 1845-1846’lı yıllara kadar çözülememiştir. Bu yıllarda aşiret beyliğinin tamamen
kaldırılması düşünülmüş ise de, böyle bir hareketin aşiret ile halk ya da aşiretin kendi içerisinde sorunlar doğuracağı
endişesiyle sadece, geçici olarak her
oymağa birer muhtar tayin edilerek, ancak aşiretler tam olarak iskân edilirse aşiret beyliklerinin lağvıyla
yeni müdürlüklerin kurulması benimsenmiştir. 1846 yılından sonra aşiretlerin şekavet hareketleri artmış, daha
fazla önlem alınması gerektiği kararlaştırılmış
ve bu surette Orta Anadolu’daki aşiretler münasip köylere üç-beş hane halinde
dağıtılarak iskân edilmiş,
devlet, bunların toprağa
bağlanmaları, ziraata
17 Halaçoğlu,
XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi s. 40 vd.
alışmaları için iki yıl elde ettikleri ürünlerden öşür vergisi almamış
ve vergilerin yerleşik
ahaliye nazaran daha az olmasını
kararlaştırmıştır. Bu gibi uygulamalarla 1848–1850 yılları arasında Afşar, Rişvan
ve diğer aşiretlerden toplam 6554 hane iskân
edilmiştir18.
İç iskân problemlerinden başka, önceleri yeni
fethedilen yerlere yapılan iskânın yerini, özellikle
XVII-XVIII yüzyıllarda, Osmanlı
Devleti’nde toprak kayıplarının başlamasıyla, dışarıdan gelen göçmen ve iskân sorunu almıştır. Devlet, topraklarını kaybederken, Balkanlar’da uluslaşma süreci
başlamış, bu şekilde birçok ulus devleti kurulmuştur.
Yeni bağımsızlığını elde eden bu devletler, nüfuslarını homojenleştirmek için, ülkelerinde nüfus ve toprak
yoğunluğu fazla olan Türk ve Müslüman unsurlardan kurtulmak istemiş ve
bu yönde, onlara, baskılar
yaparak, kitlesel göçlere
zorlamışlardır.
Osmanlı Devleti, küçülme
sürecine girdikten sonra, büyük bir
göç hareketi, Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra, 1789–1800 yılları
arasında, 500.000 Tatar’ın Osmanlı
topraklarına göç etmesiyle başlamıştır19. Çünkü bu tarih, Rusya’nın
Kazan’ı işgal etmesiyle, bu bölgedeki
düşman ve yabancı
unsurlar olarak nitelendirdiği, genellikle Osmanlılara bağlı Müslüman unsurları
imha amacıyla politikalar ürettiği tarihtir.
Rusya, 1768–1774 savaş yıllarında Kazan, Güney Volga, Kuzey Kafkasya ve Don havalisinde yaşayan Türk, Tatar ve
Moğollara karşı “ıslahat projesi” ismi altında
büyük bir tehcir siyaseti başlatmıştır20. Arka arkaya gelen
savaşlar yüzünden göçler de devam
etmiş, özellikle Kırım savaşı sonrasında, Osmanlı yoğun göç hareketine sahne olmuştur.
Bu göçlerin sebebi,
Rusya’nın Kırım ve Kafkaslara doğru yayılmacı bir politika izlemesi olmuştur. Bu bölgede yaşayan Türkleri, bölgeden uzaklaştırma ve yerine Hıristiyan Rus nüfusu yerleştirme
planları olan Rus Çarlığı, Kırım savaşından sonra,
kolonizasyon faaliyetlerine hız vermiştir. Bölgedeki halk, asimile olmamak için isyan çıkarmış, bunu fırsat bilen Ruslar,
bölge halkını sindirebilmek ve göç etmeleri için zorlamak adına şiddete
başvurmuştur. Bu bağlamda,
yerli halkın topraklarına el koymuş, aşırı
vergilerle de halkı bıktırmıştır21. Bu bölgede kıtlık baş göstermiş,
üstelik sadece ekonomik yıldırmanın haricinde, Türk nüfusunu asimile
edebilmek amacıyla
18 Abdullah Saydam, “Reformlar ve Engeller: Tanzimat Döneminde Aşiretlerin Yol Açtıkları Asayiş
Problemleri”, Osmanlı, C. IV, s. 180 v.d.
19 Tekeli, “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Günümüze
Nüfusun Zorunlu Yer Değiştirmesi ve İskân Sorunu”, s. 55.
20 Abdullah Saydam, Kırım ve Kafkas
Göçleri ( 1856-1876), Ankara, 1997, s. 63.
21 Hilmi BAYRAKTAR, “Kırım ve Kafkasya’dan Adana Vilayeti’ne Yapılan
Göç ve İskânlar (1869- 1907)”,
Türkiyat Araştırmaları Dergisi,
S.22, s. 407 vd.
yapılan kültürel yıldırmalardan kaynaklanan ağır baskılarla da, deniz kıyılarına, iskelelere ve limanlara
yakın yerlerdeki halk, mallarını değerinin
altında satarak, Osmanlı Devleti’ne iltica etmek zorunda
kalmıştır. Osmanlı Devleti, Rusların
baskıları sonucu topraklarına iltica
eden bu halkı, insani bir davranış olarak kabul etmiştir. Aynı zamanda,
devletin de ekonomik
kalkınmaya katkıda bulunacak, topraklarını şenlendirecek,
orduya katacak nüfusa ihtiyacı olduğu için de, bu göçleri kabullenmiştir. Yine bu dönemde,
Osmanlı hükümeti, yabancı
göçünü teşvik eden bir kanunname hazırlatmıştır. Hem Kırım hem de
Kafkasya’dan başlayan göçlerin en yoğun dönemleri 1856–1857, 1860–1862 ve 1864–1865 yılları arasında olmuştur.
Özellikle 1860–1862 yılları arasında Kırım üzerinden Osmanlı topraklarına göç edenlerin sayısı 369.028 olarak ifade edilmiştir22.
1860’lardan sonra yine Rusya’nın genişleme
politikasıyla, Kafkaslar’dan da göçler başlamıştır. Bu bölgedeki, Çerkes ve
Abazalar, Ruslara karşı direnmişse de,
Osmanlı topraklarına az sayıda başlayan
göçler, daha sonra kitlesel
hale gelmiştir. Çerkesler, Rusya’nın boyunduruğu altında
kalmaktansa, Osmanlı topraklarına göç etmeyi tercih
etmiştir. Aslında, bu tercihlerinin en büyük nedeni, Rusların sindirme ve yok etme politikalarının yanında, Osmanlı
Devleti’nin çekici ve özendirici gücü de olmuştur.
Yani Çerkes göçü, hem dışsal fiziki baskının sonucu, hem de Çerkeslerin Müslüman
yönetimlerin olduğu ülkelere
giderek kültürel ve dini varlıklarını ve onurlarını korumaya
yönelik kararlılıklarının bir sonucu olmuştur23. Rusya ve Çerkes bakış açısının yanında, Osmanlı Devleti
açısından da hem padişah, halife sıfatıyla tüm
Müslümanları koruma altına alma sorumluluğunu üstlenmiş, hem de büyük oranda Müslüman nüfus kazanma fırsatına sahip olmuştur. Her ne kadar, Osmanlı Devleti, göçü teşvik etse de dönemin İngiliz diplomatları tarafından
yazılan raporlarda, Osmanlı Devleti’nin, bu göçmenlerin iskân yükünü
cömertçe, fakat acele ile kabul ettiği ifade edilmiştir. Osmanlı Devleti, belki de, bu derece yoğun olacağını
bilmediği için göçü teşvik etmiş, Trabzon’a yığılan
çok sayıda göçmen için iskân planı mevcut olmadığından, Rusya hükümetinden göç hareketini yavaşlatmasını istemek zorunda
22 Saydam, Kırım ve Kafkas Göçleri, s. 65 vd.
23 Kemal H. Karpat, “Avrupalı
Egemenliğinde Müslümanların Konumu Çerkeslerin Sürgünü
ve Suriye’deki İsyanı”, Çerkeslerin Sürgünü, 21 Mayıs 1864,
Tebliğler, Belgeler, Makaleler, Ankara, 2001, s.84.
kalmıştır24. Göçlerin önü alınamamış, fakat bu göçlerle
Osmanlı Devleti, hem Müslüman bir nüfus, hem de ordusuna
katabilecek, savaş kabiliyetleri iyi olan Çerkesleri kabul etmiştir. Osmanlı
Devleti, Kafkaslardan gelen Müslüman, Türk ve
Adige boylarını, hiçbir ayrıma
tabii tutmadan Kafkas veya Çerkes muhaciri
olarak adlandırmıştır25.
Rusya ve Osmanlı
Devleti arasında yapılan
Paris antlaşması uyarınca,
göçmenlerin gemilerle taşınma işinde, silahları sökülmüş savaş
gemilerinin kullanılması kararlaştırılmıştır. Göçmenler
öncelikle Trabzon ve Samsun limanlarına indirilmiş, buralarda yapılan gıda ve sağlık yardımlarının yetersiz olması, temizliklerine önem verilmemesi, çok kalabalık gruplar olmaları dolayısıyla,
göçmenlerin yaklaşık yüzde ellisi çiçek ve tifüs gibi salgın hastalıklardan dolayı hayatlarını kaybetmişlerdir. Osmanlı devleti, limanlardaki yığılmaları, dolayısıyla ortaya çıkacak bir kargaşayı, önleyebilmek için göçmenlerin bir kısmını,
daha sonra batıya ve kuzeye dağıtmak üzere
iç bölgelere ve İstanbul’a göndermiştir. Fakat İstanbul, bu göçmenlerin süresiz
ikametlerini sağlayacak güçte değildi. Merkezi
yönetim, Trabzon’dan İstanbul’a göçmen gönderilmemesi istenmiş, fakat Trabzon’un da mali
kaynakları tükendiği için, göçmenler, gemilerle başka bölgelere taşınmıştır26.
Kafkasya göçmenleri, Osmanlı topraklarına göç etmeye
başladığı zaman, geçici olarak bazı bölgelere yerleştirmiş, özellikle Rumeli’de iskânları
sağlanmıştır. 1864 yılında
Tuna nehri boyunca
yaklaşık 200.000 aile yerleştirilmiştir. Rumeli’ye
yerleştirilen göçmenlerin ihtiyaçlarını gidermek için ise, o bölgedeki
köylüler yükümlü olmuşlardır.
Çerkeslerin kendilerini savaşçı olarak kabul ettikleri ve toprağa bağlanıp tarım yapmamaları, devleti ve halkı
ekonomik olarak zor bir duruma sokmuştur. Devlet, boş olan yerlerin
üretime açılması için nüfus beklerken, tüketici bir halkla
karşılaşmıştır. Halk ise, Çerkesler tarafından yağmalanan ürünlerden
dolayı şikâyetçi olmuştur. Uyum
sağlayamayan Çerkesler, zamanla yoksulluk çekmeye başlayınca, zorla da olsa tarıma dönmüşlerdir. Çerkeslerin
çoğu padişaha ait arazilere yerleştirilmiştir27. Yerleşikler ve sonradan gelenlerin çatıştıkları bir ortamda,
zaman geçtikçe uyum
24 Cahit Tutum, “1864 Göçü İle İlgili Bazı Belgeler”, Çerkeslerin Sürgünü, 21 Mayıs 1864, Tebliğler, Belgeler, Makaleler,
Ankara, 2001 s. 12.
25 Bayraktar,
“Kırım ve Kafkasya’dan Adana Vilayeti’ne Yapılan
Göç ve İskânlar”, s. 411.
26 Marc Pinson, “Kırım
Savaşı’ndan Sonra Osmanlılar Tarafından Çerkeslerin Rumeli’ne
İskânı”,
Çerkeslerin Sürgünü
21 Mayıs 1864, Tebliğler, Belgeler,
Makaleler, Ankara, 2001, s. 54.
27 Pinson, “Kırım Savaşı’ndan Sonra Osmanlılar Tarafından Çerkeslerin Rumeli’ne İskânı”,
s. 61.
sağlayan göçmenler, en çok da Rus yanlısı kabul ettikleri Slav kökenli
Hıristiyanlarla sorun yaşamıştır28.
Osmanlı Devleti, elinde bulunduğu topraklarda hem
nüfus yoğunluğu artırmak, hem de buraları toprağın
ekilip biçilmesini sağlayarak, buraları şenlendirmeye çalışmıştır. Bu düşüncelerle iskâna
açtığı bölgelerden birisi de Bingazi’dir. Devlet, Bingazi’yi
elinden çıkarmamak ve bu bölgede
tarımsal kalkınma sağlama amacıyla buraya
Çerkes göçmenleri yerleştirmeyi düşünmüştür. Bu bölge, çok verimli arazilerin ve zeytinliklerin bulunduğu bir yer
olmasına rağmen, bu bölgedeki Arap
aşiretleri, göçebe bir hayatı tercih
etmiş ve bu arazileri işlememiştir. Bundan dolayı, bu bölge boş ve harap kalmıştır. Bölgenin kalkınmasını
düşünen ve bu kalkınmanın olabilmesi için insan
unsurunun önemini bilen devlet, Kafkasya göçmenlerini, bu bölgeye yerleştirmeyi düşünmüştür. Trablusgarp valisi, göçmenleri bu bölgeye yerleştirme isteğini, göçmenlerin bu bölgede zeytin tanelerini toplayıp,
yağ çıkarma işine ve ziraata
alıştırılmaları, dolayısıyla asıl maksat olan memleketin kalkınması ve gelen göçmenlerin ziraattaki gayretlerini görerek,
bu bölgedeki Arap aşiretlerinin de tembellikten
kurtularak çalışacakları şeklinde açıklamıştır. Bu istek, Çerkez ve Nogay kafilelerinin, Anadolu’ya yerleştirildiği
gerekçesiyle reddedilmiştir. 1862 yılında, 1000– 1500 Kafkas göçmeninin Bingazi’ye gönderilmesi, gündeme
gelmişse de, bütün teşviklere rağmen,
göçmenlerin geldikleri bölgenin
iklimi, yerleşecekleri yerin ikliminden çok farklı olduğu ve sıcak iklime dayanamayacakları gerekçesiyle, bu bölgeye
bir türlü göçmen
gönderilememiştir29.
1860 yılından itibaren beş yıl içerisinde, Osmanlı
topraklarına binlerce kişi göç etmiştir.
Göç edenler, Bingazi’nin iklimine alışamayacaklarından, öncelikle, limanlara yakınlığından dolayı, Trabzon, Samsun ve Sinop ve Sivas civarında iskân edilmişlerdir30.
Ayrıca, mesafenin uzak oluşu ve ekonomik sıkıntı sebebiyle de iskân yerleri
bu şekilde belirlenmiştir. Bu iskân yerleri,
daha sonraları güvenlik
için ve Rusya’nın isteğiyle Anadolu’nun içlerine doğru değişmiştir.
28 Karpat, “Avrupalı Egemenliğinde Müslümanların Konumu Çerkeslerin Sürgünü ve Suriye’deki İsyanı”, s.85.
29 Ali Osman Çınar, “Bingazi’de Tarımsal Kalkınma Amaçlı Göçmen İskânı (1851-1904)”, Yakın Dönem
Türkiye Araştırmaları, S.6, İstanbul, 2004, s. 20.
30 Çınar, Bingazi’de Tarımsal
Kalkınma Amaçlı Göçmen
İskânı s. 33, Tekeli, Osmanlı
İmparatorluğu’ndan Günümüze Nüfusun
Zorunlu Yer Değiştirmesi ve İskân Sorunu”,
s. 56.
Kafkaslardan gelen Çerkes göçmenleri, Osmanlı
topraklarına geldikleri zaman kendilerine
maaş tahsis edilmesini istemişlerdir. Fakat bunun sonradan gelecek olanlara örnek teşkil edeceği
ve dolayısıyla hazineye
yük olacağı düşüncesiyle kabul görmemiştir.
Devlet, hem muhacirleri rahata erdirmek, hem de boş arazilerin imarını yapmak için gelenlere miri araziden toprak
vermek, ev ve araç-gereç konusunda yardım etmek
ve 4-5 yıl vergiden muaf tutmak gibi teklifler getirmiş, nihayetinde Rumeli’den başka bir kısım Çerkes muhacir de,
Bursa’da iskân edilmiştir31. Nihayetinde,
1862– 1870 yılları arasında gelen Çerkes göçmenlerin sayısı 1,2–2 milyon civarında olmuştur32. Büyük çoğunluğu deniz yoluyla, bir kısmı ise kara yoluyla
gelen göçmenlerden 400.000’den fazla nüfus, Rumeli’ye
yerleştirilmiştir. 1877–1878 Osmanlı- Rus Harbi ise Çerkes ve diğer
göçmenlerin tekrar yerlerinden edilmelerine sebep olmuştur.
Osmanlı-Rus Harbi’nin ayrıntılarına girmeden, sadece Rusya’nın
Balkanlar’da pan-Ortodoks, pan-Slav
politikalarının gereği olan Müslümanları temizleme çabası dolayısıyla, bir bir
bağımsızlığa adım atan devletler bünyesindeki Müslümanlar, bu kere de yığın yığın
Anadolu’ya ve Osmanlı Devleti’nin elinde kalan
topraklara doğru göçe zorlanmışlardır. Bu tarihlerde başlayan Müslüman
direnişi ve bu Müslümanların Osmanlı
topraklarına göç edişi, II. Abdulhamid’in pan-İslamist propagandasıyla
bağlantılı olarak açıklansa da, aslında Çerkeslerin emperyalizme karşı kendi mücadeleleri ile olmuştur33.
Osmanlı- Rus harbinden
sonra, Osmanlı Devleti’ne göç edenler, sadece Çerkesler
olmamış, Kars, Ardahan ve Batum’un da Ruslar tarafından işgaliyle birlikte, bu bölgedeki
Gürcü Müslüman ve Lazlar da Osmanlı’nın elinde kalan topraklarına gelmişlerdir. Yaklaşık 32.000 kişi Laz,
Trabzon’a yerleştirilirken, gelen Çerkesler ise İstanbul-Üsküdar’daki barınaklara yerleştirilmişlerdir34. Anadolu’daki nüfusları yaklaşık olarak
600.000 olan Kafkas
göçmenleri, çoğunlukla Amasya,
Tokat, Sivas,
31 Saydam, Kırım ve Kafkas Göçleri, s. 96.
32 Karpat, “Avrupalı Egemenliğinde Müslümanların Konumu Çerkeslerin Sürgünü
ve Suriye’deki İsyanı”, s. 84
33 Yazarın ifadesine
göre, Pan-İslamizmi başlatan
padişah değildir. Padişah,
yeni ve birleştirici bir ideoloji
oluşturmak, ulusun kültürel
bütünlüğünü korumak için önderlik yapmak ve Müslümanların politik özgürlüğünü sağlamak için Müslüman kitlelerden gelen olağanüstü baskılar sonucu, bu yolu seçmeye
zorlanmıştır. Gerçekte önce Kafkasya’dan, sonra Balkanlar’dan göç eden
Çerkeslerin kendi kararlılıkları,
kültürel ve politik bütünlüklerini koruma çabaları bağlamında incelenmelidir.
Çünkü bu göçler, sadece padişahın iradesinde olmamıştır. Karpat, “Avrupalı
Egemenliğinde Müslümanların Konumu Çerkeslerin Sürgünü
ve Suriye’deki İsyanı”,s. 88.
34 Karpat, “Avrupalı
Egemenliğinde Müslümanların Konumu Çerkeslerin Sürgünü
ve Suriye’deki İsyanı”,s. 89
Çankırı, Adana, Aydın, İçel, Bursa, Adapazarı, İzmit ve havalisine ve
hatta Halep, Şam ve Amman’a gönderilerek, buralarda
iskân edilmişlerdir35.
1896 yılında Girit’te başlayan isyanın ardından
meydana gelen siyasi buhranda, özellikle İngiltere
ve Fransa, Osmanlı
Devleti’nin toprak bütünlüğünü korumak yönünde
politika yürütmüşlerdir. Rusya ve İtalya’nın tavrı da diğer iki devletten
farklı değildi36. Fakat bu
görüntünün arkasında bu devletlerin asıl tavrı, adanın Yunanistan’a ilhakını sağlamak için her türlü gayretin
gösterilmesi olmuştur. Girit Valiliği’ne Yunan
Prensi George’un tayin edilmesi de bu gayretlerin göstergesi olmuştur37. İlerleyen
zamanlarda Rumlar tarafından yapılan kötü muamelelere karşın, Girit’teki Müslümanlar, güvenlikleri için sahildeki
şehirlere göç etmişler, Osmanlı Devleti’nden
gelen yardımlarla hayatlarını sürdürmeye çalışmışlardır. Can güvenliği olmayan
Müslüman Türkler, Anadolu’ya göç etmeye başlamışlardır. Anadolu’ya gelen Girit göçmenleri de çeşitli vilayetlere iskân edilmişlerdir38.
Bulgaristan ve Romanya’nın bağımsızlıklarından sonra da, Türk ve Müslümanlara
yıldırma ve kaçırma politikaları güdülmüş, Balkan Savaşları’ndan sonra ise artık
önü alınamaz bir nüfus hareketliliği başlamıştır.
İttihat ve Terakki dönemine rastlayan yıllar, Balkan
Savaşları sonucu başlayan yoğun
göçlerin yaşandığı yıllar olmuştur. Müslüman çoğunluğun, Balkanlar’dan göç ettirilmeye çalışılması, Anadolu topraklarından da gayrimüslimlerin çıkarılmasını gerektirmişti. Çünkü
Balkanlar’daki devletler, homojen bir nüfus oluşturmak adına, içlerindeki azınlıkları temizlemeye
çalışıyorlardı. Aynı durum, elbette Anadolu için de geçerli olacaktı. Bu dönemde mübadele fikri ortaya çıkmış, 1913
yılında Bulgaristan ve Yunanistan’la
yapılan mübadele antlaşmalarının, Türk tarafı açısından kabulü, nüfusun homojenleştirilmesi ile ilgili olmuştur.
Bu dönemde, I. Dünya Savaşı’nın da başlaması
üzerine mübadele işleri yarım kalmış,
uygulanamamıştır. Yine de Balkanlar’da kalamayıp, Anadolu’ya gelen göçmenler
için, devlet sınırları içerisinde ciddi bir iskân politikasının yürütülmesi gerekmiştir39. Öyle ki Balkanlar’dan savaş sonrasında 1912-
35 Eren, Türkiye’de
Göç ve Göçmen Meseleleri, s. 75
36 A. Nükhet Adıyeke, “Osmanlı
Kaynaklarına Göre Türk- Yunan İlişkilerinde Girit Sorunu (1896)”,
Çağdaş Türkiye
Tarihi Araştırmaları Dergisi, C. 1, S.3, İzmir,
1993, s. 342.
37 Tahmiscizade
Mehmed Macid, Girit Hatıraları, (Yayına Hazırlayan: İsmet Miroğlu-İlhan Şahin),
İstanbul, 1977, s. 22.
38 Ayrıntılı bilgi için bkz. A. Nükhet Adıyeke,
Osmanlı İmparatorluğu ve Girit Bunalımı (1896-1908), Ankara, 2000.
39 Fuat Dündar,
İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân
Politikası, İstanbul,
2008, s. 67.
1920 yılları arasında, 413.922 kişi Anadolu’ya göç etmiş, 1921-1926
yılları arasında da Yunanistan’la
yapılan mübadele antlaşması gereğince 398.849 kişi ki toplam 812.771 kişi Anadolu’ya gönderilmiştir. Gelen
göçmenler arasında özellikle Türkler, Arnavutlar ve Boşnaklar, en önemli unsurlardır. Birbirlerinden farklı etnik
gruplar olsalar da din çerçevesinde
ortak payda bulmuşlardır40. Daha önce gelen göçmenler, nüfusa, etnik kökenleri
belirtilmeksizin Müslüman olarak kaydedilmişse de İttihat ve Terakki döneminde, bu konuda farklı
uygulamalar takip edilmiştir. Yapılan gizli sayımlara, Müslüman unsurlar, kimliklerine göre, Müslüman
muhacir ve mültecilerin sevk ve iskânında
kullanılmak üzere ayrıştırılmışlardır41. Bu dönemde Türkler,
hükümetçe, Türk nüfusunun azaldığı
ve aksine Rum nüfusunun çoğaldığı bölgeleri takviye etmek ve dolayısıyla herhangi bir savaş durumunda askeri açıdan
kendi kendilerine yetmeleri amacıyla çoğunlukla İzmir, Edirne, Adana ve Karesi’ye
yerleştirilmişlerdir. Ayrıca Gelibolu, Ayvalık ve Edremit gibi yerler de Rum nüfusun fazla olduğu
yerler olduğu için burada da nüfus
dengesini lehine çevirmek amacıyla Rumeli’den gelen göçmenler için belli başlı iskân bölgeleriydi.
Arnavutlar için ise tedbir mahiyetinde, özellikle İzmir ve İstanbul gibi bazı vilayetlere iskânları yasaklanmış, ayrıca dağıtılarak iskân edilmeleri
uygun görülmüştür. Boşnaklar için, Arnavutlara uygulanan yöntem kısmen uygulanmış, yasak bölge konulmamıştır.
Ayrıca Kavala ve Drama’dan gelen yoğun Çingene
nüfus için ise, önceleri Müslüman olanlar kabul edilirken, diğerleri sınır dışı edilmiş,
1917 yılından sonra
da Çingene sevkiyatının durdurulması istenmiştir42.
2. Osmanlı Devleti’nin İskân Metodları ve Uygulamaları
Osmanlı Devleti, cihat ve gaza anlayışıyla yaptığı
fetihlerden sonra, bu topraklardaki ve Anadolu’daki halkı kaynaştırmak, boş olan yerleri
şenlendirmek, devletin
güvenliğini sağlamak için çeşitli yöntemler kullanmıştır. İlk fetihlerle
birlikte, yeni fethedilen yerlere, öncelikle
Yörük taifelerini yerleştirmek suretiyle başlayan Osmanlı iskân politikası, zamanla daha
sistemli bir hale gelmiştir. Osmanlı Devleti, bir yandan Anadolu’dan Rumeli’ye gönüllüleri ve bazı konar-göçer aşiretleri
yerleştirirken,
40 H. Yıldırım Ağanoğlu, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Balkanlar’ın Makus Talihi
Göç, İstanbul, 2001 s. 94.
41 Dündar, İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân
Politikası, s. 84.
42 Ağanoğlu, Osmanlı’dan
Cumhuriyet’e Balkanlar’ın Makus Talihi Göç,
s. 108.
bir yandan da yeni fethettikleri yerler halkından özellikle tüccar ve
san’at erbabı olan bir kısım Hıristiyanları da Anadolu’ya getirmek suretiyle
iskân etmiştir 43.
Osmanlı Devleti’nin, iskân politikasında en çok kullandığı yöntem, sürgün yöntemi olmuş ve bu yöntemi
kurumsallaştırmıştır. Merkezden, kadılara gönderilen hükümlerle çıkarılan sürgün,
devletin muafiyet tanıdığı
yerlerde uygulanmaktadır. Sürgün çıkarılacak haneler,
sürgünün amacına uygun olarak, kent veya köylerdeki hanelerin beş ya da onda biri oranı olarak belirlenmektedir. Kentlerden olacak sürgünlerde, her meslek grubunun temsil
edilmesi istenmektedir. Çıkarılan sürgünlerin
hayvanlarını ve her türlü üretim aracını birlikte götürmesi
istenmektedir. Bu nedenle götürecekleri
üretim araçları deftere kaydedilmektedir. Sanat erbabı seçilirken, bunların, gittikleri yerlerde iş yapabilecek yaşta
ve fiziki güçte olmasına dikkat edilmektedir.
Kentten nakledilenlerin, taşınmaz
malları olduğu için, bu mallar müzayede ile satılmaktadır.
Yoldan kaçanlar ise cezalandırılmakta, yerleştirildikleri alanlarda ise iki yıl her türlü vergi ve angaryadan muaf
olmaktadırlar. Konar-göçer aşiretlerde sürgün
uygulaması, tüm aşiretin nakledilmesi şeklinde olmuştur44. Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde daha
çok yeni fetih yapılan yerlere imar, iskân ve güvenlik politikası gereğince Müslim veya gayr-i Müslim halkın
yerleştirilmesi olarak başlayan sürgün; zaman
içinde ve özellikle 19.yüzyılda bir ceza ve muhalifleri sindirme politikası
olarak kullanılan, başvurulan bir devlet politikası
haline gelmiştir45.
Yerleştirilmeye çalışılan konar-göçerler, Anadolu'da batıdan doğuya doğru Yörük, Türkmen ve Kürt aşiretleridir. Bunlardan başka, güneyde
Arap aşiretleri bulunmaktadır. Aşiretlerin iskânı işiyle,
sancakbeyi ya da valinin başkanlığında iskân
beyleri, kethüdaları, iskân başı, alaybeyleri, kadı, defterdar, iskân
mübaşiri sulama ve benzeri yapım
işleri varsa mimardan oluşan bir komisyon ilgilenmektedir. Yerleştirilen aşiretler
ve nasıl yerleştirildikleri hakkında düzenlenen iskân defterleri, İstanbul'a gönderilmektedir. Arap aşiretlerinin iskânından da çöl beyliği
sorumlu olmaktadır. Bu dönemde iskân faaliyetlerinin belli yörelerde yoğunlaştırdığı görülmektedir. Bunlar;
Kütahya-Aydın yöresi, Konya-Karaman yöresi, Silifke Antalya arası, Ankara-Nevşehir
43 Mehmet İnbaşı, “Yeni
Belgelerin Işığında Rumeli
Yörükleri”, Osmanlı, c. IV, s.152.
44 Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı
İmparatorluğu’nda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, C. 11, N.1-4, Ekim1940-Temmuz 1950, s. 524 vd.
45 Abdullah Acehan,
“Osmanlı Devleti’nin Sürgün Politikası ve Sürgün Yerleri”,
The Journal of International Social Research, V. 1/5, Fall 2008,
s. 27.
yöresi, Sivas-Erzurum yöresi,
Çukurova, Diyarbekir-Malatya, Rakka-Halep, Hama- Humus yöreleri
ve Kıbrıs'tır. Bu iskân faaliyetleri yapılmış, fakat konar-göçerleri memnun etmek o kadar kolay olmamıştır. Yerleştirildikleri
yerleri beğenmeyenler ya da gittikleri yerlerdeki kötü şartlar (verimsiz
ve yetersiz topraklar
ve sıtma alanları)
yüzünden firar olayları
olmuş, devlet bunlara
karşı, tedbirler almış, yolları tutmuş yerlerinde
kalmaya zorlamıştır. Bunun yanında özendirici yöntemler de deneyerek ilk giden aşiret mensuplarına en iyi topraklar verilmiştir46.
Tanzimat döneminde başlayan iskân hareketleri, daha
dikkatli yürütülmüştür. Aşiret reislerine, bulundukları eyalet valisi
tarafından, birer mühür verilerek, aşiret mensubu
hiçbir şahsın, izinsiz olarak başka bir yere gitmemesi sağlanmıştır. Ayrıca, eyalet müşirlerinin nezareti altında olmak üzere, aşiretler, müstakil bir muhassıllık haline getirilmiş, yaylak-kışlak meselesi de bu dönemde düzenlenmiştir. İskâna muhalefet
edenlere, kuvvet kullanılması, yerleşecek olanlara da, köyler tesis etmeleri ve ziraatla meşgul olmaları şartıyla,
toprak tahsis edilmesi
kararlaştırılmıştır. Ayrıca Tanzimat
döneminde de, bazı bölgelerde derebeyi gibi bulunup,
devletin emirlerini dinlemeyenlerin ıslahı ve iskânları
yapılmıştır. Bu kişiler,
özellikle bulundukları alandan
uzak yerlere nakledilmişlerdir47.
Dışarıdan gelenlerin iskânında
da farklı uygulamalar görülmektedir. Kırım Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devleti’ne gelen
muhacirler sayıca beklenenin üzerinde olmuştur.
Devletin hazinesi bu muhacirlerin barınma,
iaşe ve diğer ihtiyaçlarını karşılayacak durumda olmadığından, devlet
bazı önlemler almak mecburiyetindedir. Bu dönemde
gelen muhacirlerden öncelikle Osmanlı Devleti’ne tabi olmayı kabul edenler iskân edilmiş, bunların pasaportları taşra
yöneticileri aracılığıyla toplanıp, Muhacirin
Komisyonu’na gönderilmiş ve
kendilerine yapılan arazi, hayvan, malzeme ve diğer yardımlar için senetler alınmıştır. Devletin bunu yapmaktaki
amacı ise, yerleşmekten vazgeçip,
asıl memleketlerine dönmek isteyenlerden verilen malzemenin bedelinin geri alınması
olmuştur. Ayrıca, savaş sırasında bütün mal ve emlakini terk ederek gelenlere
46 Tekeli, “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Günümüze Nüfusun Zorunlu
Yer Değiştirmesi ve İskân Sorunu”s. 53
47 Halaçoğlu,
XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, s. 7 vd.
daha fazla yardım yapılırken, malını elden çıkararak
gelenlere daha az yardım yapmıştır48.
1828–1829 yıllarında Rus saldırılarından kaçan Kırım
Tatarları, Osmanlı Devleti tarafından tekrar ele geçirilince, Dobruca’ya sevk edilmişti. Çünkü Dobruca, hem ekonomik,
hem de askeri anlamda seçilmesi gereken iskân bölgelerinden biri olmuştur. 1854–1856 ve 1877–1878 Osmanlı-Rus
savaşlarında zarar gören Dobruca’dan, 1923 yılından
sonra da Anadolu’ya doğru göçler başlamıştır. 1856 yılında Rus tahriklerine dayanamayıp, göç eden Kırım Tatarlarının
ilk kafilesi de Dobruca’da iskân edilmiştir.
Gelen muhacirlerin iskân esaslarını belirlemek için hazırlanan bir talimatnamede, muhacirlerin, din ve mezheplerine
bakılmaksızın, ekonomik güçleri yerine gelinceye kadar on yıl aşar ve diğer vergilerden, yirmi beş yıl da
askerlikten muaf tutulması, bunlara
uygun ölçüde suyu mevcut, nehir veya denize yakın boş ve verimli arazi tahsis edilerek, birbirine yakın köyler teşkil
edileceği, bunun için Dobruca’da yeterli arazinin mevcut olduğu ve arazi
sahiplerine tapularının ücretsiz
dağıtılacağı, tertip edilecek
köylerde, yerleştirilecek göçmenlerden zengin olanların evlerini
kendilerinin yapacağı, parası
olmayanlar için ise devletçe ev yaptırılacağı, gerekli malzemenin ise komşuluk yardımı
şeklinde halktan karşılanacağı belirtilmiştir49.
Çerkesler’in, 1863–1864 yıllarında Rusya’ya karşı
kesin yenilgilerinden sonra başlayan göçleri,
aralıklarla devam etmiş, Osmanlı Devleti,
Çerkesler’in iskânında denge unsurunu göz önüne almıştır. Bir
kısmını, Balkanlar’a yerleştirerek, bu bölgede, onların savaşçı özelliklerinden de faydalanarak, ordu gücünü
artırmış, bir kısmını ise Anadolu’da
Samsun, Amasya, Tokat, Sivas, Maraş, Çukurova, Suriye ve Ürdün hattı boyunca yerleştirerek, Rum ve Ermenilere
karşı denge oluşturmak istemiştir50. Ayrıca, hem yerleşik kırsal nüfusu ve çölün kenarındaki kasabaları tehdit eden ve Hicaz demiryolu
için ciddi bir tehlike olan göçebe Arap, Türkmen ve Kürt aşiretlerini kontrol etmek için, hem de aşiretlerin otlak olarak kullandıkları verimli arazileri tarıma açmak
48 Saydam, Kırım ve Kafkas Göçleri, s. 99.
49 Talimatnamenin ayrıntısı
için bkz. Saydam, Kırım ve Kafkas Göçleri, s. 119 vd. Ayrıca bkz. Abdullah Saydam, “Tanzimat Devrinde Dobruca’da
İskân Faaliyetleri”, Ondokuz Mayıs
Üniversitesi Dergisi, S.7, Samsun, 1992, s. 199 vd.
50 Yaşar Bağ, “Çerkeslerin Dramı, İşgal, Soykırım, Sürgün ve Göç”, Çerkeslerin Sürgünü, 21
Mayıs 1864, Tebliğler, Belgeler, Makaleler, Ankara, 2001 s. 215
amacıyla Çerkesleri kullanmak istemiş, bu bölgelerdeki aşiretlerin
arasına Çerkesleri yerleştirmiştir51.
1877–1878 Osmanlı Rus Savaşı'ndan sonra da, Rumeli’ye
yerleşmiş Tatarlar, Anadolu'ya
göçmüşler, İstanbul, İzmir, İzmit, Bandırma, İnegöl, Eskişehir ile Eskişehir- Ankara-Konya üçgeni içindeki
köylere yerleşmişlerdir52.
Osmanlı- Rus Harbi sonrasında Kırım’dan gelecek
aileler için İngilizler, bu ailelerin öncelikle Erzurum, Van ve
Hakkâri’ye toplu olarak yerleştirilmelerini istemiş, fakat Osmanlı Devleti toplu iskânı, hem ekonomik zorluk
doğuracağı, hem güvenlik ve hem de
olası gruplaşmaların topluma uyumu engelleyeceği düşüncesiyle istememiştir. Ayrıca bunlar için, Lübnan tarafları
düşünülmüşse de buna da Fransa ve İtalya karşı
çıkmıştır. Tüm bu sebeplerle, bu göçmenler, Rumeli, Suriye ve
Anadolu’daki çeşitli vilayetlerde
iskân edilmişlerdir. Göçmenlerin Anadolu’da yerleştirildikleri vilayetlerden biri, o dönem nüfus olarak yoğun
olmayan, limanlardan dolayı, ulaşımı kolay olan ve önemli tarım merkezlerinden olan Adana vilayetidir. Osmanlı
Devleti, gelen muhacirleri buraya iskân ederken, tarım istihsalinin arttırılması amacını gütmüştür53.
1877–1878 Osmanlı- Rus Harbi’den sonra Osmanlı
Devleti’nde iskân, en çok tarım alanında
kalkınma amaçlı düşünülmüştür. Bu dönemde, göçmenlere devletin gelirlerini
artıracak bir unsur olarak bakılmıştır. Bir başka boyutta ise, askeri sınıfı Müslümanlardan oluşan bir ordu için,
Müslüman göçmenler, büyük bir kaynak olarak görülmüştür.
Ayrıca, işin dini boyutunda da,
Müslüman nüfusun artmasıyla, ulusal- dinsel ayrılıkçı
unsurların önünün kesilebileceği düşünülmüştür54.
Girit’te başlayan Rum isyanları, Müslümanlara yapılan
kötü muameleler, çok sayıda Giritli
Müslüman’ın, Osmanlı Devleti topraklarına göç etmesine neden olmuştur. 1896 yılından itibaren başlayan göçler,
1898 yılında her hafta yüzer kişinin göçüyle,
artarak devam etmiştir.
Aslında Osmanlı Devleti,
Girit’teki Müslümanların göç etmesine
engel olmaya çalışmış, bu yüzden de bulundukları yerde yardım göndermeye çalışmıştır. Hatta gelenler, geri döndürülmeye çalışılmıştır. Bütün bunlara rağmen başlayan göçler
ve bu göçmenlerin yerleştirilmesi ve iaşelerinin sağlanması, yine devleti
51 Karpat, “Avrupalı Egemenliğinde Müslümanların Konumu Çerkeslerin Sürgünü ve Suriye’deki İsyanı”, s. 97.
52 Tekeli, “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Günümüze
Nüfusun Zorunlu Yer Değiştirmesi ve İskân Sorunu”, s. 56.
53 Bayraktar,
“Kırım ve Kafkasya’dan Adana Vilayeti’ne Yapılan Göç ve İskânlar”, s. 407 vd.
54 Çınar, “Bingazi’de Tarımsal
Kalkınma Amaçlı Göçmen İskânı”, s. 26.
zor durumda bırakmıştır. Devlet, tüm vilayet merkezlerine birer beyanname
göndererek, göçmenlerin yerleştirilmeleri ile ilgili gerekli
önlemlerin alınmasını bildirmiştir. Öncellikle İzmir’e gelen Giritli göçmenler, buraya uyum
gösterememiş, bu göçmenler, sefalet
çekmemeleri için Adana, Konya, Ankara, Halep, Beyrut, Suriye vilayetleriyle Bingazi
ve Karahisar-ı Sahib sancakları tahsis
olunmuştur55.
Anadolu dışında, özellikle
Bingazi bölgesini kalkındırmak isteyen Osmanlı Devleti,
bu bölgelere gidecek olan göçmenlere, çeşitli kolaylıklar sağlamıştır. Girit taraflarından
gelmeye istekli olan göçmenlerden ev, dükkân inşa edecekler için, ücretsiz arsa verilmesi ve inşa edecekleri binalar için de 10 yıl emlak vergisi
alınmaması kararlaştırılmıştır.
Girit isyanı sonrasında ilk olarak, Anadolu’ya kaçan 3000’i aşan Girit göçmeni, kendi iradeleriyle İzmir ve
Aydın vilayetlerine yerleşmişler, fakat devam eden göçler sonucu, hükümet, göçmenlerin sıkıntılarını hafifletmek
için, köyler inşa etmek üzere, Fırat nehri kıyılarında havası hoş, verimli
arazisi olan yerler temin etmeye çalışmıştır.
Sivas, Trabzon, Ankara, Mamuretü’l-aziz, Bitlis, Erzurum ve Van iskân için uygun olan vilayetlerdir. Göçmenler, uygun
görülen yerlere iskân edilmeye başladıkları andan
itibaren iki yıl, emlak ve temettü vergilerinden, ayrıca malzemeler için gümrük vergilerinden muaf tutulmuş, bir an önce
ev yapımına başlanmıştır. Hatta
bunlar için inşa edilecek iki odadan ibaret göçmen evlerinin
resimleri önce padişaha,
sonra Muhacirin Komisyonu’na ve göçmen gönderilen vilayetlere gönderilmiştir. 1904 yılında, 5000 kadar Girit göçmeni de Bingazi’de iskân edilmiştir. Devlet,
Kafkas göçmenlerini bu bölgeye
yerleştirememiş, fakat Girit göçmenleri kendi istekleriyle, bu bölgeye yerleşmiştir. Göçmenlerin
hayatlarını kolaylaştırmak ve üretici hale gelmelerini sağlayabilmek için,
diğer göçmenler gibi göç tarihlerinden itibaren 6 yıl askerlikten muaf
tutulmuş, kendilerine verilen arsa ve emlâkın 10 sene geçmeden
satılmasının uygun olmadığına karar verilmiştir56.
Rumeli’den gelen göçmenler için, en uygun iskân yerleri ise, İstanbul, Bursa, İzmir ve İzmit gibi yerlerdeki köyler olmuştur. Göçmenlerin iskânıyla yakından ilgilenen devlet, Muhacirin
Komisyonu’ndan, nereye, ne kadar muhacir gönderildiği, bunların hangi iskân alanlarına yerleştirildikleri, ne tür
yardımların yapıldığı konusunda sürekli
bilgiler almıştır. İzmit Sancağı’na iskân edilen göçmenler için yapılacak evler konusunda
da, evlerin iki katlı olup, üst katta iki oda, bir salon alt katta ise, bir hayvan
55 Adıyeke, Osmanlı İmparatorluğu ve Girit Bunalımı, s. 271 vd.
56 Çınar, “Bingazi’de Tarımsal
Kalkınma Amaçlı Göçmen İskânı”, s. 28
ahırı bulunması yönünde bir standart oluşturmuştur. Evlerin inşa masrafı
olarak, 10.000 kuruş değer biçilmiştir.
Ayrıca muhacirlerin iaşelerinin karşılanması için zahireye
ihtiyaç olması halinde, kolaylık olması açısından aşar
vergisinden muafiyet tanınması, muhacirlerin
ekim yapabilmeleri için de, hane başına
2 kile tohum verilmesi kararlaştırılmıştır57.
Osmanlı Devleti için Kafkaslardan gelen muhacirlerin
kabul edilmesinde esas şart, bunların
Müslüman olup olmamasıdır. 1905 yılında Dağıstan,
Bakü, Tiflis eyaletlerinden gelecek olan 1000 kadar
göçmenin mutlaka Müslüman olması gerektiği vurgulanmış, bunların bir süre Erzurum’da kalması ve
daha sonra Adana’ya iskânları söz konusu olmuştur. Bu dönemde, Adana vilayetinde bu işlerle uğraşan
bir de muhacirin komisyonu bulunmaktadır58.
Ülkelerini terk ederek, savaş bittikten sonra da eski yurtlarına geri dönmek isteyen göçmenler, öncelikle geçici iskân bölgelerine
yerleştirilmişlerdir. Öyle ki mali güçlüklerden
dolayı iskân edilemeyenler, gelebildikleri yere kadar gelmiş ve orada yerleşmek zorunda
kalmışlardır. Geçici iskân için, özellikle
Rumeli’de işgale uğramamış
Türk toprakları tercih edilmiştir. Rumeli’de
de, bütün bu göçmenleri yerleştirecek kadar yer kalmaması üzerine
de, göçmenlerin bir kısmı, İzmir, Aydın ve Bursa
gibi Rumeli’ye yakın vilayetlerde geçici olarak iskân edilmişlerdir. Anadolu’ya gelen göçmenler, savaş sonrası geri dönemedikleri için bulundukları yerde iskân edilmişlerdir. Çerkes muhacirleri ise, Anadolu ve Suriye’ye sevk edilmişlerdir. İstanbul’a gelen göçmenler saraya,
cami ve mescidlere, tekke ve zaviyelere, medreselere, okullara, ev, baraka ve çiftliklere yerleştirilmişlerdir59.
Devlet, muhacirlerin iskânı konusuna kalıcı bir çözüm olmak üzere, iskân olunabilecek yerlerin mahalli idarelerine
sık sık yazı göndermekte ve bölgelerinde iskân
için boş arazilerin olup olmadığı ile ilgili bilgi istemekteydi. Bu
uygulamayla, hem boş araziler tespit edilmiş,
hem de iskân için uygun yerler
tespit edilmeye çalışılmıştır.
Uygun yerler tespit edildikten sonra, muhacir köyleri
kurulması planlanmış, bu köylerin, iklimi gelen göçmenlere elverişli, ormanlara yakın, mümkün olduğu
kadar
57 Mehmet Kaya, “XIX. Yüzyılda İzmit (Kocaili) Sancağı’nın Demografik Durumu ve İskân Siyaseti”,
s. 71, www.ulakbim.gov.tr.
58 Bayraktar,
“Kırım ve Kafkasya’dan Adana Vilayeti’ne Yapılan Göç ve İskânlar”, s.417.
59 Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri, Ankara, 1999, s. 43.
yüksek tepe veya harap ve yıkılmış köylerin arazisinde kurulması, orman
alanları ve kurak bölgelere göçmen yerleştirilmemesine karar verilmiştir60.
Osmanlı devleti, iskân edilecek her göçmen aileye
nüfuslarına uyguna birer hane inşa
ettirmiştir. İskân evlerinin özellikleri ise, iskân tarihlerine, yerleştirilen
bölgeye ve geliş şartlarına göre
değişmiştir. Mesela kendi istekleriyle gelen Karabağ muhacirleri için, Adana Hamidiye kazasında ottan ve
kamıştan imal edilen ve “huğ”adı verilen 50 hane inşa edilmiştir. Bunun yanında daha pahalıya mal olan ahşaptan
evler de yapılmıştır. Fakat bunlar ilk olarak
yapıldığı için daha sonraları uygun bulunmamış, evlerin kerpiç, tuğla ve taştan yapılması ifade edilmiş ve daha
düzenli cadde ve sokaklar yapılması gerektiği vurgulanmıştır61.
İskân uygulamalarının en yoğun ve katı olduğu
dönemlerinden biri, İttihat ve Terakki dönemidir. Bu dönem, Osmanlı
Devleti’nin daha önce izlediği iskân politikalarıyla da benzerlikler taşımaktadır. İttihat ve Terakki,
iktidarı zamanında Anadolu’nun Türkleştirilmesi ve
Müslümanlaştırılması için geniş çapta göç ve iskân politikaları uygulamıştır.
İttihat ve Terakki hükümeti, bir taraftan Balkan
göçmenlerini iskân ederken, bir taraftan da “celp” yöntemini
kullanarak, sınırlarının dışından
yaşayan Türk ve Müslümanları çağırarak, Osmanlı topraklarına getirtmiştir 62.
İttihat ve Terakki’nin yürüttüğü iskân politikalarından biri de, 1915 yılında “Tehcir
Kanunu” çıkararak, askeri amaçlarla casusluk
ve hıyanetlerini hissettikleri ahalinin, şahsen veya topluca başka mahallere sevk ve iskânı
yetkisini orduya bırakmak olmuştur.
Bu kanun, sadece Ermenileri değil, Rum, diğer azınlıklar ve bazı Müslüman aşiretleri de kapsamıştır. Göçebe
aşiretleri de toprağa bağlayarak, bunların hem vergi ve askerlikten kaçmamaları ve dolayısıyla da devlete, hem
Müslüman nüfus açısından ve hem de ekonomik
açıdan fayda getireceği inancıyla bazı bölgelere iskân etmiştir63.
İttihat ve
Terakki’nin iskân politikalarının detayları içinde iskân mahallerine uygun isimler verilmesi
de dikkat çekiciydi. 1913 Muhacirin Nizamnamesine göre,
60 Çınar, “Bingazi’de Tarımsal Kalkınma Amaçlı Göçmen İskânı”, s.31
61 Bayraktar, “Kırım ve Kafkasya’dan Adana Vilayeti’ne Yapılan Göç ve İskânlar
“, s.420 vd
62 Celp yöntemi, Müslümanların
sınırlar dışında zorla Hıristiyanlaştırmasının önüne geçmek ve belirli bölgelerin Türkleştirilmesi için kullanılmıştır.
Celp yöntemi, bu yolla muhacir getirildiği bölgelerde Türk ve Müslüman nüfusun
azalacağı ve bu nedenle devletin zarar göreceği düşüncesiyle mecliste ciddi tartışmalara neden olmuştur. Dündar, İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân Politikası, s. 71 vd.
63 Dündar, İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân Politikası, s. 63 vd.
muhacirler için yeni inşa edilecek
köylere, “münasib isimler” verilmesi
ve Türkçe olmayan
isimlerin değiştirilmesi gerektiği
ifade edilmiş ve bu yönde uygulamalar yapılmıştır64.
3. Osmanlı Devleti’nde İskân İşiyle İlgilenen
Komisyon Ve Kuruluşlar
Osmanlı Devleti’nde iskân işleri, Tanzimat
dönemine kadar, idari birimler tarafından yapılmıştır. Zaten, bu konuyla
ilgili bir teşkilat gerektirecek kadar yoğun bir iskân işi yoktur ve devlet, bu iş için özel birimler
oluşturmamıştır. Tanzimat döneminde ise
Osmanlı topraklarına gelen Macar mültecilerini iskân etmek için, geçici özel
bir komisyon oluşturmuştur65.
Bunun haricinde, Dâhiliye Nezareti bünyesinde bazı daireler de iskân işiyle meşgul olmuşlardır. Bu dönemden, 1860 yılına kadar geçen süre içerisinde
Ticaret Nezareti ve Şehremaneti ve Zaptiye Nezareti, muhacirlerin iskân ve iaşe ve diğer meseleleriyle ilgilenmiştir.
Bunlardan Şehremaneti, sadece İstanbul ile sınırlı
kalmış, fakat buradaki muhacirlerin, fakir olanlarının gemi nakliye ücretlerinin ödenmesi, geçici iskân mahallerinin
tespiti ve düzenlenmesi, yevmiye tahsisi, yiyecek, giyecek, ev eşyası, kışlık yakacak ihtiyaçlarının temini gibi
işlerin yanında gideceklere yere
sevklerine kadar, bütün işlerini bu birim yapmıştır66. Ayrıca,
Tanzimat döneminde, sadece gerek
görüldüğü vilayet merkezlerinde, kentin ileri gelenlerinin katıldığı, para yardımı yaptığı ve işgücü de temin
edebilen, vilayet yönetiminde mevcut, özel ihtisas komisyonlarından iskân komisyonları da vardır67.
Göçmen işleriyle ilgili ilk merkezi
göçmen teşkilatı, 1860 yılında başlayan
büyük göçler68 ve bu göçlerle gelenlerin iskânı için kurulan Muhacirin Komisyonu’dur. Muhacirin
Komisyonu’nun ilk görevi,
Kafkaslar’dan gelen Müslüman
ahalinin muhaceret işleridir.
İstanbul’da Şehremaneti, sayıları on binden fazla olan muhacirleri, gerek kendi bütçesini ve gerekse halktan
topladığı yardımları kullansa da, iaşe ve iskân bakımından tatmin edememiş,
dolayısıyla bu işleri yapabilecek yeni bir teşkilatın
64 Madde 38. Muhacirler için yapılacak tüm işlerle ilgili ayrıntılar için bkz. İskân-ı
Muhacirin Nizamnamesi,
İstanbul, 1329. Nizamnamenin
transkripsiyon metni için bkz. Ağanoğlu, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Balkanlar’ın Makus Talihi
Göç, Ek 1.
65 Eren, Türkiye’de Göç ve Göçmen
Meseleleri, s. 40.
66 Saydam, Kırım ve Kafkas Göçleri,
s. 102 vd.
67 Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik
Yapıları, Ankara, 1991, s. 269.
68 Bahsi geçen büyük göçler,
Kafkaslar’da Rusya’ya karşı direnç bittikten sonra sayıları on binleri bulan Nogay ve Kafkas muhacirlerinin Osmanlı
Devleti sınırları dayanması olayıdır. Devlet, Kafkaslar’daki Müslüman ahaliyi yalnız bırakmayarak,
gerek askeri gerekse ekonomik menfaatleri doğrultusunda da topraklarına kabul etmiştir.
Ayrıntılı bilgi için bkz. Çerkeslerin Sürgünü
21 Mayıs 1864 (Tebliğler, Belgeler,
Makaleler), Kafkas Derneği Yayınları,
Ankara, 2001. çeşitli sayfalar.
kurulması gerekliliği düşünülmüştür. Çalışmalarını Hamidiye Vakıf Dairesi’nde yapacak olan bu komisyon, muhacirler
hakkında yapılan bütün yazışmalar, emir ve talimatnameleri toplayacak, her gün toplanacak ve muhaceret konusunda tüm konularda, yetkili
bir merci olmuştur. Komisyonun görevi, İstanbul’da bulunan
ve gelecek olan muhacirlerin,
iaşe ve geçici iskânlarını sağladıktan sonra, önceden tespit edilmiş olan daimi iskân bölgelerine sevk
ederek, yerleşmelerini sağlamaktır. Ayrıca, devletin
verdikleri yanında, halktan yardım etmek isteyenlerin yardımlarını toplamak ve gerektiği gibi harcamak da bu teşkilatın görevleri arasında olmuştur.
1861 yılından itibaren bağımsız bir
kurum olan bu komisyonun işlerini de, maaşlarına zam verilmek suretiyle, Babiali’nin çeşitli birimlerinde
çalışan memur ve kâtiplerden oluşan, bir grup
yürütmüştür. Komisyon, sadece merkezde oluşmuş, taşra için ise gerek
olduğu anda geçici olarak iskân memurları
görevlendirilmiştir69.
Göçmenlerin işlerini
yürütmek için hemen her merkezde “İskân-ı
Muhacirin Memuru” görev yaparken, Trabzon
ve Samsun gibi göçmenlerin yoğun olduğu merkezlerde de alt “Muhacirin Komisyonları” görev yapmıştır70.
Devlet, daha önce teşkilatlı bir iskân yapmadığı için,
gelen muhacirlere yapılan masrafın yanında,
muhaceret işlerini yürüten
görevlilere verilen maaşlar, ekonomik olarak devletin üzerinde bir yük olmuştur. Muhacir sayısı
azaldıkça, bu komisyonun tasfiyesi
düşünülmüş, fakat dönem dönem artan göç yoğunluğu dolayısıyla tamamen tasfiye edilememiş, görevlerinin bir kısmı
Zaptiye Nezareti’ne, bir kısmı da Meclis-i Vala’ya
bağlı şubelere bırakılmıştır. Nihayetinde, 1877 yılında, Kırım ve Kafkasya’dan göçlerin azalmasıyla, muhaceret işleri, bu
şubelerden de alınarak, tekrar şehremanetine
devredilmiştir. Fakat kısa bir süre sonra, Osmanlı Devleti’nin Rusya
karşısında aldığı yenilgiler, Kırım
ve Kafkasya muhacirleriyle birlikte, Balkanlar’dan da ciddi bir göç dalgasını getirmiştir. Bütün bunlarla birlikte, savaş
sırasında Rusya’nın eline geçen Doğu Anadolu’dan da, Anadolu’nun içlerine
doğru göçler artmıştır. Durum böyle olunca, yeni bir komisyonun kurulması
tekrar gündeme gelmiştir. Bu dönemde iki ayrı
komisyon oluşturulmuştur. Bunlardan biri, doğrudan II. Abdülhamid’in
himayesinde olan ve muhacirlerin iaşe, iskân ve diğer bütün sorunlarını çözmeye
yetkili kılınmış,
69 Mehmet Yılmaz, “XIX. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Muhaciri
İskân Politikası”, Osmanlı, c. IV, s. 589.
70 Saydam, Kırım ve Kafkas
Göçleri, s. 111.
“Umum Muhacirin Komisyonu”
adıyla kurulmuş özel bir komisyon olup71, diğeri de 18 Haziran
1878 tarihinde “İdare-yi Umumiye-i
Muhacirin Komisyonu” adı
altında kurulmuştur. İdare-yi
Umumiye-i Muhacirin Komisyonu, da, başlangıçta merkezde
İdare-yi Umur-ı Hesabiyye ve İdare-yi Umur-ı İskâniyye adı altında iki
şube olarak kurulmuş, daha sonra merkez şubelere bağlı, yirmi şube ek olarak çalışmalarını yürütmüştür72.
Girit’ten gelen göçmenleri, gidecekleri yerlere teşvik ve ikna etmek, ayrıca
sevkiyat işlerine bakmak için, her bölgeye birer iskân memuru tayin olunması
ve gidecekleri yerlerde
de birer iskân komisyonu
kurulması kararlaştırılmıştır73.
Muhacirlerin sevk edildiği
vilayet merkezlerinde de birer taşra teşkilatının bulunması, lağvedilen diğer komisyondan farklı bir uygulamanın tercih edildiğinin göstergesi olmuştur. 1894 yılına kadar çalışmalarını sürdüren bu komisyon,
1894 yılında lağvedilerek, muhaceret işleri Dâhiliye
Nezareti ve şehremanetine bırakılmıştır74.
Bu dönemde, şehremanetinden çok, Dâhiliye Nezareti’nin
iskân şubesi, muhacir sorunlarıyla
ilgilenmiştir. Balkan savaşlarından sonra göçler artınca, ihtiyaca binaen bir kanun çıkarılmış, bu kanunla yeniden
teşkilatlanmaya gidilerek, “Aşair ve
Muhacirin Müdüriyet-i Umumiyesi” adı altında bir genel müdürlük
oluşturulmuştur. Bu genel
müdürlük de heyet-i fenniye, sevkiyat ve aşair şubelerine ayrılmış, daha
önce sadece muhacirlerin iskânına
yönelik çalışmalar yapan komisyonlar, aşiretleri de içine alarak bütün iskân işlerini
yürüten bir teşkilat
haline gelmiştir75.
Bu komisyon, göçmenlerin, öncelikle Trakya'daki boş topraklara yerleştirilmesine çalışmıştır. Gelenlerin buraya yerleştirilmesindeki amaç, Balkanlar’dan gelecek
olan göçmenlerin, kısa mesafe içinde,
alıştıkları iklime
71 Nedim İpek, “93 Muhacereti”, Osmanlı, c. IV, Ankara, 1999, s. 665. Bazı kaynaklarda göçmen komisyonlarının kuruluş
tarihleri arasında farklılıklar mevcuttur. Padişah, bizzat konuyla ilgilenmiş, talimatlarıyla“göçmenlerin çoğunluğunun yoksul, yardım ve merhamete muhtaç olduğunu, ülkeleri
düşman saldırılarına uğradığı için buraya sığınmak zorunda kaldıkları
için İstanbul’daki herkesin ev sahipliği
ve yardım gibi İslami
yükümlülüklerini yerine getirmesinin zorunlu olduğunu” belirtmiştir. Sonuçta, göçmenlere iaşe sağlayacak, sağlık işlerine bakacak ve
göçmenlere iş bulacak, on kişiden oluşan bir İane komisyonunun da kurulması da padişah tarafından kabul edilmiştir. Bkz. Karpat, Avrupalı
Egemenliğinde Müslümanların Konumu Çerkeslerin Sürgünü ve Suriye’deki İsyanı”,
s. 91.
72 Ayrıntılar için bkz. İpek, Rumeli’den
Anadolu’ya Türk Göçleri,
s. 69.
73 Çınar, “Bingazi’de Tarımsal
Kalkınma Amaçlı Göçmen İskânı s.
36.
74 Yılmaz, “XIX. Yüzyılda
Osmanlı Devleti’nin Muhaciri İskân
Politikası”, s. 590
75 Yusuf Halaçoğlu,
“Kolonizasyon ve Şenlendirme”, Osmanlı, c. IV, Ankara,
1999, s. 585.
yerleştirilmeleridir. Ayrıca, askeri bir amaçla, sınır bölgelerinde yüksek yoğunluklu tampon bölgeler oluşturmaktır. Göçmenlerin
yerleştirildiği yerlerde, daha önce bulunan nüfusla
eşit oranlarda olması gözetilmiştir. Böylece yeni gelen ve eski nüfusların
birbiri üzerinde hâkimiyet kurması
engellenmeye çalışılmıştır. Çerkezler gibi kaynaştırmasında zorluklar olan ve savaşçı gelenekleri
bulunan grupların yerleştirilmesinde bu grupların küçük yerleşmelere dağılmasına, önderlerinin ayrı yerlere
gönderilmesine dikkat edilmiştir76.
Başlangıçta gelen göçmenler
temelde kırsal alana, sadece devlet memurları, ilmiye sınıfı mensupları kentlere
yerleştirilmiştir. 14 Haziran 1878'den sonra kentlerin etrafında göçmen mahallelerinin kurulmasına izin verilmiştir.
Başlangıçta göçmenlere arazi
kanunnamesine uygun olarak verimli
yerlerden 70 dönüm, orta verimlilikteki yerlerde 100 dönüm, verimsiz yerlerden 130
dönüm toprak verilmiştir. 15 yıl satın almayacakları bu topraklar, bu süre sonrasında 10 yıla indirilmiştir. Ayrıca çift hayvanları, tohumluk ve tarım araçları alımı için para yardımı yapılmaktadır. Göçmenler, evlerini kendilerine verilen topraklarda kendileri
ya da çevre halkının yardımıyla yapmaktadırlar. Gelen göçmenlerin büyük sayılara ulaşması
üzerine, devletin parasal
yardımı ve verdiği
toprakların büyüklükleri küçülmüştür. Toprak sağlanmasında karşılaşılan
sorunlar bir ölçüde, arazi kanunnamesinin bir hükmünden yararlanarak üç yıl üst üste ekilmeyen topraklar
göçmenlere dağıtılarak aşılmaya
çalışılmıştır77.
Göç ve iskânla ilgili devlet tarafından kurulan
komisyonlar haricinde, konuyla alakadar
olan ve muhacirlere yardım etmek amacıyla çeşitli cemiyet ve kuruluşlar da mevcut olmuştur. Bunlardan bazıları,
Muhacirine Muavenet Cemiyeti, Muhacirin İane
Komisyonu, Milletlerarası Muhacirlere Yardım Komitesi ve Sermaye-yi Şefkat-i
Osmaniyye“dir78.
Sonuç olarak Osmanlı Devleti’nin iskân siyaseti, yükselme döneminde gerek konar-göçer aşiretlere yaylak-kışlak
bulmak, bunları yerleşik hale getirerek, hem boş yerleri mamur hale getirmek, hem de bu aşiretlerin yaylak ve
kışlaklarına gidip gelirken halka verdiği zararları sonlandırarak bazılarını cezalandırmak amacıyla
yeni fethedilen
76 Tekeli, “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Günümüze Nüfusun Zorunlu
Yer Değiştirmesi ve İskân Sorunu”,s. 57
77 Tekeli, “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Günümüze
Nüfusun Zorunlu Yer Değiştirmesi ve İskân Sorunu”, s. 57.
78 İpek, Rumeli’den
Anadolu’ya Türk Göçleri, s. 74 vd.
yerlere bunları sürgün etmektedir. Ayrıca,
parçalanma sürecinde, işgale uğrayan bölgelerden göç eden Müslüman ahaliyi,
Anadolu içlerine doğru yerleştirmek suretiyle
içe dönük iskân siyaseti izlemek zorunda kalmıştır. Devlet, hilafet makamını temsil ettiği için gerek bu sebeple, gerekse Müslüman ahaliyi yalnız bırakmanın, Devlet-i Aliyye’ye yakışmayacağı düşüncesiyle,
İslam dünyası nezdinde itibar
kaybetmemek için, kendisine
iltica eden tüm Müslümanları topraklarına kabul etmiştir79.
Bu büyük göç hareketlerinin önemli toplumsal sonuçları
olmuştur. Osmanlı Devleti’nin Müslüman nüfus oranı, önemli ölçüde artmıştır. Gelenlerin çoğunluğu, kırsal
kesime yerleştirildiği için Anadolu'nun kır kent nüfusu dengesinde de önemli değişiklikler yapmış, 19. yüzyılda yaşanan
kentleşmenin, bir ölçüde düşük görünmesine
neden olmuştur. Rumeli’den gelen göçmenler, tarımsal
teknoloji bakımından Anadolu'dan daha gelişmiş olduğu
yeni ürünler ve teknolojiler getirmişlerdir80.
Göçlerin faydalarına karşılık, göçmenlerin iskânları
konusunda zaman zaman sorunlar
yaşanmıştır. Osmanlı topraklarına yapılan göçler, toplu göçler olduğu için, bunların
iskânı da toplu olmak zorunda
kalmıştır. Kalabalık grupların
bir yere toplanmaları, kendi aralarında gruplaşmalara ve yerli halkla uyumsuzluğa neden olabilmiştir.
Osmanlı devleti’nin genel iskân politikası gereği, göçmenlerden beklenen, devletle ve yerli halkla herhangi bir
ihtilafa girmemeleri olmasına rağmen zaman zaman sorunlar olmuş, bunun için tedbirler
alınsa da, ortak din ve kültür bu sorunları azaltmıştır81.
Göçmenler arasında bazen de usulsüzlükler görülmüştür. Göçmenlerin, ihtiyaçlarının üzerinde para alabilmek
amacıyla, hane basına düsen nüfus
oranlarını fazla yazdırdıkları tespit edilmiş ve hatta bunlara yerli halktan da
katılım olmuştur. Yerli halk da
iskân uygulamalarından faydalanma yoluna gitmiş, kendi çocuklarını sanki
göçmenlerin çocuklarıymış gibi yazdırarak alınacak para miktarını göçmenlerle paylaşmışlardır. Ya da başlangıçta gelen göçmenlerden koyun vergisi
alınmazken, buna
79 Yılmaz, “XIX. Yüzyılda
Osmanlı Devleti’nin Muhaciri
İskân Politikası”, s. 587.
80 Tekeli , “Osmanlı
İmparatorluğu’ndan Günümüze Nüfusun Zorunlu Yer Değiştirmesi ve İskân Sorunu”, s. 57.
81 Çınar, “Bingazi’de Tarımsal
Kalkınma Amaçlı Göçmen İskânı, s. 47
yerli halk ta katılmış ve koyun vergisi ödememek için koyunlarını sanki
göçmenlerin koyunlarıymış gibi saydırmak istemişlerdir82.
Göçlerin, nüfus açısından
olumlu sonuçları I. Dünya Savaşı ve Türklerin
kurtuluş mücadelesinde de görülmüştür. Nitekim
Rus baskıları sonucu
çeşitli zamanlarda Anadolu’nun
muhtelif vilayetlerine gelmiş olan Kafkas ailelerin çocukları, daha sonra Anadolu’nun kurtuluşu için de
görev almışlardır. Bu komitenin üyelerinden önemli iki isim, Hüseyin
Rauf Orbay ve Bekir Sami Kunduk olmuştur83.
Cumhuriyet döneminde uygulanan iskân politikaları da
miras aldığı devlet ve iktidarların politikalarından esinlenmiştir. Her dönem ihtiyaca binaen,
farklı uygulamalar eklenmişse de aralarında benzerlikler de vardır. Bu dönem içerisinde, özellikle yeni Türkiye
Cumhuriyeti kurulmadan önce başlayan Balkanlar’dan Anadolu’ya göç hareketi, devletin kurulduğu andan itibaren
ortaya çıkan Yunanistan’la nüfus
değişimi sorunu, aynı dönemde ortaya çıkan, aşiretlerin iskân edilmesi gerekliliği, yeni iskân politikalarını zorunlu
kılmıştır. Nitekim nüfus içerisinde önemli bir
yere sahip olacak
göçmenlerden, Yunanistan’dan gelenler, diğer memleketlerden gelenlerin yüzde 34’ünü bulmuştur. Bu oran içerisinde, yüzde 94’lük bir oran ise mübadele antlaşması gereğince zorunlu olarak göç
eden mübadil denilen kesime ait olmuştur. Türkiye’ye
göç edenlerin yüzde 31’i Bulgaristan’dan gelmiştir. Romanya’dan gelenlerin yüzdesi 10,1 olmuştur. Bu oranın
yaklaşık olarak yüzde 66’sı, 1934- 1938 yıllarında yoğunluk kazanmıştır84. Daha sonraki yıllarda da
devam eden göçler dolayısıyla iskân politikası
geliştirilerek uygulanmıştır. Bu politikanın içerisinde ülkenin fiziki
coğrafyası da düşünülerek, bazı
uygulamalara gidilmiş, daha çok boş yerlerin doldurularak üretime geçilmesi düşünülmüştür. Gelen göçmenlerin
geldikleri yerlerin iklim ve arazi şartlarına
uyan yerlerde yerleştirilmesine çalışılmıştır.
Bu çalışma, genel olarak cumhuriyet döneminin gerek sosyal ve gerekse iktisadî olaylarından biri olan iskân konusunu
içermektedir. Anadolu ve Anadolu insanının yeni başlangıçlara sahne olduğu bu dönemde, ülkenin nüfusu,
olabildiğine artmıştır. Devletin ekonomik
olarak zorluklar yaşadığı bu dönemde,
bu nüfusu beslemek, barınmak ve iskân yerleri
tespit ederek yerleştirmek oldukça güç olmuştur.
Çalışma yapılırken, en
82 Naci Şahin, “XIX. Yüzyıl Sonrasında Anadolu’ya Yapılan Göç Hareketleri Ve Anadolu Coğrafyasındaki Sosyo-Kültürel Etkileri”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, C. VIII, S.1, Haziran
2006, s. 77
83 Sefer E. Berzeg, Türkiye Kurtuluş
Savaşı’nda Çerkes Göçmenleri II, İstanbul, 1990, çeşitli sayfalar.
84 Cevat Geray, Türkiye’ye
ve Türkiye’den Göçler
(1923–1961), Ankara, 1962, s. 11 vd.
çok zorluk çekilen konu, Türkiye’ye gelen insan sayısının tespit
edilmesidir. Konuyla ilgili her bir
kaynakta farklı farklı rakamlar verilmektedir. Bunların bazıları, dipnotlarda belirtilmiştir. Ayrıca kavramlar konusunda
da bir karmaşa yaşanmıştır. Mübadele
döneminde ve aynı zamanda dışarıdan
Türkiye’ye gelen fert veya topluluklar için “muhacir” kavramı
kullanılmış, bu da kişilerin nerelerden geldikleri veya mübadeleye tabi olup olmadıkları konusunda kesin bir
sonuca varmayı engellemiştir. Bir yere iskân
edilen kişilerin, yer değiştirmeleri de gittikleri yere kaç nüfus
gittikleri veya sonradan nerede
kaldıkları da tam olarak tespit edilememiştir.
Çalışmada öncelikle birinci elden kaynak mahiyetinde
olan arşiv belgelerinden ve dönemin
bazı gazetelerinden faydalanılmıştır. Bunun yanında daha önce yapılmış olan doktora ve yüksek lisans tezleri de çalışmada yol gösterici olmuştur.
Tetkik eserlerden de önemli ölçüde faydalanılmıştır.
30
BİRİNCİ BÖLÜM
30 |
1.
NÜFUS MÜBADELELERİ VE TÜRK-YUNAN NÜFUS
MÜBADELESİ İLE TÜRKİYE’YE GÖÇ EDENLERİN İSKÂNI
1.1 Mübadele Fikri Ve Balkan
Devletleri
Göç veya zorunlu mübadelenin
gerekliliği, Balkanlar’da uluslaşma
sürecinin sonucu olarak bağımsız devletlerin kurulmasıyla, bu devletlerin, bünyelerindeki ötekilerden
kurtulmak zorunda hissetmeleriyle ortaya çıkmaktadır. Osmanlı Devleti’nin bıraktığı yerlerdeki Türklerin hemen hepsi
göç etmişlerdir. Bunun sebepleri arasında, yüz
yıllarca egemen unsur olduktan sonra başkalarının ve özellikle kendi
tebalarının egemenliği altında
yaşamak zorunda olmanın ağır gelmesi gibi bir sebep varsa da asıl sebep, Türklerin kalmış oldukları bu
yerlerdeki yeni hükümetin ve ora halkının bunları kaçırıp mallarını almak ve ülkenin halkını bir tek ulustan yani
kendi uluslarından ibaret bırakmak istedikleri ve bunu elde etmek için her türlü baskı ve zulmün kullanılmasıydı85. Bütün bu sebeplerle, sözü edilen süreçten
sonra, eski Osmanlı
topraklarında hazmedilemeyen Müslüman nüfus, bu topraklardan çıkarılmak
için çeşitli yöntemlerle tahrik
edilmiştir. Nitekim tarihte Türk ve Müslümanlara yapılmış en büyük kıyımlardan biri 1877–1878 yıllarında, diğeri de Balkan Savaşları’nın olduğu
yıllardadır. Müslüman köyleri
yakılıp yıkılmış, Müslümanlar topluca öldürülmüşlerdir. Balkanlar’da Müslümanların verdiği kayıp, toplu kıyımların
haricinde açlık, hastalık ve sefaletten
ölümden kaynaklanmıştır. Tarlalar ve tahılların talan edilmesi, çalınması ve sığınmacı
durumunda bulunmaları sonucu bu hale gelmişlerdir. Bu etkenler ise bölgedeki
Müslümanları yiyeceksiz, barınaksız bırakmıştır86. Bölgeden
Müslümanları atmak için, başarıyla
izlenen en iyi politikaları, Müslüman evlerinin yakılıp yıkılması, hayvan ve yiyeceklerinin çalınması
olmuştur. Barınaksız ve iaşesiz kalan halk, yaşamını devam ettirebilmek için başka yerlere
göç edecektir mantığıyla hareket
eden gerek komitacılar gerekse
Bulgar düzenli ordusu, bu yıkım için araç olarak kullanılmışlardır. Kavala’da
Bulgar komitacılarının işgalinin
başlamasıyla, yalnız bu bölgede 7000
85 Yusuf Hikmet Bayur, Türk Inkılabı Tarihi, C. II, K. III, TTK, Ankara,
1991, s. 250.
86 Balkanlarda
Müslümanlara yapılan baskı ve zulümlerin ayrıntıları için bkz. Justin McCarthy,
Ölüm Ve Sürgün, (Çev: Bilge Umar), İstanbul, 1995, s. 154.
Müslüman öldürülmüştür. Serez’de kitlesel kıyımlar yapılmış, Müslümanlara
ait her şey talan edilmiştir87.
Karadağlı askerler, Arnavutluk’u istila etmiş, nüfus
olarak hemen hemen yarısı Müslüman
olan Manastır vilayeti talan edilmiş, tarlalarına ekebilecekleri tohum dahi bırakılmamasına rağmen, Sırplar tüm
vergilerini de bunlara ödetmiştir. Dedeağaç’taki Türk ve Çingene
mahalleleri henüz Bulgaristan’a verilmeden önce, Yunanlılar tarafından tamamen yakılmıştır. Müslümanlar, dinlerini
değiştirmeye zorlanmışlar, hatta zorla
kiliselere götürülüp vaftiz edilmişlerdir88.
Balkanlar’daki devletlerle yaşanan bu olaylar sonucu,
mübadele fikri, aslında Lozan Antlaşması’ndan önce görülmektedir. Daha önce Yunanistan’dan sürülen Müslüman
Türklerin Anadolu’ya gelmesi, diğer Balkan devletlerine de örnek olmuş, Bulgaristan’la yapılan 1913 tarihli
İstanbul Antlaşması ile karşılıklı mübadele fikri öne sürülmüş ve Edirne’nin kuzeyinde hudut üzerindeki köylerde
bulunan Bulgar halkı ile yeni Bulgar hudutları içinde kalan Türk köylerinin halkı mübadele edilmiştir89. Antlaşma,
modern tarihte, nüfus değişimini sağlayan
devletlerarası ilk antlaşma
özelliğini taşımakla beraber, maddelerinde Bulgaristan Türkleri’nin
mal-mülk hakları konusunda hükümler
taşımıştır. Buna göre; Türk mallarına saygı gösterilecek, herhangi bir kısıtlama konulmayacaktır. Ayrıca, Bulgaristan’dan göç eden Türkler,
geride bıraktıkları mallarını
kiraya verebilecek, üçüncü şahıslar aracılığıyla bunları yönetebileceklerdir.
Karma bir komisyon aracılığıyla uygulanacak antlaşma sonrasında, Bulgar bölgesinden 48.570 nüfus 9714
Müslüman aile; Trakya’dan 46.764 nüfus 9742 Bulgar aile mübadele edilmiştir90.
Ancak, geriye kalan nüfus üzerindeki Yunan ve Bulgar
baskıları, Müslümanların buradan,
Türkiye’ye göç etmelerini zaruret haline getirmiştir. Bu konuda söz konusu devletlerle yapılan dostluk anlaşmaları da fazlaca işe yaramamıştır. Adı geçen devletlerin, Rumlaştırmak, Bulgarlaştırmak ve Sırplaştırmak gibi amaçlarla hareket
ederek Müslümanları kaçırma ya da
asimile etme çabaları göçü
başlatan en büyük sebep
87 McCarthy, Ölüm Ve Sürgün, s.163.
88 McCarthy, Ölüm Ve Sürgün, s. 171.
89 Mesut Çapa, “Cumhuriyetin İlk Mübadele, İmar ve İskân Vekili Mustafa Necati Bey”, Mustafa Necati Sempozyumu, 9-11 Mayıs 1991, Ankara,
1991, s. 60.
90 Selahattin
Önder, Balkan Devletleriyle Türkiye
Arasındaki Nüfus Mübadeleleri (1912-1930), Ankara Üniversitesi, Türk Inkılap Tarihi
Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Eskişehir, 1990, s. 29.
olmuştur. Bu tür amaçlar gütmeyen
Osmanlı Devleti, kaybettiği topraklardaki Müslüman nüfusa uygulanan baskıcı ve ezici politikayla karşılık almıştır.
Bütün bu baskılardan sonra, İttihat ve Terakki
hükümeti, kovulan Makedonya Türklerini,
Trakya ve Batı Anadolu kıyılarında ve özellikle Ege adaları karşısındaki bölgede
bulunan Rumların yerine yerleştirmek ve bu sayede Trakya ve Anadolu’yu fitne ve fesattan korumak düşüncesiyle
hareket etmiş ve bu bölgelerde Türkleştirme politikası
uygulamıştır. Bu yerleştirmelerle birlikte, Osmanlı bünyesindeki bazı Rumlar yerlerinden olmuşlardır. Bu olaylara bir
örnek, Ayvalık Rumlarının Midilli’ye kaçmak zorunda
bırakılması olmuştur. Bu olaylar, Rumları ve diğer devletleri de şaşırtmıştır. Çünkü Osmanlı Devleti’nin, büyük devletlerden alacağı
itirazlardan korkmaması düşünülmemişti. Her şeye rağmen
ülke içerisinde Rumlar
boykot edilmeye başlamıştı91.
Osmanlı Devleti bünyesindeki Rumlar, nüfus olarak bir yoğunluğa
sahip değillerdi. Özellikle
Batı Anadolu’ya yaptırılan Ortodoks Hıristiyanların göçü, bölgedeki
nüfus oranlarını artırmış ise de, en çok nüfus yoğunluğuna sahip bulundukları İstanbul, Aydın, Adana, İzmir,
Çanakkale, Bursa, Ankara, Konya, Kastamonu, Sivas ve Trabzon’da bile nüfus ekseriyetine sahip olamamışlardır92.
Nüfusları yoğun olmasa da Osmanlı Devleti’nin ticaret hayatında etkin oldukları bir gerçektir. Özellikle
Batı Anadolu’da, ticari faaliyetlerde bu etkiyi biraz daha fazla
görmekteyiz. Bu nedenle
doğla olarak, Osmanlı
Rumları, ekonomik bakımdan
oldukça rahat bir hayat yaşamışlardır. Buna rağmen, Yunanistan’da
yaşayan Müslümanların aynı rahatlık ve refah içerisinde olduklarını söylemek zordur.
Baskılar yüzünden Makedonya’dan zorunlu olarak göç eden Müslümanların çoğu, Rumların yoğun
olarak yaşadıkları bölgelere iskân
edilmiştir. Bundan rahatsız olan bir kısım Rum vatandaşlar da Osmanlı
ülkesinden göç etmiştir. Böylece, kendi haliyle,
adeta bir mübadele gerçekleşmiş
oluyordu. Atina’daki Osmanlı elçisi Galip Kemalî
Bey, 27 Nisan 1914’de Said Halim Paşa’ya, Venizelos’un Trakya Rumları ile Makedonya
Müslümanlarının mübadelesine eğilimli
olduğunu bildirmiştir. Buna karşılık
Said Halim Paşa, Anadolu’nun güvenliği gerekçesiyle Trakya’dan ziyade Aydın vilayeti’ndeki köylü Rumlarla, Makedonya
Türklerinin mübadelesinin teklif edilmesini
91 Bayur, Türk Inkılabı
Tarihi, s. 251.
92 Anadolu’daki Rum nüfusunu
gösteren istatistikler için bkz. Justin McCarty, Muslims and Minorities, The
Population of Ottoman Anatolia and the End of the Empire, New York and
London, 1983, s. 89. Ayrıca bkz. Georgios Nakracas,
Anadolu ve Rum Göçmenlerin Kökeni, 1922 Emperyalist Yunan Politikası ve Anadolu Felaketi, (Çev: İbram Onsunoğlu), İstanbul,
2003, çeşitli sayfalar.
istemiştir. Venizelos, göçün Yunanistan aleyhine dönmesiyle, bu teklifi
kabul etmek zorunda kalsa da, buna Trakya’nın da dâhil olması ve mübadelenin zorunlu
değil, ihtiyarî olmasını
teklif etmiştir93. Sonuçta,
Yunanistan ve Türkiye, Doğu Trakya ve Aydın vilayetindeki Rumların ihtiyarî bir şekilde mübadele
edilmesi konusunda 1 Temmuz
1914 tarihinde bir anlaşmaya varılmış, mübadelenin esaslarını belirlemek ve mübadele edileceklerin mallarına kıymet
koyma işini yapmak üzere, Osmanlı ve Yunan delegelerinden
oluşan dört kişilik bir komisyon kurulmuştur.
Yunanistan’la ilişkilerin gerginleşmesi
ve I. Dünya Savaşı’nın başlaması ile beraber
mübadele müzakereleri kesilmiş,
Trakya ve İzmir’den
Yunanistan’a giden Rumlar,
İtilaf devletlerinin de destekleriyle tekrar geri dönmüşlerdir94. I. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı
Devleti’nin mağlup olması, Yunanistan’la yeni bir dönemi başlatmıştır.
Yunanistan, Megalo İdea’sını
gerçekleştirmek için çeşitli yollara başvurmuştur. Bu amaçla, İtilaf devletlerinin de yardımıyla Anadolu’da
işgalci olmuşlardır. Yunan işgalleri sırasında
Batı Anadolu ve Trakya’daki Rumlar, işgallerin gerçekleşmesi ve
sürdürülebilmesinde etkin rol üstlenmişlerdir. Ancak Yunan ordusunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi orduları
tarafından, kesin yenilgiye
uğratılmasından sonra, kendilerini kaçmak zorunluluğu
içerisinde görmüşlerdir. Bu dönemde Rumların bir kısmı, Yunanistan’a kaçmış,
böylece Türkiye’den Yunanistan’a, yoğun bir Rum göçü başlamıştır. Bu dönem, Yunanistan
için son derece zor bir süreç başlatmıştır. Ülkede siyasi çalkantılar, ayaklanmalar, ekonomik sorunlar, göç
sorunu gibi etkenler, Yunanistan’ı ayrıca, zor
durumda bırakmıştır. Ancak, tüm bu yaşananların faturası, Yunan
topraklarında yaşayan Müslümanlara kesilmiştir.
Türklerin yoğun baskılara
maruz kaldığı Balkan ülkelerinde, Türkleri, Türkiye’ye göndermemek için bir takım engellerin konulduğu söz
konusu olmuştur. Nitekim 1930’lu
yıllarda Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelecek Türkler için de zorluklar çıkarılmıştır. Fakat dönem itibariyle, Yunanistan’daki durum daha farklılık arz ediyordu. Yunanistan, bu dönemde en çok sıkıntı yaşayan Makedonya Türklerinin, mübadeleyi istemedikleri yönünde propagandalar yapmış, Anadolulu hain hocaları da kullanarak, İslam ahalinin mübadeleyi istemediklerine dair mazbatalar düzenletmişlerdir. Çünkü Yunanistan’ın amacı, Yunanistan’a dönen, fakat daha önceden özellikle Batı Anadolu’da yerleştirdiği Rum nüfusun, Türkiye’ye
geri
93 Bayur, Türk Inkılabı Tarihi,
s. 260.
94 Nedim İpek, Mübadele ve Samsun, Türk Tarih
Kurumu, Ankara, 2000, s. 24.
dönmesini sağlamaktır. Aksi takdirde Müslüman Türklerin yaşadıkları
mezalim aşikâr olup, mübadeleyi
istememeleri imkânsızdır95.
Yunanistan’da Türklere karşı uygulanan baskı politikası, Türkiye’de büyük tepkilere neden
olmuştur. “Yunanistan’da İslamlar soyuluyor iken, Türkiye’de Rum ve Yunanlılar kurabiye ile beslenemez”
mantığıyla kamuoyunda nefretle karşılanan bu
uygulamalar, Türkiye’de bulunan
Rumlara da benzeri
baskılar yani misilleme
uygulanmasını isteyen “mukabele bi’l misl” bir görüş ortaya çıkarmıştır.
Dolayısıyla mübadeleden önce, yapılması gerekenin, mübadeleye kadar Yunanistan’daki Müslümanların koruma altına alınması yönünde
fikirler ortaya atılmıştır. Mitingler düzenlenmiş,
İtalya, Fransa, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri konsolosluklarına, Beynelmilel Salib-i Ahmer ve Avrupa’nın tanınmış
gazetelerine birer protesto
gönderilmiştir. Kamuoyunun hükümete baskısı üzerine, hükümet “mukabele
bi’l misl” kararı almış, fakat uygulamada
fazlaca bir şey yapılmamıştır. Türk hükümetinin kararlı ve ısrarlı tavrı üzerine Yunan hükümeti, müsaderelere son
verilmesi için emir verse de, Türklere
karşı baskılar devam etmiştir96.
Nitekim Balkanlar’dan büyük kitleler halinde insanın,
Türkiye’ye akın etmesi, bölgedeki
mezalimin sonucu olmuştur. Gerek mübadiller, gerekse muhacirler, bin bir zorlukla kendilerini Türkiye’ye atacak, yaşadıkları acıları beraberlerinde
getirirken, dil, din, gelenek ortaklıkları olan Anadolu’da
derin bir soluk alacaklardır.
1.2. Lozan Antlaşması, Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi
Türklerin kazandığı istiklal
mücadelesi sonucunda kazandığı
siyasi zaferler, batılı devletlerle kalıcı bir barış
antlaşmasının imzalanmasına zemin hazırlamıştır. Bu antlaşma da Lozan Antlaşması’dır. Bu antlaşmada, sınırlar,
boğazlar, adalar sorunu, azınlıklar, kapitülasyonlar ve daha birçok konu görüşülmüş ve tartışılmıştır. Bu konulardan
biri de 1 Aralık 1922 tarihinde yapılan oturumda, “Savaş tutsaklarının ve halkların
mübadelesi” sorunudur97.
Balkanlarda daha önce başlamış olan uluslaşma hareketleri sonucu, birçok ulusal devlet
kurulmuştur. Bu devletler, ulus devlet olmanın
şartı olarak kabul edilen tek
95 Kemal Arı, “Mübadele
Göçmenlerini Türkiye’ye Taşıma Sorunu ve İzmir Göçmenleri
(1923–1924)”,
Çağdaş Türkiye
Tarihi Araştırmaları Dergisi, C.1, S.1, İzmir, 1991, s.21.
96 Cahide Zengin Aghatabay, Mübadele’nin Mazlum Misafirleri, Mübadele ve Kamuoyu (1923 – 1930),
Bengi Yay., İstanbul, 2007, s.
283.
97 Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar-Belgeler, (Çev: Seha L. Meray), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2001.
milliyet olma özelliği dolayısıyla, Osmanlı Devleti’nin uzun yıllar
hâkimiyet sürdüğü Balkanlarda yoğun
olarak bulunan Müslüman Türk halkın üzerinde baskı oluşturarak, bunların, bu bölgeyi terk edip, kitleler
halinde göç etmelerine neden olmuşlardır. Yani
her yeni kurulan devlet, toprak egemenliğini sağlayabilmek amacıyla,
genellikle toprak sahibi olan
Türklerin, yöredeki gücünü yıkmak için,
onları göçe zorlamayı zorunlu kılmıştır98. Elbette
bu durum da, nüfusların hareketliliğine neden olmuş, baskılara
dayanamayan Türk ve Müslüman halk, topraklarından
göç etmek zorundan kalmıştır. Bu
durumun yaşandığı devletlerden biri olan Yunanistan’ın, I. Dünya Savaşı’nda
Batı Anadolu’yu işgal etme amacı ve
başarısızlığı da göç olaylarını artırmıştır. Bu dönemde hem Rum, hem de Türk Müslüman nüfus, iç ve dış göçü birlikte
yaşamıştır. Siyasi bir zafer mahiyetinde olan Mudanya Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra, Doğu Trakya’nın
Türk tarafına teslim edilmesinin ardından buradaki ve İstanbul’daki Rumlar, Yunanistan’a göç etmiştir99.
Bir taraftan Batı Anadolu’yu yakıp yıkan Rumlar, hızla göçe başlamışken, bir taraftan da bu bölgedeki Türkler,
Anadolu’nun içlerine doğru göç etmeye
mecbur kalmışlardır. Bütün bu olaylar gerçekleşirken, işgalci Rumlarla
işbirliği yapan azınlık tebaanın
artık bu bölgede kalması haklı olarak istenmemiştir. Bu durum da artık bir nüfus mübadelesini zorunlu
kılmıştır. Fakat yine de mübadele teklifi, Türk tarafından gelmemiştir.
1 Aralık 1922 tarihindeki “Savaş tutsakları ve nüfus mübadelesi” konulu oturumda Lord
Curzon, Türkiye ve Yunanistan arasında nüfus mübadelesi sorununu incelemek üzere komisyonu toplantıya
çağırmıştır. Dr. Nansen100, her iki
ülkeyi de izlemiş ve çeşitli tespitlerde bulunmuştur. Tüm bulgulardan elde ettiği sonuç, bu sorunun Yakın Doğu’da barış ve ekonominin
sağlamlaştırılması için gereken önemli bir konu
olduğunu ileri sürmüş ve iki hükümetle de nüfus mübadelesi için görüşmelere başlamıştır. Büyük devletler, Dr. Nansen’in önerilerini uygun görmüş, çünkü bu
98 Kemal Arı, Büyük Mübadele, Türkiye’ye Zorunlu Göç,
(1923–1925), İstanbul, 2007, s.
15.
99 Bu dönemde, azımsanmayacak
sayıda Rum, İstanbul’u terk etmiştir. Bu sayı, 50.000 Rum’u ifade etmektedir. Ayrıca bu dönemde Bulgaristan
ve Rusya’dan yaklaşık 1.200.000 göçmen de Yunanistan’a göç etmiş, bu da Yunanistan’ı her anlamda zora sokmuştur. Bkz. Seçil Akgün, “Birkaç Amerikan
Kaynağından Türk-Yunan Mübadelesi Sorunu”, Üçüncü Askeri Tarih Semineri: Türk-Yunan İlişkileri, Ankara, 1986, s. 241 vd.
100 Norveç asıllı Dr. Fridtjof
Nansen, Milletler Cemiyeti tarafından, barış görüşmelerinden önce nüfus akışı sonucu ortaya çıkan yeni görüntüyü
yerinde incelemekle görevlendirilmişti. Dr. Nansen her iki ülkeyi de izleyerek
çözüm yolları bulmaya
çalışmıştı. Lozan Barış Antlaşması’na da Lord Curzon tarafından gözlemlerini aktarması için davet edilmişti. Ayrıntılı
bilgi için bkz. Lozan Barış Konferansı,
C.1 s. 118. Ayrıca konunun
İngilizce metni için bkz. Lausanne
Conference on Near Eastern Affairs, Records
Of Proceedings And Draft Terms Of Peace,
1922–1923, London, 1923. s.113 ve s. 827
devletler, Yakın Doğu’da
halkların iç içe girmişlikten kurtarılmasının barışın kurulmasını sağlayabileceğine ve nüfus mübadelesinin, büyük ölçüde etnik yer değiştirmelerin yaratmış olduğu ağır
ekonomik sorunlara bir çözüm bulunmasının en
hızlı ve en etkili yolu olduğuna inanmaktadırlar.
Her iki hükümet tarafından teminat alan Dr.Nansen, bu konuda, ağır güçlüklerle karşılaşılacağı, çünkü sayıları bir milyondan
fazla olan ve kendileri için yabancı yeni bir ülkeye taşınmak için alıştıkları yurtlarından çıkarılacak insanların sınıflandırılmasının, geride bırakmak zorunda
kalacakları kişisel mallarının kayıt, değerlendirme ve tasfiyesinin yapılması
ve bu mallara karşılık isteyebilecekleri tazminatın ödenmesi sorunları
ve gittikleri yerlerde yaşayabilecekleri
tüm sorunların içinden çıkılmaz gibi düşünülmesinin normal olduğu, fakat bu mübadelenin yapılmamasının daha
fazla sorun çıkarabileceğini ileri sürmüştür.
Mübadelenin bir an önce yapılması konusunda ısrarlı olan Dr. Nansen,
hemen yapılacak bir mübadelenin,
ekonomik yönden de büyük önem taşıdığını arz etmektedir. Çünkü hem Türkiye, hem de Yunanistan, bir
sonraki yazın tarım ürünlerini elde etmeyi hayati bir konu olarak belirtmişler ve bundan endişe duymuşlardır. Türkiye
için, verimli Trakya topraklarının, 1923’te de her
zamanki ürününü vermesi ne kadar önemli ise,
tarımcı göçmenlerin bir sonraki yazdan önce, kendi ürünleriyle kendilerini besleyebilmeleri Yunanistan için o derece önemli olmuştur. Durum
böyle olunca, nüfus mübadelesi
işinin, ya da en azından bir
kısmının Şubat sonundan önce, yani ekim
yapılmadan önce üç ay içerisinde yapılması zorunlu olmalıydı. Doğu Trakya’nın boşaltılmasıyla burada 300.000 kişiyi
barındırabilecek, terk edilmiş köylerin ve tarım için kullanılabilecek her şeyin mevcut olduğu ve dolayısıyla Yunanistan’dan gelen göçmenlerin, bu köylere yerleştirilmesi
olanağı vardı. Bütün bu görüşmelerde, gerek Dr. Nansen’in ısrarla, geniş çaplı bir nüfus mübadelesi
yapılmasının gerekliliği önerileri ve izlenimleri
ve gerekse ilgili diğer devletlerin de bu durumu istemesine rağmen, Lozan barış konferansına, Türk tarafı adına
katılan İsmet İnönü, toplanan komisyonda yalnız savaş tutsaklarının mübadelesi konusunun verimli bir şekilde
görüşülebileceğini ileri sürmüştür. Çünkü İsmet Paşa için, ileri sürülen konular,
azınlıklar sorununun bir parçasıdır ve zamanı gelince görüşülmelidir. O,
öncelikle savaş tutsakları sorununu çözmek istemektedir. Bu arada nüfus mübadelesi
hakkında, farklı kişilerden, farklı fikirler yükselmektedir101. Türk tarafından Dr. Rıza Nur, “Bu mübadele,
benim Türkçülük noktasından en has emelim idi, fakat tarihte görülmemiş
bir şeyi nasıl teklif
101 Lozan Barış Konferansı, C.1 s. 119 v.d.
edeceğim diye öteden beri
düşünüp duruyordum. Şimdi kendi kendine ortaya geldi. Yani gökten düşmüş, “minkudretin” oldu… Türkiye’yi asırlardan beri kendisine
zaaf sebebi olan, isyanlar yapan,
ecnebi devletlere alet olan unsurlardan kurtarmak, yeknesak Türk yapmak en mühim şeydi…”demiştir. Mübadele fikrinin ortaya atılmasını bir “kudret helvası”
olarak değerlendiren Rıza Nur, Dr. Nansen’in böyle bir teklif getirmesine
de, İngilizler’in sevk ettiklerini ifade etmiştir. Bunun da, Türkiye’yi, Türk olmayan unsurlardan temizlemek için
olmadığını, Hıristiyanları kesilmekten kurtarmak fikri olduğunu ileri sürmüştür102.
Her ne kadar mübadelenin isteğe bağlı olması düşünülmüşse de, bunun da sakıncaları
vardı. Lord Curzon, mübadelenin zorunlu olmasının gerekliliğini, bir an önce
hem Yunanistan’a gelen göçmenlere ev bulabilmek için, Türkiye’ye gelecek ve tarım mevsimi de gelmeden Trakya’yı
dolduracak Türk ve Müslüman nüfusun bir an önce yerlerine
yerleştirilmesinin daha iyi olacağı düşüncesiyle açıklamıştır103.
Dr. Nansen, “Mübadele işleri ne kadar iyi yürütülürse
yürütülsün, bu işlemin ortaya çıkaracağı acılar ve yoksulluklar olacaktır. Ancak bunlar ve katlanılacak fedakârlıklar, mübadele yapılmadığı zaman aynı ahalinin
katlanacağı fedakârlıklardan daha az olacaktır.”demiş ve mübadelenin
gerekliliğini vurgulamıştır104.
Dr. Nansen, mübadele
konusunu yürütmek üzere, daha önce Yunanistan ve Bulgaristan
arasında yapılan mübadelede olduğu gibi, ilgili
her iki hükümetin birer temsilcileriyle,
Milletler Cemiyeti Meclisi tarafından atanacak iki temsilciden oluşan karma bir komisyon oluşturulması
gerekliliğini ifade etmiştir. Daha sonra komisyon, konferansta bulunan üç büyük devletle, Türkiye ve Yunanistan’ın
birer temsilcilerinden kurulu ve bir
İtalyan temsilcinin başkanlığını yapacağı bir alt komisyonun incelemesine havale edilmesine ve bu alt komisyonun Dr.
Nansen’i dinlemesine karar verilmiştir. Ayrıca,
bu alt komisyonun incelemesine havale edilen sorunlar da sivil tutsaklar
sorunu, savaş tutsakları sorunu ve nüfus mübadelesi olarak sınıflandırılmıştır105. Yapılan
bu
102 Rıza Nur’un bu ifadesi,
Türklerin artık çok canları yandığından, Rumlardan gördükleri eziyetleri artık Rumlara
yapacakları konusunda yine Rumların endişesiyle ilgilidir. Rıza Nur, Lozan Hatıraları, Boğaziçi
Yay., İstanbul, 1999, s. 98 v.d.
103 Lozan Barış Konferansı, s. 122 v.d.
104 N. Yücel Mutlu, Lozan’da Mübadele veya Memleketin Türk
Nüfusunun Arttırılması, Ankara, 2005, s.
122.
105 İsmail Soysal, Tarihçeleri Ve Açıklamaları İle Birlikte
Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, I, (1920- 1945) TTK Yayınları, Ankara, 1983, s. 177 vd.
tartışmalar sonucunda, 30 Ocak 1923’te “Türk ve Rum Ahalinin Mübadelesine
Dair Mukavelename ve Protokol” imzalanmıştır106.
Bu sözleşme ve protokol gereğince, 1 Mayıs 1923
tarihinden başlayarak, zorunlu mübadeleye girişilecektir. Ayrıca, bu kimselerden hiçbiri, Türk hükümetinin izni olmadıkça Türkiye’ye, Yunan hükümetinden izin olmadıkça Yunanistan’a dönerek orada
yerleşemeyeceklerdir107. Mübadelede, Batı Trakya’da oturan
Müslümanlarla ve nüfusu o zamanlar 120.000’i
bulan İstanbul Rumlarına
ayrıcalık tanınacak, bunlar mübadele kapsamına
alınmayacaktır108. İstanbul Rumları,
30 Ekim 1918 tarihinden önce de İstanbul
Belediye sınırları içinde oturanlar, Batı Trakya Türkleri de 1913 Bükreş Andlaşması’yla tayin edilen sınırın
doğusundakiler olarak sayılacaklardır109. Bu sözleşmede kullanılan “göçmen”(emigrant) terimi, 18 Ekim 1912
tarihinden sonra göç etmesi gereken
ya da göç etmiş bulunan tüm gerçek ve tüzel kişileri kapsamaktadır. Yapılacak
bu mübadele sebebiyle, Türkiye’deki Rumların ya da Yunanistan’daki Türklerin mülkiyet haklarına
ve alacaklarına hiçbir zarar verilmeyecektir ve hangi nedenle
olursa olsun, mübadeleye tabii olan bir kimsenin, gidişine
engel olunmayacaktır110. Göçmenler
bırakıp gidecekleri ülkenin uyrukluğunu yitirecekler,
106 Türkiye Dış Politikasında 50 Yıl, Lozan, (1922-1923), Dışişleri
Bakanlığı Yayınları, 1973, s.272. Ayrıca
bkz. İbrahim Erdal, Mübadele (Uluslaşma
Sürecinde Türkiye ve Yunanistan, 1923-1925), İstanbul, 2006, s. 63.
107 Bu mübadele kapsamına girenler,
Türk topraklarında yerleşmiş
Rum Ortodoks dininden
Türk uyrukları ile Yunan
topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklu olanlardır. Antlaşmanın tam metni için bkz. Soysal, Türkiye’nin
Siyasal Andlaşmaları, s. 177 vd.
108 Hale’e göre, bu sayede, savaştan önce, nüfusunun yüzde 20’si
gayrı müslimlerden oluşan Anadolu, on dokuzuncu
yüzyılda başlayan sürecin sonunda yüzde 98’i Müslüman bir toprak haline
gelmişti. William Hale, Türk Dış Politikası, 1774–2000, (Çev: Petek Demir), İstanbul,
2003, s. 48
109 Yukarıda geçtiği
gibi, Batı Trakya’da
oturan Türkler ve İstanbul’da oturan Rumlar için “yerleşmiş”(etabli),ifadesi
kullanılmış, fakat bu konu iki ülke arasında büyük sorun haline gelmiştir. Komisyondaki Türk üyeler, İstanbul’da, 30
Ekim 1918 tarihinden önce yerleşmiş bulunan Rumların, hukuki sıfatlarının Türk kanunlarına göre tespit edilmesi
gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bu konuda, Türk nüfus kanununda iki kısım ahali vardır; birincisi, bir yerde
doğan ve orada oturan kimseler
ki bunlara yerli denir.
İkincisi, bir memlekette doğmayıp yalnız o memlekete gelip yerleşendir. Bunlar,
geldikleri memleketlerdeki kayıtlarını nakletmedikçe yerli sayılmazlar. Rumların çoğunluğu, kayıtlarını yaptırmadıklarından Türk kanunlarına göre yerleşik sayılamamaktadırlar. Muhtelit
Mübadele Komisyonu’nun Hukuk
Komisyonu etabli ifadesini 1918’den önce İstanbul’a gelmiş ve nüfusa kayıt olmamış olan Rumların, yerli sayılmasını,
bu suretle de mübadeleden ayrı tutulmasını istemiş, ancak müzakere etmiş görünmek için bu nüfusa
kayıtlı olmayanların mübadeleye dahil olmalarını, içlerinde emlak sahibi olanların mübadeleden hariç
tutulması şartıyla kabul etmiş, sonuçta Yunanlılar lehine bir karar alınmıştır. Konu, daha sonraları
Milletler Cemiyeti’ne taşınmış, son olarak 1930 yılında yapılan antlaşmayla, tarih ve doğdukları yere
bakılmaksızın gayrı mübadil olan İstanbul Rumları ve Batı Trakya Türkleri “etabli”olarak kabul
edilmişlerdir. Etabli anlaşmazlığı konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Erdal, Mübadele,
s. 65.
110Bu maddede (Madde 6) kastedilen, bir göçmenin kesinleşmiş bir hapis cezası ya da henüz kesinleşmemiş bir cezaya çarptırıldığı
durumlardır. Bu durumda da, söz konusu göçmen, cezasını çekmek veya yargılanmak üzere, kendisine karşı
kovuşturmada bulunan ülkenin makamları tarafından, gideceği ülkenin
makamlarına teslim edilecektir.
gidecekleri ülkeye vardıkları andan itibaren, bu ülkenin uyrukluğunu edinmiş sayılacaklardır.
Göçmenler, hiçbir vergi alınmadan, her çeşit taşınır mallarını yanlarında götürmekte ya da bunları taşıttırmakta
serbest olacaklardır. Her iki ülke, kurulmuş olan Karma Komisyonun111 tavsiyesi
üzerine, taşıma işlerinde
büyük kolaylıklar sağlayacaktır. Taşınır malların tümünü ya
da bir bölümünü yanlarında götüremeyecek olan
göçmenler, bunları oldukları yerde bırakabilecektir. Bu durumda yerel makamlar, taşınır
malların dökümünü ve değerini ilgili göçmenin gözleri
önünde saptamakla görevli olacaktır. Göçmenin bırakacağı
taşınır malların dökümünü ve değerini gösteren
tutanaklar dört örnek olarak düzenlenecek ve bunlardan biri yerel
makamlar tarafından saklanacak, ikincisi
Karma Komisyona sunulacak, üçüncüsü gidilecek ülkenin
hükümetine, dördüncüsü de göçmenin kendisine verilecektir. Ayrıca
taşınmaz malların tasfiyesi ile Karma Komisyon
görevlendirilmiştir. Ayrıca bu mallara, haklara
ve çıkarlara ilişkin
tüm itirazlar da Karma Komisyon
tarafından kesin olarak karara bağlanacaktır.
Bu sözleşmenin yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak
bir aylık süre içerisinde, bağıtlı yüksek taraflardan her birinden dört ve I. Dünya Savaşı’na
katılmamış devletlerin uyrukları
arasından Milletler Cemiyeti
Konseyi’nin seçeceği üç üyeden oluşan ve Türkiye’de ya da Yunanistan’da toplanacak olan bir karma komisyon
(Muhtelit Mübadele Komisyonu) kurulacaktır. Bu karma komisyonun başkanlığını, tarafsız üç üyeden her biri sıra ile yapacaktır. Ve bu komisyon,
kendisine bağlı olarak çalışacak alt komisyonlar kurmaya da yetkili olacaktır112.
Komisyonların toplantılarında kimlerin
mübadil olacağı konusu
gündeme gelmiş, özellikle de
Türkiye’deki Rum Ortodoks tebaanın İstanbul’da kalma isteği ve Batı Trakya Türklerinin durumu
doğrultusunda tartışmalar yaşanmıştır ve nihayetinde bunlar mübadele dışında
bırakılmışlardır. Fakat Türk heyeti, Yunanistan’dan tüm Müslümanların gönderilmesi konusuyla ilgili olarak Epir bölgesindeki Müslüman Arnavutların da mübadele dışı kalması gerektiğini savunmuştur. Komisyon
başkanı Montagna, Türk tarafını desteklemiş ve Arnavutların ırk olarak Türk olmadıkları için,
111 Muhtelit (Karma)
Mübadele Komisyonu, 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanmış olan mübadele antlaşmasını uygulamak ve bundan çıkacak
anlaşmazlıkları çözümlemek için imzacı tarafların tayin edecekleri dörder kişi ile 1914–1918 savaşına
katılmamış olan hükümetlerin vatandaşları arasından Milletler Cemiyeti Meclisi’nce tayin
edilecek üç üyeden oluşan bir komisyondur. Bkz. Pars Tuğlacı, Çağdaş
Türkiye, c. 1, s. 652.
112 Karma Komisyonun diğer
görevleri ve antlaşmanın tam metni için bkz. Soysal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, s. 177 v.d. Ayrıca bkz. Arı,
Büyük Mübadele,
s. 19 vd.
birinci maddedeki Müslüman
kelimesinin yerine Türk- Müslüman kelimesinin getirilmesini teklif etmiş, fakat Yunanistan buna itiraz edince,
Epir bölgesindeki Yanya ve yöresinde
oturan Arnavut kökenli Müslümanlar da mübadeleye tabi olmuşlardır113. Yunanistan, Türkiye’de nüfusunu bırakmak
istese de, kendi topraklarında kendinden olmayanı,
hiçbir Müslüman kitleyi topraklarında istememiştir. Epir bölgesinde yaşayan Müslüman Arnavutların mübadeleye tabii
olmaları, tartışmalı olmuştur. Epir’de toplam
312.634 yerleşikten, 17.008’i bu Müslüman gruptur. Lozan görüşmelerinde,
Yunanistan resmi temsilcisi Dimitrios Caclamanos, “Yunanistan’ın Arnavut kökenli Müslümanlarının mübadelesine ilişkin
herhangi bir niyeti yoktur. Arnavutlar, Epir’de açıkça tanımlanan bölgede oturabilir. Türklerle aynı dine sahip
olmalarına rağmen, ulus olarak farklıdırlar” demiştir. Etnik köken sorun haline gelmiş, İstanbul’daki Karma Komisyon, 14 Mart 1924 tarihinde
Epir’de Arnavut kökenli
Müslümanların mübadeleden muaf
tutulması gerektiğini ifade etmiştir. Kararın uygulanması için üç üyeyi, bölgede araştırma
yapmak üzere tayin etmiş, yapılan araştırmalarla, Epir’de
oturan Müslümanların büyük çoğunluğunun Türk kökenli olduklarını beyan
ettikleri ve mübadeleye dâhil olmak
istedikleri sonucu çıkmıştır. Sadece bir kesim Arnavut kökenli olduklarını ve mübadeleden muaf tutulmalarını
istemiştir. Türkiye’ye gelmek isteyen bu Müslümanlarda
etnik bilincin olmadığı ve kendilerini diğer Arnavutlar ve Türklerden daha Müslüman hissettikleri için, kendi
kaderlerini tayin ederken, dinin önemli bir rol oynadığı iddia edilmiştir114. Aslında,
Arnavutların Türkiye’ye kabul edilmeleri söz konusu
değildir. Fakat tamamen insanî
duygularla hareket etmiş olan
hükümet, bir kısım Arnavut’u kabul
etmiştir. Henüz mübadele resmî olarak başlamadan önce, 1923 yılının
Temmuz ayında Arnavutluk ve Yugoslavya hükümetleri içerisindeki 1200 nüfustan oluşan 200 aile Arnavut, Türkiye
sınırına kadar gelmiş, fakat Türkiye’nin aldığı karar üzerine
sınırdan girmeleri kabul edilmemiştir. Sırbistan’da da aynı muameleyle kabul edilmeyen Arnavutların, sefalet
içinde oldukları ve bir kısmının
öldüğü, Sıhhiye ve Muavenet-i
İçtimaiye Vekâleti’ne bildirilerek, Türkiye’de hükümet tarafından belirlenecek iskân mıntıkalarında iskânlarının yapılması teklif edilmiş
ve
113 Mutlu, Lozan’da Mübadele,
s. 141.
114 Eleftheria K. Manta, “The Çams of Albania
and Greek State (1923–1945), Journal Of Muslim Minority Affairs, Volume:29, No:4, December,
2009. s. 523 vd.
Türkiye’de hepsinin dağıtılması ve Türkiye’ye alımların
sadece bu kafileyle
sınırlı kalması şartıyla
kabul edilmiştir115.
Mübadele dışında bırakılacak bölgelerin sınırlarına
ilişkin tartışmalar da olmuş, Türk
temsilci heyeti, Rumların kalmalarına izin verilen İstanbul’un sınırlarını,
Bostancı ve Pendik’i de içine alarak
genişletmeyi istememiş, ayrıca 30 Ekim 1918 tarihinden sonra Anadolu’ya göç etmiş olan Rumların bu bölgede kalmalarına
da razı olmamıştır. Buna karşılık,
Yunanistan’ın bazı bölgelerindeki Müslüman halklarının mübadeleye tabi olmasını kabul etmiştir. Bu halkların
içinde, Arnavutların yanında Çingeneler de vardır. Sonuçta, Komisyon tarafından, Müslüman Türk nüfus çoğunluğunun
bulunduğu Mesta ve Struma nehirleri arasında
yerleşmiş olanların da mübadele kapsamına
girmesi istenmiş, Türk heyeti
de bunu kabul etmiş, fakat bu bölgedekilerin göçün en son kafilesi olması
istenmiştir116.
Mübadelenin gerçekleştirilmeye çalışıldığı dönemde, sözleşme gereği mübadeleye
tabi olup Yunanistan’a gönderilmesi gereken kişilerden bir kısmı, çeşitli gerekçelere ve mazeretlere bağlı olarak
Bakanlar Kurulu tarafından mübadeleden istisna
edilmişlerdir. Mübadeleye tabi olmayan gayr-i Müslim erkeklerle, Mübadele Sözleşmesi’nin imza tarihinden
önce evlenen ve nikâhlarını belirtilen tarihten önce nüfus kayıtlarına geçiren, Rum Ortodoks
kadınların mübadeleden istisna edilmesi kabul
edilmiş, gerek Türk, gerekse mübadeleye tabi olmayan gayr-i Müslim
erkeklerle evlilik yapmış olan Rum
asıllı kadınlar, mübadeleye tabii tutulmamışlardır. Bunun yanında Türk ve Yunan Hükümetlerine nakillerinde
zorluklar meydana geleceği için, kimsesiz, sakat (kör vs.) ve hastalıklı olanların mübadelesinin de te’cil edilmesi
sağlanmıştır117.
Mübadele işi, Türkiye’de siyasi çevrelerden farklı görüşler içermiş,
bunlara karşılık İsmet Paşa,
mübadeleyle ilgili, Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada, “Arkadaşlar! Türkün ananesi imzaya sadakat ve akdettiği mukaveleye ciddi bir samimiyettir. Bu, bizim yalnız bir ananevi
tarihiyemiz değil, bir şiarı siyasiyemizdir. Ne mukâvele yapmışsak, o mukaveleyi yaparken
son harfine kadar cidden ve samimen tatbik
edeceğimizi düşündük ve onun için muahedatı akdederken çok düşündük, çok
münakaşa ettik. Mıukavelâtı daha imza ederken
tatbik etmemeyi düşünenler kolay imza ederler.
115 BCA, 030.18.01.01 07.27.4.
116 Mutlu, Lozan’da Mübadele,
s. 143.
117 Hikmet Öksüz, “Türk-Rum
Nüfus Mübadelesinin Sebep ve Bazı İstisnaları”, Atatürk Araştırma
Merkezi Dergisi, S. 48, Cilt: XVI, Kasım 2000, çeşitli sayfalar.
Demek istiyorum ki, eğer biz
memlekette bir kısım halkın mübadeleden istisnasını kabul etmiş isek bu kabulümüz cidden ve hakikaten
samimidir… Şimdiden teşrih ettiğim
vaziyetin salahı hakkındaki ümitlerimizi söyliyeyim. Bir defa bu mesele,
Yunanistan'ın bizimle hakikaten
hüsnü münasebet tesisine
karar vermiş olup olmamasına tabidir”sözleriyle, Yunanistan’la,
bu şekilde bir münasebetle barış yapılabileceğine olan inancını açıklamıştır118.
Mübadele antlaşması ile ilgili tartışmalar devam
ederken, henüz başlama tarihi ilan
edilmeden hazırlıklar başlamış ve mübadelenin tarihine kadar binlerce insan,
hem Türkiye’de, hem de Yunanistan’da limanlara yığılmışlardır. Mübadelenin kabul edilmesi gerek
Türkler, gerekse Rumlar açısından zor bir sürece girildiğinin ifadesi olmuştur. Birlikte yaşamak ne kadar zor
olsa da, yerlerinden yurtlarından ayrılmak kat
kat daha zor olmuştur. Aslında, her iki taraf da yurtlarından
koparılmalarından sonra bir güvensizlik ve şaşkınlık hali içerisine girmişlerdir. Kendileri için değişen
hayat şartlarına uyum
göstermek konusunda isteksiz davranmışlardır. Öyle ki, her iki taraf da, 1930 yılı Türk-Yunan antlaşmasına kadar,
asıl yurtlarına döneceklerini umut etmiş, hatta kendilerine tahsis edilen yerlerin
tapularını bile almayanlar olmuştur. Fakat bu
tarihten sonra geri dönme hayalleri
de son bulmuştur119.
Türk ve Müslüman
nüfus, Türkiye’ye giriş yaptıktan sonra, ülke bir iskân problemiyle karşı karşıya kalmıştır.
Yaklaşık 500.000 insanın geldiği göç hareketinden sonra, asıl mesele bunların nakli, iaşe ve geçici
barınmaları ve iskânları
olmuştur. Devletin işi yalnızca bunlarla da kalmamış, savaştan sonra evsiz kalanlara mesken temin
edilmesi, yanan yıkılan evlerin tamiratı, sağlık sorunları, ekonomik problemler gibi birçok işle uğraşmak zorunda
kalmıştır.
1.3 Mübadele İle Türkiye’ye Gelenler
Ve İskân Uygulamaları
Mübadele antlaşması henüz yapılmadan, göç hazırlıklarına başlayan
Yunanistan’daki Müslümanlar, 1925 yılının
sonlarına kadar yaklaşık
yarım milyon nüfus olarak Türkiye’ye gelmiş, bu arada Rumlar da Yunanistan’a gitmişlerdir. Mübadele, önemli miktarda
bir nüfusun Türkiye’ye getirilmesi yönüyle sevindirici olmuştur. Fakat bunların
nakil, iaşe, barınma
ve iskân konusunda tüm ihtiyaçlarının
118 İsmet İnönü, Lozan Barış Konferansı, Konuşma,
Demeç, Makale, Mesaj,
Anı ve Söyleşileri, (Haz: İlhan
Turan), Ankara, 2003, s. 190.
119 Renee Hırschon, Mübadele
Çocukları, İstanbul, 2005, s. 41.
giderilmesi gerekiyordu. Devlet için
ekonomik anlamda büyük bir yük getirecek olsa
da, gelenlerin bir an önce üretici haline getirilmesi devletin
ekonomisini daha da iyileştirebilirdi. Dolayısıyla hem savaştan dolayı kaybedilmiş nüfus, böylelikle kazanılmış olacak, hem de boş kalan
topraklar işlenebilecekti. Mübadeleyle gelenlerin önemli bir çoğunluğunun Müslüman ve Türk olması, ulus devlet
olma yolunda da ayrı bir önem arz edecektir.
Yunanistan’ın Selanik, Kavala, Karacaova, Kesriye,
Kozana, Kayalar, Langaza, Nasliç, Florina,
Drama gibi yerlerden
gelen mübadiller, Türkiye’de çeşitli yerlere yerleştirilmişlerdir. Mübadillerin iskân yerlerinin tespiti,
mübadiller gelmeye başlamadan önce yapılmış, özellikle
Rumlardan kalan malların çok olduğu ve boş arazi bulunan yerler, iskân yeri olarak seçilmiştir.
1.3.1 Mübadillerin Nakledilmesi İşi
Mübadele anlaşması yapılmadan önce dahi Balkanlar’dan göç devam etmiş, bölgedeki sorunlardan kaçan halk, gerek yürüyerek gerekse
vasıtalarla yola çıkmışlardır. Bindirme iskelelerine gelinceye
kadar, kilometrelerce yol binbir zorluklarla yaya olarak aşılmıştır. Öyle
ki, Kayalar, Kozana, Karacaova gibi yerlerden
hareket eden göçmenler, Karaferye İstasyonu’na kadar, 40–65 kilometrelik
yolu yaya olarak yürümüşlerdir120.
Zaten mübadele başlamadan önce yaklaşık bir milyon Rum Yunanistan’a gitmiş, buralarda
henüz evlerinden ayrılmamış Türk evlerine yerleştirilmiştir. Evlerinden çıkarmak için yapılan tahriklere dayanamayan Türkler, soluğu limanlarda almıştır.
Bu tahriklerin yoğun olduğu Drama ve Kavala’dan göçmenlerin getirilmesi konusunda
İcra Vekilleri Heyeti tarafından, Tevfik Rüşdü Bey’e yazılan bir yazıda, bu yerler halkının
öncelikli olarak tercih edilmesi istenmiştir121.
Muhtelit (Karma) Mübadele
Komisyonu’nun oluşturduğu Selanik,
Kavala, Drama, Hanya ve
Kandiye’deki tali komisyonlar, hem göçmenlerin mallarını, hem de hangi yörede, ne ile uğraştıklarını belirleme işini üstlenmiştir. Bu iki görevi de mübadillerin iskânları için çok önem
teşkil etmektedir. Gerek göçmenlere ait olan malların,
gerekse mesleklerinin tespiti ile daha kolay ve yerli yerince iskân
120 Kemal Arı, İzmir’den
Bakışla Türk Ticaret-i
Bahriyesi ve Mübadele
Gemileri, Lozan’dan Kabotaja,
Deniz Ticaret Odası Yayınları,
İzmir, 2008, s.113.
121 BCA, 030.10
123.874.15.
yapılabilecekti. Fakat çalışmaların tam anlamıyla ve zamanında yapılamaması dolayısıyla, daha doğru bir ifadeyle göçmenlerin de bu işler
için zaman bırakmayıp limanlara
yığılmasıyla, hem taşınma, hem de iskân konusunda zaman zaman sorunlar çıkmıştır. Öncelikle 14.358 nüfus
Ayvalık’a gelmiş, bunlardan 7011 nüfus dağınık bir halde, Mübadele Komisyonu’nun göreve başlamasından sonra Türkiye’ye giriş yapmıştır.
Mübadele işlerinin tam olarak başlamadığı zaman, sevkiyat dağınık halde yapılmıştır. Türkiye’ye gelenlerin mallarının kıymetini belirleyen beyannameler verilmediği gibi, mübadillerin yanlarına almak istedikleri
mallara da, Rumlar tarafından el konulmuştur122.
İnsanların limanlara yığılması, nakliye işinin deniz yoluyla yapılacağının açık bir göstergesi
olmuştur. Bu işi denizyoluyla yapmak, hem ucuz hem de pratik olacaktır. Çünkü, denizyolu daha kestirme bir yol, dolayısıyla daha masrafsız ve taşımayı kolaylaştıran özelliklere sahipti. Taşıma
işi ise vapurlarla yapılacaktı. Bu nedenle, vapur şirketlerine, Sevkiyat Müdüriyeti tarafından bir ihale açılmış, “Münakaza
şeraiti” adıyla, ihale konusundaki yükümlülükleri açıklamıştır. Bu yükümlülükler arasında, Yunanistan’dan gelecek
olan Müslüman göçmenlerin Selanik’ten Tekfurdağı’na, Kalikratya’dan İstanbul ve Mudanya’ya;
Kavala’dan gelenlerin İstanbul, Zonguldak, Sinop,
Samsun, Ordu, Giresun, İzmit, Tekfurdağı, Gelibolu, Bandırma ve Burhaniye’ye; Girit ve Kandiye’den Mersin, Silifke,
Marmaris, Bodrum, Gökabad, Göllük, Ayvalık, Çanakkale
ve Erdek iskelelerine boşaltılması söz konusu olmuştur. Taşıma ücretleri için herhangi bir tahsisat ayrılmadığından ücret veremeyecek fakir göçmenlerin dışında, taşıma
ücretlerini göçmenlerin kendileri verecektir. İnsan, hayvan ve eşya için ayrı tutarlarda
ücret alınacak, nüfus başına 100 kg. eşya ücretsiz taşınacak, 8 yaşına kadar olan çocuklardan ücret alınmayacak,
taşınma esnasında halkın dinlenmesi sağlanacak ve vapurlara tatlı su depoları konulacaktır. Taşınma işinden elde
edilen gelirlerin yüzde 20’si Hilal-i
Ahmer’e bağışlanacak, hükümet hiçbir vergiyi kabul etmeyecektir. Açılan ihaleye İtalyan, Yunan, Ermeni ve Türk
vapur birlikleri katılmış, ilk olarak
İtalyan Lloyd Triestino Vapur Kumpanyası ihaleyi kazanmıştır. Fakat henüz işgalden
çıkmışken, Türk yerine yabancı
bir kumpanyaya bu ihaleyi vermek, dolayısıyla bu yolla, ulusal sermaye birikiminin ülke dışına aktarılacağı
konusu, tepki toplamış, çeşitli girişimler sonunda İtalyan şirketinin kazanmış
olduğu ihale iptal edilmiştir. İhale, Seyr-i
122 BCA, 030.10
123.875.8.
Sefain İdaresi ile Türk Vapurcular Birliğine verilmiştir. Bu idarenin,
tonajı 2000 den fazla olan 6 vapuru mevcuttur. Diğer vapurlarının tonajı
ise, çok küçüktür123.
Limanlara yığılan insanların, mal bildirim işlerini
tamamlamadan taşınma işlerine
başlamışlardır. Şehir ve kasabalardan gelen göçmenler, liman kentlerine demiryolları vasıtasıyla gelmişlerdir. Fakat kırsal kesimden
gelen çiftçilerin, liman kentlerine
ulaşabilmesi zorluklarla olmuştur. Çünkü bu çiftçi göçmenler, yanlarında hayvan, tarım araç ve gereçlerini de beraberlerinde getirmek
istemiş, dolayısıyla eşek, at veya öküz arabalarıyla ailelerini ve eşyalarını taşımışlardır. Selanik, Kavala liman kentleri
Makedonya bölgesi için, Kandiye, Hanya ve Resmo liman kentleri ise Girit için irkap(
indirme, bindirme, yükleme)
iskelesi olarak kullanılmıştır124.
İrkâp iskelelerinde işleri yoluna koymak üzere,
Muhtelit Mübadele Komisyonu ve Türk
hükümeti tarafından ara komisyonlar oluşturulmuştur. Aç ve perişan halde umulmadık
bir kalabalıkla yola çıkan göçmenler
için nakliye işleri henüz düzenlenmemiştir. Bu durumda, Hilal-i
Ahmer Cemiyeti’nin yardımlarına ihtiyaç duyulmuş ve
cemiyetle yapılan anlaşma gereğince, ihraç iskelelerinde ve vapurlarda, cemiyette görevli olan doktorlar çalışmaya
başlamış, vapur ve iskelelerdeki doktorlar, gelen
mübadillere, bulaşıcı hastalıklara karşı bir önlem mahiyetinde aşı yapmışlar, göç bölgelerine giden seyyar doktorlar da
bölgedeki halkın aşılanmasının yanında, iaşelerini de karşılamışlardır125. Aşılama
işi ise göçmenler, henüz Yunanistan’da iken indirilecekleri
iskeleler göz önüne alınarak yapılmış, limanlarda kalan göçmenlere gıda, giyim, ilaç, odun ve
kömür yardımı yapılmıştır126.
Nakliye işi, 1923 Kasım ayından itibaren başlamış,
mübadele, çoğunlukla deniz yoluyla
yapılmıştır. Taşıma işini üstlenen kuruluşun elinde bulunan ve mübadeleyle Türkiye’ye göçmen taşıyan vapurlar;
Gülcemal, Akdeniz, Reşit Paşa, Kızılırmak, Şam, Giresun, Ümit, Gülnihal, daha küçük çapta olanlar ise,
Bahrıcedit, Altay, Gelibolu, Bandırma,
İnebolu, Nimet, Canik, Millet ve Ereğli’diydi127. Kırzâde, Arslan ve Kartal vapurları
da mübadeleyle görevli
vapurlar arasındaydı128. Vapurlar
oldukça eski ve
123 Arı, Büyük Mübadele, s. 37 v.d.
124 Mustafa Hatipler, s. 70. 125 Erdal, Mübadele, s.128. 126 Hatipler, s. 70.
127 BCA, 030.18.01.01 8.43.12.
128 Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi, 29–30 Kanun-ı
Sani 1924.
aslında bu iş için çok da uygun olmamasına rağmen Türkiye’ye aittir. Bu
vapurlardan durumu en iyi olan Gülcemal vapurudur.
Selanik’te limana yakın bir yerde kurulan çadırlarda bulunan halk, vapur sıralarının kendilerine gelmesini günlerce bekledikleri olmuş, iaşeleri karşılanmaya çalışılmışsa da yeterli olmamış, bazı hastalıklar da zuhur
etmiştir. Nihayetinde, gerekli kontroller yapıldıktan sonra vapur sırası gelenler, Türkiye’ye doğru hareket etmiş, hükümet vapurların
durumunu takip etmiştir.
Çetin kış şartlarından dolayı, komisyon tarafından, göçmenlerin bir an
önce nakillerinin yapılmasına karar verilmiş ve mübadelenin resmen 10 Kasım 1923 tarihinde başlayacağı belirtilmiştir. Yola
çıkan göçmenler, her türlü taşınabilir mallarını yanına alabilmektedir. Yunanistan’da bırakılan taşınmaz malların
değerini ise, Muhtelit Mübadele
Komisyonu’na bağlı talî komisyonlar belirleyecektir129.
Mübadillerin terk edeceği ya da
yanlarında götürebileceği mallar ile ilgili kurallar ve bu malların tasfiyesi ve kıymetlerinin belirlenmesine dair
esaslar, “Mübadele Sözleşmesi” ile
belirlenmiştir. Buna göre: mübadiller her çeşit taşınır
mallarını beraberlerinde götürmekte veya naklettirmekte serbest
olacaklar ve bu sebeple kendilerinden herhangi bir vergi alınmayacaktır.
Ancak “emval-i menkûlelerinin tamamını
veya bir kısmını beraberinde götürmeye
kudretyab olamayacak olan muhacirîn” bunları mahallerinde bırakabilecek, bu halde bırakılacak olan malın bir
envanteri çıkarılarak değeri, mal sahibi mübadilin gözü önünde belirlenerek bir zabıt varakası
düzenlenecektir. Dört nüsha olarak düzenlenecek olan bu belgenin bir tanesi, “memurin-i mahalliye nezdinde”kalacak,
biri tasfiye işlerini yürütecek olan “Muhtelit Komisyon’a”, diğeri mübadilin “hicret ettiği memleketin hükümetine”, ve sonuncusu da “muhacire”
verilecektir. Bu belge, mübadillerin
Türkiye’ye getirmeleri gereken en önemli belge niteliğini taşımaktadır. Komisyonun görevinin, ilgili mal sahibine, bulunduğu
ülkenin hükümeti emrine bıraktığı
mallara karşılık borç tutarını gösteren bir belge vermesi ve mübadilin, gittiği ülkede, elindeki belgede gösterilen
miktarda, mal alma hakkına sahip olması kabul edilmiş olmasına rağmen, taşınmaz malların tasfiyesi ve bu
malların kıymetlendirilmesi işi, Türkiye’de
uygulamaya geçince, karmaşık bir durum ortaya
çıkmıştır130.
129 Arı, “Mübadele Göçmenlerini Türkiye’ye Taşıma Sorunu”,
s. 32.
130 Ercan Çelebi, “Mübadillerin Yunanistan’daki Mal
Kayıtları ve Muhtelit Mübadele Komisyonu Tasfiye Talepnameleri”, Çağdaş Türkiye
Tarihi Araştırmaları Dergisi,
C.5, S.12, İzmir, 2006, s. 37 vd.
Göçmenler için Yunanistan’da yapılan işlemlerden
birçoğu uygulanamamıştır. Gidecekleri
iskân yeri belli olan göçmenlerin, vapurlara nereden binip, nerede ineceği belirlenmiştir. Bunu da Selanik, Kavala ve
Girit’te oluşturulan beşer kişilik bir heyet
yürütmüştür. Fakat göçmenlerden bazıları gidecekleri iskân mıntıkasını
beğenmeyip, başka yerlere de gitmeye
kalkınca, bir iç iskân problemi baş göstermiştir. Bütün bu sorunlarla, 1923 yılının sonuna
kadar, Girit, Kavala, Drama ve Selanik’ten toplam
60.318 göçmen
Türkiye’ye getirilmiştir131.
Kışın şiddeti, göçmenleri zor durumda bırakmış
ve yapılacak işleri sekteye uğratmıştır. Hilal-i Ahmer, Selanik’te çok şiddetli bir kış olduğu için, oradaki
göçmenlere İmdad-ı sıhhi ve sevk heyetleri tarafından odun ve kömür
dağıtılması için tahsisat verilmesini, Hilal-i Ahmer depolarında
mevcut 40 bin kilo kömürü dağıtmak için Hilal-i Ahmer kongresinden izin talep edileceğini bildirilmiştir132.
Bu arada, Selanik’teki şiddetli soğuklardan dolayı
göçmenlerin telef olduğu söylentilerine karşılık, Muhtelit Mübadele Komisyonu
Türk Heyet-i Murahhası, bir telgraf
göndererek bu konudaki haberlerin doğru olmadığını ve Selanik Müslümanları arasında soğuktan dolayı hiçbir telefat olmadığını, Hilal-i
Ahmer’in sıcak çorba ve elbise dağıttığını ifade etmiştir133.
Mübadele İmar ve İskân Vekili Necati Bey, Selanik, Kavala,
Girit, irkab heyetleri
aracılığıyla gönderilen mübadeleye tabii göçmenlerin 1924 yılının Ocak ayında 29096 nüfus olduğunu,
Mübadeleye tabii olmadığı
halde 867 nüfusun
da Türkiye’ye geldiğini ifade
etmiştir. Yani toplam 29963 kişi Türkiye’ye giriş yapmıştır. Göçmenlerin bir kısmı, Türk vapurlarıyla,
bir kısmı da trenle naklolunmuştur. 1077 nüfus
Samsun’a, 6619 nüfus Trakya’ya, 1952 nüfus Karesi’ye, 7363 nüfus İzmir’e, 5478 nüfus Bursa’ya,
2245 nüfus İstanbul’a, 2321 nüfus İzmit’e, 2439 nüfus Konya’ya,
343 nüfus Sivas’a
ve 126 nüfus Kastamonu’ya sevk edilerek iskân edilmişlerdir. Bunlarla
beraber, büyük ve küçükbaş 20990 adet hayvan da naklolunmuştur. Göçmenlerin vapurlarla nakilleri
esnasında imkânların elverdiği
ölçüde istirahatları sağlanmış, ihtiyarlar, hastalar ve
loğusalar için kamaralar tahsis ettirilmiş, sağlıklarına özen gösterilmiştir. Göçmenlerin, soğuktan korunması için
harcanmak üzere tahsisat ayrılmış ve göçmen tespitine
göre mıntıkalarına dağıtılmıştır. Göçmenler ihraç
131 Arı, “Mübadele Göçmenlerini Türkiye’ye Taşıma Sorunu”,
s. 34 vd.
132 Hakimiyet-i Milliye, 29 Kanun-ı
Sani 1924.
133 Hakimiyet-i Milliye, 3
Şubat 1924
iskelelerine vardıkları zaman, hemen misafirhanelere nakledilmiş,
istirahat ve sıhhatleri temin edilmeye
çalışılmıştır. İskân mahallerinde yardıma muhtaç 22804 nüfus iaşe edilmiş,
ve talimat gereğince misafirhanelerde gerekli işlemleri yapıldıktan sonra iskân mahallerine sevk edilerek iskânları
yapılmaktadır. Bunların müstahsil
hale girebilmelerini temin eden çift hayvanâtı ve alat-ı ziraiye
ait talimatnâmeler hazırlanarak mıntıkalara gönderilmiş, bu
tertibatı görmek ve tamamlamak vazifesiyle Merkez İaşe Şubesi Müdürü, Ragıp Bey mıntıkalara memur edilmiştir134.
Sonuçta, Yunanistan’dan Türkiye’ye taşınan göçmenler, gerek Seyr-i Sefain
İdaresi’ne ait vapurlarla, gerekse Şark Şimendifer Kumpanyası’na ait
trenlerle gelmiş, 1924 yılının
sonuna kadar nakliye işi bitmiştir135.
Mübadil kafilelerinin Türkiye
gelmeye başlamaları, milli duygularla ve heyecanla
karşılanmıştır. Öyle ki, 28 Teşrin-i Sani 1923 tarihli
Ahenk gazetesi, bu olayı, “Artık geliyorlar. Kurtularak, kurtarılarak geliyorlar. Her şeylerini, henüz babalarının, henüz toprağa kalbolmayan şehitlerinin kanlı cesetlerini terk ederek geliyorlar. Onları, hürmetle, muhabbetle,
şefkatle karşılayalım. Bağrımıza basalım. Çok
acı görmüş ruhlarına
teselli olalım. Zalim ve den’i düşmanın kahırlarıyla harab olanların
ruhlarına teselli olmak en büyük saadettir. Gelenler din, ırk kardeşlerimizdir” diyerek dile getirmiştir136.
1.3.2 Mübadillerin Yerleşim
Yerlerinin Tespit Edilmesi
Türkiye Cumhuriyeti
kurtuluş mücadelesinden sonra, nüfusu homojenleştirme ve Osmanlı Devleti’nin kaybettiği topraklarda zulme uğrayan
kendi soyundan, insan kitlelerinin nakli, iaşelerinin sağlanması, barındırılması ve üretici
haline getirilerek kalıcı iskânlarını sağlamakla yükümlü
olmuştur. Bunun için iyi planlanmış bir iskân
politikasına ihtiyaç vardır. Geçmişte de iskân konusunda deneyimler
yaşanmış, fakat bazı yanlış uygulamalardan dolayı hezimetle sonuçlanabilmiştir.
İskân ve Teâvün Cemiyeti adı altında, insanî ve
sosyal bir amaçla, mübadele işleri için, hükümete yardımcı
olmak üzere kurulan
bir cemiyetin, genel kongresinde,
134 Hakimiyet-i Milliye, 5
Şubat 1924.
135 Arı, “Mübadele Göçmenlerini Türkiye’ye Taşıma Sorunu”,
s. 46.
136 Kemal Arı, “İlk Mübadil Kafilesi
İçin İki Gazete
Haberi”, Mübadele Dergisi, S.1, Samsun, Kasım
2003, s. 15.
cemiyet, mübadele ve iskânın başarılı olması için, şehirlerden köylere
kadar, genel bir teşkilatın olması gerektiğini savunmuştur137.
Cemiyetin ifadelerine göre; “93 Harbi ve Balkan
Savaşları’ndan sonra gelen, iki milyon
Müslüman nüfus, iklim ve zirai şartlara
bağlı olarak yerleştirilemediği için yüzde
seksenini helak olmuş, iskân şartlarının uygun olduğu yerlerde de yerleştirilen muhacirler, yerli halkla sorunlar
yaşamış, muhacirler için 15 milyon lira tahsisat
verildiği halde, Edirne’de
iki köyden başka hiçbir şey yapılmamıştır138.
Mübadele konusunda, hükümetin
kararına göre, gelecek
muhacirlerin daha ziyade köylerde, iskân ve refahlarını sağlamak düşünülürken, Anadolu’da emvâl-i metrûkenin
yüzde sekseni, şehirlerde ve aksine Rumeli’de de aynı nispette köylerdedir. Yani Rumların yüzde sekseni, şehirlerden
gitmişken, Müslüman muhacirlerin yüzde sekseni,
köylerden geleceklerdir. Bu durumda, köylülerin şehirlerde iskân edilmesine mecbur kalınacaktır. Cemiyetin
bu konudaki düşüncesi
ise, şehirlerdeki emval-i
metrukenin bir kısmıyla, Müslümanlara ait çiftliklerin kendi rızalarıyla
mübadelesini yaparak, bu arazilerin
gelecek köylü muhacirlere tahsis edilmesidir139. Bu durum, İktisat Kongresi’nde, “memleketimize gelmiş ve
gelecek muhacirlerin muntazam bir usul ile idaresi
ve geldikleri memleketin iklim ve arazisi ve
ziraat usulleri ve
mahsulâtının nevileri nazar-ı dikkate
alınarak, ona göre iskânları ve bilhassa hali arazisi müsait olan Türk köylerine tevzileri” kabul edilmiştir140.
Mübadeleyle gelenlerin çoğunun çiftçi
olduğunu düşünülürse, bunlara uygun yerlerde yani köylerde arazi
verilmesi zaruridir. Arazi temininin
yanı sıra, mübadillerin, Türk köylerine dağıtılmaları, sosyal ve kültürel açıdan da olumlu bulunmuştur.
İskân meselesinde en önemli üç şey, iklim, ziraî
şartlar ve yerli halka sorun çıkarmamaktır. Eğer iklim şartları
uygun olmazsa, yapılan
emekler heba olacaktır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Urla ve Çeşme havalisine yerleştirilen, Bosna muhacirleri bağları ve zeytinlikleri
yakmışlar, sonra da hastalığa tutularak kırılmışlardır. Aynı zamanda, Drama ve Kavala’dan gelen tütüncüler, zeytin çıkaran Edremit ve
137 Hakkında mazbatadan başka bir bilgi
yoktur. İskân ve Teavün
Cemiyeti, Umumi Kongre
Mübadele Encümeni Mazbatası, 24 Eylül 1339 (1923), s.1
138 İskân ve Teavün Cemiyeti, s. 1.
139 İskân ve Teavün
Cemiyeti, s.5
140 Afet İnan, İzmir İktisat Kongresi,
17 Şubat- 4 Mart 1923, TTK, Ankara, 1989, s. 30.
Ayvalık civarına iskân edilmişlerdir. Böyle bir durumda
ne kendileri, buralardan faydalanabilmiş, ne de devlete bir faydaları olmuştur141.
Rumeli’den ve adalardan gelecek muhacirler başlıca
iki sınıftır. Birinci sınıf; şehirliler
ve kasabalılar, ikinci
sınıf ise köylüler
ve çiftçiler olarak
ayrılmışlardır.
Birinci sınıf- eşraf, Tüccar, ikinci sınıf, muhtelif
şekillerde ziraatla ve ağnamcılıkla
uğraşmaktadır.
Rumeli’den ve adalardan önemli miktarda gelen
dülgerler, duvarcılar, marangoz ve taşçılar,
genellikle, ülkenin kurtarılmış yerlerine yerleştirilir ve inşaatlarda çalıştırılırsa, hem yerli halkın faydasına
olacağı ve hem de bu işlerde
çalışanların, alacakları yevmiye ile geçimlerini sağlayabilecekleri ve
harabelerin onarılmasına hizmet edecekleri ifade edilmiştir.
Edirne vilayetinde, Müslüman nüfusun artması ve
memlekete askeri ve siyasi menfaat
sağlayacak olan Drama ve Siroz’dan gelmesi beklenen 170.000 nüfustan kırk bini tütün çıkan Edirne tehcir mıntıkalarına; 60.000’i Samsun ve Bafra havalisine; 70.000’i, Manisa, Akhisar,
Muğla, Milas, Kuşada,
Değirmendere, Torbalı, Söke, Ödemiş
ve diğer tütün çıkan İzmir vilayeti havalisinde iskânlarının daha iyi olacağını ifade etmiştir. Ayrıca Selanik vilayeti
dâhilinden gelecek olan 130.000 ahalinin 40.000’i Bursa vilayeti tehcir mıntıkalarına; 50.000’i
İzmir, Menemen, Bergama,
Alaşehir, Salihli, Nazilli,
Isparta, Burdur sancak ve kazalarına ve 40.000’i İzmit, Çatalca sancaklarıyla İstanbul’a iskânları, iklim
ve ziraate göre çok uygun olacaktır. Manastır
vilayetinden gelenler için de Amasya ve Tokat vilayetlerinin uygun olduğu ileri sürülmüştür.
Selanik ahalisinin bir kısmı, Kavala, Siroz, Drama,
Yanya, Hanya, Kandiye, Midilli, Limni
kasabaları halkından bir kısmının önceden beri ticaretle uğraştıkları için, bu tüccarların İstanbul,
İzmir, Bursa, vesair ticaret şehri ve kasabalarında ikamet etmeleri, hem
Rum ve Ermenilerin bıraktığı ticaret boşluğunu doldurması açısından, hem de memleketin iktisadi hayatına hizmet etmesi açısından
oldukça önemli görülmüştür.
Girit, Midilli, Sakız, Limni ve diğer adalarla
Preveze, Kesendire, Katrin ahalisi zeytincilik, bağ ve bahçecilik konusunda iyi oldukları
için, bunların Edremit,
Ayvalık,
141 İskân ve Teavün
Cemiyeti, s.5
Çeşme,
Karaburun, Urla, Kuşada ve havalisine iskânları da uygun görülmüştür. Rumeli ve adalar halkının Adana, Silifke,
Antalya, Sivas menâtıkına tevzi ve iskânı kesinlikle olmadığını ileri süren cemiyet, bu görüşünün gerekçesini; “Buraların şerait-i
ekalimiyesi geleceklerin sıhhat ve selametini tehlikeye düşürür. Sivas
tamamen yayla, diğer yerler de çok sıcaktır. Bu bölgeye zaruretle gelen muhacirler nüfusça
zayiat vererek başka başka yerlere
yerleştikleri tecrübelerle anlaşılmıştır” şeklinde açıklamıştır.
Yapılan hesaplarda, Selanik’ten 280.000, Manastır’dan 140.000, Yanya’dan
6.00
ve diğer adalardan 50.000 bin olmak üzere yaklaşık
500.000 Müslüman nüfusun mübadeleye tabi olacağı ve Anadolu’ya geçeceği
düşünülmüştür. Edirne ve diğer vilayetlerde, Anadolu’dan mübadeleye ve tehcire tabi olan Rum ve Ermeni nüfus miktarı, 420.000 Rum ve 50.000 kadar da
Ermeni’dir. Rumeli Adalardan gelecek nüfus-
ı islamiyeyi beş yüz bin kabul idersek mübadeleye göre seksen bir İslam
nüfus fazla çıkar, şeklinde
ifade edilmiştir142. Aslında
bu hesaba göre, emval-i metrûkeler, gelecekler için yeterliydi. Fakat kimin, nerede iskân
edileceğinin tespiti oldukça zor olmuştur.
Mübadiller geldikten hemen sonra çalışmalara başlanmış, daha
önce yaşanan kötü tecrübelerin
yaşanmaması, iskânın yerli yerince yapılması için gerekli hazırlıklar yapılmıştır. Mustafa Kemal, 1 Mart 1924
yılında mecliste yaptığı konuşmada, “Uhuvvet icabından olan mübadele-i ahali icraatı devam etmektedir. Hükümeti
Cumhuriyet birçok müşkülat ile
beraber mevsimin de şedaidiyle mücadele etmek mecburiyetinde kaldı. Buna rağmen memleket dâhilindeki
nakil ve iskân işleri mebzul vesaitin israfına
mal olan geçmiş senelere nispetle
kıyas kabul etmeyecek
derecede hüsnü cereyan
etmektedir. Yani vatandaşlarımızdan bir kısmı mühimini daha şimdiden
maişetlerini bizzat tedarik
edebilecek vaziyete getirilmişlerdir. Mübadele işlerinde daha iktiham etmek mecburiyetinde olduğumuz müşkülat
büyüktür. Bu mesele ile Milletimiz cidden ve
yakından alâkadardır”143 demiştir.
Yerleşim yerlerini belirlemek, görünürde gerek göç eden nüfus, gerek aile ve gerekse tahsis edilecek hanelerin
sayılarının tespit edilmesiyle kolayca çözülebilecek bir işti. Ayrıca, Rumlardan
kalan mallar da, giden nüfusun gelen nüfusa oranıyla, iskân işi
142 İskân ve Teavün Cemiyeti, s.6 vd.
143 Kazım Öztürk, Türk Parlamento Tarihi, TBMM III. Dönem, 1927
– 1931, C.II, TBMM Vakfı Yayınları, Nu. 9, s. 1014.
için yeterli sayıda görünmekteydi. Fakat, hükümetin tek sorunu, mübadil
göçmenler değildi. Bunların yanında,
önceden gelip yerleşmiş, harikzedeler, Balkan muhacirleri, vilayat-ı
şarkiye mültecileri de vardı. Üstelik
mübadele işine hazırlıklar tamamlanmadan başlandığı için, yerleşim yerlerinin belirlenmesi,
ivedilik arz ettiğinden fevren belirlenmişti144.
17 Temmuz 1923 tarihinde İcra Vekilleri Heyeti tarafından tasdik edilen kararnamede, yerleşim alanları belirlendikten sonra gelecek olan mübâdillerin
sayıları ve geldikleri yerlere göre 8 iskân bölgesi, Sıhhat ve İçtimai
Muavenet Vekâleti tarafından belirlenmiştir. Bu dönemde
henüz Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti kurulmamıştır. Mübadiller geldikleri yöreye göre tütüncü,
çiftçi, bağcı ve zeytinci olarak gruplandırılmıştır. Buna göre;
1. Drama ve Kavala’dan gelen 30.000 tütüncü, Samsun ve çevresine,
2.
Serez’den gelen 20.000 tütüncü, 15.000 çiftçi ve bağcı
ile 5.000 Zeytinci, Adana ve
çevresine,
3.
Kozana, Grebene, Nasliç ve Kesriye ahalisinden 2.500
tütüncü, 15.000 çiftçi ve bağcı ile 5.000
zeytinci, Malatya ve çevresine,
4.
Kayalar, Karaferye, Vodine,
Katerin, Alasonya, Langaza,
Demirhisar, Gevgilinin’in bazı köyleri, Yenice,
Vardar ve Karacaabat ahalisinden 3.000 tütüncü, 25.000 çiftçi ve bağcı ile 15.000 zeytinci, Amasya, Tokat ve Sivas’a,
5.
Zeytüncü, Drama, Kavala, Selanik ve ahalisinden 4.000
tütüncü, 20.000 çiftçi ve bağcı ile 40.000 zeytinci, Manisa, İzmir, Menteşe,
Denizli ve çevresine,
6.
Kesendire, Poliroz, Sarışaban, Avrethisar, Nevrekop ve ahalisinden 20.000 tütüncü,
55.000 çiftçi ve bağcı, 15.000 zeytincinin Çatalca, Tekirdağ, Karaman, Niğde ve çevresine,
7.
Preveze ve
Yanya ahalisinden 15.000 zeytinci, 40.000
çiftçi ve bağcı, Antalya ve Silifke çevresine,
8.
Midilli, Girit ve adalar ahalisinden 30.000 çiftçi ve
bağcı ile 20.000 Zeytincinin, Ayvalık, Edremit ve Mersin çevresine yerleştirilmesi planlanmıştır145.
144 İskân Tarihçesi, Hamit Matbaası, 1932, s. 16.
145 İskân Tarihçesi, s.18.
Daha sonra, Meclis’te
yapılan görüşmeler ve Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti’nin
çalışmaları sonucunda Türkiye, ihtiyaç dolayısıyla, on iskân bölgesine ayrılarak, bölgelerin sınırları belirlenmiştir. Buna göre146;
Birinci Bölge: Sinop,
Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Gümüşhane, Amasya, Tokat Çorum
İkinci Bölge: Edirne, Tekfurdağı, Gelibolu, Kırkkilise, Çanakkale.
Üçüncü Bölge: Balıkesir vilâyeti.
Dördüncü Bölge: İzmir, Manisa, Aydın,
Menteşe, Afyon.
Beşinci Bölge: Bursa.
Altıncı Bölge: İstanbul, Çatalca,
Zonguldak.
Yedinci Bölge: İzmit, Bolu, Bilecik,
Eskişehir, Kütahya.
Sekizinci Bölge: Antalya, Isparta,
Burdur.
Dokuzuncu Bölge: Konya, Niğde, Kayseri,
Aksaray, Kırşehir.
Onuncu Bölge: Adana, Mersin, Silifke,
Kozan, Ayıntab, Maraş.
Bu bölgelerin oluşturulmasında daha çok verimli ve
boş bölgeler etkili olmuştur. Bu bölgeler
arasında olmayan vilayetlere de iskân yapılmış,
fakat genellikle iskân
bölgeleri adı geçen vilayetler olmuştur.
1.3.3. Mübadillerin İaşe Ve Barınma
Sorunları
Göçmenler, terk
ettikleri ve ya terk etmek zorunda
kaldıkları yerlerde işini, malını ve mülkünü bırakıp gelmişlerdir.
Bunların bir an önce yerleştirilip, çalışmaya
başlamalarının sağlanması, hem göçmenler, hem de devlete daha fazla
ekonomik yük olmamak açısından
gereklidir. Göçmenlerin çalışmaya ve üretmeye başlamaları için öncelikle
barınma ihtiyaçlarının karşılanması gerekmektedir.
Halk, bulundukları yörede, mübadele uygulaması henüz
yapılmadan önce, çok kötü bir
durumlara düşmüşlerdir. Ot ile ve yörede doğadan topladıkları başka şeylerle gıda gereksinimlerini karşılamışlardır.
Bunlarla ilgili taşıma söz konusu
olduğunda, artık bitmek üzere
oldukları hissedilmektedir. Bunları kurtarmak için, henüz taşımaları yapılmadan önce, 30.000 lira gibi
bir parayla, İmdadı
Sıhhi heyeti buralara
gönderilerek
146 Arı, Büyük
Mübadele, s. 53.
ve bunların hayatlarının kurtarılması için çalışmıştır. Bu yörelerin insanları, ölüme mahkûm bir durumda memleketlerinden çıkarılmıştır.
Doğal olarak taşınma esnasında ve göç sırasında, bu
hastalıklı ve zayıf bünyeli insanlar,
göç koşullarının doğal etkileri altında diğer göçmenlere oranla daha çok kayıp vermek zorunda kalmışlardır. Yine
Selanik’in kuzeyinde, çeşitli yangın yerlerinden adeta oyuklar içinde barınmaya mahkûm halde bırakılan otuz bin kadar insanın da taşınmaları hiç de kolay olmamıştır. Bu aşamada Hilal-i Ahmer
Cemiyeti Mübadele ve İmar İskân
Vekâleti ortaklaşa, İmdad-ı Sıhhi heyetleri aracılığıyla, olabildiği ölçüde, yollara dökülen bu düşkün insanlara
barınma, beslenme ve sağlıkla ilgili konularda
yardım elini uzatmaya çalışmışlardır. Kozana’da 1.500, Karaferye
İstasyonu’nda 1.000, Ahdova’da 1.000
kişiyi ağırlamaya ve barındırmaya yeterli üç misafirhane kurulmuştur. Çadırlardan oluşan bu misafirhanelerde, sıcak yemek ve
ekmek servisleri yapılmış, hasta olanların
tedavileriyle uğraşılmıştır. Hilal-i Ahmer Selanik İmdadı Sıhhi heyeti tarafından, kent çevresinde, Kireç Köyü tarafındaki Kara Hüseyin yöresinde, 5.000 kişiyi ağırlamaya yeterli ve sağlık için elverişli çadırları
olan, büyük bir misafirhane kurulmuştur.
Çevrede bulunan arı ve temiz su kaynakları,
karma komisyonun Türk Murahhas Heyeti’ne verdiği 1500 drahmi
harcanarak, misafirhaneye aktarılmıştır147.
Türkiye’ye gelenler için ise durum farklı olmamıştır. İhraç iskelelerinde, konaklama yerlerinde ve hatta iskân
bölgelerindeki mübadillerin geçici süre barınmaları için açılacak misafirhânelerin açılma sartları ve idaresi hakkında
hükümler içeren, “Misafirhâneler
Talimatnâmesi”28 Kasım 1923 tarihinde kabul edilmiştir. Mübadiller için çıkarılan talimatnâmeye göre148;
1-
Muhacirler için ihraç iskelelerinde, konak yerlerinde
ve iskân mıntıkalarında olmak üzere, muhacirlerin miktarının önemine göre geçici veya daimî misafirhâneler yapılacağı,
2-
Misafirhâne yapımında boş askerî kışla, resmî ve hayır kuruluşlarından faydalanılacağı gibi, metruk binaların elverişli olanlarının
tahliye veya ihtiyaç halinde kiralama
suretiyle de dışarıdan temin olunacağı, yer ve mevsime göre de çadır
ve baraka da kullanılacağı,
147 Arı, Türk Ticaret-i Bahriyesi, s. 114.
148 BCA, 272. 12 40.42.3,
İskân Tarihçesi, s. 19 vd. ayrıca bkz. Erdal, Mübadele, s. 112 vd.
3-
Misafirhânelerde her aileye bir oda ayrılmasına dikkat
edileceği, eğer koğuş ise aralara perde
konularak, aile veya akrabanın bir arada olmasının sağlanacağı,
4-
Terk edilmiş yerlerden ve askerden yatak, yorgan
vesaire gibi eşyalar temin edilerek,
her odaya karyola konulacağı, eğer karyola yetersiz kalırsa, ot veya minder gibi
araçlar ile insanların taş ve toprak üzerinde kalmasına
meydan verilmeyeceği,
5-
Misafirhanelerde her odaya veya koğuşa büyüklüklerine
göre soba veya mangal verileceği, bunların
yakacaklarının da tedarik edileceği,
6-
Koğuş ve odalara
yeterli miktarda lamba verileceği, bunlar için de petrol ayarlanacağı,
7-
Misafirhanelerin muntazam olması ve havadan
veya yağmurdan etkilenmemesinin sağlanacağı,
8- Misafirhanelerin genel sağlık kurallarına uygun olması sağlanacağı,
9-
Misafirhanelerde su tesisâtının olmasına ve başka
yerden su temin edilmemesine dikkat
edileceğine, su tesisâtı olmayan oda ve koğuşlarda musluklu fıçılar veya uygun kaplar bulundurulacağı,
10- Özellikle
ihraç iskelelerinde büyük misafirhanelerde Hilâl-i Ahmer tarafından, onar yataklı birer revir açılarak,
tıbbî ilaç ve tıbbî malzeme
bulundurulacağı,
11- Misafirhaneye gelen muhacirin, mıntıka
müdürüne bağlı bir memurun nezaretinde veya komisyon belgesiyle kabul
edileceği, geliş tarihleri, memleketi, aile
ve aile reisi, nasıl çıktıkları, nereye gidecekleri kaydedilen muhacirlerin buradayken doğum ve ölümlerinin de kaydedileceği,
12- Hademelerin her zaman
temizliğe dikkat edecekleri, helâların, ilaç ve kireç dökülerek
sıhhî bir şekilde korunacağı,
13- Misafirhanelerde güvenlik
için yeteri kadar polis veya jandarma bulundurulacağı,
14- Muhacirler
misafirhanelerde en fazla üç gün kalarak, bu süre içerisinde sıcak yemek, çay gibi iaşeleri, Hilâl-i Ahmer ve
hamiyet sahibi kimseler tarafından temin
olacağı, buna imkân bulunamayacak yerlerde ise, iaşelerinin
hükümet tarafından karşılanacağı ifade edilmiştir.
Talimatnameye göre, misafirhanelerde, bir misafirhane
memuru, bir kâtip ve hesap memuru,
bir ambar memuru ile üç veya beş hademe ve ayrıca her misafirhanede, Hilâl-i
Ahmer’den bir tabip, yemek memuru ve Sıhhiye
memuru bulundurulacağı, Hilâl-i
Ahmer teşkilatının olmadığı
yerlerde bu işi mahallî sıhhiye
memurlarının yapacağı belirtilmiştir. Misafirhane memurları misafirhanelerin temizliğinden, idaresinden, demirbaş
malların kayıt ve muhafazasından, depo mallarının harcanmasından mıntıka müdürlerine, mahallî
iskân ve imâr komisyonlarına karsı sorumlu tutulmuştur.
Gelen göçmenler öncelikle misafirhanelerde barındırılmış, geldikleri yerlerin
iklim ve hayat şartlarına uygun yerlere yerleştirilmek üzere iskân olunacakları vilayetlere sevk edilmiştir. Çeşitli iskelelerde 10.850 yataklık misafirhaneler temin edilmiş,
göçmenlerin her türlü ihtiyaçları öncelikle buralarda karşılanmıştır.
Türkiye’ye gelen göçmenlerin
istirahatları için, İstanbul
Ahırkapı’da bir kısmı karyolalı olmak üzere, 2000 kişilik, İplikhane’de 1000
kişilik iki büyük misafirhane, Çanakkale’de her türlü levazımı tamamlanmış, sobaları kurulmuş, 300 yataklık bir misafirhane tesis edilmiştir. Erdek iskelesinde 7 binadan
oluşan 1000–1500 kişilik, Samsun’da
3000 kişilik, Kalikratya’da 300 yataklık, Göllük iskelesinde 300, Bodrum’da 200, Marmaris’te 200, Fethiye’de 500 yataklık misafirhaneler açılmıştır. Mersin’de bir fabrikanın
tamiratı yapılarak, odaları ailelerin yerleşmesine uygun olacak şekilde bir misafirhane haline getirilmiştir149. İzmir’e
gelen mübadiller, Klazumen
(Urla) misafirhane ve
karantinasına yerleştirilmişlerdir150. Bundan başka, karadan Trakya’ya gelenler için Karaağaç’ta 1000 kişilik, Gelibolu’da 500 yataklık
birer misafirhane tesis olunmuştur151. Kurulan
bu misafirhaneler, 1925 yılında mübadeleye tabi olarak gelenlerin nakilleri bittikten sonra tedricen kapatılmış, başka kurumlara bırakılmıştır152.
Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti, göreve başladıktan
sonra, mübadeleyle ilgili tüm
sorumlulukları üzerine almış, göçmenlerin iskân bölgelerine yerleştirilmeden
önce iaşelerinin sağlanmasına da,
Hilal-i Ahmer yardımıyla çalışmıştır. Türkiye’ye gelecek muhtaç göçmenlerin, tahaffuzhanelerde, yollarda, misafirhanelerde ve iskân
149 Hâkimiyet-i Milliye, 4 Kanun-i
Sani 1924.
150 Arı, “İlk Mübadil
Kafilesi İçin İki Gazete Haberi”,
s. 14.
151 Hâkimiyet-i Milliye,
4 Kanun-i
Sani 1924.
152 Cahide Zengin
Aghatabay, Mübadelenin
Mazlum Misafirleri, Mübadele
ve Kamuoyu 1923–1930, İstanbul, 2007, s.
116.
bölgelerinde iaşelerinin ne şekilde ve ne kadar süreyle karşılanacağı,
iaşenin cins ve miktarına ait bir kararname kabul edilmiştir153.
368 sayılı Mübadele, İmar ve İskân Kanunu’na göre,
mübadeleye tabii olarak gelenlerin iskelelerde ve iskânlarından itibaren
iki ay olmak üzere, mahallerinde iaşelerine karar verilmiştir154. Vekâlet,
hem bütçenin azlığından hem de gelen mübadillerin sayılarının fazla olmasından dolayı,
bu süreyi iki ayla sınırlı
tutmuş, mübadillerin iskânlarının yapılması ve bu iki
ay zarfında üretici haline gelecekleri düşünülmüştür. Fakat iki ay gibi kısa bir süre içerisinde mübadillerin, kendilerini geçindirecek kadar geliri olan bir iş
bulmaları, çiftçilikle uğraşanların ise hasatlarını alıncaya kadar gelir sağlamaları imkansız olmuştur. Mübadele,
İmar ve İskân Vekâleti, bu iki aylık
iaşe süresinin, hasat zamanına kadar uzatılması ve şayet bütçeden masraf yapmak mümkün değilse bile, yardıma muhtaç
mübadillere, daha sonra ve birkaç yıl içerisinde
tahsil edilmek üzere iaşe yardımı
yapılmasını istemiştir155. İki aylık
iaşe sonrası için yapılacak
iaşe masraflarının kısa sürede karşılanması için, çiftçilerden ilk hasatta,
diğer esnaftan da 6 ay zarfında tahsil olunması kararı alınmıştır156. 1924 yılının Mayıs ayı raporlarına göre, 66.326 nüfus Türkiye’ye giriş yapmış, bunlar arasında
yardıma muhtaç olanlardan, 19.145 nüfusun iaşeleri sağlanmış ve daha önce iaşe edilen 13.636 nüfusun, kanunen iaşe
müddeti son bulduğu için iaşeleri kesilmiştir.
İskân mahallerinde muhtaç olan 39.668 nüfusun iaşesine
de devam edilmiştir. Mübadeleye tabi ahali arasında muhtaç oldukları doğrulananların
iskân mahallerinde mahsulleri
oluncaya kadar iaşelerine devam edilmesi ve bunlardan yetim ve dul ile kimsesiz kadın ve acizlerin iaşe süreleri
darüleytamlara ve darülacezelere sevk edilmiş,
dul ve kimsesiz kadınların da kendilerini iaşe edebilecek hale gelinceye
kadar kanun gereğince iaşelerine
devam edilmiştir157. İaşe sorunu, 885 sayılı kanunda da belirtilmiş, yardıma muhtaç olanlara iki ay bedava, iki
aydan sonrası için ise borçlanma yoluyla iaşeleri sağlanmıştır.
1.3.4 Mübadele
Sonucunda Türkiye’ye Gelenler
Ve Yerleştirildikleri Yerler
Rumlar’ın Yunanistan’a göç etmesiyle, Müslüman
halka yaptığı baskılar
yüzünden mübadele resmi olarak başlamadan göç etmesi gereken
bölgeler öncelikle
153 İskân Tarihçesi, s.18.
154 Düstur, V, Üçüncü Tertip,
Ankara, 1948, s.165.
155 BCA, 030.10 123.877.7.
156 Hakimiyet-i Milliye, 1
Şubat 1924.
157 Hâkimiyet-i Milliye, 19 Haziran 1924.
Midilli ve Girit adalarındaki Müslümanlardır. Midilli ve Girit adalarından, Müslümanları Tür Büyükelçi Adnan Bey’in, Amerikan
Şark-ı Karib Muavenet
Heyeti’nden158 ricası üzerine, Girit’teki Müslümanların
halini görmek ve yardım etmek amacıyla
iki memuru, Atina ve Girit’e göndermiştir. Bu memurlar, Girit’te limanlarda bulunan
Müslümanlardan üç dört bin kişinin
yardıma muhtaç bir halde olduğunu
görmüşlerdir. Ekim ayından sonra, Müslümanların emlak ve arazisini icar
edememeleri ve derhal memleketi terk
etmeleri hakkında bir kararnâme çıkarılmıştır. Bu mübadeleye kadar, Girit’te ertelenmesi ve gerçekten
yardıma muhtaç olanların, hükümet tarafından
iaşelerinin sağlanması için
gerekenin yapılacağı konusu
da rapor edilmiştir159.
Bu dönemde, Midilli’deki Müslüman halka yapılan
eziyet ve sıkıntılar göz önüne alınarak,
nakillerinin ertelenmesi sefaletlerine
sebep olacağı için, Türkiye’ye nakillerine hemen müsaade edilmiştir. Bu konuda, Hariciye
Vekili’nin Bakanlar Kurulu’na gönderdiği yazıda, “Yunaniler tarafından Midilli adası ahali-yi
İslamiyesi hakkında reva görülmeyen
mezalim ve tazyikat hakkında der-saadet murahhaslığıyla Dâhiliye Vekâlet-i Celilesi’nden ve İzmir vilayetinden varid olan malumat
üzerine, bunların bir an evvel, memleketimize nakillerinin temini zımnında sebk iden işara cevaben,
Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâlet-i Celile’sinden varid olan tezkerede mübadele
başlamadan evvel Müslümanların muhaceretleri hiçbir vechle münkazi-i müstelzim olamayacağından, şimdiye kadar
olduğu gibi daha bir müddet sabr ve intizar
eylemeleri ve Hilal-i Ahmer’ce Midilli’de toplanan halk arasında bulunan
muhtacine mümkün olan yardım ve muavenetin ifası lüzumu bildirilmiş, keyfiyet der-saadet murahhaslığına izbar idilerek Hilal-i
Ahmer’ce ahali-yi mezkureye azamî muavenette
bulunulmasının temini ve diğer tarafdan tazyikat-ı mezkureye nihayet
verilmek üzere, Yunan hükümeti
nezdinde teşebbüsat-ı şedide ihrası rica idilmiştir… denilmiştir160. Yazışmalardan anlaşılacağı gibi
Yunanlılar, mekânlarını boşaltmaları için Müslüman halka dayanılmaz mezalimde
bulunmuşlardır. Rumların adada yaptıkları zulüm ve eziyetler, telgraflarla Türkiye’ye
bildirilmiştir161.
Ayvalık’a iskânları düşünülen, Midilli’den gelecek göçmenler
için, devlet, öncelikle miktarları, durumları ve ne
suretle sevk edilecekleri hakkında bölgeden bilgi istemiş, nakillerinde herhangi
bir mahzur bulunmadığını gerekli yerlere iletilerek,
158 Amerikan Yakın Doğu Yardım Heyeti.
159 BCA, 030.10 123.873.12.
160 BCA, 030.10 123.873.4.
161 BCA, 030.10 123.873.9.
mübadeleye tabi bu halkın hemen nakillerinin yapılması ve Hilal-i
Ahmer’in gelecek olan bu göçmenlere yardımda
bulunması gerektiği bildirilmiş,162 gidecek
yerleri Ayvalık ve Edremit olarak belirlenmiş olan bu halkın,
derhal, Ayvalık limanına
çıkarılmasının gerekliliği ifade edilmiştir163.
Midilli’den gelecek olan ilk kafile göçmenlerle,
özellikle, Samsun’daki Rum muhacirlerin
mübadelesi de söz konusu olmuştur. 28 Eylül 1923 tarihli bir belgede, Atina’dan
Amerikan Şark-ı Karib Muavenet Heyeti’ne
gelen bir telgrafta, Yunanistan’da Rumları
yerleştirecek yer kalmadığını, ancak Samsun’daki
Rumların geleceği vapurlarla
Midilli’deki mübadeleye tabi Müslümanların gönderilmesine izin verildiği
takdirde yapılabileceği ileri sürülmüştür. Ayrıca,
Şark-ı Karib Heyeti,
Samsun’a gelecek Müslüman göçmenlere, Samsun’da beş on gün kadar
iaşelerini temin edeceğine dair söz vermiştir. Bu durum, Hariciye
Vekâleti’ne iletilmiş ve Hariciye Vekâleti,
bu şekilde bir mübadeleye uygun görerek kabul etmiştir164. Türkiye
temsilcisi Adnan Bey’in, Amerikan yardım heyeti başkanıyla yaptığı
bir görüşme sonucunda, Yunanistan’ın, Midilli’den çıkarılan Müslümanlara karşılık,
aynı sayıda Rumların
Samsun ve Trabzon’dan alınarak, Preveze’ye nakledilmesini düşündüğünü,
Midilli’de göçmenleri gemilere
bindirmek için Yunan hükümetinin kendilerinden kayık ücreti dahi almamasını temin edeceği, Samsun’da da
hükümet tarafından hiç olmazsa kayıkçıların vurgunlarına
engel olunarak, makûl bir fiyatla malları nakletmelerinin temin edilmesini rica ettiği
gibi, Ayvalık’a göçmen getirecek Yunan gemilerinden, sıhhiye
ve fener rüsûmunun
aranılmamasını da rica etmiş, bu durum Hariciye
Vekâleti aracılığıyla Bakanlar Kurulu’na iletilmiştir165.
Yunanistan, artık kendi ülkesine giren -kendilerinin deyimiyle- mülteciler için yer bulamamış, buradaki yerli Müslüman
halkı göçe zorlamıştır. Muhtelit Mübadele Komisyonu’nun Türk temsilcisi Tevfik Rüşdü Bey, özellikle Samsun’daki Rumlarla
Midilli’deki Müslümanların mübadelesinin emr-i vaki olarak kabul edildiğini ileri sürmüştür166.
Yunanistan, bir taraftan kendi ülkesindeki
Müslümanları göç etmeye zorlarken, bir taraftan
da Türk topraklarındaki Rumların Yunanistan’a sevkiyatında sorun çıkarmaktadır. Dolayısıyla, Türk tarafında Rumların sevkiyatı konusunda
büyük
162 BCA, 030.10 123.874.5.
163 BCA, 030.10 123.873.12.
164 BCA, 030.10 123.873.5.
165 BCA, 030.10 123.873.12.
166 BCA, 030.10 123.874.7.
zorluklar yaşanmaktadır. Göç hazırlıkları yapan Rumlar, sürekli
olarak İstanbul’a yığılıyorlardı. Daha mübadele resmen
başlamadan, 1923 yılının ilk aylarında, 25.000
Rum, Karadeniz sahillerinden İstanbul’a doğru vapurlarla yola çıkmış,
bunlar Selimiye Kışlası, boğazdaki
diğer kışlalar ve Fransızlardan kalan Ayestefanos barakalarına yerleştirilmiş, bir kısmı da vapurlarla Yunanistan’a doğru hareket
etmiştir. Yunanistan’la resmî
olarak girişimlerde bulunulmuşsa da, Yunan hükümeti, sevkiyattan vazgeçmiş, dolayısıyla Rum göçmenler
sevk edilememiştir. Bundan dolayı, Karadeniz’deki Erkan-ı Harbiye Başkanlığı’na bir yazı gönderilerek, sevkiyat sağlanamadığı
için, İstanbul’a göçmen
gönderilmemesi istenmiştir167. Bütün bunlara rağmen, Türk tarafı, hiçbir zorluk çıkarmadan, Midilli’deki
halkı getirmek için çaba sarfetmiştir.
23 Ekim 1923 tarihinde Amerikan Şark-ı Karib Muavenet
Heyeti, Midilli’deki Müslümanların
tahliye işlemleri hakkında bir rapor yayınlamış, bu raporda, toplam 7024
Müslüman’ın taşınabilir mallarıyla birlikte tahliye edildiğini bildirmiştir.
602 at ve katır, 74 sığır, 87 eşek, 921 koyun ve 136 keçiyi de, Müslümanlar yanlarında götürebilmişlerdir. Müslümanların Midilli’den ayrılacakları limanlar,
bu raporda belirtilmiş, pasaporta gerek duyulmamış,
vergilerin tamamından muaf tutulmuşlardır. Mahsulleri tarlada
kalan göçmenlerin mallarını
satmalarına izin verilmemişken, mahsullerini hasat etmiş, ambarlarda bekletenlerin, bu
mahsullerin satışının yapılmasına izin verilmiştir. Mal varlıkları olanların mallarını satmalarına veya kiraya
vermelerine de izin verilmemiştir.
Sadece evde kullanmak üzere bölgeden çıkarılan zeytinyağı için vergi konulmamıştır. Ayrıca,
göçmenlerin üzerlerine aldıkları
altınlara dokunulmamıştır. Midilli’den ayrılacak göçmenlerin güvenliği
için jandarma eşlik etmiştir. Bu şekilde yola çıkan Midilli
Müslümanları, Ayvalık’a geldikleri zaman Kaymakam ve
doktor tarafından karşılanmış, gemilerden iner inmez aşılama yapılarak, yerleşecekleri evlere gitmeden önce çeşitli okul binaları, barakalarda sığınmış ve Ayvalık kaymakamlığı, yardıma muhtaç
halka ekmek dağıtmıştır168.
Ayrıca, Bakanlar Kurulu tarafından, Mübadele,
İmar ve İskân Vekâleti’ne gönderilen 23 Ekim 1923 tarihli bir
yazıda, Ayvalık’a nakledilen Müslümanların iskân ve iaşelerine, metruk binaların tamiratlarına dair gerekli olan
tahsisatın gönderildiği ve bu bölgedeki emval-i metruke zeytinliklerinin de bu göçmenlere dağıtılması istenmiştir.
167 BCA, 030.10 123.872.11
168 Raporun tamamı için bkz. BCA, 030.10
206.406.8.
Midilli halkının zeytin mahsulâtını yerinde bırakarak, Ayvalık’a
nakillerinin başlaması üzerine, oradaki
mahsullerine karşılık, Edremit’te müzayedede bulunan emval-i
metruke zeytin mahsulâtının satılmaması ve ihale edilmiş olanların da
anlaşmanın fesh edilmesi suretiyle ve
fuzuli işgal edilmiş evlerin de tahliye edilerek gelecek göçmenlere dağıtılması istenmiştir169.
Midilli’den gelecek olan göçmenlerden büyük bir kısmı Ayvalık’a yerleşirken bir kısmı
da, hayat şartları ve zirai şartların daha uygun olduğu gerekçesiyle, Karesi vilayetine bağlı olan Burhaniye’ye iskânlarını istemiş ve bu istekleri
kabul edilmiştir170.
Girit’te başlayan siyasi buhrandan ve isyanlardan
sonra, İngiltere, Fransa, Rusya ve
İtalya devletleri amiralleri tarafından, bütün Girit halkına, Fransızca ve
Rumca ilan edilmiş, 4 Ocak 1898
tarihli bir beyannamede, adada
bulunan Türk-İslam halka, can, mal ve namuslarının emniyet
altına alındığından, terk ettikleri
evlerine korkusuzca tekrar dönebileceklerinden bahsedilmiş ise de, bu tarihten Lozan Antlaşması’nın mübadele
ile ilgili hükümlerinin tatbik tarihine kadar, Müslümanlara yapılan
taciz şiddetini artırarak
devam etmiştir. Müslümanlar, evlerine girememiş, çiftliklerinin hâsılatından mahrum bırakılmış, ev eşyalarını satmak zorunda
kalmışlardır. Mübadele günlerinde, gemilerine bindikleri zaman, kimilerinin ceplerinde az miktarda
para varken, kimileri ise
parasız yola çıkmışlardır. Anlaşıldığı üzere, 1896 yılından itibaren Girit’teki Müslüman halka yapılanlar, nüfus mübadelesine
kadar da devam etmiştir. Öyle ki Tahmiscizade’nin ifadesiyle; Girit’te kalan 30.000’den fazla Müslümanı muhakkak
bir katliamdan kurtarmış
tek bir tedbir varsa, o da mübadele
mukavelenamesi olmuştur. Bu tedbir, Girit Müslümanlarının sadece
memleketlerinden kaldırılıp Türkiye’ye nakledilmeleri demek değildir.
Bu sözleşme sayesinde
Girit Müslümanları doğrudan
doğruya ölümü hayatla
değiştirmişlerdir171.
Girit’te, 1911 nüfus sayımında, yaklaşık olarak
28.000 olan Müslüman nüfus, 1923
yılındaki Türk-Rum mübadele anlaşması gereğince Türkiye’ye gelmiştir. Girit’ten gelen Müslüman göçmenler, Midilli ve diğer
adalardan gelenler ile birlikte Ayvalık, Edremit, Mersin ve civarına
yerleştirilmişlerdir. 1924 yılında
gelen 314.052 nüfus içinde, 13.975 nüfus Kandiye’den ve 8.837 nüfus, Hanya’dan Anadolu’ya gelmiştir172.
169 BCA, 272.11
16.68.2. BCA, 030.10 123.875.2.
170 BCA, 030.10 123.874.19.
171 Tahmiscizade, Girit Hatıraları, s. 47 vd.
172 Adıyeke, Osmanlı
İmparatorluğu ve Girit
Bunalımı, s. 268.
Bir kısım Giritli mübadilin de İzmit-Darıca’ya iskân edilmesi
kararlaştırılmış, fakat Darıca’ya
iskân edilecek olanlar, oradaki evler, askeri kıta tarafından işgal edildiği
için iskân edilememiştir. Evlerin tahliye
edilmesi için gerekli
emirler verilmiş, emval-i
metruke olmayan yerlerde
yeni evler yapılmıştır173.
Girit’ten gelen Müslümanlar, en çok dil konusunda
zorluk çekmişlerdir. Çünkü adada Rumca konuşanlar, Anadolu’ya geldiklerinde yabancılık çekmişler
ve dışlanmışlardır. Mübadele suretiyle
Anadolu’ya gelecek Giritliler,
Tahmiscizade’nin ifadesiyle “aziz
Türkiye’mizin şefkatine sığınmış kılıç artığı Girit Türkleri arasında mevcut, mahdut sayıda köylülerin Türkçe
konuşamamaları hususu, Anavatandaki bir takım
zümreler tarafından pek haksız, pek insafsız bir şekilde
eleştirilmiştir”174.
Mübadeleyle gelenler, iskân yerlerine gönderilmiş,
yoğun olarak bazı vilayetlere yerleştirilmişlerdir.
Bu vilayetler, genellikle Trakya,
Karadeniz ve Ege bölgelerinde kısmen de Marmara ve İç Anadolu bölgelerinde yer almış, Rumların yoğun
olarak bulunduğu ve dolayısıyla mübadeleyle boşalan yerler, iskân
merkezleri olmuştur.
1.3.4 1. Bilecik
Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti,
Bilecik mıntıkasındaki iskân durumunu araştırmış, İzmit, Bilecik, Eskişehir ve
Kütahya’da arazi, hane, iskân olunan arazi, evsiz ve köyde ikamet edecek göçmenlerin nüfuslarının yani bölgenin
iskân kabiliyetinin ne kadar
olduğunun tespitine çalışmıştır. Vilayete gönderilen yazıda, 350 hanede 1345 nüfus yerleştirilmiş, açıkta kalanlar için
öncelikle mevcut çadırlardan istifade edileceği, sonradan bölgeye gelecekler için ise, gerekli baraka ve çadır
mevcudunun tespit edilip sağlanacağı,
dul kadın ve çocuklara yardım edileceği, her zaman göçmen kafilelerine memurların eşlik edeceği ifade edilmiştir.
Vilayetteki hanelerden bir kısmı, Ermeni emvalinden
olup bir kısmı da devlet daireleri ve jandarma tarafından işgal edilmiş durumdadır. Vekâlet, bölgedeki
fuzuli işgallerin de tahliye ettirilmesini istemiştir.
Bilecik vilayetine gelen mübadil göçmenler, Rum ve Ermenilerden kalan emval- i metrukelere yerleştirilmiştir. Vilayet
tarafından, Bilecik merkezde, 268 nüfus, 16 Rum emval-i metrukesine, Söğüt kasabasında 582 nüfus, 41 Rum emval-i metrukesine,
173 Hâkimiyet-i Milliye, 13 Haziran 1924.
174 Osmanlı Devleti’nin,
idareleri altındaki Rumların ana dillerine dokunmamaları ve Müslümanların, evlendikleri yerli Rum kadınların, doğan
çocuklarına Rumca öğretmelerine kayıtsız kalmaları, köylerde Müslüman
ve Hıristiyan halkın bir arada yaşamalarına imkân tanıması, Girit’teki Müslümanların Türkçe’ye
vakıf olamamasına neden olmuştur. Türkiye’ye
gelen Girit mübadilleri, “gâvur”olarak bile değerlendirilmişlerdir. Tahmiscizade, Girit Hatıraları
s. 31
Yenişehir kasabasında 473 nüfus, 22 Ermeni emval-i metrukesine,
Gölpazarı’nda 328 nüfus, 11 Rum emval-i metrukesine, Türkmen karyesinde, 200 nüfus, 52 Rum, 55 Ermeni
emval-i metrukesine, Osmaneli kazasında 520 nüfus, 58 Rum ve 59 Ermeni emval-i metrukesine yerleştirilmiştir.
Vezirhan mezrasında da toplam hane sayısı 74
olarak verilmişse de, iskân edilen nüfus belirtilmemiştir. Bu verilere göre, Bilecik vilayetinde toplam 2371 nüfus, Ermeni ve Rumlar’dan kalan 388 hanede iskân edilmişlerdir. Ayrıca Kızıldamlar köyünde
de 163 nüfus iskân edilmiştir175. Ortalama 6 kişilik bir aile olarak düşünüldüğünde hemen herkesin açıkta
kalmadığı görülmektedir. Bunlardan başka gelecekler için iskân mahalli
olarak düşünülen Muradça
köyünde yaklaşık olarak 300
adet hanenin mevcut olduğu ve bunlardan 150 adedinin tamire muhtaç,
145 adedinin ise harap olduğu bildirilmiştir. Bölgeye
gelenler Kılkış ve Karacaova
göçmenleri olup, Kızıldamlar ve Vezirhan’da iskân edilenler böcekçilikle meşguldürler. Bölgedeki Küplü köyündeki
hane sayısı önceden
800 iken, hiç ev kalmamış, köyde 3 adet Rum çiftliği ve
yeterli miktarda arazi olduğu halde, barınacak
yer olmadığı için burada iskân yapılmamıştır. Yeniceköy’e de arazi
taksimi ve köy inşası için bir heyet
gönderilmiştir. Bilecik’teki tamire muhtaç evlerin inşası için, 5.000 lira tahsisat, mıntıka müdürüne
gönderilmiştir. Ayrıca, Yenişehir kazasında, toplam 81 hane, gerek Rum ve Ermeni, Müslüman hanelerinde, hanlarda,
vakıflara ait binalarda iskân
edilmişlerdir. Parası olan bazı göçmenler, civar köyler tarafından inşa
ettirilen 50 adet zeminlik
veya kulübeyi satın olarak
kazada yerleşmişlerdir176.
1.3.4 2. Trabzon
Trabzon vilayeti
dâhilinde çok sayıda Rum emval-i metrukesi olduğu halde Rumlar, bu
bölgeyi terk etmeden önce, Türklerin evlerini tamamen yakıp yıktığından dolayı sağlam kalan emval-i metrukelere
yerli halk yerleşmiştir. Ayrıca, Trabzon ve kazalarının
geçim kaynakları ve arazileri de iskân için yetersiz görülmüştür. Bu yüzden, Trabzon
iskân bölgesi olabilecek bir vilayet olmamasına karşın, başlangıçta iskân mıntıkalarına
dâhil edilmemiş olsa da, kısa bir süre sonra, hükümet tarafından, birinci iskân mıntıkasına dâhil edilmiştir.
Trabzon’un iskân mıntıkası olarak belirlenmesinde, daha önce bu bölgede Rumların yaşamış olmaları etken olmuştur.
Fakat bu belirleme yapılırken, bölgenin
geçim kaynaklarının darlığı
düşünülmemiştir. Trabzon’a gidecek
175 BCA, 272.14 78.44.12.
176 Belgede, göçmenlerin adet olarak kaç hanede iskân edildikleri belirtilmiştir. Göçmenler, tanesi 35,6
liradan 41 adet kulübe satın
almışlardır. BCA, 272.14 78.44.12.
olan göçmenlerin büyük kısmı tamamen
boşalan Maçka’ya iskân edileceklerdir. Dolayısıyla Maçka kaza olarak kalacak,
fakat yeterli geçim kaynakları olmadığından,
buraya gelen göçmenlerde işsizlik, dolayısıyla eşkıyalık
ve soygunculuğun baş gösterecek
olması dönemin basınında endişeyle karşılanmıştır177. Nisan 1924
tarihinde, Trabzon’dan çıkan 3300 Rum
nüfusa karşılık, 1700 kişilik göçmen
kafilesi gelmiş, bunlar Akçaabat’a
sevk edilmişlerdir178. Halk tarafından karşılanan göçmenlerin iskânı için, 40 ev ve bir okul binası
boşaltılmıştır179. Bu
göçmenlerin masrafları için Vekâlet, Trabzon İskân Müdüriyeti’nin emrine 10.000 lira göndermiştir180. Çoğu kadın ve çocuklardan
oluşan göçmenlerin, sürü sahibi ve yaylacı olduklarını, Akçaabat’ın ise tütün ziraatına elverişli
bir yer olduğundan, bunların köylere
veya Gümüşhane’ye iskânlarının daha doğru olacağı ileri
sürülmüştür. Göçmenler de, Kavala Mübadele
Komisyonu’nu şikâyet etmiş, sürülerinin Balıkesir’e gittiğini, kendilerinin de Balıkesir’e
gitmeyi istediklerini bildirmişlerdir. Göçmenler, Vekâlet’in bu isteklerine karşılık vermediğinden dolayı,
onar-yirmişer kişilik kafilelerle, gerek kara gerek deniz yoluyla Balıkesir’e gitmişlerdir. Gülcemal
vapuruyla 282 mübadil, kendi
paralarıyla geri dönmüş,
Vekâlet müfettişleri tarafından bölgede yapılan incelemelerde, göçmenlerin bu bölgede
barınamayacağı anlaşılmış, göçmenlerin bir kısmı, Safranbolu’ya, bir kısmı da, Kelkit’e
gönderilmiştir. İlk iskân teşebbüsünün başarısız olmasından dolayı, Akçaabad’a bir daha göçmen sevk edilmemiştir181.
Serfice, Nasliç, Yenişehir, Yanya, Drama, Selanik
ve Girit’ten gelen mübadiller, Balık pazarı, Çömlekçi, Ayasofya, Kemerkaya, Kasım ağa
ve Yeni Cuma mahalleleri ile merkez köylerden Hoskirasya ve Soğuk su ile Of, Maçka ve Sürmene kazalarında iskân edilmişlerdir.
Trabzon’da kalanlara şehirde ev ve dükkân tahsis edilirken, köylerdeki göçmenlere tefvizen arazi verilmiştir182. 1923 – 1933 tarihleri arasında
77 hanede 393
mübadile 77 ev, 65 dükkân, 590 dönüm tarla verilmiştir183.
1.3.4 3.Samsun
177 Mesut Çapa, “İstikbal
Gazetesine Göre Trabzon’da Mübadele ve İskân”,
Atatürk Yolu, C.2, S. 8, Ankara
1991, s. 633 vd.
178 Hâkimiyet-i Milliye, 27 Nisan 1924.
179 Çapa, “İstikbal Gazetesine
Göre Trabzon’da Mübadele
ve İskân”, s. 635.
180 Nedim İpek, Mübadele
ve Samsun, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara, 2000, s. 73.
181 Çapa, “İstikbal Gazetesine
Göre Trabzon’da Mübadele
ve İskân”, s. 637.
182 İpek, Mübadele ve Samsun, s. 74.
183 Geray, Türkiye’den Göçler, Ek Tablo.
Samsun Drama ve Kavala’dan gelen mübadiller için,
iskân yeri olarak ayrılmış, devlet,
bu konuda hemen uygulamaya geçmiştir. 1924 yılının Ocak ayında Drama’dan gelen 34 nüfus184, yine aynı
tarihlerde 27 hanede 116 nüfus185, hemen Samsun’a sevk edilerek,
burada yerleştirilmişlerdir.
20 Nisan 1924 tarihine kadar Samsun’a
23000 mübadil gelmiş, bunlardan 2000’i Samsun merkezde,
5200’ü Samsun dâhilinde, 15800’ü Tokat, Amasya ve Ordu vilayetlerine gönderilerek iskân
edilmişlerdir. 1924 yılının Ağustos
ayına kadar Samsun’a
gelen 59000 göçmenden
9000’i Bafra ve Alaçam’a,
1200’ü Çarşamba’ya ve 10000’i Samsun’a yerleştirilecek, 29000 nüfus da Trabzon,
Ordu, Giresun, Tokat, Yozgat, Amasya ve Çorum vilayetlerine sevk olunmuştur186.
Samsun’da çok sayıda Rum nüfus bulunmaktadır. Mübadeleyle giden bu Rumların
yerine azalan nüfus, gelen mübadillerin bu bölgeye yerleştirilmesiyle karşılanmaya çalışılmış, fakat mübadiller, bu bölgenin iklimine
alışamamış, ilk yerleştikleri yıllarda hastalıktan ölümler
olmuştur187. Samsun’daki
göçmenler, merkez köylere kazalara veya Amasya, Tokat, Çorum
ve Sivas gibi iç bölgelerde bulunan yerleşim yerlerine
de sevk edilmişlerdir.
Selanik ve Kavala halkından olan mübadiller, beraberlerinde tütün de getirmişlerdir. Bu tütünlerin, çok ucuz
fiyata yabancılar tarafından alınmasına engel
olmak için, reji idaresi nezdinde teşebbüslerde bulunularak, 1 milyon
lira avans verilmiş ve reji
idaresinin bu işlerle ilgilenmesi istenmiştir. Gelecek tütünler için Samsun’da büyük depolar hazırlanmıştır188.
1.3.4.4. Sinop
Sinop’a iki değişik yönden mübadil sevk edilmiş,
Sinop’a gelen mübadillerin büyük çoğunluğunu Selanik limanından veya İstanbul’dan gemilerle
gönderilenler oluşturmuştur.
Haziran 1924 itibariyle Sinop vilayetine sevk edilen mübadil sayısı 707 hanede 3353 olmuştur. Sinop vilayetinde
yerleştirilen mübadillere 204 ev, 41 dükkân,
8202 dönüm toprak
ve 24 dönüm bahçe verilmiştir189.
184 BCA, 272.11 17.74.17.
185 BCA, 272.11 17.73.21.
186 İpek, Mübadele ve Samsun, s.65.
187 Samsun İl Yıllığı, 1967, s. 142.
188 Hakimiyet-i Milliye, 5
Şubat 1924.
189 İpek, Mübadele ve Samsun, s.71.
1.3.4.5. Gümüşhane
Gümüşhane’de 15758 dönüm emval-i metruke
vardır. Gümüşhane’ye 543 göçmen
gönderilmiş, bunlardan 17 hanede 130 göçmen vilayet dâhilinde iskân işlemi görmüştür190.
1.3.4. 6. Çorum
Çorum’a Samsun’dan 2346 göçmen sevk edilmiş,
öncelikle misafirhanelerde ağırlanan mübadiller kasaba ve
köylere dağıtılmışlardır. Çorum
Mecidözü’nde, 471 erkek ve 424 kadın, Sungurlu
Hüseyinabad’da ise 10 hanede 32 nüfus iskân edilmiştir191. 1923 – 1933 yılları arasında
mübadillerin bir kısmına
181 ev, 83 dükkân,
42 arsa, 18697 dönüm tarla, 297 dönüm
bağ ve 150 dönüm bahçe dağıtılmıştır192.
1.3.4.7. Amasya
1924 yılında Samsun’dan Amasya’ya 5081 göçmen sevk edilmiş,
vilayet dâhilinde barınmaya elverişli boş bina olmaması
sebebiyle geçici suretle ikişer üçer hane
olarak köylere dağıtılmışlardır. Bu göçmenlere mesken, kulübe ve çift hayvanı verilerek
daimi iskânları sağlanmaya çalışılmıştır193. Amasya’ya yerleştirilen mübadillere 1933 yılına kadar 448 ev, 43 dükkân, 5 arsa, 14887
dönüm tarla ve 1549 dönüm bağlık alan verilmiştir194.
1.3.4.8. Çanakkale
Çanakkale’ye Selanik ve civarı başta olmak üzere Girit, Limni ve Midilli
adalarından mübâdil ve muhacirler getirilip yerleştirilmiştir. 1924
yılının ilk ayında, Çanakkale’ye 2500 mübadil, iskân olunmak üzere gönderilmiş, bunlardan
1600’ü Çanakkale’de, 600’ü de
Biga’da iskân edilmiştir195. İskân bölgeleri içerisinde ikinci bölgede bulunan Çanakkale’de Rumlardan
kalan emvâl-i metruke de bulunmaktadır. Çanakkale’de
Türk Hükümeti, herhangi bir mübâdil veya muhacir köyü kurmadığı için gelecek olan mübâdil ve muhacirler bu
“emvâl-i metruke”den yararlanacaklardır. 1924
yılına ait olan bilgilere göre, Çanakkale
bölgesinde firar eden ve kaybolan Rumlardan kalan emvali metruke ise şöyledir: 1.996 adet hane, 1 adet han, 391 adet dükkân,
44
190 İpek, Mübadele ve Samsun,
s. 71. 191 İpek, Mübadele ve Samsun, s. 72. 192 Geray, Ek Tablo.
193 İpek, Mübadele ve Samsun, s. 73.
194 Geray, Ek Tablo.
195 Hâkimiyet-i Milliye, 20 Kanun-ı Sani 1924.
adet fırın, 158 adet mağaza, 5 adet değirmen, 3574 adet bağ, 412 adet
arsa, 343 adet zeytinlik ve 4 adet
bahçedir. Bu malların toplam değeri ise, 381.603 liradır. Buna karşılık 1927 tarihinde, Çanakkale’de mübâdeleye tabi “emvali
metruke”de iskân olunabilecek göçmen hane sayısı 1.739,
göçmen nüfusu ise 4.856 kişidir. Çanakkale’ye
en fazla aile ve nüfusun geldiği yer Yenice-i Vardar olmuştur. Bu
bölgeden, Çanakkale merkeze 63 ailede 253 nüfus gelmiştir. 55 ailede 220 nüfus Florina’dan, 11 ailede 67
nüfus Kılkış, 14 ailede 54 nüfus Selanik, 4 ailede 16 nüfus Vodina, 2
ailede 4 nüfus Kavala, birer ailede üçer nüfus ise Drama ve Kayalar’dan gelerek
Çanakkale’ye yerleşmişlerdir. Yenice-i
Vardar mübâdilleri Çanakkale
merkezden, 60 adet eve yerleşmişlerdir. 63 aile içerisinde sadece
4 aile ev alamamıştır. 3 aile de çift ev sahibi olarak belirtilmiştir196. Çanakkale merkezin farklı yerlerinden ve değişik
büyüklerde 351 tarla, 63 bağ ve 20
zeytinlik, Yenice-i Vardar mübâdillerine
ekip biçmeleri ve üretici duruma
geçmeleri için verilmiştir. 55 aile olan Florina mübâdilleri, 53 adet ev almışlardır. 3 aile ise hiçbir çeşit hane
alamamıştır. Florina mübâdillerine 316 tarla, 51 bağ ve 30 zeytinlik verilmiştir. Kılkış’dan gelenler ise bir
aile hariç, diğerleri muhtelif evlere
yerleşmiş, iyi, orta ve aşağı derecelerde 28 tarla, 1 zeytinlik ve 1 bağ Kılkış mübâdillerine dağıtılmıştır197.
Selanik’in başka yerlerinden gelenlerle birlikte, toplam 624 nüfus, 153 aile Selanik mübâdili, Çanakkale merkeze
yerleşmiştir. Bu mübâdillere 146 ev, 731 tarla, 118 bağ, 52 zeytinlik ve 1 sebze bahçesi verilmiştir.
Drama’dan demiryollarını kullanarak gelenler,
mesafenin yakınlığından dolayı, Trakya’ya
gelmiş, bu bölgede iskân edilmişlerdir. Öncelikle Uzunköprü’ye gelerek, buradan, iskân yerleri olan Kırkkilise
(Kırklareli), Tekfurdağı (Tekirdağ) ve Çatalca’ya gönderilmişlerdir198.
1.3.4.9. Muğla
Muğla Vilayeti’nde her bölgede olduğu gibi zanaat grubu olarak Rumlar ön planda
olmuştur. Muğla Vilayeti’ndeki dülgerciler, değirmenciler, kireççiler,
fırıncılar, terziler, meyhaneciler,
yapı ustaları genelde bu bölgede yasayan Rumlardan oluşuyordu. Mübadeleyle Muğlalı Rumların bu bölgeden Yunanistan’a gönderilmesi üzerine zanaat
196 Buradaki ev dağıtımında
rakamlar arasında yanlışlık vardır. 63
ailenin içerisinde 59 aile ev almış olarak
görülmektedir. Ev alanların arasında üç aile çift ev almıştır. Buna göre, 56
aile tek ev almış ve üç aile de
toplam 6 ev almıştır. Toplamda ise 62 ev olması gerekmektedir. Fakat 4 adet bir
odalı, 3 adet iki odalı ve oda sayısı belli olmayan 53 adet evin toplamı ise 60’tır.
197 Cengiz Parlak, “Çanakkale Merkez’e Gelen Selanik Mübadilleri”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı,
Y.5, S. 5, Çanakkale,
Bahar 2007, s. 77.
198 Hâkimiyet-i Milliye, 20 Kanun-ı Sani 1924.
dallarında önemli bir açık oluşmuştur. 6 Aralık 1923 tarihinde Muğla
Valiliği’nden Mübadele İmar ve İskân Vekâleti’ne gönderilen bir telgrafta, bölgede
usta bulunamadığından terk edilmiş evlerin
tamiratının yapılamadığı bildirilmiş, bunun üzerine Vekâlet,
Muğla yöresinde terk edilmiş evlerin tamiratında çalıştırılmak üzere mübadillerden usta olanların tespit edilerek iskân için bu bölgeye gönderilmesini kararlaştırmıştır.
Dördüncü iskân bölgesinde yer alan Muğla Vilayeti’ne tütün üretimiyle geçimlerini sağlayan ve gerçekten de iyi
tütüncüler olarak bilinen Drama, Kavala, Girit
ile Adalar ve Kıyı Yunanistan’dan gelecek mübadillerin bir kısmının
yerleştirilmesi düşünülmüş, bunun sonucu olarak Drama, Kavala ve
Selanik ahalisinden 4.000’ i tütüncü,
20.000’i çiftçi-bağcı ve 40.000’i de zeytinci olmak üzere 64.000 kişinin bir kısmının
Muğla Vilayeti’ne iskânları
kararlaştırılmıştır199. Muğla vilayetine giden Dramalı
mübadillerden bazıları, arazisi dağlık olan köylere gönderilmiş, bunlar tütüncü oldukları
için burada iskân edilmeyi istememiş, Bursa’ya gönderilmelerini talep etmişlerdir. Bursa’da
ise iskân için ayrılan yer kalmadığı için, köylerini kendileri
yapmak şartıyla, hane başına 100’er lira ikramiye verilerek, özellikle
Vardil çiftliğinde kalmaları için ikna
edilmeye çalışılmıştır200.
1.3.4.10. Bursa
Mübadil göçmenler, Bursa vilayetine, Mayıs 1923 tarihinde
gelmeye başlamışlardır. Bu
tarihte Langaza, Kavala ve Karaferye’den gelen yaklaşık 3000 nüfus, Bursa
merkez, Mudanya, Gemlik,
Karacabey ve Mustafa
Kemal Paşa kazalarına yerleştirilmişlerdir201. Mudanya iskelesine inen
mübadiller, geçici olarak Muradiye’de bulunan
misafirhaneye götürülmüşlerdir. Halk, gelenleri ilgiyle karşılamış, yerel basın tarafından, mübadillere yönelik yardım çağrıları yapılmıştır. Henüz mübadiller gelmeden,
şehrin ileri gelenleri tarafından, “muhacirin
yardım cemiyeti” kurulmuştur.
Bursa’da nüfus mübadelesine tabi olan Rumların sayı
olarak en fazla oldukları yerler, Bursa merkez, Mudanya,
Karacabey ve Gemlik,
nispeten daha az nüfusta oldukları yerler de Yenişehir, Mustafa Kemal Paşa ve İnegöl’dür. Buradan,
sadece Rumlar değil,
Ermeniler de göç ettiği için vilayetin nüfusu
oldukça azalmıştır.
199 Bayram Akça, “Lozan Antlaşması’ndan Sonra Muğla Vilayeti’ne Gelen Balkan Muhacirlerinin İskânı
Meselesi”, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.21, Muğla, Güz 2008, s. 21 vd.
200 BCA, 272.11 18.84.13.
201 BCA, 272.11 17.80.22.
Mübadeleyle gelen göçmenlerin sayısı 1923–1929 yılları arasında toplam
33.982’dir202. En fazla
göçmenin geldiği yıl 1924 yılı olmuş, bu yılda 22.636 nüfus göçmen, Bursa’ya gelerek iskân edilmişlerdir203.
Bursa iskân mıntıkasına ilk belirlemelere göre, 16.000 göçmenin iskân
edilmesi planlanmış, 1924 yılının daha ilk ayında, 13.144
göçmen Bursa’da iskân edilmek üzere gelmişlerdir. Bursa halkı, göçmenlere ekmek, sıcak yemek ve kömür vermiş, hükümet de bu zaman
zarfında 65.543 ekmek dağıtmıştır. Gelenleri,
müstahsil hale koymak üzere her türlü tedbir alınmıştır. Her hane başına bir çift öküz bedeli olarak 100, tohumluk
bedeli olarak 50, ziraat aletleri için de 75 lira tahsisat verilmesi kabul edilmiştir204. Bursa’da
iskân edilen göçmenlerin ilkbahar ziraatını temin etmek için, “Muhacirine
Zirai Muavenet Heyeti”adıyla Bursa fırka kumandanının başkanlığında bir heyet
teşkil edilmiş ve bu heyet, halkın yardımlarına müracaat ederek her çift sahibi köylü tarafından, beşer dönüm
tarla sürülmesi ve ziraata uygun bir
hale konması taahhüt edilmiş ve bu suretle her hane göçmene 20 dönüm zirai alan işlettirilmesi teminat
altına alınmıştır205.
Ziraat aletlerinden
faydalanmak için, imece usulü ile çalışılması ve ayrıca 10 adet
traktör alınacağı bildirilmiştir. Bu sadece çiftçiler için hazırlanmamış, zeytin ve ipek
yetişen yerlerde de aynı şekilde tertibat alınmıştır. Sanat sahiplerine dükkân
ve vasıta temin edilmesine çalışılmış, bölgede imar faaliyetleri de başlamış, tamir gerektiren
emval-i metruke evleri tamir edilmiştir206. Çoğunluğu tarımla
uğraşan çiftçi mübadiller, genelde
mısır ve tütün ekimiyle tarım
yapmışlardır. Bölgede Rumlar’ın kurduğu
küçük ölçekli ipek böceği fabrikaları, mübadiller tarafından kullanılamamış, hükümet, ipek üretiminin devamı için, 1930 yılında göçmenlere ipekçiliği öğretmek için, “İpekçilik
Enstitüsü”nü kullanmıştır207.
202 Nüfus miktarının belirlenmesi,
kitlesel göçlerin olması nedeniyle
çok da sağlıklı yapılamamıştır. Verilen
sayılar farklı kaynaklarda, farklı
rakamlarla verilmiştir. Bkz. Cevat Geray, Türkiye’den Göçler,
Ek Tablo 5.
203 Nesim Şeker, Türk-Yunan Mübadelesi Anlaşması Sonucu
Bursa’ya Gelen Göçmenlerin Kentin Sosyal Yapısı Üzerindeki Etkileri (1923–1935), Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Bursa, 1995, s. 73.
204 Hâkimiyet-i Milliye, 30 Kanun-i Sani 1924.
205 Hâkimiyet-i Milliye, 21 Kanun-i Sani 1924.
206 Hâkimiyet-i Milliye, 30 Kanun-i Sani 1924.
207 Şeker, Türk-Yunan Mübadelesi Anlaşması Sonucu Bursa’ya Gelen Göçmenlerin
Kentin Sosyal Yapısı Üzerindeki Etkileri, s. 91.
1.3.4.11. İzmir
İzmir, mübadelenin ve iskânın en gözde vilayetlerinden
biriydi. Rumların en kalabalık
olduğu, dolayısıyla emvâl-i metrûkenin en fazla olduğu yerlerden biriydi. Aslında yanmış ve talan edilmişti. Drama, Kavala ve Selanik’ten gelecek
olan mübadiller için iskân
edecekleri yer, İzmir olarak belirlenmiştir. Yoğun Rum nüfusunun olduğu yer olan İzmir’de Rumlar
gittikten sonra, hem bu bölge boşalmış, hem de Rum emval-i metrukelerinden daha fazla sayıda kalmıştır. İzmir ve civarında
iskân olunabilecek nüfus sayısı, Aydın, Denizli, Manisa
vilayetleri de dahil olmak üzere ise
64.000 olarak belirlenmiştir. Fakat bu nüfus miktarının önemli bir
bölümü, gerek ülke içinden gerekse
dışından gelenlerle, İzmir’in
kurtuluşunu izleyen yıllarda
zaten dolmuştur. Evleri yanan
harikzedeler ya da diğer ihtiyaç sahipleri olan yaklaşık 40.000 kişi, evlerin önemli bir bölümüne
yerleşmiştir. Mübadelenin başladığı
dönemde, İzmir’de milli emlak
olarak 12287 ev, 271 dükkân, 89 fabrika, 2 hamam ve 1 hastane bulunmaktadır. Emval-i metrukenin,
mübadeleye tabi şahısların malları, Ermenilerle, bazı firari Musevilerin malları, Ecnebilere ait olup hükümetçe
idare edilen mallar olarak üçe
ayrılmıştır. Milli emlâkın en önemlisi Torbalı çiftliği olup, bu çiftliğin
her bir dönümü oradaki halka kiraya verilmiştir. Mübadeleye tabi
olanların metruk malları, 10678 ev, 2173 dükkân ve mağaza,
79 fabrika, 2 hamam, 1 hastane, Ermeni ve Musevilerden kalan mal ise, 1600 ev, 648
dükkân, 10 fabrikadan ibarettir. Emval-i metruke, İskân komisyonu kararıyla, gelecek olan mübadillere ayrılmıştır. Fuzuli işgallerden dolayı, dükkân ve mağazalar kiraya verilmiş, kiraya verilmemiş olanlar hakkında Fen memurluğu incelemelerde bulunmuştur. Maliye
memurları ise, Emval-i gayr-ı
menkulenin belirlenebilmesi için
çalışmıştır. Fakat maliye kayıtlarının yanlış olması dolayısıyla, konu hakkında gerçek bilgilere ulaşılamamıştır208.
İzmir mıntıkasına iskân edilmek üzere, 1924 yılının
Ocak ayında 4400 nüfusun gönderilmesi
planlanmış209, Selanik limanından Kırzade vapuruyla bir defada 2526 göçmen
ve 261 hayvan gelmiştir. Bölgede zabıtalar, göçmenlerin işlerini düzenlemekle meşgul olmuşlardır. Girit’ten gelen
göçmenlerden bazıları İzmir’de firar etmiş, bunların firarlarına engel olamayan
zabıta memurlarına gerek tebligat gönderilerek gerekse maaşlarının bir kısmı kesilerek ceza uygulanmıştır. Kavala’dan Rize vapuruyla 720
208 Tülay Alim Baran, İzmir’in İmar
ve İskânı (1923–1938), Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve Inkılap Tarihi
Enstitüsü Basılmamış Doktora
Tezi, 1994, s. 124 vd.
209 Hâkimiyet-i Milliye, 20 Kanun-ı
Sani 1924.
göçmen gelmiş, bunların
Çeşme’ye sevk edilmeleri kararlaştırılmıştır210. İzmir’e Akdeniz vapuruyla, 2344 tütüncü hareket
etmiş, Lefteri köyünden
537, Korucu köyünden
630, Bozalıcı köyünden
449, Kavala’dan 88 ve Drama’dan
19 nüfus gelmiştir. Bu göçmenler, beraberlerinde
eşya, at, sığır ve koyunlarını da getirmişlerdir. Yanlarında getirdikleri hayvan sayısı da
672 sığır ve at, 615 koyundur211.
Aslında İzmir’in iskân kabiliyeti belirlenmiş, İzmir
İmar ve İskân Komisyonu, mübadeleye tabi ahali arasından, İzmir’e gelecek olan göçmenlerden, 5000 sanayi erbabı ve amele ile 3000 tütüncüyü
İzmir’e, 1000 tütüncüyü Menemen’e, 1500 tütüncü ile 500 çiftçiyi Bergama’ya, 1000 tütüncüyü Ödemiş’e, 1200 Limni
göçmenini Foça’ya, 300 çiftçiyi Tire’ye, 800 çiftçiyi Bayındır’a, 500 tütüncü ile 1000 bağcıyı Urla’ya, 1500
tütüncü
ile 2000 bağcıyı
Çeşme’ye, 500 tütüncü
ile 500 çiftçiyi
Seferihisar’a, 1200
tütüncü ile 500 çiftçiyi Kuşadası’na, 300 tütüncü ile 1000 bağcıyı
Karaburun’a, 500 bağcıyı Kemalpaşa
kazasına iskân etmeye karar vermiştir. Bu karara göre İzmir vilayetine 5000 sanayi erbabı ve amele,
10.500 tütüncü, 3600 çiftçi, 4500 bağcı, 1200
Limnili ki toplam
23.800 göçmen iskânı için hazırlıklar yapılmıştır212.
Hükümetin belirttiği şekilde
İzmir ve havalisinde iskânları uygun görülen
mübadillerin yanında, iskân mahallerini beğenmeyerek, değiştirmek
isteyenler ve iskân yerlerini terk
edip gelenler, hem İzmir’in nüfusunu artırmış, hem de planlı bir iskân yapılmasını engellemiştir. Kendilerine
mübadil süsü vererek, bu bölgede yerleşmeye çalışanlar,
metruk evlere yerleşmiş olan aileleri de zor durumda bırakmıştır. Hükümet, bu durum için önlem alınmadığı sürece, yer değiştirmelerin önünün alınamayacak olduğunu anlamış ve iskân alanlarında beş
yıl oturma zorunluluğu getiren bir kanun çıkarmıştır213.
1.3.4.12. İzmit
İzmit’e bağlı Sapanca’ya, Vodineli mübadiller yerleştirilmiş, kendilerine arazi ve ev tahsis edilmiştir. Yeni gelip İzmit’e
iskân edilecekler için, alınan emirler
doğrultusunda, evler tahliye edilmiştir. İkizce köyünde, 48 hane, Çerkez hanelerinde ikamet etmişler, metruk Rum emvalinden de
faydalanılması istenmiştir. Bölgedeki Sağ köyü, tamamen yanmış, arazi olduğu halde ev olmaması
yüzünden iskân yapılamamış,
210 Hâkimiyet-i Milliye, 29 Kanun-ı
Sani 1924.
211 Hâkimiyet-i Milliye, 3
Şubat 1924
212 Hâkimiyet-i Milliye, 22 Kanun-ı
Sani 1924.
213 Baran, İzmir’in
İmar ve İskânı, s. 124 vd.
keza Ermeni köyü olan Mecidiye köyü de yanmış, burada da iskân
yapılamamıştır214. İzmit
merkezde, emvâl-i metrûkeden olan evler tahliye edilmiş, bir kısım ev de tamir edilmiştir. Müstahsil olabilmeleri için, göçmenlere dağıtılmak üzere dükkânlar da tahliye
edilmiştir. 28.000 lira sarf edilerek yeni büyük bir misafirhane yapılmıştır.
Ocak ayının son haftasında 1300 nüfus
göçmenden 470’i Konya’ya, 35’i Adapazarı’na, 471’i Bilecik’e ve 222’si İzmit’e sevk edilmişlerdir. Adapazarı’na
giden göçmenlerden 24 hanede 136
nüfusa 630 dönüm arazi dağıtılmıştır215. İzmit vilayetinden alınan
mıntıka raporunda, İzmit’e gelip
yerleşmiş göçmen sayısı 17.741, gelecek olan sayısı ise 2699 olarak verilmiştir. 13.677 nüfus, devlet
yardımlarıyla, 15.067 nüfus kendi paralarıyla
sevk olunmuşlardır. Sarışabanlılar, devletin kendilerine gösterdiği kaza ve köylere
gitmemiş, Bahçecik’de ikamet etmişlerdir. Bunlardan bir kısmı ise
Yalova’nın kaza ve köylerine gitmek
istemişlerdir. İzmit merkezde, 8 misafirhane, 80 hane; Bağcecik’te 15, Sapanca’da 12, Adapazarı’nda 28, Geyve’de 19, Fındıklı’da 40, Bilecik’te 120, Eskişehir’de
ise 70 hanenin tamiratının gerektiği, İzmit merkezde
82 hanenin iskân edilebilir durumda
olduğu, 204 adet Ermeni ve 122 adet Rum hanelerinden, 112 adedinin tamir
edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Mübadillere temlik muamelesinden önce çift hayvanlarının dağıtılması konusunda, Ziraat Bankası’nın avans vermesi düşünülmüşse de, Osmanlı Bankası,
Adapazarı ve Ziraat bankaları İzmit şubeleri, emval-i
gayr-ı menkuleler henüz tespit edilmediği için avans vermemişlerdir. Bu bölgeye iskân
edilen mübadillerin sağlık durumları da takip edilmiş, Selanik’ten gelen göçmenler arasında iki köyde, tifüs vakası
görülmüştür. Bunun için, İzmit’e, Hilal-i Ahmer aracılığıyla bir etüv makinesi
gönderilmesine karar verilmiştir216.
1.3.4.13. Niğde
Niğde vilayetine gelen mübadiller, Rumlardan kalan
metruk gayrimenkullere yapılmıştır. Niğde’ye
yapılan mübadil iskânı,
Niğde merkez kaza 21 köyüyle, Bor merkez kaza ve bir
köyüne, Ulukışla merkez ve üç köyüne, yalnızca 6 hane olarak da, Çamardı merkez kazaya
yerleştirilmişlerdir. Yapılan iskânla birlikte Niğde’nin nüfusu yaklaşık
yüzde 30 civarında bir artış göstermiştir. Niğde merkezde 3 mahalle ve 12 köye 1531 hanede, 6.235 kişi iskân edilmiştir. Niğde’ye
Kozana’nın Hacılar ve Çobanlar (Çobanlı)
köylerinden gelen 58 hanede, 234 nüfus, merkez Tırhan
214 BCA, 272.14 78.44.12.
215 Hâkimiyet-i Milliye, 29 Kanun-ı
Sani 1924.
216 BCA, 272.14 78.44.12
mahallesinde, 213 hanede, 774 nüfus Kayabaşı mahallesinde iskân
edilmiştir. Aktaş köyüne 393 hanede, 1.514 kişi, Yeşil Gölcük köyüne, 195 hanede,
898 nüfus, Uluağaç
köyüne
136 hanede 561 nüfus,
Hasaköy’e 151 hanede, 753 nüfus,
Konaklı köyünde 143
hanede 572 nüfus, Dikilitaş
köyünde, 76 hanede 357 nüfus, Çarıklı köyünde
75 hanede,
318 nüfus, Hançerli köyünde, 48
hanede, 176 nüfus, Hamamlı köyünde 21 hanede,
91 nüfus iskân edilmiştir.
Daha az miktarda mübadil de, Kumluca, Yeşilburç, Küçükköy köylerine
yerleştirilmiştir. Bor merkez
iki mahalle ile Kavuklu köyüne
250 hanede,
1.068 nüfus, Bor ilçe merkezi Aşağı Sokubaşı Mahallesine 61 hanede, 269
nüfus olarak iskân edilmişlerdir. 115 hanede, 540 nüfus olarak Yukarı
Sokubaşı Mahallesine, 74 hanede,
253 nüfus, Kavuklu
Köyü’nde, 82 hanede
394 nüfus, Ulukışla’nın köylerine, 43 hanede,
245 nüfus, Ovacık Köyü’nde, 27 hanede 107 nüfus da Maden Köyü’nde yerleştirilmiştir. Yapılan iskân planına
göre, Kesendire, Poliroz,
Sarışaban, Avrethisar ve Nevrekop ahalisinden olan mübadillerin
Niğde’ye iskân edilmeleri düşünülmüşse de,
uygulamada, iskân edilen mübadillerin çoğu Kozana’dan gelen mübadiller
olup, bir kısmı da Kesriyye
ve Grebene mübadilleridir217.
1.3.4.14. Konya
Konya vilayeti de verimli ve geniş topraklarıyla iskân bölgelerinden biri olmuştur.
Konya’ya gönderilen göçmenlerin bir kısmı şehir ve kazalara, bir kısmı da köylere
sevk edilerek Ermeni ve Rumlardan
kalan evlere yerleştirilmişlerdir. Mübadiller, Konya merkez ve genellikle Akşehir,
Ilgın, Ereğli, Kadınhanı
ve Karaman’da iskân edilmişlerdir.
Çiftçilikle uğraşan Kılkış mübadilleri Konya’ya sevk
edilmiş, 1924 yılının Ocak ayında
gelen 1504 nüfus mübadil, 6 büyük hayvan ve 6 araba yük ile Ankara vapuruyla İzmit’e çıkmış, bunlar Konya’ya
gönderilerek, 500 nüfus Akşehir’e, 204 nüfus Ilgın’a, 300 nüfus Ereğli’ye, 300 nüfus da Karaman’a yerleştirilmiştir218. Mayıs ayı içerisinde de 1193 nüfusun da iskân yerleri
Konya olarak belirlenmiştir219.
1.3.4.15. Antalya
Antalya merkez ve kazalarında yerleştirilen mübadillere, mal dağıtımı işi 1933 yılının
sonunda, Dâhiliye Vekâleti’ne gönderilen cetvellerden anlaşılmaktadır. (EK ) Bu
217 www.ulakbim.gov.tr . Salih Özkan, “1923 Tarihli Türk-Rum
Nüfus Mübadelesinin Niğde’nin Demografik Yapısına Etkileri”.
218 Hâkimiyet-i Milliye, 17 Kanun-ı Sani 1924.
219 Hâkimiyet-i Milliye, 19 Haziran 1924.
cetvellere göre, Antalya merkez kazasında, 839 mübadil aileden,
3080 nüfusa, 792 ev,
23 mağaza, 138 dükkân, 1 hamam, 11 kahvehane, 4 kiremithane, 3 yağhane, 6 değirmen,
2 fırın, 179 bahçe, 89125 dönüm arazi verilmiş, 204 ailede 748 nüfus da Taşlıca ve Kosova’dan gelen mübadeleye
tabi olmayan göçmenlere de 204 hane, 25 dükkân, 1 mağaza, 315 dönüm arazi verilmiştir220.
Antalya merkez ve kazalarından gönderilen tüm cetveller, mal kayıtları ve şahısların
hüviyetlerinin tam olarak yazılmamış olduğu için ve ayrıca, tefviz işlemi gören, âdi iskân gören ve diğer göçmenler
için ayrı ayrı olmak, yeniden hazırlanmak üzere
valiliğe geri gönderilmiştir221.
1.3.4.16. Denizli
Yunanistan’ın, Grebene kazasının
Vraşno ve Kastro köylerinden
Türkiye’ye gelen mübadil göçmenlerin
Malatya’da iskân edilmeleri düşünülmüşse de, Denizli’de iskân edilmişlerdir. Bunda, iskân komisyonunda görevli olan
Vraşnolu Süleyman Paşa ve oğlu Murat Bey’in büyük katkıları olmuş, Süleyman Paşa, programa
müdahale ederek, Malatya
yerine Honaz’a yerleştirilmeleri için girişimde bulunmuşlar ve mübadil köylüler
Denizli’de yerleşmişlerdir. Denizli’ye, 1924–1930 arasında 460 mübadil hanesi gelmiştir. Bu hanelerden 82 mübadil
hanesi Honaz kazasına yerleştirilmiştir. Çünkü
Honaz, Denizli’nin diğer kazalarına nazaran Rumların daha çok bulunduğu bir yerdir.
Rumların gidişiyle buradaki
nüfus boşluğu, mübadillerle doldurulmuştur. Honaz’a
yerleşen 82 haneden 12 hanesi kısa bir süre sonra buradan ayrılarak Denizli merkeze bağlı Korucuk köyüne giderek
yerleşmiştir. Honaz’a 70 mübadil hanesi ile toplam
274 kişi yerleşmiştir222. Denizli’de iskâna tabi tutulacak
göçmenler, Denizli’ye gelmeye
başladıktan sonra önemli problemlerden biri göçmenlerin yerleştirilecekleri evlerin
yetersizliği olmuştur. Rumlardan
kalan emval-i metrukelere yerleştirilmesi planlanan
mübadiller, harap evlerle karşılaşmışlardır. Mübadiller gelmeden önce, yerli halk tarafından evlerin eşyaları alınarak,
ahşap kısımları, kapı ve pencereleri sökülerek
evler yağmalanmıştır. Bu haldeki evlere, bir devlet görevlisinin bilgisi
ve yönlendirmesi olmadan zorunlu
olarak yerleşen mübadiller, daha sonra ilk yerleştikleri yerlerde,
resmen iskân olunmuşlardır.
220 BCA, 272.12 63.190.8.
221 BCA, 272.12 63.190.8.
222 Ercan Haytoğlu, “Denizli-Honaz’a Yapılan
Mübadele Göçü”, Çağdaş Türkiye
Tarihi Araştırmaları Dergisi, S.12, İzmir, Bahar 2006, s.50 v.d.
Honaz’da bir kısım mübadil de, harap haldeki
metruk haneler içerisinden oturulabilecek olan evlerde,
birden fazla aile olarak kalmak ve iskân edilmek durumunda
kalmışlardır. Mübadillerin yerleştirildikleri bölgenin Yunanistan’dayken ekip biçtikleri ürünleri
yetiştirmeye elverişli olmaması
ekonomik açıdan önemli sıkıntılar
çekmelerine yol açmıştır50. İlk yıl Honaz’dan Korucuk, Nazilli ve Tire’ye gidenler
olmuştur51. Özellikle Denizli
Honaz’da iskân edilen mübadiller verilen
toprakların yetersiz kalması
nedeniyle İzmir’e gidip Narlıdere, Seferhisar, Balçova, İnciraltı, Karabağlar’da tütün tarlaları ve sebze bahçelerinde çalışmak zorunda kalmışlardır. Herkes, İzmir’de yevmiye ile
çalıştıkları işlerden elde ettikleri gelir ile
uzun zaman geçinmeye çaba sarf etmişlerdir. Daha sonraları yavaş yavaş İzmir’de öğrendikleri bahçıvanlığı Honaz’a getirerek
uygulamaya başlamışlar ve bu sayede Honaz ve çevresinde ekonomik
durumlarını geliştirmeye ve kalkınmaya başlamışlardır223.
1.3.4.17. Aydın
Aydın vilayeti merkez ve Söke kazası da iskân
bölgelerinden biri olup, ilk olarak Söke’ye
1200 kişinin iskân edilmesi planlanmıştır224.
1.3.4.18. İstanbul
İstanbul’a yalnız Selanik’in bir kısmı, Tesalya,
Avrethisar göçmenlerinin gelmeleri kararlaştırılmıştır. İstanbul’da
iskân edilecek göçmenler, ancak 1924 yılının
sonlarına doğru kabul edilmiştir. Emvali metruke bulunmayan mahallere
yerleşecek göçmenler için inşaat şirketleriyle mukaveleler imzalanarak hemen bina inşasına
başlanılmıştır 225.
1.3.4.19. Diğer iller
21 Eylül 1924 tarihinde iskân yerleri Elaziz olarak belirlenen 400 nüfus mübadil,
kendilerine tahsis olunan hanelere
yerleştirilmiştir226.
Bazı vilayetlere, mübadillerin mesleklerine göre iskân yapılmıştır. Mesela,
Selanik-Karacaova’dan gelen 5500 nüfustan 1500’ünün
kozacı olduğu, Selanik’teki komisyon
tarafından bildirilmiş, bunların
Harput ve Diyarbekir’e gönderilmeleri, kozacı
223 Haytoğlu, “Denizli-Honaz’a
Yapılan Mübadele Göçü”,
s. 57.
224 Hâkimiyet-i Milliye, 23 Kanun-ı
Sani 1924.
225 Hâkimiyet-i Milliye, 13 Haziran 1924.
226 BCA, 272.11 19.94.21.
olmayanların ise Niğde’ye gönderilmeleri kararlaştırılmıştır. Bu 5500
nüfustan 1500’ü de, Trakya’da
yerleştirilmiştir227.
Eskişehir’de göçmenler için hazırlıklar yapılmış,
emval-i metrukeden 300 hane göçmenlere
verilmek üzere boşaltılmıştır228. Eskişehir’e, Vekâlet tarafından
4000 lira tahsisat gönderilmiş, 1924
Şubat ayında, mevcut Rum emvali metrukesi tamamen tamir edilmiştir. Vilayet merkezinde tüccar ve sanatkârların
yerleştirilmesine karar verilmiş, bu
karara göre, bu tüccar ve sanatkârlardan, 1000 mübadil iskân edilebileceği
ifade edilmiştir229.
Çankırı vilayeti, belirlenen iskân bölgelerinden olmadığı
için, Rum ve Ermenilerden
kalan gayrimenkuller, tamamen satılmıştır. 1928 yılına kadar, Çankırı merkezde sadece iki haneye mübadil
yerleştirilmiş, toplam olarak 4 hanede 14 nüfusa, Rum emval-i metrukesinden 4 hane ve 14 dönüm bağ verilmiştir230.
Urfa vilayeti de iskân için belirlenen bölgeler
dışında kalmış, mübadillerden ziyade,
genellikle mülteciler bu vilayette iskân edilmiştir. 1933 yılına kadar 3
nüfustan oluşan bir mübadil aile
iskân edilmiş, bu aileye de bir hane, 7 tarla, 68 dönüm bağ, 268 dönüm arazi verilmiştir231.
1.3.5. Emval-i
Metruke Sorunu ve Mübadillere Verilecek Evler, Köy İnşaları
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde yaşanan birçok
olay, gerek Osmanlı-Rus harbi, gerek
Kırım Savaşı ve ardından gelen Balkan Savaşları ve nihayet I. Dünya
Savaşı, birçok insanın
yurtlarından ayrılmasına neden olmuştur. Balkanlar’daki devletlerde başlayan ulus-devlet olma süreci, hem bu bölgedeki
Türk ve Müslüman unsurlara yapılan
tahriklere ve bunların Anadolu’ya doğru harekete geçmesine ve hem de Anadolu’ya yerleşmiş olan Rum ve
Ermenilerin de Anadolu’dan göç etmesine neden
olmuştur. Lozan Antlaşması’ndan sonra Yunanistan’la yapılan
antlaşma gereğince, Müslüman
Türk halk, zorunlu
göçe tabii olmuştur.
Bütün bu sebeplerden dolayı, savaştan
sonra, yeni Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde, yakılıp yıkılan ve
dolayısıyla boşalan köy ve evler,
konut açığına sebep olmuştur. Mesela, Rumların yoğun olarak
227 BCA, 272.11 19.92.19.
228 Hâkimiyet-i Milliye, 29 Kanun-ı
Sani 1924.
229 Hâkimiyet-i Milliye, 7
Şubat 1924.
230 BCA, 272.12 60.169.4.
231 BCA, 272.12 63.190.3
bulunduğu İzmir’de büyük bir yangın çıkmış, bu yangında 2600 dönümlük
alan kül olmuş, kentin dörtte üçü kül
olmuştur. Günlerce süren yangın sonunda şehir, simsiyah ve korkunç bir harabe haline gelmiştir. Bu
yangın ve Rumların hemen her şeyi talan ederek,
Yunanistan’a göç ettikleri yıllarda şehrin hemen hemen tamamı yanmış, nüfus ise yarı yarıya azalmıştır232.
Erzurum, Ağrı, Kars ve çevreleri; Kocaeli, Bilecik, Bursa, Balıkesir, Kütahya, Afyon, Uşak, Denizli,
Manisa ilçe ve köyleriyle yakılmış, binaların
büyük bölümü oturulamaz hale gelmiştir. 830 köy tamamen,
930 köy de kısmen yanmıştır. Yanan bina sayısı
114.408, hasar gören bina sayısı
ise 11.404’tü. Uşak’ın
üçte biri yok olmuş, Alaşehir tamamen yanmıştır. Manisa’da ise 18.000
yapıdan sadece 500’ü kalmıştı.
Sadece ülkenin batısı değil, doğusu da aynı durumdadır233. Balkanlar’dan gelecek olan göçmenler için
de konut açığını kapatmak şart olmuştur. Bu dönemde,
Yunan baskılarından kaçan Türk mülteciler ve daha sonra zorunlu olarak gelecek olan mübadillerden başka, savaş ve
çete olaylarından dolayı, iç göç de fazla olduğu için konutların gelişigüzel işgal edildiği bir durum söz konusu olmuştur.
Balkan Savaşları’ndan sonra başlayan göçlerden sonra,
yerleşim yerleri için bazı köylerin
kurulması, bu köylerin de ana yollara, istasyon
ve iskelelere yakın yerlere kurulması
veya yeni yapılması planlanan yollar boyunca teşkili düşünülmüştür. Aslında yerleşim yeri tespit edilirken, yerin,
akarsu ve dere yatağında olup olmadığı, erozyon, heyelan ve taban su seviyesi,
ayrıca, bataklık, deprem sahası olup olmadığı gibi konuların,
göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Bazı köylerin oluşumunda, bu esaslara
uyulurken, bazılarında ise bu esaslar
göz ardı edilmiştir. Bu esasları gerçekleştirmek için, karayolları güzergâhı üzerindeki miri araziler,
iskâna açılmıştır234.
1923’te imzalanan protokolle, Rumlardan arta kalan terk edilmiş
mallar, Yunanistan’dan gelecek
mübadil Türklerin, Türklerin bıraktığı terk edilmiş mallar da, Yunanistan’dan kaçan ve gidecek
olan Rumların ellerinde
bulundurdukları tasarruf belgelerine göre, kolay ve hızlı
yerleştirilebilmeleri için el altında hazır bir
kaynak olarak görülmüştür. Cemiyet-i
Akvam tarafından seçilen ve başında üç bağımsız üyenin bulunduğu Muhtelit Mübadele
Komisyonu’nun bir görevi de, mübadele
işlerini yürütürken, malların
tasfiyesi işini üstlenmek
ve bu malların sayı ve niteliğini, mübadele
edilecek göçmenler için göz
önünde tutmaktır. Aslında bu malların
tasarrufu,
232 Tülay Alim Baran, “1923–1938 Yılları Arasında
İzmir’in İmarı”, Çağdaş Türkiye Tarihi
Araştırmaları Dergisi, C.1,
S.3, İzmir, 1993, s. 284.
233 Metin Aydoğan, Türkiye Üzerine
Notlar 1923–2005, Umay yayınları, İzmir,
2005, s.71.
234 İpek, “Göçmen Köylerine
Dair”, s. 18
hükümetlerin elinde bulunuyordu, ama işin daha başından beri düşünülen şey,
mübadil göçmenlerin yerleştirilmelerinde, üretici
duruma getirilmelerinde bu mal-mülkten yararlanmaktır. Yani mübadiller için ayrılan konut, terk edilmiş
Rum evlerinden sağlanacaktır235. Görünüşte, mübadiller için hazır Rum evleri vardı. Fakat buralar, evleri yakılıp yıkılan halk tarafından işgal edilmiştir.
Hükümet, henüz 1923 yılının ilk aylarında,
özellikle şark ve garb mültecilerinin iaşe ve iskânlarına yardım etmiş, düşman tarafından yakılan köy ve şehirlerdeki
yardıma muhtaç olan halkın evlerini tamir için
gerekli parayı azami ölçüde tahsis etmiştir, fakat yeterli olmamıştır236. Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti tarafından,
vilayetlerdeki İskân ve İmar Mıntıka
Müdürlükleri’ne gönderilen
yazılarla fuzulî işgallerin ortaya çıkarılması için komisyonlar oluşturulması istenmiş,
zabıta, asker ve memurlardan oluşan tahrir heyetlerinin mahalle mahalle gezerek,
emval-i metruke sayısı tespit ettirilmiştir. Bütün bunlara rağmen gerçekçi sayılara ulaşılamamışsa da, tespit edilenlerin tahliye edilmesine çalışılmıştır. Fuzulî işgal altındaki
bazı evlerin, yerli halk tarafından
akrabalarına ucuz fiyatlarla kiraya verilmesi de görülmüş, bunlar için ceza
uygulanmıştır237. Daha sonraki
yıllarda da emval-i metruke
sorunu yaşanmıştır. Çünkü sadece, farklı sıfatlarla fuzulî işgal yapanlar değil, aynı ailelerin farklı farklı
evlere yerleşmeleri de fuzulî işgalden sayılmıştır. Çok sayıda göçmenin yerleştirildiği Adana’da özellikle Kozan’a
gidecek olan göçmenlerin, iskân
yerlerine gitmemeleri ve mübadeleye tabi olmayanlardan, aile oldukları halde, bunlara ayrı ayrı hane tahsis edilmesi de
mesken buhranı yaratmıştır. Bu bölgedeki bir
sorun da, daha önceden Fizan mültecilerinin bu bölgeye sevk edilmeleri
ve iskânlarının henüz belli
olmamasıdır. Hatta bu yüzden, Kozan’a bir müddet göçmen alınmaması kararlaştırılmıştır. Adana’da bulunan
birinci fırka kumandanı Osman Şevket Paşa, ordu zabitanının açıkta kaldığını veya fahiş fiyatlarla kira bedeli
ödeyerek, elîm bir durumda olduklarını,
Dâhiliye Vekâleti’ne bildirmiş, buna karşılık Dâhiliye Vekâleti, geldikleri memleketlerde evlerini bırakan mübadillere
ancak bir hane ve diğer emvali için
de dükkân vesaire gibi mal verilmesi
gerekirken, gerek gayr-ı mübadil, gerekse şark ve diğer memleketlerden gelen mültecilerin bir evde ikamet
edebilecek durumdayken, ayrı ayrı ev
tahsis edilmesi ve verilmesi, ayrıca, nakil veya tayin olan memurun, işgal
etmiş oldukları evlerinde, ailesini veya akrabasını bırakması ve bunların
aynı yerde
235 Kemal Arı,
“Yunan İşgalinden Sonra
İzmir’de “Emval-i Metruke”ve “Fuzuli İşgal”Sorunu”,
Atatürk
Araştırma Merkezi Dergisi,
Sayı 15, Cilt V,
Temmuz 1989.
236 Kazım Öztürk, Atatürk’ün TBMM Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları, C.II, Ankara, 1990, s. 945.
237 BCA, 272.11 19.92.21.
ikametlerinin uygun olmaması ve dolayısıyla fuzulî işgallere son
verilmesi, yerlilerle göçmenlerin aralarının bulunarak kira
bedelinin uygun bir hale getirilmesi istenmiştir238.
Kabaca hesaplamalara göre, mübadiller, harikzedeler, şark ve garp vilayetlerinden
gelenler ile Suriye, Rusya ve mübadele dışı mültecilerin toplamı bir milyonu aşmış, diğer evsizlerle birlikte,
bir buçuk milyon kişi evsiz kalmıştır. Devletin, bu dönemdeki ekonomisi göz önüne alındığında, bu rakamlara konut
sağlamak oldukça güçtür. 13 Ekim 1923
tarihinde Mübadele İmar ve İskân Vekâleti kuruluncaya kadar, göçmenlerin yerleştirilmesi, üretici
duruma getirilmesi işiyle, Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti’ne bağlı İskân Müdüriyeti uğraşmış, “emvâl-i
metruke”işlerini de Maliye Vekâleti
yürütmüştür. Söz konusu müdüriyet ve vekâletin bu işlerin altından kalkamadığı, üstelik mübadil göçmenlerin gelmesiyle sorunların daha da artacağı
düşüncesiyle, söz konusu tarihte Mübadele İmar ve İskân Vekâleti
kurulmuş, “emvâl-i metruke”işleriyle
uğraşma görevi de, bu vekâlete bırakılmıştır239. Bu vekâlet,
çıkardığı üç talimatname ile bu
sorunların üstesinden gelmeyi planlamıştır. Bu talimatnamelerden birincisi, “Harikzedegana Vuku Bulacak
Muavenet Hakkında Talimatname’dir. İstila dolayısıyla
haneleri yanmış veya tahrip edilmiş olan yardıma muhtaç halka, hanelerini yapabilmeleri için, her aileye üç yüz
liradan fazla olmamak üzere para verilmesi uygun görülmüştür. “Harb Dolayısıyla İhrak ve Tahrib Edilen
Meskenlerin Tamir ve İnşası Hakkında Talimat”ile de tamamen meskensiz
kalmış fakir halka yardım edilmesi
öngörülmüştür240. Bununla birlikte,
11 Kasım 1923 tarihinde “Mübadeleye Tabi Kesanın İskân Edilecekleri Mıntıkalardaki Emval-i Metrukede Yapılacak
Müstacel Ta’mirat-ı Cüz’iyyeye Aid Talimatname”çıkarılarak, imar ve iskân komisyonları, Rumların
terk ettikleri emlaklardan yıkılmaya yüz tutmuş olanların yıkılması, çatı aktarması, kapı
ve pencere tamiri gibi daha az masraf ve emek isteyen bir tamir ile iskân olunabilecek Rum emval-i metrukesine ait
bina ve meskenlerin tamir edilerek kullanıma
hazır hale gelmesi görevini üstlenmişlerdir. Bu
talimatnameye göre, yıkılacak
olan binalardan, tamirat
için kullanılabilecek malzeme
ayrılarak, binaların enkazının
komisyonlar tarafından satılmasına karar verilmiştir. Komisyonlara, bu binaların enkazlarının satışlarından kalan parayla,
gerekli görülen inşa malzemelerini almak ve işçi ücretlerini ödemek konusunda yetki verilmiştir. Ayrıca
Rumlara ait terk edilmiş
238 BCA, 272.14 77.41.03.
239 Arı, “Yunan İşgalinden Sonra İzmir’de “Emval-i
Metruke”ve “Fuzuli İşgal”Sorunu”, s. 55.
240 Ali Cengizkan, Mübadele Konut ve Yerleşimleri, Çağa Yerleşmek, Ankara,
2004, s. 22. İskân evleri
yapım ve tamiratı
ile ilgili talimatname ve genelgeler için bkz.
BCA, 272. 80 3.8.6.
malların kıymet takdirini Muhtelit Mübadele Komisyonu yapacağı için,
binalarla ilgili tüm masrafların kayıt altına alınması,
ayrıca, boş binalar
için bekçiler tutularak, korunmaları sağlanmıştır241.
İmar ve İskân Vekâleti, mesken sorununu bir an önce
halledilmesi gereken bir sorun olarak görmüştür. Zaten giden Rumlar’dan kalan emval-i metruke,
mübadiller için
kullanılacaktır. Fakat bunlardan başka mübadeleye tabi olmayan göçmenler için
de barınma ihtiyacını karşılamak
gerekmektedir. Bunun için de, bütçeye ve muhacirlerin gönderileceği yerlere göre, daha çabuk ve daha ucuz olabilecek meskenler düşünülmüştür. Böylelikle, Anadolu’nun iklimi daha sıcak yörelerinde kullanılmak üzere huğ
adı verilen kamıştan barakalar yapılmıştır. Adana’nın Kozan kazasının Tılan mevkisinde yapılan barakalar, bu tarz barakalar
olmuştur. Kozan İmar ve İskân Komisyon Reisi ve müteahhit
Çamurdanzade Hilmi arasında
yapılan anlaşmada, Kozan’ın
Tılan mevkiinde dört odalı ve her odaya bir kapı ile cam ve çerçeve
konulacağı, her huğun yüz on sekiz liradan satın alınacağı ve bu şekilde
sekiz adet huğ yapılacağı yazılmıştır242. Ayrıca yine Adana mıntıkasında, emvâl-i
metrûkeden bir kısmının işgal zamanında tahrip edildiği
ve bir kısmının da, malzemesi kullanılamaz olduğundan,
buraya sevk edilen muhacirlerden çoğunun iskânın gerçekleşemediği ve bazı çiftliklerde iskân olunan çiftçi
muhacirler için de, mesken inşaatına gerek görülmüş ve huğ tabir edilen meskenlerden 820 âdetinin inşa edileceği
uzun zaman önce ilan edildiği halde, talep olmaması
ve bir kısmının kıymeti, toplamda
bin liraya mâl olduğundan, bu huğların kısım kısım ve pazarlık suretiyle
yaptırılması kararlaştırılmıştır243. Adana’da,
4–5 nüfustan oluşan mübadil
ailelerin kimisine, iki odalı
kimisine ise 5–6 odalı evler dağıtılmıştır. 1927 yılında, daha önce dağıtılan
bu hanelerin bazılarının, ailelerin
nüfus ve sosyal hayatlarına uygun olmadığı gerekçesiyle, uygun hanelerle değiştirilmesine de izin verilmiştir244.
Bunun yanında, dönemin arşiv belgelerinde
adı sıkça geçen, “iktisadi hane”ler yaptırılarak mesken sorunu çözülmeye çalışılmıştır. İktisadi evler, hem tek olarak,
hem de numune köylerin oluşumunda kullanılmıştır. Tek çatı altında, ikişer odadan ibaret dört
konut biriminden oluşmaktadır. 4.00x 4.50 ve 3.00x 4.00 m. olan iki oda, dış kapıya açılan bir giriş bölümü ile bağlanmaktadır. İkişer
olarak yan yana dizilen evlerin
içerisinde tuvalet, banyo ve
241 İskân Tarihçesi, s. 23.
242 BCA, 272.0.0.80 3.7.24
243 BCA, 030.18.1.1 10.42.16
244 BCA, 272.12 54.131.23.
mutfak yoktur. Baca taştan, evlerin arası ise kerpiçten yapılmaktadır. Bu
evler, Samsun, Amasya ve Çorum’da
denenmiş, daha sonra İzmit, İzmir, Manisa,
Bilecik, Adana, Silifke,
Ordu, Sivas, Burdur,
Isparta, Antalya ve Bursa’da da denenmesi
gündeme gelmiştir245. Haneler,
ya bizzat göçmenler tarafından yaptırılmış, ya da devlet, bu haneleri ihale
usulüyle yaptırmıştır. Bazı durumlarda, bu haneler, emanet usulüyle de yaptırılabilmiştir. Böyle bir durum,
Kocaeli vilayetinde yaşanmış, gerekli malzemeleri hazır olduğu halde inşaata başlanılmamış veya kısmen başlanıp
tamamlanamamış iktisadi
hanelerin inşası ihaleye verilmiş, fakat ihaleye tâlip çıkmadığı için, bir an
önce yaptırılması gereken
iktisadi hanelerin emaneten
yaptırılmasına karar verilmiştir246. Mahalli
özelliklere göre kerpiç,
ahşap veya kargir olarak inşa edilmiştir. Devletin
yaptırdığı evlerde, bölge farklılıkları
ile göçmenlerin sosyal ve kültürel
farklılıkları dikkate alınmamıştı.
Göçmenler, daha sonraki yıllarda ihtiyaçlarına ve sosyal şartlarına göre, bu evlerde değişiklik yapmışlardır.
Kafkas göçmenleri, yapı malzemesi olarak taş,
kerpiç, saz ve ot, buna karşılık Romanya ve Kırım göçmenleri, kerpiç,
saz, toprak veya kiremit kullanmışlardır247.
Kurtuluş Savaşı esnasında yanan ve yıkılan köylerin
de tekrar kurulması, ayrıca yeni
oluşturulacak köyler için, daha planlı “numune köy” yapılması gündeme
gelmiştir. Nafia mühendisleri, numune
köyleri, köylerin ortasına köy meydanı olarak bir arazi bırakılarak, çevresine de cami, mektep,
dükkân, pazar yeri, misafirhane ve çeşme konulmak suretiyle tasarlamışlardır.
Meydanın çevresinde kuzey-güney ve doğu-batı
istikametinde yerleştirilen sokaklarla parsellenen köylerde, köyün
büyüklüğüne göre, harman yeri, mera
alanı, mezarlık alanı bırakılmakta ve ormana yakın olan köylerde, köylünün
yakacak ihtiyacını karşılamak üzere baltalık verilmektedir248. İskân mıntıkalarında
yeniden yaptırılacak köylerin plan ve projeleri ve eksiltme usulüyle ilgili şartname
ve mukavelenameler kısa sürede tamamlanarak iskân mıntıkalarına gönderilmiştir. Mersin’de Yuvanaki
çiftliği, Antalya’da Çirkinoba, İzmir’e bağlı Kıyas, Manisa’da Çobanisa, Bursa’da İkizce ve Karacaoba, Bilecik’te
Pelitözü gibi yerlerde yeniden köylerin
yapılması planlanmıştır. İzmit ve Bursa mıntıkalarında kendi
245 Cengizkan,
Mübadele Konut ve Yerleşimleri, s. 34 .
246 BCA, 030.18.01.01 26.56.01
247 İpek, “Göçmen Köylerine
Dair”, s. 20
248 İpek, “Göçmen Köylerine
Dair”, s. 20
masraflarıyla köy inşa etmek isteyen
göçmenlerin yaptıracakları köylerin
plan ve projeleri, iskân mahallerine gönderilmiştir249.
1924 yılının Mart ayına kadar İmar ve İskân Vekâleti’nce, emval-i metrukeden
5.000 evin tamir edilmiş olduğu,
Türkiye genelinde 27, Pontus eşkıyası tarafından tamamen tahrip edilmiş
olan Samsun’da da 15 numune köy inşa edileceği ifade edilmiştir250.
1924 Mayıs ayı içinde 14 hane Samsun, 659 Trakya, 1097 Karesi, 1326 İzmir, 576 Bursa, 406 İstanbul, 116
Kocaeli, 11 Konya, 13 Adana ve 494 hane Antalya mıntıkalarındaki toplam 5258 hane tamir edilmiş ve iskân olunabilir bir hale getirilmiştir251. Numune köy
kurulması konusunda, planlanan olmamış, Samsun’da 7, İzmir’de 2, Bursa’da 2, Adana, İzmit ve Antalya’da birer köy
olmak üzere toplam 14 numune köy inşa
edilebilmiş, bu köylerden her biri, 50 meskenlik olup, bu köylere, bir okul, bir de cami yaptırılmıştır252.
1928 yılında da numune köy yapımına devam edilmiş,
Yahşihan’dan Eskişehir’e kadar olan saha dâhilindeki boş arazide, köylerin
yapılması İcra Vekilleri
Heyeti tarafından kabul
edilmiştir. Bu kararnameye göre, göçmenlerin iskânı, ülkenin ziraat ve iktisadının gelişmesinde önemli bir etken olacağı
için, inşaatı yıllara
bölünerek yapılmak üzere hat
güzergâhında yer yer numune köyleri tesis etmek için araştırma yapılması ve bu sahada hazineye ait
bulunan arazinin iskân için ayrılması ve şahısların elinde bulunan arazinin
de istimlâk veya pazarlık suretiyle
satın alınması kabul edilmiştir253.
1923–1933 yılları
arasında yani on yıllık süre içerisinde göçmenler
için toplam
103.586 hane, 1934 yılında 989, 1935 yılında 5943, 1936 yılında 5465,
1937 yılında 5886, 1938 yılında ise 1848 hane yaptırılmıştır254. Bu bilgilere göre, 1934–1938 yıllarını
kapsayan zaman diliminde
toplam 20.131 göçmen evi yapılmış
olması gerekirken, Sıhhat ve
İçtimai Muavenet Vekili Dr. Hulusi Alataş, 1934 yılından 1938 yılına kadar Bulgaristan, Romanya ve diğer memleketlerden gelen 138.428 göçmen için, 17.016 hane inşa edildiğini ifade etmiştir255.
249 Hâkimiyet-i
Milliye, 19 Haziran 1924. 250
Öztürk, Türk Parlamento tarihi, s.
371 251 Hâkimiyet-i Milliye, 19 Haziran 1924. 252 İpek, “Göçmen Köylerine
Dair”, s. 19 253 BCA,
030.18.1.1 28.29.12.
254 Geray, Türkiye’den
ve Türkiye’ye Göçler, s. 49.
255 Ayın Tarihi Dergisi, Ocak 1938.
Tahrip olan yerlerin
tamiri ve yeniden
yapılan evler, elbette
Türkiye ekonomisine büyük bir
yük getirmiştir. 1927 yılında Meclis’te konuşan Maliye Vekili Mustafa Abdülhalik Bey, işgal esnasında
ülkenin en mamur yerlerinin tahrip edildiğini,
eğer tahrip edilmeselerdi, o gün alınan gelirlerden yüzde 5–10 daha fazla gelir alınabileceğini
ifade etmiştir. Yüz binlerce ev tahrip edildiğinden, bunların musakkafat (bina) vergisinin de alınmaması, bunları
yeniden yapmak için ayrılan mesai de hükümetin
gelirlerini azaltmıştır256. 1932 yılına kadar tamir ettirilen
terk edilmiş hanelerin sayısı 19.279’dur. Ayrıca, 4567
adet yeni iktisadi hane ve Antalya, Samsun, İzmir,
Bilecik, Cebeli Bereket, Mersin, Ankara ve Manisa illerinde 69 adet de numûne köy inşa edilmiştir. Bütün bu işler için ise, 1.786.684 lira harcama yapılmıştır257. Dönemin ekonomisi göz önünde
bulundurulduğunda, bu miktar azımsanmayacak bir miktar olmuştur.
Her ne kadar bütün emval-i metrukelerin tespit
edildiği ve kullanıldığı ve fuzuli işgallerden kurtarıldığı araştırılmış ise de, özellikle İstanbul’daki emlak-ı metruke hakkında zaman zaman bazı ihbarlar
alınması şüphe uyandırmıştır. Hükümet, yeniden
emlak-ı metruke bulunur ümidiyle ikramiyeler vaat etmiş yinede sonuç
çıkmamıştır. Yine de duyulan şüphe üzerine birkaç kişilik komisyon
maliye tahsil şubelerinde araştırma yaparak “etabli” vesikası almış olanların emlak ve
akarlarının mevcudunu tespit etmiş,
arsa, dükkân, emlak olmak üzere altı bine yakın metruk emlaki meydana çıkarmış
ve bunların maliyeye
devrini yapmıştır258.
1.3.6. Mübadillere Mal Ve Arazi Dağıtımı
Mübadele-yi Ahali Mukavelenamesi’nde belirtildiği üzere, mübadillere, göç ettiklere memleketlerde, terk ettikleri mallara
kıymet ve mahiyetçe
eşit mallar verilecektir259.
Yunanistan’daki Müslüman mallarının kıymet takdirini verme görevini, Muhtelit
Mübadele Komisyonu üstlenmiştir. Fakat gayrimenkul malların,
hem Yunanistan’daki hem de
Türkiye’deki kıymetini tespit etmek ve buna eşit olacak emvali bulmak oldukça zor bir iş olmuştur.
Yunanistan’da tutulan resmî kayıtlar, hem Balkan Savaşları’ndan, hem de mübadeleden sonra, Yunanistan’ı terk etmiş olan yarım milyon
256 Öztürk, Türk Parlamento Tarihi, s.190 vd.
257 İskân Tarihçesi, s. 140.
258 Cumhuriyet, 27 Kanun-i Sani 1933.
259 İskân Tarihçesi, s. 10.
Müslüman’ın mal ve arazilerinin miktar ve kıymetlerini belirlemek için bir belge niteliğinde değildir260.
Her ne şekilde
olursa olsun, mübadeleye tabii olarak Türkiye’ye gelenler, Yunanistan’da terk etmiş oldukları
mallarına karşılık, Türkiye’de gayrimenkul alabileceklerdir.
Mübadillerin Türkiye’de alacakları gayrimenkullerin miktarları, bazı esaslarla
belirlenmiştir. Bir yere iskân edilecek
göçmenlerin miktarı, mevcut hane sayısına göre belirlenmemiş, arazi esas
alınmıştır. Âdiyen iskân edilenlerden, tefviz
yoluyla mal verilenlerin önce borçları tahsil edilmiş, mübadeleye tabi olmayan göçmenlere dağıtılacak emlak ve arazi bedelleri
aile reisleri adına borç olarak kaydedilmiştir.
Bunun için, kendisine emlak, arazi tahsis edilen şahıslara “muvakkat tasarruf vesikası” verilmesi
kararlaştırılmıştır261. 16 Nisan 1924 tarihinde kabul edilen, “Mübadeleye Tabi Ahaliye Verilecek
Emvali Gayri Menkule
Hakkında”488 sayılı kanunla, mübadillere hangi şartlar ve
oranlar dâhilinde gayrimenkul mal verileceği ifade edilmiştir262. Buna göre; tasarruf senetlerinde ve tasarrufu ispat eden resmi belgelerinde
50.000 liraya kadar emlak ve arazileri kayıtlı olanlara, kayıtlı kıymetin
yüzde yirmisi oranında gayrimenkul tefviz edilecek ve verilecek gayrimenkul için tasarruf kayıtlarındaki kıymet esas kabul
edilecektir. 50.000 liradan fazla emlak sahibi olanlara da, bu miktardan fazlası için mübadele işlemlerinin tamamen
bitirilmesine kadar hiçbir şey verilmeyecektir.
Kendilerine gayrimenkul mal verilmesini talebinde
bulunanlar, tasarruf senetlerini veya resmî belgelerini, ibraz
etmek zorundadırlar. Bu tasarruf senetlerinin
tamamen veya kısmen gerçek olmadığı tespit edilirse, bunlara
verilen gayrimenkul mallar kısmen veya tamamen
geri alınacaktır. Aynı şekilde, adlarına
kayıtlı gayrimenkulleri
olanlardan Muhtelit Mübadele Komisyonu’na başvurmamış mübadiller de aynı işleme tabii tutulacaktır. Böyle bir
durumda olanlar için farklı bir uygulama daha yapılmıştır. Buna göre, eğer mübadilin almış olduğu
gayrimenkul, kayıtlı malından yüzde on veya daha fazla ise, aradaki fark nakit olarak veya taksitle geri alınacaktır.
Bağ ve zeytinlikler, tefviz edilecek terk edilmiş mallar dışında tutulmuş ve
ayrı esaslar belirlenmiştir. Bu bağ ve zeytinlikleri işletmeye kabiliyeti
olan mübadillere, kiraya
verilecektir.
260 İskân ve Teavün Cemiyeti, s. 10.
261 İskân Tarihçesi, s. 31.
262 İskân Mevzuatı, Ankara, 1936,
s. 15-18.
Tefviz edilecek gayrimenkul, mübadilin geldiği yerde bıraktığı çeşitte,
belirlenen iskân mıntıkalarında terk edilmiş mallardan verilecektir. Yani
arazi veya çiftlik, dükkân ve her çeşit akar, değirmen veya fabrika terk etmiş olanlara
iskân edildikleri yerlere
göre, köy, kasaba veya şehirlerde olmak üzere aynı cinste gayrimenkul verilecektir. En büyük
işletme fabrika olduğu için, iskân
mıntıkasında fabrika bulunmadığı durumda, bu mıntıkaların dışından da
verilebilecektir.
Tefviz olunan gayrimenkullerin, mübadele işlemlerinin kesin olarak sonlandırılacağı zamana kadar hiçbir
suretle satılamayacak, hibe edilemeyecek, rehin verilemeyecek ve teminat
olarak gösterilemeyecektir. Verilen
gayrimenkullerin şekillerini değiştirmek, tahrip etmek ve yıkmak yasak olup, sadece cüzi miktarda
tamirat yapılmasına izin verilecektir. Diğer yapılacak işlemler,
Mübadele ve İskân Vekâleti’nin onayıyla
gerçekleşebilecektir.
Mübadillere emlak ve arazi dağıtımı konusunda hassas
davranılmaya çalışıldığı için, kanun haricinde talimatnameler de yayınlanarak, dağıtımın, iskân edilenlerin mesleklerine göre yapılmasını sağlamaya
yönelik çalışmalar yapılmıştır. 6
Temmuz 1924 tarihinde “Tevzi Talimatnamesi” hazırlanmıştır. Bu talimatnameye göre, her vilâyet ve kaza merkezinde de vali veya
kaymakamların başkanlığı altında birer tevzi
komisyonu oluşturulması gerekmektedir.
Bu komisyonların görevi, öncelikle
taksim edilecek arazinin
sınırlarını belirlemekti Komisyonlarda bulunan mühendisler ise, sınırları
belirlenen arazinin krokisini düzenledikten sonra, araziyi mevkisi ve verimi açısından, iyi, orta ve az olmak üzere üç
dereceye ayırarak ölçecektir. Tevzi olunacak
arazinin verim açısından kaç aileyi idare edebileceği, bilirkişilerin
görüşleri alındıktan sonra, komisyon
tarafından tespit edilecek
ve her haneye isabet eden miktar belirlenecekti. Bu şekilde taksim edilen
arazi, kura yoluyla dağıtılacaktı. Ortalama beş nüfustan oluşan bir çiftçi ailesine, arazinin verim durumuna ve
büyük şehirlerle, iskele ve tren istasyonlarına mesafeleri derecesine göre tevzi edilecek arazi ve meyve ağaçlarının oranı şu şekilde belirlenmiştir:
|
Asgarî |
Dönüm Arazi |
Hububat arazisi (Ortalama) |
75 |
100 |
Tütün tarlası |
13 |
18 |
Sebze bahçesi |
7.5 |
12.5 |
Bağ |
8 |
12.5 |
Zeytin ağacı |
120 adet |
150 |
Portakallık ve limonluk
için herhangi bir miktar belirlenmemiştir. Bunların dağıtılması yerel idarelere bırakılmıştır. Köylere iskân edilecek
sanayi erbabı ve öğretmenlere
belirlenen miktarlardan fazla verileceği, halka faydalı olması açısından göçmenler arasında ziraat, doktor ve
baytar mekteplerinden mezun, tahsilli kimlere bir kat daha fazla hak verileceği ifade edilmiştir263.
Bütün bu esaslarla
yapılan mal ve arazi dağıtımları, uygun şartları taşıyan
yerlerden yapılmıştır. Böylelikle, mübadele uygulamalarının bitimine
kadar, 1923–1933 yılları arasında 157.736 aileye, 6.258.928 dekar ekilebilecek arazi dağıtılmıştır264.
Arazi ve mal dağıtımı konusunda eşitsiz ve adaletsiz uygulamalar görülmüştür. Bu genellikle memurlar
yoluyla olmuştur. Çeşitli
araziler kurulan mahalli
iskân komisyonlarında görevliler tarafından bildikleri gibi dağıtılmıştır. Yunanistan’da bıraktıkları mallara karşılık
almaları gereken malları
gösteren bir beyanname
hazırlanmasına rağmen ki bu beyannamelerin
geçerliliği de tartışma konusudur. Bu durum Türkiye’de de yaşanmış, mal beyannameleri geçersiz
sayılabilmiştir. Mübadillerin
bıraktıkları malların tam sayımını ya da neye göre kıymet verileceğini bir türlü kestiremeyen komisyonlar, sonunda herkesin
eşit sayılması ve nüfus başına toprak dağıtılması
söz konusu olmuştur. Honaz’da yerli eşraftan oluşturulan bir komisyondaki kişiler,
bazı tarlalara el koymuş, 30 dönüm tarla vermiş görünse
de bu ancak 15–20
263 İskân Tarihçesi, s. 29 v.d.
264 Geray, Türkiye’den ve Türkiye’ye Göçler,
s. 56 Bu rakam bazı kaynaklara göre değişiklik arzetmektedir. 1925 Bütçe Kanunu ile yetki alan hükümetin, 1934 yılına kadar 6.787.234 dönüm tarla,
157.422 dönüm bağ, 169.659
dönüm bahçe olarak dağıtıldığı ifade edilmiştir. 1934 İskân Kanunu ile de, bu tarihten 1938 yılına kadar 2.999.825
dönüm toprak dağıtımı yapılmıştır. Bkz. Aydoğan, Türkiye Üzerine
Notlar, s.67.
dönüm tarla olarak mübadile verilmiştir. 1937 yılında kadastronun gelip yaptığı ölçümlere göre, 9 dönüm olarak verilen
arazinin sadece 2 dönüm çıkması bu durumun bir göstergesi olmuştur265.
Mübadelenin üzerinden on yıl geçmesine
rağmen, Muhtelit Mübadele
Komisyonu’nda Türk ve Yunan heyetleri arasında mutasarrıfları ve
kıymetleri üzerinde bir türlü bitmek
bilmeyen ihtilaflar olmuş ve bazı emlak meseleleriyle, firarilere ait çeşitli konularda yüzlerce dosya
birikmiştir. Bunlar çözüme ulaşamadığı için, çözüme ulaştırabilmek amacıyla, hakem olarak karar vermek üzere tarafsız azalara
havale edilmiştir266.
1.3.7 İskân Bölgelerinde Hastalıklarla Mücadele
Göçmenlerde en çok görülen hastalık sıtmadır. Sıtma
bölgelerinde daha önce meydana gelen
önemli nüfus azalmasının, Türkiye’ye gelen göçmenler tarafından telafi edilebileceği umulsa da, nüfus mübadelesinden sonra gelen mübadillerin de büyük çoğunluğunun sıtmalı olması, Türkiye’de nüfusun azalması konusunda
endişe oluşturmuştur. Bir
yandan nüfus artırılmaya çalışılırken, bir yandan da kişilerin çalışma kudretini
artırmak için sıtmayla
mücadeleye girişilmiştir267.
Atatürk, gerek ülke içerisinde, düşman istilasına
uğramış yerlerdeki sefaletten dolayı yayılan
hastalıklar, gerekse, kötü koşullarda, dışarıdan
gelecek göçmenlerde görülen salgın hastalıklarla mücadele
için yerinde, zamanında ve daha geniş bir sağlık kadrosuyla çalışılmasını isteyerek, o dönemde alınan tedbirlerle
bu tür hastalıkların önlenmesini şu
şekilde ifade etmiştir; “Memleketin büyük
bir kısmı düşman tarafından bir
harabe şeklinde ve mazlum ahalisi amik bir sefalet içinde terk edildiği,
dâhilden, harice ve hariçten dâhile
mütemadi bir muhaceret cereyanının devam etmekte olduğu vaziyeti hâzıra karşısında bu gibi hastalıkların görülmesi o kadar şayanı istigrab
olmayıp belki oldukları yerlerde süratle itfasında gösterilen
muvaffakiyet müstelzimi memnuniyettir”268 demiş ve hastalıkların yerinde ve zamanında
önlenmesine işaret etmiştir.
Vekâlet’in verdiği bilgilere göre, Selanik ve Kavala irkab iskelelerinden gelen göçmenler
arasında 5 kızamık ve 6 çiçek vakasına
rastlanmış, bunun haricinde
bulaşıcı
265 Kemal Yalçın, Emanet Çeyiz,
Mübadele İnsanları, İstanbul,
2005, s. 186.
266 Cumhuriyet, 7 Şubat 1933.
267 TBMM Zabıt Ceridesi, D.II, İ.III, C.24.
268 Öztürk, Atatürk’ün
TBMM Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları, s. 940.
hastalık görülmemiştir. Büyük misafirhanelerin
hastanelerinde de çok fazla hastalık şikâyeti olmamıştır. Askeri hastanelerde
sivillerin kabul edilememeleri hakkında verilen emir üzerine Müdaafa-yı Milliye Vekâleti’ne müracaat edilerek,
göçmenlerin kabulleri temin
edilmiştir. Yeni gelecek göçmenler için sıtma ve dizanteri gibi hastalıklara
karşı gerekli tedbirler alınmış,
göçmenlere tahsis olmak üzere bütün mıntıkalarda Kızılay tarafından bölgenin gerektirdiği ölçülerde hastaneler
oluşturulmuş, Trakya’da 14 kaza merkezinde
revir halinde 10’ar yataklık yerler hazırlanılmış, tıbbi ilaçları bulundukları yerden temin edemeyeceklerin ihtiyacı, Tekfur Dağı’nda
Kızılay tarafından temin olunmuş
ve Kızılay cemiyetiyle görüşülerek çeşitli mıntıkalarda seyyar etıbba ve hasta bakıcılar tayin edilerek bunların köy köy
dolaşıp iskân edilen göçmenlerin sağlıklarıyla
daha yakından ilgilenmesi sağlanmıştır269.
Her ne kadar limanlarda ve geldikleri misafirhanelerde göçmenlerin, sağlık durumları
kontrol edilmişse de, iskân edildikten sonra da sağlık sorunları devam etmiştir. Çünkü ülkede ciddi bir sıtma salgını
vardır. 9 Mart 1924 tarihli Menteşe
(Muğla) Valiliği’nden İskân Vekâleti’ne gönderilen bir telgrafta;
Doğrudan doğruya vekâletin emriyle
Kavala’dan Gökova Limanı’na
gönderilen göçmenlerden Kavala,
Tikveş ve Langaza muhacirlerinden olup Muğla’nın Cazgırlar Köyü’ne iskân
edilen ahalinin bir kısmının sıtma
hastalığından muzdarip olduğu, bu nedenle bu güne kadar bunların arasından 17 kişinin vefat ettiği bildirilmiştir.
Şayet, Sıhhiye Müdürlüğü’nden para
yardımı yapılabildiği takdirde, bu köyde oturanlara kinin dağıtımı
yapılabildiği, ancak köyün etrafının bataklıkla çevrili olmasından dolayı dağıtılan kininin
bir faydasının olmadığı,
bunların haklarında alınacak
kararın köyde inceleme
yapan Vali’nin işaretine
atfen Menteşe (Muğla) İskân Müdürlüğü
tarafından verileceği ve bilmuhabere
vilayet dâhilinde bunların bir başka yere nakil ve iskânlarının imkânsız olmakla
beraber dağlık mıntıka
ahalisinden olan bu insanların burada oturmak istemediği, hayatlarını kurtarmak için, Vekâlet emriyle
Trakya’da Tekirdağ’a nakledilmiş olan hemşehrilerinin yanına
gitmek istedikleri ve kendilerine verilen araziyi de işletemedikleri bildirilmiştir. Muhacirlerin bataklıkta bulunması
nedeniyle kendilerine yapılan
tedavinin daima sonuçsuz kalacağının anlaşıldığı ve muhacirinin dağlık mıntıka ahalisinden olması
nedeniyle de bunların uygun görülen yerlere göç etmelerine izin verilmesi
gerektiği kararlaştırılmıştır270.
Canik vilayetinde polis ve iskân
269 Hâkimiyet-i Milliye, 21 Mart 1924.
270 BCA, 272.1120.98.6.
müdürlüğünün, göçmenler arasında bulaşıcı hastalık bulunduğuna dair
ihbarı üzerine de, bu bölgede
araştırma yapmak üzere iskân sağlık müşaviri ile birlikte, göçmenlerin iskân edildiği
yer olan Tekkeköy
ve Aşağı Cinik köylerine gidilerek, yapılan çalışmalar sonucu buradaki göçmenlerin yüzde
ellisinin sıtmalı oldukları anlaşılmıştır. Bunun için, İskân Müdürlüğü, bölgeye kinin ilacı temin ederek göndermiştir.
Ayrıca, Tekkeköy, Yukarı ve Aşağı
Cinik köylerine iki tıbbiye ve iki sıhhiye memuru gönderilmiştir. Aynı bölgede
dizanteri, ishal ve özellikle çocuklar
arasında boğmaca hastalığı
da tespit edilmiştir. Kendilerine barınma yeri temin etmek için, çalı çırpıdan yapılmış
kulübelerde ve topraklar üzerinde yaşayan göçmenlerin sefalet içinde
bulunduğu, şayet meskenleri inşa
edilmeyip iskân edilemezlerse, geçici bir tedbir olan kinin dağıtımının da bir fayda getirmeyeceği ve
hastalıklardan dolayı kayıpların önüne geçilemeyeceği bildirilmiştir271.
İskân yerlerine sevk edilmiş göçmenlerden, Konya,
Samsun, Tokat ve Çorum vilayetlerinde 156 lekeli humma hastalığı görülmüş,
fakat bunlardan 138’i iyileştirilmiştir.
Mübadele ve İskân Vekili Necati Bey, göçmenlerin sağlık durumları ile ilgili sürekli bilgiler vermiş, Müdafaa-yı
Milliye ve Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâletleri de göçmenlerin sağlık durumlarıyla ilgili tedbirler almışlardır272.
Adana’nın Kozan
kazasına sevk edilen mübadiller arasında
bulaşıcı hastalık olmamış, fakat sağlık
durumlarının iyi olmadığı sıhhiye
müdürleri tarafından rapor edilmiştir.
Kozan merkez kazasında bulunanlar 14 Eylül 1924 itibariyle henüz iskân ve iaşe edilemedikleri gibi, köylere sevk
edilenler de uzunca bir süre açıkta kalmışlardır. Şayet, bunlar bir an önce çatı ve çadır altına sokulmazsa,
yağmur ve kış mevsiminin gelmesiyle sağlık durumlarının kötüleşeceği bildirilmiştir273.
1.3.8. Mübadilleri Üretici Haline Getirme
Çabaları
Mübadillerin iskânları yapıldıktan sonra, asıl önemli
olan iş, bunların üretici haline gelmeleridir. Çünkü uzunca bir süre iaşelerinin sağlanmasına imkân yoktur.
Ülkenin tüketime gücünün
olmaması, acil olarak üretime geçilmesini zorunlu kılmaktadır.
Gelenlerin çoğunun çiftçi olması ve dolayısıyla iklim ve toprağa bağımlı olmaları,
zamanında bazı tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir. Mal ve arazi
271 BCA, 272.79 72.3.35.
272 Hâkimiyet-i Milliye, 19 Haziran 1924.
273 BCA, 272.79 72.3.35.
dağıtımıyla ilgili tüm düzenlemeler yapıldıktan sonra, mevsim geçmeden,
göçmenleri üretici haline getirmek için, Mübadele,
İmar ve İskân Vekâleti, Mübadele,
İmar ve İskân kanununa dayanarak, iskân edilenlerin yardıma muhtaç olanlarından,
çift hayvanı bulunmayan her haneye,
bir veya iki baş hayvanla, ihtiyaç derecelerine ve tahsis olunan araziye
göre aynî olarak veya bedelî
olarak ziraî aletler ve tohumluk dağıtılmıştır. Bunun için, göçmenlerin, bunları
satmayacaklarına ve başka yerlere sarf etmeyeceklerine
dair mensup oldukları ihtiyar heyetlerinden birer kefaletname alması gerekmiştir. Şayet, bu aletler ve
tohumlukların, aynî olarak verilmesi mümkün olmadığı durumda, her aileye tohumluk için 75, çift hayvanatı için 100 ve
ziraî aletler için 50 liraya kadar para verileceği ifade edilmiştir. Yardıma
muhtaç olanların hallerinin doğruluğu kanıtlanarak, listelerinin
düzenlenmesi ve aynî olarak dağıtılacak kısımların satın alma ve tedarik edilmesi görevi, İmar ve İskân Komisyonlarına verilmiştir. Göçmenlere yapılacak dağıtım karşılığında, kefalet ve borç
senetleri alınması, tasdikli suretlerinin
mal sandıklarına verilmesi, “Tavizen
verilecek tohumluk, çift hayvanatı ve âlât-ı ziraiyenin sureti tedarik ve tevziine müteallik
talimatname ile belirtilmiştir. Talimatnameye göre, borç senetleri, borç verme tarihinden, bir
sene sonra başlamak üzere, dağıtılan
toprak ve mal bedellerinin veya nakitlerin beş senede ve on taksitte alınacaktır274.
Ayrıca, sanatkâr göçmenlere, Heyet-i Vekile, sonradan
karşılığı alınmak üzere verilecek
alât edevat ve sermaye hakkında
Mübadele, İmar Ve İskân
Vekâleti’nin hazırladığı bir
talimatnameyi uygun bularak, 30 Nisan 1924 tarihinde kabul etmiştir. Bu talimatnameye göre, 8 Teşrin-i Sani 339
tarihli Mübadele İmar ve İskân Kanunu’na dayanarak, iskân edilen ve yardıma muhtaç olan sanat erbabını müstahsil
hale getirebilmek için,
öncelikle her bir sanat ehli için yaptığı sanatın türüne göre mevki olarak bir dükkân veya fırın yahut
genellikle imalathane olmaya elverişli bina veya baraka verilecektir. Bir aile içinde birkaç sanatkâr bulunduğu
takdirde yalnız birine verilecektir.
Bu bina öncelikle adiyyet suretiyle verilip bundan dolayı kendilerinden kira bedeli alınmaz. Bu sanat erbabından
muhtaç olanlarına gereken alet- edavat-ı sınaîye, mıntıka müdürlerinin başkanlığında, iskân ve iaşe memurlarından,
bir de ticaret odası azasından oluşan
bir komisyon tarafından satın alınarak, bunlara aynen verilecektir. Her bir sanatkâra verilecek
alet ve edevat türüne göre, satın alma bedeli, duvarcı,
taşçı,
274 İskân Tarihçesi, s. 27 v.d.
sıvacı, oduncu ve kömürcü 25 lira, dülger, silici, 40 lira, camcı,
aynacı, 50 lira, tenekeci, sobacı,
bakırcı, nalbant, saraç, semerci, terzi, döşemeci, urucu (ipçi) ve hallaç 75
lira, kayıkçı, balıkçı (en az ikisi
birleşmek şartıyla her birine), 100 lira, demirci, dökmeci, kunduracı, aşçı ve kasap 100 lira,
doğramacı, marangoz, ağaç tornacısı, oymacı, ağaç modelcisi 125 lira, araba imaliyecisi, arabacı (at ve araba
sahibi) dokumacı, fırıncı, tesviyeci,
tornacı, makineci 150 lirayı
geçmeyecektir. Adı geçmeyen sanat
erbabını meşgul oldukları
sanatın gerektirdiği alet ve edevata
göre, numune tasnifleri kararlaştırmak üzere iskân ve imar komisyonlarınca belirlenecek miktarda yardım yapılacaktır. Emval-i metruke ambarlarında
bu gibi sınaîye yarayacak alet ve edevat mevcut
ise, bedelleri belirlenerek, göçmen hesabına satın alınacaktır. Yardıma muhtaç olanların
listelerinin mensup oldukları
köylerdeki ihtiyar heyeti
tarafından düzenlenmesi, imar ve iskân veya vilayet
müdürleri tarafından tasdik edilmesi gerekmektedir. Bu listeye, ilgililerin nüfus sayıları, isimleri
ve memleketlerinde önceden meşgul oldukları sanat türü
kaydolunacaktır. Köy ihtiyar heyetleri, ilgililerin gösterilen sanat türü ile geldikleri memleketlerinde gerçekten meşgul
olup olmadıklarını, yine memleketlerindeki halktan
yapacakları araştırma ve onların yapacağı şahitlik ile desteklemelidir.
Göçmenler alacakları bu alet ve edevat-ı sınaiyeyi daha sonra satmayacaklarına dair bir kefaletname düzenlenerek, mıntıka müdüriyetlerine veya vilayet imar ve iskân müdür
ve memurlarına bırakacaklardır. Gerçekliği
olmadığı anlaşılan göçmenlerden yapılan yardım geriye alınacaktır. Ayrıca sanat erbabından bir borç senetleri
alınacak, bu senetlere
kefilleri de imza atıp, mahallerde mal sandıklarında saklanacaktır. Sanatkârlara verilecek alet ve edevatın bedelleri, 3 yılda ve 6 taksitte
ödenecek ve taksitler, Ziraat Bankası ve şubeleri tarafından tahsil edilecektir275.
Göçmenlerin iskân muameleleri Vekâlet’in talimatlarıyla komisyonlar aracılığıyla tam anlamıyla uygulamaya çalışılmışsa da zaman
zaman bazı suiistimaller de görülmüştür. Bunlardan
biri, Şarköy kazasında
yaşanmış, kaza kaymakamı
ve memurların emval-i
metrukeye ait bağların
toplattırıldıktan sonra mübadillere mahsulsüz olarak verildiği iddialarına karşılık, mülkiye
müfettişi tarafından tahkikat başlatılmıştır.
Bundan başka kaymakam ve iskân memurunun büyük haneler verecekleri bahanesiyle, Mayadağlılar’dan 20 kişiden
200 lira para aldıkları halde
henüz iskân
275 Hâkimiyet-i Milliye, 3
Haziran 1924.
edilmedikleri, kahve, dükkân gibi yerlerin
para ile verildiği, göçmenlerin şikâyetlerinden anlaşılmıştır. Ayrıca, emval-i metrukeden olan dükkân, han, hane, fabrika ve yel değirmenlerinin şayet
göçmenlere verilmeyecekse, perişan bir halde olan yerli ahaliye verilmesi
gibi göçmenler açısından
suiistimaller görülmüştür276.
Mübadele sonunda halledilemeyen en önemli mesele,
Yunanistan’dan gelen Türk vatandaşlarının mübadele edilen
malları meselesiydi. İmar ve İskân Vekâleti’nin kuruluşundan itibaren bu konuyla ilgilenilmiş, kararlar alınmış,
fakat uygulamada bir sonuca ulaşmak
oldukça güç olmuştur. Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya, bu işin bir an önce bitirilmesi ve hak sahiplerinin tatmin edilmesi ve rahata kavuşturulmaları için, mübadillerin
yoğun oldukları yerlere, diğer vilayetlerden tefviz memurları götürmek ve tefviz masalarını çoğaltmak, Vekâlet’in
teftiş heyetinin önemli bir kısmını bu işe memur etmek gibi çalışmalar yapmıştır277.
İskân işlerini düzenlemek, oldukça zor bir işti. Bunun için birçok iskân memuruna ihtiyaç vardı. Vekâlet bünyesinde
memurlar çalışmışsa da bunların sayıları yeterli
olmamış, özellikle iskân işlerinin yoğun olduğu yerlerden olan İzmir, Saruhan, Aydın, Denizli ve Menteşe vilayetlerinde
hem seyyar iskân memurları görev yapmış, hem
de geçici ve ücretli olarak çalıştırılmak üzere, iskân memuru istihdamı
zaruri görülmüştür278.
Görünen odur ki, mübadillere ait mal dağıtım dosyalarıyla, 1929 yılına
kadar pek de ilgilenilmemiştir.
Mübadillere mal dağıtımına başlandığı 1925 yılı itibariyle, 1929 yılına kadar vilayetlerde 27.699
dosya açılmış, bunlardan ilk dört yılda sadece
3655 dosya bitirilmiş, 1929 yılında beş ayda 6377 dosya bitirilmiş,
geriye kalan 17.667 dosyanın da
bitirilmesine çalışılmıştır279. Bu işlerin bitirilmesi dönem
itibariyle ivedilik arz ediyordu. Bu
dönemde mübadele meselesi ile Yunanistan ve Türkiye ile mallar konusunda
ihtilaflar çıkmış, Yunanistan, Türk tebaasının ve Batı Trakya Müslümanlarının bütün mallarına el koymuş ve bu malların
iadesini asla düşünmemesine rağmen, Türkiye’deki Yunan tebaasının ve etabli Rumlarının menfaatlerini korumak adına Türkiye’den Yunan ve Rum malları için korumacı bir
276 BCA, 272.74 70.56.14.
277 BCA, 030.10 123.878.12.
278 BCA, 272.71 32.34.32.
279 BCA, 030.10 123.878.12.
statüko istemiştir280. İstanbul’da toplanan Muhtelit Mübadele Komisyonu, Türk ve Yunan hükümetlerine bir takrir vermiş, bu
takrirde Türkiye ve Yunanistan’daki göçmen emlâkinin
ne global ne de parça parça kıymetlerini takdir etmenin mümkün olmadığını beyan etmiştir. Komisyon, Yunanistan’daki
Türk ve Türkiye’deki Yunan emlâkinin aynı kıymette
addolunmasını teklif etmiştir281. 1930 yılında Yunanistan’la yapılan müzakereler sonucu,
bir itilafnamenin kabul edilmesiyle, mübadele
olayı tamamen kapanmış, fakat özellikle “etabli” ile
ilgili bazı konular, tam olarak halledilememiştir. İstanbul’daki Tali Mübadele Komisyonu’nun 15 Mart 1933 tarihinde tasfiyesine ve lağvına karar verilmiş, bu komisyonun
lağvından sonra kalacak olan “etabli” işleri,
Muhtelit Mübadele Komisyonuna devrolmuştur282.
Tasfiye işleriyle meşgul olan Muhtelit
Mübadele Komisyonu ise, elindeki evrakları tamamlayarak 19 Ekim 1934’te
kapanmasına karar verilmiştir283. Komisyonun kadrosu küçültülmüş, açıkta kalacak olan memurlara birer maaş
nispetinde tazminat verilmesi düşünülmüştür284. Fakat komisyon kapanıncaya kadar da, mübadilleri ilgilendiren iskân işlerinin, 1933 Haziran ayına kadar tamamen
bitirilmesi için çalışılmış, tefviz muamelelerini içeren
dosyalar, İskân Müdürlüğü’nden tapu idarelerine gönderilmeye başlanmıştır. Bina sahiplerinin “etabli”
olup olmadıkları, bu tarihten sonra, Muhtelit Mübadele Komisyonu’yla ve vilayet arasında değil, tapu idaresiyle komisyon arasında halledileceği bildirilmiştir285.
Muhtelit Mübadele Komisyonuna ait işlerin
tasfiyesi için komisyondaki Türk ve Yunan heyeti reisleri aralarında müzakere yapılmış, bu görüşmede Muhtelit Mübadele
Komisyonunun mevcut işlerini en fazla yedi ayda bitireceği ve komisyona yeni
müracaat kabul edilmeyeceği bildirilmiştir. Bu
komisyonun lağvından sonra şahısların mübadele meselelerine mahalli Türk
ve Yunan mahkemelerinin bakmasına
karar verilmiştir286.
Mübadele işlerinin kapanmasıyla, iskân işlerini yapan kadroların da küçültülmesi
planlanmıştır. Çünkü bunlar, bütçede önemli bir yer tutmuştur. Fakat aynı dönemlerde Balkanlar’ın diğer yerlerinden gelen göçmenler yüzünden,
tamamen kaldırılması imkânsız
olmuştur. Dolayısıyla, iskân
idarelerinin faaliyetlerine son
280 Ayın Tarihi, Birinci Teşrin 1929.
281 Ayın Tarihi, Haziran-Eylül 1930.
282 Cumhuriyet, 8 Mart 1933.
283 Akşam, 11 Eylül 1934.
284 Cumhuriyet, 15 Eylül 1934.
285 Cumhuriyet, 3 Mart 1933.
286 Cumhuriyet, 11 Teşrin-i Sani 1933
verilmiş ise de, sadece İstanbul
iskân memurluğunun dar bir kadro ile iskân işini yapacağı bildirilmiştir. Bunların da yeni
gelen göçmenlerin, sevk ve iaşeleriyle meşgul
olacakları ifade edilmiştir287.
Her ne kadar mübadele işi kapanmış gibi görünse de,
Rumların Anadolu’yu unutmadıkları her fırsatta görülmüştür. Yunanistan’la başlayan iyi ilişkiler ve dolayısıyla
iktisadi ilişkilerin yapılmasını kolaylaştıracak tedbirlerden biri olmak üzere Türk piyasalarını tanıyan,
Türk lisanını bilen ve hala Yunan tebaası
olan mübadil Rumların, en fazla iki ay kalabilmek
şartıyla, Türkiye’ye serbestçe seyahat etmelerine müsaade edilmesi kararlaştırılmıştır288. Bu karara göre bazı Yunan gazeteleri, ticaret
için olsa bile, bunun mübadeleden sonra ilk müsaade olduğunu yazmış,
Yunanistan’da işsizlik, ekilebilecek
toprakların yetersizliği yüzünden mali sıkıntı içerisinde bulunan
yüz binlerce Rum’un, Anadolu’da tekrar iskânı için iki hükümet arasında
daha geniş mahiyette bir itilaf
akdedilmesi gerektiği, Anadolu’nun çalışkan kollara muhtaç olan sınırsız arazisi Türkiye’nin iktisadi
sorununu hallettikten sonra, Yunanistan’ı da fazla nüfustan kurtaracağı ifade edilmiştir. Mübadil
Rumların, tekrar Türkiye’ye göç etmelerinden dolayı,
Türkiye’nin elde edeceği
iktisadi faydalar sayıldıktan sonra “Ancak bu suretle Türkiye
ve Yunanistan’daki halk tabakaları bugün iki memleketi idare eden adamların yekdiğeri ile
eğlenmediklerine kani olacaklardır. Aksi takdirde misakın heyecanlı imza merasimi resmî kabuller boş bir
edebiyattan ibaret kalmak tehlikesine maruzdur” demiştir289. Bütün bunlar, daha baştan itibaren
Rumların, Türkiye’den ayrılmak
istemeyişi ve mübadeleyi kabullenmedikleri anlamını taşımaktadır.
1.4 Hilal-i Ahmer (Kızılay) ’in Çalışmaları
Hilal-i Ahmer Cemiyeti, yani bugünkü adıyla Kızılay, cumhuriyet yönetiminin, Osmanlı Devleti’nden devraldığı
kurumlardan biri olarak, kendisine ihtiyaç
duyulan hemen her konuda yardım
çalışmaları yapmıştır. Lozan görüşmelerinin zaman zaman kesintiye uğraması, dolayısıyla barışın gecikmesi, mübadele
uygulamasının da gecikmesine neden olmuştur. Lozan görüşmelerinde yapılan
mübadele protokolü uyarınca, Türkiye’ye gelecek olan
göçmenler, henüz mübadele tarihi belli olmadan bile limanlara akın etmişlerdir. Aynı zamanda, Türkiye’den de Yunanistan’a çok yoğun bir
287 Cumhuriyet, 1 Mayıs 1933.
288 Cumhuriyet, 16 Eylül 1933.
289 Cumhuriyet, 22 Eylül 1933.
Rum nüfus akını olmuştur. Yunanistan’a giden bu Rumlar,
Türk ailelerin, henüz mallarını bile ellerinden çıkarmalarına izin vermeden, Türklerin
evlerine yerleşmişlerdir. Çok
sayıda nüfusun, Yunanistan’a girmesi, bu nüfusun yerleştirilmesi konusunda oldukça sıkıntı yaratmıştır.
Çünkü Yunanistan’a sadece Türkiye’den değil,
daha önce Bulgaristan’dan da göç olmuştur. Dolayısıyla, Yunanistan’ın da
bu nüfusu kaldıracak yeri ve ekonomik
imkânı kalmamıştır. Bu durumda Rumlar,
Türklere baskılar yaparak
Türkiye’ye doğru göçe zorlamışlardır. Taşıyabilecekleri mallarını yanlarına
alan Türk aileler için yapılacak ilk iş, göçmenlerin limanlardan Türkiye’ye getirilmeleri olmuştur. Ayrıca Türkiye’ye
getirilecek kalabalık grupların hem bu sırada,
hem de Türkiye’ye getirildikleri zaman beslenme, sağlık ve iskân
işleriyle ilgilenilmesi gerekiyordu.
Ahali sözleşmesi, henüz TBMM'de onaylanmadan önce, Kızılay temsilcisi Ömer Lütfi Bey, 29 Temmuz 1923'te
İzmir'den gönderdiği bir yazıda, Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Reisi Müşir Fevzi(Çakmak) Paşa'ya Kızılay inşaat
heyetleri tarafından Aydın ve Manisa
livalarında yapılan meskenler hakkında bilgi vermiştir. Bu görüşme sırasında Fevzi
Paşa, “yakında başlayacak olan ahali mübadelesinde cemiyetin şefkat ve faaliyetinden büyük ümitler beslediğini” ve ayrıca “Rumili’den gelecek ahalinin hayvanat ve eşya-yı mübremelerini beraber
getirmelerindeki ehemmiyeti zikrederek, Bu
hususta da cemiyetin şimdiden teşebbüsatta bulunması ve saniyen İzmir
şehrinde ve civarında pencereleri,
kapıları ve bazılarının tavan ve döşemeleri harab bin kadar hâne mevcut olup, bunlar cemiyet tarafından
tamir edildiği takdirde gelecek muhacirlerin
kısmen olsun iskânı
temin edilebileceğini” söylemiştir290.
Kısa bir süre sonra, iskân işlerinin düzenli
bir şekilde yapılabilmesi için, Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti kurulmasına rağmen, Vekâlet, yeterli
bütçe ve personele sahip olamamıştır. Bu dönemde, Vekâletin, hem personel, hem de bütçe sıkıntısından dolayı, mübadele ve iskân işini tek başına yapamaması gerçeğinden hareketle, Vekâlet, Hilal-i
Ahmer Cemiyeti’yle işbirliği
yapmıştır. Cemiyet, göçmenlerin sağlık, beslenme ve gerekli
tüm işlerinde hazırlıklar yaparak çalışmalara
girişmiştir. Hilal-i Ahmer, zaten ilk olarak mübadeleyi yürütmek üzere oluşturulan Karma Komisyon’da yer almış, mübadele
yapılırken, öncelikle sağlık hizmetlerini yürütmek görevi cemiyete verilmiştir.
Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti’nin Hilal-i
Ahmer ile yaptığı ortak toplantıda, Dr. Ömer Lütfi Bey'in komisyon’da Hilal-i Ahmer
290 Mesut Çapa, “Yunanistan’dan Gelen Göçmenlerin İskânı”,
Atatürk Yolu, S.5, Mayıs 1990, s. 50.
temsilcisi olarak bulunması kararlaştırılmıştır. 12 Eylül 1923 tarihinde
Hilal-i Ahmer Cemiyeti ile İcra Vekilleri
heyeti arasında geçen bir yazışma
sonucu, cemiyet, mübadillere ne şekilde hizmet
ve yardım yapacağını belirlemiştir291. Buna göre,
1-
Yunanistan’da ihraç kapılarının beherinde her türlü
levazımatla birlikte, birer birer heyet-i
sıhhıye bulundurulacaktır.
2-
Sefain-i nakliye sırasında
zuhur edecek hastaların tedavileri gemilerde bulunacak
olan Hilal-i Ahmer heyet-i sıhhıyeleri tarafından icra kılınacaktır.
3-
İskân mıntıkalarının beherinde memurin ve levazım-ı
sıhhıyeye havi on yataklı birer dispanser
bulundurulacağından, mezkûr iskelelere çıkan mübadele ahalisinden hasta olanlar tedavi
edilecekler ve içlerinde fakir ve yardıma muhtaç olanlarına gerekli olduğu miktarda çamaşır,
fanila, çorap ve ayakkabı dağıtılacaktır.
4-
İskelelerden menatık-ı iskâniyeye sevk olunacak
ahaliden, zayıf, ihtiyar, malul kadın
ve çocuk gibi nakliye araçlarına ihtiyacı olanlara mahsus olmak üzere, her iskeleye 3-5 adede kadar her türlü levazım
ve masrafları Hilal-i Ahmer’e ait olmak
üzere, İngilizlerden satın alınan kamyonlar
tahsis olunacaktır.
5-
İskân mıntıkalarının Hükümetçe lüzum görülen
yerlerinde ahalinin iskanlarına mahsus olmak üzere İngilizlerden alınan muhtelif boyutlarda baraka ve çadırlardan istifade edilecektir.
6-
İngilizlerden mübayaa edilmek ve Çanakkale’de bulunan
barakalardan istifade etmek üzere, hükümet emrine bırakılmıştır.
Yunanistan’dan yaklaşık 500.000 göçmenin taşınmaları,
yerleştirilmeleri ve tüm işler için
çok planlı ve özenli bir uygulama gerektirmiştir. Mübadele, İmar ve İskân Vekili Mustafa Necati Bey, 24 Kasım 1923 tarihinde Hilal-i
Ahmer Cemiyeti’ne gönderdiği bir telgrafla cemiyetin
yardımını istemiştir.
Vekil Mustafa
Necati, bu telgrafında şöyle demiştir:
“Muhacirlerimiz gelmeye
başladı. Bu aziz, aynı zamanda
mazlum misafirlerimizi hiçbir
sıkıntı çektirmeden, hatta izaz ve ikram suretiyle memleketimizin harim-i
şefkatinde yerleştirmek ve beslemek vecibe-i
milliye ve şiar-ı
insaniyettir. O
291 BCA, 030.10
123.873.3.
muazzam ve mukaddes işi
başarabilmek için Hilal-i Ahmer heyetlerinin azami faaliyete girmeleri
lazımdır. Binaenaleyh:
1.
Vilayetiniz
dâhilindeki Hilal-i Ahmer şuabatına cem-i iane hususunda peyrev olmanızı ve geceli gündüzlü Hüda-pesendane
mesai ile emr-i hayrın husulüne vakf-ı vücud etmenizi
rica ederim.
2. İanatın tamamen ma-vuzıa-lehine sarfını temin için her
bir sarfiyat mutlaka Hilal-i Ahmer
Merkez-i Umumisinin emir ve
tensibiyle yapılmalıdır.
3.
Müsmir icraatınız netayicine muntazırım.
Mübadele
tarikiyle Yunanistan'dan gelen muhacirinin terfihi için celb ve cem edilecek iane hususunda sarf edilecek
faaliyete dair vilayat ve mıntıka müdürlerine
yazılan telgrafname sureti balaya nakl edildi. Yunanistan'dan gelen,
memleketimizin aguş-ı hayatına atılan
dindaşlarımızın muhtaç oldukları derecede tam manasıyla terfih ve ikdar etmek müşkül olduğunu
tabii takdir buyuruyorsunuz. Bu itibarla efrad-ı
milletin hamiyet ve fedakârlığına müracaat
ve her türlü müessesat-ı milliyeden ve bilhassa Hilal-i
Ahmer müessesesinden istifade
etmek zaruridir. Gelmekte
olan kardeşlerimizin terfihine
medar olmak üzere memurin-i mülkiye ile teşrik-i mesai ederek iane celb ve cemi hususunda
azami derecede sarf-ı gayret ve mesai eylemeleri lüzumunun bilumum Hilal-i Ahmer şuabatına tebliğiyle cem edilen
ianelerin yekun-ı umumi ve nevi miktarından Vekâlete her hafta muntazaman malumat
verilmesini bilhassa rica ederim efendim.”
Mustafa
Necati’nin bu telgrafına karşılık, Hilal-i Ahmer, diğer tüm şubelerine yazılar göndererek, yardım işlerine
başlamıştır. 15 Ocak 1924 tarihinde İstanbul halkına seslendiği bir bildiride
de292; “Mübadeleye
tabi yüzbinlerce vatandaşımız kışın en şiddetli
günlerinde vatanımıza geleceklerdir. Hilal-i Ahmer uzun ve masraflı
harb senelerinden, elim muhaceretleri intaç eden mütareke
zamanından kalan vesaitini
tamamen bu vatandaşlarımızın ihtiyacatına hasr eylemiş
ise de vaziyet-i hazıra-yı maliyesi bu gün faaliyette bulunan imdat heyetlerinin bile ancak 3 aylık mesarifini temin edebilir. Halbuki
bu müessesatımızın mübadele
işleri ikmal edilinceye kadar vazifelerine
devam etmeleri iktiza ettiği gibi yeni ihtiyaçlar da Hilal-i Ahmer'e yeni ve mühim vezaif tahmil
etmektedir. Yekdiğerini takib
eden Trablusgarp, Balkan,
Harb-i
292 Seçil Karal Akgün, Murat Uluğtekin, Hilal-i Ahmer’den
Kızılay’a II, Ankara, 2001, s. 17
Umumi ve İstiklal muharebatı
esnasındaki muvaffakiyatını insaniyetperver halkımızın asar-ı mürüvvet ve semahatine medyun olan cemiyetimiz, bu
muazzam vezaif karşısında da temin-i
muvaffakiyet için her vatandaşa yeni ve ulvi vazifesini hatırlatmak mecburiyetindedir. Bu hitabımızın layık olduğu ehemmiyetle
telakki edileceğine emin ve mutamain
olarak fiili tesirata intizar ediyoruz. İdare-i merkeziyemizle Kadıköy şubemiz vezneleri ve İstanbul'un muhtelif
semtlerinde müteşekkil cem-i ianat heyetleri makbuz mukabilinde ianat kabulüne
amadedirler” şeklinde ifade etmiştir.
Hilal-i Ahmer, bu şekilde halkın desteğini almak için çalışmıştır. Fakat, göçmenlerin
ihtiyaçları ve savaş sonrası harabeye dönen ülkenin sıkıntıları, yerli halk tarafından toplanan paralara rağmen,
yeterli gelmemiştir. Göçmenler için maddi kaynak sağlamak amacıyla, Hilal-i
Ahmer Heyeti, Hindistan’a gitmiştir293. Bu durumda,
özellikle Hilal-i Ahmer Heyeti’nin Hindistan’da bulunmasını değerlendiren Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Cumhurbaşkanı olarak İslam âlemine bir
seslenişte bulunmuştur. Hilal-i
Ahmer’in fahri başkanlığını kabul etmiş olarak yapmış olduğu bu çağrıda, “Türk milleti, Allah’ın inayetine güvenerek, yaşamını
kurtarmaya, yaşam hakkına sahip
olduğunu dünyaya göstermeye
karar verdiği gün, biliyorsunuz ki, bütün araçlardan yoksun, yalnız inanç ve bağımsızlık aşkı gücüne sahip idi. Türkler, bunun yardımıyla elde ettikleri
zafer mücadelelerini taçlandırırken, İslam dünyasının çok yüksek bir ilgiyle duygulandıklarını görmüş ve bunu, sürekli
teşekkürle anmıştır. İşte bu ilgiye dayanarak,
şimdi de, bütün din kardeşlerimizden, yine kendi kardeşleri için sevecenlik ve acıma, rica ve
aracılığında bulunacağım. Türk milleti zafere kavuştu, ancak bugün büyük bir iş karşısındadır.
Yunan yönetimi
altındaki dindaşlarımızın değişimi
ve Türk toprağına yerleştirilmeleri. Bu kardeşlerimiz bugün Yunan
zulmü altında inliyor. Bütün gün belirli yerlerden gelen haykırış
mektupları, her Müslüman yüreğini acıma duygusuna getirecek, her Müslümanı
ağlatacak derecede acıklıdır. Bunların bir an önce kurtarılmaları artık her şeyden önce, bir din görevi olmuştur.
Bizler gibi bir yuva sahibi olan ve toplamı
altı yüz bini geçen
bu kardeşlerimizi Türk toprağına
kavuşturmak, yoksulluklarına son vermek çok büyük bir iştir.
293 Hâkimiyet-i Milliye, 24 Kanun-ı
Sani 1924.
Kardeşler, Türk milleti ne kadar araçlara sahip olursa olsun bu araçlar yine yeterli değildir. Savaş sırasında Yunanlıların ayak bastıkları
Anadolu yerleşim yerleri bugün birer birer yıkılmıştır.
Yunan kızgınlığına ve cinayetine uğrayıp suçsuz yere ölen kardeşlerin toprakları da yıkıntıya dönmüştür.
İşte kardeşler! Bu yerleri bayındırlaştırmaya, uğradıkları yoksunluk ve yoksulluktan bir dakika önce kurtulmaları gereken Yunan yönetimindeki Müslümanları
buralarda yerleştirmeye, altı yüz bin kişiye ekmek vermeye, yurt bulmaya çalışan Türkler, kardeşlerinin yoksulluktan
ölmemeleri için İslâm dünyasının
iyilikseverliğine başvuruyor. Dindaşlık kutsal bağının çok verimli belirtilerini
uman ve bekleyen ve zavallı
kardeşlerimiz için ortak yardım ve koruyuculuk kuruluşu
olan Kızılay'ın, yapılacak
girişimlerine bütün İslâm dünyasının seve seve ve büyük bir memnuniyetle yardımcı
olacağından kuşkum yoktur.
Kızılay, bu dinî görevinde de başarılı olması için İslâm dünyasının iyiliğine
ve yardımına gereksi nim duyuyor. Yapacağınız en ufak bir yardımın birkaç Müslüman ailesinin yaşamını
kurtaracağını düşünürüz.
Doğrudan
doğruya olduğu gibi ve para olarak gönderilecek yardım paraları teşekkür duygularıyla kabul edilecektir.
Bugün ezici bir cereyan içinde bulunan ve yarın yerleştirilmek ve beslemek
için bin güçlüklerle pençeleşecek olan Rumeli Müslümanlarının tek dayanakları, inançları ve tek
umutları din kardeşlerinin yüceliği ve soyluluğudur. Yüce Allah hepinizin
yardımcısı olsun” diyerek294, İslam dünyasının desteğini almak istemiştir. Çünkü tek
başına, bu işlerin üstesinden gelmenin, savaştan çıkmış bir millet ve devlet için oldukça zor olacağı aşikârdı.
Mübadele, İmar ve İskan Vekaleti, 5 Mart 1924
tarihinde de, Hilal-i Ahmer Cemiyeti
ile bir itilafnâme yapılmış, ortak çalışmalara başlanmıştır. Bu itilafnâmede
ise, mübadele suretiyle
gelecek olan göçmenlerle daha yakından ilgilenmek ve haberleşmelerini sağlamak
için altı iskân bölgesi merkezinde cemiyetin birer temsilcisinin bulundurulacağı ve bu bölgelerdeki cemiyet
şubeleri tarafından göçmenlere yardım yapılacağı belirtilmiştir. Cemiyet, göçmenlerin iskânlarında kullanılmak üzere, 38 otomobilini, Vekâlet
emrine vermiş, iskân bölgelerinde, Yunanistan’da ve vapurlarda birer doktor görevlendirmiştir. Bu itilafname, dört ay için
294 BCA, 030 10 1.1.4.
yapılmışsa da, bu sürenin bitmesiyle yenilenmiştir295. Cemiyet, kendisine
verilen sorumluluğu yerine getirebilmek için gerekli çalışmalara başlamış ve özellikle
limanlarda bekleyen halka, sağlık heyetleri göndererek, sağlık hizmeti götürmüştür. Türkiye ve Yunanistan’da birçok liman ve
iskân mıntıkalarında, muhtelif zamanlarda yirmi imdâd-ı
sıhhî heyetleri görevlendirmiştir. Bunlar, kuruluş tarihlerine göre, Ayvalık,
Selanik, Drama-Hanya, Kandiye, Kavala, Samsun, İstanbul, Mersin, Tekirdağ, Bandırma,
Mudanya, Tuzla, Kalikratya, Çatalca, Erdek, Kayalar,
Kozana, Antalya, Ulukışla, Niğde. Bir süre sonra Hanya,
Kandiye, Bandırma, Mudanya, Tuzla, Erdek ve Antalya heyetleri
lağv olunmuştur296.
Selanik, Kavala ve Drama gibi şehirlerde ki,
Türkiye’ye en çok insan buradan gelecektir.
Buralarda sağlık sorunları ile ilgilenmek üzere dispanserler oluşturulmuştur. Halk için bu çok önemli kuruluşlara,
örneğin, Kavala’da, 850'si 1923 yılı Aralık ayında olmak üzere 1450 hasta başvurmuş, bu hastalara yemek, ihtiyacı
olanlara çamaşır sağlanmış, köylere hastabakıcılar
gönderilerek tüm halka çiçek aşısı yapılmış ve yine Aralık ayı sonuna kadar halktan 79016 drahmi bağış toplanmıştır.
Bu tutara 12 Nisan-13 Mayıs (1924) arası 60 Türk ziynet altını, iki 100'er liralık
Türk altını, köylerden
katkılar, ayrıca, dispanserlerde oluşturulan bağış kutularında toplanan
29307,5 drahmi 700 kuruş eklenmiştir. Drama'da
ise halk, dispanser
bağış kutularında aynı zaman diliminde 500 kuruş ve 58 447 drahmi
katkıda bulunmuştur. Selanik'te ise halkın yine Hilal-i Ahmer adına bağış
toplamak istemesi üzerine hükümetten gerekli izin alınarak bir heyet oluşturulmuş ve bağışlar, biri
bağış sahibine, biri söz konusu heyete verilen, biri de Hilal-i Ahmer Merkezi Umumisine gönderilen üç parçalı
makbuzlar karşılığında toplanmıştır.
Kadınlar, çocuklar ve güçsüzlere bir takım eşya verilmiş, Hilal-i Ahmer kamyonlarıyla kendilerine ayrılan konuk evlerine taşınmış,
burada hepsi sağlık kontrolünden geçirilmiş, büyük çoğunluğu sağlıklı
bulunmuş, ayakkabı ve çamaşır dağıtılmıştır.
Sağlık ve iaşe konusunda alınan geçici önlemler, gelecek çok sayıda insan
için yeterli olmamıştır. Göçmenlerin sevkiyatı
işi için de cemiyet, harekete
geçmiştir. Türkiye’ye gelecek
göçmenlerden, demiryolu ve karayolu ile geleceklerden ziyade, deniz yolu ile gelecekler
çoğunlukta olmuştur. Bu durumda, Mübadele,
İmar Ve İskân
295 Mehmet Çanlı, “ Yunanistan’daki Türklerin
Anadolu’ya Nakledilmesi II”, Tarih ve
Toplum, S. 130, Ekim 1994, s. 51.
296 Mesut Çapa, “Mübadelede Kızılay (Hilâl-i Ahmer) Cemiyeti’nin Rolü”, Erciyes Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.10, Kayseri, 2001, s.
31.
Vekâleti'nin göçmenleri getirecek vapurlarla yaptığı anlaşmalar
sonucunda, vapurlarda elverdiğince
düşük ücret alınması da sağlanmış, çocuklara, yüzde 15 indirim yapılması uygun görülmüştür. Seyr-ü Sefain
idaresinden kiralanmış olan vapurlarla nakledilen Türk göçmenlerinin iaşe ve sağlık durumlarıyla, Hilal-i Ahmer
Cemiyeti ilgilenmiştir. Her vapura bir doktor ve yeteri kadar iaşe temin
etmiştir.
Mübadele başlarken, öncelikle
Selanik-Ayvalık, Hanya, Kandiye
ve Kavala limanlarına bu noktadan yola çıkacak
göçmenlere hizmet vermek üzere en az ikişer doktor,
birer kimyager, onar hemşire ve hastabakıcısı olan 5 sağlık ekibi
gönderilmiştir. İlk ekip, 18 Ekim
1923'te hareket eden vapurla Selanik'e gönderilen dispanser, hastane, aşhane, ilaç, ecza malzemesi, ihtiyacı
olanlar için giysi ve yiyecekle donatılmış kadrolu bir ekip olmuştur.
Bu ilk heyeti,
mübadele boyunca aynı donanımı taşıyan
Rodos, Drama, Kalikratya, Kavala; yurt içinde de Samsun,
İstanbul, Mersin, Mudanya, İzmit, Tuzla, Çatalca, Erdek,
Antalya, Ulukışla ve Niğde heyetleri izlemiştir.
Gerek Hilal-i Ahmer, gerekse Mübadele
İmar İskân Vekâleti,
heyetlerin gittikleri yerlere
bol miktarda sağlık malzemesi, ilaç,
giysi, çadır, gıda malzemeleri götürmeleri ve yaptıkları dağıtımın
düzenli ve adil olması için büyük özen göstermişlerdir.
Bu dönemde göçmenlere, giysi, iç çamaşırı, ayakkabı, çorap, battaniye, yatak malzemesi, gıda malzemesi, ecza malzemesi, kamyon-araba, çadır, inşaat malzemesi, kereste, sıva tahtaları,
sac-demir, barakalar, hastane ve mutfak levazımı dağıtılmış, toplam olarak
1.182.212 lira harcanmıştır297.
Türkiye’ye gelen mübadillerde, vardıkları iskelelerde sıtma, ishal, dizanteri, çiçek, kolera gibi salgın hastalıkların ortaya çıkması, Hilal-i
Ahmer'i yeni önlemler almak zorunda
bırakmıştır. Limanlarda binlerce kişinin aç ve yatacak yeri olmadan, perişan
durumda dolaşmalarını, salgın hastalıkların yayılmasına da yol açmalarını önlemek için çadır temin etmek, misafirhaneler açmak, içme suyu sağlamak, belirlenenlerin dışında daha fazla dispanser açmak, yardım paraları
göndermek durumunda kalmıştır.
Hilal-i Ahmer şubelerinin, göçmenlere yapacakları yardımın,
Mıntıka Müdürlükleri ile birlikte saptanıp,
en yararlı şekilde dağıtılmasına veya kullanılmasına
297 Akgün, Uluğtekin, Hilal-i
Ahmer’den Kızılay’a II, s. 27.
çalışılmıştır. Bunun yanında
görevlilerin sebep oldukları
bazı olumsuzluklar da yaşanmıştır.
Özellikle doktor, hemşire ve hastabakıcıların görevlerini yapmamaları ve göçmenlere karşı kötü
davranışlarda bulunmaları hoşnutsuzluğa neden olmuştur298.
Öncelikle İstanbul ve Samsun limanları, göçmenlerin sağlık ve gıda gereksinmeleri için özellikle
donatılmıştır. Hilal-i Ahmer, Gülhane,
Fatih, Üsküdar, Cağaloğlu’nda dispanserler açmıştır. Bu
dönemde yeni açılan Gülhane Hastanesi ve göçmenlere
ayrılan Haydarpaşa Hastanesi, büyük hizmetler vermiştir. Samsun’da da 30 yataklı bir hastane,
göçmenlerin hizmetine
açılmıştır.
Gelen göçmenlerin sayılarının artmasıyla, sağlık
sorunları ve gıda dağıtımının maliyeti
de artmış ve bu durumda Hilal-i Ahmer, kaynak konusunda sıkıntı yaşamıştır. Birçok yerde bölge sakinleri kendilerine
düşen görevin bilinci ile bu önemli yardıma katkıda
bulunabilmek için örgütlenmiştir. Halk, kendi aralarında göçmenler için para toplayarak, Hilal-i Ahmer’e teslim etmiştir. Samsun halkı, aralarında başlattıkları kampanya
ile göçmenlerin bu kentte kaldıkları sürede yiyecek ve içecek giderlerini karşılayacak tutarı toplayarak Hilal-i
Ahmer’e vermişlerdir. Mübadele başlar başlamaz
Eskişehir'de 48.895 kuruş, Mardin'de 20.000 kuruş, Zonguldak'ta 60.000 kuruş, Maraş'ta 24.435 kuruş toplanarak Hilal-i Ahmer’e verilmiştir.
Çanakkale’de ve Gelibolu’da yardım çalışmaları yapılmış,
para, erzak ve çamaşır
toplanmış, iskân mıntıkalarına sevk edilen her kafileye yeterli miktarda ilaç vermiş,
yanlarına birer sıhhiye
memuru refakat ettirmiştir. Hastalarla, lohusalara konserve ve süt dağıtmış, ihtiyacı
olanlara palto, ayakkabı, ceket, hırka, battaniye ve pantolon dağıtmıştır299.
Yerel yayın organları
da, göçmenlere yararlı
olabilmek amacıyla, durumu yansıtan
duygusal makalelerle halkı bağışta bulunmaya yönlendirmiştir. Kış mevsiminin bastırdığını, düşmandan zor kaçan ve ancak canlarını kurtarabilen yüz binlerce Müslüman vatandaşın mağduriyetlerinin, kış
mevsiminin gelmesiyle artacağını, zaferin gerçek
anlamını takdir edebilmek için hepsinin bir an önce yerleştirilmeleri gerektiğini ifade ederek, Hilal-i
Ahmer’in üstlendiği göreve dikkat çekmiş,
halkı yardıma çağırmışlardır.
298 Çanlı, “Yunanistan’daki Türklerin
Anadolu’ya Nakledilmesi II”, s. 56.
299 Hakimiyet-i Milliye, 17 Kanun-ı
Sani 1924.
Yoğun Müslüman nüfusa sahip Balkan ülkeleri de önemli
miktarlarda katkıda bulunmuşlardır.
İstanbul’a Samanlı Dağ yöresinden gelen göçmenler için kurduğu çorba dağıtım merkezi ile ün yapmış Amerikalı
Bn. Dorothy Wills’in, Yanya’dan Pendik’e getirilmiş
göçmenlere harcanmak üzere gönderdiği 100 lira, Romanya’da Pazarcık’ta kurban derilerinin satışından edinilen
68.51 leva, Bosnalı Müslümanlar adına Bosna Reis’ül
uleması Tchaushavitch Efendi’nin bizzat İstanbul’a getirdiği 10.5 altın lira, 1 206 sterling, 11 dolar, 6 Napoleon ve 3
Mecidiye; ayrıca Hersek Endüstri ve Ticaret Bankası’ndan gönderilen 2300 Fransız franklık
çek, bunların sadece bir kısmını
oluşturmuştur.
Bir yandan yurt dışından yardımlar alınırken, bir
yandan da cemiyetin genel merkezi,
yurt içindeki etkin kuruluşları harekete geçirmeye çalışmış ve İstanbul Ticaret Odası’ndan bir bağış komitesi kurarak
yardım toplamasını istemiştir. Bunun üzerine
Bolulu İbrahim, Sabuncuzade Şakir, Şinasi, Mustafa,
Muhiddinzade Haydar, Hacı Recep,
Ziya, Refet Kamil, Sezai, Ömer, Şevki, Hacızade Mesut, Alizade Midhat Halid Beyler bir heyet oluşturarak hemen
İstanbul ve dışında ulaşabildikleri tüccar çevreden bağış toplamaya başlamışlardır300.
Göçmenler için yapılan yardımlar, düşünüldüğünden daha
fazla olunca, Hilal-i Ahmer Genel Merkezi, yardım paralarının kullanımına ilişkin bir takım esaslar belirlemek gereğini duymuştur. Merkez
tarafından alınan karar gereği, harcamaların
merkezlerin onayı ile yapılması, şubelerin
ancak ivedi harcamalar yapması, merkezlerinse
her ay bütün hesapları, Mübadele İmar İskân Vekâletine göndermeleri istenmiştir. Bunun yapılmasındaki amaç,
toplanan paralarının nerelere harcandığının açıkça
belirtilmesi, yardım paralarının yerlerine ulaştığının gösterilmesi ve kötü
niyetli hareketlere engel olabilmek olmuştur.
Mübadele ile ilgili olarak Hilal-i
Ahmer’e gelen bağışların merkezi bir yönetimle
dengeli dağıtımına çalışılması ve yerinde kullanılması için alınan bütün önlemlere karşın,
ihtiyaçların yerine getirilmesine yetmemiş, bu durumda,
yeni bir programla, Vekâlet’ten maddi destek alınması
kararlaştırılmıştır.
Yunanistan’a giden göçmenler için
Milletler Cemiyeti, Yunan Milli Bankası’na 6 milyon drahmi kadar uzun vadeli borç
verebileceğini bildirmişti. Bunun yanı sıra, yedi ayrı Amerikan
derneği de kendilerine yardım etmiştir. Fakat Türkiye’de, yeni
300 Akgün, Uluğtekin, Hilal-i
Ahmer’den Kızılay’a II, s. 27.
kurulan bir Vekâlet,
sınırlı maddi kaynaklarına rağmen, göçmenlere ev ve arazi verebilmek
için oldukça gayret sarf etmiştir. Göçmenlere ev, gıda ve para sağlamak, önemli ölçüde yardım sağlamıştır. Fakat
asıl sorun, göçmenlerin, bir an önce kendi kendilerine yetmelerini sağlamak, dolayısıyla onları üretici haline getirmek
olmuştur. Bu konuda da Hilal-i Ahmer
Merkezi, çalışmalar yapmış, Ankara eski Müftüsü Rıfat Efendi (Börekçi) başkanlığında, 8 kişilik bir idare heyeti
seçerek, göçmenleri üretici haline getirecek
altyapının planlamasını yapmıştır. Bu planlama, yerleştirilecek kimselerin meslekleri ve bu mesleklerini Türkiye’de
sürdürülebileceği coğrafi bölge dikkate
alınarak yapılmıştır.
Mübadele sırasında, Hilal-i Ahmer, kaynaklarının ve
çalışmalarının büyük bir kısmını bu
konuya ayırmıştır. Bu iş için, kendi kasasından nakit olarak yaklaşık 857 lira harcayarak yaklaşık yarım milyon göçmenin
en acil ihtiyaçları ile ilgilenmiştir. Sağlık
araç-gereçleriyle, giyim ve yiyecek maddelerinin göçmenlere ayrılan
yerlere taşınması, gerekli aşıların
yapılması, yaşlılarla çocukların bakımı, hastaların tedavisi gibi, Yunan Kızılhaçı’nın, 7 ayrı Amerika
Birleşik Devletleri heyetinden yardım alarak yaptığı
işleri, Cemiyet, başta Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak
üzere, büyük ölçüde Türkiye
Büyük Millet Meclisi
ile olan işbirliğinin desteğiyle gerçekleştirebilmiştir.
105
İKİNCİ BÖLÜM
105 |
2. BALKANLARDAN TÜRKİYE’YE GELEN MUHACİRLERİN İSKÂNLARI
Balkanlardan Anadolu’ya göç, yıllar öncesine
dayanmaktadır. Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinden beri yaşanan
muhacirlik olayını en iyi açıklayan; “devlet
gücünün izine ve anın med ve cezirine uyarak yayım devirlerinde yeni
açılan topraklara yürüyüp yayılmakla ve dönüm devrinde
de yine ona uyarak geri gelmekle ve toplanmakla başlar”
ifadesidir301. Gerçekten de, daha önce de bahsedildiği gibi özellikle,
Osmanlı-Rus Harbi ve yakın tarihimizde Balkan Savaşları sonucunda, yani devlet gücünün zayıfladığı anda, Türklere
karşı tahrikler artmış, Türkler, Bulgaristan,
Yugoslavya, Romanya gibi yerlerden zorla göç ettirilmeye başlanmıştır.
Bu ülkelere, Yunanistan da dâhildir.
Yunanistan’la anlaşma gereği zorunlu göç yapılmış, fakat diğer yerlerden gelenler, hatta yıl itibariyle
de farklı statülerde olmuşlardır. Bu yıllara ait gerek belge, gerekse diğer kaynaklarda muhacir ve mübadillik
kavramı tam oturmamış, bazı kaynaklar genel olarak hepsi için “muhacir” kavramını kullanmıştır.
Balkanlar’da Türklere karşı yapılan mezalim ve göçe
zorlama çalışmalarının ve bunların Türkiye’ye kabul edilmelerinin çeşitli
sebepleri vardır. Duruma Türkiye açısından bakıldığında, öncelikle
Türkiye’nin nüfus sorunu ortaya çıkmaktadır. Dönem itibariyle sekiz milyonu aşmayacak olan nüfusun eksikliği,
Balkanlar’dan getirilerek karşılanabilmektedir.
Savaşlarda kayba uğrayan nüfus ve boş kalan toprakların yeniden işletilir hale gelmesi gerekmektedir.
Ayrıca, Türkiye nüfusunun özellikle az gösterilme çabaları, Türkiye’de bir nüfus
politikasının oluşturulması ve Balkanlar’da meydana gelen olaylar sonucunda, bu bölgedeki Türk
nüfusu Anadolu’ya getirmek için bir göç ve
iskân politikasını zorunlu kılmıştır. Bu siyasetin gereği olarak bir
taraftan ülke içinde nüfusu arttırmaya yönelik bir takım tedbirler alınmış,
Balkanlardaki Türk kitlenin
Anadolu’ya göç ettirilmesine çalışılmış, hatta bu göçler teşvik
edilmiştir302. Balkan devletleri açısından da hemen her devletin göç ettirme politikası ve uygulamaları
da aynı olmuştur. Gerek malî meseleler, gerek dinî baskılar, gerekse sosyal sebeplerle, Türk ve
Müslüman nüfusa karşı bir politika yürütülmüştür.
301 Anavatana Göç Edenler, Türkiye Cumhuriyeti’nde Mübadil, Muhacir ve Mülteciler
Genel Bir Bakış (1923–1938), (Haz: Nezih Başgelen), Arkeoloji Sanat Yayınları, İstanbul, 2008, s. 10.
302 Önder Duman, “Atatürk
Döneminde Romanya’dan Türk Göçleri”, Bilig, S.
45, Bahar 2008, s. 26.
Bu dönemdeki göçlerin özelliği, mübadeleden farklı
olarak, 1923–1934 yılları arasında
gelen göçmenlerin, “serbest göçmen” olarak kabul edilmesi, 1934–1938 yılları arasında gelen göçmenlerin ise, “iskânlı
göçmen” olarak kabul edilmeleridir. Türkiye’ye
yerleşmek üzere gelenlerin hepsi göçmen sayılmış, bu konuda herhangi bir
süre ayrımı yapılmamış, fakat göçmenlerin yerleştirilmesi açısından, devlet tarafından yerleştirilenlerle, devlet tarafından yerleştirilmeyen ile bunu
istemeye hakkı olmayan veya bunu istemeyen göçmenler
arasında yasal bir ayrım yapılmıştır303. Serbest
göçmen, herhangi bir iskân hakkı talep etmeksizin, kendi imkânlarıyla
gelip yerleşecek olanlardır. Zaten
devletin, ekonomik sıkıntılarının içinde, hem Yunanistan’dan gelecek olanları,
hem de diğer Balkan ülkelerinden gelecek olanları yerleştirmesinin
imkânı yoktur. Dolayısıyla, sadece bu şartı kabul edenler, Türkiye’ye giriş
yapabilmişlerdir. 1934 yılına kadar
dışarıdan gelen göçmenler, mülteci sıfatıyla kabul edilmiş, kayıt ve tescilleri yapılmıştır. Böyle bir örnek,
1927 yılında Edirne’de yaşanmış, Bulgaristan’dan gelen göçmenlerin ziraat ve ticaretle uğraştıkları, evlerini
de kendileri yapabilecekleri için
mülteci sıfatıyla nüfusa kaydedilmeleri uygun görülmüştür304. Her ne
kadar, bu şekilde gelenler,
iskân hakkı talep etmese de devlet, mübadele
harici gelenlerden yardıma muhtaç olanlarından da
yardımlarını esirgememiştir. 1934 yılından sonra da iskân hakkı istemeyenler “serbest göçmen” statüsünde hareket etmişlerdir.
2.1. Romanya İle İlişkiler Ve Göç
Bu dönemde Türkler, Romanya’da diğer Balkan ülkelerine
nazaran daha iyi ilişkilerle ve haklarla yaşıyorlardı, fakat sonuç yine Türklerin
göç etmesine neden olmuştur. Feodal
yapının hüküm sürdüğü bir tarım ülkesi olan Romanya, savaşlardan dolayı bozulan ekonomisini canlandırmak için, çeşitli
uygulamalara girişmiştir. Bu uygulamalardan biri toprakların istimlâki
meselesidir. Türkler, bu istimlâk uygulamasından çok zarara uğramış, topraklarının çoğu istimlâk edilmiştir. Ayrıca, Romanya Hükümeti
çoğu defa ziraata
elverişli verimli kısımları
istimlâk ederken, kumlu ve taşlık kısımları da Türklere
bırakmıştır. Romanya Hükümeti, el koyduğu bu
toprakları, Makedonya ve Banat’tan getirdiği Ulahlara verme kararı almış
ve böylece Dobruca’nın
Romenleştirilmesi için önemli bir adım atılmıştır. Hükümetin öngördüğü yerleştirme plânına
göre, Makedonya ve Banat’tan getirilen
Ulahlar ilk etapta,
evleri
303 Cevat Geray, “Türkiye’de Göçmen Hareketleri ve Göçmenlerin Yerleştirilmesi”, Amme İdaresi
Dergisi, C.3, S.4, 1970, s. 9.
304 BCA, 272.12
52.120.9.
inşa edilinceye kadar, Türklerle aynı yerlerde yaşayacaklardır. Nitekim bu kararın
tatbikiyle birlikte iki unsur arasında
anlaşmazlıklar çıkmaya başlamış,
ilerleyen dönemlerde Ulahlar
Türkleri bölgeden kaçırmak
için “camilere hakaret etmek”, “avlulara domuz bırakmak”,
“çeşmelere pislik sürmek” gibi
eylemlere başvurmuşlardır. Ayrıca, sınır boylarındaki Türk köylülerinin angaryaya
tabi tutulmaları, yılın her dönemi sınırdaki askerlere her türlü
lojistik desteği sağlamaları, fakat
buna karşılık hiçbir ücret
alamamaları ve bazı bölgelerde can ve mal emniyetlerinin tümüyle yok olmaya başlaması gibi sebepler, Romanya’daki Türklerin göç etmelerine neden olmuştur305. Özetle,
Romanya’nın politika gereği,
Yeni Dobruca denilen
kısma, Kutsulah (Ulah) ismi verilen
Makedonyalı Romenlerin fazla miktarda iskânına
başlaması, maddî ve iktisadî krizin şiddetlenmesi, genelde
milliyetçiliğin, özelde ise, Türkiye’deki Türk milliyetçiliğinin kuvvetlenmesi ve bunun cereyan
ve cazibesine kapılan Türklerin, bir an önce ana kitleye
ve yurda kavuşmaya can atmaları, Türkiye’ye doğru
göçün sebepleri arasındadır. Ayrıca,
Türkiye’nin, ana vatana dönmek isteyen Türklere
kolaylık ve yardım etmesi gibi durumlar göçü artırmıştır306. Bu
dönemde, Romanya’da siyasi
istikrarsızlık ve bu boşlukta komünizmin ülke içine girmesi gibi olaylar
da cereyan etmiştir307.
Dobruca’nın Romanya’ya verilmesinden sonra, 1928 yılında
Romanya’nın resmî
istatistiğine göre, Dobruca’nın Türk nüfusu 171.298’dir. 1932 senesinde yapılan bir istatistiğe göre ise, Dobruca’nın 4
sancağındaki Türk nüfusu, Durostor’da 78.700,
Kalyakra’da 43.913, Köstence’de 28.070 ve Tulça’da
5.853 olmak üzere toplam 156.536’dır. Rakamlardan anlaşıldığı üzere
1929, 1930 ve 1931 senesinde Dobruca’dan 14.762
Türk eksilmiştir. Nüfusun artış hızı göz önüne alındığında ise bu rakam
yaklaşık 24.000’lere ulaşmaktadır.
Dobruca Türkleri, özellikle 1932 yılından sonra göç etmeye başlamışlardır308. Dolayısıyla 1932 yılında Türkiye’ye göç eden nüfus 5000, 1933 yılında 10.000’e
çıkmıştır. Hatta 1933 yılında, 90.000 Romanyalı Türk, Bükreş Büyükelçiliği’ne müracaat ederek,
Türkiye’ye nakledilmelerini istemiştir. Bükreş elçisi Hamdullah Suphi, Romanya
Ziraat Nazırı Domloviko
Mikesko ile görüşmüş,
Dobruca
305 Duman, “Atatürk
Döneminde Romanya’dan Türk Göçleri”, s.27.
306 Müstecib H. Fazıl, Dobruca ve Türkler, Emel Basımevi, Köstence,
1940, s. 241.
307 Bu dönemi yaşayan H.Suphi,
raporlar göndererek, bu faaliyetlerden sürekli
olarak, Türkiye’yi haberdar etmiştir. Yonca Anzerlioğlu, “Hamdullah
Suphi’nin Kaleminden 1933
yılında Romanya’da Komünist Hareket”, Atatürk Yolu Dergisi, Ankara Üniversitesi Türk Inkılap Tarihi
Enstitüsü Yay., S.37- 38, Mayıs-Kasım 2006.
308 Müstecib H. Fazıl, Dobruca ve Türkler, s.240 vd.
Türklerinin, iki üç sene zarfında,
peyderpey Türkiye’ye nakilleri
kararlaştırılmıştır. Romen
Ziraat Nezareti, Dobruca’daki Türklerin topraklarını almak için, bütçesine 8 milyon ley koymuştur. Bu durumda Romanya,
böylece boş kalacak
Türk ev ve topraklarına, Romen
muhacirleri yerleştirebilecektir. Türkiye’ye gelecek olan Romanya Türklerinin ise, iskân yerleri düşünülmüş,
Sakarya sahillerinde ve tren güzergâhında iskân
edilebilecekleri bildirilmiştir309. Bu görüşme ve Romanya
Nezareti’nin planlarına rağmen, henüz
bir ay geçmeden, Romanya hükümeti, kararından vazgeçmiş, sakin ve her durumda
sadakatini ispat eden halkın Dobruca’dan hicret etmesine kesinlikle razı olmayacağını bildirmiştir. Türkleri, yerlerinde alıkoymak için,
kendilerine her türlü yardımda bulunulacağı söylenmiş ve bu
konuda göç sebeplerini araştırmak ve tahkik etmek için mahalli komisyonlar yapmaya ve halkı göç etmemeye
teşvik etmeye çalışmışlardır310.
Bütün bunlara
rağmen, 1934 yılında
gelindiğinde ise 15.321311, yani toplam
30.321 nüfus göç etmiştir. Bu seneler içinde her aile, ayrı pasaportla
gitmiş, vilâyet üzerine liste
yapılmamıştır. Türkiye ile Romanya arasında bir göç anlaşması yapılmamış olduğundan, göçmenler vilâyet merkezlerinden pasaport çıkartmakta güçlük
çekmiş, hattâ simsarlar tarafından soyulmuşlardır. Toprak ve
binaların alım-satımları birçok kayıt
ve şartlara bağlı ve alıcılar özellikle Romenler olduğundan, Türklerin tarla ve evleri çok ucuz fiyata satılmıştır.
Evleriyle beraber bir hektar tarlayı 1500, 2000 ve en çok 3000 leye satarak, bunun birkaç mislini bir pasaporta
verenler olmuştur. Bu durum, hem göç
eden, hem kabul eden Türkler için zararlı ve acı olmuştur. Buna bir çare bulmak, bu zararı büsbütün ortadan
kaldırmak mümkün değilse bile, azaltmak gerekiyor ve muhaceret işini teşkilatlandırmak
gerekmiştir. Bunu hemen gören ve takdir eden
Türkiye’nin Bükreş Büyükelçisi ve Dobruca Türklerinin manevi hamisi Hamdullah Suphi Tanrıöver312, Romanya
Hükümeti’yle bu konuda müzakereye girişmiş, Türklerin göçü ile ilgili isteklerde bulunmuştur. Buna göre313;
309 Cumhuriyet, 17 Temmuz 1933.
310 Cumhuriyet, 9 Ağustos 1933.
311 Farklı bir kaynakta bu rakam 16.072 olarak verilmiştir. Bkz. Hikmet Öksüz, “İkili İlişkiler
Çerçevesinde Balkan Ülkelerinden Türkiye’ye Göçler ve Göç Sonrası
İskân Meselesi (1923–1938), http://e-dergi.atauni.edu.tr.
312 Hamdullah Suphi, 1931’den
1944’e kadar on üç yıl geniş tarih bilgisi, kültürü ve hitabet yeteneği ile Türkiye’yi Romanya’da en iyi şekilde
temsil etmiştir. Hamdullah Suphi’nin de katkılarıyla 17 Ekim 1933’te Türkiye-Romanya Dostluk,
saldırmazlık, hakemlik ve uzlaştırma antlaşması imzalanmıştır. Hayal ettiği en büyük şey Gökoğuz adını verdiği Gagauzları Türkiye’ye götürmek
olmuş, fakat II. Dünya Savaşı’nın çıkması
üzerine bu çabaları
sonuçsuz kalmıştır. Adil Dağıstan, “Hamdullah
Suphi’nin
1. Müslüman Türklerin göçü üç, nihayet
dört yıl içinde
bitecektir.
2. Müslüman
Türklerin oturduğu topraklar 4 bölgeye ayrılacak. Türk ve Romen üyelerden kurulacak komisyonlar, bu
toprakları değerleyecektir. Türk ve Romen murahhaslarından oluşan heyet, Dobruca’dan göç etmek isteyen
Türk köylülerinin arazi ve
mülklerini yerinde görmek ve kıymet takdir etmek üzere bölgeye gidecektir. Böylece
toprağını ve mülkünü
satmak müşkülatından kurtulan göçmenlere, Romen hükümeti
kolektif pasaport verecek ve Türkiye’ye götürüp yerleştirilmeleri temin edilecek ve bu suretle
yıllardır devam eden pasaport soygunculuğu da son bulacaktır.
3.
Türk hükümeti, Romanya’dan gelecek bu Türklere,
Romanya’daki malları karşılığında bono verecek, hükümet bu
bonolar karşılığında göçmenlere ev ve arazi
dağıtacaktır. Yani, Romanya’dan gelecek göçmenlere, bıraktıkları arazi kıymetine
muadil arazi ve ev verecektir. Romanya hükümetinin satın alacağı taşıtsız malların -menkul olmayan
malların- tutarının bir kısmı para, bir kısmı
petrol ve tahta gibi mallarla ödenecektir. Bunlar, 5 yıl içinde Türk
hükümetine ödenecektir.
4.
Evkaf cemiyetlerin taşıtsız malları için Romanya
hükümeti tarafından ayrı bir para
verilecektir.
5.
Romanya hükümet hizmetinde bulunan Türklerin tekaüdiye
olarak devlet kasalarına bırakmış oldukları paralar,
hareketlerinden evvel kendilerine ödenecektir.
6. Askerde bulunan
Türk delikanlıları özgür bırakılacaktır.
7. Türklerin hazineye
olan borçları aranmayacaktır.
8. Türk
ahalinin beraber götürecekleri taşıtsız –menkul- her nevi para, eşya ve mal özgürce çıkacaktır.
9.
Limanlarda göçmenlerin eşyası vapurla yüklenirken, gümrük hamalları karışmayacak ve bunun için hiçbir vergi alınmayacaktır.
Romanya Büyükelçiliği ve Gagauz Türkleri”,
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.XVIII, S.54, Kasım
2002, çeşitli sayfalar.
313 Ayın Tarihi, Haziran 1935, s. 23. Cumhuriyet, 7 Mart 1935. Cumhuriyet, 13 Mart
1935.
Bükreş elçisi Hamdullah Suphi, Romanya ile yapılan,
göç işleri için hazırlanmış olan mukavelenin, büyük bir dostluk
fikriyle akdedilmiş ve her iki memleketin menfaatlerine uygun olduğunu ifade etmiştir. Hamdullah
Suphi’nin bu konudaki
beyanına göre “Türkiye hükümeti gelen göçmene toprak verdiği, ev
yaptırdığı, iskân ve istihsalin gerektirdiği her şeyi temin ettiği için mukavele hükümlerine göre, Romanya’daki
Müslüman Türkler, oradaki topraklarını Türkiye hükümetine terk etmiş oluyordur. Türkiye de, kararlaştırılmış bir fiyat üzerine,
Romanya hükümetine terk ediyor. Bu suretle, Türk hükümetinin eline
geçecek paranın, doğrudan doğruya veya dolaylı
olarak iskânla ilgili malzemenin Romanya
piyasasından satın alınması
için harcanacağı ve bu
malzemenin Türkiye’de ihtiyaca göre kullanılacağını ifade etmiştir. Göçen bölgenin halkının
ise, Türk ırkının
en güzel örneklerinden sağlam bünyeli, çalışkan ve güzel insanlar olduklarını
söylemiştir314. Türk tarafı, böylelikle göçü teşvik etmiş ve iskân için hazırlıklara
başlamıştır. Bir ara mevsim dolayısıyla, göçmenlerin Türkiye’ye gelmeleri için, özel ve toplu pasaport verilmemesi
emredilmesine rağmen, şahsi pasaportlarla göçmenler gelmiştir. Hükümet,
göçmenler için tahsisat
istemiş, ancak tahsisat
verilirse, göçmenlerin gelmelerine izin verileceği ve nakil vasıtalarının gönderileceğini bildirmiştir. Gelen
göçmenlerin ise, Trakya’nın çeşitli kasabalarında ve özellikle hat boyunca
yapılacak küçük köylerde
iskân edilecekleri önceden
bildirilmiştir315. Romanya göçmenlerinin, Köstence’den
vapurlarla nakli için, Ekonomi Bakanlığı
gerekli düzenlemeleri yapmış, Dâhiliye Bakanlığı da hükümetin, göçmenler için kabul ettiği nizamname gereğince, göçmenlerin iskân bölgelerindeki tanzimi, muhacir mahalleleri inşası ve göçmenlerin
derhal müstahsil hale getirilmeleri işleri üzerinde,
tedbirler almakla meşgul olmuştur. Köstence konsolosluğunda göçmenlere ait muamelelerin süratle bitirilmeleri için
de, ayrı bir teşkilat oluşturulmuştur316. Gerekli hazırlıklar yapılarak, 1935 yılı için, Romanya’dan Türkiye’ye 100.000 göçmenin
nakline karar verilmiş, fakat zamanın gecikmesinden dolayı sadece
yarısının getirileceği ifade
edilmiştir317.
Çok sayıda göçmenin yola çıkmasına ve Köstence’de
toplanmasına rağmen, pasaport konusu hala çözülememiş, göçmenler, ayrı ayrı pasaport almaya çalışmışlardır.
314 Cumhuriyet, 6 Mayıs 1936.
315 Romanya’dan gelecek
göçmenler için, her ne kadar Trakya bölgesine yerleşecekleri bildirilmişse de, göçmenlerin Mersin ve Antalya gibi
yerlerde iskân edildikleri de tespit edilmiştir. Cumhuriyet, 12 Nisan 1935,
28 Nisan 1935.
316 Cumhuriyet, 28 Nisan 1935.
317 Cumhuriyet, 1 Mayıs 1935.
Kendilerine büyük masraflara mal olan ve yolsuzluklara sebep olan bu
usulün ortadan kaldırılması için köy
köy ortak pasaport verilmesi konusundaki Türk teklifini, Romanya hükümeti kabul etmiş, varlarını
yoklarını satarak, göç hazırlıkları bitenlere göç önceliği verilmiştir. Zaten, göçmenlerden bir kısmı ekinlerini topladıktan sonra göç etmeyi beklemiştir318.
Göçmenler, yanlarında
eşyalarını da getirebilmişler, fakat bu konuda
zaman zaman sorunlar yaşamışlardır.
Göçmenlerin beraberlerinde getirecekleri eşya hakkında, gümrük idaresiyle ilgili daireler arasında
sorun olmuş, bundan dolayı zarar gören göçmenler
bu işin çözümü için, ilgili makamlara müracaat etmişlerdir.
Göçmenler, beraberlerinde, 12.000
liraya kadar değeri olan eşyalarını birlikte getirebileceklerdir. Aynı zamanda, göçmenlerden, dükkân ve
müessese sahibi olanlarının da, beraberlerinde
kendi alet ve edevatını getirmeye izin verilmiştir. Buna rağmen, gümrük,
bunların stok mallarını getirmelerine
müsaade etmemiş, ilgili yerlere müracaat eden göçmenler, bu malların
kendilerine ait olduğu,
konsolosluk tarafından tasdik edildiği takdirde,
serbestçe getirmelerine müsaade istemişlerdir319.
Türkiye’de iskân bölgelerinde gerekli hazırlıkların yapılması, Romanya’daki Türklerin ise, Türkiye’ye bir an önce gelmek için Köstence’de yığılmasıyla, 10 Temmuz 1935 tarihinden itibaren,
her hafta 1000–1500
göçmenin nakledilerek, Trakya’ya
yerleştirileceği bildirilmiştir320.
Bu arada, Türklerin, Dobruca’yı bırakıp, Türkiye’ye gelişleri, Romanya’da tehlike arz etmiştir. Türklerin
bıraktıkları çiftlik arsa ve evlere, başka yerlerden gelen Romen köylüleri yerleştirilmeye çalışılmıştır. Çünkü Türklerin
buradan gitmeleri, Dobruca’da, Romen ve Türk uluslarının birlikte
Bulgarlara karşı oluşturdukları çokluğun kaybolması tehlikesini doğurmuştur. Günün birinde
Bulgarların Dobruca’da çoğunluk iddia ederek gürültü
çıkarmamaları için, Romanya
hükümeti göçmen Türklerin mallarını satın almış ve bunları
uygun şartlarla öz Romen ulusuna dağıtmak yolunu izlemiştir321.
318 Cumhuriyet, 3 Temmuz 1935.
319 Cumhuriyet, 5 Mayıs 1935.
320 Cumhuriyet, 10 Temmuz 1935.
321 Cumhuriyet, 21 Ağustos 1935.
Göçlerin hızla artması
ve daha önce istenen şartların
kabul edilmesiyle, “Türklerin muhaceret işlerini dostane bir
surette tanzim etmek maksadıyla”322, 4 Eylül 1936 yılında Bükreş’te Romanya Hükümeti namına Maliye Nazırı
Mircea Cancicov ile bir mukavelename imzalamışlardır323.
Bu mukavelenameden istifade edecek olanlar, Durostor
(Durkofdorf), Kalyakra (Caliyacira), Köstence
ve Tulça (Tuleca)
vilâyetlerinde oturan Müslüman
Türk ekalliyeti olmuştur.
Mukavelenamenin ikinci maddesi gereğince, Türklerin 5 senelik bir zaman zarfında Dobruca’yı terk etmelerine
müsaade olunacaktır. Bu mukavelenamenin üçüncü
senesi içinde Avrupa harbi başladığından ve 5 senelik zamanın, harbin devamı süresince, kesintiye uğrayabileceği
ihtimali var olmuştur. Bu şekilde imzalanan göç anlaşması, aşama aşama yapılmış, öncelikle 15 Nisan 1936’dan
itibaren, mallarını satıp göçe
hazırlanmış olanlardan 15.000 kişi, ikinci senede Romen-Bulgar sınırı boyunca 8 km. dâhilinde bulunan Bilgeler’deki
Türkler, üçüncü senede Pazarcık şehriyle İzibey ve Kurtpınar kazalarında yaşayanlar, dördüncü yıl içinde Akkadınlar ve Turtukaya kazalarında oturanlar, beşinci sene olan 1940 yılında ise Silistre şehri ve sancağı
dâhilindeki ve Dobruca’nın kalan
kısımlarındaki Türkler, göçe tabi tutulmuştur324.
Anlaşma gereğince, Türk mülkleri 3 kısma ayrılmış,
buna göre, köylerdeki mülkler ve toprakların hektarını Romanya hükümeti, 6000 leye satın alacak, bütün mülklerin
kıymetinden, yüzde 10’u vergiler
için indirecek, dolayısıyla her hektarın fiyatı 5400 leyden ödenecektir. Romanya
hükümeti, bütün vergileri, borçları tahsil ettikten sonra kalan parayı Türkiye
Cumhuriyeti hükümetine yedi yılda ödeyecektir.
Şehir içindeki mülklerin sahipleri, istedikleri gibi satış yapmakta serbest olmuşlardır.
Türklere ait vakıflar
için ise, iki hükümet arasında
özel bir mukavelename yapılacağı ifade edilmiş, oradaki camilerden birinin hatıra
olarak Türk eski eserlerini muhafaza
edecek bir müze olarak bırakılacağı bildirilmiştir325.
322 Ayrıca bu anlaşma, “Dobruca
müslüman Türk halkının bazı anasırı tarafından yarım asırdan fazladır muhacerete gösterilen temayülü müşahede
ederek ve Romanya’da mazhar olageldiği hürriyetperver ve müşfik rejimi esasen takdir etmekten hali kalmamış olan mezkûr
halkın Krallık münhasıran tabiî etnik köküne
tekrar bağlanmak gibi meşru olan bir arzu ile terke karar verdiğini görerek
imza edilmiştir”. Müstecib H. Fazıl, Dobruca ve Türkler,
s. 242
323 Müstecib H. Fazıl, Dobruca ve Türkler, s.242.
324 1935 yılında da en çok nüfusun
geldiği yerler, Pazarcık,
Silistre ve Köstence olmuştur.
Çünkü Türklerin en yoğun yaşadıkları yerler buralardır. Cumhuriyet, 17 Haziran 1935, 4 İkinci
Teşrin 1936.
325 Cumhuriyet, 11 Birinci Kanun 1936.
Bunun dışındaki göç esasları ise, her göçmen,
çıkarken yanına en fazla 1000 ley Rumen
ve 2000 leylik ecnebi parası alabilecek, fazla parasına karşılık yüzde 25
kereste, yüzde 25 hayvan, yüzde 10
petrol ve kalan yüzde 40’ına tuğla, kiremit, cam ve çivi alabilecektir. Bir aile 5 büyük ve 15 küçük hayvandan
fazla çıkaramayacak, mücevherlerini, çiftlik ve sanat aletlerini kullanılmış olmak şartıyla
götürebilecektir. Göç etmek isteyenler, bir hâkimin reisliği
altında Dâhiliye, Maliye ve Ziraat Vekâletlerinin birer temsilcisi ile göç sırası gelen
Türklerin bir temsilcisinden oluşan beş kişilik bir komisyona dilekçe verecek
ve sahip olduğu toprağın
kaç hektar ve parçadan ibaret olduğunu, ambar ve ahır gibi bütün binalarını ve evlerini göstereceklerdir. 1935- 1939 yılları
arasında göç eden nüfus şöyledir326:
Sancaklar |
1935 |
1936 |
1937 |
1938 |
1939 |
Toplam |
Durostor |
10756 |
11921 |
5542 |
10500 |
3326 |
42.045 |
Kalyakra |
5537 |
2348 |
2604 |
9 |
- |
10.498 |
Köstence |
6876 |
832 |
1810 |
14 |
74 |
9.606 |
Tulça |
201 |
801 |
1416 |
3 |
- |
2.421 |
Toplam |
23.370 |
15.902 |
11.372 |
10.256 |
3400 |
64.570 |
2.2. Bulgaristan İle İlişkiler Ve Göç
Bulgaristan’la ilişkiler, daha önce de bahsedildiği üzere, Bulgarların, Türkleri bölgelerinden çıkarmak ve göçe zorlamak
amacıyla her türlü yola başvurdukları bir şekildedir.
18 Ekim 1925’te Türkiye, Bulgaristan’la bir protokol imzalamış, buna göre, 18 Ekim 1912 tarihinden sonra, protokol
tarihine kadar, gerek Bulgaristan’a göç etmiş
Bulgarların ve gerekse Türkiye’ye göç etmiş olan Müslümanların
mallarına, arazisinde bulundukları
devlet tarafından el konulmuştur327. Ayrıca sözleşme ile her ne kadar
Bulgaristan’daki Türklerin hiçbir kısıtlamaya tabi tutulmaksızın,
Anadolu’ya serbestçe göç etmeleri
kararlaştırılmışsa da, Türkiye
Hükümeti almış olduğu
bir kararla,
326 Müstecib H. Fazıl, Dobruca ve Türkler, s.245.
327 İskân Tarihçesi, s. 6.
Yugoslavya’dan gelen göçmenler
gibi Bulgaristan’dan gelen göçmenlerin de, beraberinde
belli miktarda bir para bulundurmasını istemiştir328.
Bulgaristan’dan gelen göçmenlerin Bulgaristan’daki mallarına karşılık,
mal verebilmek için 28 Mayıs 1928 tarihinde
yayınlanan 1341 numaralı
kanunla, gayrimenkul malları
Bulgar hükümetine geçmiş olan Türk tebaasının adi iskânlarını ve bundan fazla hak sahibi olanlara, hakları
derecesinde mal verilmesi kabul edilmiştir. Verilecek
malların şartları ve oranları ise İcra Vekillerinin takdirine bırakılmıştır. Bu konuda kararname düzenlenmediği için,
Bulgaristan göçmenlerinin malları hakkında mübadele
uygulaması yapılamamıştır329.
1930’lu yıllarda artarak
devam eden olaylarla
birlikte, Bulgar hükümeti,
Türkiye’ye gelmek isteyen
Türklerin, mallarını orada satarak, parasını
Türkiye’ye getirmelerine izin
vermemiştir. Öyle ki, Bulgaristan’dan gelen Türkler “Biz Razgrad’ın Kemalli
kazası ile Şumlu’dan
Pravadi’den ve Deliorman’dan geliyoruz. Hepimiz rençperiz. Bulgaristan’a ziyanımız değil faydamız dokunduğu
halde, bize yapmadıklarını bırakmadılar. İsmin Ahmet veya Mehmet mi? Dayağa müstahaksın, parasız
gezmeye mahkûmsun, seni süründürmek sevaptır. Buraya
gelirken, hepimizin, az çok beş on kuruşu vardı. Evimiz,
tarlamız, çiftimiz, çubuğumuz
vardı. Fakat pasaportu
aldın mı, cebinde
on beş liradan fazla bulunamaz
diyorlar” diyerek durumlarını özetlemişlerdir330.
Bu yüzden, Türklerden bir kısmı orada sattıkları emval ve
emlakın bedeli ile şeker vesaire satın alarak İstanbul’a getirmişlerdir. Bunlar
da Türkiye’de çeşitli zorluklarla
karşılaşmış, uzunca bir süre gümrük ambarlarında kalmış, hükümet, daha sonraları, büyük bir miktara
ulaşan bu eşyanın
ithaline müsaade etmiştir331.
Özellikle 1934 yılında
Bulgar komitacılarının Türklere
yaptığı baskılarla, Türkiye’ye göç yoğunlaşmıştır. 1934 yılının yerel basınında, Türklere
karşı Bulgaristan’da tazyiğin
her geçen gün arttığı ifade edilmiştir. Köylerde, kahvelere “her yerde Bulgarca
konuşulacak” şeklinde levhalar
asıldığı bildirilmiştir332. Bulgaristan Türklerinin durumları hakkında,
Sofya’dan gelen bir mektupta, Bulgaristan Türklerinin
328 Önder Duman, “Atatürk
Döneminde Balkan Göçmenlerinin İskân Çalışmaları (1923–1938)”, Atatürk Yolu Dergisi, S.43, Ankara, Bahar 2009,
s. 476.
329 İskân Tarihçesi, s.7.
330 Cumhuriyet, 28 Eylül 1934.
331 Cumhuriyet, 13 Teşrin-i Sani 1933.
332 Akşam, 11 Temmuz 1934.
büyük bir tazyik altında inlediği,
bunu yapanların birkaç serseri olmadığı,
Bulgar matbuatının teşviki ile
hareket eden kimseler olduğunu yazmıştır. Bu dönemde Bulgar gazeteleri, Türkiye hakkında hiç de dostça
sayılmayacak yazılar yazmış, Türkiye’nin Trakya da bir umumi müfettişlik kurarak
buraya daha büyük bir önem vermesini şaşkınca
bir hareket addetmişler ve tahrik edici yayınlarda bulunmuşlardır. Bunun yanında resmi memurlar da onlardan geri kalmamış, birçok köylerde Türk ağaları karakola
davet edilmiş ve kendilerinden bir daha haber alınamamıştır. Birçok kişi dövülmüş ve hapsedilmiş, hatta birçok Türk
tebaası sınır dışına çıkarılmıştır. Canından
ve malından korkan Türkler
şehirlere gelmedikleri için ticaret yapılamamış, Bulgar hükümeti
borcu olan Türklerin eşyasını haczederek, hemen
satışa çıkarmıştır. Hemen her sokak başında faşistlik alameti olan
kırık salip üzerinde ayağa kalkmış bir aslan
resmi görülmüştür333. Bulgaristan’da Türklere karşı yapılan
tazyikler yüzünden iltica olayları
başlamış, bazı Türkler, Yunanistan’a iltica etmiş, Bulgaristan’ın kuzeyindeki Türkler
de Romanya’ya iltica etmeye başlamışlardır. Bulgar gazeteleri bu olayları yalanlamışsa da, Bulgar komitacıları
tarafından bir köyde Türk evleri taşa tutulmuş, birçok kapı ve camlar kırılmıştır. Köy camisine hücum edilerek halılar,
kilimler, seccadeler
parçalanmış, kapının önüne de “Türkleri daha burada tutacak mısınız?” diye bir mektup bırakılmıştır334. Özellikle
Bulgaristan Türklerinin kültür cemiyeti olan, Turan Cemiyeti
üyeleri işkenceye tabi tutulmuştur. Bu durumda, Bulgaristan’daki Türklerde, Türkiye’ye göç giderek fazlalaşmıştır. Aynı
tarihlerde Balkanlardaki diğer bölgelerdeki
Türklerin durumu da farklı olmamıştır. Adeta kaçarcasına gelen Filibe’den 30 kişilik bir kafile Edirne’ye iltica
etmiş, bunlar, Bulgar hükümeti tarafından tehdit edilmişlerdir. Daha sonra 28 kişilik
bir köylü kafile de köylerinde dövülerek kovuldukları
için Kırklareli’ne iltica etmiştir. Bu durumda devlet, kendi sorumluluğu altında, bu göçmenleri kabul etmek zorunda
kalmıştır335. 1935 senesi başından itibaren, Bulgar hükümeti, Bulgaristan’daki bütün şirketlerde ve
dairelerde çalışan Türk memur ve
müstahdemlerinin görevlerine son verilerek, bir daha, gerek resmi, gerek özel
işlerde, Türklerden hiç kimseyi
çalıştırmamaya karar vermişlerdir. Türk ameleye, arabacılara, sanatkâr ve tüccarlara hiç iş
verilmemiştir336. Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelen göçler bir ara kesilmiş,
bunun da Bulgar
hükümetinin gösterdiği zorluklardan ileri geldiği
333 Akşam, 7 Ağustos 1934.
334 Akşam, 20 Ağustos 1934.
335 Cumhuriyet, 1 Ağustos 1934.
336 Cumhuriyet, 23 İkinci Kanun 1935.
bildirilmiştir. Göçün önüne geçmek için kanunsuz zorluklar çıkaran Bulgar
hükümeti, asıl alınması gereken
tedbirleri almamış ve Bulgaristan Türklerini tehcir etmek suretiyle mal ve mülklerine konmak isteyen bir
takım çapulcu unsurları cezalandırmaya bir türlü yanaşmamıştır.
1936 yılına gelindiğinde de Türklere karşı tavır pek
de farklı olmamıştır. Bulgar hükümeti,
bu defa Bulgaristan’daki müftüleri kullanarak, halkı irticaya sürüklemiş ve Türkiye’ye karşı bağlılık gösterenleri
tehdit etmişlerdir337. Bulgaristan, politikası gereği kurak sahalarda oturan Bulgarların
Kocabalkan, Karacaali, Varna ve havalisi gibi çok mahsul veren ve sulak yerlere nakledilmesi hakkında bir kanun
çıkarmıştır. Adı geçen bölgelerdeki
halkın %70’ni Türkler oluşturmaktadır. Bu mecburi göçe tabi tutulacak Bulgarların, oradaki Müslüman ve Türk emlâkına yerleştirilmeleri ihtimaline karşı, Türkiye’den
bu duruma ilgi göstermesi istenilmiştir338. Ayrıca, Türkiye’ye göç
etmek isteyenlerin pasaportlarına vize verilmediği için, hazırlıklarını tamamlamış olan Türklerin çoğu da, ilk yazı beklemek
zorunda kalmıştır339. Bulgaristan’dan gelen göçmenlerin çoğu Yenipazar, Şumnu, Pravadi ve Razgrad köylerinden bir kısmı göçmen kaydıyla pasaportlu, bir kısmı
mülteci, bir kısmı gezi pasaportuyla, bir kısmı da vizesiz gelmişlerdir. Göçmen kaydını taşıyanlar, Anadolu’nun
çeşitli yerlerinde iskân edilmek şartıyla,
iskân kanununun kendilerine verdiği haklardan istifade
edebileceklerdir. Gezi pasaportuyla gelenler ise tamamen yabancı
muamelesi görmüş, yani kendilerine
hükümet tarafından bir yardım gösterilmediği gibi, bunların eşyaları da gümrük resmine tabi tutulmuştur. Vizesiz
gelenler, geri gönderilmek gibi bir sorunla karşı karşıya
kalmışlardır. Bu dönemde,
göç etmek amacıyla,
bir sene öncesinden memleketleriyle ilgilerini kesen çok olmuş, fakat bir ara göçün durması üzerine
pasaportlarını o zaman çıkartmaya gerek görmeyerek, bu işi, gelecekleri
zamana bırakan göçmenler vize
alamamışlardır. Vizesiz gelenler, ilk etapta geri gönderilmemiş, fakat Mayıs 1936 tarihinden sonra gelecekler için, kanun gereği,
Türkiye’ye girmeleri yasaklanmıştır340.
Türkiye’ye göçler devam ederken, bu arada bir mübadele daha yapılmış, Kurfallı
Bulgarları ile Bulgaristan’daki Köyören halkının mübadelesi için Kurfallı’ya
337 Cumhuriyet, 3 İkinci Kanun 1936.
338 Cumhuriyet, 10 Nisan 1936.
339 Cumhuriyet, 3 İkinci Kanun 1936.
340 Cumhuriyet, 5 Mayıs 1936.
memurlar gönderilmiştir. Mübadele
için, her iki tarafın da trenle hareket
edeceği bildirilmiştir341.
Göç bölgelerindeki en büyük sorun, Türkiye’ye göçe
hazırlananların bir an önce mallarını satıp, göç hazırlığı
yapmaları olmuştur. Hem Romanya’da, hem Bulgaristan’da olan olaylar yüzünden,
halk kendini her ne şekilde
olursa olsun Türkiye’ye gitmek zorunda hissetmiş, mallarını elden çıkarmışlardır. Özellikle pasaportlara
verilen paralarla ellerinde avuçlarında bir şey kalmayan Türk halkına, yine devlet ve Kızılay
yardım etmiştir. Göçmenlere dağıtılmak üzere, Kızılay
ve Türk hükümeti tarafından, büyükelçiliklere para gönderilmiştir342.
2.3. Balkanlardan Gelenler
İçin İskân Uygulamaları
1934 yılına kadar devlet, serbest
göçmen olarak tanımlanan göçmenlerin Türkiye’ye
gelebilmeleri için, çeşitli
uygulamalarda bulunmuştur. Uygulamaya göre göçmenlerden, öncelikle
iskân yardımı talep etmediklerine dair bir taahhüt
senedi alınmakta ve bundan
sonra kendilerine yerleşme hakkı verilmektedir. Hükümet, 1934 yılına kadar çoğunlukla iskân mıntıkasının
neresi olacağına karışmamış, göçmenleri, bu konuda serbest
bırakmıştır343. Bu serbestliğin nedeni ise, bu dönemde gelenlerin mübadeleye tabii bölgeler
dışında kalmalarıdır. Mübadelenin devam ettiği yıllarda,
diğer yerlerden Türkiye’ye gelmek isteyenler için bazı belirsizlikler
mevcut olmuştur. Hariciye ve Dâhiliye Vekâleti
arasında geçen yazışmalar, duruma göre iskân uygulaması yapıldığını göstermektedir. 1925 yılında
Bulgaristan’dan gelmeye hazırlanan 150 hanede, 700 nüfusun Afyon Karahisar’da iskân edilmeleri kararlaştırılmış ise de, mübadeleye tabii
yerler dışından oldukları için, bunların “gayr-ı muhacirin” olarak kabul edilmeleri öngörülmüştür344.
Bu tabir, gelenlerin nakil ve iskân konusunda
devletten yardım istememeleri ile ilgilidir. Göç ve iskân işlemlerinin bu şekilde
yürütülmesine karar verilmiş
ise de, gelen göçmenlerin yardıma
muhtaç olmaları, uygulamaları
değiştirmiştir. 1927 yılında memleketlerindeki ızdıraplarından kurtulmak
amacıyla, Yugoslavya’dan göç eden ve fakir hallerinden dolayı, iskân bölgelerine sevk olunamayan muhacirlere, hükümet tarafından, bir defaya mahsus
341 Cumhuriyet, 14 Nisan 1935.
342 Cumhuriyet, 13 Şubat 1936.
343 Duman, “Atatürk Döneminde
Balkan Göçmenlerinin İskân Çalışmaları”, s. 476.
344 BCA, 272.14 77.39.17.
olmak üzere, sevkiyat ve nakliyat ile ilgili tahsisattan verilmesi
kararlaştırılmıştır345. Devlet, yardıma ihtiyacı olanlara yardım etmekten
kaçınmamıştır. Fakat bu konuda karışıklıklar yaşanmıştır. 1927 yılı sonlarından itibaren, göçmenlerin yerleştikleri mıntıkalardaki mülkî idarecilerden gelen raporlar, söz konusu
sistemin pek de istenildiği biçimde
işlemediğine dikkat çekmiştir. Nitekim raporlara göre, göçmenlerin büyük bir çoğunluğu, yeterli maddî imkâna sahip
olmadığı halde, sırf ülkeye giriş yapabilmek için iskân yardımı almayacağına dair, taahhüt senedi vermişler,
ancak bir süre sonra, bunlar doğal olarak muhtaç duruma düşmüşlerdir. Raporlarda, göçmenlerin ev, arazi ve tohumluk
talebinde bulundukları dile getirilmiştir. Bu durum karşısında, hükümet zorunlu bir
biçimde 1926 İskân Kanunu’nun 5. ve 6. maddelerini esas alarak gerekli yardımı yapmak üzere çalışmalara
başlamıştır. Nitekim söz konusu maddelere göre 1 Temmuz 1926’dan sonra Türkiye’ye gelen muhacir ve mültecilerden
“cidden muhtac-ı muavenet” durumda kalanlara, arazi verilmesi gerektiği
ifade edilmiştir346.
Mübadil, mülteci ve aşiretlerle ilgili bazı kanun ve
kararnameler, Balkanlar’dan gelen
göçmenlere de uygulanmıştır. Bunlardan biri, firarları engellemek amacıyla, 28 Kasım 1925 tarihinde
yayınlanan 675 sayılı “Mecburi İkamet Kanunu’dur”. Bu kanunla, gerek kendi arzularıyla, gerek bir zorunluluk veya anlaşma dolayısıyla Türkiye’ye kabul edilip gelen, her türlü göçmen, hükümet
tarafından gösterilmiş ve gösterilecek
iskân mıntıkalarında beş yıl oturmaya mecbur edilmiştir. Ayrıca, 14 Ocak 1926 tarihli ve 716 sayılı “Borçlanma
Kanunu” ile de her türlü göçmene verilmiş ve
verilecek olan -parasız verilenler hariç olmak üzere- emlak, arazi,
tohumluk, hayvan, ziraî aletler
ve sermaye bedelleri, kıymetlerine göre, aile reislerinin adına borçlandırılmıştır347.
İskân yerlerinin belirlenmesinde her ne kadar serbest
olsalar da bazen devlet tarafından masraflarını kendileri karşılamak şartıyla
yerleri gösterilerek iskân edilmişlerdir, fakat mübadeledeki gibi yerleşim yerleri
için herhangi bir program yapılmamıştır. Balkan Savaşı’ndan sonra Bulgaristan’a ilhak eden Petriç
kazasından 120 Müslüman’dan oluşan
bir köy halkının, Türkiye’ye göç etmek istemesi üzerine, Hariciye Vekâleti devreye girerek, bunların
göçlerine izin verilmesini istemiş, neticede
345 BCA, 030.18.1.1 22.82.4.
346 Duman, “Atatürk Döneminde Balkan Göçmenlerinin
İskân Çalışmaları”, s. 476. Kanun için bkz. Ek 1.
347 İskân Tarihçesi, s. 67.
kendi masraflarını kendileri karşılamak şartıyla Muğla vilayetine
yerleştirilmeleri uygun görülmüştür348.
1934 yılından sonra devlet, Yunanistan’la yapılan mübadele gereğince, Türkiye’ye gelen mübadillere nasıl iskân yapmışsa, gelecek olan
bu göçmenlere de aynı muameleleri yapmıştır. Dolayısıyla, devlet, bunların
taşınmalarından, sevklerine, iskânlarına ve hatta üretici olmalarına
kadar, göçmenlerin her işiyle uğraşmıştır. Ayrıca, dönemin en önemli kanunu olan 2510 sayılı kanun kabul edilmiş
ve bu tarihten sonra, göçmenlerin iskânları
daha planlı yapılmıştır. Bu dönemde en çok Romanya
ve Bulgaristan’dan göçmen gelmiş, aynı tarihlerde Yugoslavya’dan da gelen Türk göçmenler, İzmir’e
gelmiş ve hükümet
tarafından belirlenen mahallere gönderilmiştir349.
Yeni iskân kanunu gereğince, gelecek
göçmenlerin Türk vatandaşlığına geçebilmeleri için muamelelerinin hemen yapılacağı, arazi
verileceği, ev yapmaları için devlet
ormanlarından bedava kesim yapabilmelerine izin verileceği bildirilmiştir.
Ayrıca İstanbul Emniyet Müdürlüğü,
İstanbul’a gelen göçmenlerin iğfal edilmelerine meydan vermemek için Galata ve Sirkeci’de birer komiserin idaresinde
dörder polisten oluşan gruplar oluşturmuştur. Bunların görevleri, sadece göçmenlere teshilat
göstermek, muamelelerini
gerçekleştirmek olmuştur. Sahilde bir sevkiyat binasının yapılması temin edilmiştir. Bu arada nüfus kayıtları konusuna
önem verilmiş nüfusun
birçok yerde düzenli kaydedilmediğinin anlaşılması
üzerine bir layiha hazırlanarak meclise sunulmuş ve bunun için bir talimatname hazırlanmıştır. Buna göre 1934
Ağustos ayının 15’inden sonra ülkenin
her yerinde aynı günde tatbikine başlanacak gizli nüfuslar 45 gün içinde kesin surette kaydedilmesine karar verilmiş, belirli
müddet geçtikten sonra kaydedilmemiş
doğum, ölüm, evlenme vakaları için idare heyeti kararlarıyla 10 liraya kadar para cezası
alınacağı bildirilmiştir350.
2.3.1. Göçmenlerin Taşınması
Romanya, Bulgaristan ve Yugoslavya’dan göçe hazırlanan göçmenler, vapurlarla ya da trenle Türkiye’ye gelmişlerdir. Bulgaristan’ın
Balpınarı, Eskicuma, Yenipazar, Niğbolu şehir ve köyleri halkından
olan bir kısım göçmenler de karayoluyla
348 BCA, 272.14. 77.39.13.
349 Akşam, 9 Ağustos 1934.
350 Cumhuriyet, 10 Temmuz 1934.
gelmeyi tercih etmişlerdir351. Bu dönemde nakliye işini yapan
vapurlardan en çok adı geçen, Köstence’den göçmen getiren Adana, Nilüfer, Nazım, Adnan vapurlarıdır. Bunlar, limanlarda yığılan
göçmenlerin durumu görüp faaliyete geçen, özel vapur sahiplerine
ait vapurlardır352. Yunan vapurlarının da isimleri geçmektedir.
Vapurcular, kendi aralarında rekabete
girişerek köylere kadar giderek göçmen toplamışlar ve bu göçmenleri, Köstence’ye indirmişlerdir. Fakat muameleleri tamamlanmamış olduğu için, hemen
taşınamayan bu göçmenler, rıhtım üzerinde günlerce açıkta kalarak perişan olmuşlardır353. Devlet,
göçmenlerin vapur paralarını karşılamış, kendi paralarını ödeyenler ise özel vapurlarla, öncelikli olarak Türkiye’ye
taşınmışlardır. Vapurlarda zaman zaman teknik sorunlar
yaşanmış, sorunlu olanlar
ise seferden men edilmişlerdir354. Köstence
yoluyla yapılan göçmen nakliyatı, havaların
kötülüğü nedeniyle kimi zaman durdurulmuş, göçmenlerin güvenliği için, ancak hükümet
tarafından izin verildiği
zaman, bu nakliyatın yapılabileceği liman idaresine
bildirilmiştir355.
Deniz Ticaret Müdürlüğü, göçmenleri Köstence’den nakledecek Türk vapurlarının isim ve özelliklerini tespit ederek Trakya Umum Müfettişliğine bildirmiştir. Göçmenlerin, her sene bir önceki seneden
daha ucuz bir tarife ile naklolunacağı
bildirilmiştir. Daha önce vapurcular tarafından yapılan göçmen toplama düzensizliklerinin önüne geçilmesi ve Köstence’de bulundurulacak bir memur tarafından göçmenlerin vize ve nakil muamelelerinin hızlı bir şekilde
yapılacağı bildirilmiştir356. Nazım, Hisar, Adana, Adnan ve Bursa vapurları, İkinci Umumi Müfettişlik emrinde seferler yaparak hiç
bekletmeden göçmenlerin, köy köy sıra ile Köstence’ye indirilerek, bekletmeden, düzenli bir
şekilde nakillerini temin
etmiştir357.
Köstence’den göçmen getirme işi, bir ara engellere
takılmıştır. Çünkü göçmen nakliyatını yapan vapurcular, daha önce, yaptıkları işlere ait ücretin,
Romanya bankasından
çıkarılamadığını ileri sürerek, bu suretle toplanan 10 milyon leyin, Türk parasına çevrilmesi, Kasım ayının sonuna
kadar temin edilemediği takdirde, seferleri tatil edeceklerini, Türk hükümetine bildirmişlerdir. Ayrıca, nakliyat mukavelesinin
351 Cumhuriyet, 27 Temmuz 1935.
352 Akşam, 7 Teşrin-i Sani 1934.
353 Cumhuriyet, 13 Mayıs 1935.
354 Akşam, 7 Teşrin-i Sani 1934.
355 Akşam, 23 Kanun-i Evvel 1934.
356 Cumhuriyet, 13 Mayıs 1935.
357 Cumhuriyet, 29 Mayıs, 3 Temmuz 1935.
imzalandığı zamana göre, ley fiyatının
düşmesinden de zarara uğradıklarını, nüfus başına
290 ley ile bu işin yürümeyeceğini iddia etmişler ve nakil ücretlerine yüzde 44 zam yapılmasını istemişlerdir358.
Vapurcular için böyle olsa da, devlet, vapurcularla yapılan mukavelede, ley fiyatının değişmesi ve dövizlerin Türk
parası olarak ilgililere teslimi
hakkında bir kayıt olmadığı için, vapurcuların hareketlerini mukaveleye aykırı görmüştür. Vapurcular, buna rağmen
seferlere devam etmezlerse, hükümet, mukaveleye dayanarak, bedellerini ilgili vapurculardan tahsil etmek
üzere, gemi kiralayacağını ve göçmen
nakliyatının durdurulmasına meydan verilmeyeceğini bildirmiştir. Bu durumda da nakliyat işinde çalışan, sadece Nazım
ve Bursa vapurları kalmıştır. Vapurcuların, bu
zor durumdan kurtarılması, döviz işlerinin bir an önce halledilmesi için çeşitli teşebbüslere girişilmiştir359.
1935 yılında
göçmen işlerinin bir kısmının, Sıhhat Vekâleti’ne geçmesinden sonra, nakliye işleri,
bu Vekâlet aracılığıyla yapılmış ve Vekâlet,
Deniz Ticaret Müdürlüğü’ne nakliye işi için,
vapurcularla bir anlaşma yapmasını bildirmiştir360. 1935 yılındaki, döviz sorunu göz önünde
tutularak, girişilen teşebbüsler sonucu, armatörlere, ancak 1936 yılında,
paralarının, İstanbul’da Türk parası olarak verilmesi kararlaştırılmıştır361. Yapılan
anlaşmada, çocuklar hariç olmak üzere, Romanya göçmenlerinden 4, göçmenlerin araba ve hayvanlarından 5’er lira vapur ücreti alınmıştır. Vapurcuların her taşıdıkları göçmen kafilesi için, Romanya konsolosluğundan alacakları bir
beyannameyi, İstanbul’da defterdarlığa ibraz ederek paralarını kolayca alabilmeleri sağlanmıştır362.
Aynı şekilde, Sıhhat Vekâleti, Deniz Ticaret Müdürlüğü’nden, Bulgaristan Varna’dan
1936 yılı içerisinde gelmelerine kararlaştırılmış 5000 göçmenin, nakilleri
için armatörlerle bir mukavele yapılmasını istemiş, bu işin pazarlık
yoluyla en az fiyat teklifi veren armatörle yapılacağı ifade edilmiştir363. Bulgaristanlı göçmenlerin navlunlarının, İstanbul’da defterdarlık tarafından, vapur sahibine her seferden sonra verileceği
ve anlaşma yapılır yapılmaz, ilk kafileyi getirecek olan vapurun Varna’ya gideceği
bildirilmiştir364. Hükümetin koyduğu
şartlara göre, armatörlere 1936 yılında
358 Akşam, 21 Teşrin-i Sani 1935.
359 Akşam, 27 Teşrin-i Sani 1935.
360 Cumhuriyet, 12 Nisan 1936.
361 Cumhuriyet, 12 Nisan 1936.
362 Cumhuriyet, 14 Nisan 1936.
363 Cumhuriyet, 30 Nisan 1936.
364 Cumhuriyet, 2 Mayıs 1936.
gelecek 5000 göçmenin,
Mayıs ayı sonuna kadar Türkiye’ye taşınmış olması şart koşulmuştur365. Bulgaristanlı Türkleri taşıma işine bir armatörden başka hiç kimse katılmamış, bu armatörün istediği
fiyatlar Ankara’ya bildirilmiş, vapur fiyatlarının, yüksek olması durumunda Bulgaristanlı
göçmenlerin karadan getirilmeleri için tedbir
alınacağı bildirilmiştir366.
Nakliye işi, mevsim ve hava şartları haricinde
de zaman zaman sekteye uğramıştır. Romanya’dan gelecek göçmenleri nakletmek üzere, armatörlerle yapılan mukavele,
İskân Umum Müdürlüğü tarafından tasdik edilmediği zaman, Köstence’ye vapur gönderilememiştir. Romanya’dan 1936
yılının ilk partisi olarak gelecek 6000 kişinin, Romanya’daki işlerini tasfiye ederek,
Köstence’ye gelmeye başlamaları ve hemen nakillerinin
yapılmaması durumunda, bu göçmenlerin açıkta ve sokak ortasında günlerce kalmaları sonucunu doğuracağı
için, nakliyatın süratle yapılması istenmiştir. İlk parti
olan bu 6000 kişinin aynı yılın Mayıs ayı sonuna kadar belirlenen iskân mahalleri olan
Tuzla ve İzmit’e nakledilmiş olacağına karar verilmiş, fakat mukavelenin henüz imzalanmamış olması nakliyatın
ertelenmesine sebep olmuştur367. Zaman zaman da çok sayıda göçmenin gelmesi dolayısıyla, iskân işleri
aksamış, bunun için nakliyata ara
verildiği de görülmüştür368.
Romanya ve Bulgaristan’dan gelecek göçmenler, Varna,
Burgaz ve Köstence limanlarına yollanan
ve iskân idaresince kiralanan vapurlarla getirtilmiştir. Sadece sevkiyat işleriyle
meşgul olmak üzere, Romanya ve Bulgaristan’a gönderilen iskân memurları ve mahalli konsolosları aracılığıyla, göçmenler, sevk muamelesine tabi tutulmuş
ve gönderilen vapurlara büyük bir özen ile bütün eşyaları, hayvanları ve ziraat aletleriyle yükletilmiş369 ve
sevk istikametlerine göre Kavak, Tuzla ve Marmara Ereğlisi iskelelerine çıkarılmış ve buralardaki tahaffuzhanelerde, sağlık işlemleri yapıldıktan sonra, trenlerle iskân yerlerine sevk edilmişlerdir370. 1934 yılında gelen göçmenler, Büyükdere
karantinasında kalmış, 1935 yılında da Tuzla’da yapılan
karantinada kalmışlardır371. Tuzla’da,
göçmenlerin kabul ve sevklerine ait bütün muamelelerin temin edilmesi amacıyla,
gümrük, zabıta, sıhhiye,
baytarlık, iskân, Kızılay teşkilatları,
365 Cumhuriyet, 3 Mayıs 1936.
366 Cumhuriyet, 5 Mayıs 1936.
367 Cumhuriyet, 19 Nisan 1936.
368 Cumhuriyet, 25 Haziran 1936.
369 Ulus, 29 İlk Teşrin
1936.
370 BCA, 030.10 81.531. 16.
371 Cumhuriyet, 1 Mayıs 1935.
tam teşekkül ile görev yapmışlardır372. Bulgaristan’ın Filibe
bölgesinde bulunan ve kara yoluyla
gelen göçmenlerin de kabul muameleleri, Edirne’de yapılmış, idarî ve sıhhî işlemleri yapıldıktan sonra, mahallî
bölgelere gönderilmişlerdir373. Muhacirlerin hangi mıntıkalara yerleştirileceği, İskân müdüriyeti tarafından tespit olunarak,
göçmenler mıntıkalarına sevk edilmişlerdir374.
Göçmenlerin indirildikleri yerlerin
hepsinde birer “tahaffuzhane” bulunmaktadır. Bu tahaffuzhanelerde, Kızılay tarafından göçmenlerin temizlikleri, aşıları
ve gerekli sağlık muayeneleri yapılmış, ayrıca göçmenlerin ellerindeki parayı Türk lirasına çevirebilmeleri için banka memurları
görevlendirilmiştir. Burada tamamlanan işlemlerden sonra, göçmenler
misafirhanelere sevk edilmiş, kayıt ve tescil
işlemleri yapılan göçmenlerin iaşelerini Kızılay karşılamıştır375.
İstanbul’a gelen bazı göçmen
kafileleri, iskân edilinceye kadar Tophane’deki medreselere yerleştirilmiştir376. Dâhiliye
Bakanlığı, göçmenlerin çok çabuk ve zorluğa uğramadan
yerlerine gönderilmeleri için,
Trakya Umum Müfettişliği’nden başka, göçmenlerin İstanbul’daki durumlarını düzenlemek için, Mülkiye
müfettişlerinden Feyzi Güral’ı memur etmiş, İstanbul’daki
iskân sevkiyat yerinin temizlenmesi ve ıslah edilmesi ve yeni bir sevkiyat yeri yapılmasını kararlaştırmıştır. Hem
toplu halde, hem de dağınık gelen göçmenlerin
buralardan iskân yerlerine gönderileceği bildirilmiştir377.
Bunun için, Sarayburnu’nda önce
askeri sevkiyat binası olarak kullanılmakta olan milli emlake ait binanın
tamiri ile sevkiyat binası olarak kullanılmasına karar verilmiştir378. Romanya’dan ve diğer bölgelerden gelecek göçmenlerin,
öncelikle, bu göçmen evine getirileceği, aşılanacağı, ilk temizliğinin yapılacağı, istirahat ettirileceği ve sonra
yarısının deniz, yarısının ise, kara
yoluyla Trakya’ya gönderileceği planlanmıştır379. Bu planlamayla,
1936 yılında gelen göçmenlerin, hangi
memleketten gelirse gelsin ve nereye gidecek olursa olsun Sarayburnu’nda hazırlanan göçmen misafirhanesine inmeleri kararlaştırılmıştır. Misafirhanede binlerce göçmenin oturacağı
yer, büyük bir aşhane ve Kızılay tarafından revir
hazırlanmıştır. Göçmenlerin yerleşecekleri yerler buradan tayin edilmiştir. Hem vapurların, hem de göçmen
nakleden trenlerin Sarayburnu’na gelmeleri
372 Ulus, 29 İlk Teşrin 1936.
373 Anavatana Göç Edenler, s. 12.
374 Akşam, 21 Teşrin-i Evvel 1934.
375 Duman, “Atatürk Döneminde
Balkan Göçmenlerinin İskân Çalışmaları”, s. 478.
376 Cumhuriyet, 28 Eylül 1934.
377 Cumhuriyet, 28 Temmuz 1935.
378 Cumhuriyet, 1 Eylül 1935.
379 Cumhuriyet, 13 Eylül 1935.
kararlaştırılmıştır380. Ayrıca, göçmen sayısı arttıkça,
sevkiyat yeri olarak yeni yerler düşünülmüş,
İskân Müdürlüğü ile Şark Şimendifer Kumpanyası arasında, depo kiralama işi görüşülmüş ve İskân Müdürlüğü,
Sirkeci’deki depolardan bir kaçını bir ay süreyle kiralamıştır. Trakya ‘ya sevk edilmek üzere İstanbul’a gelen
göçmenler, sevk günlerine kadar, bu depolarda yatacağı
ve iaşelerinin Kızılay
tarafından karşılanacağı bildirilmiştir381. Kızılay’ın
düzenli olarak yemek vermesi için, Sirkeci depolarında, bu işe devamlı memurlar
tayin edilmiştir. 1700 göçmenin birden gelmesi üzerine,
İstanbul’da bir göçmen misafirhanesi ihtiyacı daha hissedilmiş, göçmenlerin geceyi geçirmeleri
için ayrılan 2 büyük depo yeterli gelmediği için, göçmenlerden bir kısmı Şark demiryollarına
ait 18 vagona yerleştirilmişlerdir382.
Ayrıca, Romanya’nın Köstence, Silistre, Totrakan şehir
ve köylerinden gelen göçmenler, Karaağaç
konukevinde kalmış, bu göçmenlere giyecek,
sıcak çorba ve yemek
verilmiştir. Sağlık durumlarıyla ilgilenilmiş, hepsinin banyoları
yaptırılmıştır. Edirne’ye gelen bu
göçmenler için önceden hazırlıklar tamamlanmış bir iki gün içinde ayrılan evlere taksim edilmişlerdir383.
İzmir’e inen göçmenler ise, sağlık taramaları için, Urla tahaffuzhanesine çıkarılmıştır384.
2.3.2. Göçmenlerin İaşe ve Barınmaları
Mübadeleden sonra yaklaşık
on yıl çok fazla göç almayan Türkiye,
1934 yılından sonra Romanya ve Bulgaristan’dan başlayan
göçlerle, tekrar harekete
geçmiştir. İskân işi, belli başlı üç safhadan oluşmaktaydı. Bunlardan
ikisi, göçmeni barındırıp ev sahibi
etmek, kendisinin ve aile fertlerinin maişetlerini yalnız başına temin edecek
duruma gelinceye kadar beslemek olmuştur.
Üçüncüsü ise, toprak ve çift hayvanlarıyla
ziraat aletlerini verip, müstahsil bir hale getirmektir ki bu konuya ileride değinilecektir. 1934 yılına kadar gelen
göçmenler, serbest göçmen oldukları için, bu
safhalar sistemli olarak yapılmamıştır. Fakat 1934 yılından sonra, daha sistemli bir iskân politikası uygulanmıştır.
Romanya’nın gösterdiği kolaylıklar sayesinde göçler
iyi şartlarda yapılmasına karşın Bulgaristan’dan gelen göçmenler aç ve perişan
bir halde gelmişlerdir. Gelen
380 Cumhuriyet, 16 Nisan 1936.
381 Akşam, 11 Kanun-i Evvel 1935.
382 Akşam, 29 Teşrin-i Sani 1935.
383 Akşam, 18 Kanun-i Evvel 1935.
384 Ulus, 21 İlk Teşrin 1936.
göçmenlerin iaşesi, ilk geldikleri anda Kızılay tarafından karşılanmış, hükümet, göçmenleri sevk ettiklere yerlere giderken
iaşe parası da vermiştir. İhtiyaç durumunda,
Kızılay bazı yerlerde göçmenler için aşhane açmıştır. Bunlardan biri,
Romanya’dan gelen 3000 göçmen için,
Denizli’de açılan bir aşhane olup, göçmenlerin, iskân yerlerine sevk
edilecekleri zamana kadar, burada iaşelerinin sağlanmasına çalışılmıştır385.
Göçmenlerin iaşelerini uzun vadede temin etmek için ise, tohumluk
dağıtılmasına başlanmıştır. Göçmenlerin iaşesi, Heyet-i
Vekile’nin kararıyla, Ziraat Bankası’nın mubayaa
ettiği buğdaylardan temin edilmiş ve Trakya bölgesinin dört vilayetinde
iskân edilen göçmenlere 1934 yılında, 1.680.927 kg. buğday dağıtılmıştır. 1935 yılındaki iaşeleri
için de, Ziraat Bankası tarafından tahsis edilip, Trakya ambarlarında mevcut buğdaylar dağıtılmıştır. Ancak Ziraat Bankası’nın, Trakya dâhilindeki
mübayaa merkezlerinde, göçmenlere verilecek stok mal çok az olduğu için, İzmir’den buğday gönderilmesi
sağlanmıştır. Buğdaylar, İzmir’den gelinceye kadar, göçmenlerin iaşesi,
iskân tahsisatından temin edilmiş ve aç kalmalarına meydan verilmemiştir.
Gelen göçmenlere öncelikle iaşeleri sağlandıktan sonra, bir an önce barınacak bir yer bulunması gerekmekteydi. Çok sayıda göçmen için barınacak
yer bulma konusunda, iskân tahsisatı da çok fazla
olmadığından, evleri yapılıncaya kadar, halkın
fiili yardımlarına müracaat edilerek, göçmenlerin köylü evlerinde
barındırılmasına karar verilmiştir. En fazla göçmenin
iskân edileceği Trakya’da, köylüler, göçmenleri, evlerine kabul ettiği gibi, hüküm süren
kuraklığın doğurduğu darlık ve zarurete rağmen, göçmenleri uzun süre beslemiş, tarlasını sürmüş, hatta tohum
bile vermiştir. Yeniden yapılmağa
başlanan göçmen evlerinin inşa malzemesinin tedarik ve nakline de yardım etmişlerdir. Trakya umum müfettişliğinden
yazılan, bölgenin iskân durumu hakkında bir
raporda belirtildiği üzere, göçmenler, Türkiye’ye gelmeye başladıkları zaman, kendilerine
daha önceden yapılmış ev olmadığı için, İskân Kanunu’nun verdiği yetkiye dayanarak, yerli halkın evlerine
muvakkaten yerleştirilmiş ve kış mevsiminden önce gelenlere yine kendileri ve yerli halk çalıştırılmak suretiyle
bir miktar ev yapılmış, önemli bir
kısmı ise, kışı yerli evlerinde geçirmişlerdir. Gelibolu ve Çorlu kazalarında tesis edilen iki üç müstakil köyden başka,
gelen göçmenlerin hemen hemen tamamı, arazisi müsait
olan yerli köylerinde yerleştirilmiştir. Göçmenlerin, yerli evlerinde
385 Ayın Tarihi, 3 Kanun-ı Evvel 1935.
barındırılmaları için meskûn köylerde iskânları zorunlu olmuştur. Bu
sayede hem eski köylerin büyütülmesi, hem de göçmen evlerinin, imece usulüyle yapılmasında, tarlalarının sürülmesinde yerli halkın yardımından istifade
edilmesi düşünülmüştür386. Trakya bölgesinin haricindeki yerlere gönderilen göçmenlerin iaşeleri ve barınma yerleri
ise valilikler tarafından
temin olunmuştur.
2.3.3. Göçmenlerin İskân Yerlerinin Tespiti
ve Yerleştirilmeleri
Kesin olmayan bazı tespitlere göre, 1923–1938 arasındaki dönemde Bulgaristan’dan 180.979,
Yugoslavya’dan 111.273387 ve Romanya’dan 38.009’u
serbest, 75.771’i iskânlı olmak üzere 113.780 göçmen, Türkiye’ye
gelmiştir388. Sadece 1933 yılı içerisinde Türkiye’ye 20.000 göçmen gelmiş,
1934 yılında da 50.000 göçmenin
geleceği önceden bildirilmiştir389. Daha sonraki 5 yıl içerisinde de yaklaşık
250.000
göçmenin, Türkiye’ye getirilip iskân edilmesi planlanmıştır.
2.3.3.1 Trakya Bölgesi
Balkanlar’dan gelen göçmenler, öncelikle ve çoğunlukla Trakya bölgesine yerleştirilmiştir. Bunun sebebi, Balkan
harbinden önce Trakya kasabalarıyla köylerinde, oldukça önemli bir nüfusa sahip olan Rum ve Bulgarların mevcut
olmasıdır. Kasabada oturanlar san’at ve ticaretle, köylerdekiler ise ziraatla
geçimlerini sağlamışlardır. Bulgarlar, Balkan harbinden sonra Bulgaristan’a, Rumlar da Lozan antlaşmasının ardından, Yunanistan’a gittikleri için,
Trakya’da önemli bir nüfus boşluğu olmuştur.
Balkan harbinden sonra, Rumeli’nin çeşitli
yerlerinden gelen göçmenlerle, Yunanistan’dan mübadil sıfatıyla
gelen Türkler köylerde
meydana gelen boşluğu
mümkün olduğu kadar doldurmuşlarsa da kasabalardaki boşluk doldurulamamıştır. Yunanistan’dan ve daha sonra Bulgaristan ve Romanya’dan gelmeğe
başlayan göçmenlerin yüzde
doksan beşi çiftçi olup içlerinde san’at ve ticaret erbabı pek az olduğu ve kasabalı halkın, birçoğu parasız
geldiği için, Trakya kasabalarında görülen boşluğun
doldurulmasına imkân görülememiştir390. Bu yüzden iskân için en iyi
bölge, göçmenlerin geldikleri
yerlere, iklime ve sosyal hayata uygunluğu dolayısıyla Trakya bölgesi
olmuştur.
386 BCA, 030.10 72.475.2.
387 Geray, Türkiye’den
ve Türkiye’ye Göçler, Ek Tablo.
388 Ağanoğlu, Osmanlı’dan
Cumhuriyete Balkanlar’ın Makûs
Talihi Göç, s. 332.
389 Cumhuriyet, 10 Temmuz 1934.
390 BCA, 030.10 72.475.2
19 Şubat 1934 tarihinde Edirne, Kırklareli, Tekirdağ
ve Çanakkale’yi kapsayan Trakya bölgesinde, göçlerin artmasıyla beraber,
bayındırlık ve iskân işlerinin daha esaslı bir şekilde tanzim ve idaresi
için, Trakya Umûmî Müfettişliği
adı ile İkinci Umum
Müfettişlik kurulması onaylanmış, müfettişlik merkezi ise Edirne olmuştur. Eski Birinci
Umum Müfettişi İbrahim
Tali Öngören, bu defa Trakya/İkinci Umûmî Müfettişliği’ne
atanmış, kısa bir süre sonra da Kazım Dirik bu göreve getirilmiştir391. 1934–1938
yıllarını kapsayan göçlerle,
Türkiye’ye gelen göçmenlerin Trakya’daki bütün iskân işleriyle bu Müfettişlik ilgilenmiştir. İhtiyaç oldukça, Müfettişlik bünyesinde teşkilatlar oluşturulmuştur. 1935 yılı içerisinde Trakya’ya yerleştirilecek
90.000 göçmenin işleri için
oluşturulmak istenen bir iskân teşkilatında, her vilayet merkezinde, bir müdür, bir memur, iki
kâtip ve bir odacıdan oluşan bir kadro, ikisi
Umumî Müfettişlik’te, on sekizi iskân yapılacak kazalarda ihtiyaç
oldukça kullanılmak üzere 5’i yüzer, 15’i seksener lira aylıklı 20 ücretli memur, Çanakkale, Tekirdağ,
Kırklareli ve Edirne vilayetlerinde birer doktor ve ikişer sıhhiye
memurundan oluşan üç grup yapılmak
üzere, Sıhhat Vekâleti’nin bulaşıcı hastalıklarla mücadele teşkilatındaki bir doktor ve 4 sıhhiye memuruna ek
olarak, 200 lira aylıkla iki doktor ve 75 lira aylıklı iki sıhhiye memuru, 200 lira aylıklı bir mimar ve 100’er lira
aylıklı iki fen memuru, Bükreş, Sofya
ve Köstence’de bulunup, göçmenlerin Türkiye’ye gelişlerini düzenlemek için 250’şer lira ücretli üç memur yer
almış ve bu teşkilatın kurulabilmesi ve diğer
masraflar için 45.000 liraya ihtiyaç olduğu Başbakanlığa yazılmıştır392.
Romanya, Bulgaristan ve Yugoslavya’dan gelen bir kısım Türk muhacirleri, Çorlu
civarındaki köylere yerleştirilmiştir. Bu tarihe kadar Çorlu’da muhacirler için, yeni
üç köy tesis edilmiştir. Çorlu’ya bağlı Önerler ve Türkmeneli köyleri
ile her birinde göçmenler için 60 yeni ev yaptırılmış olan köyler
oluşturulmuştur393. Gelen muhacirlerin
çok sayıda olduğu, dolayısıyla ihtiyaç olması durumunda, bir köy daha kurulması planlanmıştır394.
Romanya’dan gelen 1030 nüfusun Tekirdağ’a gönderileceği bildirilmiş, merkezden, Çorlu’ya iskânları düşünülse de, Ekim
1924 itibariyle, Çorlu iskân
mıntıkası dolduğu için buraya artık göçmen gönderilmeyeceği bildirilmiştir395.
Bu da, iskânla uğraşan birimlerin, yeterince bilgilendirilmediğini göstermektedir.
391 Cemil Koçak, Umumî Müfettişlikler (1927-1952), İletişim Yay., İstanbul, 2003, s. 127 vd.
392 BCA, 030.10 72.474.6.
393 Ayın Tarihi, 29 İkinci
Teşrin 1934.
394 Akşam, 28 Temmuz 1934.
395 Akşam, 22 Teşrin-i Evvel 1934.
Bulgaristan Türklerinden, baskılardan dolayı Romanya’ya iltica eden birçok
kişinin Türkiye’ye gelmeleri
için yaptıkları müracaat
da kabul edilmiş,
bu gibi göçmenlerin Tekirdağ’da iskân edilecekleri bildirilmiştir396.
Balkanlardan İstanbul’a her gün
trenle, 40–50 kadar muhacir gelmiş, öyle ki, üç ay içerisinde, gelenlerin
sayısı 4–5 bini bulmuştur397.
Romanya’dan göçler sıra ile yapıldığından, Köstence’de toplanmış 10000 kadar muhacir de, Türkiye’ye gelmek
için beklemekte oldukları, bu muhacirler çiftçi
ve zengin olup mallarını, hayvanlarını da beraber getirdiklerinden daha çabuk üretici
durumuna geçebilecekleri bildirilmiştir398.
Tekirdağ’a gelen göçmenlerden bir kısmı, Hayrebolu’ya
yerleştirilmişlerdir399. Trakya Umumi müfettişi İbrahim
Tali, Çanakkale, Gelibolu,
Eceabat kazalarında yerleştirilmiş olan göçmenlerin
durumlarını bizzat tetkik etmiş, köylere geçici olarak yerleştirilen göçmenlere, toprak dağıtımı yapılmış, göçmenlerin
en kısa zamanda üretici hale
geçmeleri ve sefalete düşmemeleri için tedbirler alınmıştır. Tekirdağ halkevi
de, muhacirlere yardım
amacıyla balo tertip etmiştir400.
Trakya’daki boş toprakları şenlendirecek nüfusun temin
edilmesi, hem bölge, hem de Türkiye
açısından büyük önem arz etmektedir. Trakya’nın nüfusunun artırılması için,
Nüfus Umum Müdürlüğü, 5 sene içerisinde tatbik edilmek üzere bir
program hazırlamış, buna göre; civar komşuların
topraklarındaki nüfus kesafetini bulmak veya
bunlara nispeten yakın bir kesafet elde etmek ve bundan dolayı bugünkü
614.381 nüfus adedini 1.250.000 e
ulaştırmak için daha 640.000 göçmenin bu bölgede yerleşmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bu 640.000
göçmenin de eklenmesinden sonra, Trakya’nın nüfus
kesafeti 55,8 i bulacaktır. Yüksek sayıda göçmen getirilmesi, tahsisat ve zaman
işi olduğu için bunun yarısını getirip yerleştirmek üzere, 5 senelik bir planla çalışma
programı hazırlanmıştır. Bu programa göre; 5 sene zarfında alınacak
göçmen adedi
263.000 nüfustan ibaret olacaktır. Bu adetten 90.000’inin, 1935 mali senesi içinde alınması ve kalan 173.000 adedinin de
diğer 4 sene içinde alınması kararlaştırılmıştır. 1935 yılı içinde, Trakya için alınması düşünülen 18.000 evde
90.000 nüfustan; 6000 evde 30.000
nüfus Kırklareli, 6000 evde 30.000 nüfus Çanakkale, 3000 evde 15.000 nüfus Tekirdağ’a ve 3000 evde 15.000 nüfus da Edirne
vilayetine yerleştirilecek ve
396 Akşam, 23 Ağustos 1934.
397 Akşam, 29 Ağustos 1934
398 Akşam, 22 Teşrin-i Evvel 1934.
399 Ayın Tarihi, 14 İkinci
Teşrin 1934.
400 Ayın Tarihi, 15 İkinci
Teşrin 1934.
diğer 4 yılda da alınması düşünülen 173.000 nüfustan 40.000 nüfusu
Tekirdağ’a, 44.000 nüfusu
Çanakkale’ye, 44.000 nüfusu Kırklareli’ne ve 45.000 nüfus ta Edirne vilayetine yerleştirilecektir. Bunların yerleştirilmesi için, İskân Kanunu’nun 21. Maddesinde yazılı, bütün milli topraklardan,
şehirlerin, kasabaların, köylerin sınırları içinde bulunan mera, bataklık, fundalık gibi orta malı
olup hükümet tarafından ihtiyaçtan fazla görünen topraklardan şehirlerin kasabaların ve köylerin dışında kalan
boş yerlerden görülecek lüzum üzerine
bazı ormanların boş bulunan kısımlarından, Meriç ve Ergene sularından başka Trakya’da bulunan
büyük ve küçük bataklıkların kurutulması suretiyle elde edilecek topraklarla bir kısım
çiftliklerin 1505 sayılı kanuna dayanarak istimlâkinden elde edilecek topraklardan da istifade edilecektir. Program dahilinde, Trakya’da
şahıslara ait 178 çiftlik tespit edilmiştir. Bu çiftliklerin 53’ü, Çanakkale’de, 66’sı Tekirdağ’da,
39’u Edirne’de, 20’si de Kırklareli vilayetinde olup alanı 2.273.174 dekarı bulmaktadır. Bu çiftliklerin önemli bir
kısmı, bakımsızlıktan ve üretim
araçlarından yoksunluğundan ve
özellikle sermayesizlikten Ziraat Bankasına veya şâhısa ve özellikle Türk kültürüne bağlı bulunmayan bir zümreye aittir.
Bataklıkların kurutulması ve gereken
toprakları hazırlamak, Bayındırlık Bakanlığı’nı ilgilendirdiği için, bu konuda
bu bakanlıkla haberleşildiği ve bütün bunların
yapılmasıyla, 5 seneden
sonra geleceklere de yer
hazırlanabileceği için, ikinci bir 5 senelik planla, Trakya’ya 640.000 nüfus yerleştirmenin mümkün
olacağı ifade edilmiştir401.
Nitekim İkinci Umûmî Müfettişliği, kendi bölgesinde, göçmenlere toprak sağlayabilmek
açısından, özellikle istimlâk konusuyla ilgili, 25 Nisan 1935 tarih ve 2/2405 sayılı bir kararnameye göre,
“Trakya Umûmî Müfettişliği mıntıkasını teşkil eden Edirne, Çanakkale, Kırklareli ve Tekirdağı vilâyetlerine, beş
senelik iskân programına tevfikan yerleştirilecek muhacirlerin mühim bir kısmını, çiftçiler
teşkil etmekte olduğundan, bu mıntıkada, eşhasa aid ve
bakımsız bir halde olduğu ve 350.000 muhaciri
kolaylıkla istiap edebileceği anlaşılan 178 çiftliğin, ihtiyaç nisbetinde istimlâk
edilebilmesi için, 1505 sayılı kânun hükmünün yukarıda
adı geçen yerlerde
de tatbikine” karar verilmiştir402.
Dâhiliye Bakanlığı da, Trakya’daki iskân işleriyle yakından ilgilenmiş, Trakya Umumi Müfettişi İbrahim
Tali, her vekâletten ilgili birer kişinin
katılmasıyla bir komisyon
toplayarak, Trakya hakkında
gerekenlerin yapılması için toplantılar
401 Cumhuriyet, 6 Haziran 1935. BCA, 030.10
72.474.6.
402 Koçak,Umumî Müfettişlikler, s. 134.
yapmıştır. Trakya’da iskân için devletin
1.000.000 lira tahsisat
ayırması istenmiş, kerestesi Belgrat ormanlarından ve diğer malzemesi de milli müesseselerden
temin edilecek olan göçmen evlerinin
kısa bir zamanda bitirilmesi planlanmıştır403. Trakya’da
göçmenlerin getirilmesi ve inşa edilecek evlere ait malzeme ve diğer
ihtiyaçların tedarik edilmesi işleriyle
meşgul olmak üzere İstanbul’da bir komisyon oluşturulmuş, bu komisyonda İstanbul
Vali yardımcısı, Trakya Umum Müfettişliği’nin bir temsilcisi ile belediye
ve maliyeden birer temsilci bulunmuştur404. Bu komisyon, ilk aşamada, Müfettişlik memurlarına teslim edilmek
üzere, 90.000 liralık kereste, cam, çivi vs. satın alınmıştır405.
Merkez İskân Komisyonu, 28 Kasım 1934 tarihinde,
Trakya’nın iskân durumunu görüşüp, gerekli
olan kararları vermişlerdir. Umum Müfettiş İbrahim Tali, merkez iskân komisyon azaları ve Trakya valilerinin
katıldığı toplantıda, valiler, göçmenler için bütün imkânların kullanıldığını, göçmenlerin durumunda endişe
edilecek bir eksik olmadığı beyan
edilmiştir. Toprak konusunda, tam olarak bilgi sahibi olunmadığı, bu konuda
daha doğru bilgiler alınması için Ziraat uzmanlarının da katılacağı bir
kadastro işinin olması gerektiği
ileri sürülmüş, buna karşı Maliye Vekâleti temsilcisi, milli emlâkın tespit ve tayini için, vilayetlerin gerek
duyacağı kadro ve tahsisatı hemen verebileceğini vaat etmiş, işlenmesi gereken yerler üzerinde bir eleme ve
tarama yapılması, devlete ait toprakların, gerçek mevcudunun öğrenilebileceği ve vilayetlerin köy ve meraları
üzerinde yaptıracakları bir araştırmayla, Trakya’nın ne kadar nüfus
besleyebileceğine dair, daha yakın
bir görüş alınabilmesi kararlaştırılmıştır. Çanakkale Valisi, Kırkgözler suyunun yaptığı bataklığın kurutulmasını
ve kurutulan yere, yerleşim için bir an önce
imkân verilmesini teklif etmiştir. Sıhhat Vekâleti’nin bölgede
görevlendirdiği bulaşıcı hastalıklarla
mücadele doktoru Nuri Bey, Romanya’dan gelen göçmenlerin getirdikleri uyuz dolayısıyla tifo vakalarının olduğunu,
Bulgaristan’dan gelenlerin bir kısmının sadece bir kat çamaşırları olduğunu
ifade etmiş, kaza merkezlerinde bir hamam ve etüv bulunmasının gerekli olduğunu ileri sürmüştür. Göçmenlerin
yanlarında getirdikleri ley ve levaların
Trakya’daki banka şubelerinden birisi tarafından hemen
satın alınması istenmiş, merkez, bu iş için, bir devlet bankasıyla görüşüldüğünü ifade edilmiştir. Ayrıca iskân bölgelerindeki, kaymakam ve memurların, göçmenlerin işlerini yakından
403 Cumhuriyet, 13 Mart 1935.
404 Cumhuriyet, 13 Mayıs 1935.
405 Cumhuriyet, 20 Mayıs 1935.
takip edip, düzenlemeleri için, yol masrafı verilmesi ve kadronun tek
başına bir şekilde çalışabilecek bir duruma yükseltilmesi de istenmiştir406.
1935 yılı içerisinde 100.000 göçmenin Türkiye’ye
getirilmesi planlanmış ve bu sayının 10.000’inin doğu vilayetlerine, geriye kalan 90.000’inin de 15.000’inin Edirne’ye, 30.000’inin Kırklareli’ye, 15.000’inin Tekirdağ’a ve 30.000’inin Çanakkale’ye gönderilerek, boş topraklarla meralardan ayrılacak yerlerde toprak dağıtılması planlanmıştır407.
1936 yılında da, hem göçmenlerin, hem de yerli halktan olup, topraksız bulunanların topraklandırılmaları önemle takip edilmiş ve Türkiye’ye gelen her göçmene kanunun çizdiği çerçevede toprak
dağıtıldığı ve göçmenler namına
temlik edildiği gibi, özellikle doğuda topraksız olan yerli halkın topraklandırılmasına çalışılmıştır. Bazı yerlerde toprağın dar
olması dolayısıyla, daha önce de planlandığı
gibi, şahıslara ait çiftlikler, İstimlâk kanununa göre alınarak bunlar
da göçmenlere ve topraksız halka
dağıtılmıştır. 29 Ekim 1936 tarihine kadar, 100.426 lira karşılığında, Trakya’da
164.102 dekar arazi ve Kocaeli
vilayetinde de vakfa ait 2 büyük çiftlik istimlâk edilerek, göçmenlere dağıtılmış
ve Antalya vilayetinin Manavgat kazasında, bir
çiftlik istimlâk edilerek
yerli topraksız halka dağıtılmıştır. Aksaray
kazasında kurutulmuş olan
Karasaz bataklığı üzerinde 400 hanelik yeniden modern plan dâhilinde köy kurulması kararlaştırılmış, Konya
vilayetinin Akşehir ve Çumra
kazalarında ve Kocaeli’nin Derince
tütün çiftliği Altunizade, Sünbüle, Mahmudiye çiftlikleri üzerinde ve Tekirdağ’ın Paşaağılı mevkilerinde de yeniden köyler kurulmuştur408.
2.3.3.2. Doğu Bölgesi
Boş olan Trakya bölgesinin yanında,
doğu bölgesine yönelik
1925 yılında hazırlanan Şark Islahat Planı’nda da
geçtiği gibi, bir kısım göçmenlerin de doğuda iskân edilmeleri sağlanmaya çalışılmıştır. Bu plandaki amaç, dönem
itibariyle, bölgeye Türk nüfusunun
yerleştirilerek, bu bölgenin Türk nüfusunu artırmak ve dolayısıyla her dönem şekavede açık bu bölgeyi devlet ve halk
açısından güvenilir bir bölge haline getirmektir. Her ne kadar mübadeleden sonra böyle bir plan hazırlanmışsa
da, mübadeleyle gelen göçmen nüfusun
doğuda yerleştirilemediği görülmüştür. Yerleşen mübadiller ise,
406 BCA, 030.10 72.472.8.
407 BCA, 030.10 72.474.6
408 Ulus, 29 İlk Teşrin 1936.
bölgede uzun süreli kalmamış, gerek iklim gerekse verimsiz topraklar gibi
olumsuz şartlardan dolayı bölgeyi terk ederek, batıya yerleşmişlerdir. Ancak, Bulgaristan, Romanya ve diğer yerlerden gelmeye
başlayan Türk nüfus, doğuya yerleştirilebilmiştir. Bölgede kurulan Birinci
Umum Müfettişlik, iskân işleriyle de ilgilenmiş, gerekli
hazırlıkları yapmıştır. 1932 yılında Romanya’dan bölgeye 100 ev göçmen
getirilip iskân edilmesi
planlanmıştır. Fakat Umumi Müfettişlik’in Dâhiliye Vekâleti’ne ivedi olarak gönderdiği yazıda, planda 100 ev göçmenin
iskânı varken, Köstence’den 120 evin gelmiş olduğu ve hatta daha 200 evin de
hareket halinde olduğunu haber aldıklarını bildirmiş,
gelmiş olan 120 evin barınma ihtiyaçları giderilse bile, gelecek olanların yerleştirilmesine ve mevsim dolayısıyla inşaat yapılmasına imkân olamayacağı, kış ortasında perişan
olmamaları için, ilkbahara
kadar sevkiyatın durdurulmasının konsolosluğa bildirilmesini istemiştir. Ayrıca 1933 yılında
getirilecek ve bölgeye
yerleştirilecek göçmenlerin, hazırlık yapmak açısından sayısının
verilmesi istenmiştir409. 1933 yılında
başlayan ve sonraki
yıllarda devam eden göçlerle Türkiye’ye gelen göçmenler, Anadolu’nun doğusunda, daha çok Elazığ ve Diyarbakır’a yerleştirilmişlerdir. 1933 yılında gerek
Balkanlardan gerekse Rusya, Suriye gibi diğer
yerlerden Türkiye’ye gelen göçmen miktarı, toplam olarak 6191 hanede
26.002 nüfus olmuş, bunlar arasında,
Romanya’dan gelen 222 hanede 820 nüfus, Yugoslavya’dan gelen 1 hanede 6 nüfus Elazığ’da, Romanya’dan gelen 23 hanede 83 nüfus, Yugoslavya’dan gelen
24 hanede, 82 nüfus da Diyarbakır’da iskân edilmiştir410.
1933 yılında Balkanlardan ziyade en çok göçmen Rusya’dan
gelmiştir. Rusya’nın
politikası gereği Müslüman Türklere yapılan zulümler sonucu, Türkiye’ye gelenler,
bölgeye yakınlığı ve
toprakların boş olması dolayısıyla doğu vilayetlerine gönderilmiştir. Bu yılda, Beyazıt vilayetine 468 hanede 2360
nüfus, Elazığ vilayetine 2 hanede 15 nüfus, Kars vilayetine,
987 hanede 4088 nüfus, Malatya vilayetine 27 hanede
135 nüfus, Muş vilayetine 416 hanede, 1197 nüfus, Van vilayetine de 113
hanede, 582 nüfus göçmen gelmiştir.
Bunun dışında İran’dan gelen 287 hanede 1504 nüfus göçmen de Van, Muş ve Malatya’ya gönderilmiştir411.
Diğer doğu vilayetlerinde 1933 yılı içerisinde göçmen iskân edilmemiştir.
409 BCA, 030.10 81.530.20.
410 BCA, 030.10 81.531.8
411 BCA, 030.10 81.531.8
Özellikle 1934 yılında İskân Kanunu’nun kabulünden
hemen sonraki tarihlerde, Bulgaristan,
Romanya ve Sırbistan’dan hemen her gün gelen, 30–40 göçmen, Trakya yoluyla gelip Trakya’da iskân
edilmişlerdir. Yeterince Türk nüfusun bulunmadığı doğu bölgesine, göçmen yerleştirmek amacıyla, vapurla gelen göçmenlerin iskân hakkı istedikleri durumda, doğu bölgesine
gönderileceği bildirilmiş, iskân hakkı istemeyenler ise istedikleri yere gitmekte
serbest bırakılmışlardır412.
Ayrıca, 1934 yılının Haziran ayında, 2502 sayılı “Kars
Vilayetiyle, Beyazıt, Erzurum ve
Çoruh vilayetlerinin bazı parçalarında muhacir ve sığıntıların yerleştirilmesi ve yerli çiftçilerin topraklandırılmasına dair bir kanun kapsamında da göçmenlerin doğudaki bu yerlerde iskânları
düşünülmüştür413. Kanuna göre, Kars vilayeti ile Bayazıt vilayetinin Iğdır ve Tuzluca (Kulp),
Erzurum vilayetinin Oltu ve Çoruh Vilayetinin
Artvin, Şavşat ve Borçka kazalarında ve Kemalpaşa nahiyesinde, Türk
vatandaşlığından çıkıp, buraları
bırakmış olan Rus tebaasına ait toprak ve yapıların mülkiyeti, devlete intikal etmiştir. Genel olarak muhacir,
mülteci ve harikzedeler hakkında çeşitli kanun
hükümleri kabul edilmiş ve uygulanmış ise de, adı geçen
bu vilayet ve kazalarda, devlete ait olan bu toprak ve yapılardan
faydalanılamamıştır. Dolayısıyla bu kanunun hedefi, bu vilayet ve kazalarda bulunan
muhacir, mülteci ve harikzedelerin, bu durumdan dolayı mahrumiyetlerinin giderilmesi ve iskâna müsaade
edilmesi olmuştur414. Kanuna göre, gerek devlete intikal etmiş
ve gerekse devlete ait başka toprak ve yapılardan muhacir
ve mültecilere yerleşmek
üzere adi iskân dahilinde verilmiş olan ev, ahır, samanlık, dükkân
ve topraklar, parasız olarak temlik edilerek
tapuya bağlanacaktır. Henüz yerleştirilmemiş olanlar ise, iskân kanunu
hükümlerine göre, bu yerlerde
parasız olarak iskân edilecektir415.
1934 ve 1935 senelerinde çoğu Trakya’ya olmak üzere, yaklaşık 14 bin göçmen ise çoğunlukla Doğu Anadolu’ya yerleştirilmiştir. Doğuya gönderilen göçmenler, Dördüncü Umumi Müfettişlik tarafından hazırlanan programa göre
dört mıntıkaya iskân edilmişlerdir. Önem derecesine göre 1-4 şeklinde
kademelendirilen bu iskân mıntıkalarından ilki Elazığ, ikincisi
Çapakçur ovası, üçüncüsü
Elazığ-Muş demiryolunun ve şosesinin
onar kilometrelik sağ ve sol tarafları ve dördüncüsü de Diyarbakır-Erzurum ve Palu-Erzincan yolu üzeriydi. Bu planlama doğrultusunda
412 Cumhuriyet, 28 Ağustos 1934.
413 Ayın Tarihi, 4 – 9 Haziran 1934.
414 TBMM ZC, C.1, İ.64,
1934.
415 İskân Mevzuatı, s.101.
yapılan iskân çalışmaları
sonrasında göçmenlerin çoğunlukla Elazığ’a yerleştirildiği tespit edilmektedir416. Elazığ, 1933 yılında,
Romanya’dan çok sayıda göçmenin bölgeye gelmesiyle
bir iskân bölgesi halini almıştır417. Bulgaristan’dan 1285418, Romanya’dan ise bir ay içerisinde 443 hane, 2453
göçmenin Elazığ’a gönderilmesiyle, vilayette iskân işleri başlamış, göçmenlere ilk geldikleri andan itibaren sıcak yemek verilmiş
ve istirahatları temin
edilmiştir. Şehirde kurulan misafirhanelerde kaldıktan sonra, düzenli bir plan çerçevesinde otomobillerle
gideceklere yerlere gönderilmişlerdir. Göçmenlerin sağlık durumları sürekli
takip edilmiş, valilik,
göçmenlerin yerleşmesiyle bizzat ilgilenmiştir419. Ayrıca,
1934 yılında Romanya’dan gelen 300 hanelik
göçmen kafilesinin, yine
Elazığ’a gönderilmesi planlanmış, bu göçmenlere, devlet tarafından mahalli tarzda kerpiçten evler yaptırılmış, göçmenler buralara
yerleştirilmişlerdir420. Bunlar
için 230 adedi ikişer ve diğerleri birer katlı olmak üzere 687 ev yapılmıştır.
4 müstakil köyde, 342 ve merkeze
bağlı 32 köyde de 345 bina yapılmıştır421. Ayrıca Romanya
ve Bulgaristan’dan gelen göçmenler, Çakırkaş
(Hoşmat) köyüne de yerleştirilmiştir422.
1935 yılında, Romanya ve Bulgaristan’dan gelen
göçmenlerden 10.000 kişinin doğu vilayetlerine gönderilmesi kararına binaen,
göçmenler, Diyarbakır ve Elazığ vilayetlerine gönderilmiştir. Diyarbakır’da, Kıtırbil
köyünde göçmenlere yeni evler yapılmıştır. Birinci Umumi Müfettiş Abidin
Özmen iskân ve göçmen işleriyle bizzat ilgilenmiş
ve her türlü ihtiyaçlarının teminine çalışmıştır. Birinci Umumi Müfettişlik bölgesine gelen göçmenler için, zamanında evler tedarik edilmiş, boş yerlerde yeni güzel köyler kurulmuştur. Bu mıntıkalardaki vilayetlerden Elazığ
merkez kazasında iki katlı 403, birer
katlı 64 göçmen evi yapılmıştır. 40 ev daha iki katlı yapılmıştır. Elazığ’a bağlı Palu kazasında da 460 göçmen evine
başlanmış ve birinci katları bitirilmiştir. Bütün
göçmenler müstahsil hale geçmiş
çiftçi ve sanatkârlardan her birine
gereken yardımlar yapılmıştır. Sıhhi ve iktisadi
durumlarının iyi olduğu bildirilmiş. Kış günlerinde gelen göçmenler geçici
olarak uygun binalara
yerleştirilmiş evlerinin
416 Duman, “Atatürk Döneminde Balkan Göçmenlerinin
İskân Çalışmaları”, s.480.
417 Bu rakam daha önce 222 hanede 820 olarak verilmiştir. BCA, 030.10 81.531.8. Fakat dönemin basınında bu rakam, 282 hanede
1123 nüfus olarak verilmiştir.
Cumhuriyet, 16 Eylül 1936.
418 Akşam, 5 Kanun-ı Evvel 1934.
419 Ayın Tarihi, 14 Birinci
Kanun 1934.
420 Kovancılar Yıllığı,
1998, Ankara,
1998, s. 35
421 Cumhuriyet, 16 Eylül 1936.
422 Kovancılar Yıllığı,
s.129–130.
yapılması için bahar ayları beklenmiştir423. Yugoslavya’dan
da, Selanik yoluyla İzmir’e gelen
göçmenler de, Elazığ’a sevk edilmiştir. Gelen muhacirlerin iaşe ve ibatesi
Kızılay tarafından temin olunmuş ve
sevkleri sırasında hükümet tarafından ayrıca iaşe parası verilmiştir. Yugoslavya göçmenlerinin bir kısmı da Yozgat’a yerleştirilmiştir424.
Elazığ merkez ve kazaları ile bunlara bağlı köylere
iskân edilen göçmen miktarı, 1933
yılından, 1935 yılı sonu itibariyle 1419 ailede 5.600 nüfus olmuştur425.
Yine aynı dönemde, Iğdır’a 1.300,
Muş’a 700 göçmen iskân edilmiştir. 1935 yılı sonuna kadar doğuya yönelik yoğun sayılabilecek bu
iskân faaliyetleri sonraki yıllarda azalmıştır. 1936–1938 arasındaki dönemde,
yaklaşık olarak Van’a 212 ve Diyarbakır’a 1.369 göçmen yerleştirilebilmiştir. Doğuya yönelik tüm bu iskân faaliyetlerine karşılık
göçmenlerin bir kısmının bölgede kalmadığı, iskân hakkından vazgeçmek
uğruna batıya döndükleri görülmüştür426.
Doğuda göçmenden çok, topraksız köylüler ve muhtaç
kimseler olduğu için, bu bölgedeki
iskân faaliyetleri birbirinden ayrılamamıştır. Yani, toprak dağıtımında miktar belli olsa da bunun ne kadarının göçmene
ayrıldığı belirtilmemiştir. Mesela,
1936 yılında Üçüncü Umumî Müfettişlik’ten Bakanlıklara gönderilen bir yazıda, Iğdır kazasında yapılan iskân, toprak dağıtılması ve
temlik işleriyle uğraşıldığı ve yapılan işler sonucunda, merkez kasabasında 326
evde, 1639 nüfusa 134 ev, 48 ev yeri, 10 dükkân,
8 dükkân yeri ile 13.503 dekar arazi ve kazanın diğer köylerinde 623 evde 3473 nüfusa 573 ev, 58 ev yeri, 27 dükkân ve
33.523 dekar toprak dağıtıldığı, tapularının
verildiği ifade edilmişse
de, bunun ne kadarının göçmene
ait olduğu belirtilmemiştir427.
2.3.3.3 Diğer Bölgeler
Mübadeleyle birlikte diğer Balkan ülkelerinden
gelenlerin de iskân edilmeye çalışıldığı
dönemde, gelenlerin serbest göçmen olarak kabul edildiklerini ve buna göre muamele gördüklerini ifade etmiştik. Bu
şekilde 1925 yılında, Bulgaristan’dan gelecek
göçmenlerden, 700 nüfusun Afyon Karahisar’da iskânlarına izin
verilmiştir428. Bazı göçmenler, devletin gösterdiği yerlerde
iskân edilirken bazıları
da iskân yerlerini
kendilerini belirlemişlerdir. Daha önce Türkiye’ye
gelip yerleşmiş olan göçmenler,
423 Akşam, 23 Kanun-ı Evvel 1935.
424 Akşam, 8 Kanun-ı Evvel 1935.
425 Cumhuriyet, 16 Eylül 1936.
426 Duman, “Atatürk Döneminde Balkan Göçmenlerinin İskân Çalışmaları”, s.480.
427 BCA, 030.10 70.463.10.
428 BCA, 272.14 77.39.17.
gelecek akrabalarını da aynı yere çağırmışlar, bu durumda devletten
buna izin verilmesini istemişlerdir. İskân yerleri
Muğla olarak belirlenmiş göçmenler, Edirne’de
akrabalarının yanında yerleşmişlerdir. Daha önce yerleşmiş
olanlar, Dâhiliye Vekâleti’ne gönderdikleri telgraflarla, yanlarına
gelip yerleşen akrabalarının hiçbir yardım talep
etmedikleri ve ailelerinin dağılmaması için her konuda fedakârlığa hazır olduklarını bildirmiş ve toprak üzerinde
faaliyete başlayan bu kimselerin başka yerlere
sevk edilmemesini, bu durumun onların
mağdur olmalarına sebep olacağı için bulundukları
yerde iskânlarını rica etmişlerdir. Edirne vilayetinde meydana gelen bu durum üzerine, Dâhiliye Vekâleti, bir
kısmının Muğla’ya sevklerine karar vermiş, bir
kısmının ise nereli oldukları ve orada ne kadar süre ikamet ettikleri konusunda bir araştırma
yapılmasını istemiştir429.
Bulgaristan ve Yugoslavya’dan gelen göçmenler, 1934
yılında, Romanya’dan Türkiye’ye
geleceği bildirilen 1200 kişi için iskân yeri olarak Çorum belirlenmiştir430. Aynı zamanda, Yugoslavya’dan, Selanik
yoluyla, İzmir ‘e 90 aile göçmen gelmiştir431. Sonradan gelen 307 Yugoslavya göçmeni ise İzmir’de kalmayıp, iç bölgelere
sevk edilmişler432.
1935 yılında, Romanya’dan gelen 1500 göçmen Tuzla’ya indirilmiş, göçmenlerin sağlık kontrolleri ve aşıları yapıldıktan sonra
İzmit’te iskân edilmek üzere, Derince’ye
gönderilmişlerdir. Bu göçmenler iskân işleri tamamlanıncaya kadar İzmit halkının misafirleri olacağına karar
verilmiştir. Kızılay, göçmenlerin iaşelerini sağlamak için, İzmit’te bir aşhane açmıştır. İzmit’e, toplam 3000
göçmen iskân edilmesine karar verilmiş, yıl içinde gelecek
1500 kişinin daha İzmit’te iskân edilecekleri ve geri kalanının ise, Trakya’ya gönderileceği
bildirilmiştir433. Bu dönemde, iskân yerlerinden biri de İstanbul - Şile’dir. Türkiye’ye
gelecek göçmenlerden, 1500 kişinin, Şile’de iskân edilmesine karar verilmiş,
göçmenler gelmeden yerleri
hazırlanmış ve bunlara
dağıtılacak arazi de ayrılmıştır. Göçmenlerden bir kısmı Tuzla tebhirhanesine sevk edildikten sonra, Şile’ye gönderilmiştir.
Çatalca ve Silivri civarındaki metruk araziden
dağıtılmayan bazı parçaların, topraksız köylülere verilmesi
düşünülmüşse de buraya da
429 BCA, 272.14 77.38.20.
430 Akşam, 4 Teşrin-i Evvel 1934.
431 Akşam, 29 Teşrin-i Sani 1934.
432 Akşam, 20 Kanun-ı Evvel 1934.
433 Akşam, 11 Kanun-ı Evvel 1935.
göçmen yerleştirilmesi ihtimaline karşı bundan vazgeçilmiş, bu metruk
arazi sadece göçmenlere ayrılmıştır434.
Bulgaristan’dan gelen 450 ailede 1500 nüfus muhacir
de, Menemen, Torbalı ve Çandarlı’ya iskân edilmek üzere sevk edilmiştir. Muhacirlerin ilaç ihtiyaçları ve yanlarında getirdikleri hayvanların ot ihtiyaçlarına kadar karşılanmıştır. Kendilerine tahsis edilecek olan tarlalar ise köylüler tarafından imece usulüyle sürülmüştür. Özellikle 1936 yılında artan göçe karşılık, İzmir’e yerleşen
göçmenler için, 1000’den fazla ev yapılmıştır435.
Hükümet, 1936 yılında
gelmesi kararlaştırılan 25.000 göçmenin de Ankara, Yozgat, Kayseri, Niğde, Konya ve
Adana’ya yerleştirilmesine karar vermiştir436. Bu karar verilmiş olsa da, gerek Romanya, gerekse
Bulgaristan’dan gelecek 25.000 göçmenin
sadece adı geçen vilayetlerde iskânlarının mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla bunlardan sadece 11.000 nüfusun Konya, Yozgat, Niğde ve Kayseri
vilayetlerinde iskânlarının mümkün olduğu, geriye kalan 14.000 kişiden,
Çorum, Tokat, Bolu ve Bilecik vilayetlerinde, sadece 3500 göçmen için toprak bulunabileceği, dolayısıyla bu göçmenlerin, Tokat, Çorum,
Bilecik, İçel, Aydın, Muğla, Isparta, Burdur,
Manisa, Denizli, Antalya, Balıkesir, İzmir, Elaziz, Van, Muş,
Diyarbakır, Ağrı, Kars ve Sivas vilayetlerine de iskânları zorunlu
görülmüştür. Bu vilayetlere iskânı yapılan göçmenlere, geçici olarak hazineye ait araziden
tahsis edileceği, müstahsil bir hale gelmelerinin sağlanmaya çalışılacağı ve evleri yapılıncaya kadar, çift hayvanı
ve malzeme dağıtılacağı ifade
edilmiştir. Aslında bu bölgede iskân oldukça güç olacaktır. Ermeni ve Rum emval-i metrukesinden olan binalar hariç olmak üzere, sadece toprakların 2510 sayılı kanunun 21.maddesi
gereğince, göçmenlere tahsisi için bir karar
alınması gerekmiştir. Çünkü mübadil Rumlardan kalan topraklar, mübadil Türklerin haklarına karşılık verilmiş
olan tasfiye vesikalarının sonlandırılmasına yeterli olmamaktadır ve 1936 yılında hala
verilmemiş 4.000.000 liralık istihkak tutarı vardır. İkinci ve üçüncü umum müfettişlik bölgesinde bulunan dokuz vilayetteki Rum toprakları
da, şayet bu göçmenlere dağıtılırsa, diğer vilayetlerdeki Rum malları, istihkak tutarını hiçbir şekilde karşılayamayacaktır. Ayrıca borçlanma yolu ile göçmenlere dağıtılacak toprak bedelinin
çok uzun vadelerle tahsil olunabileceği ve böylece tasfiye
434 Akşam, 14 Kanun-ı Evvel 1935.
435 Baran, İzmir’in İmar ve İskânı, s. 193.
436 BCA, 30.18.1.2 61.8.9.
işlerinin de uzayacağı, sonuç
olarak istihkak sahiplerinin sıkışmasına neden olacağı ifade
edilmiştir. Durum bu şekilde olsa da, iskân işlerinin önemi dolayısıyla bu adı geçen vilayetlerde iskân yapılmasının zorunlu
olduğu yönünde karar çıkarılmıştır437.
İskân bölgeleri arasında,
genelde Trakya bölgesinde yapılan iskânın, 1936 yılında
yer değiştirmesinin sebebi, 1934–1935 senelerinde Trakya’ya gelen ve sayıları 60.000’i geçen Romanya ve Bulgaristan
göçmenlerinin evleri ve 2510 numaralı kanun gereğince iskân yardımları henüz tamamlanmamış olduğu için, bu eksikler tamamlanana kadar Trakya’ya göçmen
yerleştirilmeyeceğinin Sıhhat Vekili tarafından açıklanması olmuştur. Bu mecburiyet dolayısıyla, daha önce de
Romanya’dan getirilen 3852 göçmen de
Kocaeli de iskân edilmiştir. 1936 yılında gelecek göçmenlerin, Konya, Niğde, Kayseri, Çorum, Yozgat, Bolu,
Bilecik’te kendileri için hazırlanan yerlere ve köylere tespit edilen sınırlar dâhilinde gönderilmesi, yerlerine
varan göçmenlere hemen toprak
verilmesi, yemeklik ve tohumluk buğdaylarının iskân yerlerine en yakın olan Ziraat Bankası depolarına dağıtılması ve
yemeklik buğdaylarını alıncaya kadar, iaşeleri
ve diğer ihtiyaçları için bu bölgelere yeterli tahsisat gönderilmesi
kararlaştırılmıştır. Sıhhat vekili Refik Saydam,
Orta Anadolu’da hazırlanmış olan iskân yerleri
ve toprakların, ancak
kararlaştırılmış olan, 25.000 göçmen için olduğunu belirtmiş, bunun haricinde dış ülkelerden Türkiye’ye
gelecek göçmen olursa, bunların, ne Trakya’da, ne de Orta Anadolu’da yerleştirilemeyip, başka yerlere
gönderileceğini bildirmiştir438.
25.000 göçmenden ilk kafile olarak gelen 2099 evde 11.889 nüfus göçmen,
Orta Anadolu’da
kararlaştırılan vilayetlere yerleştirilmiştir439. Gerek
Romanya’dan, gerek Bulgaristan’dan
gelen bu göçmenler, beraberlerinde 814 at, 863 öküz, 921 manda, 1315 araba, 4569 koyun, 104 keçi, 30 eşek, 151
pulluk, 7 ziraat makinesi ve 839.985 kilo ev
eşyası getirmişlerdir. İkinci devre sevkiyatı, 1936 yılı Eylül ayı başından
itibaren başlamış, 9000’i Romanya’dan ve 6000’ni Bulgaristan’dan olmak üzere 15000 göçmenin getirtilmesi kararlaştırılmış ve buna göre iskân sahaları tespit edilmiştir. İkinci devrede Türkiye’ye gelecek göçmenlerden, 4 kafile Köstence
ve Varna’dan Tuzla’ya gelmişlerdir. Bunlar toplam 1414
hanede 5455 nüfus olup, bunların 1209 evde 4624 nüfusu Romanya ve 250 evde 831 nüfusu Bulgaristan göçmenleridir. Göçmenlerin
437 BCA, 030.18.01.02 65.50.14.
438 Cumhuriyet, 17 Nisan 1936.
439 Cumhuriyet, 9 Temmuz 1936. Başka bir gazete haberine göre, bu
rakam, Romanya’dan 1619 hanede 6495 nüfus ve Bulgaristan’dan 1301 hanede, 5442 nüfus olmak üzere toplam 2920 hanede 11937 nüfustur.
Ulus, 29 İlk Teşrin 1936.
Tuzla’da sıhhi, idari ve çeşitli muameleleri yapıldıktan sonra 62 evde
188 nüfus serbest göçmen haricinde
diğerleri iskân yerleri
olan Sivas, Niğde, Haymana ve Isparta vilayetlerine gönderilmişlerdir. Bu
devreden geriye kalan 9545 nüfus, İzmir ve Aydın, Seyhan ve kısmen Niğde vilayetlerine gönderilmesine karar
verilmiştir. İskân işlerinin Sıhhat
Bakanlığına devri sırasında Köstence
limanında toplanan ve her türlü
muamele ve pasaport vizeleri yapılan
göçmenlerden 339 evde 3856 nüfus getirtilerek Kocaeli vilayetinin merkez, Gebze, Kandıra, Adapazarı
ve Karamürsel kazalarına yerleştirilmişlerdir440.
Göçmenlerin bir kısmının,
Konya’ya yerleştirilecekleri, Konya’da
büyük bir sevinçle karşılanmış, göçmenler için, en
müsait yerin, hem sulak, hem arazisi bol, hem
de Anadolu Bağdat demiryolu üzerinde bulunan Çumra kazası olduğu ifade
edilmiştir. 5–6 milyon nüfusu tam bir
refah içinde barındırmaya müsait olan Konya vilayetinde, sadece 600000‘e yakın
insan bulunduğu, bu nüfus azlığına
göre Konya’ya göçmen yerleştirilmesi
ve bu suretle nüfusun artırılması, toprağın daha çok işletilmesi kararı Konyalıları sevindirmiştir441.
Konya’nın Akşehir ve Çumra kazalarına gelen göçmenler, Tuzlukçu nahiyesinin 17 köyüne, Doğanhisar nahiyesinin, 4 köyüne ve Akşehir
merkezinin, 2 köyüne taksim edilmişlerdir. Toplam olarak 1010 kişiden oluşan göçmenlerden,
Kazaklı köyünde 21 aileye de toprak verilmiştir. Çumra’ya 52 ev 211 göçmenden
oluşan bir kafilenin
daha iskân edileceği bildirilmiştir442.
Her ne kadar göçmenlerin, sadece Orta Anadolu’da adı geçen vilayetlere yerleştirilmesi söz konusu olmuşsa da, İzmir, Aydın ve Sivas
vilayetleri de göçmen iskân
bölgeleri olmuştur. Aydın - Söke çevresinde, göçmen iskânı için çeşitli
tetkikler ve hazırlıklar yapılmış,
Romanya ve Bulgaristan’dan 900 göçmen ailesi ve yanlarında 4000 baş hayvan getirilerek, Aydın’ın çeşitli
kazalarında hükümet tarafından iskân edilecekleri,443 gelecek çok sayıda göçmenin
ise, İzmir ve Sivas’a yerleştirileceği bildirilmiştir444. Romanya ve Bulgaristan’dan gelecek
göçmenlerden 14.100 nüfusun İzmir Torbalı ve civarına iskân
edilecekleri bildirilmiş, bunlara yapılacak
binaların Torbalı ve Tepeköy arasındaki boş arazide yapılacağı bu şekilde şehrin
güzelleşip her
440 Ulus, 29 İlk Teşrin 1936.
441 Cumhuriyet, 17 Nisan 1936.
442 Cumhuriyet, 9 Temmuz 1936.
443 Cumhuriyet, 30 Ağustos 1936.
444 Cumhuriyet, 2 Eylül 1936.
iki parçanın birleşmiş olacağı ileri sürülmüştür445. İzmir’e
getirilen göçmenlerin Urla tahaffuzhanesinde
misafir edildikten sonra çeşitli gruplara ayrılarak Dikili, Çandarlı, Bergama,
Foça, Çeşme, Karaburun, Torbalı ve Kemalpaşa
kazalarına gönderileceği arazi çift hayvanı ve tohumluk dağıtılacağı evleri yapılıncaya kadar da köylülerin misafiri olacakları bildirilmiştir446.
1938 yılında
da Bulgaristan’dan 8000 ve Dobruca
bölgesinden 12.000 nüfus yani toplam 20.000 nüfusun Türkiye’ye gelmeleri kabul edilmiştir. Bulgaristan’dan gelen 8000 nüfusun,
kanunî ve sıhhî muameleleri
Tuzla’da tamamlandıktan sonra, Çorum,
Yozgat ve Niğde vilayetlerine gönderilmeleri kararlaştırılmıştır. Bu karar
Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti
tarafından alındıktan sonra Dâhiliye Vekâleti’ne de bu konudaki görüşleri sorulmuştur. Dâhiliye
Vekili Şükrü Kaya’nın
Sıhhat ve İçtimai
Muavenet Vekâleti’ne gönderdiği yazıda, aslında, Çorum, Niğde ve Yozgat vilayetlerinin artık göçmen kabul edecek durumda
olmadığını belirtmiştir. Çünkü buralar,
bozkır, toprağı fakir ve kendi halkını dahi besleyemeyecek bir haldedir. Bu vilayetlerde daha önce Ermeniler ve
Rumlardan çok az bir nüfus çiftçilikle uğraşmış, çoğu sanat sahibi olarak ve bir kısmı da dışarıdan
hayatlarını kazanmışlardır. Buralardaki boş arazinin ve harap evlerin
cazibesine kapılarak iskân edilecek halkın, sefalete mahkûm edileceği ve sonuçta bunların yerlerini
terk edeceği ifade edilmiştir. Bu vilayetlerde, devlete
ait arazinin ancak 1935, 1936 ve 1937 yıllarında getirilen
göçmenlere yeterli derecede
olduğu, Balkanlardan gelenlerin ise zaten bu bölgeye alışamamış olduğu belirtilmiştir447.
Dâhiliye Vekâleti’nin idare ettiği iskân işleri
konusunda çizilen ana hatlarda, belli
başlı hedefler olmuş, dönemin iskân politikası böyle belirlenmiştir. Buna göre, hedeflerden biri, hariçten gelecek
tecavüzlere karşı yurdun müdafaa kudretini artırmak, diğeri ise, yurdun muhtelif mıntıkalarındaki Kürt, Çerkes, Arap,
İlâh… gibi Türk’ten gayri
toplulukların kesafetini kıracak şekilde, aralarına Türk unsuru yerleştirmek ve
bu suretle kültür birliğini ve dahili
emniyet maksatlarını tahakkuk ettirmektir. Bu amaçla Genelkurmay Başkanlığı ile de anlaşılarak, bir plan hazırlanmış ve bir sureti
de Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti’ne sunulmuştur. Hazırlanan planda,
Bulgaristan’dan getirilecek göçmenlerin Trakya mıntıkasına Tekirdağ
ve Çanakkale vilayetlerine,
445 Cumhuriyet, 7 Birinci Teşrin
1936.
446 Cumhuriyet, 9 Birinci Teşrin
1936.
447 BCA, 030.10 81.531.16.
tercihe bağlı olarak da İstanbul
vilayetinin Rumeli ve Anadolu kısımlarına yerleştirilmesine karar verilmiştir. Fakat 1938 yılında
getirilen göçmenlerden 8000 nüfusun
Orta Anadolu vilayetlerine iskân edilmesi, Dâhiliye Vekâleti’nin belirlediği hedeflerden vazgeçildiğini göstermiştir.
Bütün bunlara dayalı olarak Dâhiliye Vekâleti,
ikinci iskân mıntıkasını Ankara’nın 100 km. çapındaki muhit olarak belirlemiştir. Çubuk ve Hatipçayı kenarlarına ve Murtad ovasına, Sakarya ve
Porsuk vadilerine çok nüfus yerleştirilirse, Ankara’nın çöl ortasında
kurulmuş bir çadır olmaktan kurtulabileceği ifade edilmiştir. Üstelik
görüşe göre, eğer burada iskân yapılırsa, göçmenlerin Ankara gibi kuvvetli
tüketim merkezleri olacaktır. Bundan başka Fevzipaşa-Malatya demiryollarının iki
tarafı, Muğla, Antalya, İçel ve Adana vilayetleri de iskân mıntıkaları olabilecek yerlerdir. Doğudaki iskân
mıntıkaları da daha önce tespit edilmiştir. Belirtilen yerler, toprağın bol, havanın
müsait, sıhhî ve iktisadî şartların uygun olduğu yerlerdir. İskân mıntıkalarını bu şekilde
belirleyen Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya,
Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti’nin kararını beğenmemiş, Türkiye’de iskâna en az müsait olan ve hayırlı bir sonuç
veremeyecek olan mıntıkanın Ankara muhiti hariç olmak üzere, Orta Anadolu havalisi
olduğunu belirtmiştir. Buraya yerleştirilecek göçmenlerin, arazinin bereketsizliğine,
iklimin sertliğine ve kuraklığına alışamayarak, çok sayıda kayıp vereceklerini ve hayatta kalabilenlerin de
dağılacağını, dolayısıyla nüfusun ve yapılacak
masrafın boşa gideceğini, bunların
yanında, iskân konusunda devlet arazisinin çok tâli bir rol
oynadığını, yani boş arazi veya
sahibi olan arazilerin bile iki maddelik bir istimlâk kanunuyla, malî olarak külfeti
olan istimlâkin de külfetinin ortadan
kaldırılacağını ifade
etmiştir448.
2.3.4. Göçmenlere Köy ve Ev inşası
Gelen göçmenler için, ya yeni
köyler yapılmış ya da nüfusu az olan köylere iskân edilmişlerdir. Yeni köyler için,
yeni planlar hazırlanmıştır. Bazı köylerin, nüfus açısından kalabalıklaştırılarak, kasaba haline getirilmesi düşünülmüştür. Ayrıca, göçmen evleri için de yeni projeler hazırlanmıştır. Göçmenler gelir gelmez,
evleri hemen yapılamadığı
için, bir süre yerli halkın evlerinde barınmışlardır. Göçmenler için ev inşası konusunda şüphesiz en büyük
sorun yeterli tahsisatın olmamasıdır. Bunun yanında,
kereste ve inşaatta çalışacak usta bulunamaması gibi sorunlar yaşanmıştır. Bu sorunları
ortadan kaldırmak için, mümkün olduğu kadar tasarruf yoluna gidilmiş,
448 BCA, 030.10 81.531.16.
kereste için devlet ormanlarından faydalanma yoluna gidilirken, daha sonraları Romanya’dan kereste getirilerek bu sorun
ortadan kaldırılmış, göçmenlerin ve yerli halkın, inşaatta çalışmaları sağlanarak, bu sorun da ortadan
kaldırılmıştır.
Göçmenlere, mümkün olabildiği kadar kısa süre
içerisinde birer ev yaptırılması için
çalışılmış, hatta bazı göçmenlerin evleri, daha Türkiye’ye girmeden
hazırlanmıştır. Fakat 1934 ve 1935 senelerinde, Romanya
ve Bulgaristan’dan gelen ve Trakya vilayetlerine
yerleştirilen göçmenlerden, bir kısmının evlerinin, Türkiye’ye geldikleri andan itibaren bir-iki yıl süreyle
yapılamadığı görülmüştür. 14887 evde 64827 nüfustan henüz evleri yapılmamasından dolayı köylerde misafir kalan 11414
ailenin ev ihtiyacını karşılamak üzere Edirne vilayetinde 550, Kırklareli vilayetinde 1200, Tekirdağ vilayetinde 1800 ve Çanakkale vilayetinde
504 olmak üzere toplam 4054 ve Trakya ve Kocaeli vilayetlerinde 4854 evin, büyük bir kısmı bitirilerek göçmenlere teslim edilmiştir449.
1937 yılının ilkbaharında yapılmasına başlanacak olan yeni
göçmen köy ve evleri için, Sıhhat
vekâleti, planlar, proje ve
şartnameler oluşturmuş, vilayetlere ise bunların,
derhal hazırlanması emri verilmiştir. Bu planda; yeni köyler, 100 evden aşağı olmayacak, mümkün olduğu kadar şimendifer, ana şoseler ve sahile yakın güzel manzaralı
yerlerde kurulmasına özen gösterilecektir. Köy yerlerinde zirai ve sıhhi şartlar
da dikkatle aranacaktır. İzmir’de yapılacak yeni köyler özellikle Foça,
Torbalı, Çeşme, Kuşadası
ve Alaçatı’nın Ildır mıntıkasında kurulacaktır. Mevcut köylerde yapılacak ek inşaatta da, yoğunluk esası
göz önüne alınacaktır. Bu gibi evlerin dağınık
olmaması tavsiye edilmiştir. Köy ilaveleri, özellikle Bergama ve
Kemalpaşa kazalarında yapılacak,
valinin başkanlığında bir komisyon, bu işle meşgul olacaktır. Her ev bir, çift ev de, iki dekar toprak üzerinde inşa
edilecek, arsalar, ona göre ayrılacaktır. Bu evlerin tek ve çift oluşlarına göre oda, ahır ve inşaat tarzları ayrı
ayrı olacaktır450. İzmit’e gelip,
Kandıra, Adapazarı, Karamürsel ve Gebze kazalarına yerleşen göçmenler için oluşturulan
yeni köylerde, 1002 tane ev yaptırılmıştır. Buradaki evler, iki oda, bir sofa, helâ ve ahırdan
ibaret olmuştur. Muntazam
bir plan üzerine
yapılmış olduğu için modern köyler meydana gelmiştir451. Elazığ vilayetinde evleri yapılmayan ya da tamamlanamayan evlerin bitirilmesine çalışılmış ve Van vilayetinde de modern 50 ev
449 Ulus, 29 İlk Teşrin 1936.
450 Cumhuriyet, 2 Birinci Kanun 1936.
451 Ulus, 9 İlk Kanun 1936.
inşa ettirilmiştir. Yapılan evler, köyler için tek ve çift olmak üzere,
iskeletli, 3 odalı ahır ve helâdan
ibaret olup, döşeme ve tavanlı yapılmıştır452. Göçmen evlerinin
inşası için, maliyeti en aza indirmek için zaman
zaman mühendisler tarafından çeşitli projeler üretilmiştir. Bunlardan
birinde, yapılarda esas olan taş temel üzerine,
betonarmede olduğu gibi
tahta kalıplara dökülecek bir nevi kil ile inşaata başlanacağı, kerpiç ve tuğlada olan işçilik ve harç masrafının katiyen olmayacağı, sıva işinin de, adi ve çok ince bir şeritlemeden ibaret olup
dökülmeyeceği ifade edilmiştir. Özellikle, badana boya işinin, hem köylünün
kendi imkânlarıyla böyle bir bina yapabilmesini
sağlayacağı, boyama işinde,
köylünün tarlasından temin edebileceği, bir çeşit otla, bu işi başarabileceği
ve bu bitkisel boya ile boyanan evlerde tahtakurusu ve pire gibi haşerat barınamayacağı ve bu evlerin çok ucuza mal
olacağı söylenmiştir453.
Dâhiliye Vekâleti, İzmir vilayetine vermiş olduğu bir emirde de, vilayet dâhilinde, muhtelif köylerin numune köyü haline getirmelerini istemiştir. İzmir vilayetince muhtelif
kazalarda numune köyü haline getirilebilecek köylerin tespiti yapılmıştır. Özellikle hastalıklı ve pis
köylerin numune köyü olmasına çalışılmıştır. Bu köylere, numune köyü planları da gönderilmiştir454.
2.3. 5. Göçmenlere Kereste
Temini
Balkanlardan Türkiye’ye gelen muhacirlerin iskân edildikleri mıntıkada tamamen yerleşmelerini temin etmek ve kendilerine meccanen ev
yapabilmeleri için, devlet ormanlarından kereste kesmelerine müsaade
edilmesi kararlaştırılmıştır. Muhacirler, kendilerine verilecek araziyi
belirli bir zamanda
imar etmeye mecbur olacaklardır. Bu süre bittikten
sonra kendilerine tapu verilecektir. Ayrıca,
kendi yapacakları binaların
hıfzısıhha esaslarına uygun
olmasına da dikkat
edilmiştir455.
Trakya’da hükümetin yaptırdığı evler, iki oda, bir
ahır ve bir depodan ibaret olarak yapılmıştır (Bkz. Ek 6). Göçmenlerin
açıkta kalmamaları için her ne kadar evlerin inşasına
hemen başlanmışsa da, kereste sağlama
konusunda sıkıntılar yaşanmıştır. 1934 senesinde gelen
göçmenlerin, 1935 yılının ilkbaharıyla yaz aylarında, evlerini yaptırmak için Trakya bölgesinin her tarafında
faaliyete geçilerek, Umumi Müfettişliğin, vilayetlere gönderdiği bir plana göre, kaba kerestesi
Trakya ve Çanakkale
452 Ulus, 29 İlk Teşrin 1936.
453 Cumhuriyet, 31 Birinci Teşrin 1936.
454 Akşam, 23 Eylül 1934.
455 Akşam, 22 Eylül 1934.
ormanlarından, çerçeve ve kapıları diğer devlet ormanlarından verilmek ve
kerpiçleri köylü tarafından kesilmek,
işçiliği hem yerli halk, hem de göçmenler arasındaki ustalara yaptırılmak suretiyle bir evin 60 liraya çıkarılabileceği hesaplanmıştır. Çivi, cam masrafı ve kerestelerin biçilip doğranması
da bu rakama dâhil edilmiştir. Vilayetler, kiremitlerini
yaktıracakları ocaklardan bulmaya, kerpiç içerisine
veya kiremit altına konacak çavdar ve buğday saplarını ise,
imece ile tedarik etmeye çalışmışlardır. Yapılan plana göre, yeni kurulacak bir evin malzeme ihtiyacı, 4
metreküp kaba kereste, 0.60 metreküp kapı ve pencere için ince kereste,
35 kg. çivi, 2.5 metrekare
cam, 7000 kiremit,
13.000 kerpiç ve kiremidin
altına konacak tahtalardan tasarruf etmek için, çavdar, yulaf saplarından 2 araba saptan
oluşmaktadır. Dolayısıyla, Trakya bölgesindeki
dört vilayette, toplam olarak, 18.000 evin yapılması için, 72.000
metreküp kaba kereste, aynı miktarda,
kapı ve çerçevelik kereste, 630.000
çivi, 45.000 metrekare
cam, 126.000.000 kiremit,
234.000.000 kerpiç ve 36.000 araba sap gerekmektedir 456. Masrafı
en aza indirebilmek için yapılacak işler çerçevesinde, inşa malzemesinden olan kerpicin, göçmenler tarafından imaline başlanmış ve 935 senesi Mayıs’ında verilen tahsisatla bir miktar kiremit, cam,
menteşe, çivi satın alınmış, 1934 yılında Mersin’den getirilen üç bin metre mikâp kereste ile evlerin kapı ve
pencerelerinin yaptırılmasına başlanmışsa da, evleri örtmek için gereken
çatılık kereste tedarik
edilememiş, dolayısıyla ev inşaatında önemli bir ilerleme
kaydedilememiştir457. Kerestesizlik yüzünden örtülemeyen evlere, göçmen iskânı
mümkün olamayacağı için, her şeyden önce
kerestelerin tedarik edilmesi gerekiyordu. Öyle ki bazı evlerin çatıları, saz
veya kamışla örtülmüştü458.
Trakya Umum Müfettişliği, bu sorunu çözmek için, Arttırma ve Eksiltme Kanunu’na dayanarak, Zingal Orman
Şirketi’yle bir mukavelename yapmıştır. Bu mukavele
ile şirket, 4.000 metre küp çatılık, 1.500 metre küp çitalık, 5.500
metre küp de kapı ve pencerelik
kereste vermeği taahhüt etmiştir. Bunlardan 2700 metre küp Tekirdağı’na gelmiştir. Zingal Şirketi’ne
ihale edilen bu keresteden başka, Çanakkale,
Bayramiç, Biga ormanlarında, Orman dairesince gösterilen miktarlarda, çatılık için
18.000 metre küp kerestenin de imal ve sahile nakli, her metre küpü 10 liradan müteahhitlere ihale olunmuştur. Seyhan
vilayetinin Poza ormanlarından 3.000 metre
456 04.02.1935 tarihinde
Müfettişliğin hazırlamış olduğu planda, Edirne,
Kırklareli, Tekirdağ ve Çanakkale
merkez ve ilçelerinin kaba kereste,
kapı, pencere kerestesi, cam, çivi, kiremit, kerpiç ve çavdar, buğday sapı ihtiyaçlarının miktarları ve bunların ayrı
ayrı tutarları verilmiştir. Bkz. BCA, 030.10 72.474.6.
457 BCA,
030.10 72.475.2
458 Cumhuriyet, 23 Temmuz 1935.
küp kereste, satın alınmıştır. Bu kerestelerden başka, İstanbul’dan 76.000 kapı ve pencere
menteşesiyle, 100 kilo cam çivisi ve Çanakkale’den l700 adet kapı ve pencere menteşesi satın alınarak, inşaat mahallerine
dağıtılmıştır. Tedarik edilen kerestelerle, yaklaşık olarak 12.500 evin örtülebilecektir. Böylece
daha önce gelen göçmenlerin evleri yapıldıktan sonra, yeni gelecekler için yapılacak evin kerestesi de temin edilmiştir. 1936 yılında yapılacak
inşaatın, kerestesizlik yüzünden gecikmemesi için, Romanya’dan kereste temin edilmesi, Hamdullah
Suphi Tanrıöver’in marifetine bırakılmıştır459.
Bölgenin göçmen iskân edilen yerlerinde, 1935
Ağustos’una kadar 2960 evin inşasına
başlanılarak, bunun 970’i bitirilmiş, 71 evin çatısı ve 1324’ünün çatıya kadar duvarları
ve 595’inin temelleri
bitmiştir. Gelen göçmenlere 6906 evin yapılması
gerekmiş, dolayısıyla, 4000 aile, kışı yerlilerin evlerinde geçirmeye
mecbur kalmıştır. Evleri örtmek için
satın alınan Marsilya kiremidi ve yerli kiremit, inşasına başlanan evleri örtmeğe yeterli gelmemiş, bazı
evlerin, daha sonra kiremit ile değiştirilmek üzere saz veya samanla örtülmesine karar verilmiştir460.
Kerestesizlik yüzünden derme çatma yapılan
evlerin yanında, tuğladan da evler yapılmış, bu evler bölgenin en güzel evleri olarak görülmüştür461.
Romanya’yla göç konusunda görüşmeler devam ederken,
Köstence’den gelecek göçmenlerin, yanlarında, 5 metreküp kereste
getirebilecekleri ilgililere bildirilmiş, böylelikle kereste sıkıntısının
önüne geçilebileceği düşünülmüştür462.
Trakya’da yeni yapılacak evlerin planları ve tipleri
Sıhhat Vekâleti tarafından ilgililere gönderilmiş, bu evlerin malzemesi
vilayetlerin kendi bölgelerinde temin olunmuştur. Kereste
işi ise, Sıhhat
Vekâleti tarafından sağlam
tedbirlere bağlanmıştır463.
1937 yılında, göçmen evlerinin inşalarının bitirilmesi planlanmış, İskân Müdürlüğü, bu evler için, Romanya’nın Kalas şehrinden önemli miktarda kereste
getirmiştir464. İskân Umum Müdürlüğü tarafından, göçmen
evleri için Romanya’dan getirilecek
keresteler hakkında bir proje hazırlanmış, buna göre, kerestelerin gümrük ve diğer resimlerden muaf olması ve devlet demiryollarında tenzilatla nakledileceği
459 BCA, 030.10 72.475.2
460 BCA, 030.10 72.475.2
461 Cumhuriyet, 21 Temmuz 1935.
462 Cumhuriyet, 21 Temmuz 1935.
463 Cumhuriyet, 9 Mart 1936.
464 Cumhuriyet, 23 Birinci Kanun 1936.
bildirilmiştir. Bu kararın da, 1945 yılına kadar devam edeceği
bildirilmiştir. Bu tarihe kadar,
göçmenler tarafından getirilen, bir kararname ile geçici muafiyetten istifade
eden keresteler ve bu tarihten sonra getirilecekler gümrükten muaf
olmuştur. Hükümetin getirteceği kerestelerin parası, Romanya’daki bloke paraları üzerinden ödenmiştir465.
2.3.6 Göçmenleri Müstahsil Hale Getirme
Çabaları
Göçmenler, Türkiye’ye geldikleri andan itibaren,
hükümetin yardımına muhtaç oldukları
ve bunun da ekonomik olarak devleti zorladığı aşikârdır. Devletin, üzerinden bu yükü bırakması
için göçmen evlerinin
bir an önce yapılarak, arazilerinin de dağıtılmasıyla
müstahsil bir hale gelmeleri gerekmektedir. Bu sayede, hem işlenmemiş toprakları işleyerek, hem de devletten aldıkları
yardımları artık almayarak, devleti ekonomik olarak rahatlatmış olacaktır. Bunun için, göçmenlere toprak ve tohum dağıtımı yapılmıştır.
Trakya’da, Rum ve Bulgarlardan metruk arazi
daha önce gelen mübadillere dağıtılmış olduğu için, son gelen
göçmenlere verilen toprakların yüzde yetmiş beşi mera,
fundalık gibi ham arazi, sadece yüzde yirmi beşi işlenmiş tarla, bağ ve bahçe olmuştur. Ham toprakların mahsul
verebilecek bir hale gelmesi için bunların traktörler tarafından iyice sürülmesine ihtiyaç duyulmuşsa da, mevcut pulluklarla toprağın derinine
inilememiştir. Uzun süre işlenmemiş bu gibi topraklarda yapılan ziraat iyi sonuç
vermemiş, birçok yerlerde atılan tohum bile alınamamıştır. Göçmen yerleştirilen köylere
traktör verilmesi iskân tahsisatının azlığı dolayısıyla mümkün olamamış, göçmenlerin bir an önce müstahsil hale gelebilmeleri için kendilerine verilecek
toprakların yüzde yirmi beşinin, mahsul
verebilecek işlenmiş topraklardan olmasına ihtiyaç
duyulmuş, bunu temin etmek için de, sahipli çiftliklerin istimlâki söz konusu olmuştur. Her ne kadar 1935 yılının sonuna
kadar, Tekirdağ vilayetindeki göçmenlere 86.622, Çanakkale
vilayetinde 24.380, Kırklareli vilayetinde 4.265, Edirne vilayetinde
2.210 dekar toprak dağıtılmışsa da, mera ve fundalık gibi ham toprak alan
göçmenler, uzun zaman müstahsil hale gelemeyecekleri, yine hükümetin yardımına
muhtaç olacakları ve yeni
gelen göçmenlere de işlenebilecek toprak bulunması amacıyla, çiftlik satın alınması şart olmuştur. Trakya umum müfettişliğinin bu konudaki önerileri, çiftliklerin tamamının alınması
pahalı olacağı için, başlangıçta en gerekli olanları
alınmakla beraber, kurutulması mümkün
olan bataklıkların kurutulmasına da başlanması
465 Cumhuriyet, 27 Birinci Kanun 1936.
ve bölgenin arazi durumunu olduğu gibi tespit için, Maliye Vekâleti
tarafından, araziyi yazacak tahrir komisyonları oluşturulması ve bu komisyonların, faaliyete sevk edilmesidir. Müfettişlik, şayet, bu işler
yapılamadığı takdirde, bundan sonra bölgeye gelecek göçmenleri yerleştirmenin çok zor olacağını ve belki de hiç mümkün olamayacağını ifade etmiştir466.
Trakya için, 10.000 pulluk ve 2000 araba
hazırlanmıştır. Trakya’nın kalkınması için
oluşturulan köy büroları faaliyet geçmiş
5 yıllık köy kalkınma planı
yapılmıştır. Köy bütçeleri
bastırılmıştır. Hemen her köyde iktisat, kültür, ziraat, bayındırlık işleri için
bürolar yapılmıştır. Uzunköprü’de kozacılık kursları başlatılarak mihnok
denilen makine ve fırınlar böcek
yetiştirilen bölgelerde kurulmuştur. Meyveciliğe ve fidancılığa önem verilmiş, bütün göçmen evlerine
meyveli meyvesiz ağaç diktirilmiştir467.
Göçmenlere tohumluk dağıtmak işiyle de Ziraat Bankası ilgilenmiş, İstanbul Ziraat Odası reisi ve Ziraat Mektebi Çiftçilik
Müdürü, Ziraat Vekâleti
tarafından, Trakya’daki göçmenlere tohumluk dağıtılmasına memur edilmiştir468.
1934 yılının son ayında sadece bir haftada
60 ton buğday dağıtmış, Romanya’dan gelen göçmenlere, 1500 ton tohumluk,
3000 ton yemeklik
buğday dağıtılacağı
bildirilmiştir469. 1934 yılının sonuna kadar gelen göçmenlerin,
birçoğunun evleri yapılmış, tarlaları
sürülmüş, tohumları atılmıştır. Devam eden göçlerle gelenlerin, bir an önce üretime geçmeleri
için dağıtılan tohumlar
ekilmiş, Tekirdağ ve Malkara’daki
göçmenlere dağıtılmak üzere, 400 ton Saray’a, 200 ton Çorlu’ya, 500 ton da Hayrebolu’ya yemeklik
buğday dağıtılmıştır470. Saray kazasında yerleştirilen göçmenlere hükümet tarafından verilen tohumluklar ekilmişse
de, geç kalıp ta kış mevsimi
içinde yapılması gereken ziraata yetişemeyenlerin tohumlukları, yaz ziraatına mahsus tohumluklarla mahallerinde
değiştirilerek ekilmiştir. Birçok köyde göçmenler için kendileri tarafından bahçe halinde işlenecek yerlerle,
bostan ziraatını yapacakları topraklar bulunmaya
çalışılmıştır471.
Trakya’ya iskân edilecek göçmenler için 5000 araba, 10.000 öküz ve Ziraat Bankası
tarafından 3000 arı kovanı dağıtılması kararlaştırılmıştır. Balıkçı olan
466 BCA, 030.10 72.475.2.
467 Cumhuriyet, 9 Mart 1936.
468 Cumhuriyet, 24 Birinci Kanun 1934.
469 Ayın Tarihi, 19–20
Birinci Kanun 1934. Cumhuriyet, 20
Birinci Kanun 1934.
470 Ayın Tarihi, 14 Şubat 1935.
471 Cumhuriyet, 23 Mart 1935.
göçmenlerin ise kıyılara
iskân edileceği ve bunlara da kayık ve balık tutmak için gereken
araç gerecin verileceği bildirilmiştir472.
1936 yılının Eylül sonuna kadar taşınacak, 15.000 göçmenin ise, Tekirdağ, Çanakkale ve Gelibolu taraflarına yerleştirileceği bildirilmiştir473.
1936 yılında, Trakya’ya iskân edilecek göçmenlerin,
vakit geçirmeden bir an önce
barınmaları için hızlı bir
şekilde, 10.000 evin hazırlığı
yapılmış474 ve
evlerin inşaatı müteahhitlere verilmiştir475. Trakya’da yerleşen
göçmenlere verilmesi kararlaştırılan 1000 araba ile 4–5 bin
öküzün satın alınması emri valiliklere verilmiştir. Göçmenler için pulluk alınması da müteahhitlere ihale olunmuştur476.
Trakya’da köy kalkınma planları
uygulanmaya başlanmış, ekimler yapılmıştır. Göçmenlerin sürdüğü tarlalarda iyi ve temiz mahsul alınmış
pulluk ve binlerce öküz arabası satın alınarak
dağıtılmıştır. Hükümetin planladığı evler küçük müteahhitler tarafından vekâletin verdiği tipler gibi yapılmıştır.
Köylülerin satış piyasalarında aldanmamaları için Umumi Müfettişliği Ekonomi Dairesi birçok yere fiyat bültenleri
göndermiş, bu bölgede 90 köy örnek
köy olarak ayrılmıştır. Ayrıca bölgede
fenni arı kovanları dağıtılmıştır477.
Trakya’nın her yerinde
göçmen evleri için İnşaat, Fen memurları ve müfettişlerin kontrolü
altında çalışmalar yapılmış,
göçmenlere 13000 yeni pulluk verilmiş olduğu için nadas ve ekim
faaliyetlerinin artması planlanmıştır. Trakya için büyük bir önem arz eden yolların kısa sürede bitirilmesine ve
şark şimendiferlerinin devlete
intikal edince Trakya’nın iktisadi hayatında büyük bir gelişme beklenmiştir478. Trakya’daki göçmenlerin sağlık durumuyla
ilgilenilmiş Sıtma Mücadele
Teşkilatı Edirne’de ve
Trakya’nın diğer vilayetlerinde tam kadro ile çalışmıştır. Bu kadronun büyütülmesi ve mücadelenin devam edeceği bildirilmiştir. Birçok yerde bataklıklar kurutulmuş, köy yolları ve köprüleri ıslah
edilmiştir. Bölgede arıcılık yapıldığı için bal verimi çoğalmış ve fenni kovan adedinin 10000 ‘e
çıkarılması düşünülmüştür479.
1937 yılında da göçmenlerle ilgili çalışmalar devam etmiş, göçmenlere tohumluk buğday dağıtmak
üzere bütün kazalardan
tohumluk satın alınmıştır. Göçmen
472 Cumhuriyet, 16 Nisan 1936.
473 Cumhuriyet, 12 Nisan 1936.
474 Cumhuriyet, 16 Nisan 1936.
475 Ayın Tarihi, 21 Ağustos 1936.
476 Cumhuriyet, 7 Nisan 1936.
477 Cumhuriyet, 10 Temmuz 1936.
478 Ulus, 10 İlk Teşrin
1936.
479 Ulus, 12 İlk Teşrin
1936.
evleri için de çalışmalar devam etmiştir480. Trakya Umum Müfettişi
Kazım Dirik, bölgesinde sık sık teftişler yapmış,
köylünün çalışması, göçmenlerin işleri ve sağlık durumları hakkında raporlar yazarak, ilgili bakanlıklara
göndermiştir. Bu raporda, çok sayıda göçmenin
mevcut olduğu Trakya’nın şehir, kasaba ve köylerinde yapılan
kalkınma hareketlerinin düzenli ve programlı gittiğini, 1937 yılının bir
önceki yıla göre daha verimli
olacağını ifade etmiştir481. Sıhhat Vekâleti, 1937 yılı planında,
Trakya’da yapılacak yeni evlerin miktarını, 8000 olarak belirlemiş, vilayetlere ve Umumi Müfettişliğe bildirmiştir482.
Aynı yıl sadece Trakya’da değil, her türlü hazırlıkları tamamlanarak, farklı bölgelere de
göçmen yerleştirilmiştir. Akşehir’de 400 ev göçmen iskân edilmiş, bunlar Tuzlukçu,
Hoşkadem, Ortadibi, Dursunlu,
Yılanyusuf, Kanlıca köylerinde yerleştirilmişlerdir. Bu yerlerdeki, her türlü verim kabiliyetine sahip olan topraklar, göçmenlerin kanunen hisselerine düşen
toprak tamamen ayrılmış ve isimlerine tahsis ve temlik olunmuştur. Dağıtılan
arazinin geneli 44.000 dekar olup, göçmenlere tapu senetleri
de verilmiştir. Göçmenlere nakliye aracı olarak 40 araba dağıtılmış, Vekâlet tarafından, göçmenlere dağıtılmak üzere, çift hayvanı satın alınmıştır. Göçmenlerin mesken
inşaatı planları, keşifleri ve tahsisatı hazır olduğu halde, inşaat mevsiminin geçmiş olduğundan yapılamamış bu iş için baharın gelmesi
beklenmiştir483. Bulgaristan’dan Bursa, Mudanya’ya, 1000’den
fazla göçmen gelmiş,
bunlardan bir kısmı Veletler köyüne, Karacabey’in
Kirmikir, Karacaova köylerine ve bu
köylerin civarındaki bazı köylere iskân edilmişlerdir. 15 aile ise Bursa merkezde
iskân edilmiştir484.
Hemen her yıl olduğu gibi kış aylarında göçmen nakliyatına ara verilmiş, bahar aylarında tekrar başlatılmıştır.
1937 yılının Kasım ayında son olarak 1500 kişilik bir göçmen kafilesi
kabul edilmiş, nakliye işi bahara bırakılmıştır485. Köstence’den gelen yılın son kafile göçmenleri de, Çatalca ve Çorlu’ya iskân
edilmek üzere sevk edilmişlerdir486.
Çorum’un Alaca kazasına iskân edilen göçmenlerden bazıları, yeterince yardım
yapılmadığı, ev verilmediği ve göçmenlere kötü davranıldığı konusunda
480 Ayın Tarihi, 6 Son Kanun
1937.
481 BCA, 030.10 73.477.9.
482 Cumhuriyet, 21 Şubat 1937.
483 Cumhuriyet, 17 Birinci Teşrin 1937.
484 Cumhuriyet, 11 Birinci Teşrin 1937.
485 Kafileler her ne kadar 1500
kişilik belirtilse de bu sayılar farklılık arz etmektedir. Son kafilenin 1810 kişi olduğu da 25 İkinci Teşrin 1937
tarihli Cumhuriyet gazetesinde yazılmıştır. Cumhuriyet,
10 İkinci Teşrin 1937.
486 Cumhuriyet, 25 İkinci Teşrin 1937.
Valilik’e dilekçe yazmış, Valilik, bunun üzerine mevcut 305 aileden
31’ine Kızıl’da, 30’una Çöplü’de,
20’sine Suluderede, 67’sine Karnıkara’da topraklarının dağıtıldığı ve ev yerlerinin çizildiğini, bu tarihe kadar
46 aileye kaza merkezinde 50’şer dekar toprak
verilerek bu miktarın 100’e çıkarılması için çalışıldığını, göçmenlere
verilen toprakların hazineye ait
olup, köylülerin fuzuli işgalinde olduğu ve tespite giden memurların çok zorlandıklarını ve bu yüzden evlerin tahliyesinin yapılamadığını ifade etmiştir.
Bu dilekçede, göçmenlere
verilen toprakların taşlık olduğu da iddia edilmiştir. Valilik, bu iddianın da doğru olmayıp, mümkün olduğu
kadar iyi toprak dağıtılmasına çalışıldığı ve
göçmenlerin menfaat ve ihtiyaçlarının daima göz önünde tutularak işlerin
o yolda yürütülmekte olduğunu İskân Umum Müdürlüğü’ne
bildirmiştir487.
1938 yılına gelindiğinde, Türkler için Bulgar mezaliminin devam ettiği, dönemin kaynaklarından anlaşılmaktadır. 17
Ocak 1938 yılında C.H.P Meclis grubunun toplantısında,
Bulgaristan’daki Türk ekalliyetleri hakkında kötü muamelelerin devam ettiği ve dayanılmaz tahriklerle, varını yoğunu bırakarak, Türkiye’ye gelmek istediklerini
ve böyle binlerce Türk ailesinin, yok pahasına mal ve arazisini satarak, göçe
hazırlandıkları ve bu yolda paralarını bitirip, aç ve sefil bir halde,
Türkiye’ye geldikleri ifade
edilmiştir. Bu zaman aralığında gelen 138.428 nüfusa yapılan hanelerin haricinde
9542 öküz, 16.444 adet pulluk,
1059 araba ve 1937 yılına kadar gelen göçmenlerin
tamamına, 1937 yılı içerisinde gelenlerin üçte ikisine arazi dağıtılmıştır. Her bir ailenin
iskânı ise 800 liraya mal olmuştur. Bu göçmenlerden muhtaç olanlara
24.524.111 kg. yemeklik
ve 8.864.914 kg. tohumluk verilmiştir. Ayrıca, verilen bilgilere
göre, tarlalarını, köylülere, bedel karşılığında ve traktörle sürdürerek, göçmenler, müstahsil hale gelmeye başlamış, sağlık konusunda,
herhangi bir bulaşıcı hastalık
kalmamış ve evleri hala yapılamayan göçmenler, mümkün olan yerlerde kira ile han tutulmak ve özellikle köylülerin evlerine misafir yapmak suretiyle yerleştirilmişlerdir488.
2.4 İskân İşlerine Ayrılan
Bütçe
İskân idaresi, doğrudan doğruya Dâhiliye Vekâleti’ne
bağlanmış ise de iskân teşkilatına ait müdürlük bütçesi
ayrı tutulmuştur. 1927 yılında İskân Müdiriyet-i Umumiyesine ayrılan bütçenin 2.575.859,
1928 yılında aynı müdürlük bütçesinin
487 BCA, 272 11 25.136.6.
488 Ayın Tarihi, 17 Ocak 1938.
1.025.433, 1929 yılında ise 1.460.690 lira olduğu tespit edilmiştir. 1927
yılında yeni gelecek muhacirlerin iskânı, iaşe ve sevkiyatı için, 1.094.000 liralık
ek bir bütçe konulmuş, her vekâlet bütçesinden iskân masrafları için alınan bir milyon lira ile tasarruf
yapılmıştır489. 1929 yılında
mübadil ve muhacir
iskânı işlerinin kısmen azalmasına rağmen bütçedeki fazlalık,
şark vilayetlerinde iskân işleri dolayısıyla olmuştur. 1930 yılında
ise, bütçe görüşmelerinde, iskân için ayrılan
bir bütçe görülmemektedir. Bunun yerine, Dâhiliye
Vekâleti bütçesine katılmıştır. Bunun nedeni
ise, iskân hizmetlerine önceki yıllar kadar gerek kalmaması, bu konuda, kısmen ihtiyacın
azalması olmuştur490. Özellikle 1933 sonrası Balkan göçmenlerinin
kitleler halinde Türkiye’ye
gelmesiyle, iskân işleri için, bütçeye yeni kaynaklar aranmış, 1936 yılında fevkalade kaynaklardan temin
edilmek üzere, göçmen işleri için, 1.750.000 lira tahsis edilmiştir491. 1938 yılı içerisinde Sıhhat ve İçtimai
Muavenet Vekâleti’nin yaptığı
bir toplantıda, 1934 Haziran ayından
itibaren 1937 yılının
sonuna kadar, dışarıdan gelen ve getirtilen göçmenlerle,
içeride yapılan nakiller dolayısıyla, 38.079
hanede 145.244 nüfusun iskânları ve müstahsil hale gelmeleri için tahsis
edilen bütçe ile göçmenlerin tamamının
ve 2510 sayılı İskân Kanunu’nun gösterdiği şekliyle iskân
edilmelerine imkân bulunmadığı ve tahsisatsızlık yüzünden, göçmenlerden
bir kısmına ev yapılamadığı, çift
hayvanları ve malzemelerinin verilemediği ifade edilmiştir. Eksik kalan ihtiyaçların tamamlanması için,
14.000.000 liraya ihtiyaç olduğu ve 1938 yılında gelecek olanlar için de fazla tahsisat konulması
Vekiller Heyeti’ne arz edilmiş492, ayrılan 13.590.965 liranın da, iskân
muamelesi yapılmış olanlara, henüz yapılmış bir masraf olmadığı ve 55.886 çift hayvanı, 16.532 pulluk 24.313
araba almak gerektiği, dolayısıyla da
hesaplı davranmak kaydıyla sarf edileceği dönemin Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekili Hulusi Alataş tarafından
ifade edilmiştir493. Bu ifadeler üzerine, bütçe darlığı ve iş hacminin büyük olması
dolayısıyla gelmiş ve gelecek göçmenlere yapılacak yardımların daha basit ve bütçe imkânlarına uygun bir şekilde
yapılabilmesi ve devletten
yardım istememek şartı ile Türkiye’ye gelmek isteyenlerin kabulleri
konusunun talî bir komisyonda araştırılmasına karar verilmiştir. İskân Umum Müdürü’nün başkanlığında toplanan
Dâhiliye, Maliye, Nafia, Ziraat, İnhisarlar, İktisat Vekâletlerinden seçilen temsilcilerin oluşturduğu komisyonda, bu konular araştırılmış
489 Öztürk, Türk Parlamento Tarihi, s. 186 vd.
490 Kazım Öztürk, Türk
Parlamento Tarihi, çeşitli sayfalar.
491 BCA, 030.18.1.2 66.53.15.
492 BCA, 030.10 123.880.1
493 Ayın Tarihi, 17 Ocak 1938.
ve yapılacaklar hakkında
bazı kararlar alınmıştır. İskân işinde tasarruf yapılmasına dayanan bu kararlar arasında en önemlisi
ev meselesiydi. 2510 sayılı kanunun 17. ve 18.
maddeleri gereğince gelecek göçmenlere, kendileri tarafından ev yapılmak
üzere, arsa verilmesi veya inşaatta kendileri
çalıştırılmak üzere inşaat malzemelerinin veya doğrudan ev verilmesi gerekmektedir. Türkiye’ye gelen göçmenlerin yoksul olarak gelmeleri ve verilecek arsa üzerine ev
yapma imkânları olmaması dolayısıyla, yurtsuz ve perişan bir halde kalacakları düşünüldüğü için sadece arsa vermek
kabul görmemiştir. Daha önce
yapıldığı üzere, ev yaptırılması tercih edilmekle beraber, bütçe darlığı
yüzünden buna da imkân görülmemiştir. Ortak bir çıkar düşünülerek, göçmenlerin kendileri de inşaatlarda
çalıştırılmak suretiyle, inşa malzemelerinin devlet tarafından verilmesi kararlaştırılmıştır. Başka bir karar çift
hayvanları ve ziraî aletlerin dağıtılması
konusunda alınmış, buna göre, yine İskân Kanunu’na dayanarak göçmenlere çift hayvanı ve ziraî aletlerin
verilmesi zorunlu görülmüştür. Fakat hem ülke içerisinde yeterli miktarda çift hayvanının ve aletlerin kısa sürede temin ve tedarik edilmesinin çok zor olması, hem daha iyi bir cins
hayvanın ülkeye girmesi ve hem de göçmenlerin
ellerindeki paralarını çıkartamamaları yüzünden maruz kaldıkları
zorlukları önlemek ve Türkiye’ye
gelir gelmez hayvanlarıyla ekim yapabilmelerini sağlamak için, devlet çift hayvanını ve aletlerini beraberinde
getirecek göçmenlerden her çiftçi ailesine, yalnızca devletin belirttiği miktarda olmak üzere, prim verilmesi kabul
edilmiştir. Prim esasları ise şu şekilde belirlenmiştir;
1.
Her çiftçi ailesine
getirecekleri beygirlerden yalnız iki baş beygire münhasır
kalmak üzere, beygir başına 35 lira.
2.
Her çiftçi ailesine
getirecekleri öküz, inek, mandadan yalnız
bir cinsine ve o cinsin
iki başına münhasır
kalmak üzere, bu hayvanlardan bir başa 25 lira.
3. Her çiftçi ailesine
getirecekleri bir tek araba için 20 lira.
4. Her çiftçi ailesine getirecekleri bir tek pulluk için 5 lira.
Türkiye’ye gelmek isteyen
emlak ve servet sahibi kişilerin, menkul ve gayrimenkul mallarının tasfiyesi sonucu
elde ettikleri servetlerini, bankalarda bulunan nakit paralarını Türkiye’ye serbest olarak aktaramamaları,
karşılığında mal getirdikleri takdirde
de İskân Kanunu’nun 32. maddesi gereğince bu malların gümrük resmine tabi tutulması, hiçbir yardım talep etmeden
gelecek olan göçmenlerin önünde önemli bir engel teşkil etmiştir. Böyle varlıklı şahısların Türkiye’ye gelmelerini sağlamak
için, bu
kişilere de İskân Kanunu’nun 31. maddesindeki gümrük muafiyetinin verilmesi
kararlaştırılmıştır. Fakat bu konudaki önemli bir engel, Bulgaristan’dan
gelecek olan bu gibi kişilerin, pasaport muamelelerini tamamlayıp, vize için konsolosluklara müracaatlarından önce, mallarının tasfiyesi sonucunda ellerine
geçen para ile satın aldıkları malları Bulgaristan’dan çıkarabilmek için, Bulgar Milli Bankası’ndan izin almak mecburiyetinde olmalarıdır. Bu izin ise bankanın
mevzuatı gereği, bir ay içerisinde çıkarılmak şartıyla verilmiştir. Bu bir aylık süre de konsolosluğun muameleleri için yeterli olmamış, bu yüzden
bu gibi kişiler için, elçilik tarafından serbest göçmen vizesinin
verilmesine dair izin istenmiştir.
Bu kişilerin dışında, yine devletten yardım
almayacağını taahhüt eden, fakat göç hakkından faydalanmak amacıyla fert olarak gelmek isteyenler için de malî durumlarının araştırılarak ve taahhütlerini yerine getirebilecekleri anlaşılan
kişilerin Türkiye’ye kabul
edilmeleri kararlaştırılmıştır. Bu kararın nedeni, bazı kişilerin hiçbir yardım istemeyeceğine dair söz vererek
göçmen vizesi alması, fakat Türkiye’ye gelir
gelmez, devletten yardım istemeye başlamaları olmuştur. Bu gibi
kişilerin kabulleri, Sıhhat ve İçtimai Muavenet
Vekâleti’nin de görüşleri
alınmak şartıyla, Dâhiliye
Vekâleti’ne bırakılmıştır.
Talî komisyon, alınan bu kararlarla, inşaat masraflarında yüzde 30, çift hayvanları
ve ziraî aletler masraflarında da yüzde 50 oranında bir tasarrufun olduğu sonucuna varmıştır. Fakat bütün bunlar
düşünülürken, bazı durumların da göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Göçmenlerin inşaat işlerinde
çalışacak olmasıyla, masraflardan önemli oranlarda tasarruf
edilecektir. Fakat gelen göçmenler içerisinde
kadın, çocuk, ihtiyar, hasta, malûl ve çalışamayacak birçok kişinin
bulunması, her aile içerisinde
çalışabilecek bir iki kişi olsa da işi bilmedikleri için, belirli bir süre ve
plan dâhilinde inşaat işlerinin
yapılabilmesi mümkün görülmemiştir. Ayrıca, her yere inşaat malzemelerinin belirli oranlarda dağıtılması ve sahiplerine teslim edilmesi de zor görüldüğü
için, yine göçmenlerden amele olarak büyük ölçüde faydalanma yoluna gidilerek, evlerin
daha önce yapıldığı
gibi devlet tarafından yaptırılması Sıhhat ve İçtimai
Muavenet Vekâleti tarafından daha uygun görülmüştür. Fakat yine de bütçede en fazla yer alan inşaat işlerinden
tasarruf yapılabilmesi için planlama yapılması ve inşaat malzemesi miktarlarında ise tadilat yapılması
tercih edilmiştir494.
494 BCA, 030.10 123.880.1
Göçmenlerin evlerini yapabilmeleri için en çok kereste sıkıntısı
çekilmiştir. Göçmenler için
alınan bir kararla, 47.316 metre mikâp kereste imaline yarayan, 72.793 metre mikâp işlenmemiş ağacın parasız verilmesi
kabul edilmiştir495.
Ayrıca, sanat erbabı kişilerin uğraştıkları alanlarla
ilgili gerek araç-gereç gerekse hammaddelerini
getirmelerini için kolaylıklar sağlanmış, bu
anlamda, göçmenlerden büyük ve küçük
bütün sanat erbabının getirecekleri, kendi sanatlarına özel masnuat ve hammaddelerinin 6000 liraya kadar olan
miktarının bir defaya mahsus olmak üzere gümrük
resimleriyle ve çeşitli resimlerden muaf olduklarına dair hükümet bir tefsir fıkrası
hazırlamıştır496.
Türkiye’ye gelip iskân hakkı isteyen
göçmenlerde, her aileye bir ev tahsis edilmekte olduğunu duydukları için,
Köstence limanına gelir gelmez, kızlarla erkekleri hemen evlendirip, ayrı ayrı ev ve toprak istedikleri de
görülmüştür. Dönemin Sıhhat Vekili
Refik Saydam, böyle bir durumda da göçmenlerin hepsini birden getirmenin imkânsızlığını ifade etmiştir497.
2.5. Kızılay’ın Göçmenlere Yardım
Çalışmaları
1936 yılında Bulgaristan ve Romanya'dan gelen
göçmenlere Cemiyet Elazığ, Marmara
Ereğlisi, Sirkeci, Tuzla, İzmit, Urla ve Kavak'ta aşevleri kurmuş, buralarda ülkeye gelen on binlerce göçmene, kişi
başına günde 20-25 kuruş hesabıyla yerine göre
hep etli olmak üzere taze ve kuru fasulye, pirinç ve bulgur lapası,
pilav, patates ve un çorbasını içeren
sıcak yemek, ekmek veya yemek parası vermişti. Sayıları yerine göre 50- 70 000'e ulaşan göçmen
kafilelerine kumanya dağıtmıştır498.
Kızılay Cemiyeti tarafından, gelen göçmenlerin sağlık durumlarını ıslah için, Trakya’da dört hastane açılmasına karar
verilmiş, Keşan’da 30499, Gelibolu’da 10500 yataklı hastane yapılmıştır. Keşan, Çorlu
ve Gelibolu'da kurulan donanım, personel ve işletme tutarları
Cemiyet tarafından karşılanan 10-30 yataklı Kızılay
göçmen hastanelerinde poliklinik, laboratuar ve röntgen
tedavileri yapılmış, gerektiğinde hastalar yatırılmıştı. Cemiyet,
Genel Merkez ambarından Tekirdağ'a 3697.98 liralık, Kırklareli'ne 816.44 liralık,
Boğazlayan'a 603,23. liralık
ve Ulukışla'ya 101.2 liralık
495 BCA, 030.18.01.02 83.57.17.
496 Cumhuriyet, 1 İkinci Kanun 1937.
497 Cumhuriyet, 7 Eylül 1936.
498 Akgün, Uluğtekin, Hilal-i Ahmer’den
Kızılay’a, s. 253
499 Ayın Tarihi, 1 Şubat 1936,.
500 Ayın Tarihi,
28 Şubat 1936
çadır ve çamaşır göndermişti.
Hastanelere 58.630, aşevlerine 113.024.5, çamaşır ve eşya için de
5218.67 lira olmak üzere toplam 226.449,57 lira
harcamıştı.
Kızılay, Türk topraklarını yurt edinmek üzere gelmiş
olan göçmenlerin kendi kendilerine
yeterli ve üretici duruma gelebilmeleri için her türlü çalışmayı yapmıştır. Bunları yaparken de devletle işbirliği
yapmıştır. 1936 yılında, muhtaç çiftçilere olduğu gibi, göçmenlere de yemekliğin yanı sıra ekebilmeleri için 1000
kilo buğday temin etmiştir. Ancak, dağıtılacak buğdayın
kuruma verilmesi ile sorun çözülmemiştir. Yardımın amacına ulaşabilmesi için, devletin, Buğdayı Koruma Yasasını da dikkate alarak bazı vergi ayrıcalıkları getirmesi
gerekmiştir ki bu söz konusu durum da, kurumla
devlet ve Ziraat Bankası’nın birlikte çalışması ile başarılabilmiştir.
11 Haziran 1936 yılında çıkarılan
3035 sayılı kanun, göçmenlere de yardım için kullanılacak buğdaya vergi açısından ayrıcalıklar getirmiştir501.
Atatürk, Kızılay Cemiyeti’nin yaptığı önemli görevlerden sonra, “Efendiler;
tarihi harbi sıhhide ve memleketin muaveneti içtimaiye tarihinde bir
mevkii mahsus ihraz etmiş olan
Türkiye Hilâl-i Ahmer Cemiyetinin bu sene zarfında, mübadillerin sıhhi ve ilbas ve iskân umuruna ve memleketin
atatı içtimaiye ve arziyesine yaptığı kıymetli
yardımları takdirle zikrederim502 diyerek cemiyete şükranlarını ifade etmiştir.
Trakya’da sağlık işleri ile ilgili de bir düzenleme
yapılmış, 4 vilayette devam eden sıtma mücadelesinin, 1937 yılında daha da genişletilmesi planlanmıştır. Bir yandan göçmenlerle ilgilenen Hilal-i Ahmer
hastaneleri, diğer yandan yerli halkı parasız
muayene ve tedavi eden teşkilat daha geniş ölçüde faaliyet göstermiştir.
1937 yılında, sağlık işleri arasında,
özellikle azad obalarına önem verilmiş, cılız, hasta ve hastalığa müsait çocukların sağlıklarını kurtarmak
amacıyla, 1936 yılında Trakya’nın 15 yerinde
açılan ve 500 kadar çocuğun sağlığını kurtaran bu obaların sayısının
20’ye çıkarılması planlanmıştır503.
2. 6. İskânla
İlgili Diğer Uygulamalar
1934–1938 yılları arasında,
“İskânlı göçmen” statüsünde gelenler için yerleştirme konusunda daha planlı çalışmalar yapılmıştır. 1934 yılında yapılan
çalışmaların en önemlisi
bir İskân Kanunu’nun kabul edilmesidir. İskân Kanunu’nun, o
501 Akgün, Uluğtekin, Hilal-i Ahmer’den
Kızılay’a, s. 253
502 Öztürk, Atatürk’ün
TBMM Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları, s. 1047.
503 Cumhuriyet, 22 Mart 1937.
günkü ihtiyaca mutlak bir cevap olacağında ve nüfus siyasetine büyük faydalar getireceğinde bütün mebuslar hemfikir olmuş, fakat çeşitli tartışmalar da yaşanmıştır.
Dâhiliye vekili Şükrü Kaya “İskân Kanunu” hakkında
verdiği beyanatta; “Kanunun
ihtiva ve istihdaf
ettiği gaye bir ümranı dâhilidir. Evvelemirde nüfusla alakadardır. İkincisi muhaceretle alakadardır. Üçüncüsü dâhildeki seyyar aşiretlerle alakadardır. Dördüncüsü de topraksız ve
başkalarının toprağında çalışan topraksızlarla
alakadardır. Bugün 18 milyon olan nüfusumuz 25 sene sonra 35–40 milyon
olmaya namzettir. Bu itibarla
dâhildeki yerli vatandaşların kesafetine nazaran daha az nüfuslu yerlere sevk etmek ve kendilerine suhulet
göstermek çok faydalı bir tedbirdir… Bu kanun,
tek dille konuşan, bir düşünen, aynı hissi taşıyan bir memleket yapacaktır” demiştir504.
İskân Kanunu’nun kabulünden sonra, iskân işleri daha planlı yapılmaya başlanmıştır. İskân işlerini düzenlemek amacıyla, iskân dairelerinden, tescilleri yapılmak
üzere tapuya verilen muhacir ve mübadil dosyalarının araştırılarak bir an önce tapuların verilmesi için işi çok olan
yerlere birkaç memur tayin edilmiş, bunun için
tahsisat alınmıştır. 1933 yılında memleketin her tarafında 120000 dosya
tescil edilerek tapu senetleri
verilmiştir. Tescil muamelelerinin daha yavaş yapıldığı İstanbul, Bursa, Balıkesir, İzmir ve Manisa’da tapuların
biran önce verilmesi için tedbirler alınmıştır. Kayseri’de 19905 gayrimenkulden 12568’i, Balıkesir’de 57000 gayrimenkulden 22372’si Bursa’da 9072 gayrimenkulden
4609’u tescil edilmiş ve tapuya bağlanmıştır.
İskân edilecek yeni muhacirlerin tapu senetlerinin biran önce verilmesi
için muhacir mıntıkası olarak kabul edilen Edirne, Tekirdağ
ve Uzunköprü’ye tapu idaresi fazla memur gönderilmesi kararlaştırılmıştır505.
İskân Kanununun 30. Maddesine göre mübadil ve gayrı mübadil,
muhacir, mülteci, göçebe ve
naklolunanlara adi iskân haddi için verilmiş olan tedavül sermaye, sanat, ziraat, alat ve edevatı
hayvanlar, koşum, araba takımları, tohum bedelleri affedilmiştir. Bu sebeple bu gibilerden
borçlanıp da kanunun neşri tarihine kadar tahsil edilmemiş olan taksitlerin tahsil edilmeyeceği bildirilmiştir.
Aynı maddenin hükmüne göre adı
geçenlere borçlanma suretiyle adi iskân haddi içinde verilmiş olan yapı ve toprak bedellerinin verdikleri tarihten itibaren 28 yılda ve 40 eşit taksitle tahsil
504 Cumhuriyet, 15 Haziran 1934.
505 Akşam, 3 Ağustos 1934.
edilmesinin ve bu tahsilinde 8. yıldan sonra başlaması gerektiği ifade
edilmiştir. Bu sebeple kanunun
neşrine kadar tahsil edilmeyen taksitlerin bu zamana göre tadil ve tashihi ve peşin vermek isteyenlerinde
yarı borçlarının affedilmesinin lazım geleceği, Dâhiliye Vekâleti’nden vilayetlere bildirilmiştir506.
Ayrıca, Dâhiliye Vekâleti, vilayetlere bir tamim göndererek Lozan muahedesinin akdiyle
başlayan mübadele işlerinin en kısa zamanda sonlandırılması
ve bunlara ait ikmal edilmemiş muamele
kalmamasını bildirmiş. Bu hususta talimat
vermiştir. Çünkü bundan sonra, iskân müdürlüklerinin yalnızca
yeni gelecek göçmenlerle meşgul olmalarını
istemiştir507.
Batı Trakya, Yugoslavya ve Bulgaristan’dan gelen muhacirlerin tescilleri esnasında kendilerine verilen
vesikalar hakkında, daha önceden kabul edilen uzun muamelelerin kaldırılmasına çalışılmıştır. Göçmenlerin, usulü ile beyanname
doldurduktan sonra Türk tabiiyetine kabul
edilmiş sayılacakları bildirilmiştir. Kayıt müddeti olarak
verilen tarih, 15 Ekim 1934 tarihinde biteceği için muhacirlerin bir an önce nüfusa kayıtlarını yaptırmaları gerektiği ve kayıtlarını yaptırmayanların ceza alacağı
bildirilmiştir508. Ayrıca, Türkiye’ye göçmen olarak kabul edilip,
nüfus daireleri tarafından
kendilerine muhacir kâğıdı verilmiş olanlar hakkında, nüfus kütüklerine kayıt muameleleri yapılıyorsa da, muhacir
kâğıdı olanların, cüzdanları verilinceye kadar bu muhacir kâğıtlarının nüfus cüzdanı yerine kabul edilmesi bildirilmiştir509.
Romanya’dan ve Kosova’dan iki kafile göçmen, İstanbul’a
gelmiş, bunların Anadolu’ya ve Trakya’ya yerleştirileceği belirtilmiştir. Hükümet, komşu memleketlerden
gelecek olan muhacirlerin, Türkiye’de bir an önce yerleşmeleri için geldikleri günden itibaren pasaportlarının
araştırılması ile gönderilecekleri mahallere
sevklerine ait bütün muamelelerin 3 gün içinde bitirilmesini emretmiştir. İlgili makamlar, büyük
bir gayret içerisinde gelenlerin sevkleri için çalışmışlardır510.
Her ne kadar iskân işi, bir an önce
halledilmeye çalışılmışsa da, gelen göçmenlerin bazıları, devletten, daha önceki vapurlarla gelen ailelerinin yanlarına
gönderilmelerini istemişlerdir.
Bunun üzerine, İskân Kanunu çerçevesinde her göçmenin istediği yere gitmekte
serbest olduğu, fakat
bunların gittiği yerde hükümetten hiçbir
yardım
506 Akşam, 11 Ağustos 1934.
507 Cumhuriyet, 13 Ağustos 1934.
508 Akşam, 16 Eylül 1934.
509 Cumhuriyet, 19 Eylül 1935.
510 Akşam, 17 Ağustos 1934.
almayacağı, sadece devlet aracı varsa, gidecekleri yerlere parasız
gönderileceği ifade edilmiştir. Bu şartları kabul eden göçmenler
istedikleri yere
gönderilmiştir511.
Türkiye hükümeti, 1936 yılında, Romanya’dan gelen
göçmenleri ancak Nisanın 15’inden itibaren
kabul edeceğini ilgililere bildirmiş, geleceklerde öncelik,
1935 yazında Romanya’daki
mülklerini satarak oradaki ilişiklerini tamamen kesmiş olanlara verilmiştir. Bunların sayısı ise, 11.000 olarak belirlenmiştir. Türkiye
ve Romanya arasında yapılan itilafa göre, diğer
Türklerin arazi ve mülkleri hakkında alım ve satım muamelesi yapılacağı ve Türk hükümeti tarafından tayin edilecek
oran dâhilinde göçün devam edileceği bildirilmiştir512.
Trakya’da, 1936 yılında
göçmenlere topraklarını vermek,
tespit etmek ve tapulandırmak
en önemli iş olarak görülmüş, bunun için kadastro tahrirleri yapılmasına karar verilmiştir513. Hazırlanan bir kanun layihasıyla, göçmenlerin kısa zamanda
iskânını temin etmek için kadastro süresi üçte bire indirilmiştir.
Layihaya konulan bir hükme göre de
iskân edilen bir yere ait hak iddia eden bulunursa bu hakkın bedeliyle değiştirileceği ifade edilmiştir514. Yani, göçmenlere verilen
arazi hazineye ait olan yerlerden verilmiştir. Bu arazinin
başkalarına ait olduğu mahkeme kararıyla sabit olsa bile, göçmenlerin iskân edildikleri yerlerden
çıkarılmayacağı ve bu yerlerin devlet tarafından istimlâk
edileceği bildirilmiştir515.
Romanya ile yapılan
göç mukavelesinin yapılmasının ardından Gagavuz Türklerinin de Türkiye gelmeleri söz
konusu olmuş, Türkiye tarafı bu konuya sıcak
bakmamış olsa bile Bükreş Büyükelçisi Hamdullah Suphi, Gagavuzların Türkiye gelmeleri için gayret sarf etmiştir. Gagavuz Türklerinin, çalışkanlığı, zenginliği ve tahsilleri ile Müslüman Türklerden daha
nitelikli olduğunu ispat etmeye çalışmıştır.
Türkiye’de ise, bu konuda, Yaşar Nabi Nayır, yazılarıyla Hamdullah
Suphi’yi desteklemiştir516.
Dobruca’da önemli bir nüfus teşkil eden Gagavuzlar’ın Türkiye’ye nakilleri, tepkilere yol açmıştır.
Basında çıkan haberlerde Gagavuzların İstanbul’a yerleşmek
istedikleri, Türk hükümetinin ise bunu kabul etmediği yazılmış,
buna karşılık, Madrid
Elçisi Tevfik Kamil’in
İsmet İnönü’ye takdim ettiği bir yazıda,
511 Akşam, 30 Teşrin-i Sani 1935.
512 Cumhuriyet, 22 Mart 1936.
513 Cumhuriyet, 9 Mart 1936.
514 Cumhuriyet, 21 İkinci Kanun 1936.
515 Cumhuriyet, 1 Mart 1936.
516 Duman, “Atatürk Döneminde
Romanya’dan Türk Göçleri”, s.36.
Gagavuzları
Türkiye’ye getirmek için üç yıldır yapılan çalışmanın zararlı olduğu ifade edilmiştir. Yapılan çalışmalardan kasıt,
göçü desteklemek için propaganda aracı olarak
yazılan Yaşar Nabi’nin, Ulus gazetesindeki makaleleri, radyo ile Gagavuz
müsamereleri verilmesidir. Bu arada, daha önce mübadele
tabi olarak Yunanistan’a gönderilen Ankara’daki
Rumlar ve Karamanlı Rumları da örnek göstererek, “Eğer, hükümetimiz, Türkiye ve
Türklükle alakası olmayan bu adamları İstanbul’da iskân etmek istememişse, elbette çok isabetli davranmıştır.
Patrikhane müntesibi olan bu yabancılar, Yaşar bey istatistikîndeki tahmin kadar kalabalık bir cemaat iseler,
İstanbul’a dolmaları, Türk nüfusu aleyhine
muvazeneyi bozacak ve Türklerin çoğalmasına değil, öteki kardeşleri firari Rumların açık kalmış yerlerini
doldurmaya yarayacaktır. Bir misli daha artacak İstanbul Ortodokslarının ilânihaye belediye surları içine
sıkışacaklarını ve Maltepe’den öteye
aşamayacaklarını kabul etsek de, bu bile İstanbul Türklerinin atisi bakımından vehametli bir ihtimaldir” demiştir.
Gagavuzların Türk olduğuna dair delillerin doğru olmadığı ve Türklükle
bir ilgileri olmadığını ve homojen bir yapıya kavuşmuş
Türkiye’ye tekrar farklı unsurları sokmanın
zararlarını ifade eden Tevfik Kamil, “….Türkiye’yi Gagavuz kolonisi yapmayalım.
Mübadele ve ona tekaddüm eden milli harekât sayesinde
milli birliği teessüs
eder gibi olan memleketimize yeniden
bir Ortodoks cemaati getirmek kendi
yaptığımızı yine kendimiz yıkmak, gelecek asırlarda fitne ve şuriş unsurlar biriktirmek olur. Türk gazeteleri bundan
sakınmalıdır. Bunu kestiremeyecek
kadar dünün acı misallerini unutmuş olanların mazarratına mani olacak hükümettir… diyerek, Gagavuz göçünün sakıncalarından bahsetmiştir517.
Ayrıca aynı tarihlerde, Balkanların haricinde başka yerlerden gelen Türk göçmenleri de çeşitli vilayetlerde iskân edilmişlerdir. Suriye’den gelen ve Islahiye
kazasına yerleştirilen Türk göçmenlere çift hayvanları dağıtılmış, bir
senelik iaşeleri temin edilmiş ve hepsi müstahsil vaziyete getirilmiştir518.
Filistin’in Salta kazasının Romanlı köyünden
gelen 71 nüfuslu
Türk göçmenleri, Gaziantep’te iskân edilmiş, bunlara, Gaziantep belediyesi tarafından,
20 çift hayvan temin edilmiştir. Birer kulübe
yaparak barınmakta olan bu göçmenlere, Fen Heyeti tarafından verilen
plan dairesinde evlerinin yapılmıştır519.
517 BCA, 030.10 116.810.12.
518 Akşam, 1 Kanun-ı Evvel 1934.
519 Akşam, 16 Kanun-ı Evvel 1934.
1937 yılında Romanya’dan göçler devam etse de,
göçmenlerle ilgili özellikle Bulgaristan’dan
göç etmek isteyenlerin kabul edilmesi ve iskân edilmeleri uygulaması, daha sistemli bir hale getirilmiştir. Buna
göre; Bulgaristan’dan 1938 yılında Türkiye’ye
göçmen olmak isteyen ailelerin, Aralık 1936 tarihinden itibaren
bulundukları yerlerin mensup olduğu Türkiye Cumhuriyeti konsolosluklarına, göçmen olmak istediklerini beyanla istida vermek mecburiyetinde oldukları bildirilmiştir. Herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti devairine, bu amaçla,
daha önce müracaat
etmiş olanların da, tekrar konsoloslara müracaat etmesinin gerekli
olduğu ifade edilmiştir. Verilecek istidalarda; aile reisinin ve aile fertlerinin adları, mahalli ikametleri ve yaşları, aralarındaki akrabalık durumları, mali vaziyetleri ne gibi emvali gayri
menkuleleri olduğu bunların yaklaşık
kıymetleri açık yazılmalıdır. Bu tarihten itibaren, konsolosluklardan tahrir-i vesika almadıkça, kimsenin göçmen olarak
Türkiye’ye gitmesine izin verilmeyeceği bildirilmiştir. Türkiye
Cumhuriyeti tarafından, 1937 yılı için göçmen miktarı
belli olduğu zaman bu oranda
vesika verileceği bildirilmiştir. Bunun için konsolosluklardan ruhsat almadıkça, kimsenin
emvali gayri menkulesini satmaması, satış mukavelesi yapmaması, göçmen pasaportu
almaya teşebbüs etmemesi
konusunda uyarılmıştır. Bundan sonra, Türkiye Cumhuriyeti konsoloslukları mallarını satıp her ne vaziyete
düşmüş olursa olsun, daha önce ruhsat almamış
olanlara göçmen vizesinin verilmeyeceği duyurulmuştur. Türkiye’ye serbest göçmen sıfatı ile gelip yerleşmek isteyenler, istidalarını her zaman
konsolosluklara gönderebileceği, fakat bu istidalarda, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinden hiçbir yardım talep etmeyeceklerini beyan etmelerinin gerekliliği bildirilmiştir. Bunların mali vaziyetleri veya Türkiye’de yanlarına
gitmek istedikleri ailelerin
mali durumları konsolosluklar tarafından araştırıldıktan sonra gerekenlere vesika gönderilmesi kararlaştırılmıştır520.
Göçmenlerin çoğunun Trakya’da
yerleştirilmesiyle, Trakya toprakları şenlenmiş, Trakya’nın kalkınması için çeşitli planlamalar
yapılmıştır. Hem yerli halk, hem de
göçmenleri ilgilendiren bu planlamalardan biri, bölgede, ipek böcekçiliğini geliştirmek olmuştur. Bunun için, ipek kozası yetiştirecek olan
bütün Trakya köylerine, bedava böcek
tohumu dağıtılacağı bildirilmiş, Edirne ve Uzunköprü’de açılan kozacılık kurslarına hazırlıklar yapılmış, dut fidanlarına büyük önem verilmiştir521.
520 Cumhuriyet, 4 İkinci Kanun 1937.
521 Cumhuriyet, 22 Şubat 1937.
161
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
161 |
3. MÜLTECİLER, KONAR-GÖÇER VE ASAYİŞSİZLİK ÇIKARAN AŞİRETLERİN İSKÂNI
Türkiye Cumhuriyeti devleti, kurulduğu andan itibaren,
yeni bir devlet anlayışı, yeni bir
düzen getirmeyi hedeflemiştir. Bu yeni dönem, planlı bir idare anlayışının hâkim
olduğu bir dönem özelliği taşımaktadır. Çağdaş bir yaşam için, eğitim, kültür, iktisadi ve sosyal alanlarda birçok
yenilikler yapılmıştır. Konar-göçer ve aşiret yapısını devam ettiren toplulukların yerleşik hayata geçirilmesi
de çağdaş devlet ve toplum anlayışının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Öncelikle nüfusun kayıt altına alınabilmesi için, yerleşik bir düzen
gerekmektedir. Nüfusu kayıt altına alamama, hem iktisadi, hem de askeri yönden devleti zor durumda bırakmaktadır. Çünkü devlet, yerleşik olmayandan, hem vergi alamamakta,
hem de bunları askere çağıramamaktadır. Bütün bunların
olabilmesi için, nüfusun
kayıt altına alınması
zorunlu olmaktadır. Ayrıca, nüfusa göre eğitim ve üretimin de
şekillendirilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla
toplumun, eğitimli bir toplum olabilmesi, yerleşik hayata geçmeleriyle
üretici haline gelmeleri ve devlete vergi vermeleri için, yerleşik bir toplum olmak önem arz etmektedir.
Dağınık halde yaşayan bu topluluklara hizmet götürmek, bulundukları yerin kalkınmasını sağlamak çok zor olduğundan bunların
iskân edilmesi zorunlu
olmaktadır.
Toplumsal düzeni denetim altında tutabilmek de
devletin görevleri arasındadır. Dolayısıyla
asayişi sağlayabilmek için, bir yerden bir yere sürekli bir biçimde hareket eden toplulukların
takiplerini yapmak mümkün değildir. Devletin, bunların takibini
yapabilmesi için, nüfus kayıtları, dolayısıyla belirli bir yerde iskân edilmeleri gerekmektedir.
Ayrıca, bu yeni dönem içerisinde, geçmişten devralınan bir aşiret yapısı bulunmaktadır.
Bu aşiret yapısında, birinci bağlılık aileye, daha sonra aşiret ve aşiret reisinedir. Her aşiretin başında bir
aşiret reisi, ağa ya da şeyh adları altında liderleri bulunmaktadır. Ulusal bir mücadelede bir aşiretin yer alıp
almaması, aşiretin çıkarlarına ve
önemli ölçüde de aşiret reisinin tercihine bağlıdır. Aşiret reisinin temel
görevi de, aşiretin zarar görmemesi için, konumunu tayin etmektir522. Aşiretler, sorgusuz sualsiz
522 Ruşen Arslan, Şeyh
Said Ayaklanmasında Varto Aşiretleri ve Mehmet Şerif Fırat Olayı, Doz
Yayınları, İstanbul, 2006, s. 93.
liderlerinin yolunu izlemektedir. Aşiret mensupları, hiçbir zaman birey olamamış, ağaya, şeyhe ya da beye bağlı olmak zorunda kalmışlardır. Bu durum, devletin
kendisini, bu topluluklar üzerinde hissettirememesine neden olmuş, bu topluluklar, devletin otoritesinden uzak kalmışlardır. Kendi kapalı
toplumlarında yaşayan aşiret mensupları, gelenekçi bir yapıyla,
zaman zaman yeni düzene karşı çıkmışlardır. Dolayısıyla konar-göçer tüm aşiretlerin
iskân edilmesi, hem iktisadi hem sosyal, hem de iç güvenlik açısından zorunlu
olmuştur.
İlk olarak 1926 yılındaki 885 sayılı kanunla, ülke
içindeki seyyar aşiretlerle, bütün
göçebelerin uygun yerlerde iskân edilmesi kararlaştırılmıştır. İskân edilecek
bu aşiret ve göçebelere, bedelleri
borçlanma kanunu gereğince alınmak şartıyla, mesken olarak bir hane ve gerekli
miktarda arazi, çift hayvanı, zirai aletler ve tohumluk verilecektir. Bu kanun, sadece aşiret ve göçebelerin iskânına yönelik olmuş, aşiret, yapısını
korumuştur523. (Bkz.
Ek 1)
Yeni dönem, hem devleti tanımayan, hem de çağdaş bir
toplum olmanın önünde engel olan
aşiret yapısını kesinlikle tanımamış, bu yapıyı tamamen ortadan kaldırmak istemiştir. 2510 sayılı İskân Kanunu’nda, bu aşiretlerin iskânlarıyla ilgili gerekli açıklama ve düzenlemeler yapılmıştır.
Kanunun 10. maddesinde, aşirete şahsiyet hükmü
tanınmayacağı açıkça belirtilmiş, bu konuda herhangi bir hüküm, belge ve
ilama dayalı olsa bile, aşiretlere
tanınmış tüm haklar kaldırılmıştır. Aşiret reisliği, beyliği, ağalığı ve şeyhliği ve bunların herhangi bir belgeye
veya görgü ve göreneğe dayalı her türlü
teşkilatları kaldırılmıştır. Böylelikle, her ne amaçla oluşturulmuş olursa olsun, bu oluşumları idare eden hiçbir baş kalmayacaktır. Bu kanundan önce, aşiretlerin şahsiyetlerine veya bey, ağa ve şeyhlerine
ait olarak bilinen, kayıtlı kayıtsız, bütün gayrimenkullerin, devlete
intikal edeceği, bu gayrimenkullerin muhacir,
göçebe, topraksız ve az
topraklı yerli çiftçilere dağıtılarak, tapuya bağlanacağı ifade edilmiştir. Ayrıca,
aşiretlere reislik, şeyhlik,
beylik ve ağalık yapmış olanların
veya yapmak isteyenlerin ve asayiş açısından
düşünülerek, sınır boylarında oturmasında sakınca olanların, aileleriyle birlikte, uygun yerlere gönderilmesi konusunda yetki, Dâhiliye Vekâleti’ne verilmiş, bu işin İcra Vekilleri Heyeti kararı ile
Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti tarafından yapılacağı ifade
edilmiştir.
523 İskân Mevzuatı, s. 31
Türk tabiiyetli ve Türk kültürlü göçebe ve aşiretler
ve bunların fertlerini, sağlık ve yaşama şartları
elverişli yerlere, Türk tebaasından olup da Türk kültürüne bağlı bulunmayan
aşiretler ve fertlerini, dağınık
olarak iki numaralı mıntıkalara
nakledip yerleştirmek konusunda da yine
aynı vekâletler yetkili kılınmıştır. (Bkz. Ek 2)
Devlet, kültür temelli bir toplum oluşturma yönünde
hareket etmiş, bu toplumu oluşturmadaki
hedef ise, huzurlu, ahenkli bir toplum olma yönünde olmuştur. Nitekim kanunda, Türk kültürüne bağlı olmayanlar,
anarşistler, casuslar, göçebe Çingeneler ve memleket
dışına çıkarılmış olanlar olarak belirtilmiştir. Bunun dışındakiler, zaten Türk kültürüne
bağlı olanlar olarak düşünülmüştür. Dil konusu da, harsî, askerî,
siyasî, içtimaî ve inzibatî
nedenlerle önemli görülmüş, Türk kültürüne bağlı olmayanlar veya Türk kültürüne bağlı olup da Türkçe’den
başka dil konuşanlar hakkında gerekli görülen
tedbirlerin alınması gerektiği ifade edilerek, toplu olmamak şartıyla
başka yerlere nakil ve vatandaşlıktan çıkarılması da bu tedbirler
içerisine alınmıştır524.
Bütün bunlar göz önüne alınarak, devlet, göçebe ve
diğer aşiretlerin iskânını harsî,
idarî, askerî, siyasî, içtimaî ve iktisadî nedenlerle yapmıştır. Bunun dışında,
devlet olarak, aşiretlerin iskânına yönelik, tüm kolaylıklar gösterilmiştir.
Kabul edilen kanun ve yapılan
tüm çalışmalar, dönemin
ulus-devlet olma yönündeki çabalarıyla da ilgilidir. Bir
zorunluluk halinde ortaya çıkan ulus olma, her
anlamda “bir” olma süreci, dönemin
iskân politikasında da kendisini göstermiştir.
3.1. Konar Göçerlerin İskânı
İttihat ve
Terakki döneminde aşiretlerle ilgili bilgiler toplanmış, Cumhuriyet döneminde de bu bağlamda çalışmalar
yapılmıştır. Aşair ve Muhacirin
Müdüriyet-i Umumiyesi tarafından
yapılan çalışmalar, 1918 yılında yayınlanmış, bu çalışmalarda, Türkmen olarak adlandırılan konar-göçer
gruplarla Türklerin ilişkilerini artırmak için, Türkmenlerin iskânlarının sağlanması, Türkmenlerin Türk
köylüleriyle hısım olmaları ve Türkmenlerin medenileştirilmesi gibi üç
ana konu belirlenmiştir. İskân meselesinin kesin olarak gerekli
olduğu, çünkü aşiret hayatının
çağdaş Türkiye hayatıyla ortak hiçbir noktasının olmadığı ve bunların
Türk istikrar hayatıyla aynı safhada bulunmaları gerektiği ifade edilmiştir. Zaten Türkmenler, eski
seyyarlıklarını koruyamamışlar ve istikrar ihtiyacı
hissetmişler, bu durumda da Türkmenleri Türklerden tecrit etmek
524 Düstur, Üçüncü Tertip, C. XV, s. 1156-1175.
yerine, Türklerin bulunduğu mahallerde iskân edilmeleri gerektiği ve
bunun için de en müsait yerlerin
Anadolu Türk köyleri
olduğu tespit edilmiştir525.
Daha cumhuriyetin ilan edildiği ilk yıllarda Dâhiliye
Vekâleti’nin çalışmalarıyla, aşiretler yerleştirilmeye çalışılmıştır. Konar-göçerlik, dağınık
bir halde yaşamayı
gerektirmiştir. Kendileri, artık yerleşik bir hayata geçmek istemişlerse
de, yerleşim yine dağınık olmuştur.
Her alanda birkaç hane şeklinde
yerleşmeler, devletin, buralara,
sağlık, eğitim gibi hizmetleri götürmesini olanaksız kılmaktadır. Bunun
için ise, bu dağınık köylerin
birleştirilmesi planlanmıştır. Mesela,
3 Mart 1923 tarihinde, Süleymanlı kazasına bağlı, Zeytun nahiyesinin doğu ve güney taraflarında bulunan Beyrut (Berit), dağları içerisindeki vadide bir,
bir buçuk saat mesafelerle ayrılmış, üç beş
hanelik köyler tespit edilmiştir. Buradakilerin, ziraate elverişli olmayan bu
alanda yaşamaları, geçinememelerine neden olduğu ve iskân politikası gereğince, bunların
düzenlenmesi gerektiği için, Dâhiliye Vekâleti,
bu köylerin terk edilerek, çok iyi topraklara sahip Zeytun nahiyesine iskânlarını istemiştir526.
Keyfî olmayarak, kanunların
verdiği yetkiye dayalı olarak iskân
yapabilmek için, 3 Mart 1925 tarihinde aşiretlerin iskân edilmesi konusundaki kanun tasarısı meclise sunulmuş ve bu tasarı, Bakanlar
Kurulu tarafından kabul edilmiştir527. Aynı yıl, çalışmalara başlanmış, yerleşik hayatı tercih eden bazı aşiretlerin, toprağı
elverişli yerlere yerleşip,
üretici haline gelmeleri
için iskân yapılmıştır. Mesela, Dersim bölgesinde, Dersim aşiret reislerinin
bazılarının bulundukları yerlerdeki arazinin ziraat ve imara uygun olmaması dolayısıyla, bunların Erzincan ve Elazığ
havalisindeki boş arazide
iskânlarının yapılması, kendilerine verilecek arazinin bedellerinin de taksitle alınmak
suretiyle tasarruflarına bırakılması ve yapılacak bu iskân işleri,
3. Ordu Müfettişliğinden de alınan görüşler de dikkate alınarak,
Dâhiliye Vekâleti’ne bırakılmıştır528.
Aşiretlerin yerleştirilmesi ile ilgili 1926 yılında kabul edilen, 885 numaralı
İskân Kanunu ile çalışmalar planlı
hale gelmeye başlamış, bu sırada kendiliğinden iskân etmek isteyen
aşiretler de devlet tarafından belirlenen ve ya kendi tercih ettikleri
bölgelere yerleştirilmişlerdir. Kanuna
göre, dışarıdan gelen aşiretler, iskân yerlerini
525 Dr. Frayliç, Mühendis
Ravlig, Türkmen Aşiretleri, (Haz:
Ali Cin, Haluk
Kortel, Haldun Eroğlu),
İstanbul, 2008, s. 357 vd.
526 BCA, 272.11 16.64.10.
527 BCA,030.10. 112.756.17
528 BCA, 030.18.01.01 15.49.11.
devletin seçmesi şartıyla Türkiye sınırlarına girip yerleşeceklerdi. Bu dönemde, bu duruma örnek olarak Karakeçili aşireti verilebilir. Şam bölgesi civarında
yaşayan yaklaşık 240 haneli Karateke
aşireti, iskân yerlerini
devletin seçmesi şartını
kabul ederek, Anadolu’ya
gelmek için, Dâhiliye Vekâleti’ne başvurmuşlardır529.
Dönemin, en çok adı geçen aşiretleri, Karateke,
Aydın, Tahtacı, Tekeli,
Horzunlu, Halikanlı, Yörük, Yörükan, Koçuşağı,
Celali, Karakeçili ve Sarıkeçili olmakla
birlikte, bunların iskân edildiği bölgeler,
Adana, Mersin (İçel),
Osmaniye (Cebel-i Bereket),
Maraş, Antep, Samsun, Çorum, Tokat, Edirne, Tekirdağ, Kırklareli, Aksaray,
Niğde ve Kayseri’dir. Bu aşiretler, hem Türkmen, hem de Kürt aşiretlerindendir. Değişen
dengelerle, yaylak ve kışlak hayatının
zorlaşmaya başlamasıyla
birlikte konar- göçer olan aşiretler, gerek kendi istekleriyle, gerekse devlet tarafından, devlete ait arazilere
yerleştirilerek, yerleşik hayata
geçmeye çalışmışlardır.
Aşiretlerin iskân edilmesine dair kanun gereğince,
“seyyar” aşiretler için her vilayete yazı gönderilerek, her vilayette seyyar aşiret olup olmadığı, şayet varsa nüfuslarının miktarı ve iskânları için
gerekli şartların olup olmadığı bilgisi istenmiştir. Bu aşiretler hem göçebe Türkmen aşiretleri hem de Kürt
aşiretleridir. Bu aşiretlerin, nüfuslarını
öğrenmek ve uygun yerleştirmeler yapmak
üzere, bu bilgiler toplanmıştır. Bu
bilgilere göre, bazı vilayetlerde seyyar aşiret bulunmadığı bildirilmiş,
bazılarında ise seyyar aşiretlerin olduğu ve bunların
iskânına ilişkin bilgiler
verilmiştir. Mesela, Kastamonu vilayetinin Taşköprü kazasında,
tahminî olarak 100 dönüm kadar arazinin bulunduğu, bu arazinin kazada seyyar olarak bulunan Kürt aşiretlerine verildiği
takdirde, bunların iskân edilebileceği bildirilmiştir. Bunun dışında
Siirt vilayetinde de, kışı geçirmek
üzere gelen 1430 nüfustan oluşan Alikan aşiretinin mevcut olduğu bildirilmiş, bunların kışlaklarının
sürekli kalarak, Siirt’te ikametleri mümkün olmadığı takdirde, yeterli miktarda
arazisi bulunan Hizan kazasına iskân edilmeleri uygun görülmüştür.
Cizre’de seyyar aşiretler mevcut olduğu halde,
yeterli arazisi olmadığı için,
burada iskânları uygun görülmemiştir. Adana’da 2759 nüfus seyyar aşiret tespit edilmiş,
bunların hem yeterli arazi hem de meraların mevcut olduğu, Karaisalı, Kozan
529 İbrahim Erdal, “Cumhuriyet Döneminde Yörüklerin İskânı Konusu”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Yörükler ve Türkmenler, (Editörler: Hayati Beşirli,
İbrahim Erdal), Ankara,
2008, s. 5
ve Bozdere mevkiinde, kendilerine iktisadî hane de inşa ettirilirse,
burada iskânlarının uygun olacağı
bildirilmiştir530.
Adana, iklim dolayısıyla seyyar aşiretler için kışlak
olabilecek bir bölgeydi. Bu bölgeyi kışlak olarak kullanılan seyyar aşiret fertlerinden bazıları, aşiretleri adına, Adana Valiliği’ne müracaat etmiş ve aşiretlerin iskânı için ayrılan
tahsisattan da faydalanmak üzere Saimbeğli kazasında
Ermeni emval-i metrukesinde iskân edilmek istemişlerdir. Durumları
araştırılan aşiret fertlerinin amaçlarının gerçek bir iskân olmadığı
ve yazın gelmek ve kışın gitmeye ve kazada iskân görmüş gibi olarak, kendilerine ve hayvanlarına bir taraftan
hastalıktan ölmemelerini sağlamak, bir taraftan da hayvanlarına mera olacak bir yer bulmak olduğu ortaya
çıkmıştır. Bunlar hakkında kaymakamlıktan
alınan bilgilere göre de, bunların istedikleri zaman kazadan ayrılıp, nüfuslarının tespit olunamadığı öğrenilmiştir531. Yaylak ve kışlak hayatı yaşayan
aşiretlerden Aydın, Karakeçili, Korzun (Horzun) ve Sarıkeçili aşiretleri
kışı Adana’da geçirirken, yazın Niğde
yaylarına çıkmışlardır. Bu aşiretlere mensup olan 1200 nüfusu yerleşik
hale getirmek için, 2 Ağustos
1931 tarihinde Niğde’de
iskânlarına karar verilmiştir532. Tekeli aşiretine mensup 60 aile de aynı gerekçeyle, Niğde’de
iskân edilmişlerdir533.
Seyyar aşiretlerle ilgili en büyük sorunlardan birinin
nüfuslarının tespit olunamamasının yanında, yaylak ve
kışlaklara gidip gelirken, yerli halka ait arazilere zarar vermeleri ve hayvanlarında hastalık varsa, bunu geçtikleri
yerlerde bulaştırmaları olmuştur. Bir yandan iskân edilmeleri ve dolayısıyla yerleşik
hayata geçmeleri sağlanmaya çalışılırken, bir yandan da bazı yerlerde hastalıklar için merkezler oluşturulmuştur. Mardin, Urfa, Diyarbakır,
Elazığ istikametlerinden, Hınıs ve Bingöl dağlarını yaylak olarak kullanan
aşiretlerin hareketleri ve hayvan sağlıkları için oluşturulan özel bir teşkilat bu duruma örnek teşkil etmektedir534.
17 Mayıs 1932 tarihinde, İçel vilayetinde dâhilinde bulunup, kışı sahilde, yazı
da Konya-Karaman'da geçiren 27 hane
Erdemli, 77 hane Yağda Koyuncu, Çiriş ve 73 hane Hacı Hasanlı aşiretlerinin, hane inşa masraflarını kendileri karşılamak suretiyle, Erdemli’de Yunanlı Andon adlı şahıstan
kalan yerler ve Maliye Vekâleti
adına Ziraat
530 BCA, 272.12 58.157.7.
531 BCA, 272.12 59. 161.18.
532 BCA, 030.18.01.02 22.57.2.
533 BCA, 030.18.01.02 23.68.12.
534 Ayın Tarihi, C.21, S.70, 1930.
Bankası tarafından idare edilmekte olan, 4469 dönümlük çiftliğe iskân
edilmelerine535, aynı
yılda, öteden beri, İçel'in Mut kazasının, Sinanlı havalisinde
bulunan, 250 hanelik Karadöne adlı
Türk aşiretinin, aynı bölgedeki Hamam Sınırı, Sakız Alanlı, Suçatı ve Ilıca köylerine nakil ve iskânlarına karar verilmiştir536.
Devlet, çağdaş bir topluma yakışmayan göçebeliği
kaldırmak amacıyla, 3 Ocak 1932 tarihinde, Dâhiliye Vekâleti’nin teklifi
üzerine, Çorum ve Yozgat vilayetleri sınırları üzerinde bulunan Aygar dağının sarp ve yolsuz
bölgelerinde kendi yaptıkları obalarda
oturan, 4875 hayvana sahip ve Kürt ırkına mensup, 440 nüfusun, 885 numaralı kanunun üçüncü maddesine dayanarak uygun
yerlere iskânlarına,537 aynı tarihte ve aynı bölgede, 30 yıldır göçebe yaşayan, 40 haneden oluşan Yörikan
Aşireti'nin de, Çorum’un Sungurlu kazasının
Saraca ve Karadere
ve ayrıca, Çorum'un
Çaşak ve Hanhuzlus
köylerine yerleştirilmesine karar verilmiştir538.
1933 yılında, Bakanlar Kurulu tarafından, 50 hanede
205 kişiden oluşan Gaygel Türk Aşireti efradının, Tokat Vilayeti’nin Pazar nahiyesine bağlı Rumlardan kalan Gerdikan
(Çerdiğin) ve Sarıtarla köylerine, 74 hanede 391 kişiden oluşan Bazikli Kürt Aşiretinin ise, Tokat Vilayeti
dâhilindeki Türk köylerine
serpiştirilme sureti ile yerleştirilmelerine
karar verilmiştir539. Bu döneme kadar, “serpiştirme” sureti ile
iskân etme kullanılmamış, aşiretlerin
ve diğer göçebelerin daha iyi şartlarda yaşayabilmeleri için, toplu iskân yapılmıştır. 1933 yılında resmi belgelere de
geçen bu uygulama, 1934 yılında kanun
kapsamına alınacaktır. Yine 1933 yılında, Yozgat’ın Sorgun kazasında, Türk ırkına mensup yörükler oldukları
tespit edilen, 51 ailede 279 kişinin, Boğazlayan’da Ermenilerden kalan Çat
köyüne nakledilerek, burada iskân edilmelerine
karar verilmiştir540.
1934 yılında seyyar aşiretlerin yerleştirilmesi konusunda daha hassas
davranıldığı görülmektedir. 1934 yılı Haziran ayına kadar 885 sayılı
İskân Kanunu’na göre muamele
yapılmıştır. Seyyar aşiretleri iskân etmek için, bir dizi kararname çıkarılmıştır. Adana, daha önce de ifade
edildiği üzere, seyyar aşiretlerin nüfusça yoğun olduğu vilayetlerden biridir. Memleket dâhilindeki seyyar aşiretlerin ve tüm göçebelerin
535 BCA, 030.18.1.2 28.38.20.
536 BCA, 030.18.1.2 30.53.1.
537 BCA, 030.18.1.2 25. 2. 1.
538 BCA, 030.18.1.2 25. 2. 2
539 BCA, 30.18.1.2 41 81 11
540 BCA, 030.18.1.2 40.78.8
nakil ve iskânlarının yapılacağına dair olan 885 sayılı İskân Kanunu’nun üçüncü maddesi
gereğince, aşiretlerin iskânları yapılmıştır. Buna göre, 12 Mayıs 1934
tarihinde 79 nüfuslu Tekeli Türk
Aşireti'nin Ceyhan ilçesinin Deveciuşağı köyü civarındaki boş araziye yerleştirilmeleri. “716 sayılı
Borçlanma ve 885 sayılı İskân
kanunlarının 3. maddelerine meccanen
iskânları541 ve 26 Mayıs 1934 tarihinde, Ceyhan'ın, Kömürlü (Gümürdülü) civarında kışlamakta olan 179
hanede 988 nüfus Tekeli ve Horzunlu (Horzumlu) aşiretlerinin, Kömürderesi, Uzunpınar
ve Kumtepe mevkilerine yerleştirilmeleri, Dâhiliye Vekâleti
tarafından istenmiş, Bakanlar
Kurulu tarafından kabul edilmiştir542. Aynı tarihte, Seyhan’a
bağlı Kadirli kazasının
Tozlu köyünde kışlamakta olan 62 ailede 280 nüfus Karatekeli
aşiretinin, adı geçen köyde iskânları543 ve ayrıca yine aynı
aşiretten Tozlu köyünde oturan 11
ailenin de, bu köyde bulunan 2750 dönümlük boş arazide iskânları kararlaştırılmıştır544.
3.2.
Asayişsizlik Çıkaran Aşiretlerin İskânı
Osmanlı Devleti zamanında, devlete bağlı bir şekilde yaşayıp
giden bazı aşiretlerin, devleti huzursuz ettiği
tarafları, göçebe halde yaşayan bu aşiretlerin, yaylak ve kışlaklarına giderlerken ekili arazileri toprakları
hayvanlarına çiğnetip mahsulleri yedirmeleri ve böylelikle halkı huzursuz etmeleri olmuştur. Özellikle 17. yüzyılda
devletin kendileri için belirlemiş olduğu yaylak ve kışlak yerlerini
terk edip, başka yerlere yerleşmek,
vergi vermemek için devlete karşı gelmek ve dolayısıyla eşkıyalık faaliyetleri yürütmeleri, devleti, bu konuda bazı önlemler almaya yöneltmiştir545. Cumhuriyet döneminde de devam eden aynı hareketler, zamanla
farklı şekillerde cereyan etmiştir. Hem ekonomik, hem ziraî,
hem de asayiş açısından bunları yerleşik hayata
geçirmek ve bölgedeki feodalitenin en aza indirilmesi, bu dönemin politikası olmuştur.
Özellikle konar-göçer bir kısım Kürt aşiretler, aşiret yapısından dolayı,
aşiretten başka bir güç tanımadığı ve dolayısıyla devletin
otoritesini üzerinde hissetmediği ya da hissetmek
istemediği için dönem
dönem şekâvete başlamışlardır.
Bu süreçteki iskânın dönem itibariyle önemi, bazı kesimlerin hükümetin iskân politikasını, Kürt aşiretleri sürgün ve
asimile etme gibi düşüncelerle yargılamasından
gelmektedir. Sürgün, iskân uygulamaları için, önceden beri kullanılmakta olan bir
541 BCA, 30.18.1.2 45.31.6
542 BCA, 30.18.1.2 45.37.1
543 BCA, 30.18.1.2 45.36.2
544 BCA, 30.18.1.2 45.37.3
545 Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskânı, İstanbul 1987, s. 42 ve çeşitli sayfalar.
yöntemdir. Osmanlı döneminde
iskân uygulamalarında, sürgün yönteminin kullanıldığından bahsetmiştik. Cumhuriyet
rejimiyle birlikte başlayan yeni dönemde, bir
kısım Kürt aşiretlerinin bulunduğu yerlerde
devletle aşiretler arasında bazı
sorunlar yaşamıştır. Bu bölgelerde,
her ne kadar sosyal bir düzen olduğu iddia edilse de, feodal bir düzenle hareket
eden ve zaman zaman, devlet otoritesine karşı gelen grupların varlığı, zikredilen bölgelerde bazı tedbirlerin alınmasını zorunlu kılmıştır. Kürt aşiretlerin,
aşiret reislerinin liderliğinde zaman zaman isyan çıkarmaları, çözüm olarak aşiret reislerinin nüfuz ettiği
bölgelerden uzaklaştırılmasını gerektirmiş ve nitekim bu uzaklaştırma sürgün yöntemiyle olmuştur.
Devlet, askerî önlem mahiyetinde, bazı aşiretlerin daha uygun yerlerde
iskânlarını sağlamıştır. Bunlardan
bir örnek, Iğdır mıntıkasındaki Celali aşiretidir. Iğdır’da
hudut üzerinde seyyar bir halde bulunan
7000 nüfustan ibaret olan Celali aşiretinin önceden beri hükümetten bağımsız bir surette, şekavet
ve gaspla hayatlarını sağladıkları,
hududa tecavüz ederek Ermenistan’la münasebetleri ve civarı ihlal etmeleri mümkün
olabileceğinden, acil ve tesirli tedbirler
alınması kararı Şark-ı Cenubi Kumandanlığı’ndan bildirilmiştir. Ayrıca,
bir sakınca da, aynı bölgede bulunan metruk köylerin, müzayedelerinde, ucuz fiyatlarla bu aşiretlere verilmesidir. Bunların, bu bölgede
iskânlarında mahzur görülmüş,
bunlar için genel ve esaslı tedbirlerin alınmasında birçok Vekâlet, hemfikir olmuştur. 18 Ocak 1923 tarihli İcra
Vekilleri toplantısında, bu konu görüşülmüş ve bu gibi aşiretlerin
hudut civarından daha içeride ve daha uygun bir mesafeye alınarak
iskânlarına karar verilmiştir546. Bu aşiret, hükümetin göstereceği yere kayıtsız
şartsız yerleşmeleri şartıyla kabul
edilmiş, aksi takdirde iadelerinin
yapılacağı bildirilmiştir. Hem daha önce Türkiye’de bulunan, hem de mülteci olarak Türkiye’ye giriş yapan
Celali aşiretine mensup olup, daha önceden gelenlerden, 60 hane, Van vilayetinin Havasur
nahiyesinin Kızıldaş köyünde
ve Muradiye’de yerleşmiş, 4
hane Van’ın yerli halkı ile beraber Urfa vilayetine, 4 hane de Edremit nahiyesine giderek, burada nüfus
kayıtlarını yaptırmışlardır. Fakat güvenlik açısından bu aşiret mensuplarının, iskân yerleri Karahisar-ı Şarki vilayeti olarak belirlenmiştir.
Bu belirleme ile daha önce yerleşmiş olanların, yeniden Karahisar-ı Şarki vilayetine sevk ve iskân edilmeleri, ilgili vilayet valileri
tarafından tedirginlikle karşılanmıştır. Çünkü yerleşmiş olan bu aşiret
mensuplarından tekrar İran’a
firar eden
546 BCA, 030.18.1.1 06.46.03.
görülmemiş, şayet bunların sevkleri yapılırsa, yerli aşiret ve Kürtlerin
ürkerek firar etmelerine yol
açabileceği ifade edilmiştir. Hatta özellikle Muradiye’deki Celali aşireti mensuplarının, geçeceği yol güzergâhı
üzerinde Haydaranlı Kürtleriyle temas edeceği,
dolayısıyla bu sevk hareketinin bir propagandaya alet edilmemesini
sağlamak için, sevk işi bir
süreliğine ertelenmiştir. Bu tedirginliklerle 50 hane aşiret mensubunun Karahisar- ı Şarki vilayetine gönderildiği ve burada iskân edildiği
görülmektedir. Bu aşiretin
Erzincan ve Muş vilayetinde de iskânları düşünülmüş, fakat Erzincan’da
iskân için uygun yer olmadığı ve
Muş’ta da Kürt bir aşiretin yerleştirilmesi mahzurlu görüldüğü için buralarda iskân yapılmamıştır.
Karahisar-ı Şarki vilayetine gelenlerin terk edilmiş köylere ve Rumlardan kalan hanelere yerleştirilmesi uygun
görülmüş, fakat bunların müstakil
köylerde topluca bulundurulmaları asayiş açısından mahzurlu görüldüğü için, Türklerin
bulunduğu köylere, birer ikişer hane halinde dağıtılması gerektiği ifade edilmiştir. Aşiret, hayvanlarıyla beraber
yola çıkmış, hayvanlarının yem ihtiyacı Karahisar-ı Şarki vilayetinde karşılanamayacağı için, bunların Bafra’da
kışlandırılmasına karar verilmiştir. Fakat Samsun’da hayvanlarda veba hastalığı bulunduğu, dolayısıyla bunların Bafra’ya gelinceye kadar, bu hastalığın
yayılmasına neden olacağı
düşüncesiyle, Ziraat Vekili
tarafından, Bafra’ya gelmelerine müsaade edilmemesi istenmiştir547.
Cumhuriyet dönemi başlangıcından itibaren çeşitli
isyanlara sahne olmuştur. Bu dönemin
büyük isyanlarından biri, Şeyh Sait isyanıdır548. Kürt asıllı olan
Şeyh Sait, bazı kaynaklarda hilafet
komitesinin, gerek Kürt istiklali, gerekse saltanatın yeniden ihyası için seçilmiş, isyanı patlatacak bir şeyhti. Şeyh’e göre ise, durum medreselerin kapatılması, bazı yazarların dine hakaret etmesi ve
peygamberlere dil uzatılmasıydı549.
Her ne şekilde olursa olsun, bu tarz hareketler, memleketin gelişmesi
için uygulanacak programların önünde
gerici bir engel teşkil etmiştir. Üstelik isyanların hemen hepsi ağa, şeyh gibi aşiret reislerinin nüfuzlarını kaybetmemek adına çıkarılmıştır. Böylelikle ülkede
huzur ortamı bozulmuş, bu ortamı huzurlu ve güvenli hale getirmek işi, devlete düşmüştür.
547 BCA, 272.12
49.102.3.
548 Faik Bulut, Devletin
Gözüyle Türkiye’deki Kürt İsyanları, İstanbul, 1991, s. 15 v.d. Ayrıca bkz.
Uğur Mumcu, Kürt -İslam Ayaklanması 1919–1925,Tekin Yayınevi, İstanbul, 1992,
Şenol Yücedağ, Şeyh Sait İsyanı ve Ezeli Düşman İngiltere,
İstanbul, 2010.
549 Behçet Cemal, Şeyh Sait İsyanı, Sel Yayınları, İstanbul, 1955, s. 18.
Mustafa Kemal, 1 Kasım 1925'te
meclisin açılış konuşmasında Şeyh Sait isyanıyla ilgili şu değerlendirmede
bulunmuştu: “Yüce meclis, çalışmalarına
ara verdiği sırada Cumhuriyet
ordusunun, irtica olayını bastırmak ve ortadan kaldırmak çabası içinde olduğunu bilmektesiniz. Ordu, Cumhuriyet düşmanlarını hızla ve kesin bir şekilde ortadan kaldırmıştır. En çok
üzerinde durulacak ve güvenilecek nokta, ulusun Cumhuriyet’i nasıl koruduğunu kanıtlayan seferberlik ve genel milli gösterilerdeki halkın içten gelen coşkulu
davranışlarıdır. Bu ayaklanma
olayının, irtica ağırlıklı olduğu,
genellikle önceden hazırlanmış bir fikir akımı ile birbirine bağlı
hazırlıkların uygulanması sonucu
oluştuğu, bir yıldan beri gelişen durum ve olaylardan bir kez daha kesinleşmiştir.” Mustafa Kemal,
hastalık olarak nitelendirdiği bu olayları, ülkenin huzur ve güvenliği için, Büyük Millet
Meclisi’nin sürekli ve özenle izleyeceği konusunda, halka teminat vermiştir550.
Bu
isyandan sonra, gerek isyan bölgesinde, gerekse civar bölgelerde Genç, Muş, Ergani, Dersim, Diyarbakır, Mardin, Urfa,
Siverek, Siirt, Van ve Hakkari vilayetleriyle
Erzurum vilayetinin Kığı ve Hınıs kazalarında bir ay süreyle örfi idare
ilan edilmiş551, irtica ve isyana ve memleketin sosyal nizamıyla huzur ve sükûnunu
ve emniyet ve asayişini
ihlal etmeye yönelmiş bütün teşkilatı, teşebbüsleri, teşvikleri ve yayınlarını, hükümet,
cumhurbaşkanının tasdiki ile doğrudan doğruya
ve idareten yasaklamaya yetkilidir. Bu gibi fiilleri işleyen kişileri, hükümet,
İstiklal Mahkemeleri’ne verebilir ifadesiyle 4 Mart 1341 (1925) Takrir-i
Sükûn Kanunu yürürlüğe
girmiş552, aynı zamanda isyan bölgesinde suçluların
yargılanması ve infazları için İstiklal Mahkemesi kurulmuştur. Nihayetinde, Şeyh Sait idam edilmiş, fakat bölgedeki olaylar
durulmamıştır. Aynı yıl, bu defa Şeyh Sait isyanında idam edilen Şemdinli şeyhinin oğlu babasının intikamı
için Şemdinli’de isyan çıkarmıştır. Devam eden yıllarda
Reşkotan ve Reman Ayaklanması, Pervari, Güyan, Haco, Koçuşağı, Ağrı,
Zilanlı Resul Ağa, Zeylan,
Tutaklı Ali Can, Oramar, Buban, Sason ve Dersim Ayaklanmaları, huzursuz bir ortama neden olan ayaklanmalardı553.
Ardı arkası kesilmeyen bu isyanların bir şekilde
engellenmesi ve bu duruma sebep olan etkenlerin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bu durumda da bir “ıslahat
planı” yapılmıştı.
550 Atatürk'ün Türkiye
Büyük Millet Meclisi’ni
Açış Konuşmaları, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara, 1987, s. 149
551 Hakimiyet-i Milliye, 24 Şubat 1925.
552 Serap Yeşiltuna, Resmi Kanun, Kararname, Rapor ve
Tutanaklarla Atatürk ve Kürtler, İleri Yayınları, İstanbul, 2007, s.114.
553 İsmet Bozdağ, Kürt İsyanları, Truva Yayınları, İstanbul,
2004, çeşitli sayfalar.
Yeni kurulmuş olan devlet, varlığını
güçlendirmek için asıl mücadelenin cehalete ve geri kalmışlığa verilmesi
gerektiği gerçeğinden hareketle, zamanı ve şartları geldiğinde yapmayı düşündüğü inkılâplar hayata geçtikçe, olumlu
ve olumsuz tepkileri de beraberinde getirmiştir. Bu gelişmelere paralel olarak, 1924 Anayasası'nda da Müfettişlik yönetimi hususunda herhangi bir düzenleme yapmamıştır. Ancak, Doğu bölgelerinde Nasturi ve Şeyh Said
isyanlarının vuku bulması hükümeti bu bölgelerde bazı idari reformlar yapılması hususunda mecbur bırakmıştır. O
günkü şartlarda ulaşım imkânsızlıkları,
bölgeler arasındaki kalkınmışlık farkları, yapılması gereken idari ve sosyal çalışmaların yapılamaması ve koordinasyonsuzluk, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde bu gibi çalışmaları yapacak, hükümetin
gözü kulağı olacak ve asayişin temini
maksadıyla Umumi Müfettişliklerin yeniden kurulması bir mecburiyet haline gelmiştir554.
Olaylar sonucunda, Elazığ, Urfa, Hakkâri, Bitlis,
Diyarbakır, Siirt, Mardin ve Van illerini
kapsayan alanda Birinci
Umumi Müfettişlik oluşturuldu. İlgili yasanın kabulünden yaklaşık altı ay sonra, Diyarbakır milletvekili İbrahim Tali Öngören, bölgeye, müfettiş olarak atanmıştır555.
Umumi Müfettişler, Dâhiliye Vekâleti’ne bağlı
olup, görevleri, bölgede
asayiş ve denetimi sağlamaktı. Bu
doğrultuda birçok rapor hazırlandı.
1928 yılında Diyarbakır’da göreve başlayan Birinci Umum Müfettişlik’e, daha sonra Ağrı ili de eklenmiştir. 1929
yılında Bitlis, Muş’a bağlı bir kaza haline getirilince,
bu müfettişliğe Muş ili dahil olmuştur. 1934 yılında Trakya’da İkinci Umum Müfettişlik, 1935 yılında, Erzurum,
Kars, Rize, Trabzon, Gümüşhane, Erzincan ve Ağrı illerinde Üçüncü Umum
Müfettişlik, 1936 yılında ise, Tunceli, Elazığ, Bingöl daha sonra da Erzincan
vilayetlerinin dahil olduğu,
Dördüncü Umum Müfettişlik kurulmuştur556. Oluşturulan
müfettişliklerin biri hariç, diğerleri ülkenin doğusunu işaret etmektedir. Bölgede, uzun yıllar öncesinden devam eden mevcut düzen ve asayiş konusu,
devleti, bu bölgeye
sevk etmiştir. Atatürk,
cumhuriyet kanunlarının emniyetle
554 Erdal Aydoğan, Üçüncü Umumi
Müfettişliği’nin Kurulması ve III. Umumi Müfettiş Tahsin Uzer’in Bazı Önemli Faaliyetleri, Ankara
Üniversitesi, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Atatürk Yolu Dergisi, S.33- 34,
Mayıs- Kasım 2004, s. 3. Umumî müfettişliklerle ilgili geniş bilgi için bkz.
Cemil Koçak, Umumî Müfettişlikler (1927-1952), İletişim Yay., İstanbul,
2003.
555 Atatürk’ün güvenini
kazanmış, asker kökenli bir siyasetçi olan ve Birinci Umumî müfettişlik görevini, beş yıl boyunca
yerine getiren İbrahim
Tali Öngören, 18 Mart 1934 tarihinde de İkinci Umum Müfettişliği
görevine atanmıştır. Yaklaşık bir yıl kadar da bu görevi yürüten Öngören, daha
sonra da Diyarbakır ve Elazığ
milletvekilliği yapmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Koçak, Umumî Müfettişlikler, s. 81 vd.
556 Yeşiltuna, Atatürk ve Kürtler, s. 169 vd.
sığınılacak tek yer olduğunun anlaşılması ve bu bölgede
huzur ve gelişmelerin sağlanabilmesi için, özellikle
şark vilayetlerinin bir kısmında kurulan
Umumî Müfettişlik’in isabetli
ve faydalı olduğunu
ifade etmiştir557.
Hükümet, isyanın bastırılmasından sonra Doğu ve
Güneydoğu bölgelerinde çok geniş çapta girişimlerde bulunacağının işaretini vermiştir. Zaten,
kurulan müfettişliklerin asıl görevi, bölgede
devletin varlığını hissettirmekti. İsmet İnönü, isyanının bastırılmasından sonra,
Meclis’te yaptığı konuşmada isyanın bastırılmasından sonra harekâtın bitmediğini, devam ettiğini isyanın tam olarak
bastırıldıktan sonra idari tedbirler alınarak
bazı ıslahatlar yapılacağını vurgulamıştır.
8 Eylül 1925'te kurulan ve isyan bölgesini inceleyerek bir rapor hazırlayan encümen, 24 Eylül 1925 yılında hükümete sunduğu “Şark Islahat Planı’nda” tehlikeli bulunan ailelerin batıya iskân edilmesini
önermiştir. Buna göre; “İsyanı teşvik ve
idare etmiş olanlar ile bunların
akraba ve taallukatı ve rüesadan hükümetin
şarkta kalmalarını muvafık
görmediği eşhas, aile ve taalukatı ile beraber garpta hükümetin göstereceği mahallelere nakledilecektir.
Terk edecekleri emval ve arazi hükümetçe satın
alınarak bedeli nakden ita veya nakledilecekleri mahallerde aynı kıymette emlak ve arazi teffiz olunacaktır.”Aynı raporda,
“Dersimlilerin, Dersim’den çıkmak isteyen kısımları
Sivas garbinde gösterilecek mıntıkaya nakledilebilirler. Müfettişlik mıntıkalarından bu suretle Anadolu dâhiline nakledilmeyi arzu
edenlerin, hükümetçe gösterilecek yerlere
nakilleri de mümkündür”558 denilerek, nakiller konusuna değinilmiştir.
Islahat programının en önemli tedbirlerinden biri isyana
destek veren ve tehlikeli olabilecek
aşiretlerin batıya nakilleridir. İsyana karışan veya destekleyenlerin batıya nakline daha isyanın devam ettiği dönemde
başlanmıştır. Nakiller, genelde Trakya ve İç
Anadolu ve Ege bölgesine yapılmıştır. Niğde, Ermeni ve Rumlardan kalan ev ve dükkânlarla
boş bir saha olduğu için, buraya çok sayıda kişi gönderilmiştir. Aydın, Kütahya, Manisa, Balıkesir ve İzmir de,
doğudan gelenlerin iskânlarının yapıldığı belli başlı illerdendir. 1925 yılında isyana katılan aşiretlerin erkekleri, İran ve Irak’a geçmişler, kadın ve çocuklar
batıya nakledilmiştir.
557 Öztürk, Atatürk’ün
TBMM Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları, s. 1060.
558 Altan Tan, Kürt Sorunu, Ya Tam Kardeşlik Ya Hep Birlikte Kölelik, İstanbul, 2009, s. 247.
Olaylar sonucunda, olaylara karışan bazı kişilerin
bölgelerinden tecrit edilmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde,
olayların önü alınabilinecektir. Devlet kuvvetleri tarafından bastırılan isyandan sonra bölgede alınan tedbirler, Atatürk’ün ifadesiyle, isabetle
ve başarıyla uygulanmıştır559. Fakat daha kalıcı tedbirler
gerekmektedir. Şeyh Sait isyanından sonra, gözler feodalitenin en
çok hüküm sürdüğü bölge olan Dersim’e de
çevrilmiştir. 1926 yılında Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’in devlete verdiği
raporda, tamamı Kürt olmayan Dersim
bölgesinin, gittikçe Kürtleştiği, bölgede Seyit Rıza’nın aşiretlerle ittifak kurmakta olduğunu -ki nitekim bu ittifak,
daha sonraki yıllarda isyana zemin
hazırlamıştır. Dersim bölgesinin, hükümet için bir çıban olduğunu ve bu çıbana kat’i bir ameliye yapmanın, memleketin
selameti için mutlaka gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca, aynı raporda, alınacak tedbirlerden biri de “… reis, şeyh, bey, ağa namlı eşhas ve mütegallibeyi ve bunların akarip ve müteallikatını
derhal uzak vilayetlere nakil ve iskân etmek” olarak devlete öneride
bulunulmuştur560. Dolayısıyla, doğudaki
bazı kişilerin aileleriyle
birlikte batıda iskân edilmeleri söz konusu olmuştur. Bunun için çalışmalara başlayan hükümet, zorunlu yer
değiştirme işlemini yasalaştırmak amacıyla 1926 sonunda
Dâhiliye Vekâletince hazırlanan mazbatayı, Bakanlar Kurulu’nda görüşerek Meclise göndermiştir. Kanun, Meclis’te görüşülmüş, tarihe intikal eden sultanlar devrindeki sistemin, doğuyu, her zaman tehlike
arz edecek şekilde
ihmal ettiğini ve bu
muhitlerin, mütegallibenin idare ve nüfuzu altına bırakıldığı, bunun da cumhuriyet idaresine yakışmadığı, hükümet
içinde ikinci bir hükümet olan mütegallibenin
zararı ve bölgede yapılacak ıslahatların önünde engel teşkil eden bu mütegallibenin uzaklaştırılması
gerekliliği, kanuna gerekçe olarak sunulmuştur561. Bu anlayışla, isyanlara karşı tedbir
mahiyetinde, 19 Haziran 1927 tarihli ve 1097 sayılı “Bazı Eşhasın
Şark Menatıkından Garp Vilayetlerine Nakillerine Dair Kanun” 4 Temmuz 1927’de Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Çıkartılan yasayla, örfi idarenin ilan edildiği yerlerde ve Beyazıt vilayetinde idari, askeri ve içtimai sebeplerden dolayı 1400 kişinin
aileleriyle birlikte batıya nakilleri için hükümete yetki verilmiştir. Nakil işleminin Ağustos
1927 sonunda gerçekleşeceği, tarımla uğraşanlara ise Kasım ayına
kadar Bakanlar Kurulu
karalıyla
559 Mustafa Kemal’in 1926
yılında Meclis’te yaptığı konuşma için, bkz. Öztürk, Atatürk’ün TBMM Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları, s. 1042 v.d.
560 Devam eden yıllarda da umum müfettişlik raporlarında doğudan batıya nakl ve iskân önerileri
verilmiştir. Dersim, Jandarma Genel Komutanlığı’nın Raporu, Kaynak
Yayınları, İstanbul, 2000, s. 167 vd.
561 TBMM ZC, C.33, İ.IV, D.II, s. 153.
izin verileceği belirtilmiştir. Nakledilenlerden muhtaç olanların nakil
ve yoldaki iaşeleri iskân oluncaya
kadar devlet tarafından karşılanacaktı. Nakledilenler, borçlanma kanunu doğrultusunda adiyyen iskâna tabi tutulacaktır. Nakil edilenler gösterilen yerlerde iskâna mecbur kalmıştır. Seyahat
tamamıyla serbest olmakla
birlikte topraklarının bulunduğu
bölgeye gidemeyeceklerdir. Buna uymayanlar ise cezalandırılacaktı. Mahkûmlar
ceza bittikten sonra aileleriyle o zaman birlikte
iskân edilecektir. Nakledilenler gayrimenkullerini
istedikleri gibi tasarruf edeceklerdir. Ancak bu kişiler mallarını iki senede satamazlarsa hükümet tarafından satılacak,
para kişiye verilecekti. Nakledilenlerin arazisi
hazineye devredilecektir. Kazalarda
mahalli en büyük mal memuru veya görevlendireceği bir kişi tapu
memurları ile ziraat odasının bulunmadığı yerde
seçilen bir kişinin oluşturduğu üç kişilik heyet tarafından değer tespit
edilecektir. Kişiler bu belirlenen değere itiraz edebilme
haklarına sahip olacaklardır. Ancak mahkeme kararlan
kesin olarak kabul edilecektir. Nakil edilen kişiler
terk ettikleri gayrimenkul kıymeti kadar adiyyen iskân
suretiyle kendilerine verilecektir. Eğer terk
ettikleri gayrimenkul daha fazla
ise gerektiği kadar daha gayrimenkul verilmesi, hatta bu yasayla
nakil, iskân ve tefviz işlemlerinin 8 ay içerisinde bitirilmesi kararlaştırılmıştır.
Naklolunan kişileri alacak talepleriyle mahallerindeki en büyük mal memurları
ilgilenecektir. Nakil işleminden doğacak her türlü masraf, Dâhiliye
Vekâletinin İskân Müdüriyeti Umumiyesi bütçesinden karşılanacaktır.
Bunlarla ilgili uygulamalardan
Adliye, Dâhiliye ve Maliye
Vekâleti sorumlu tutulmuştur562.
1923–1929 yılları arasında
Batıya nakledilenlerin sayısı 2774 olarak belirtilmektedir563. Doğudan
batıya nakledilenlerin, akraba olanlarının bir arada ikametlerine müsaade edileceği kararı
alınmıştır.
1097 sayılı kanunun çıkarılmasından sonra 5 ay geçmeden, 5 Aralık 1927 tarihinde hükümet
1178 sayılı, “Bazı Eşhasın
Şark Menatıkından Garp Vilayetine Nakillerine Dair Kanunun Ref’ine
Dair” bir kanun çıkarmıştır. Bu kanunun gerekçesinde; idari, askeri ve içtimai esbaba binaen Şark idare-i örfıye mıntıkasiyle Beyazıt vilayetinden 1097 numaralı kanunun
verdiği salahiyetle bazı eşhas ve aileler Garp
vilayetlerine nakledilmişti. Bunlar arasında, Şeyh Sait isyanı ile ve bu isyanı takibeden
şakavet hadiseleriyle bilfiil
alakaları olmadıkları halde orada ittihaz
olunacak tenkil ve teskin tedbirleri arasında bazı ailelerin
de garbe nakilleri muvafık
562 İskân Mevzuatı, s.45 vd.
563 İskân Tarihçesi, s.137.
görülmüştü. Bilahare Şark
vilayetlerinde yapılan müessir inzibati hareketler hasebiyle, artık bu gibilerin
mahallerine iadelerinde idari ve siyasi ve içtimai
mani kalmadığından, memleketlerine iadesi tensip edilmiştir. Ancak müstemir şakavet
ve tegallübü ve her fırsat
zuhurunda isyanı itiyat edinmiş ve ileride de mahallerinin nizamı içtimaisini ihlal edecekleri ve medeni
şeraite intibakına hail olacakları muhakkak olan ailelerin Garp vilayetlerinde iskân ve terfihleri Türk
Cumhuriyetinin takip ettiği temdin gayesi itibariyle zaruri görülmüştür. Kanun mucibince Garbe nakledildikleri halde
kanuna riayet etmeyerek ve firar ederek, şakavete sülûk edenlerin aileleri
hakkında nakil hükmünün ref’i
ve bu firarilerin kanunun neşri tarihinden itibaren üç ay zarfında, bilakayduşart dehaletlerine talik edilmiştir... 564
Bu kanunla, 1097 sayılı
kanun gereğince, askeri, idari ve sosyal sebeplerle, gerekli ve zorunlu
olan tedbirlerle, batıya nakledilmiş olup, Şeyh Sait ve bu olayı
izleyen eşkıyalıklara şahsen karışmayan ve naklolundukları yerde,
herhangi bir kötü hali görülmeyenlerin, eski yerlerine geri dönebilmeleri için, hükümete
yetki verilmiştir. Mahallerinde
sorun yaratanlar ve aileleriyle, iskân edildikleri yerlere gitmeyerek, firar edenlerin
de, bu yasadan yararlanmaları için üç ay zaman verilmiştir. Geri döneceklerden muhtaç olanların masrafları ise, İskân Müdüriyeti Umumiyesi bütçesinden karşılanacaktır.
Hükümet, bu kanunla, bölgede askeri güçler tarafından sağlanan güvenli ortamdan
dolayı, artık batıya nakledilenlerin, yerlerine
dönmelerinde bir sakınca
görmediğini belirtmektedir. Bu kanunla, doğudan batıya gönderilenlerle
birlikte, artık devletin kanununa
karşı bir kuvvetin olmadığı, şayet olsaydı, batıya iskân edileceklerin gideceklere yerlere karşı koyacağı
ileri sürülmüştür. Dâhiliye
Vekili Şükrü Kaya, kanunla
ilgili, her rejimin kendi mantığı ve hukuku olduğunu ileri sürerek,
cumhuriyetin mantığının, kanunu
hâkim kılmak, cehli, taassubu, tahakkümü, tegallübü, haksızlığı, sui idare ve istimali, millet içinde fertlerin
ve cemaatlerin imtiyazlarını izale etmek şeklinde tanımlamıştır. Cumhuriyet rejiminde, her ferdin kanun
karşısında eşit olduğunu, milletin istiklali,
mülkün vahdeti ve her yerde kanunun hâkimiyetini temin etmek için, kanuna karşı kendi muhitinde sultan hükmü süren
ve hürmetsizliğe alışanların mukavemetinin kırıldığını ifade etmiştir565. Fakat bölgede hala irili ufaklı isyanların devam ettiği bilinmektedir. Affın nedeninin hükümetin
sertlik politikasından vazgeçerek bölgede
564 TBMM ZC, C.1, İ.I, D.III, Ankara, 1927, s.1
565 TBMM ZC, C.1,
İ.1, D.III, s. 84.
Cumhuriyet idaresini
yerleştirmek amacıyla yumuşak bir politika uygulamaya karar vermesi olarak değerlendirmektedir. Umumi
Müfettişliğin başına “yumuşak mizaçlı” İbrahim Tali Bey'in getirilmesini de buna kanıt olarak
göstermektedir566.
1928 yılında çıkan afla, aynı yıl ya da 1929 yılında bölgelerine geri dönmüşlerdir567.
Bu çıkan af bile birçok tartışmalara sebep olmuştur. Af ilan edildikten sonra, bazı Kürt liderler, dağdan
köylerine, yurtdışındakiler de Türkiye’ye geri dönmeye başlamışlardır. Kanun iadeleri
altı ayla sınırlı
tutmuş, buna karşın,
Takrir-i Sükûn Kanunu'nun kaldırıldığı 1929 yılına kadar
iadeler sürmüş ve büyük bölümü Bakanlar Kurulu'nun kararlarıyla dönmüşlerdir. Şeyh Sait'in
ailesi de bunların
arasında yer almıştır568. 1928 yılında, kanun gereğince, toplam 1546 kişi memleketlerine iade edilmiştir569.
Hükümet, Birinci Umumî Müfettişlik bölgesi dâhilindeki
yerlerde uygulanmak üzere, 2 Haziran
1929 tarihinde de 1505 sayılı “Şark Menâtıkı Dâhilinde Muhtaç Züraa Tevzi Edilecek Araziye Dair Kanunu” kabul
etmiştir570. Bu kanuna göre, 1097 sayılı kanuna göre
nakledilenlerin hazineye intikal etmesi gereken araziden, köylü, aşiret efradı, göçebe ve muhacirlere verilmiş
olunanlar, kendilerinde bırakılacaktır. Ayrıca örfi idarenin ilan edildiği ve Beyazıt vilayetlerinde bulunan
araziden hükümetçe lüzumlu görülen
miktarı alınarak köylü, aşiret mensuplarına, göçebe ve muhacirlere verileceği kabul edilmiştir. Arazinin sahibi arazinin
genişliğine göre 500-2000 dönümü kendisine alıkoyabilecektir.
Tevzi edilmiş ve edilecek olan arazinin değeri mahalli değerine göre, kaza idare heyetince mahalli yerine göre
belirlenecektir. Belirlenecek miktar arazinin
1915 yılındaki vergi kıymetinin sekiz katından aşağı ve on katından
yukarı olmayacağı, vergi kıymeti
olmayan yerlerde ise aynı
orandaki tapu kıymeti esas alınarak
tespit edilecektir. Belirlenen bedel, hükümet tarafından, kişiye ödenecek veya Ziraat Bankası’na teslim edilecek, arazinin
tapusu hükümet adına tescil olacaktır. Bu kanunla, Batıya gönderilenlerin arazileri, köylüye, göçebeye, muhacirlere dağıtılmıştır. Bu kanuna göre, sadece doğu vilayetlerinde
değil, Muğla vilayetinde de arazi ve çiftlikler istimlâk edilmiş, Muğla merkez ve Gökova’da, 6150 lira 90 kuruş ödenerek, 530 dönüm
566 Ali Yıldırım, Cumhuriyet Dönemi İskân Politikaları (1923-1952), Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,
Eskişehir, 2004, s. 114.
567 Mumcu, Kürt -İslam Ayaklanması, s. 181.
568 Ahmet Kahraman, Kürt İsyanları, Tedip ve Tenkil, İstanbul, 2004, s. 226.
569 BCA, 30.18.1.1 28.16.01, 30.18.1.1
2.16.26, 30.18.1.1 27.79.17,
30.18.1.1 27.76.1, 30.18.1.1 27.75.8,
30.18.1.1 27.76.18, 30.18.1.1 27.82.4, 30.18.1.1 28.15.6
570 İskân Mevzuâtı,
s. 58.
arazi 7 Mayıs 1930 tarihinde istimlâk edilmiştir. Bunun için hazırlanan
cetvelde, arazi sahiplerinin isimleri
de yazılmış, fakat istimlâk edilen arazi ve çiftliklerin kime dağıtıldığı
konusunda herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır571. İzmir’de
de topraksız köylüye ve doğudan gelen aşiretlere
dağıtılmak üzere bazı çiftliklerin istimlâk edilmesi kararlaştırılmıştır572.
Birinci Umum Müfettişlik gerekli gördüğü hallerde
de aşiretlerin yerlerini
değiştirerek başka yerlerde iskân edebilmiştir. 1928 yılından önce
Hozat’a iskân edilen, 1928 yılından sonra da Hozat’tan gelerek, Çemişgezek kazasının Haseri ve Ahduk köylerine iskân edilen Koçuşağı
aşiretinden yirmi aile, iki yıl süreyle bu köylerde iskân edilmiş, fakat bu iki yılsonunda bu
köylerde iskân edilmeleri uygun bulunmayarak,
Birinci Umum Müfettişlik’in emriyle çıkarılıp, yerlerine Türk çiftçileri
yerleştirilmeye çalışılmıştır. Şayet,
aşiret mensubu aileler kabul ederlerse, Elaziz ovasında nakledilip, burada iskân edilecekleri bildirilmiştir. Aşiret mensuplarından biri, konuyu İsmet İnönü’ye telgraf
çekerek, bildirmiş, oradan çıkarılmalarının ziraat yapmamalarına dayandırıldığını, fakat bu yapılmasa
bile, devlete itaat konusunda hiçbir sorun çıkarmadıklarını, sefalet içine düşmemek
için, bulundukları köylerden çıkarılmamalarını istemişlerdir573.
1930'ların
başından itibaren, Kürt isyanlarının sona ermemesi sonucu hükümet, Kürt aşiretlerine karşı, tavırlarını
sertleştirmeye başlamıştır. 1930 yılının son altı ayını kapsayan ve yaygın biçimde gelişen bir ayaklanma da, değişik
yerlerde konuşlanmış, 400-500 çadırda
toplanan 2000’inin üzerinde
silahlı gücün bulunduğu, İkinci Ağrı Ayaklanması olmuştur574. İsmet
İnönü, Meclis’te verdiği şark olayları beyanatında, “Biz Cumhuriyet ülkesinde, her yerde tekmil vatandaşların kanun karşısında ve mükellefiyette kanunu ve müsavatı
fiilen tatbik etmek mecburiyetindeyiz. Cumhuriyet’ten evvel Zeylan’da ve Ağrı’da ve diğer bazı yerlerde Kurunu Vustaî feodalite ve aşiret teşkilatı vardı, fazla
olarak bunların rütbeli rüesası da vardı, adeta bunlar bulundukları yerlerde derebeylik ve hatta ufak hükümet
halinde idiler. Devlete karşı olan
vazifeleri, merbutiyetleri kadar zaif idi ve gittikçe zaiflemişti. Devlete
karşı vergi ve bittabi askerlik
mükellefiyeti de yoktu, idare ve kanun nazarında, kendileri hususî ve mümtaz bir vaziyet
iddia ediyorlardı. Ağrı dağdaki hal de böyle idi. Bu
571 BCA, 272.12 63.191.2.
572 BCA, 030.18.01.02 10.21.1
573 BCA, 030.10 81.530.18.
574 Kazım Öztürk, Türk Parlamento Tarihi, s. 127.
sistemden vatan iki suretle zarar
görmüştür. Birisi; bu teşkilât altında bu zihniyetle yaşayan kümeler gittikçe daha iptidaî bir hale geliyorlardı,
devletin murakabesinden, nüfuzundan, kanunundan, himayesinden ve medenî terbiyesinde uzak ve kendi kendilerine
yaşamak kendilerinin seviyesini gittikçe düşürüyordu. İkincisi; bu kümeler etrafında
yaşayan vatandaşlar, bu fiili imtiyazlardan istifade etmek için gerek zihniyetleri, gerek yaşayışları itibariyle
onlara iltihak ve imtisal etmeye yelteniyorlardı. Görüyorsunuz ki, milliyetten de kaybediyorduk, medeniyetten
bedeviliğe ve iptidailiğe doğru
gidiyorduk, bu iki sebebin ikisinin de kaldırılması lazımdı” demiştir575.
Devletin aldığı önlemlere karşın doğu bölgesinde
isyanlar sona ermemiştir. 1935 Sason
isyanı da, aynı mahiyette isyanlardan biri olmuştur. 1935 Sason isyanından
sonra, bölgede harekât başlamış,
devam eden şekavet hareketleri sonucunda, harekât, 1936 yılında da devam etmiştir. 10 Temmuz 1936’dan
sonra Beşiri, Silvan ve Garzan bölgelerine nakledilmiş olan halkın göçmen muamelesine tutulmak
kaydı ile iskân ettirilmelerine karar verilmiş, isyan bölgesinin bu yerlerine yakın olması, İçişleri
Bakanlığı’nı düşünceye sevk etmişti, Dâhiliye Vekâleti, aynı zamanda
bunları Batı Anadolu ve Trakya'ya nakletmeyi de
düşünmüştür. Daha sonraları isyan bölgesi yasak bölge olarak ilân edilmiş, Malato Dağından itibaren Sason
Dağı’nın güney batıya doğru olan
kısmını takip ederek Sason’un Güneno Köyü’nun 2 km. doğusundan kuzey batıya doğru yönelmek sureti ile Çalkış Dağlarından geçen tepeler hattını
takiben Gov, Harbak, Yukarı ve Aşağı Şat Köylerini yasak bölge içinde bırakarak Hazro Bucak merkezinin 2 km. kuzeyinden doğuya doğru
yönelerek, Norşin Köyü’nün kuzeyine ve oradan
da batıya yönelmek suretiyle Sinas Dağı üzerinden Malato Dağı’na
uzanan hattın teşkil ettiği çevre, yasak bölge sınırları içerisinde bırakılmıştı.
Dâhiliye Vekâleti, bu bölgedeki halkı, Bakanlar Kurulu
Kararı ile Eskişehir, Kocaeli,
Zonguldak, Çankırı, Bolu, Bursa,
Bilecik, Kütahya, Afyon, Balıkesir,
Aydın, Manisa, Burdur,
Isparta ve Muğla illeri dikkate alınarak, Sason bölgesinde ve yasak bölge hudutları içerisinde bulunan
halkın, bu illere iskânının teminini, Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti’nden istemiş, bu görüş 6 Ekim 1936’da
Bakanlar Kurulu Kararı ile bu bölgelerde bulunanlar, gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra tahminen
sayıları 2700 kişi olan bu bölge halkının, Batı illerine nakillerine başlanmıştır576.
575 Beyanatın tamamı için bkz. Öztürk,
Türk Parlamento Tarihi, s. 129.
576 Şadillili Vedat, Türkiye’de Kürtçülük
Hareketleri ve İsyanlar, Ankara, 1980, s. 147 vd.
Cumhuriyet tarihinin büyük isyanlarından biri de 1937
yılında Dersim/Tunceli isyanıdır.
Devlet, özellikle 1934 yılından sonra planlı ve kararlı bir şekilde Dersim sorununun
üzerinde durmuştur. Bu dönemde çıkan Tunceli Kanunu ile Dersim’de
gelişmeler ve ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu şekilde
gelişmelerle, bölgede merkezi
otorite güç kazandıkça, buradaki mevcut aşiretler
arasında ağa, şeyh ve seyitlerin yönlendirdiği huzursuzluklar ortaya çıkmıştır. Menfaatleri zedelenen aşiret ileri gelenleri,
eski itibarlarına tekrar kavuşmak amacıyla çeşitli tertiplere başvurmuşlardır. Öncelikle
aşiretler arası irtibat
kurarak, Seyit Rıza’nın
liderliğinde yoğun bir propaganda
kampanyasına başlanmıştır577.
Yaşanan bu olaylar ekseninde de yapılacak şey, bu
duruma son vermek için isyanların çıktığı
yörelerde bazı tedbirler
almaktı. İşin, konumuzla
ilgili tarafı bu dönemde
yapılan sürgünler ve batıya doğru nakillerdir. Cumhuriyet döneminde baş gösteren Şeyh Sait isyanından sonra, Şeyh
Sait’in bazı yakınları Tekirdağ’ın Şarköy ilçesi,
Kirazlı köyüne yerleştirilmiştir578. Bu dönemde, aşiretlerden en çok
adı geçen, Halikanlı aşiretidir. Ağrı
isyanından sonra adı geçen bu aşirete mensup şahıslar, İran’a kaçmış, İran ve Türkiye arasında yapılan
görüşmeler sonucu, bu aşiret mensuplarının, 1931
yılında Anadolu’ya geri dönüşleri başlamıştır. Nüfusları kalabalık olan bu aşiretin hayvanları için, pazarlıkla gemi ve
kamyon kiralanarak taşınması
Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilmiş579,
1931 yılının Kasım ayında, İran’dan iltica eden 405 aileden oluşan Halikanlı Aşireti,
Aydın, Tekirdağ ve Kırklareli ve Edirne vilayetlerine yerleştirilmiştir580. Bu yerleştirmelerden sonra ise,
İran tebaası olan bu aşiret fertlerinin Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlığına kabulü söz konusu olmuş ve bu dönemde, Aydın, Edirne ve diğer yerlerde, 501 Halikanlı
aşiret mensubunun vatandaşlığa alınması kabul
edilmiştir581.
Bir kısım Kürt aşireti de, Konya yöresindeki Omeranlı
köyüne gönderilmiştir. Muş‘ta bulunan
Kürt şahsiyetlerinden Hacı Musa’nın ailesinden bazıları da Konya’ya gidenler
arasındadır. İsyanlardan sonra, batıya sürgün edilen Ağrı ve Dersim Kürtlerinden bir kısmı da, Aydın ve köylerine gönderilmişlerdir. Rumların bölgeyi terk
577 Suat Akgül,
Dersim İsyanları ve Seyit Rıza, Berikan
Yayınları, Ankara, 2004, s. 101.
578 Mumcu, Kürt - İslam Ayaklanması, s. 203.
579 BCA, 30.18.1.2 23.69.20, 030.18.1.2 24.71.13
580 BCA, 030.10 81.530.19
581 BCA, 30.18.1.2 27.25.13, 30.18.1.2 30.53.17, 30.18.1.2 31.67.18.
etmelerinin ardından 20 aile Kürt, Aydın’ın Akbük köyüne yerleştirilmiştir582. Kürtlerden 270 aile ise, Niğde’de
yerleştirilmiştir583. 1932 yılında Muş ilinden de 18 kişinin,
Ayvacık ve Gerede’ye yerleştirilmesi kararlaştırılmıştır584.
Milli Mücadele döneminde
Fransızlarla işbirliği yaparak
isyan çıkaran Milli Aşireti reislerinden Viranşehirli Mehmed oğlu Mahmud ve kardeşi Ahmed, 1932 yılında Kırklareli merkezine nakledilmiş,
Dâhiliye Vekâleti’nin teklifi üzerine ise, 2
Kasım 1937 tarihinde de aileleriyle birlikte
Edirne’ye iskânlarına Bakanlar
Kurulu tarafından karar verilmiştir585.
13 Kasım 1933 tarihinde de Yozgat'ın Danlı ve Aygar
dağlarında barınan 271'i devletten
saklanan, 70 adedi yerli ailenin uygun yerlere dağıtılmasına karar verilmiştir. Bakanlar Kurulu tarafından verilen
kararda, tamamı Kürt ırkına mensup 1472 kişinin Danlı ve Aygar dağları üzerinden ve eteklerinden kaldırılarak
885 sayılı Kanunun 3. maddesine
dayanılarak uygun görülecek yerlere dağınık bir şekilde yerleştirilmeleri ifade
edilmiştir586.
İskân kararı uygulamaya geçtikten sonra, bunlara yer
bulmak amacıyla şahıslara ait bazı çiftlikler istimlâk edilerek, bu ailelere verilmiştir. Bazen yerleştirilecekleri yerlerde arazi bulunamamış, başka
vilayetlere gönderilmiştir. Kastamonu vilayetinde iskân edilecek aşiretler için arazi bulunamamış, İzmir’de arazi olup olmadığı Milli Emlak Müdürlüğü’nden sorularak, İzmir’de özellikle Torbalı’da 15
bin dönüm kadar arazi olduğu cevabı
alınmış, aşiretlerin bu bölgeye yerleşecekleri bildirilmiştir. İskân için, İzmir’de toprak dağıtımı yapılacağı
ifade edilmiş ve bunun için şahıslara ait geniş çiftliklerden bir kısmı istimlâk edilmiştir587.
1934 tarihli 2510 sayılı İskân kanunuyla, Kürt
aşiretlerin iskânları konusunda daha
sistemli bir hale getirilmiştir. Kanunla ülke üç bölgeye ayrılmış, bu
bölgelerin bir bölümü tamamen yerleşim
yerlerine yasaklanmıştır. Bu bölgelerde sorun yaratanların Batı bölgesine nakledilecekleri kanunlaşmıştır.
İskân Kanunu’nun çıkmasından sonra da gerçekleştirilen yerleştirmelerde, Hoybun Cemiyeti’nin temsilcisi ve firari Haco adındaki
şahsın akrabası olan ve
582 Rohat Alakom, Orta
Anadolu Kürtleri, İstanbul, 2007, s. 57.
583 Naci Kutlay, 21.
Yüzyıla Girerken Kürtler, İstanbul, 2002, s.2 584 BCA, 030.18.1.2 28.32.1
585 BCA, 30.18.1.2 79 89 5
586 BCA, 30.18.1.2 41.82.12.
587 Cumhuriyet, 3 Haziran 1933.
Fransızlara casusluk ettiğinden şüphe duyulan Midyatlı Şerif Mahruz’un 20
Eylül 1934 tarihinde, 2510 sayılı kanunun
10.maddesinin C fıkrasına
göre, ailesiyle birlikte
Tekirdağ vilayetinin Malkara kazasına nakil ve iskânlarına Bakanlara
Kurulu tarafından karar verilmiştir588.
Bazı yerlerde Kürt muhacirler olarak da adlandırılan, doğu
illerinden batıya nakledilenlerden 93
kişilik bir kafile de Tekirdağ’da iskân edilmişlerdir589. Bu dönemde Tekirdağ’ın Tekirdağ kazası ile Malkara,
Saray, Çorlu ve Hayrebolu kazalarına, çeşitli
aşiretlerden toplam 72 aile, Edirne’nin Uzunköprü, Keşan kazalarına 38 aile, Kırklareli’nin Kırklareli, Pınarhisar,
Vize, Lüleburgaz ve Babaeski kazalarına 56 aile, Balıkesir’in Susığırlık, Balıkesir, Balya, Bigadiç ve Bandırma kazalarına 65 aile, Manisa’nın, Akhisar, Turgutlu, Salihli,
Kula ve Alaşehir kazalarına 73, İzmir’in Tire,
Ödemiş, Bergama ve Bayındır kazalarına da 43 aile, yani toplam 347 ailenin
gönderilerek buralarda iskân edilmeleri kararlaştırılmıştır590.
1936 yılında Umum Müfettiş Abidin Özmen zamanında, sürgün emriyle, yüzlerce Kürt sürgün edilmiş, sürgün
edilen aile fertlerinin de ayrı ayrı birbirlerinden uzak yerlerde ikamet etmeleri zorunlu kılınmıştır. Bu dönemde
sürgün edilenlerden Cemilpaşa
ailesinden Ziya Bey, Giresun’a, kardeşi Cevdet Bey, Denizli’ye, Ahmet Bey, Lüleburgaz’a, Ömer Bey, Edirne’ye ve
Memduh Bey, Ordu’ya gönderilmiştir591. Şeyh Sait isyanına katılan ve Hınıs’a yerleşen Agop Markar’ın, 2
Kasım 1937 tarihinde eşleri ve çocuklarıyla birlikte Çorum’a nakledilerek, burada iskânları kararlaştırılmıştır592.
Doğudan batıya nakledilenler için hazırlıklar
yapılmış, bunların bazı yerlerde emval-i
metrukelere yerleştirilmesine, bazı
yerlerde de devletin tahsis ettiği arazide iskânları
düşünülmüştür. Bu bağlamda, Mersin- Tarsus
civarından kurutulan 90 bin dönümlük bataklık yerinde meydana gelen
iyi bir arazide aşiretlerin iskânı için ölçülme işi yapılmış, köy yerleri tespit edilmiştir. Köylerin kurulacağı
yerlerde tapulu arazi varsa istimlâk
edilecek ve ya buna bedel diğer taraftan arazi verilecektir. İskân işleri için
bir komisyon oluşturulmuş ve ölçülen arazi 1 Temmuz 1934 tarihinden itibaren
komisyon
588 BCA, 30.18.1.2 48 64 12
589 Son Posta Gazetesi, 12 Birinci Teşrin 1934.
590 Dersim Raporu, İletişim Yayınları, İstanbul, 2010, s. 279 vd.
591 Tan, Kürt Sorunu, s.
263.
592 BCA, 030.18.1.2 79.89.11
tarafından nüfus oranına göre aşiretlere taksim edilmiştir. Köylerin
planları da yapılmış, iskân edilecek
aşiretler de, bina inşası hazırlıkları yapmışlardır593.
Milli mücadele döneminde, Koçgiri aşiretinin isyanına
takviye kuvvetler göndererek, destek vermiş olan Dersim’deki aşiretlerden, yeni dönemde de her an büyük
isyan beklenmiştir. Çünkü Dersim, şahısla devlet arasında otoritenin olmadığı, coğrafyasının da etkisiyle feodal yapının hüküm sürdüğü bir bölgedir. Nüfuzlarını yitirmek istemeyen kişi ve aileler, bölgeyi potansiyel bir isyan
sahası haline getirmiştir. Devletin emirlerine karşı çıkmaları, devlete
asker ve vergi vermemeleri, bunların
yanında, etraftaki halkı katl ve mallarını talan edip, halkı vergiye bağlamaları da, bölgeye tedip harekâtları yapılmasına neden olmuştur. Bölgedeki
aşiret yapısının bozulması
için, 1934 yılındaki
İskân Kanunu kapsamında çeşitli uygulamalar yapılmışsa da, 1937 yılına gelindiğinde, aşiretlerin aynı yapıda olduğu
görülmüştür.
Koçgiri isyanının bastırılmasından sonra, birçok
isyancı ve aileleri, Dersim’in içlerine
çekilmiş ve isyana hazırlanarak bölge için tehlike oluşturmuştur. Nurettin
Paşa, bu bölgedeki sorunu çok iyi
bildiği için, bazı tedbirler alınması gerektiğini ifade etse de, Ankara
hükümetince bu tedbirler
benimsenmemiş, Dersim ve civarında, nahiye sayısının artırılarak yerleşme birimlerinin kontrol
edilebilir bir hale gelmesi ve buralarda
karakolların inşa edilmesi yeterli görülmüştür594. Fakat daha sonra
yaşanan olaylarda, sadece askerî ve
idarî önlem almanın yeterli olmadığı görülmüştür. Bölgede askerî önlemlerin haricinde, eğitim,
kültür, bayındırlık ve hatta sosyal inkılâpları da içeren bir düzenleme
yapılması da gerekmiştir.
Atatürk’ün de üzerinde ciddiyetle durduğu Dersim
sorunu, alınan tedbirler ve kararlarla
sona erdirilmeye çalışılmıştır. Dersim’i sorunlu bir bölge olmaktan çıkarmak ve idarî bir düzenleme yapmak için, 25
Aralık 1935 tarihinde 2884 numaralı kanunla Tunceli
isimli bir vilayetin kurulması ve bu vilayete Korgeneral rütbesinde bir kişinin vali ve komutan
olacağı, hatta aynı kişinin teşkil edilecek Dördüncü
Umumî Müfettişliğin de umumî
müfettişi olacağı kabul edilmiştir. Kanunda vali ve komutan olacak kişinin idarî, adlî yetkileri de
belirlenmiş, buna göre, valinin, gerek gördüğü
takdirde ilçe ve bucakların, hudut ve merkezlerini değiştirebileceği
yetkisi verilmiştir. Valinin yetkileri idarî ve adlî yetkilerle sınırlı
kalmamış, aynı zamanda
emniyet ve
593 Akşam, 2 Temmuz 1934.
594 Suat Akgül, Dersim İsyanları ve Seyit Rıza,
Ankara, 2004. s. 26 vd.
asayiş bakımından gerek gördüğü takdirde, vilayet halkından olan fertleri
ve aileleri, vilayet içinde bir yerden,
diğer bir yere nakletmeye ve bu
gibilerin vilayet içinde oturmalarını yasaklamaya yetkili kılınmıştır595.
Tunceli kanunu ve Dördüncü Umumî Müfettişlik
kararnamesi, devletin Dersim bölgesine
nüfuz etme meselesini fiili olarak başlatmıştır. Bölgede köprü, yol, hükümet konağı,
dispanser ve okullar
yapılmaya başlanarak, devlet otoritesi hissettirilmek istenmiştir. Tunceli’de devlet otoritesinin gittikçe kendisini
göstermesi üzerine halkın devletten
yana tavır almaya başladığı hissedilmiş bu durum ağanın, şeyhin ve seyidin nüfuz ve otoritesini kırmaya başlamıştır.
Bu bölgedeki bazı aşiretler devlet yanlısı tutum sergilerken, bazı aşiret reisleri de kendi aralarında devlete karşı anlaşmaya çalışmışlardır. Devletin, Dersim’de
ve bölgede kurduğu
otoriteyi engelleyen unsur, öncelikle, bölgedeki reis, şeyh, seyitlerin nüfuzlarını kaybetme korkusu olmuştur.
Bununla birlikte, Dersim’in coğrafi yapısı, bölgede feodalitenin hâkim
olduğu bir aşiret yapısı, din ve mezhep faktörü ve Kürt milliyetçiliği gibi unsurların bulunması
da, devletin bu bölgedeki otoritesini
engelleyici rol oynamışlardır. İngiltere, Fransa, Rusya ve Ermeniler de bölgede bölücü faaliyetler ortaya çıkarak, bu unsurları
kullanmak istemişlerdir.
Bir kısım Dersim aşiretleri, 1937 yılında otoritesini
kaybetmek istemeyen, aşiret reisi,
Seyit Rıza’nın liderliğinde bölgede isyan çıkarmışlardır. İsyan, askerî
harekâtlarla bastırılmış ve bu arada
da, hükümet, bölgede yine bir ıslahat programı yayınlamıştır. Bu programda, ağalık, derebeylik, şeyhliğin
kökünden kaldırılacağı, zorbaların mallarının
devlete geçeceği, Dersim’i
eşkıya yatağı haline getirenlerin, batı vilâyetlerine nakledilecekleri, orada iskân edilip,
üreten vatandaşlar haline getirilecekleri ifade edilmiştir.
Ayrıca, program dâhilinde, Dersim, tamamen boşaltılacak, burada Bakanlar Heyeti'nin izni olmadan kimse oturamayacak ve yerleşemeyecektir. Buradaki
yerli halka toprak,
ziraat âletleri ve tohumluk verilecek
ve üretim yapmaları
sağlanacaktır596.
İskân işleriyle ilgili,
bölgede bulunan, Birinci
Umum Müfettişlerinden olan Abidin
Özmen, 24 Ağustos 1937 tarihinde yazdığı bir raporda iskân işlerini yoluna koymak için hiçbir köye ve araziye bağlı
olmayan halkı, bir yere, bir köye yani toprağa
bağlamanın gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca Kafkaslar’dan gelen ve Kürt olduğu
595 Hüseyin Aygün, Dersim 1938 ve Zorunlu
İskân, Telgraflar, Dilekçeler, Mektuplar, Fotoğraflar, Dipnot
Yayınları, Ankara, 2009, s. 136.
596 Akgül, Dersim İsyanları ve Seyit Rıza, s.111.
anlaşılan Brokiler, İran’dan gelen Kürt
ya da Türk oldukları zaman zaman yazılmış olan, Türkçe konuşan
Güresonlular, Ağrı’dan indirilenler, Zeylan’dan kaldırılanlar, Sason’dan
çıkarılanlar, dağlık sahalardan veya vergisi fazla tutan yerlerden
kendiliklerinden başka yerlere taşınanların, batıya nakilleri söz konusu
olsa bile, bunun zaman alacağını,
bunların bulundukları yerde yararlı bir halde kalmaları için uygun bir iskân programının uygun olacağını ve
özellikle Güresonlular gibi Türkçe konuşan ve
aslen çetin olmayan kişilerin ikinci derece addedilen yerlerde
iskânlarının uygun olacağı kanaatini belirtmiştir597.
Bütün bunlara rağmen bölgede asayiş sağlanamamış,
aşiretler arasında gizliden gizliye devlete
karşı propagandalar devam etmiştir. Bunun üzerine hükümet,
1938 yılında tenkil ve silah
toplama harekâtına karar vermiş ve buna göre; Mansul ve Hemzik Uşakları ile Külhan mezrasını
yapanlarla, bunlara yardım edenlerden ve sağ kalanlarından şüpheli olan 2000 – 5000 kişinin, Tunceli
dışına nakledilmesi kararlaştırılmıştır. Devlete itaat
göstermiş olan halktan 300 haneyi geçmeyecek kişilerin de, Peri ve Paşavenk bucaklarındaki mevcut Türk köylerinde
işlenmeyecek boş duran ve ziraata elverişli olan yerlerden tedarik edilecek arazi verilmek suretiyle bu köylere iskânlarına karar verilmiştir. 1938 yılında alınan bir kararla,
Dersim bölgesindeki, Kırmızıdağ, Seyithan, Karacakale, Kürk,
Hinzart, Haçili, Balli mezrası, Seyit Rıza’nın
evi ve Harçi dağı bölgesi yasak bölge ilan edilmiştir598. Yasak bölgenin sınırları tespit edilmiş,
devlete itaat edenlerin, bu bölgenin yaylalarından faydalanmasına izin verilmiştir. Kararnameyle, bölgede asayişi
sağlamak, bölgeyi gelişmiş bir hale getirmek,
dolayısıyla huzurlu bir ortam
oluşturmak için, bölgedeki
bir kısım halka arazilerin tapuların
verilmesi planlanmıştır. Bu anlamda, Çemişgezek ilçesinin Germil bucağındaki milli araziden, 5-6 yıl önce
borçlanma suretiyle arazi verilmiş olan itaatkâr olan halka, bu arazilerinin tapularının verilmesine devam edilmesi,
Çemişgezek yakınındaki Hazari,
Erdike, Oskih, Pogos köylerine indirilmiş ve 9 yıl önce yerleştirilmiş ve yerleştirilecek bulunan
itaatkâr dağlı Türk neslinden olan insanların iş- gal etmekte oldukları arazinin tapularının kendilerine
verilmesine devam edilmesi, yol, köprü,
kışla, okul, hükümet konakları, karakol, subay ve memur evleri inşaatına devam edilmesine karar verilmiştir599.
597 Koçak, Umumî Müfettişlikler, s. 101 v.d.
598 Aygün, Dersim 1938 ve Zorunlu İskân, s. 94 v.d.
599 Akgül,, Dersim İsyanları ve Seyit Rıza, s. 128.
Bakanlar Kurulu, 6 ağustos 1938 tarihinde, Tunceli
halkından ve yasak bölgelerin içinden ve dışından 5–7 bin kişinin batı illerine nakil ve iskânına
karar vermiştir. Yasak bölge dışında
bulunan fakat yerlerinde bırakılması caiz olmayan aşiret reisleri, kolbaşıları, seyit ve şerirlerle, bunların aile ve
yakınları da batıya nakle tâbi tutulmuşlardır600.
Söz konusu karar gereğince, 1938 yılının Ağustos
ayında, Tunceli civarından 5000
kişinin, Denizli merkez, Acıpayam, Bolvadin, Çav, Çivril, Tavas gibi kazalarına bağlı 167 köyde, 634 nüfus, Aydın merkez,
Bozdoğan ve Çine’ye bağlı 100 köyde, 400 nüfus,
Bilecik, Gülpazarı ve Söğüt kazasına bağlı 50 köyde 400 nüfus, Bursa Mustafa Kemal Paşa, Orhaneli,
Yenişehir ve İznik kazalarına bağlı 100 köyde 800 nüfus, Balıkesir
Dursunbeyli, Gönen, Susığırlık ve Sındırgılı kazalarına bağlı 77 köyde 616 nüfus, Isparta merkez, Eğirdir,
Şarkîkaraağaç ve Yalvaç kazalarında 20 köyde, 80 nüfus olarak ve diğerleri de Kütahya, Burdur, Muğla, Eskişehir,
Çanakkale, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ ve Zonguldak merkez
ve kazalarına iskân edilmesi kararlaştırılmıştır601.
3.3.
Mültecilerin İskânı
“Mülteci”, iltica etmek yani sığınmak anlamında faili
belirleyen bir kavramdır. 1923-1938 yılları
arasında iskân uygulamaları, sadece muhacir ve mübadillere yapılmamış, mülteciler de iskân işlemlerine tabi tutulmuşlardır. 1934 yılına kadar Türkiye’de
mülteci denince, sadece dışarıdan gelip ülkeye sığınan değil, ülke içerinde bazı insan gruplarının da bu şekilde
adlandırıldıkları görülmektedir. Buna en iyi örnek vilayât-ı şarkiye mültecileridir. “Mülteci” kavramı 2510 sayılı İskân Kanunu’nda, “yerleşmek maksadıyla olmayıp, bir zaruret ilcasıyla, muvakkat oturmak suretiyle
sığınanlara mülteci denir”
şeklinde açıklanmıştır. (Bkz. Ek 2)
Devlet için, iskâna muhtaç olan insan gruplarından
biri olan bu vilayât-ı şarkiye mültecileriydi.
Bunlar, savaş nedeniyle, evleri, tarlaları savaş alanlarında kalmış veya harap olmuş, ülkenin
çeşitli yörelerine gitmek zorunda kalan on binlerce
kişiden ibaretti. Bunlar için
işgal yıllarının sona ermesinden itibaren çeşitli tedbirler alınmış, gerekli tahsisat verilerek, boş kalan
topraklara geri gönderilmesi planlanmıştır. Fakat geri dönmeyip, bulundukları yerde iskân hakkı isteyen bu mültecilerle, 1923 yılı sonrasında da sorunlar yaşanmıştır. İmar Vekili Necati Bey, mübadeleye gayr-i tabi
600 Akgül, Dersim İsyanları ve Seyit Rıza,
s.133.
601 Aygün, Dersim 1938
ve Zorunlu İskân, s. 143.
fakat mesken sıkıntısı
çeken Rumeli ve vilayat-ı şarkiye
mültecileriyle çeşitli mahallerden iltica etmiş olan 2069 kişiye iskân muamelesi, 90 kişiye de tescil muamelesi
yapıldığını beyan etmişti602.
1329 - 1339 yıllarında İzmir’de
Erzurum, Trabzon, Gümüşhane’den gelen, Vilayât-ı
Şarkiye mültecileri, diğer göçmenler gibi mal talebinde bulunmuşlardır. 1929 ve 1932 yılları arasında da İzmir’e gelen
göçmenler arasında da Erzurum, Bayburt, Bitlis,
Trabzon mültecileri yer almıştır. Bunlar Vekâlet ve vilayet tarafından verilen “uygundur” kararıyla İzmir’de iskân edilmişlerdir. İzmir’in
çeşitli mahallelerinde yerleşmiş olan bu mülteciler, çoğunlukla
ev almışlar, dükkân ve hamam isteyenler de olmuştur.
Mülteci sıfatıyla doğu vilayetlerinden gelenlerin bir kısmı İzmir merkezine yerleştirilmiş, bir kısmı da Karaburun ve Seydiköy’e
gönderilmişlerdir.
İzmir’e gelip yerleşmiş olan doğu mültecileri,
muhacir, mübadil ve harikzedelere tanınan haklardan
yararlanmak üzere başvurmuşlar, önceleri bu başvuruları kabul edilmemiş, fakat bunların kaybedilmiş bir vatan evladı olmadıkları gerekçesiyle, kendilerine, ancak emvâl-i metrukeden borçlanma suretiyle
yararlanabilecekleri ve bu borçlarını yirmi senede ödemek suretiyle iskân haklarının tanınabileceği ifade edilmiştir.
1931 yılında Dâhiliye Vekâleti, Borçlanma Kanunu’na göre borçlanmış olan şark vilayetleri mültecilerinin borçlarından, kendilerine verilen
hanenin adi iskân derecesi bedeli
affedilmiştir603.
Anadolu’nun dört bir yanına yayılmış olan vilayat-ı
şarkiye mültecileri, uzun zaman iskân
edilememişlerdir. Konya’daki vilayat-şarkiye mültecilerinden Türk ırkına mensup olanların iskânları
yapılamamış, 1927 yılında
bunların asıl memleketlerine gidebilecekleri bildirilmiştir. Fakat bu mültecilerden büyük bir kısmı, asıl memleketlerine gidemeyecek durumda oldukları
için, Konya’da iskânlarının yapılmasını istemişlerdir. Bu gibi mülteciler hakkında uygulanacak işlemlerde belirsizlik olduğu için, her durumda farklı uygulamalar ortaya çıkmıştır604.
1923 yılından önce veya mübadeleye tabii olmayıp, Bulgaristan, Romanya, Rusya gibi
yerlerden gelip, Türkiye’de çeşitli vilayetlerde yerleşmiş olanların iskânları da bu dönemde
yapılmıştır. Bunlar, tabiiyetlerini terk ederek, Türkiye Cumhuriyeti tabiiyetine kayıt olmak ve bu anlamda
tabiiyetlerinin kabul edilmesini istemişlerdir. Bu dönemde gelen mültecilerin Türkiye Cumhuriyeti tabiiyetini kabul etmesi ve gelir
602 Hâkimiyet-i Milliye, 5
Şubat 1924.
603 Baran, İzmir’in
İmar ve İskânı, s. 217 vd.
604 BCA, 272.12 61.176.14.
gelmez nüfus kayıtlarının yapılması şart kabul edilmiştir. Bunlardan
bir örnek, Eskişehir’de yaşanmış, mevcut
yazışmalarda, bu şekilde olan kişilerin, tabiiyetleri ve nerede tescillerinin yapılması gerektiği sorulmuş, çoğu Türk,
biri Tatar ırkından olan, Köstence,
Silistre gibi yerlerden gelip yerleşen bu kişilerin iskân yerleri, Ankara ve Muğla olarak kararlaştırılmıştır605.
1925 yılında da mülteci sıfatıyla
Yugoslavya, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan’ın gibi yerlerden gelenlerin Edirne merkez, Uzunköprü
ve Lalapaşa’da606, Bosna, Batum ve Bulgaristan’dan gelenlerin de
Kocaeli’de iskânları yapılmıştır607.
1926 yılında, Ziraat Vekili’nin Dâhiliye Vekâleti’ne
gönderdiği bir yazıda, İran mültecilerden olup Karahisar- Şarkî vilayetine giden göçmenlerin, mevsimin
kışa döndüğü bir zamanda,
orada iaşelerinin mümkün olmadığını ifade edilmiş, yanlarındaki hayvanlarla birlikte o sene için Samsun’un
Bafra kazasında kışlandırılması daha uygun görülmüştür.
Fakat bunlara daha önce Karahisar- Şarkî vilayetinde iskân edilecekleri bildirilmiş olduğu için, mülteciler hayvanlarıyla beraber oraya gitmiştir. Karahisar- Şarkî
vilayetinde de hayvanlarda veba hastalığı olduğu ve bunların oradan geçerek Bafra’ya
gelmelerinin hastalığın burada da yayılmasına neden olacakları için Bafra’ya sevklerine izin verilmemiştir608.
Ermenistan’da huzursuz olan Müslümanların da
Türkiye’ye girişleri söz konusu olmuştur.
1339 tarihli bir belgede, “Ermenistan’da
bulunan İslamların duçar oldukları gayr-ı
layık muamelelerden dolayı tabiiyeti kabul edilenlerin, Türkiye dahiline gelmek istedikleri, şifahi ve tahriri
vaki olan müracaatları üzerine, Erivan memleketinden bildirildiğinden ve filhakika son zamanlarda Müslümanların
hayat-ı diniyeleri tehzil edilmek gibi harekat-ı gayr-ı layikadan mugayyer
kaldıklarından nıfs-ı Erivan kasabasında
sekiz bin nüfustan ibaret İslamların Iğdır, Kulp, kazalarıyla Kars sancağı dahilinde iskân ve tercihleri hakkındaki
Dâhiliye Vekâletinin 22/3/39 tarihli içtimaında lede’l-tezkir evvelce Kafkasya’dan gelenlerle Erivan cumhuriyeti arazisinden hicret etmek arzusunda bulunanların Sıhhiye
Vekâletince tensib edilecek huduttan uzak ve
dahilde kain muvafık iskânları
takarrür itmiştir609.
Bunlardan başka, “Lozan ahdnamesinin birinci araziye müteallik
ahkam faslının
21.
maddesinden istifade ederek Türkiye’ye hicret
etmek isteyen ve harekete geçtikleri
605 BCA, 272.14 77.40.16.
606 BCA, 272.14 77.41.03.
607 BCA, 272.14 77.37.14.
608 BCA, 272.12 49.102.3.
609 BCA, 030.18.01.01 07.13.14.
anlaşılan ve 20 bin nüfus tahmin olunan Kıbrıs Müslümanlarına, sevk ve iskân masrafları
kendilerine ait olmak üzere, mülteciler hakkındaki talimatnameye dayalı olarak
çeşitli mıntıkalarda iskânları ve bunlardan yardıma muhtaç olanların da imkan bulunulduğu takdirde, mesakinin derecesine göre bir veya yekdiğerine münasebet-i mahariyeleri bulunan birkaç aileye tahsis edilmek şartıyla
birer hane ve kafi miktarda arazi verilmek
suretiyle iskânları ve tevzi’ talimatnamesi gereğince de hükümet
emrindeki araziden başka milli arazi, maliye, mahlule ve mevkufeden
tedil suretiyle arazi verilmesi Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilmiştir610.
Bazı insan gruplarının, ne mülteci ne de muhacir
sıfatı taşımadıkları halde iskânları
görülmüştür. 1925 yılında kabul edilen bir kararnameye göre, askerî anlamda içerilere nakledilmesi zorunlu görülen ve
geldiklerde yerlerde mülteci veya muhacir sıfatıyla iskânları
olamayan şahısların, bulundukları yerlerdeki mallarını Maliye’ye
bırakmak şartıyla, Rum emval-i
metrukesinde iskân edilebilmeleri kararlaştırılmıştır611.
İncelediğimiz dönem itibariyle, Rusya’dan ilticalar
yoğun olmuştur. Mayıs 927 tarihinden
itibaren Rusya’nın bazı mahallerinden Türkiye’ye hicret edecek olan ailelerin iskânlarını temin için, Gürcistan ve
Ermenistan’dan gelecek muhacirinin iskânlarına
tahsis edilen Şark vilayetlerindeki emval-i
metrukeden başka Van, Urfa, Hakkâri
vilayetlerinde bulunan emval-i
metrukenin dahi satılmaması, ayrıca, Van ve Urfa vilayetlerindeki Ermeni emval-i
metrukesinin dahi satılmaması Bakanlar Kurulunca kabul edilmiştir612.
1930 yılında da İran’dan, 405 aileden oluşan ve 30.000 baş hayvana
sahip olarak, Halikanlı
Aşireti Türkiye sınırlarına iltica etmiştir. Bunların
iskân edilmesi kabul edilmiş, fakat batı vilayetlerine
nakledilmesine karar verilmiştir. Bu aşiretin 154 ailesinin Edirne, 100
ailesinin Tekirdağ, 26 ailesinin Kırklareli ve 125 ailesinin de Aydın
vilayetine gönderilmesi kararlaştırılarak, iki ev bir köyde birleşmemek üzere, gidecekleri yerlerde iskânları önceden
temin edilmiştir. Aşiret mensuplarının, kış gelmeden önce sevklerinin yapılması
uygun görülmüş, asker himayesinde olarak kafileler halinde
iskân yerlerine
gönderilmişlerdir613.
Sovyet Rusya’dan gelen mülteciler, yoğunluk
kazanmaya başlayınca, devlet bunlar için tedbir alınması
gerektiğini ve iskânlarının ne şekilde yapılacağını
610 BCA, 030.18.01.01 16.77.6
611 BCA, 030.18.1.1 16.77.2
612 BCA, 030.18.01.01 22.85.14.
613 BCA, 030.10 116.808.17.
bildirmiştir. Buna göre614; 1934, 1935, 1936 ve 1937 yılları
içinde Sovyet Rusya’dan yapılan
ilticalar hakkında Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekilliğinden yazılan 26/10/1937 tarih ve 1677 sayılı tezkere ile, bu
yıllar içinde 244 hanede 683 nüfusun iltica ettiği ve bunlardan 934 senesinde 27 hanede 120, 935 senesinde 26 hanede 45, 936 senesinde 31 hanede 88 nüfusun Kars Vilayeti
dahilinde ve geriye kalan 120 hanede, 430 nüfusun da diğer vilayetlere yerleştirildikleri görülmüştür. Durum, İcra
Vekilleri Heyeti tarafından, 3 Kasım
1937 tarihinde araştırılarak, Sovyet Rusya’dan esas itibariyle mülteci kabul edilmemesine karar verilmiş ve gizli
olarak gelmek suretiyle emri vaki edenler olursa, hudut mıntıkasının emniyet
ve selametini temin için, bunların
huduttan en az elli kilometre
içeride ve münasip görülecek yerlerde iskân edilmeleri onanmıştır.
1934, 1935, 1936, 1937 yılları
içinde Rusya’dan Posof, Çıldır ve Iğdır kapılarından gelen mülteci adedi ve iskân edilecekleri yerleri
gösteren cetvelde;
1. Sovyet
Rusya’dan iltica eden 244 hanede 883 nüfustan ancak 1934 senesinde 27 hanede 120 nüfus, 935 senesinde 26 hanede
45 nüfus, 936 senesinde 31 hanede 88
nüfusun Kars Vilayeti dâhilinde ve geriye kalan 120 hanede 430 nüfusunda diğer vilayetlere yerleştirilmiştir.
2.
Sovyet Rusya’dan vaki olan ilticaların hududa yakın
yerlerde iskân edildikleri takdirde
hududumuzun öbür tarafında kalan akrabaları ile sık temasları ve tekrar Rusya’ya kaçan vaziyetleri gibi idari ve
siyasi bazı mahzurlar dolayısıyla, doğu ve
güney illerinden yurdumuza gelecek göçmenler için, bu mahzurları bertaraf edecek iskân yerlerinin tayin ve tespiti
konusunda Dâhiliye Vekâleti ve büyük Erkanı Harbiye Umumiye ile muhabereye
girişilmişti.
3.
Bu iki makamla yapılan tahriri anlaşma neticesinde
Rusya’dan gelecek Türk ırkına mensup veya Türk harsını benimsemiş göçmenleri, Türk nüfusunun
tekâsüfü istenilen Bulanık, Hınıs, Tercan, Muş, Iğdır ve Erzincan’da ve
Erkânı Harbiye-yi Umumîyenin
görüşleri dolayısıyla da ancak şayanı itimat olanlarının Göle’de ve her suretle emniyeti kazanmış ve vilayet dâhilinde
yakın akrabaları bulunanların da, Kars vilayetinin diğer kazalarındaki akrabaları nezdinde iskânları
takarrür etmiş ve keyfiyet 16/10/936 tarih ve 792/791 mahrem sayılı yazı Umumi Müfettişliğe ve Erzurum, Kars, Ağrı, Diyarbakır ve Erzincan Valiliklerine tebliğ edilmiştir.
614 BCA, 030.18.01.02 79.89.1
4.
Bu anlaşmadan sonra bugüne kadar vaki olan ilticalarda
bu esasâta tamamen riayet edilmek şartıyla iskân yapılmaktadır.
5.
Son defa olarak 21/9/937 tarihinde Iğdır kapısından 13
yaralı olmak üzere (86) nüfustan ibaret bir Kürt kafilesi iltica etmiştir. İltica eden bu
kafilenin 926 senesinde Rusya’ya
hicret eden Broki aşiretine mensub bulundukları ve Ruslardan
gördükleri tazyik üzerine tekrar yurdumuza ilticaya mecbur kaldıkları ve arazi suyunu geçerken Ruslar tarafından kurulan
pusuya düştüklerinden açılan müsademe neticesinde ikisinin Rus toprağında onunun Aras suyu ortasındaki
küçük suda ve birisinin de suyu geçtikten sonra hududumuz içinde öldüğü anlaşılmıştır. Yaralılar, Kars
memleket hastanesinde tedavi altına alınmış
ve diğerleri haklarında verilecek karara intizaren
Kars’ta nezaret altına
bıraktırılmıştır.
Bütün bunlar üzerine, Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekili, “gerek
yaralıların tedavilerini müteakip,
gerekse diğerlerinin İran’a sınır dışı edilmelerinin uygun olduğu Kars Vilayet’inden alınan 27 Eylül 1937
tarihli ve 2166 sayılı şifre ile bildirilmesi
üzerine bu husustaki görüşleri, Dâhiliye Vekâleti’nden sorulmuştur.
Alınacak cevap üzerine gereğinin
yapılacağı ve Sovyet Rusya’dan yapılan
ilticalar hakkında Vekâletimizde yapılmakta olan muamelenin bundan ibaret olduğunu
arz ederim” demiştir.
1934, 1935, 1936 senelerinde Rusya’dan
Türkiye’ye iltica eden Rus mültecilerinin hane ve nüfus itibariyle yerleştirildikleri vilayetler İstanbul, Kars, Amasya, Tokat, Diyarbakır, Elazığ,
Ağrı, Erzurum, Muş, Çoruh, Van, Kırklareli, Samsun, Bursa, Sivas ve çeşitli vilayetler
olmuştur. Bunlardan en fazla nüfus, Kars, Ağrı, Elazığ ve Çoruh vilayetlerinde iskân edilmiştir.
1937 yılında 78’i çocuk, 294’ü kadın ve 340’ı erkek
olmak üzere toplam 712 nüfus İspanyol
mültecileri, Çanakkale’ye gelmiş,
buradan İstanbul’a vapurla
yolculukları esnasında sağlık
kontrollerinin yapılması ve eğer
gerekiyorsa Tuzla’ya sevkleri, gerekmiyorsa İstanbul’da karaya çıkarılmaları istenmiştir. Bu işlemler
yapılırken, her nüfustan
üç fotoğraf alınarak
üçer nüsha hüviyet
varakası yapılması ve bu fotoğrafların hüviyet varakasına yapıştırılması, bu varakaların, birinin
İstanbul emniyetine, birinin
ikamet tezkeresi yerine kendilerine verilmesi, üçüncü nüshanın da Sıhhiye
Bakanlığı’na gönderilmesi istenmiştir. Ayrıca bu mülteciler, üç sınıfa
ayrılmıştır. Birinci sınıfa dahil olanlar,
yardıma muhtaç olmayacak
kadar serveti olanlardır ki, bunların, İstanbul’da ikametleri serbest bırakılması, ikinci sınıfa dahil olanlar, yardıma kısmen veya geçici olarak ihtiyacı olanlardır
ve bunların da yardım yapıldıktan sonra, ikametlerinde serbest
bırakılması, üçüncü sınıfa dahil
olanlar ki, bunlar da tamamen yardıma ihtiyacı olanlardır. Bunların da
Kızılay tarafından temin edilecek bir binada yerleştirilmeleri, iaşelerinin temini ve hastalarının tedavi altına alınmaları istenmiştir. Bu mültecilerin idarelerinin
düzenlenmesi için, kendi aralarından beş kişilik
bir idare heyeti oluşturmaları, idare, emniyet ve iskân teşkilatından ve Kızılay’dan tayin edilecek birer üyeden oluşan bir heyetin
oluşturulmasına karar verilmiştir615.
Genel olarak, 2510 sayılı İskân Kanunu’nda
belirtildiği üzere, mülteciler, eğer Türkiye’ye yerleşmek
isterlerse, bunu yazı ile bulundukları yerin en büyük idare amirine bildirmek durumundaydılar. Bu
durumda muhacir muamelesi görmüş olacaklar,
yazı ile bildirmeyenler için ise, Vatandaşlık Kanunu hükümleri tatbik olacaktı. Mültecilerin alınma yolları için Dâhiliye
Vekâleti’nin hazırlayacağı bir talimatname göz
önünde bulundurulacaktır. Türk ırkından olup, hükümetten iskân yardımı
istememeyi yazı ile bildiren muhacir
ve mülteciler, Türkiye içindeki istedikleri yerlere yerleşmeye serbest
bırakılacak, hükümetten iskân
yardımı isteyenler ise, hükümetin göstereceği yere gitmeye mecbur kalacaklardır.
Bunların, yerleşeceklere yere kadar taşınması da devlet tarafından yapılacaktır.
Mültecilerin, muafiyet ve haklardan yararlanabilmesi için, ancak tabiiyet
beyannamesi imzalamaları ve muhacir kâğıdı almaları gerekmektedir. Ancak
bu şekilde muhacir sıfatını
kazanabileceklerdir. Aksi takdirde,
iskân kanununun muhacirler hakkında kabul edilen muafiyet ve haklardan yararlanamayacak, iki yıl içerisinde başvuru yapmaları halinde,
bu haklardan yararlanabilecek ve iki yıldan sonra yararlanmaları mümkün olmayacaktır616.
615 BCA, 030.18.01.02 75.43.5.
616 İskân Mevzuatı, 141-165.
193
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
193 |
4.
ÇİNGENELERİN İSKÂNI VE DOĞAL AFET SONRASI YAPILAN
İSKÂN FAALİYETLERİ
4. 1. Türkiye’ye Gelen Çingenelerin İskânı
Çingenelerin tarihi çok eski dönemlere
dayanmaktadır. Dünyanın çeşitli
yerlerinde farklı dinlere,
dillere mensup ve konar-göçer halde yaşayan Çingene
toplulukları vardır. Bunlar,
bulundukları yerin din ve dillerine
uyum göstermişlerdir.
Toplumlar içerisinde, daha çok kötü davranışlarıyla (hırsızlık, yankesicilik, dilencilik
vs.) anılan Çingeneler, göçebe bir hayat yaşadıkları için, kolay kolay yerleşik hayata geçirilememişlerdir. XV. yüzyıldan itibaren
Osmanlı tebaası olan ve adları Çingeniyan(Çingane) taifesi” olarak
Çingeneler ve “Gurbet taifesi”617
müslim ve gayr-ı müslim olarak iki
gruba ayrılmıştır. Buna rağmen, hukuki
olarak eşit sayılmışlardır. Hem
zımmi, hem de Müslim Çingenelerden cizye alınmıştır. Bu topluluğun, göçebe hayat sürmelerinden dolayı devlet
vergilerini toplayamamış, bu yüzden onlara toprak vererek, ziraat yapmalarını, dolayısıyla da yerleşik
düzene geçirmeyi planlamıştır. Rumeli Eyaleti, Çingene
nüfusunun çok olduğu yer olmuştur.
Osmanlı Devleti, Çingeneler için, Rumeli Eyaleti’nde
merkezi Kırkkilise (Kırklareli) olan, Eski Hisar-ı Sağra, Hayrabolu, Malkara,
Döğenci-Eli, İncügez, Gümülcine, Yanbolu, Pınarhisar, Pravadi, Dimetoka, Keşan, İpsala,
Ferecik ve Çorlu mıntıkalarını içine alan bir bölgeyi Çingene Sancağı (Liva-yı
Çingane) olarak tahsis etmiştir618. Osmanlı
Devleti zamanında, Çingenelere
hiçbir zaman baskı yapılmamış, kendi kültürel özelliklerini ve geleneklerini devam ettirme hakkına
sahip olarak, güven ve huzur ortamında yaşatılmışlar619, bununla
birlikte birçok tedbir ve teşvike
rağmen, yerleşik hayata geçmemekte
adeta ayak diremişlerdir.
617 Günümüzde “Gurbet”adı
Çingene yerine kullanılmaktadır. Fakat gurbetlerin, bir yeri yurt edinemeyip, sürekli yer değiştiren, Çingenelerden
farklı gruplar olduğu, bununla birlikte, Çingene topluluklarıyla bir çok ortak sosyal ve ahlaki karakteristik
özellikleri bulunduğu, bu yüzden de Çingenelerle aynı statüde oldukları
anlaşılmaktadır. İsmail Altınöz,
“XVI. Yüzyılda Osmanlı
Devlet Yönetimi İçerisinde Çingeneler”, Yeryüzünün
Yabancıları Çingeneler, (Haz. Suat Kolukırık), İstanbul, 2007, s. 16.
618 Altınöz, s. 25 vd. Hüseyin
Arslan, 16. yüzyılda Osmanlı Toplumunda
Yönetim, Nüfus, İskân, Göç ve Sürgün,
s. 225.
619 Hristo Kyuchukov, “Bulgar
ve Türk Müslüman Romanlar’ın Tarihi, Kültürü ve Dili”, Yeryüzünün Yabancıları Çingeneler, (Haz. Suat Kolukırık), İstanbul, 2007, s. 72.
Çingeneler, Anadolu’da daha önce mevcutken,
Rumeli’den başlayan göçlerle gelen
Müslüman Çingeneler de olmuştur. Çingeneler, Osmanlı Devleti zamanında nüfus olarak ayrı ayrı sayılmış, Müslüman
olmayan doğu Çingeneleri, göçebe yaşamlarından
dolayı sayılamamıştır. Anadolu Çingenelerinin büyük bölümü, Ortodoks
olmalarından şüphe edilmesine rağmen, Müslüman
olarak kaydedilmişlerdir620.
İttihat ve Terakki
hükümeti, göçebe ve aşiretlerin iskânlarını düzenlerken, göçebe
olarak yaşayan Çingeneleri de iskân etmeye çalışmıştır. Osmanlı Devleti’nin başından beri, iskân politikasındaki esaslarından biri, gelen muhacirlerin
Müslüman olup olmamasıydı. Balkanlar’dan başlayan
hareketlilikle gelen Çingeneler arasında, hem
Müslüman, hem de Müslüman olmayan Çingeneler mevcuttu. İttihat ve Terakki, Müslüman
olmayan Çingenelerin, sınırlardan girişine kesinlikle izin vermemiştir. İlerleyen zamanlarda, Çingene göçünün
artması üzerine, Müslüman Çingenelerin bile sevkiyatının durdurulması istenmiştir621.
Bulgaristan, Sırbistan ve Balkanlar’ın diğer
kısımlarından akın akın Anadolu’ya gelen muhacirlerle birlikte Çingenelerin de gelmesi, kendi topraklarındaki insanları homojenleştirmeye çalışan Balkan
devletlerinin, ülkelerindeki yabancı unsurları dışarı çıkarmak istediklerinin bir göstergesi olmuştur.
Hükümet, gelen muhacirler içerisinde yer alan Çingeneleri iskân etmeye, dolayısıyla diğer göçebeler gibi yerleşik yaşama geçirip, üretici
hale gelmelerine çalışmıştır. Alışkanlıkları yüzünden yerleşik
hayata geçemeyen ve iskân edildikleri yerlerden sürekli kaçan Çingeneler için, Aşair ve Muhacirin
Müdiriyet-i Umumiyesi, iskân yerlerini terk edenlerin yakalanarak iskân mahallerine gönderilmesini emretmiştir.
Hükümetin, Çingeneleri iskânı için başvurduğu yöntemlerden biri, kadın ve erkek Çingenelerin fabrika
ve imalathaneler gibi askeri kurumlarda çalıştırılması olmuştur. Böylece,
göçebe Çingeneler, askeri bir disiplin
altına girebilecekleri düşünülmüştür. 1918 yılında Aşair ve
Muhacirin Kanunu taslağında frengi ve cüzzam
gibi bulaşıcı hastalık taşıyanlar, fahişe,
dilenci, askeri ve siyasi suçlular,
anarşistler ve
620 McCarthy, MCCARTHY, Justin, Muslims and Minorities, The Population
of Ottoman Anatolia and the End of the Empire, s. 107.
621 Dündar, İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân Politikası, s. 127
casuslarla aynı maddede
Müslim ya da gayrimüslim bütün Çingenelerin, Osmanlı
sınırlarına alınmayacağı belirtilmiştir622.
Cumhuriyet döneminde de İttihat Terakkinin izlediği
politika devam etmiştir. 4 Mart 1923 tarihinde İzmir’de
toplanan ilk Türk İktisat Kongresi’nde kabul edilen asayişle ilgili esaslar arasına, hayvan hırsızlığını en çok yapan seyyar
Çingenelerin iskân edilmeleri ve dışarıdan gelecek
seyyar Çingenelerin ülkeye girişlerinin yasaklanması hakkında bir madde
konmuştur623. Buna rağmen, mübadele
esnasında Çingenelerin Türkiye’ye
girişleri engellenememiştir. Çingenelerle ilgili ilk yakınmalar doğal olarak mübadele
sırasında yaşanmış, konu Meclis gündemine
getirilmiştir. Zonguldak Mebusu Halil Bey, ne ırka, ne de dine bağlı olarak Türklükle
alakası olmayan ve Rumca
konuşan Kıptilerin, memleketi olan Zonguldak’a yerleştirilmesinden rahatsız olduğunu açıklamış, bu konuda soru önergesi vermiştir. Bunun üzerine dönemin
Dâhiliye Vekili ve Mübadele İmar ve İskân Vekâleti Vekili,
bu konuda açıklamalarda bulunmuştur:
“Malumu alileri olduğu veçhile mübadeleye tabi eşhasın kimlerden
ibaret olduğu mübadele
mukavelenamesinin birinci maddesinde şu suretle tarif edilmiştir: 1 Mayıs 1923 tarihinden itibaren Türk
arazisinde mütemekkin Rum Ortodoks
dininde bulunan Türk tebaası ile Yunan
arazisinde mütemekkin Müslüman
dininde bulunan Yunan tebaasının... Yani Yunanistan’dan
buraya gelecek olan mübadeleye tabi halk, mübadele
mukavelenamesinin birinci maddesinde Yunan arazisinde Müslüman dininde bulunan Yunan tebaası tarif edilmiştir.
Bu, metni aslidir ve gayet umumi bir çerçeve
içerisinde yazılmıştır. Bu umumi çerçeve arasında gerek Yunanistan’dan Türkiye’ye gelecek olan ve gerek Türkiye'den
Yunanistan'a gidecek olan mübadiller arasında, bu umumi tarif içerisinde muhtelif tefsirata sebebiyet verecek bazı
unsurlar mevcut olacağı bedihidir.
Bunlardan hangilerinin bu mübadele mukavelenamesinin dâhilinde olduğu tespit etmek salahiyeti mukavelenamenin on ikinci maddesi mucibince, muhtelit komisyona verilmiştir. Umumi mübadelei ahali mukavelenamesinin icab edeceği tedabiri ittihaz ve işbu mukavelenamenin
tevlit edeceği bilcümle mesaile karar vermek
hususunda muhtelit komisyonun bütün salahiyetleri haiz olacağı tasrih edilmiştir. Demek ki, birinci maddenin umumi tarifi içerisinde
bir ihtilaf hasıl olursa bu bapta hakkı tefsir sahibi olan heyet, muhtelit
mübadele komisyonu celsesinde
verilen 17
622 Dündar, İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân Politikası, s. 128 vd.
623 Madde 12. A.Afet İnan, İzmir İktisat Kongresi, s.24.
numaralı karar da bir şahsın
mübadeleye tabi olup olmadığına karar vermek hakkına yalnız muhtelit komisyonun salahiyatdar olduğu kaydedilmiştir.
Binaenaleyh şu umumi nokta
anlaşılınca meselenin mahiyeti kendi kendine taayyün ve tenevvür eder. Demek
ki, buraya gelmiş olan eşhasın
muahedenin istihdaf ettiği Müslüman Yunan tebaası tarifi içerisinde bu Kıptileri de muhtelit mübadele komisyonu mevcut ve
dâhil telakki etmiştir. Bu suretle
bunlar buraya gelmişlerdir. Malumualinizdir. Bütün dünyada
Kıptilerin vaziyeti aşağı
yukarı birbirine müşabihtir. Ne zaman, nerede bulunurlarsa oranın ahval ve adatına temessül ederler. Muayyen ve
mutesallip ahval ve adetleri yoktur. Muhterem
Halil Beyin takririnde bir nokta daha vardır. Buyuruyorlar ki niçin
bunlar Zonguldak'a teksif edilmişti. Yalnız oraya teksif edilmiş değildir.
Bugün mübadeleye tabi olan mıntıka içinde bu mahiyette Kıptiler
bulunduğu için, muhtelit mübadele komisyonun
alakadar olan komisyonun kararıyla müteferri bir surette memleketimizin aksamı muhtelifesine serpinti
halinde gelmişlerdir ve yalnız Zonguldak'a teksif edilmiş değildir624. Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Çingeneler,
bulundukları topluluk içerisinde, o
topluluğun din, dil ve adetlerini özümseyerek yaşamışlardır ve Rumeli’nin Müslüman
mahallerinde, Müslüman oldukları
için mübadeleye tabii tutulmuş ve Türkiye’ye
gelmişlerdir.
Çingeneler, Türkiye’ye mübadeleyle gelmelerinin sebebini, “Selanik’te Müslümanları, Türkleri kesecekleri
söylendiği için biz kaçtık” ifadesiyle açıklamıştır. Dolayısıyla, kendilerini Müslüman kimliği altında
tanımlamışlardır625. Fakat mübadele
esnasında, ne kadar Çingenenin bulunduğu
sayı olarak bilinmemektedir. Sayı bilinmemekle birlikte
arşiv kaynaklarında mevcut yaklaşık 300 adet tasfiye
talepnamesinde, mübadele sırasında
Çingenelerin, Türkiye’ye nerelerden geldikleri anlaşılmaktadır.
Mübadeleyle Manastır vilayeti, Kozana livası, Alasonya kazasından; Selanik vilayeti, Gevgili livası, Mayadağ,
Çalışlı, Karasinan ve Boymice köyünden; Langaza kazası,
Vodina kazası, Karacaabad nahiyesi; Yenicei Vardar kazası’nın Dambova, Âşıklar köyünden, yine Selanik’in
Siroz livası, Çırpılan, Çukurova, Eğridere,
Kormişte, Kırlıkova, Ahesran
köyünden, Drama livasının, Kavala ve Sarışaban
kazalarına bağlı köyler ile Drama’nın Berişte, Karagöz, Karacaköy,
Kaşınca, Himmetli, Oştice, Pepelsen, Faton, Pürsıçan, Cerneviçe, Yedipere, Kalanbak, Edirnecik, Çora,
624 TBMM ZC, D.2, C.10, s.73.
625 Suat Kolukırık,“Geçmişin Aynasında Lozan Çingeneleri:Göç, Hatıra
Ve Deneyimler”
Liban, Gornova köyünden
gelen Çingeneler, Türkiye’de bazı bölgelere yerleştirilmişlerdir. Bu yerlerden
gelenlerin meslekleri ise, çiftçi, demirci, tütüncü ve amele, arabacı, ipekçi,
orakçı, hasırcı, sepetçi,
değirmenci, bakkal, hamal, canbaz, kalaycı
olarak görülmektedir626. Özellikle
Drama’dan gelenler tütüncü
olup, bunlar Yunanistan’a giden Rum tütün işçilerinin
yerine, tütün işlerinde çalışmışlardır. Tütün
işçisi Çingenelerin, Türkiye’de yerleştikleri yerler Hayrabolu, Sinop ve Adapazarı
vilayetleri olmuş, bir kısmı da büyük tütün tarlaları olan Bornova’yı tercih
etmiştir627.
Muhtelit Mübadele Komisyonu ve Selanik Tali komisyonu
tarafından, mübadil Çingenelerin, kaç hane halinde
nerelere gönderilecekleri rapor edilmesine rağmen,
sonradan bazı değişiklikler yapılması zarureti de doğmuştur.
Mesela, 1924 yılında Drama’dan İstanbul
misafirhanesine gelen 31 hane Kıpti, İskân Müdüriyeti’ne telgraf çekerek, kendilerinin diğer Müslüman muhacirler gibi ziraatle iştigal
etmedikleri, yanlarında getirdikleri çadırlarla hayvan canbazlığı yaparak geçindiklerini ve masraflarını kendileri
karşılamak üzere Çatalca
veya Edirne’ye sevklerine müsaade edilmelerini istemiş,
iskân masraflarını kendileri karşılamak üzere
Edirne’ye sevk edilerek iskân edilmelerine izin verilmiş628,
aynı şekilde Kavala’dan gelen
Kıptilerin Tokat vilayetine629, Drama’dan gelen Kıptilerin Samsun
vilayetine630, Samsun’a iskân edilecek olan 50 hane Kıptinin daha uygun olacağı
düşüncesiyle Tokat’a gönderilmesi, Sulh vapurunda Yanya’dan
gelen 14 hanede
70 nüfus Arnavut ve
40 hanede 168 nüfus Türk muhacirleri ile birlikte gelen 46 nüfus Kıptinin de Zonguldak'ta
iskân edilmelerinin daha uygun olduğu ifade edilmiştir631. Siroz’dan
gelen 235 nüfus Çingene de Kocaeli’de iskân edilmişlerdir632.
Mübadeleyle gelen Çingenelerin, 1924 yılında kış mevsiminden önce, uygun yerlerde iskânlarının sağlanması için vilayetlere, İskân Müdüriyeti’nce yazılar
gönderilmiş, fakat Çingenelerin iskânında büyük güçlükler
yaşanmıştır. İskân Müdüriyeti, mübadeleyle gelen, 25 nüfustan
oluşan mübadil Çingenelerin, öncelikle İzmit’e
sevkleri düşünmüş, bundan vazgeçerek, Trabzon vilayeti dâhilindeki kazalarda birer hane olarak
iskânlarının temin edilmesini istemiştir. Çingenelerin, serbest
626 BCA, 1923 – 1938 Yıllarına Ait Tasfiye Talepnameleri.
627 www.sdergi.hacettepe.edu.tr
628 BCA, 272.0.0 11 17 76 12
629 BCA, 272.0.0.11 17.73.18.
630 BCA, 272.0.0.11 17.74.25.
631 BCA, 272.0.0.11 19.91.2.
632 BCA, 272.0.0.11 21.103.18.
bırakılmaması gerektiği ve Gümüşhane, Trabzon vilayetleri veya
kazalarında birer hane olarak, Malatya
ve Diyarbakır vilayetlerinde, üçer-beşer hane olarak ayrılarak, yerleştirilmesi için, vilayetlere yazı
gönderilmiştir. Yazışmalardan anlaşıldığına göre, en fazla Çingene gönderilen vilayet, Malatya’dır. Malatya
Valisi’nin Dâhiliye Vekâleti’ne gönderdiği
yazıda, gerek daha önce gelmiş olan ve gerekse Erzincan ve Kemaliye’den Malatya’ya naklolan 87 hanede 409 nüfus mübadil Çingenelerden, vilayette iskân edilenlerin, kendilerine ayrılmış araziye
kesinlikle el sürmedikleri gibi, gösterilen haneleri de boş bırakarak, hepsinin bir
hanede toplandıkları, ayrıca geldiklerinden beri güttükleri amaç dairesinde, hükümetteki tüm iskân haklarından feragat
ederek, gezgincilik için ya
serbestîlerinin ya da hükümet tarafından iaşelerinin sağlanmasını istedikleri belirtilmiştir. Merkez
vilayette bulunan 145 nüfus Çingene de, ısrarla ziraate ve çalışmaya yanaşmamıştır. Ziraat mevsiminin geçmekte
olduğu ve burada bulunanların
müstahsil olamayacakları kanaati valilik tarafından bildirilmiş, gereğinin yapılması
istenmiştir633.
Muhtelit Mübadele Komisyonu
ve tali komisyonlar arasındaki yazışmalarda, mübadil sayıları verilerek, bunların iskân yerlerinin belirlenmesi için yazışmalar olmuştur. 1925 yılında,
Selanik Tali Komisyonu’na teslim edilen 27 aile ve 170 nüfustan
oluşan Müslüman Çingene
ailelerin Yenice Vardarlı
olan 22 ailenin, dokuzunun Edirne,
dokuzunun Kırkkilise, dördünün
ise Tekfurdağı’nda iskânları, Karaferyeli 3 ailenin Antalya, Langazalı iki ailenin ise
Çatalca’da kendi masraflarını karşılamak suretiyle
iskânlarının yapılması için İstanbul’a sevk edilmeleri kararlaştırılmıştır634.
Çingeneler, hayat tarzı olarak seyyar olmayı seçtikleri için, onları yerleşik
bir düzene geçirip, üretici
olmalarını sağlamak için çalışmalar yapılsa da bu konuda çok da başarılı olunamamıştır. Bu anlamda, 1926
yılında Adana’da bulunan Kıpti mübadillerin Malatya’ya gönderilmesi ve burada sanatlarına göre, üretici duruma gelmeleri için uygun
yerlere iskân edilmeleri istenmiştir. Malatya’da 29 hanede 135 nüfus olan bu Çingenelerin üç hanesi merkezde
yerleştirilmiş, geriye kalan 26 hane ise, Adana’dan yeni geldikleri, bunların ziraate yanaşmamaları yüzünden üretici
olmalarının mümkün olmadığı, hükümetin de iaşelerini temin etmeye imkânının
kalmadığı ifade edilmiş ve bu yüzden
Malatya’dan Adana’ya iadeleri
için Dâhiliye Vekâleti’nden izin istenmiştir.
633 BCA, 272.0.0.14 76.33.6.
634 BCA, 272.0.0.12 44.69.11.
Dâhiliye Vekâleti, bu izni vermemiş ve bu Çingenelerin Malatya’daki uygun
yerlerde iskânlarının yapılmasını istemiştir635. Türk tabiiyetinde bulunan Çingenelerin uygun mahallerde
ikame ettirilecekleri, 885 sayılı kanunla belirlenmiş ise de, ne suretle iskân ettirilecekleri konusunda herhangi bir kayıt olmadığı
için, bu boşluktan
yararlanan Çingenelerin Malatya’da iskân edilemedikleri görülmüştür. Malatya’da başıboş bir şekilde
görülen yerli Çingenelerin nakil ve iskânlarının, ne şekilde yapılacağı,
bunların tamamının da yardıma muhtaç olup, kendi iskânlarını yapamayacakları valilik tarafından Dâhiliye Vekâleti’ne bildirilmiştir636.
Çingenelerin, kendilerine sağlanan iskân yerlerini
terk ederek başka bölgelere de gittikleri
de görülmüştür. Gittikleri yerlerde bazı problemler çıkaran bu gruplar için, valilikler bazen ilk geldikleri bölgelere iadelerini düşünmüş
ve yazışmalarda bulunmuşlardır. Devlet, bunları, mecburi
ikamet kanununun ilanından
sonra iskân edildikleri bölgelerde tutmaya
çalışmıştır. Böyle bir durum, iskân yerleri Adapazarı ve İstanbul olduğu halde, İzmir’den Kütahya’ya giden 72 Çingene’nin asıl iskân mahallerine iade edilmeleri637 ve aynı dönemde
İzmir’de iskân edildikleri halde, Mersin’e iadelerinde yaşandığı için Dâhiliye
Vekâleti, "Mübadele suretiyle veya herhangi
bir şekilde göçebeliğin tevelüt etmiş olduğu idari ve iktisadi mahzurları izale gayesiyle
yerleştirilen ve müstahsil
hale ifrağı istihdaf
edilen Kıptilerin mahalli
iskânlarını terkle bazı vilayetlerde tekâsüf ettikleri ve oralarda asayiş
ve inzibati ihlal ettikleri ve tekrar
geldikleri mahallere iadeleri müşkülatı dai olduğu bazı vilayetlerin işarından anlaşılmıştır. Bu kimseler
hakkında mecburi ikamet kanunun daha büyük bir
itina ile tatbiki ve firarlarına meydan verilmemesi için icap eden
tedbirlerin alışması talimen tebliğ olunur efendim”638 diyerek ikameti zorunlu kılmıştır. Yerlerini beğenmeyerek geçim sıkıntısı çeken Çingeneler, iskân yerlerinin değiştirilmesini istemişler, ancak talepleri olumsuz karşılanmıştır. Mersin’e
yerleştirilen mübadillerden Cemal
oğlu Halil isminde bir Çingene, yedi kişiden oluşan bir ailesinin olduğunu ve sanatının
sepetçilik olduğunu, ancak, sanatının İzmir’de
daha iyi gelir getirdiği ve ailesiyle
geçimlerini sağlayabilmek için İzmir'e gitmesi gerektiğini ve iskân yerinin değiştirilmesini talep etmiştir. Ancak bu
talebin kabul edilmemesi üzerine, bu kişiyle
birlikte, Yunanistan’ın Kolos
kasabasından olup 1924 yılında mübadeleyle Mersin’e
635 BCA, 272.0.0 11 47.88.20.
636 BCA, 272.12 56.144.12.
637 BCA, 272.0.0 12 63.190.1.
638 BCA, 272 0 0 12 63 190 5
gelmiş ve Mersin nüfusuna kaydolan 146 kişinin iskân yerlerini terk
ederek İzmir’e gittikleri burada
yangın yerlerinde ve açık mahallerde işsiz güçsüz dolaşarak şehrin asayişini
bozmakta oldukları tespit edilmiştir. Bunların,
Mersin’de zorunlu ikametlerinde itinalı davranılması
istenmiş, fakat Çingeneler, o mahalde bulunmadıkları için iskân edilmemişlerdir. Mersin Valisi, bu durum üzerine
Dâhiliye Vekâleti’ne gönderdiği yazıda, il içinde bu kişileri
iskân edecek, boş evin bulunmadığını, bu kişilerin, ancak sulak bir yerde yeniden
köy inşasıyla iskânlarının mümkün olabileceğini, olmadığı
takdirde bu Kıptileri, vilayetin asayiş ve inzibatını ihlal edeceklerini
bildirmiştir. Dâhiliye Vekâleti, Mersin’e iade edilen Çingenelerin, tapulu olarak bir köyde iskânları doğru olamayacağı ve birer hane olarak muhtelif
Türk köylerine dağıtılması
suretiyle iskânları gerektiği ve köylülere imece usulüyle, bunlar için birer kerpiç kulübe yaptırılması ve
metruk araziden veya köylerin fazla arazisinden izafe esas alınarak, yerleştirilmesini istemiştir639. Her ne kadar Çingenelerin dağınık bir halde Türk köylerine yerleştirilmesi
esas alınmış olsa da bazı durumlarda, bu esasın uygulanmadığı görülmüştür. 1928 yılında Afyon Karahisar’ın
Bolvadin kazasında Kızıl ve Mandıra
köylerinin çevresindeki Çingeneler, göçebe olmaktan bıktıkları ve köy hayatına alıştıkları için bunlar,
oldukları şekilde iskân edilmek istemişlerdir. Dolayısıyla bu Çingenelerin birer hane olarak,
Türk köylerine iskânları
yapılmasının mümkün olmadığı Dâhiliye Vekâleti’ne
bildirilmiştir. Yıllardır işsiz bir halde bu köyler civarında yaşayan 29 ailede 158 nüfus Türk
tabiiyetinde olan Müslüman Çingeneler, uygun arazi dâhilinde, hane ve okulları kendileri
tarafından inşa edilmek
şartıyla, topluca köy kurmak
suretiyle bulundukları yerde iskân edilmelerini ve bunun için, kendilerine
arazi verilmesini istemişlerdir. İskân müdürlüğünden gelen cevapta, bu Çingenelerin 31 Mayıs
1926 tarihli İskân Kanunu’nun “Türk tabiiyetinde bulunan Çingeneler, münasip mahalde ikamet ettirileceği ecnebi
tabiiyetinde bulunanlar da hudut dışına çıkarılırlar” maddesi uyarınca, yaptırılan mahallerde ikamet ettirilmeleri uygun görülmüştür640.
Belli bir yerin nüfusuna kayıtlı olan ve iskânları
sağlanan bazı Çingenelerin, yerlerini terk ederek, iş bulma bahanesiyle başka yerlere gittikleri de görülmüştür. İstanbul
ve Adapazarı siciline kayıtlı olup, iş bulmak için İzmir’e giderek harap
binalara yerleşen 20 hanede 72 nüfus Çingene’nin, boş dolaşarak şehrin asayişini bozduklarından, 36 nüfusun İstanbul’a, 36’sının ise Adapazarı'na jandarma gözetiminde
639 BCA, 272.12 63.190.5.
640 BCA, 272.12 60.171.2.
gönderilmesine karar verildiği ortaya çıkmaktadır. Kütahya’ya kadar gelen
bu kişiler, nüfusa kayıtlı
olmamaları, havaların soğuması,
barındırılacakları meskenin ve iaşelerinin
temininin sağlanamaması nedenleriyle, seyahate serbest olarak devam etmek üzere bırakılmışlardır. Ancak bu
Çingenelerin 36’sının İstanbul’a gitmediği, İstanbul Valiliği’nce Dâhiliye Vekâleti’ne bildirilmiştir641.
Mübadele sırasında Bursa’ya gelen Çingenelerden,
İznik’te 40, Derbent’de 20, Gemlik’te 20, Yenigürle’de 20, Karabey’de 20, Yenişehir’de 25, Apolyont’da 10,
Misebolu’da 15, Özlüce’de 5, Karsak’da 20, Kumkadı’da 35 olmak üzere
toplam 230 hane Çingene iskân edilmiştir642.
Bazı vilayetlere ait bu bilgilere rağmen, kesin
olarak Türkiye’nin neresine, ne kadar
Çingene yerleştirildiği bilinmemektedir. Çingenelerin iskânı, uzun süre devlet yönetimini meşgul etmiştir. Cumhuriyet
döneminde iskân işi ile ilgili, 1926 yılında
hazırlanan, 885 sayılı ilk kapsamlı
İskân Kanunu’nda, Çingenelerin iskânına yer verilmiştir. İskân kanunun ikinci maddesinde “Türk harsına dâhil olmayan sirayet
devrindeki frengililer, cüzzama müptela eşhas ve aileleri ceraimi
siyasiye ve askeriye müstesna olmak üzere cinayete
mahkum olan anarşistler, casuslar, Çingeneler ve memleket
haricine çıkarılmış olanlar kabul edilemezler” şeklinde ifade edilmiştir. Aynı kanunun
beşinci maddesinde ise, Türk tabiiyetinde bulunan Çingenelerin uygun yerlerde
ikamet ettirileceği ve ecnebi tabiiyetinde olanların da sınır dışına
çıkarılması kabul edilmiştir643.
Konu, Meclis’te tartışılırken mebuslar Çingenelerin iskânı ile ilgili şikâyetler de bulunmuşlardır. Burdur
Mebusu Hüseyin Baki Bey, Çingenelerin iskânı ile ilgili eleştirilerde
bulunarak şu ifadelerde bulunmuştur:
"Daha altı ay evvel ecnebi tabiiyetinde olan çingeneler biliyorum, Türk tabiyetine
geçiriyoruz diye nüfusa kaydolundular, şuraya buraya iskân olundular. Fakat bunlar yine eski melanetlerinde devam
ediyorlar. Bunlara bir müddet verilsin. Yani
bunlar ne vakitten itibaren Türk tabiyetine girmiş olarak kabul
olunacaktır? Çünkü bunlar fenalık
yapıyorlar, asayişi ihlal ediyorlar. Sonra hasat zamanında, züraa bulunamadığı zamanlarda evleri soyuyorlar. Bunlar o kadar müthiş fenalığa
alet oluyorlar ki burada
söylüyerek Heyeti Aliyi tasdike lüzum görmüyorum. Aydın
Mebusu Tahsin Bey ise, bu Çingenelerin kanunlardan yararlanarak Türk vatandaşı olduklarını ve
641 BCA, 272.12 63.190.1
642 Yıldırım, Cumhuriyet Dönemi
İskân Politikaları, s.130.
643 İskân Mevzuatı, s. 30.
bunların gitmelerini istemiştir. Bu konuda söz alan Dâhiliye Vekili, bu
kanunla bazı göçebe Çingenelerin yerleştirildiğini, dışarıdan gelen yabancı tabiiyetinde bulunan Çingenelerin
ise ülkenin bir bölümünde göçebe yaşam sürdüklerini açıklayarak bunların sınır
dışına çıkartılacağını ifade etmiştir644.
Bu anlayışla Çingenelerin bir dönem Türkiye’ye girişlerinin yapılması engellenmiş, 1927 yılında Bulgaristan’dan da Türkiye’ye gelmemeleri için pasaportlarının
vize edilmemiştir645. 1926 yılında çıkarılan İskân Kanunu’nun
ardından, 1934’de çıkartılan 2510 sayılı İskân Kanunu’nda da Çingeneler hakkındaki tutum devam etmiştir.
Söz konusu İskân Kanunu’nun 9. maddesinde “Türkiye
tabiiyetinde bulunan gezginci
Çingeneleri ve Türk kültürüne bağlı olmayan göçebeleri, toplu olmamak üzere kasabalara ve serpiştirme suretiyle
Türk kültürlü köylere
dağıtıp yerleştirmeğe, casuslukları sezilenleri sınır boylarından uzaklaştırmağa ve ecnebi tebaası
gezginci çingeneleri ve Türk kültürüne bağlı olmayan göçebeleri milli sınırlar dışına çıkarmağa Dâhiliye Vekili salahiyetlidir” ibaresi yer almıştır646.
Çingenelerin, sosyal hayattaki uyumsuzlukları,
birtakım sorunlara yol açmıştır. Şöyle
ki, bazı Çingenelerin, dilencilik yapması, rastgele yerlerde çadırlar
kurmaları, bulundukları yerlerde
çevre kirliliğine neden olmaları, yerli halkın rahatsız olmasına ve şikâyetlerde bulunmasına yol açmıştır.
1934 yılındaki İskân Kanunu yapılırken, yapılırken, bu durum da dikkate alınarak, İstanbul’a gelen
Çingenelerden bir sanat ve iş sahibi
olmayanların çeşitli yerlerde iskân edileceği, bunların dilencilik yapmalarına
da müsaade edilmeyeceği ifade edilmiştir647.
Alınan bu kadar tedbire rağmen, 1937 yılına
gelindiğinde Türkiye’ye giriş yapan milyonlarca
insanın iskânı sağlanmışken, Çingeneleri iskân etmek mümkün olmamıştır. Bu yıl içerisinde, Denizli vilayetinde ve
çeşitli kaza ve köylerinde kayıtlı oldukları
halde, seyyar bir halde bulunan 26 evde 159 nüfus Çingene tespit
edilmiş, bunların nakil ve iskânları
Bakanlar Kurulu tarafından
kabul edilmiştir648.
644 TBMM ZC, D.2, C.25, s. 650
645 BCA, 272.0.0.12 56.142.27.
646 TBMM ZC, D.4, C.25, s.10
647 Akşam, 20 Temmuz 1934.
648 BCA, 030.18.01.02 74.32.14.
Çingenelerin iskânı konusu,
uzun zaman Türk hükümetlerini meşgul etmiş, bunun için sürekli yeni yasal düzenlemeler
yapılmıştır. Bu düzenlemelerin tamamında, Çingenelerin yerleşik
yaşama geçilmesi amaçlanmıştır.
Çingenelerle ilgili genel bakış ve uygulamalara bakıldığında, Türkiye’nin Çingene politikası, onları toplumun temel bir parçası
haline getirmektir. İskân Kanunu’nda casus ve anarşistlerle birlikte yer almalarının nedeni, yerleşik hayata geçmeye
karşı direnç göstermeleri, dilencilik, hırsızlık ve toplum huzurunu bozan bazı davranışların oluşturduğu ön yargıdan
kaynaklanmış olmalıdır. Buna rağmen, Türkiye’deki uygulamalar, Çekoslovakya’da kısırlaştırma, Nazi Almanya’sında yok etme, Romanya’da sosyal anarşist ve parazit olarak tanımlama649 gibi aşağılayıcı uygulamalarla mukayese edilemez.
4.
2. Doğal Afetler
Sonrası İskân Faaliyetleri
Devlet, sosyal bir devlet anlayışıyla hareket etmiş ve
doğal afetlerde etkilenen halk için de iskân yapmıştır. Bu durum, 2510 sayılı kanunun
13. maddesinde de belirtilmiş, heyelan,
seylap ve afete uğrayan kişiler
de nakil ve iskân edilebilmişlerdir650. Ele aldığımız dönemde, doğal afetler sonrası iskân faaliyetlerine çok fazla rastlanmamakla birlikte,
Türkiye’de yaşanan doğal afetler sonrasında, yerleşim yeri değiştirme ve yeni iskân yerleri oluşturma örneklerine rastlanmaktadır.
Mesela, 5-8 Temmuz 1929 tarihinde
Of ve Sürmene’de sel afeti yaşanmış, arkasından gelen heyelanla birlikte 146
kişi hayatını kaybetmiştir651. Bu sel afeti ve arkasından gelen heyelan afeti sonucunda
2000 ev yıkılmış ve bu 2000 evde 12.000 nüfus
açıkta ve tehlikede kalmıştır. Afetten sonra, Sıhhat ve İçtimai Muavenet
Vekâleti, bölgede araştırma yapmak
üzere, bir fen heyet getirilerek, bu arazinin iskâna elverişli olup olmadığını tespit etmiş, buradaki
halkın evlerinin tamir edildiğini ve iskânlarının sağlandığını bildirmiştir. Felaketzedelere un ve mısır
dağıtılmış, Hilal-i Ahmer, 2000 lira yardım göndermiştir. Bölgeye,
bulaşıcı hastalık olup olmadığını araştırmak üzere, müfettişler gönderilmiştir. Sıhhat ve İçtimai
Muavenet Vekâleti’nin raporuna
göre, Sürmene’de selden
dolayı hasara uğrayan
köylerin sayısı 16 olup, bunlardan 4 köyde
649 Oral Onur, “Çingeneler”, Tarih ve Toplum, , S. 137, Mayıs 1995, s. 17.
650 İskân Mevzuatı, s. 147.
651 Nuray Köken, “Doğu
Karadeniz Bölgesinde Oluşan Taşkın ve Heyelanlara Meteorolojik ve Hidrolojik Açıdan
Bakış”, Trabzon ve Yöresi 20 Haziran
1990 Sel Felaketi
Sempozyumu Bildiriler Kitabı,
Karadeniz Teknik Üniversitesi, 22-24 Kasım 1990, Trabzon, s.87. Sıhhat ve İçtimai Muavenet
Vekaleti’nin açıklamalarına göre ise, ölü sayısı 128’dir. BCA, 030.10 121.863.5.
daha fazla hasar olduğu, tamamıyla 3 köy, 48 hane, 64 dükkan, 8
kahvehane, 2 han, 2 cami ve 46
değirmenin yıkıldığı, ölü sayısının 8 olduğu, Of kazasında ise, Solaklı deresinde hasara uğrayan köylerin sayısı
48 olup, bunlardan 6 köyün tamamen yıkıldığı,
ölü sayısının 120, tamamen harap olan hane sayısının ise 700 kadar olduğu bildirilmiştir. Felaketten sonra, açıkta kalanlar camilere
ve yerli halkın yanına yerleşmiş, 4000 kişinin iaşeleri
sağlanmıştır. Bu nüfusun bir kısmı, hemen Maçka ve Bayburt kazalarına sevk edilmiş ve buralarda iskân edilmiştir.
724 hanede 4161 nüfus Bayburt’a, 1021 hanede 4615 nüfus, 1930 yılı Nisan ayına kadar Maçka’ya gönderilmiştir652. Of ve
Sürmene’den buralara gelen halkın buraya yerleşmesi işi, ancak 1933 yılında Bakanlar
Kurulu kararıyla uygun bulunmuş ve onaylanmıştır653. Felaketzedeler, sadece burada iskân edilmemiş,
Erzurum’a bağlı Tercan kazasının Pülk köyüne
de 177 nüfus yerleştirilmiştir. Hatta buraya gelenlerin, 1935 yılında Bakanlar Kurulu’nca alınan bir kararla
temelli olarak yerleşmeleri sağlanmıştır654. Bu afet sonucunda sayıları
bilinmemekle birlikte, Erzurum’un Polat köyüne de iskân yapılmıştır655.
Genellikle kışın bitmesiyle ve havaların ısınmasıyla karların erimesi ve yağmurların başlamasının yaşandığı bahar aylarında
meydana gelen sel afeti, bazı yerlerde sürekli
hale gelmiş, devlet,
bu yerler için, kalıcı olması açısından nakil tedbirleri
almıştır. Mesela, Çorum’un Alaca kazasına bağlı Dereyazıcı köyü, sürekli sel afetine maruz kaldığı ve bu yüzden her
sene, birçok hayvan ve nüfus kaybına uğradığı
için başka yere nakli düşünülmüş, Dâhiliye Vekâleti, bu köyün Kıranya
Çeşmesi civarındaki araziye
nakledilmeleri için kaymakamlıktan gelen teklif üzerine bu konuyu görüşmüş
ve başbakanlığa bildirmiştir:
“Daimi seylaba maruz kalan ve bu yüzden her sene bir
çok hayvanat ve nüfus ziyaına hedef
olan Alaca kazasına bağlı Dereyazıcı köyünün iki saat mesafede ve kendi hudutları içinde bulunan ve diğer
köyleriyle alaka ve münasebeti bulunmadığı anlaşılan Kıranya Çeşmesi civarındaki araziye nakli hakkında Alaca
kaymakamlığının Çorum vilayetine
gönderdiği rapor ve kaza heyeti idaresinin bu baptaki kararı üzerine vilayet idare heyeti ve umum meclis tarafından
tetkik edilerek kaymakamlığın bildirdiği veçhile Dereyazıcı köyünün Kıranya
Çeşmesi arazisine nakli kararla tasvip kılınmış ve bu köy
652 BCA, 030.10 121.863.5.
653 BCA, 030 18 01 02 36 39 1.
654 BCA, 030 18 01 02 57 66 15.
655 İskân Tarihçesi, s. 84. Aynı kaynakta açıkta
kalan insan sayısının 17.000 olduğu belirtilmiştir.
halkının mütemadi bir tehlike
altında sıhhat ve hayat endişesiyle devamlı bir korku geçirmekte olduğu ve her cihetten orada kalmaları caiz olmadığı
muameleli evraktan anlaşıldığından ve esasen bu hususta hükümetten hiçbir yardım isteğinde
bulunmadıkları gibi evlerini
kendileri yapacaklarından, 885 no’lu kanunun
3’üncü maddesi mucibince
mezkur araziye nakilleri hususu İcra vekilleri heyetince tezekkür buyrularak bir karar ittihazı tasvibi
fahimanelerine arz olunur efendim.
İcra Vekilleri
heyeti tarafından görüşülen bu
teklif, 22 Eylül 1932 tarihinde kabul edilen kararnameyle bu köyün, bahsedilen çeşme civarında nakil ve iskân edilmeleri uygun görülmüştür656.
Ayrıca, Erzincan’daki Menden köyü de sürekli heyelana
maruz kaldığı için, bu köydeki nüfus, bir kilometre uzaklıktaki Sarıtaş harman yerine nakledilmiştir657.
Bunun haricinde bulundukları yerlerde geçimlerini
sağlayamayan bazı aileler de iskân
talebinde bulunmuş ve bu aileler de başka yerlere iskân edilmişlerdir. Kışları
uzun ve şiddetli geçen Kars’da,
boş alanların da mevcut olması sebebiyle, bu tarz yerleştirmeler çok olmuştur. 5 Kasım 1933
tarihinde Kars’ın Posof kazasının, Şuvaskal ve
Hırtas köyünden 216 nüfusun, Van'a yerleştirilmelerine658, Kars'ın
Arapçay Kümbet köyünden 21 hanede 138 nüfusun, yine Van’ın Erciş kazasına yerleştirilmesine, Bakanlar Kurulu tarafından karar verilmiştir659. 1934 yılında yine Posof kazasının
Nunus köyü halkı, Kars’ın merkez köylerine,660 1937 yılında
ise Posof ve Ardahan ilçelerinden 28 hanede 183 nüfusun Tokat'ın
Serniç köyünde iskânlarına karar verilmiştir661.
656 BCA, 030 18.1.2 31. 64..6
657 BCA, 030.18.01.02 33.2.20.
658 BCA, 030.18.1.2 40 77 6
659 BCA, 030.18.1.2 41.85.11
660 BCA, 030.18.1.2 45.35.15
661 BCA, 030.18.1.2 80.99.5
206
BEŞİNCİ BÖLÜM
206 |
5. İSKÂN MESELELERİ İLGİLİ
KANUN VE KURULUŞLAR
5. 1 Mübadele, İmar Ve İskân Vekâleti’nin Kuruluşu
Osmanlı Devleti zamanında, Osmanlı Devleti’nden
ayrılan yerlerde, özellikle Osmanlı-
Rus Harbi ve Balkan Savaşları’ndan sonra, Türklere yapılan baskılar sonucu Anadolu
içlerine göçler başlamış,
dolayısıyla iskânla ve göçmenlerin ihtiyaçlarıyla ilgilenecek komisyonların kurulması
için çeşitli kurum ve kuruluşlar oluşturulmuştur. Bu
kurum ve kuruluşların oluşturulması, ihtiyaç hissedildiği zaman ortaya
çıkmıştır. Balkanlarda başlayan
hareketlilik sonucu, iskân hizmetleri, 1914 tarihinde kurulan Aşair ve Muhacirin Müdüriyet-i Umumiye’si
tarafından yürütülmüş, 1922 tarih ve 929 sayılı nizamname ile de Sıhhat ve İçtimai Muavenet
Vekâleti bünyesinde sürdürülmüştür662.
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra harabeye dönen Anadolu’da,
barınaksız kalan Batı Anadolu harikzedeleri, işgalden kurtulan yerler halkı kendilerine barınacak
bir yer bulmak zorundaydı. Bunlarla birlikte, mübadeleyle Anadolu’ya
akın akın gelen yarım milyon kadar göçmene de iaşe yardımı,
nakliye yardımı yapılması
ve Türkiye’ye geldikten sonra iskân edilmesi
gerekiyordu. Dolayısıyla, hem Anadolu halkının, hem de dışarıdan gelecek mübadillerin iskâna ihtiyacı vardı. Bu işlerin
bir an önce yapılabilmesi
için, Sıhhat ve İçtimai Muavenet
Vekâleti’ne bağlı muhacirin müdüriyeti ve
yine iskân işleriyle uğraşan komisyonlar çalışmışlardır. Daha önce planlı bir
iskân yapılmadığı için bu konuda çok
da bilgisi olmayan bu komisyon ve kurum, göçmenlerin zorluk çekmesine neden olmuştur663.
Yoğun göçler sonucu, bu göçmenlerin yerleştirilmesi
ve iaşe, mesken ve tüm diğer
sorunların çözümlenebilmesi için, yeni
örgütlenmelere ihtiyaç duyulmuştur.
Bu da, Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti adıyla yeni bir bakanlığın kurulması ile olmuştur.
Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti, Lozan Antlaşması’yla başlayan çetin bir mübadele sürecini daha sistemli bir
şekilde atlatmak, mübadele ile gelecek göçmenlerin iskânlarını sağlamak, yakılıp
yıkılan Anadolu’nun yeniden imarını yapmak amacıyla kurulmuştur. Gelecek göçmenler
için, ivedi olarak,
sağlık, beslenme, barınma
ve daha
662 www.khgm.gov.tr
663 İskân Tarihçesi, s.12 vd. s. 51.
birçok konuda düzenlemelerin yapılması ve tedbirler alınması zorunlu idi.
Dolayısıyla mübadele ve imar işleri ile ilgili ayrı ayrı iki şubeden oluşan bir genel müdürlük kurulmuştur. Fakat Sıhhiye ve İçtimai
Muavenet Vekâleti’ne bağlı genel müdürlüğün,
mübadele ve imar işlerinin üstesinden gelemeyeceği anlaşıldığı için, bu müdürlük,
kadro ve bütçesiyle beraber yerini, 13 Ekim 1923 tarihinde Mübadele,
İmar ve İskân Vekâleti’ne bırakmıştır664.
Bu Vekâlet, Zonguldak Mebusu Tunalı Hilmi Bey’in 23
Ağustos 1923 tarihinde bir İmar
Vekâleti’nin Teşkili Hakkında bir kanun teklifi vermesiyle düşünülmüştür665. İskân ve imar işleri için, bir kanun
teklifi hazırlanarak meclise sunulmuş, buna göre de imar ve iskân işlerinin birbirinden ayrılamayacağı ve birlikte
ele alınması gerektiği ileri sürülmüş
ve böylece iskân ve imar müdürlükleri ve ayrıca bir de evrak müdürlüğü adıyla
müdürlüklerin kurulmasına karar verilmiştir. Bu teklife göre, İskân Müdürlüğü, idari, dahilî, haricî, askerî, fennî, iktisadî,
malî ve sıhhî gibi işlevleri bulunan yedi şubeden oluşturulacak ve bu şubeler
mübadeleyle gelenlerin iskânıyla
uğraşacaktı. Kasaba ve köylerin kurulması, imar ve inşaat işleriyle ilgili olarak da, diğer bir müdürlük
olan, zirai, sanayi ve ticari teşebbüslerle ilgilenen üç şubeden oluşan imar müdürlüğü
görev yapacaktı. Bu iki müdürlüğün giderleri için de 1923 bütçesine
3.050.447 liralık bir ödenek konulması önerilmiştir666.
Hükümet tarafından yapılan bu teklife karşı Tunalı Hilmi Bey, Nafia Vekâleti ile Sıhhiye Vekâleti’nin işlerinin birleştirilerek
müstakil bir Vekâlet olarak, İmar Vekâleti’nin kurulmasını önermiştir. Ayrıca,
nafia ve iskân işinin ayrılmaz
olduğunu mübadele işiyle muhacir işinin bitmeyeceğini, Bulgaristan, Romanya, Sırbistan ve Kırım’da milyonlarca Türk’ün bulunduğunu,
bunların geleceğini, eğer gelmezlerse bile nüfus ihtiyacından ve ülkeye yabancıların yerleştirilmeye çalışılması tehlikesinden dolayı, getirilmeleri için çalışılması gerektiğini ileri sürmüştür. Bu görüşmeler devam ederken, 1 Ağustos 1923’te kurulan meclis komisyonu bir rapor sunmuştur. Bu raporda, batıdaki
şehirlerde
73.070 ev ve kasabalarda ise 87.689 evin yıkıldığını, iki milyon yerli nüfusun ve buna ek olarak yarım milyon muhacirin nakil ve
iskânlarının önemli olduğunu ve sadece mesken
yapımı ve tamirat işleri için bile yaklaşık 100 milyon liraya ihtiyaç olduğu
ifade edilmiştir. Bunlardan
başka, tahrip edilen
yerlerin ve iskân mıntıkalarının imarını
664 Mesut Çapa, “Cumhuriyetin İlk Mübadele, İmar Ve
İskân Vekili Mustafa Necati Bey”, Mustafa Necati Sempozyumu, Kastamonu,
9-11 Mayıs 1991, s. 62.
665 TBMM ZC, D. 2, C.2, s. 332 vd.
666 TBMM ZC, D. 2, C.2, s. 621 vd.
gerçekleştirmek için, devlet tarafından gösterilecek teminat karşılığında, bir imar bankasının kurulması konusunda da
önerilerde bulunulmuş ve bu konu, yeni Vekâlete bırakılmıştır. Hükümet, mübadele,
iskân ve imar işleriyle ilgilenen
Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti’nin
bulunduğunu, fakat iskân işinin, başka bakanlıklarla da ilgili olduğunu ve
bu açıdan diğer bakanlıklara iş
yaptırmanın zor olacağını, adı geçen bakanlığın da tek başına bu işi yürütemeyeceği gibi nedenlerle, Bakanlar
Kurulu’na bağlı bir müdürlüğün kurulmasının uygun olacağı, ayrıca memur
ihtiyacının giderilmesi için de hükümetin
teklifiyle vali, polis, jandarma ve diğer memurların görevlendirilebileceği de savunulmuştur. Bütün bu
görüşmelerden sonra, Mübadele,
İmar ve İskân Vekâleti’nin
kurulmasına karar verilmiştir667.
Bu Vekâletin ilk vekili, Tunalı Hilmi Bey ile
vekâletin kurulması ile uğraşan, İzmir Milletvekili Mustafa Necati’dir668. Mustafa
Necati, göreve tam bir inançla
başlamış, bütün gücüyle memleketin imarını temin edeceğini ifade
etmiştir. Mustafa Necati Bey, 20 Ekim 1923 tarihinde
seçildiği bu görevden,
İsmet Paşa Hükümeti
döneminde Adliye Vekili olması dolayısıyla, 6 Mart 1924 tarihinde
ayrılmıştır. Mustafa Necati, görevden
ayrıldıktan sonra yerine Celal Bayar, İmar ve İskân Vekilliği’ne atanmıştır. Mustafa Necati Bey, yaklaşık beş aylık dönem
zarfında, merkez ve taşrada gerekli
örgütlenmeleri ve yasal düzenlemeleri sağlamıştır. Vekil olarak kendisine çok güven duyulmuş, fakat hem savaşın
getirdiği ağır ekonomik koşullar, hem de mübadele dolayısıyla gelecek olan binlerce insana yer- yurt edindirmenin
ve onları üretici hale getirmenin
doğuracağı maddi imkansızlıklar yüzünden mübadele ve iskân işinin, hiç de kolay bir
iş olmayacağı da göz önünde bulunduruluyordu669. İşe
başladığı anda, bir iskân kanununun
çıkması konusunda çalışmalar yapmış, ülkeyi on iskân bölgesine
ayırmış, göçmenlerin, geçici olarak konaklamaları için iaşe,
misafirhaneler, iskân ve imar
komisyonlarının vazifeleri, emlak dağıtımı ve diğer tüm iskân işlerinin
yürütülmesi için birçok
talimatname yayınlamıştır670. Ayrıca
ülkenin ekonomisini de düşünerek,
667 TBMM Z.C, D. 2, C.2, s. 630 vd, Ayrıca bkz. İskân Tarihçesi, s. 14.
668 Mustafa Necati (1894-1929):
İstanbul Hukuk Mektebi’nden mezun olup, bir süre İzmir’de serbest avukatlık yapan Mustafa Necati, İzmir Türk
Ocağı’nın da üyesidir. İzmir Demiryolları İslam Memurini Teavün Cemiyeti’nin kurulmasını sağlamış, terhis edilen yedek
subaylar için İhtiyat Zabıtanı Teavün Cemiyeti
adıyla bir cemiyet kurmuştur. Ankara’ya Manisa milletvekili olarak gelen
Mustafa Necati, Mübadele, İmar ve
İskân Bakanlığı’nın yanında Adalet Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı
görevlerinde de bulunmuştur. Kemal
Turan, “Kuva-yı Milliye’de Bir Eğitimci: Mustafa Necati”, Türk Dünyası Tarih, Kültür Dergisi, S. 234, Haziran 2006, S. 234, s. 60
669 Kemal Arı, “Cumhuriyet Döneminin
İlk Yıllarında Türkiye’de Mübadele, İmar, İskân İşleri Ve Mustafa
Necati”, Mustafa Necati
Sempozyumu, Kastamonu, 9-11 Mayıs 1991, s.
53.
670 Talimatnamelerin ayrıntısı için bkz. İskân Tarihçesi, s. 17 vd.
Seyr-i Sefain İdaresi ile anlaşarak, göçmenlerin Türk vapur şirketleriyle
taşınmasını sağlamış, onarılacak
yerlerde ve yeni köy ve evlerin yapılmasında, yerli kerestelerin kullanılmasına önem vermiştir. Göçmenlerle ilgili
en önemli konulardan biri de sağlık ve beslenmeydi. Mustafa Necati,
göçmenlerin sağlık, beslenme ve barınma konularıyla ilgili Hilal-i Ahmer Cemiyeti’yle ile de
bir itilafname imzalamıştır 671.
Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti, kendisine ait bir
binası olmadığı için, geçici olarak, Ankara Sanayi Mektebi
binasındaki, henüz tamir edilmemiş olan Rüsumat Müdüriyet-i Umumiyesi’nde işe başlamıştır.
Vekâlette, henüz ne bir bütçe, ne de işlerin
yürütülebilmesi için mevzuat oluşturulmuştur. Vekil Mustafa Necati,
tamamen yetersiz bir kadroyla
bile olsa mübadele
işinin çok önemli olduğunu ve ilk olarak bu işin düşünülmesi gerektiğini ileri sürmüştür672.
Vekâlet, ilk iş olarak Midilli Müslümanlarının,
Anadolu’ya göçe zorlanmasıyla gelen göçmenlerin iskânları ile ilgilenmiştir. 1923 yılının sonlarına
doğru, 7.024 mübadil göçmen, Midilli’den Ayvalık’a
getirilmiştir673. Ayrıca diğer taraftan Surfice, Kozana, Karaferye halkı sefil bir şekilde
Selanik’e gelirken, Vekâlet, henüz teşkilatını
tamamlayamadığı için burada toplananlara, Hilal-i Ahmer yardım etmiştir674.
5.1.1.
Mübadele, İmar
Ve İskân Vekâleti
Bütçesi
Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti’nin kuruluşundan
itibaren, 1923 yılı Ekim ayında 1923
yılı bütçesi için, 6.125.000 lira istemiş ve 6.125.277 lira 50 kuruş ödenek konulması, Bakanlar Kurulu tarafından kabul
edilmişti675. Bu bütçenin, 6.000.000 lirası Türkiye’ye gelecek göçmenlerin taşınması ve beslenmelerine,
geriye kalan paranın ise, memur maaşlarına ayrılması düşünülmüş, fakat bu para, 6.095.183 lira olarak belirlenmiştir. Bu paranın sadece
3.221.431 lirası kullanıma açılmış, bu
paradan da 52.700 lira yakacak,
327.630 lira inşaat ve tamirata, 120.800 lira nakliyata, 332.397 lira tarım araçları, ziraat,
hayvan ve tohumluğa, 2.302.808 lira iskân ve mübadele
masraflarına tahsis edilmiş,
bütün bu giderlerin toplamı olan 3.136.335 liradan arta
671 Arı, “Cumhuriyet Döneminin İlk Yıllarında …,”, s.55.
672 Arı, Büyük Mübadele, s.30 v.d.
673 Bu konudaki belgeler için
bkz. BCA, 030.10 123.873.4 , 030.10
123.873.9, 030.10 123.874.5., Ayrıca bkz.
Mesut Çapa, “Cumhuriyetin İlk Mübadele, İmar Ve İskân Vekili Mustafa Necati
Bey”, Mustafa Necati Sempozyumu, Kastamonu, 9-11 Mayıs 1991, s. 64.
674 Mesut Çapa, “Cumhuriyetin İlk Mübadele..”, s. 64
675 BCA, 30.18.1.1
7.38.10
kalan paranın personel harcamaları ve diğer işler için kullanılacağı
ifade edilmiştir676. Harcanan
bu parayla, Antalya, Konya ve İstanbul hariç 4412 ev tamir edilmiş, 1924 Ocak ayına kadar gelen 120.000 mübadilden
98.262’si iaşe olunmuş, bunlardan 47.524 kişi misafirhanelerde, 2489 kişi yollarda,
20.805 kişi iskelelerde iki ay iaşe edilmiştir677.
5.1.2.
Mübadele, İmar Ve İskân Vekâleti’nin Teşkilatlanması
Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti’nin merkez teşkilat
yapısı, 1 Kasım 1923 tarihli 366
Numaralı yasa ile belirlenmiştir. Bu yasaya göre; Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti,
Mübadele ve İskân Müdiriyet-i Umumiyesi, diğeri de İmar Müdiriyet-i Umumiyesi
adı altında iki müdürlüğe ayrılmıştır. Mübadele ve İskân Müdiriyet-i Umumiyesi, kendi içerisinde 1. Sevkiyat ve
Nakliyat, 2. Muhacirin, 3. İaşe, 4. İskân ve
Emlakin olarak dört şubeye ayrılmış, İmar Müdiriyet-i Umumiyesi ise, 1.
Muamelat, 2. İnşaat ve Tamirat, 3.
Heyet-i Fenniye şubeleri olarak üçe ayrılmıştır. Bunlardan başka ise vekâlette, hukuk müşavirliği,
hıfzısıhha mütehassıslığı, heyet-i teftişiye, muhasebe şubesi müdiriyeti, evrak ve muhaberat şubesi
gibi birimler de yer almıştır678.
Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti bünyesinde olmak üzere 29 Kasım 1923 tarihinde “İskân ve İmar Komisyonlarının
Suret-i Şekli Vezaifine Ait Talimatname” ile
vilayet ve kazalarda, vali ve kaymakamların başkanlığında, imar ve iskân komisyonlarının kurulması kabul
edilmiştir. Buna bağlı olarak kurulacak komisyonlar, vali ve kaymakamlardan oluşan beş kişilik bir kadrodan oluşacak
ve bu komisyonun oluşturulacağı yerde
İskân Vekâleti’nin mıntıka müdiriyeti memurlarından birer kişi de komisyona
katılacaktır. Bürokratik bir şekilde kaza komisyonları, vilayet
komisyonlarına, vilayet iskân ve imar komisyonları da, Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti’ne bağlı olacaktır. Mübadele,
İmar ve İskân Vekâleti
müfettişleri dışında, mülkiye ve
sıhhiye müfettişleri de komisyonun çalışmalarını denetlemek konusunda yetkili kılınmışlardır. Alınacak kararlar,
önce vekâlete bildirilecek, sonra uygulamaya
konulacaktır. Komisyonlar, kendi aralarında en az üç üyeden oluşmak
şartıyla encümenler
oluşturabileceklerdir. İmar ve İskân komisyonları, 1924 Aralık ayına kadar görev yapmış, 20 Ocak 1925 tarihinde lağv olunmuştur679.
676 TBMM Z.C, D.2, C. 3, s. 142
677 TBMM Z.C, D.2, C.7/1, s.1061.
678 TBMM Z.C, D.2, C.3, s.140 vd.
679 İskân Tarihçesi, s. 20.
Her iskân bölgesinde mıntıka müdiriyetlerine bağlı, sorumlu birer muhasip bulunmasına karar verilmiş, bu muhasipler,
imar, iskân ve iaşeye ait her türlü levazımın
usulüne uygun olarak pazarlık suretiyle satın alınması ve tüm
masrafların yapılması görevini üstlenmiştir. Vekâlet’in lağvı ile bu muhasiplikler de kaldırılmıştır680.
Tüm bu alt ve
üst komisyonlar, mübadele
işlerinin ve gelecek muhacirlerin beslenme, yerleştirme ve üretici haline
gelmelerini sağlamak ve tüm işlerin sistemli bir şekilde yürütülmesi için oluşmuş ve bu yönde çalışmalar yapmışlardır.
5.1.
3. Mübadele, İmar Ve İskân Kanunu
Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti’nin kuruluşuna kadar
geçen süre içerisinde muhacirlerin
iskân işleri ile ilgilenen Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti’nde müdürlük mahiyetinde bulunan İskân
Müdiriyeti vardır. Hem bu müdiriyet, hem de Dâhiliye Vekâleti’ne bağlı olan Aşâir ve Muhacirin
Müdiriyet-i Umumiyesi, mübadeleden önce Türkiye’ye gelenler
ve bunların iskân işleriyle uğraşmışlardır. Mübadele konusu ile ilgili görüşmeler tamamlanmış, mübadelenin kesin olarak yapılacağına karar verilmiş ve bu işin zor olacağı
düşünceleriyle, bir vekâletin
kurulması söz konusu olmuştur. Sadece vekâletin kurulmasıyla iş
bitmemiş, vekâletin de yapacağı işlerin
yasalaştırılması düşünülmüştür.
Bütün mübadele işlerini üstlenen Vekâlet, yirmi
maddeden oluşan “Mübadele, İmâr ve
İskân Kanunu’nu”, 23 Ekim 1923
tarihinde hazırlayarak, TBMM’ye sunmuş ve yasa tasarısı 8 Kasım 1923 tarihinde 368 sayılı kanun, TBMM’de kabul edilmiştir681.
“Mübadele İmar ve İskân Kanunu”
ile, Mübadele, İmâr ve İskân Vekâleti, Mübadele-i Ahâli Mukavelenâmesi’nde belirtildiği üzere, Yunan arazisinde sakin Müslüman dininde
bulunan Yunan tebaasından zorunlu mübadeleye tabi, Türkiye'ye gelecek
olan ahalinin nakil, beslenme,
barınma ve iskânlarına ve ihtiyacı olanlara, iaşelerini, iskelelerde ve yollarda ve
iskânlarından itibaren, en fazla iki ay boyunca karşılamakla yükümlü tutulmuştur. 1912 yılından beri herhangi
bir iskân muamelesi görmemiş olan göçmen ve mültecilerle, aşiretlerin ve daha sonraki
dönemlerde hükümetçe kabul
edilecek göçmenlerin, yıkıma uğramış bölge halkından evleri yıkılmış olanları
yerleştirmek, iskân alanlarını belirlemek, ülkenin harap olmuş ve yıkıma uğramış
yerlerinin, imarını hazırlamak ve sağlamakla da görevli olmuştur.
680 İskân Tarihçesi, s. 26.
681 368 sayılı Mübadele, İmar ve İskân Kanunu için bkz. Düstûr, 3. Tertip, C.5, s. l65-167.
Mübadele, imar ve iskân işlerinde, vekâlet, mülki ve
askeri araç gereçlerden ve devlete
ait diğer olanaklardan gerekli gördüğü ölçüde yararlanmaya yetkili kılınmıştır. Bu işlerde, vekâlet tarafından
gönderilecek tebligatları, diğer işlerine tercihen, yerine getirmeye bütün mülki ve askeri devlet
memurları zorunlu tutulmuştur. Bu görevlerde,
ilgisizlik gösterenlerin, hangi
vekâlete ya da devlet kurumlarına bağlı
olursa olsun, Mübadele, İmar ve İskân
Vekâleti'nin isteği üzerine işten el çektirilmesi, mahkeme edilmesi ve buna yeltenenlerin ilgili kanun maddesine
göre en ağır ceza ile cezalandırılması
kararlaştırılmıştır. Vekâlet, görevlerinin yerine getirilmesi konusunda, gerekli olan yerlerde mahalli memurlar ile
idare ve belediye üyelerinden veya diğer gerekli olanlardan, istediği kadar tali kurullar seçme ve oluşturmaya da yetkili kılınmıştır. Kanunla, daha önce iskân işleriyle
ilgilenen Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti’ne bağlı bulunan İskân
Müdüriyeti kaldırılmış, bu müdüriyetin ve Dâhiliye Vekâleti’ne bağlı İskân-ı Aşair ve Muhacirin
Müdüriyet-i Umumiyesi'nin bütün görevlileri, belgeleri ve araç-gereci, Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti'ne devredilmiştir. Muavenet-i içtimaiye bütçesinin bu teşkilata
karşılık olarak, kanunun yayımlanması tarihinde
mevcut olan ödeneği,
vekâlete devredilmektedir. Vekâlet
tarafından, bütçesinde hesabı olan ödeneğin karşılığında istenecek para,
hazinece nakit olarak vekâlet emrine
avans suretiyle verilebilecektir. Maliye Vekâleti, bu amaç için, gerektikçe, üç milyon liraya kadar avans vermeye yetkilidir. Maaş ve masrafları, Mübadele, İmar ve İskân genel masraf kaleminden verilmek üzere,
mübadele, imar ve iskân işleri için
gerektiği kadar uzmanların görevlendirilmesine ve geçici görevlendirme için gerekli görüldükçe, ücretli memur
istihdamında Vekâlet yetkilidir. Ayrıca ihtiyaç duyuldukça, vekâletten gelecek
talep üzerine bütün terk edilmiş
taşınmaz malların vekâlet emrine verilmesi kararlaştırılmış,
bu taşınmaz malların göçmenler ile düşman tarafından
evleri yıkılmış ve yakılmış olan muhtaçlara tahsis edilip dağıtılması ve bu mallardan kiraya verilenleri ve çeşitli
biçimde eşhas-ı salise tarafından işgal edilenleri boşalttırılması, Vekâlet yetkisine verilmiştir. Böyle bir
tahliye olayında, kiranın feshi biçiminde
zarara uğrayanlar bulunduğu surette,
Maliye Vekâleti belirlenecek zararı, mahkemeye
başvurmaya gerek kalmadan, sözü edilen taşınmazdan alınmış olan kiradan sağlanacaktır. Zararın belirlenmesi ise,
mahalli en büyük idare memurunun başkanlığı altında
Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti’nce atanacak iki ve belediyece atanacak diğer iki üyeden oluşan komisyon tarafından
yapılacaktır. Bu komisyonun kararları temyize
gidemeyecekti. 1912 yılı başından sonra yerleştirilmiş olan göçmenleri iki sene içinde
durumlarına ve el becerilerine göre gerekli yerlere taşıma ve yerleştirme
görevi de, Mübadele, İmar ve İskân
Vekâleti'ne bırakılmıştır. Bunlara ek olarak, yanıp yıkılan yerlerin
imarı için bir İmar Bankası
kurulması, 1912 yılından
beri yapılmış olan binaların
1949 yılı sonuna kadar emlak vergisinden muaf tutulması, işgal güçlerince yıkılan fabrika ve tezgâhların yeniden
onarımı ve yapımı için yurtdışından getirilecek makine, alet ve edevattan gümrük vergisi alınmaması da
kanunlaştırılmıştır. Ayrıca Mübadele,
İmar ve İskân Vekâleti’ne memur olarak tayin edileceklerin mesleklerine ve mensup oldukları bakanlıklara olan bağlılıkları, kıdem hakları ve terfileri de saklı kılınmıştır682.
5.
2. Mübadele, İmar Ve İskân Vekâleti’nin Kaldırılması Ve Dâhiliye Vekâletine Bırakılması
Mübadele yapıldıktan sonra ve hatta henüz
sonuçlanmadan, yüz binlerce insan, kafilelerle,
çok sefil ve perişan bir halde Türkiye doğru yollara koyulmuştur. Rumlardan kalan
metruk binaların çoğu tamir edilmeden
kullanılamayacak kadar harap olmuş, kullanılabilecek olanlar ise mülteci,
felaketzedeler veya memurlar
tarafından işgal edilmiştir. İlk gelen mübadiller
zorluklarla karşılaşmış, muhtaç olanların iaşesi, harap binaların hemen, her yerde onarılması, tohumluk, çift hayvanı,
zirai aletler temin etme ve bunları
dağıtma işlerinin yetersiz olan imar ve iskân komisyonlarına bırakılması, metruk yerlerin tam olarak tespit
edilemediği gibi tespit edilenlerin de gereksiz yere işgal edilmesi ve teffiz işlerinde
gerekenin yapılmaması, bütçenin
yetersiz oluşu, mübadele işlerini oldukça zorlaştırmıştır683.
Bütün bu imkânsızlar içerisinde mücadele eden
Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti, başarısız olarak addedilmiş, mecliste birçok eleştiri
almıştır684.
İskân işleri konusunda, sert bir şekilde eleştirenlerin başında gelen Karesi Mebusu
Vehbi Bey, mübadele sırasında ilgisizlikten yüzlerce insanın öldüğünü, harap olan yerlere insanların yerleştirildiğini, Bandırma’da bulunan
3698 hanenin 2153 hanesinin
yanmış olduğunu örnek göstermiştir. Karesi Mebusu Vehbi Bey, Vekâlet’in muhacirlerle değil yerlilerle ilgilendiğini, memurların görevlerini yeterince
yapmadıklarını belirtti. Bandırma’ya yerleştirilen 568 hanenin
200’ünün Bulgarca konuşan
Pomak Türkü ve Arnavutça ve Boşnakça konuşan kişilerden oluştuğunu, sahil
682 Düstûr, 3.Tertip, C.5, s. l65–167.
683 İskân Tarihçesi, s. 51 v.d.
684 TBMM ZC, D.2,
C.9, s. 81 vd
kısmına yerleştirilenlerin, milli raks yerine polka; milli çalgı yerine
mandolin, gayda, milli lisan yerine
Arnavutça ve Boşnakça konuşmalarını eleştirmiştir. Konuyla ilgili görüşlerini belirten Yusuf Kemal Bey, iskân mıntıkalarının belirlenirken hata yapıldığını gelenlerin mesleklerine uygun yerleştirilmediği üzerinde durmuştur. Gelen
385.000 kişiden, 2819 kişinin ölmesini
eleştirmiştir. Canik Mebusu
Cahit ise, Samsun’a gönderilen mübadillerin büyük
sorunlar yaşadıklarını, gelenlerin mesleklerine uygun yer olmadığını hükümetin imar işleriyle
gerektiği kadar ilgilenilmediğini belirtmiştir. Vekâletteki aksaklıkların nedenlerinden birinin de
Vekâlet memurlarının toplama olmasından kaynaklandığını söylemiştir. Bakanların da görevde kısa kalmalarını
aksaklıkların nedeni olarak göstermiştir.685. Bütün bu olumsuz
eleştirilerin yanında Vekâlet’in
çalışmalarında ya da başarısızlığının temelinde, bu işin bu kadar kapsamlı
olarak yapılan ilk iş olduğu ve dolayısıyla tecrübesizlikten kaynaklanan sorunlar olabileceği, iskân işine ayrılan
paranın az olduğu, insanların memnun etmemin
zor olduğunu, büyük miktarda insan değiştirme işinde, ölenlerin
sayısının da normal olduğunu iddia
edenler olduğu gibi, Kayseri Mebusu
Ahmet Hilmi Bey, sorunların çözülmesi
için öncelikle Vekâlet’in kaldırılması gerektiğini, ayrılan
paranın arttırılmasını, ayrıca, memur sorununun
çözülmesi gerektiğini de savunmuştur.
Bütün bu tartışmalara karşılık, Refet Bey,
eleştirilerin haksız olduğunu yapılan incelemeler
sonucu gelenleri en uygun yerlere yerleştirmeye çalıştıklarını burada %5 hata yapıldığını, bataklıkların iskâna açılmadığını, ayrılan
ailelerin ise kızların
evlenmesi sonucu olduğunu, bunun
ise normal karşılanması gerektiğini
belirtmiştir. Teşkilatlanma için
çalışıldığını, ancak iskân memuru yetiştiren bir okulun olmaması nedeniyle sıkıntı yaşandığını, memur
maaşlarının azlığının ise sıkıntıyı iyice arttırdığını ve memurların yaşlı olmasından yakınmakta, imar işleriyle ilgili
olarak 15 bin eve ihtiyaç olduğunu,
bunun için de yedi milyonun gerekli olduğunu, oysa bu iş için 1 milyon ayrılmasından yakınmıştır. Yolsuzlukların üstüne gidilerek
haksızlıkların giderilmesine çalışıldığından mübadele dışında diğer yerlerden gelen muhacirlerle birlikte elde bulunan emvali metrukenin
yetmediğini ifade etmiştir.
Mübadele İmar ve İskân Vekilliği
yapan Mahmut Celal Bey, memurların çalışkan olduğu, Lozan Antlaşması'nın imzalanmasıyla
muhacirlerin nasıl taşınacağı ve iskân edileceğiyle ilgili bir komisyonun çalışmalara başladığını, yapılan
hesaplamayla
685 TBMM ZC, D.2, C.10, s. 28 vd.
ayda 15-20 bin kişinin getirilmesi düşünülürken, bu sayının 60 bine
çıkmasının da ölümlere neden olduğunu
belirtmiştir. Bazı valilerin eksik bilgi verdiklerini, bu nedenle aksaklıklara neden olduklarını, bu
kişilerin de gerektiği gibi cezalandırıldıklarını ifade etmiştir.
Önemli bir sorunun da giden Rumların ticaretle
uğraşırken, gelenlerin tarımla uğraşmalarının iskân konusunda problem
olduğunu belirtmiştir. Gelen mübadillerin iskân edildikleri yerleri beğenmeyerek
başka bir yeri istemelerinin de büyük problem
çıkardığı görüşündedir. Mübadeleyle gelenlerin Türk olduğunu,
Arnavutların Türkiye'ye alınmadıklarını, ancak pasaportlarında Türk yazan ancak Türkçe bilmeyen
Rumca konuşan insanların
olduğunu, bunun bir problem yaratmayacağını, bu kişilerin Türk dostu olup Yunan düşmanı olduklarını aktarmıştır686.
Vekâletin başarısızlığından en çok ilk vekil, Mustafa
Necati Bey sorumlu
tutulmuş, kısa süren İskân Vekâleti vekilliğinden sonra Adliye Vekili
olan Mustafa Necati Bey, ülkenin büyük bir felaketin içinde olduğu
bir dönemde vekil olduğunu, emvali
metrukeden kalan evlerin harap olduğunu, 252 memurun mevcut bulunduğunu, bir liste yapılarak 140 bin kişinin
nerelere yerleştirileceğinin planlanarak gerçekleştiğini ifade etmiştir. Gerekli kanunların yapıldığını, bütçenin
hazırlandığını gelenlere acilen tohumluk
dağıtılarak, 20-30 bin eve gelenlerin yerleştirildiği, 150 bin kişiden şikâyet olmadığını, ayda gelen 400 bin kişiden 5 bin kişinin ölümünün tabi ölüm olduğunu ifade etmiştir. Türk yerine Arnavut
getirildiği eleştirisine katılmadığını Vekâlet’in her işi kaydettiğini, bataklık yerlere dikkat edildiğini, sıtma
hastalığının ülkenin büyük bir sorunu
olduğunu, bütçenin ise dışına çıkılmadığını belirtmiştir. Dâhiliye Vekili ve
aynı zamanda Mübadele İmar ve İskân
Vekâleti’nin vekilliğini yürüten Recep Bey, ne Türk, ne de Müslüman
olan Kıptilerin iskân edildiğini, Kıptilerin Müslüman-Yunan tebaasından sayıldıklarını belirtti. Mübadeleye tabi tutulan Kıptilerin sadece Zonguldak'a değil farklı yerlere
“serpinti halinde” yerleştirildiklerini ifade etmiştir. Rakamlarla iskân edilenlerin sayısı ve yapılan
yardımları belirtmiştir.
Bütün bu yaşanan
olumsuzluklardan sonra, asıl iş olan iskân ve imar meselelerini çözmek amacıyla, hükümet, 2
Kasım l924 tarihinde Mübadele, İmar ve İskân Vekâletinin kaldırılması ve bu görevin Dâhiliye
Vekâleti’nce yürütülmesiyle ilgili
686 Her ne kadar Arnavutların Türkiye’ye getirilmediği söylense de, Yanya’dan gelenlerin Müslüman Arnavut oldukları
ve İstanbul’a ve çeşitli vilayetlere yerleştirildiği anlaşılmaktadır.
bir teklifte bulunmuştur. Hükümete göre kanunun
gerekçesi, Dâhiliye Vekâleti’nin oturmuş teşkilatından ve devletin tüm imkânlarından
yararlanmak olmuştur.
Dâhiliye Vekili Recep Bey, yapılan işin, sadece
kişileri bir mıntıkaya getirip yerleştirmekten ibaret olmadığını, bu kişilerin sağlık,
ziraat, emlak gibi önemli sorunlarının bulunduğu, bu kişilerin
Türkiye'ye gelmiş ve Türk vatandaşı
olmuş olanlarla diğer vatandaşların aynı kurumlar tarafından eşit ölçüde ilgilenilmesi gerektiğini belirtmişti. Bu doğrultuda yeni kanunların
çıkarılacağını iskân işinin bir müdüriyete bırakılmasının işin öneminin azalacağı anlamına gelmediğini, dışarıdan gelen vatandaş kitlesinin artık yerli olduğunun kabul edilmesinin
gerektiği üzerinde durmuştur.
Tunalı Hilmi Bey, Vekâlet’in kurulmasının daha baştan sakat olduğunun memurlarının geçici olduğu bir kurumun başarılı
olamayacağını, iskân işlerinin
kaymakamlara bırakılmasının bazı aksaklıklar doğuracağını öne sürmüştür.
Hamdullah Suphi Bey ise, böyle bir değişiklikle mübadillerin, muhacirlerin ziyan olacağını, Avrupalı
devletlerin, iskân işleriyle
ilgilenen müstakil teşkilatlarının bulunduğunu Vekâletin
aksaklıklarının olması nedeniyle, Vekâletin kaldırılmasının gerekmediğini, yapılması
gerekenin, aksaklıkların giderilmesi olduğunu dile getirmiştir. Ayrıca Hamdullah Suphi Bey, hükümetin
bir iskân siyasetinin olmadığını, Anadolu'nun boşluklarına iki buçuk milyon Türk’ü
çekmek gerektiğini, Anadolu’nun baştan başa harap
olduğunu, imara ihtiyacı olduğunu ve bunun için de Vekâlete ihtiyaç olduğunu ifade etmiştir. Verilen kanun teklifi oylamaya sunularak, Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti’nin kaldırılması, iskân işinin
de, genel müdürlük halinde, Dâhiliye Vekâleti’ne devri oy çokluğuyla kabul edilmiştir687.
5.2.1. Dâhiliye Vekâleti’nin İskân Çalışmaları
Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti’nin kaldırılıp, görevlerinin Dâhiliye
Vekâleti’ne devriyle birlikte Vekâlet, bu görevleri, İskân Müdüriyeti
Umumiyesi ile yürütmeye çalışmıştır.
Dâhiliye Vekâleti, hemen çalışmalara başlamış, hazırladığı bir tamime göre, mübadeleye tabi muhacirleri
iki kısma ayırmış, bunlardan birincisi Lozan
Antlaşması’ndan önce gelenler,
ikincisi ise bu antlaşmanın imzalanmasından sonra gelenlerdir.
Bunlardan, mübadillerin iskân muameleleri için Rum mallarından, Rum malının
bulunmadığı yerlerde de Ermeni mallarından yapılacaktır. Aynı tamim,
687 İlgili kararname için bkz. Düstur, 3 Tertip, C.6, s. 18.
mübadeleye gayr-ı tabi muhacirleri ise, üç kısma ayırmıştır. Bunlardan da
ilk kısım, Balkan Savaşı’ndan Birinci
Dünya Savaşı’na kadar geçen süre zarfında göç edip de iskân edilmeyen veya iskân edilip de Yunan istilası yüzünden
evlerinden ayrılanlardır ki bunlara ya eski yerlerinin verilmesi ya da civar yerlerde
iskân olunmaları ifade edilmiştir.
İkinci kısım ise, harp ilanından sonra 4 Kasım 1923 tarihine kadar gelenlerdir ki bunlar muhtaç olmaları şartıyla adi
iskâna tabii olmuşlardır ve hatta bu tarihten sonra muhtaç muhacir kabul edilmemesi hakkında
bir kararname kabul edilmiştir. Mübadeleye tabi olmayan üçüncü kısım ise, 4 Kasım 1923 tarihinden sonra gelen gelenlerdir.
Bunlara da sadece iskân mıntıkası gösterilip, bu gibilerin adi iskâna tabi tutulmayacakları ifade edilmiştir. Tamimde
ayrıca, istilazede ve harikzedeler de başka bir
kısım olarak ele alınarak bu da kendi içerisinde üç kısma ayrılmıştır.
Bunlardan birincisi Rusların doğu
illerini istila etmesi üzerine iç taraflara iltica edenler, ikincisi Yunan istilası ve savaş dolayısıyla
meskenleri tahrip edilenler, üçüncü kısım ise Suriye, Kafkasya, Rusya ve Irak ve çeşitli İslam memleketlerinden iltica edenlerdir. Aynı tamimde, görevli
memurların, ancak 24 Eylül 1924 tarihine kadar, memuriyet mahallerinde işgal ettikleri metruk evlerde
iskân olacaklardır. Bekar memurlar,
birer oda işgal edebilecek,
oda sayısı fazla ise toplu olarak kalabileceklerdi. Altı odadan fazla olan evlerin ise, aile ne kadar kalabalık
olursa olsun bir aileye verilmeyeceği, mesken
inşası için para yardımı yapılan istilazede ve harikzedelerin altı ay
içerisinde evlerini yaptırıp, altı ay sonunda
işgal ettikleri binaları
boşaltacakları ifade edilmiştir688.
Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti’nin yaptığı ya da
eleştirildiği hatalardan biri, kabul
ettiği 29 Kasım 1923 tarihli talimatnamede, iskân-ı adi işlerinin bürokratik
olarak fazla uzatıldığı ve tefviz
işlemleri için yetkili merci bulunmamasıyla ilgiliydi. Dâhiliye Vekâleti, bunun yerine, 20 Ocak 1925
tarihli yeni bir kararname yayınlamıştır. Buna
göre, muhacirlerin sevk ve iaşeleri ile evlerinin tamir ve inşasına ve
adiyen iskânlarıyla ilgili tüm işler, en büyük mülkiye
memurunun denetiminde, iskân müdürleri ve memurlar tarafından yürütülecektir. İskânla ilgili tüm işlemler,
en büyük mülkiye
memurunun emrinde, defterdar, mal müdürü, iskân, ziraat, tapu müdür ve memurlarından oluşturulan komisyonlar tarafından yapılacaktır689.
Ayrıca, Dâhiliye Vekâleti,
1925 senesinde illerdeki
iskân işlemleri, çıkan zorluklar için de, iskân işleri fazla olan illerin valileri ve iskân müfettişleri ile toplantı
688 İskân Tarihçesi, s. 53 vd.
689 Düstur, 3. Tertip, C.6, s. 42 vd. Ayrıca bkz. İskân Tarihçesi, s. 57
yapmış, birçok karar alarak iskân işlerinin daha planlı ve düzenli olarak
yapılması ve hatta sadece iskân
işinin değil, iskân edilenlerin bir an önce üretici haline geçirilmesinin yolları
araştırılmış, önlemler alınmıştır.
Dâhiliye Vekâleti, 9 Kasım 1925 tarihinde bir tamim
yayınlamıştır. Buna göre; bedel ve
kıymeti yazılı olan tapular, kıymetsiz tapular, tapu senetleri, malların gerçek kıymetleri ve buna karşılık verilecek
mallar hakkında maddeler konmuştur. Bu tamimin
amacı, vilayetlerden, vekâlete
gönderilen tefviz evraklarının araştırılmasında, eksikliklerin
olup, bu evrakların iadesi ve düzeltilmesinin, daha önceki Mübadele, İmar ve İskân
Vekâleti zamanında uzun sürmesi
ile zaman kaybedilmesi olmuştur690.
Ayrıca bu dönemde mecburi ikamet kanunu çıkarılarak,
mahalli iskân yerlerini terk
edenlerin, firar olaylarının önüne geçilmiştir. 28 Kasım 1925 ve 675 numaralı
bu kanuna göre; gerek kendi
istekleriyle gerekse bir zorunluluk veya antlaşma dolayısıyla Türkiye’ye gelip, kabul edilen ve gelecek
olan mübadil, gayr-ı mübadil, aşiret ve mültecileri, hükümet tarafından gösterilen iskân mıntıkalarında, beş yıl oturmaya
mecbur olmuşlar, bu kanunla, firariler
hakkında daha önce yapılamayan takibat
yapılmış, bu vakalar önemli ölçüde
azalmıştır.
İskân işleriyle ilgili
kabul edilen kanunlardan biri de, 14
Ocak 1926 tarihli ve 716 numaralı
kanun olan, Borçlanma
Kanunu’dur. Bu kanuna göre de, muhacir, mübadil, mülteci ve aşiretlere mensup
olanlara verilmiş ve verilecek olan emlak, arazi, tohumluk, hayvan, zirai aletler ve sermaye bedelleri, verildiği zamanın durum ve kıymetine göre, aile reisleri üzerine
borçlandırılması ve yirmi seneye bölünerek geri alınması kabul edilmiştir. Kanuna göre, muhacir, mübadil,
mülteci ve aşiret fertlerine verilen ve verilecek olan arazi sürülmemiş topraklardan olursa bedel alınmayacak, bunların
aldıkları emlak, savaş ve istila
nedeniyle harap olmuş veya yanmış
olanların, bu yüzden maruz
kaldıkları zarar derecesinde borçlarından düşülecektir691. Bunlardan başka, İstibdal Kanunu, Ref’i Takyit gibi
iskân, iskân mıntıkaları ve emval-i metruke hakkında
kanunlar çıkarılmıştır692.
Bu zaman zarfında
Dâhiliye Vekâleti, birçok tamim, talimat,
nizamname çıkarmış, fakat bunlar, ya eksik kalmış,
ya da ayrı ayrı birimleri ilgilendiren meselelerde
690 Tamimin tamamı için bkz. İskân Tarihçesi, s. 63 vd.
691 İskân Mevzuatı, s. 23.
692 İskân Tarihçesi, s. 71.
gecikmeler, aksaklıklar olmuş, dolayısıyla iskân konusunda tam bir plan, program oturmamıştı. İskân işi için yapılan, o
dönemin en açık ve kapsamlı kanunu, ülkedeki
nüfus boşluğunu doldurmak amacından hareketle hazırlanan ve 31 Mayıs
1926 yılında yayınlanan, 885 numaralı kanundur693. (Bkz. Ek 1)
Bu kanunda mevcut, “Türkiye Cumhuriyeti memaliki
dâhilinde tavattun etmek maksadıyla hariçten
münferiden veya müctemian
gelmek isteyenlerin hükümetçe
müttehaz kararlara tevfikan kabulleri ve iskân mahallerinin tayini ve bu
mahallere sevki Dâhiliye Vekâletine aittir” maddesiyle, öncelikle
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Dâhiliye Vekâleti’nin tüm iskân işlerinde yetkili olduğu ve
ayrıca devletin, Türkiye’ye gelmek
isteyenlerin kabul edileceği ve kabullerinin ancak hükümet tarafından verilen kararlarla olabileceği ifade edilmiştir.
İkinci madde olan, “Türk kültüründen olmayanlar,
frengi, cüzzam gibi bulaşıcı hastalığı
olan kişi ve aileler, askeri ve siyasi suçlar dışındaki cinayet hükümlüleri, anarşistler, casuslar, Çingeneler ve sınır
dışı edilenler kabul edilmezler” maddesinde de, ülke dışından geleceklerin, hangi şartlarla ülkeye girebileceklerinin kabulüne
dair ibareler konulmuş,
özellikle “Türk harsına (kültüründen)
dâhil olmayanlar” ibaresi, devletin ulus-devlet sürecine geçtiği ve bu yönde hareket etmeye çalıştığına işaret etmektedir.
Çünkü daha önce yaşanmış olaylardan tecrübe edinilerek, memlekete kabul edilecek
olan kimselerin, ülkede ayrılıkçı faaliyetlerde bulunmasından ziyade Türk kültürünü benimsemiş kişiler olması daha önemli addedilmiştir. Ayrıca bulaşıcı hastalıkların da ülkeye ayrı bir yük getireceği göz önüne alınarak ki daha
önce de sınırdan girenlerin bulaşıcı
hastalık taşımaması şartı
aranmıştır. Zaten ilk gelenleri, ülkeye alırken de sağlık durumları kontrol edilmiş, bulaşıcı
hastalık taşıyıp taşımadığı anlaşıldıktan sonra izin verilmiş,
fakat yine de, bu durum, bu madde ile de yasalaştırılmıştır.
Üçüncü maddede, “Seyyar aşiretlerle, göçebelerin, sağlık nedeniyle nakilleri
gerekenlerin, ormanlarda bulunan ve geçimlerini sağlayamayan
köylüler ve dağınık halde bulunan köylerin uygun merkezler
etrafında birleştirilmesi ve özellikle sınırlarda bulunup, casusluklarından şüphe edilen kişi veya toplulukların sınırlardan uzaklaştırılması
söz konusu olmuştur. Bu maddede adı geçen kişi ve toplulukların, hayat şartlarının kötü olması ve dağınık halde yaşamaları, buralara
hizmet götürülmesini de
693 İskân Mevzuatı, s. 30-32.
zorlaştırdığı için daha toplu ve planlı merkezler
oluşturulmak istenmiştir. Zaten, mübadil ve muhacirlerin iskânı da bu çerçevede yapılmış,
gelenler, ya daha önce kurulmuş
köylere ya da yeni kurulacak köylere planlı bir şekilde yerleştirilmişlerdir.
“Yapılan özel antlaşmalara göre mecburen Türkiye’ye
gelenler, o antlaşmanın hükümlerine
ve hükümetçe alınan kararlara göre, kabul ve iskân edilirler” maddesiyle, Türkiye’ye gelecek olanların, hem
antlaşmaya uyacağı hem de kendi bünyesinde aldığı kararlara binaen kabul edileceği ve yerleştirileceği ifade edilmiştir.
“Türk tabiiyetindeki Çingenelerin, uygun yerlerde ikamet ettirileceği gibi, yabancı
tabiiyetindeki Çingenelerin sınır dışı edileceği” maddesiyle, Türk
tabiiyetindeki Çingenelerin iskân
edilmesi kabul edilirken, yabancı tabiiyetindekilerin ise sınır dışı edilmesi konusu, mübadele antlaşması
yapıldıktan sonra Türkiye’ye gelen Çingeneler
konusunda daha önce yapılan meclis görüşmelerinde de söz konusu olmuş ve tartışmalara
neden olmuştur. Çingenelerin gezginci oldukları ve fenalıklarına devam ettikleri
için, bunların sınır dışı edilmeleri istenmiştir.
Bu kanunla, kabul ve iskân şartlarını bulunduran köylerde ikamet edecek muhtaçlara, aşiretlerle, göçebelere ve yerlilerden ikametleri değişecek olanlara, bedelleri, borçlanma kanunu gereğince alınmak
şartıyla, mesken olarak gerekli ayrıntılara sahip bir hane, aynı şartlarla
çiftçi olanlara gereği kadar arazi, sanayi erbabına bir dükkân veya arsa, yine
çiftçilere, çift hayvanı, tarım araçları, tohumluk sanayi erbabına, araç-gereç, hammadde; ayak satıcıları ve
çerçilere, sermaye verilmesi kabul
edilmiştir. Aynı maddede geçen, “Şehir ve kasabalara yerleştirilen sanayici ve küçük esnafa da aynı şekilde muamele
olunur” ibaresiyle, yardıma muhtaç olanlara ve
bunların bir an önce üretici hale gelmelerini sağlamak açısından
borçlanma yoluyla bile olsa, destek
olmuştur.
Bu kanuna göre, dışarıdan gelenlerle, nakledilenlerden
muhtaç olanlara nakil masrafları, yerleştirilmelerine kadar geçecek iki ay süreyle
geçimleri ve iskân masraflarının
bedava karşılanması, iki aydan sonra borçlandırılarak karşılanması kabul edilmiştir. Ayrıca, iskân edileceklere ve
yeniden kurulacak köylere, yeterli miktarda mera,
mektep, cami, hamam, karakol, harman ve pazar yeri, orman ve baltalık,
kabristan vs. halkın ihtiyacına
mahsus yerlerin, bedava tahsis edilmesi ve bazı muafiyetler de kabul edilmiştir.
Yürürlüğe giren bu kanunla, iskân konusunda önemli
kararlar alınmıştır. Daha sonra kabul
edilen ve daha kapsamlı olan, 2510 sayılı kanunla paralellik gösteren bu kanun, Türkiye Cumhuriyeti’nin iskân politikasını, 1934 yılında
kabul edilen İskan Kanunu’na kadar açıkça ifade etmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir yandan iskân
işleriyle meşgulken, bir yandan da
ülkenin doğusunda meydana gelen aşiretlerle ilgili çeşitli olaylarla
uğraşıyordu. Şeyh Sait isyanından sonra, birbiri ardına çıkarılan ayaklanmalar, devleti, güvenlik ve iç huzur konusunda tedbirler almaya
yönelmiştir. Bu sebeplerle, 19 Haziran 1927 yılında çıkarılan, 1097 sayılı “Bazı Eşhasın Şark Menatıkından Garb
Vilayetlerine Nakillerine Dair Kanun694
“adıyla kabul edilen kanunda, ayaklanma bölgelerindeki bazı şahısların batı illerine nakilleri ve dolayısıyla da iskânları
ilgili bir durum ortaya çıkarmıştır.
22 Kanun-i evvel 1926 tarihli
ilgili kanun layihasında695 gerekçe
olarak, Osmanlı Devleti
zamanında, doğunun her zaman tehlike
arz edecek şekilde
ihmal edildiği ve bu bölgenin
feodal unsurların idare ve nüfuzuna bırakıldığı, cumhuriyet idaresine
yakışmayan bu idare tarzını yıkmak ve doğu illerinde cumhuriyetin kanunlarını etkili kılmak için, köklü ıslahatlar yapılması
gerektiği ifade edilmiştir. Bu ıslahatları
yapmadan önce de, devlete muhalif bazı unsurların bertaraf edilmesinin ve bunun için de halka, hükümet içinde ikinci
bir hükümet olarak hükmeden ve menfaat sağlayan
zararlı ve fesatların kendilerine ruhani bir konum vererek masum halkı iğfal ile, hükümete engel çıkarmaya çalışan şeyhler ve bunlara
inanarak, doğuda yapılacak ıslahatlara
karşı çıkacak ve engel olacak kabiliyetteki kişilerle, idam veya ağır ceza yükümlüsü olup, Suriye, Irak ve İran’a kaçarak
Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine hareket
eden kişiler ve aileleri, ayrıca da doğu hapishanelerindeki mahkumların ıslahat bölgelerinden uzaklaştırılmasının
gerekliliği anlatılmıştır. Çünkü bu kişilerin, ıslahat bölgelerinde bulundukça, çağdaşlaşma yolunda yapılacak
girişimlerden etkili sonuçlar elde etmek ümit edilemeyeceği aşikârdı. Batıya nakledilecek kişilerden, yardıma muhtaç olanlarının nakil ve masraflarının,
hükümet tarafından karşılanacağı ve bunların
ikamet ettirilecekleri yerlerde iskân ve borçlandırma kanunlarına dayalı
olarak adiyen iskân muamelesine tabi
tutulmaları, kendilerine, doğuda terk ettikleri emlak ve araziye karşılık
olarak, batıda emlak ve arazi verilmesi de kanun layihasında geçen ibarelerdir.
694 Düstur, 3. Tertip,
s. 131, Ayrıca bkz. Serap Yeşiltuna, Resmi Kanun, Kararname, Rapor ve Tutanaklarla Atatürk ve Kürtler, İstanbul, 2007, s. 162.
695 TBMM Z.C, D.2, İ.IV, C. 33, , s.153.
Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere, kanun oluşturma
çerçevesinde öncelikle çağdaşlaşma yolunda ilerleyen
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu yolda yapacağı
yeniliklerde önünü kesmemek, ülkenin iç huzur ve güvenliğini korumak
için, devlet içinde devlet olmak
isteyen ve bunun için her yolu meşru kılan ayrılıkçı unsurları ve eylemlerini bir şekilde engellemek
gerekmektedir. Bunun için düşünülen en iyi yol, bunların toplu olarak yaşadıkları yerlerden uzaklaştırılmaları,
ayrı ayrı yerlere nakilleri ve
buralarda iskân edilmeleridir. Yani bu kişilerin nakilleri, siyasi, askeri ve
toplumsal bir zorunluluktur. Devlet,
bu kişilerin iskân edildikleri
yerlerde sıkıntı yaşamamaları için
sözler de vermiştir. Böylece, Beyazıt vilayetinden 1500 (bu rakam görüşmelerden sonra 1400’e indirilecektir) kadar kişinin
ve aileleriyle 80 asi ailesinin ve bu yerlerdeki mahkûmların batıya nakilleri öngörülmüştür. Bunlar, doğuda
kendilerine ait malları iki yıl
içerisinde satmak zorundadır. Eğer satamazlarsa devlet tarafından tasfiye
edilecek ve paraları kendilerine
verilecektir. Ayrıca bunların, mübadiller gibi daha önce yaşadığı doğu vilayetlerine dönmemeleri için
mecburi ikamet kanununa uymaları istenerek ve
buna ceza işlemi konularak, firar etme girişimlerinin önüne geçilmek istenmiştir. Yapılan görüşmelerden sonra 15 maddeden oluşan “Bazı Eşhasın
Şark Menatıkından Garb Vilayetlerine Nakillerine Dair Kanun” kabul edilerek,
bu gibilerin nakil işlemlerinin
ise 1927 yılının Ağustos ayına kadar bitirilmesi istenmiştir. Layihada geçen ibareler kabul edilmiş, sadece,
konu olan şahısların ailelerin, ekim-hasat işlerinin
bitmesi için, Kasım ayına kadar müsaade edilmiştir. Mahkûm olanların da aileleri birlikte, mahkûmiyetleri sonlandıktan sonra nakledilecekleri de kanunda belirtilmiştir.
Askeri, idari ve toplumsal amaçlarla hareketle, 30
Kasım 1927 tarihine kadar, 1097 sayılı kanunun verdiği
yetkiyle, doğudaki bazı kişilerin batıya
nakilleri yapılmıştır. Fakat
bu kişilerin arasında Şeyh Sait isyanı ile ilgileri olmadıkları halde oradaki tenkil ve teskin tedbirleri için
yerlerinden uzaklaştırılan bazı aileler de olmuştu. Alınan tedbirlerle, doğu vilayetlerindeki hareketlenmeler önlenmiş, güvenlik sağlanmıştı. Durum bu haldeyken, doğudan
batıya nakledilen kişiler ve ailelerinin artık
eski yerlerine dönmelerinde bir sakınca görülmemiştir. Ancak tekrar isyana
karışabilecek ya da bulundukları yerlerde mevcut nizamı bozacak kişiler
takip altında bulundurulacak ve böyle
kişi ve ailelerine 1097 sayılı kanun uygulanacaktır. Böylelikle, Dâhiliye
Vekâleti, “Bazı Eşhasın Şark Menatıkından Garb Vilayetlerine Nakilleri
Hakkındaki Kanun Hükmünün
Ref’ine Dair” bir kanun layihası
hazırlamış696, gerekçeleri ile değerlendirilen durum sonucunda, 1178 sayılı kanun ile doğu vilayetlerinden
batı vilayetlerine nakillerini öngören hükmün kaldırılması konusunda Bakanlar
Kurulu’na yetki verilmesi
kabul edilmişti.
1927 yılında iskân işlerinin çok olduğu bölgelerde
müfettişlikler kurulması da, Dâhiliye Vekâleti’nin yükünü hafifletmiştir.
1934 yılında daha kapsamlı olan, 2510 sayılı İskân Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra iskân
işleri, Nüfus Umum Müdürlüğü’ne bırakılmıştır697.
İskân işlerinde çok yol kat eden Dâhiliye Vekâleti, bu
görevi 1935 yılına kadar devam
ettirmiş, bu tarihten sonra, iskân işleriyle ilgilenme görevi başka bir
Vekâlete bırakılmıştır.
5.3. İskân İşlerinin
Sıhhat Ve İçtimai
Muavenet Vekâleti’ne Bırakılması
1935 yılına kadar iskân işlerini yürüten Dâhiliye
Vekâleti’nin bu görevi ile ilgili değişiklik
gündeme gelmiştir. 2510 sayılı İskân Kanunu’nda bazı değişikliklerle iskân işlerinin Sıhhat ve İçtimai Muavenet
Vekâleti’ne bırakılması amacıyla Hükümet, kanun tasarısı sunmuştur.
Bu tasarıda;
“Yer değiştiren göçmenlerin, gerek yolculukları ve gerekse yerleştirilmeleri esnasında topluluk halinde bulunmaları dolayısıyla normal
şartlar içinde bulunan bu topluluğun
kendisini teşkil eden göçmenlerin sağlığı olduğu kadar genel sağlık içinde ehemmiyetli ve muzır bir amil olacağı
şüphesizdir. Normal şartlar içinde olsa dahi
topluluklar, bulaşıcı hastalıklar, salgınların, belli başlı
sebepleridir. Bunun için, evvela sağlık
ve sonra sosyal yardım işi telakki edilmek lazım gelen iskân ve göçmen
işlerinin Sıhhat ve İçtimai Muavenet
Vekâletine devri dolayısıyla, 2510 sayılı kanunun ve buna ait diğer
kanunların bu görüşe göre tadili, zaruri bulunmuş ve bağlı kanun layihası tanzim edilmiştir”698.
Hükümetin teklifi, mecliste
milletvekillerince kabul edilip,
18 Kasım 1935 tarihinde
“İskân İşlerinin Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekilliği’ne Devrine Ve Ayrı Bir Bütçe İle İdare Olunmasına Dair Kanun”
kabul edilmiştir. 2849 sayılı bu kanunla, 2510
sayılı İskân Kanunu,
2502 sayılı Kars Vilayeti İle Beyazıt, Erzurum
Ve Çoruh
696 TBMM ZC, C.1, D.3, İ.1, s. 1
697 TBMM ZC, D. 4, C. 23, s. 5
698 TBMM ZC, D. 5, C.6, s. 1
Vilayetlerinin Bazı Parçalarında Muhacir Ve Sığıntıların Yerleştirilmesi Ve Yerli Çiftçilerin Topraklandırılması Kanunu, 716 sayılı Borçlanma Kanunu,
1771 sayılı mübadele ve tefviz işlerinin kat’i
tasfiyesi ve intacı hakkındaki kanun, kısacası göçmen ve iskânla ilgili tüm kanunların yetkisi, Sıhhat ve İçtimai Muavenet
Vekâleti’ne bırakılmıştır. Vekâlet’in iskân işlerini yürütebilmesi için, ayrı bir bütçe ile idare edilecek İskân Umum Müdürlüğü kurulmuştur.
Dâhiliye Vekâleti’nde bulunan muhacir ve mültecilere ait olan dosyalar, olduğu gibi Vekâlete
devredilmiştir. Muhacirlerin yerleştirme, besleme ve tedavi işlerinde
gereken malzemenin satın alınması konusunda,
2490 sayılı artırma,
eksiltme ve ihale kanunu hükümlerinin geçerliliği kabul edilmeyerek, bu malzemenin çeşitleri
ve nasıl tedarik
edileceği, Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti’nin teklifi üzerine İcra
Vekilleri Heyeti tarafından tayin ve tespit edilecektir. İskân işiyle uğraşan
Dâhiliye Vekâleti memurları
ile Trakya Umumi Müfettişliği teşkilatı, maaş, ücret ve masrafları, yeni kurulacak İskân Umum Müdürlüğü’ne nakledilmekle, bu memurların
sicil dosyaları Sıhhat ve İçtimai Muavenet
Vekâleti’ne devredilecektir. Ayrıca, Maliye Vekâleti teşkilat kadrosuna
da İskan Umum Müdürlüğü’nde istihdam
edilmek üzere bazı memuriyetler eklenmiştir699.
699 Düstur, T.3, C.17, s. 24
225
ALTINCI BÖLÜM
225 |
6. NÜFUS, SOSYO-KÜLTÜREL VE EKONOMİK AÇIDAN İSKÂN
6.1 Nüfus Açısından
İskânın Önemi
Bir ülkenin bağımsızlığını devam ettirebilmesi için
yeterli nüfusa sahip olması gerekir.
1920’den 1950’li yıllara kadar Türkiye’nin uyguladığı nüfus politikası, nüfus artışını hızlandırıcı ve mümkün olduğu
kadar nüfusun kalitesini iyileştirici bir politika olmuştur. Bu politikanın siyasi yönüyle, yeni kurulan devletin
varlığının ve bağımsızlığının devamını sağlamak
amaçlanırken, ekonomik yönüyle, kullanılmayan
doğal kaynakları kullanma, sosyal iş bölümü ve ihtisaslaşmayı
sağlamaktır. Sosyal yönüyle
ise halk sağlığı
ve kaliteyi yükseltme
hedeflenmiştir. Osmanlı Devleti
dağıldıktan sonra coğrafyaların ayrılması, başta nüfus olmak üzere devletin bütün varlığını etkilemiştir. Devletin yapısındaki çeşitli
ulus ve etnik gruplar da bu dağılmadan olumsuz etkilenmiş ve sonuçta göçler başlamıştır. Savaşlarda
en büyük kayıp 20-44 yaş arası erkek
nüfusta olmaktadır. Üreten sınıfın savaşan unsur olarak kaybı savaş sonrasında istihdam sorununu gündeme getirmektedir.
Hâlbuki yıkıntıların onarımı yeni baştan yapılması
ve üretim için iş gücüne gereksinim duyulmaktadır. Erkek nüfusta olan kayıp, ülkenin
erkek-kadın nüfus dengesini bozar, evlilikler azalır ve dolayısıyla doğum oranı düşer700. Osmanlı
Devleti’nin dağılması, I. Dünya savaşı ve akabinde
başlayan kurtuluş mücadelesinde Anadolu’da nüfus açısından böyle bir boşluk oluşmuştur. Ayrıca, savaş yıllarında ve
ekonomik yetersizlikler sonucu sıtma, veba, verem, kolera,
tifo gibi salgın hastalıklar da kitlesel ölümlere neden olup, nüfusun azalmasında
etken olmuşlardır.
Anadolu’da kurtuluş mücadelesi 1919 yılında 8 milyon
civarında bir nüfusla başlamıştır. I.
Dünya Savaşı, gerek cephede, gerek hastalıklarla, yaklaşık yarım milyon Anadolu insanını eksiltmiştir. Üretken
erkek nüfusun, savaştaki kaybı, toplumun üretici ve tüketici elemanları arasındaki dengeyi bozmuş, tüketici sınıf
olan kadın ve çocuk sayısı artmıştır.
Ayrıca, ülkenin en aydın kitlesi kabul edilen muvazzaf ve yedek subay kadrosu neredeyse yok olmuştur. Üstelik bu
kayıplar, azınlıklar askerlik yapmadıkları için, sadece Türk nüfusun
kaybıdır. Çünkü Müslüman
olmayan Osmanlı yurttaşları, kan
700 Adalet Ergenekon Çil, Cumhuriyet’in ilk Yıllarında Nüfus Sorunu ve İskân Politikası, Yıldız Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü
Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul,
1994, s.34 vd.
vergisinden muaf tutulmuş, askerlik yapmamışlardır. Askerlik yapmayıp,
ticaret yapan azınlıklar, hem Anadolu ekonomisine hâkim olmuş, hem de nüfus
oranlarını eksiltmeyip bilakis
artırmışlardır701. Ayrıca, Yunanistan’ın izlediği nüfus
politikasıyla Batı Anadolu’daki Rum
nüfusunu artırma gayreti, savaş yıllarında bir karabasan gibi Anadolu’nun üzerine çökmüş, Venizelos’un,
İzmir üzerinde hak iddia etmesine neden olmuştur702.
Bir ülkeyi istila etmek ve onun üzerinde hak iddia etmek, nüfusun tehlikeli bir oyunudur. Çünkü insanlar
yerleştirildikleri yerleri yurt edindikleri ve mal tapularına sahip oldukları zaman, o toprak üzerinde
her türlü hakları ortaya çıkmaktadır. Türk Milleti,
bu tehlikeli oyunları görmüş ve topraklarının tapusunu kanıyla alarak, kendi halkına mal etmiştir.
1923 yılında yeni Türk Devleti’nin en önemli meselelerinden biri nüfus meselesidir. Savaşlarda kırılmış ve
yorulmuş olan nüfus, tehlikeli derecede azdır. Yeni Türk devletinin düşmanları, Türkiye nüfusunu olduğundan daha
düşük gösterme gayreti içerisinde
olmuşlardır. İngiliz Dışişleri Teşkilatı, 1924 Türkiye nüfusu için 9 milyon, Fransa ise 8 milyon gibi tahminlerde bulunmuş,
Mussolini, 1926 yılındaki nutuklarından birinde, Türkiye nüfusunun 6 milyon olduğunu
söylemiştir. Türkiye’de nüfus sayımı
yapılmadığı için, Türkiye nüfusu için yapılan dış kaynaklı tahminlerde ise sadece yüzde 18’inin Türk olduğu ileri
sürülmüştür. Bu durum, bu şekliyle ülkenin geleceği
için, tehlikeli görülmüştür703. Bu
yüzden Mustafa Kemal, bu önemi belirterek, 1923
yılında, Meclis’te yaptığı konuşmada, “Efendiler! Nüfus meselesi, bir memleketin en mühim mesaili
hayatiyesindendir” demiş ve nüfusu artırma
ve nüfus sayımı yapılması konusuna
değinmiştir704.
Ayrıca,
ülkenin nüfusunu çoğaltmak ve ulus-devlet kurmak amacıyla Anadolu sınırları
dışındaki Türk ve Müslüman nüfusu,
yeni Türkiye Cumhuriyeti nüfusuna eklemek istemiştir. Nitekim 1923 yılındaki, Eskişehir-İzmit nutkunda da “her zaptettiğimiz yere Anadolu halkını
götürdük ve Anadolu
halkını öldürdük” diyerek
nüfusun azaldığına işaret etmiş, Balkanlar’dan alınacak nüfus ile ülke nüfusunun
arttırılması gerektiğini şöyle ifade etmiştir:
…hudud-ı milliye haricinde kalan aynı ırk ve aynı harstan olan anasırı da getirmek ve onları da müreffeh bir halde yaşatarak
nüfusumuzu tezyid etmek lazımdır ki, buna tevessül
olunacaktır. Eğer, Rusya'dan da
701 Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşı’nın Malî Kaynakları, Ankara,
1990, s. 20 vd.
702 Kemal Karpat, Türk Demokrasi
Tarihi, Sosyal, Ekonomik, Kültürel Temeller, İstanbul, 1996, s.50.
703 Orhan Türkay, Türkiye’de Nüfus Artışı ve İktisadi Gelişme, Ankara, 1962, s. 4.
704 Öztürk, Atatürk’ün
TBMM Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları II, s.940
getirmek mümkün olsa, oradan da getireceğiz. Fakat bence
Makedonya'dan, Garbi Trakya'dan kamilen Türkleri buraya nakletmek
lazımdır ve bir daha Avrupa seferi yaparak,
oralara gitmeyi düşünmeliyiz… Bu memleket Avrupa'nın iki mislidir. Almanya'da 70 milyon nüfus vardır. Bizde 8 milyon vardır. Bu memlekette nüfus beslenememekten ölüyor değildir; fakat bu halkı yegâne öldüren cehalettir... Bu memleket o kadar vasidir ki bu nüfus bittabi bu memleketi işlemeye gayri kâfidir705.
Atatürk’ün bu ifadesiyle, devletin göçü teşvik ettiği
anlaşılmış ve Balkanlardaki Türkler,
Anadolu topraklarını şenlendirmek, ekip biçmek için biçilmez kaftan olmuşlardır. Nitekim Rumeli’den gelecek nüfus, daha
dingin ve daha çalışkan bir nüfustur. Ayrıca,
bundan öte, 5 Kasım 1924 tarihinde Meclis’te yaptığı konuşmada “Gelen her fert bizim için servettir, giden her ferdin de gitmesi
bizim için nimettir” diyen Karesi mebusu Vehbi
Bey’in sözleri, dönemin nüfus
ve özellikle homojen nüfus istemlerinin açık bir
ifadesidir706.
1923 yılında 12.339.093 nüfusla kurulan Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, aradaki yıllarda
sayım yapılamamasından dolayı, ilk sayımın yapıldığı 1927 yılında, 13.648.270 olarak tespit edilmiştir. Yani yıllar arasında
1.559.177 fark vardır.
Bu artış, gerek mübadeleyle,
gerek serbest olarak Balkanlar’dan gelen nüfusla olan bir artıştır. 1935 yılındaki
sayımlarda ise, bir önceki sayıma göre, 2.259.748 nüfusun arttığı ve bu rakamın
16.158.018’e ulaştığı görülmüştür707. Bu durum sevinçle
karşılanmış, konu hakkında dönemin
Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya, “Nüfusumuz 17 milyona yaklaşmak üzeredir. 1935 genel sayımı bunu gösterecektir” demiş, il il gözlenen nüfus artışı halka müjdelenmiştir708. Öyle ki, devletin
kuruluşundan itibaren, hastalıklarla mücadele, doğumları artırma
çalışmaları, nüfus politikasıyla ilgilidir.
Ülkenin ekonomik kalkınmasında da nüfusun önemi
büyüktür. Cumhuriyetin kurulduğu tarihten
itibaren, ülke ekonomisini canlandırmak için çeşitli
çalışmalar yapılmış, fakat bu
çalışmaların ana teması “nüfus” olmuştur. Nüfusun önemi üzerine anlayış,
1934 yıllarında da değişmemiş, CHP Grubu Nüfus Komisyonu’nun bir raporunda,
“bugün Türkiye’de nüfusa, iktisadi bütün ehemmiyetini vermekle beraber, onun üstünde olarak geniş topraklarımızın müdafaa kudretinin artırılması gayesi vardır”
705 Arı İnan, Gazi Mustafa
Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara, 1982, s. 53 vd.
706 Ayhan Aktar, Varlık Vergisi
ve Türkleştirme Politikaları, İstanbul, 2000, s. 43.
707 Geray, Türkiye’den
Göçler, s. 28.
708 Çil, Cumhuriyet’in ilk Yıllarında Nüfus
Sorunu ve İskân Politikası, s. 96.
denilmektedir709. Bu ifadeden anlaşılacağı üzere, fazla nüfus,
sadece ekonomik olarak değil, savunma
amaçlı da düşünülerek önemsenmiştir. Zaten 1934 yılından
sonraki göçlerde, göçmenlerin genelinin Trakya bölgesinde yerleştirilmesi bu amaçla da ilgilidir.
Dışarıdan alınan göçler ve devletin
iskân politikaları, genelde
kır nüfusunu etkilemiştir. Bunda, gelenlerin büyük çoğunluğunun ziraatla
uğraşmaları etkendir. Mübadele olayında her ne kadar Rum nüfus, genellikle şehirlerden gitmişse, gelen mübadil ve
muhacirlerin büyük çoğunluğunun toprağa bağımlı olmaları, köylerde iskân edilmelerine sebep olmuştur. Dolayısıyla kent nüfusuna karşılık, kır nüfusu
artmıştır. Zaten kente yerleşen
göçmenler, sefalet içinde büyük kayıplar vermişlerdir.
Ayrıca, şimdiye kadar bahsettiğimiz üzere, Türkiye’ye göçler sonucunda gelenlerden ve ülke içerisinde yaşanan
olaylardan dolayı yeniden şekillenen Türkiye’nin iskân politikası, ulusallaşmayı hedef olarak belirlemiş ve bu
yönde nüfusun homojen bir hale gelmesiyle, hemen her alanda
başarı sağlamıştır.
Salt bir nüfus artışı, ülkeye fayda yerine zarar
getirebilmektedir. Nüfus, ülkenin askeri, ekonomik
ve sosyal anlamda gelişmesine katkı sağlayacaksa, bu nüfusun üretici ve uygar ve sağlıklı olması gerekmektedir.
Atatürk döneminin iskân politikası, böyle bir
nüfusu arzu etmiş, bu yönde gerek aşiret yapısını ortadan kaldırmak, gerek göçebe toplulukları yerleştirmeye çalışmak, gerekse Balkanlar’dan gelen nüfusa sahip çıkarak, bir an önce üretici olmalarını sağlamak gibi çalışmalarla, bu amaca hizmet etmiştir. Bu amaca yönelik olarak da sağlık, ekonomi, tarım
ve bayındırlık politikaları uygulanmıştır. 1934 yılında kabul edilen 2510 sayılı İskân Kanunu,
nüfus konusunda en iyi ayrıntıları vermiştir.
6.2.
Sosyo-Kültürel
Açıdan İskânın Önemi
“Millet”,
sınırları belirli toprak üzerine toplanan ve içtimai hafızanın üzerine kazıldığı “vatan/yurt” üzerine, aynı dille, aynı duyguyla bir kültür birliği
kuran, bir bütün haline gelmiş şuurlu halk kitlesidir tanımından hareketle Atatürk döneminde
yürütülen ulus-devlet olma süreci ve iskân politikasının iç içeliği daha iyi anlamlandırılabilir. Millete yer ve değer
verme, ırk ve din birliğinden ayrı ve farklı
şekilde kıymetlendirme, Türk Milli Mücadele
hareketi ile başlamıştır. “Millet” ve “ulus” kelimeleri aynı anlamı taşırken, milletin unsurları vatan,
dil, kültür ve ortak
709 Türkay, Türkiye’de
Nüfus Artışı ve İktisadi Gelişme, s. 4.
idealler olmuştur. Millet,
arz ettiği özellikleri itibariyle, ırk, kavim ve ümmetten
ayrılmaktadır710.
Özellikle ülke güvenliğini tehdit eden grupların
iskânı sırasında meydana gelen gelişmeler
ve yorumlara karşı, milleti anlatan en iyi tanım; “milleti oluşturan
bireylerin, birlikte yaşama arzu ve
iradesinden ileri gelir” ifadesidir. Bu tanımı değil millet, en küçük aile birimine indirgesek de, eğer
bireyler birlikte yaşama arzusunda değillerse,
bireylerin bulunduğu her ortamda sorunlar çıkacaktır. Bireyleri bir
arada tutan birlikte yaşamayı arzu
etmektir. Atatürk, “Bugünkü Türk milleti
siyasî ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük
fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık
fikri propaganda edilmek
istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır.
Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış
tevsimler (adlandırmalar), bir kaç düşman âleti,
mürteci beyinsizden maada hiçbir millet ferdi üzerinde teellümden (kederlenme, eseflenme) başka bir tesir hasıl
etmemiştir. Çünkü bu millet efradı
da, umum Türk camiası gibi, aynı müşterek
maziye, tarihe, ahlâka,
hukuka sahip bulunuyorlar” ifadesiyle birleştirici bir tutum sergilemiştir711.
Cumhuriyet döneminde izlenen
göçmen alma ve iskân politikası, Osmanlı dönemindeki
politikayla kısmen benzer, fakat bir o kadar ayrı, farklı ve kendi içinde tutarlı bir politikadır. Osmanlı
Devleti’ndeki, dinin ya da mezhebin ortaklığına dayanan “ümmet” yapısından kurtulma, dinin ya da mezhebin sadece bir
unsurunu oluşturduğu “kültürün
ortaklığına” dayanan “millet”
yapısına kavuşma politikasıdır. Kemalist sistem, Osmanlı
Devleti’nin çok kültürlü
toplum modelini, “ulus devlet” inşasında
devreden çıkararak, üniter bir yapıya dönüştürmüş, bu sayede Cumhuriyet
çatısı altında yaşayan tüm yan grupları,
Türklük şemsiyesi altında
bütünleştirmeye çalışmıştır. Atatürk’ün “Ne Mutlu Türk’üm diyene” veczi bu oluşumun en belirgin
göstergesidir. Bu oluşum,
Osmanlı Devleti’nin izlediği
“Hanedan-ı Humayun”modeline bir tepki olmuştur.
Osmanlı, Arapları Kavm-i Necip, Ermenileri, Kavm-i Sadıka, Yörük ve Tatarları
da, Kavm-i Ecnebiye
kabul etmiş, aslî unsur olan Türkleri devreden
çıkarmıştır. Kimliğini dışlayarak, ümmet ideolojisi içinde kozmopolit bir yapıya dönüşen
Osmanlı modelinden çok zarar görülmüştü. Cumhuriyet, dönemin şartlarına
710 Hamza Eroğlu, “Atatürk’e Göre Millet ve Milliyetçilik”, Atatürk Yolu,
Ankara, 1995, s. 134 vd.
711 Eroğlu, “Atatürk’e Göre Millet ve Milliyetçilik”, s. 139.
göre hareket etmek mecburiyetiyle de, bu modeli reddetmiştir712.
I. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele yıllarında Türk toplumu sayısız merhaleler geçirmiştir. Avrupalılar, kendi çıkarları doğrultusunda, daha küçük topluluklar olan Ermeniler, Yezidiler, Süryaniler, Asuriler ve bazı Kürt aşiretleri millî heveslerle
umutlandırılıp Türklere karşı harekete
geçirmişlerdir. Bunun haricinde bir zamanlar imparatorluğun tebaası kabul edilen Yunanlıların Anadolu’yu işgal
girişimi, Sultan’ın müttefik
devletlerle yaptığı anlaşma, içeride Türkleri yalnız bırakmış, bu
ihanetler ise, Türklerin ulus kimliğini pratik anlamda
üst düzeyde pekiştirmiştir. Türkiye yeni yaşam hedefini Millî
Mücadele’yle bu ulusalcı kimlik üzerine inşa etmiştir. Türkiye’nin
ulusalcı bir söylemle ortaya çıkması
sebepsiz olmamış, Türkiye’yi hedef alan güçlerin, siyasî oyunlarından ve emellerinden ileri gelmiştir713.
Atatürk, kurucu kültür veya aslî unsuru belirterek, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti”
demiştir. Bu felsefeyle, Türk Milleti artık “öteki” durumundan çıkmıştır. Bu durum da bir anlamda tarihsel kimliğine
dönüş, “kendini kendinde bulma”
restorasyonu olmuştur714. Göçler de, bu restorasyona büyük ölçüde katkıda bulunmuştur. “Müslüman” olmak, Osmanlı dönemi göçlerinde “doğrudan ve bağımsız tek ölçüt” olarak kabul edilirken, Cumhuriyet dönemi göçlerinde sadece “dolaylı ve bağımlı bir ölçüt” olarak
dikkate alınmıştır. Somut olarak ifade etmek gerekirse
bu, “Dindaş”tan “Soydaş”a, “İslam Ümmeti”
nden “Türk Milleti” ne dönüşüm
ve Türkiye’ye taşan-Türkiye’den taşan sosyo-kültürel bütünleşme amacıdır. Türkiye’nin, en son 1989 Bulgaristan
göçmenleri bakımından olduğu gibi, iç ve dış
politikasıyla uyumlu göçmen politikasını, genel olarak “Soydaş” ve 1934’ten sonra buna eşanlamlı olarak eklemlenen 2510
sayılı İskân Kanunu’nun 3. maddesinde yer verilen
“Türk soyundan olan veya Türk kültürüne bağlı bulunan [Türk bilinci taşıyan]” ölçütü belirlemiştir. Açıkça bu ölçüt;
başta Balkanlar ve diğer bölgelerde ‘etnik’ bilincin eşlik etmesi şartıyla, aslen Türk olanların yanı sıra,
kendilerine atfedilen veya kendileri tarafından
kullanılan ad ve sıfatlar ne ve hangileri (Arnavut, Boşnak, Pomak, Torbeş, Çitak, Kurki, Goran, Rom…) olursa olsun, “Türk” kültürüne bağlı bulundukları, dolayısıyla da “Türk” bilinci
taşıdıkları sürece, tüm gruplara ya da kesimlerine (“Türk”
712 Orhan Türkdoğan, “Kültürel
Kimlik”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, S. 230, Şubat 2006, s. 16 vd.
713 Aygün Attar, “Ulus Devlete Geçiş Süreci ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Üniter Yapısı”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S.60, C.
XX, Kasım 2004. s.
714 Türkdoğan,
“Kültürel Kimlik”, s. 16.
ün eşanlamlısı olarak) “Soydaşlar” ortak adı altında sahip çıkılacak,
gerektiğinde, yok olmaktan kurtarmak
üzere “göçmen” olarak kabul edilecek, bu çerçevede (Balkanlar ve diğer bölgelerdekilerle birlikte)
Anadolu’nun “ümmet”ten “millet”e dönüşmesine katkıda bulunacak gruplar
ve kesimler olarak da dikkate
alındığını göstermektedir. “Etnik
kimlik” konusunda belirleyici olan “etnik köken” değil, “etnik bilinç”tir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, buna uygun davranmıştır715.
Atatürk’ün ulus-devlet modelinin felsefesi, Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan
insanların, dil, kültür ve duygudan
oluşan ortak bir paydada birleşmeleridir. Bu felsefenin yapı taşı da “Türkleştirme” değil,
“Türk’e yönelme” veya “Türkleşme” dir716.
Mübadil ve muhacirler, elbette yurtlarından ayrılıp, mallarını ve mülklerini,
en önemlisi anılarını bırakıp gelmişlerdir. Hem zorunlu göçün acısı, hem de yeni yerleşkelerine
alışma süreci yaşanmıştır. Aynı süreci Yunanistan’a giden Rumlar da yaşamış, kendilerini Anadolulu Rumlar
olarak tanımlamışlardır. Toplumsal ve kültürel
nitelikleri ortak olduğu, hepsinin Ortodoks Hıristiyan olması, fiziksel
olarak tamamıyla Yunanlı görünmeleri
ve çoğunun Yunanca konuşuyor olması bile onların, bölgedeki yerleşik halkla kaynaşmasını pek de
kolaylaştırmamıştır717. Buna mukabil, Türkiye’ye gelen mübadillerden çoğu, uyum sürecini
daha çabuk bitirmiş, kendilerine yeni
bir kimlik bulmak zorunda kalmamışlardır. Sadece, aynı dönemde
ve sonraki yıllarda
devam eden Balkanlar’ın diğer bölgelerinden muhacir
sıfatıyla gelenlerin, mübadillerden ayrı tutulmasına, çünkü
mübadelenin iki devlet tarafından
kabul edilen bir anlaşmayla zorunlu
olarak yapıldığını ve devletin, mübadele yoluyla gelenlerin her türlü gereksinimlerini karşılayacaklarını
ifade ederek, muhacirlerden farklı görünmek istemişlerdir.
Bunun dışında yerli halkla, daralan araziler konusunda çıkan tartışmalar haricinde, mübadil ve muhacirlerin, daha önce
var olan veya yeni kurulan köylere yerleştirilmesi, yerli halk arasında
olumlu karşılanmış, en çok da homojen bir nüfus ve kültürel birlikteliklerin oluşturulması, özellikle 1934 İskân Kanunu’ndan sonra “Anadolu’da
milli Türkiye hudutlarının, İstanbul müstesna olmak üzere bütün aksamında ana lisanları Türkçe olmayan ve Türk kültürüne bağlı bulunmayan Rum ahali
hicret ettirilmiş, Ermeniler esasen umumi harp içerisinde tehcir olunmuşlar, bu suretle
ve Yunanistan’dan hicret
eden, Türkiye’de iskân olunan Türk ahalinin gelmesi
715
Halim Çavuşoğlu, “Yugoslavya-Makedonya” Topraklarından
Türkiye’ye Göçler ve Nedenleri”, Bilig, S.41,
Bahar 2007, s. 132.
716 Türkdoğan, “Kültürel
Kimlik”, s. 17.
717 Hirschon,
Mübadele Çocukları, s. 5.
ile yeni bir vaziyet, bir safha
meydana gelmiş ve Anadolu, ana lisanları Türkçe olan, Türk kültürüne bağlı bulunan halk ile meskun bir hale gelmişti. Şehirlerde, kasabalarda, köylerde ana lisanları Türkçe ve Türk kültürüne
bağlı olan Türk halkının bulunması bu suretle temin olmuştu” ifadeleri ile netleşmiş718, bu da mübadeleden sonraki ve diğer iskân uygulamalarının,
uluslaşma sürecini yaşayan Türkiye’de bazı kesimler hariç, olumlu düşünüldüğünü göstermektedir.
Gerek muhacirlik, gerek mübadillik, her birinin
yaşadığı göç acısı yüreklerde dağlanmış
ve birer kültür mirası olan türkü, ilahi ve ağıtlar ortaya çıkmıştır. Göçmen olmak, özellikle Bulgaristan Türkleri’nin
sözlü halk edebiyatında özel bir motif olarak
gelişmiştir. Tarihî ve toplumsal gerçeklerin bir ifadesi olan bu büyük
insanlık dramına mâniler, türküler ve
destanlar, efsane ve menkıbeler hasrederek, Bulgaristan Türkü, gönlünü avutmuş, karanlık günlerinde
kendine teselli bulmuştur. Bu mânilerden bir
örnek verecek olursak;
Kara tren gidiyor /Acı duman seriyor/Kara trenin içinde/Macırlar gidiyor, Yağmur yağdı sel oldu /Dereler taştı doldu/Ben
vatanımdan ayrıldım/ Zalım Bulgar sebep oldu, Dağlarımın tepesi/
Yârimin seteresi/Milleti batırdı ya/Macırlık meselesi, Elmayı satan bilir/ Tadını tatan bilir/Macırlık ateşten gömlekmiş/Acısını çeken bilir719. Bu dizelerde
geçen ve hâla bugün halk arasında kullanılan “macırlık” yada “macirlik”
denilen şey muhacirliktir. Muhacirlik öylesine zor gelmiştir ki, adeta ateşten bir gömlek olarak değerlendirilmiştir.
Mübadele antlaşması yürürlüğe
girdikten sonra, “Yıl 1924, Rumeli’nden bir liman/
Kalabalık mı kalabalık/ Sel olmuş gözyaşları/ Karışmış Ege’ye/Git gemi, demir atma/Bu
limana/ Koparma beni toprağımdan, şehrimden/” Atatürk’ün emridir”/Ses yayıldı ovaya/Sardı bütün şehri/Bütün
gönülleri…/ “bayrağımız nerede, biz orada”720 dizeleri dillere düşmüştür. Atatürk’ün
emri üzerine Anadolu’ya geldiklerini ifade eden göçmenler, ilerleyen dizelerde, “Geliyoruz geri hepimiz birer
Atatürk gibi” diyerek, aralarındaki milli
ruhu ifade etmişlerdir.
Göç, bir nevi ayrılık olmuştur. Bu bağlamda ayrılığın
temâsı, ya vatan ya da yâr/sevgilidir. Göçmenler, türkülerde göç olayına
duygu yüklerken, birbirlerini seven
718 H. Nuri, İskân ve Muhaceret, Milli Kültür – Nüfus
İşleri, İstanbul, 1934.
gençlerin
ayrılışlarından duydukları acı da şu şekilde dillere dökülmüştür; Benden size
vasiyetler olsun/Macır olmayın/Macır olsaz (olsanız) da/Yârsız kalmayın.
Göçmenler, aç susuz yola çıktıkları zaman mahşer kalabalığındaki yollarda, zorlukları
aşarak Türkiye’ye ulaşmışlardır. Bu yollarda, kimi ailesini kaybetmiş, kimi de ne acıdır ki çocuklarını satmak zorunda
bile kalmıştır. Bu durum bir ilahide konu olmuş, Edirne ovasında/
Serpildim kaldım/ Arçlıyım
tükendi /Evlâdı sattım /O viran
babamı
/Yolda bıraktım, Edirne ovasında/ Naneler
biter/ Nanenin kokusu/ Cihana yeter/ Ah, şu macırlık ölümden beter.
Göç yollarında çekilen sıkıntıları anlatan türküler
sayısızdır. Aslında yalnızca bu türküleri
inceleyerek, yaşananların gerçekliğine ve yaşayanların ruhuna ulaşılabilir. Bu türküler, ağıtlar ve ilahiler göçlerin
manevi yönünü sunarken, aynı zamanda dil, kültür ve göçler esnasındaki uygulamalardan da bahsetmiştir. Bunlardan biri de destan niteliğinde olup; Dinleyin amucalar muhacir destanını/Kapdağ’da kılamadık bayram namazını/
Ver Allah’ım sen selâmet cümlemize/Akmehmet köyünün ardı balkan/Omaç köyünün muhacirleri oldu dillere destan/Ver Allah’ım sen selâmet
cümlemize, Bir cumartesi bizi Edirne'ye indirdiler/Pasaportu olan çekip de gider/Pasaportsuz olanlar Ankara'dan imdat bekler/Ver Allah’ım sen selâmet cümlemize/ Edirne hudutları
taşlık/Kalmadı cebimizde on
para harçlık/Ver Allah’ım cümlemize hoşluk/Yok mudur Edirne hudutlarında bize bir boşluk/Ver Allah’ım
sen selâmet cümlemize.
Bütün Dobruca’dan 130.000
ile 150.000 dolayında
Türk, “Ak Topraklara” (Türkiye’ye) göçmüşlerdir. Türkiye
ve Bulgaristan arasında
imzalanan antlaşma çerçevesinde 1937-1939 yıllarında yaşanan
göçler, Dobruca bölgesinde Türkler’in azınlık
durumuna düşmelerine sebep olmuştur. Boşalan köy ve kasabalarda Türkler’in sayısı büyük ölçüde azalmış, bazı köylerin adları haritadan silinmiştir. Söz konusu yıllarda gerçekleşen göçler sözlü halk edebiyatında derin izler bırakmıştır. 1938’de
Güney Dobruca Türkleri’nden göç edenlerle, kalanların ayrılışını Dobriç İli, Bayrampınarı
(Dânkovo) köyü halk ozanı Salih Raşitoğlu, Muhacir Destanı’nda şöyle dile getirmektedir:
Hicret edip gider Allah aşkına/Gidenlere kalan kullar ayledi/N’apsın kalan, macır
dönmüş şaşkına/Arkasından
akan sular ayledi,
Kiracılar bekler dizgin
elinde/Cem olmuş komşular
sağında solunda/Mezarlık sokağı
hicret yolunda/Dayler taşlar vatan deyip ayledi, Ana yavrısını bırakıp gider/Kızı arkasından kuş gibi öter/Bu
ayrılık bize ölümden beter/Dayler taşlar vatan deyip ayledi, Varna’dan
pindik gideriz amma/Sakın Bulgarya’da eylenip kalma/Malına güvenip kendini salma/Dayler taşlar vatan deyip ayledi, Gece gündüz ana deyip aylerim/Tesalla verip gönnümü eylerim/Bu gülmedik başla acap neylerim/Dayler taşlar vatan deyip ayledi,
Bu asıra derler yirminci
asır/Dinleyin, sözlerimde yoktur
kusur/Kalmışık şu beldede biz yesir/Dayler taşlar vatan deyip ayledi,
Tüccarlarda yoktur ne insaf, ne hatır/Merkezde macıra çekerler satır/Burada kalanlar hepsi de fakir/Dayler
taşlar vatan deyip ayledi, Kaçtı macırların
beti benizi/Aşıp ta giderler
Karadeniz’i/Ayrıldı anadan oğluyla
kızı/Dayler taşlar vatan deyip ayledi. Derin hisler yüklü bu dizelerde
dil açısından göze çarpan, “h” harfinin kullanılmamasıdır. Günümüzde romanlara has gibi
görünen bu dil özelliği aslında o bölgeden gelen, Bulgaristan Türkleri tarafından da
aynı şekilde kullanılmıştır. Ayrıca
görüldüğü kadarıyla “ğ” harfi yerine de “y” harfi kullanılmaktadır. Ayrıca “h” harfinin
kullanılmaması gereken yerlerde
de kullanılması şive farklılıklarından kaynaklanmaktadır.
Mübadele olayı, siyasi bir mesele olarak göze çarpsa da sosyal ve psikolojik yönü de ağır basmaktadır. Zorunlu göç ve iskân
uygulamaları hem Rum, hem Türk, hem de diğer etnik unsurlar için yeni
vatanlarına uyum sağlamaları kolay olmamıştır.
Ana dilleri, daha doğru bir ifadeyle, konuşma
dilleri Türkçe olan Rumlar, Yunanistan’da, aynı şekilde Girit’ten, Yanya’dan gelen ve ana dilleri
Rumca olan bir çok
Türk de Türkiye’de uyum sorunu yaşamıştır. Böyle bir durumda mübadeleyi en iyi açıklayacak olgu, “gideni Rum, geleni Türk
yapan dilleri değil, dinleri olmuştur. Bu durum
etnik kimlik üzerinde, dinin ne kadar payı olduğunu göstermektedir.721.
Dil konusunun da bir tarafa
bırakıldığı, Kayseri ve civarındaki Rumların da mübadeleye tabii tutulmasıyla anlaşılmıştır. Kayseri ve civarındaki Rumlar, kendilerinin Yunanlılarla bir ilgisi olmadıklarını,
Türk olduklarını belirtmelerine ve mübadeleden
muaf tutulmalarını istemelerine rağmen, bu istekleri
kabul edilmemiştir. Bunlar,
istemeyerek Türkiye’den göç etmek zorunda kalmış ve Yunanistan’da uyum
sorunu yaşamıştır722.Mübadele sonucu,
Türkçe konuşan Hıristiyan Karamanlılar
ve Gagauz Türklerinin Yunanistan’a gönderilmesi,
mübadelenin sadece Türklüğe bağlı olmadığını
göstermektedir. Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’dan aldığı milliyetçilik mirası
721 Sina Akşin, “Siyasal
Tarih (1908-1923)”, Çağdaş
Türkiye (1908-1980), Türkiye
Tarihi, C. 4, İstanbul, 2005, s.113.
722 Ramazan Tosun, Türk-Yunan İlişkileri ve Nüfus Mübadelesi (1821-1930), Ankara, 2002, s. 162.
sonucunda, Karamanlı Rum dediği Hıristiyanları, mübadeleye tabii tutmuş ve Yunanistan’da mutsuz bir zümrenin vebalini
üstlenmiştir. Bu duruma göre, sadece Türk olmak yetmemekte, Türk milliyetçiliği, hem dile ve hem de Müslümanlığa dayanmaktadır723. Dil konusunda
Türkiye’de en çok sıkıntı yaşayanlar,
Girit’ten ve Makedonya’dan gelen mübadiller olmuştur. Dilleri, Rumca olan Girit mübadilleri “gavur”
damgasından uzun bir süre kurtulamamışlardır. Drama, Serez ve Gevgili mübadilleri dil problemleri yaşamazken, Karacaovalılar, hiç Türkçe konuşamamış, Makedonca konuşmuşlardır. Çünkü Osmanlı
döneminde bu bölgenin diline müdahale edilmemiş, gerek Rumca gerek Makedonca yaygın olarak kullanılmıştır724.
Öyle ki, 1927 yılı nüfus sayımında, 52.987 erkek ve 66.835 kadın, toplam olarak,
119.822 kişinin Rumca konuştuğu beyan edilmiştir. Bu nüfusun 91.902’si
İstanbul’da sayılmış ki bunlar, mübadele
dışı tutulan Rumlardır. Diğer kısmı ise Çanakkale,
İzmir, Balıkesir, Antalya ve Aydın’da sayılmıştır. Çanakkale’de de mevcut Rumlar göz önünde bulundurulursa, diğer illerde sayılan,
Rumca konuşan nüfus, mübadele sonucu Türkiye’ye gelen Müslüman göçmenleri ya da gözden kaçmış olabilecek Rum nüfusun varlığını
ifade etmektedir. Fakat yapılan araştırmalarda Balıkesir ilinde, 1513
Rumca konuşan nüfus içerisinde, 492’sinin Hıristiyan olduğu tespit edilmiş, geriye kalan 1021 nüfusun ise Girit’ten gelen mübadiller olduğu anlaşılmıştır.1935
yılında ise, Rumcayı ikinci dil olarak konuşan 67.547 nüfusun bir kısmının mübadil Müslümanlara ait olduğu
ifade edilmiştir725. Mübadillerin
anılarında, Türkçe konuşamamaktan ve
yerli halktan gelen tepkiler sıklıkla dile getirilmiştir. Yerli halk, “Ne anladık biz bundan… Giden de
Rumca konuşuyordu, gelenler de Rumca konuşuyor!”
demişler, hatta bu şikâyet olarak Atatürk’e kadar gitmiştir. Atatürk, “Başka bir yaramazlıkları
var mı?” diye sormuş, olmadığı
cevabını aldıktan sonra, “O halde dert etmeyin. Biz, sizin evlatlarınıza
okullarda dil öğretmeye çalışıyoruz. Muhacir halk da, zamanla yata kalka Türkçe öğrenir. Burada çoğunluk Türk onların torunlarına Rumca soracaksınız, Türkçe cevap verecekler. Korkmayın siz!”
diyerek mübadilleri koruyan bir ifadeyle
cevap vermiştir726.
723 İlber Ortaylı, “Osmanlı İmparatorluğu’nda
Milliyetçilik (En Kalıcı Miras)”, XIII.
Türk Tarih Kongresi, C.II, 4-8 Ekim 1999, Ankara,
s.31.
724 Hatipler, s. 108 vd.
725 Ali Güler, Rakamlarla Türkiye’de Azınlıklar, Berikan Yayınları, Ankara, 2004, s. 172 vd.
726 Yalçın, Emanet Çeyiz, s. 187.
Türkiye’ye gelen mübadil
ve muhacirler, gelenek
görenekleriyle birlikte gelmişlerdir. Dolayısıyla Anadolu coğrafyasında adeta bir kültür ahengi oluşturmuşlardır. Mübadeleyle gelen Girit göçmenleri, evlilik
törenlerine verdikleri önemi, yeni yerleştikleri bölgelerde de
devam ettirmişlerdir. Bunlardan bir örnek, düğün ve nişanlarında kız ve erkek tarafının birbirlerine seleler içerisinde hediyeler sunmasıdır. Giritliler, bu selelere de “seleça” adını vermektedir727. Giritlilerin dil konusundaki
sorunları, evliliklerine de yansımış, özellikle mübadelenin ilk yıllarında hep birbirleriyle evlilik yapmışlardır. Fakat dil sorununu
çözdükten sonra, böyle bir zorunluluk
kalmamıştır. Giritliler için eğlence çok önemli olmuştur. Bu eğlencelerde, kendi yaptıkları şaraptan
tüketerek, bağ evlerinde
birbirine akraba olan Giritli mübadiller, bir araya toplanarak
“Lira”(Girit kemençesi) adı verdikleri müzik aletini çalarak ve şarkılar
söyleyerek eğlenip, örf ve adetlerini devam ettirmişlerdir. Mübadillerin doğum gelenekleri de
farklıdır. Mesela, Giritli mübadillerde, bir kadın doğum yaptığı zaman kırk gün, gelen misafirlere, masanın üzerine
tatlı ya da reçel konularak, yanına bir bardak su ve kaşıklar konarak, ikram edilir, gelen misafirler, bundan bir kaşık yiyerek, kaşığı suya batırıp,
kenara koymak suretiyle adet yerine getirilirdi728.
Diğer bölgelerden mübadillerin de doğum ve evlenme
gelenekleri hemen hemen aynı
görünmektedir. En çok çeyiz işine önem verilir, hatta kız çocuğu doğar doğmaz çeyiz sandığı alınır, dantel işlemelerine
önem verilmektedir. Bayramları, çocuklara isim
koyma merasimleri ve ölüm törenleri, Türk ve Sünni Müslüman’dır. Bebek
olunca kırk çıkarma yapılmaktadır. Bu
günde, bebek aile yakınlarına götürülür ve bu iş
yapılırken de bir yumurta süslü bir
mendille sarılıp, kurdela ile bağlanmaktadır. Yumurtanın içine altın veya para konulup, bebeğin başucuna
konulmaktadır. Bunun yapılmasındaki amaç ise,
bebeğin büyüdüğü zaman evin kapısını penceresini kırmasın diyedir729. Birçok gelenek,
görenek, adet aynı olduğu ve artık yaşadıkları yerler de aynı coğrafya olmasına karşın
uzun yıllar yerli halkla
evlilikler yapılmamıştır.
Giritli mübadillerin kullandıkları bazı deyim ve atasözleri de bugün hala Türkiye’de
kullanılan atasözleriyle bire bir aynı ya da benzerdir. Bunlardan bir örnek, “Thorye nuya eperne pani, thorye mana eperne pedhi (Kenarına
bak bezini al, anasına
727 H. Yüksel Hançerli, Giritli Mübadillerin Son Durağı: Çukurova, Parçalanmış Ailelerin Öyküsü, Ankara, 2007, s. 103
728 Hançerli, çeşitli sayfalar.
729 Hatipler, s. 120.
bak kızını al)”dır. Türkiye’deki “Dimyat’a pirince giderken evdeki
bulgurdan olmak” deyimi, Giritlilerde
de “yumurtaları sepetiyle birlikte kaybettik” tir730. Bu gelenek ve görenekleri yerleştikleri yerlerde de devam etmiş, bir çeşitlilik, bir kültür ahengi oluşturmuşlardır.
Türkiye’ye gelen mübadil
ve muhacirler, mimarilerini de beraberlerinde getirmişlerdir. Kafkas ve Rumeli köy planları Türkiye’de de uygulanmıştır. Ayrıca,
mübadillerin en fazla yerleştikleri yer olan Edirne’de
halk, evini kireçle
badana yapmayı mübadillerden
öğrenmiştir731. Geniş pencereli evler ve üç köşeli dam yapısı da mübadillerin beraberlerinde getirdikleri mimarî özelliklerdendir732.
Mübadillerden atlarını ve arabalarını getirenler,
taşınma işinde atlara bağlı bu arabaları
kullanmış, bu arabalar daha sonra yaygınlaşmıştır. Anadolu’da, göçmenlerin getirdikleri dört tekerlekli, derin kenar
tahtalı, atlı arabalar bir yenilik
olmuş, bu türden at arabaları, daha sonra “muhacir arabası”
olarak adlandırılmıştır733.
Aynı şekilde, Türkiye’den giden Rumlar da Türkiye’den kültür taşımacılığı yapmıştır. Her ne kadar tam anlamıyla bir Yunan kimliğine bürünmek
isteseler de yıllarca
yaşadıkları topraklarda kendileriyle bütünleştirdikleri Türk kimliğini
de beraberlerinde
götürmüşlerdir. Sadece Türklerin dinini reddetmek, hayat tarzlarını da reddetmek
anlamına gelmiyordu. Nasıl ki Giritliler, Türkiye’de, dillerinden dolayı “gavur” olarak nitelendirildiyse, Türkiye’den mübadeleyle giden Rumlar da aynı şekilde
gittikleri yerlerde ön yargıyla karşılanmış, yabancı olarak
nitelendirilmişlerdir. Çünkü giden Rumlardan bazıları
da Türkçe konuşmaya devam etmişlerdir.
Bir yerde birlikte
yaşamanın olmazsa olmazı etkileşimdir. Müzik alanında, günümüzde de Yunan müziği olarak geçen
“Rembetika” müziğinin en erken kayıtları, 1904
yılında Anadolu’dadır. 19. yüzyılda Siroz ve Selanik’te gelişen bu müzik türü, İstanbul, İzmir ve Anadolu’nun batı
kıyılarında Türk hâkimiyetindedir. Her ne kadar bu müziğin, Bizans döneminden bu topraklara kaldığı
ifade edilse de, mevcut enstrümanların bir kısmı Türk, bir kısmı
da Yunan’dır. Santouri, Flüt, Laouto ve ud ayrıca bouzoki
denen müzik aletleri
kullanılmış, bouzoki denilen
enstrüman, adını Türkçe bir kelime
olan “bozuk”tan almıştır. Ayrıca Anadolu’nun şarkı ve dansları
da
731 Arı, Büyük Mübadele, s. 170.
732 Hatipler, s. 105.
733 Ali Ezger Özyürek, Muhacirler
(Bitmeyen Göç), İstanbul, 2007, s. 155.
Yunan toplumuyla iç içe girmiştir. Yunanca’da adı Zeimbekiko olan dans
Türkçe’de Zeybek, Yunanca’da adı
Tsifteteli olan dans Türkçe’de Çiftetelli ve Yunanca’da adı Hasapiko olan dans Türkçe’de Ağır Kasap Havası olarak geçmektedir734.
6.3.
Ekonomik Açıdan İskânın
Önemi
Savaştan dolayı ekonomisi çok kötü durumda olan
Türkiye, savaştan sonra, hem nüfussuz hem de maddi
olanaklardan yoksun kalmıştır. Üstelik mübadele ile giden
Rumların yerine yeni gelen göçmenleri yerleştirme sorunu ülkenin sırtına
adeta bir kambur olmuştur.
Yunanistan’a her türlü yardım yapılırken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kendi ayakları üzerinde durmayı
seçmiş, bunu da başarmıştır. Bazı kesimler tarafından, ülkeden
Rumların gitmesiyle, büyük ticaret açıklarının ortaya çıkacağı söylenmektedir. Bunun söylenmesinin
nedeni, Rumları Anadolu’ya geri göndermek için
bir çeşit propaganda aracı olarak kullanılmasıdır. Ama tarım ülkesi olan
Türkiye’ye gelen çiftçi göçmenler,
devletin yardımıyla kısa sürede üretici durumuna geçmiş ve ilerleyen
yıllarda tarım ürünlerinde görülen artış, bu durumu destekler
mahiyette olmuştur.
1925 yılında İzmir Ticaret Odası Reisi tarafından
yazılan bir raporda, İzmir’in iktisadi
yaşantısında mübadele ile bölgeyi terk eden Rum ve Ermeniler’in önemli yer işgal ettikleri ve hatta bunların
göçünden sonra ortaya çıkan boşluğu
Türklerin dolduramayacağı,
buna bağlı olarak da Batı Anadolu’da üretim ve ihracatın düşeceği, İzmir’in
Akdeniz limanları arasındaki önemini yitireceği yönünde
Avrupa ve Amerika’da çeşitli ekonomik çevrelerin ve
Türkiye’deki yabancı diplomatların da, bu düşünceye sahip oldukları ifade edilmiştir. Ayrıca,
Yunanlılar’ın bu düşünceyi
işleyerek, Batı’daki ticaret merkezlerinde İzmir ve bölgesinin iktisadi
durumu aleyhine propaganda
yürüttükleri belirtilmiştir. İzmir’de ihraç
edilen tarımsal ürünlerin tütün, üzüm,
incir, pamuk, afyon, palamut, meyan kökü, bakla ve arpa olduğu, bu ürünler içerisinde ise afyon, palamut,
meyan kökü, bakla ve arpa üretiminde Ermeni ve Rumların hiçbir rolleri olmadığı,
diğerlerinde ise az çok rolleri olduğu ifade edilmiştir. Rum ve Ermenilerin göçlerinden sonra bu ürünlerin üretimi ve
ihracatında gerileme beklenmesinin
aksine Türklerin gayretleriyle bu beklenti boşa çıkmıştır. Bu raporda verilen
üretim miktarları da bu durumun açık bir ifadesi olmuştur.
Bu ürünlerden üzüm
734 Patrick Comerford, “Defining Greek and Turk: Uncertaintites in the Search For European and
Muslim İdentities”, Cambridge Review
of International Affairs, Vol.13, No.2, 2000, s. 245.
üretimindeki artış, 1922 yılında 37.400 iken, bu rakam Rumların
gittikleri dönem itibariyle 1923 yılında 40.300, 1924
yılında ise 51.800 ton olarak artış göstermiştir. En önemli ihraç ürünlerin olan incir için ise durum farklı
değildir. 1922 yılında 128.000 ton olan incir, 1923 yılında
130.000, 1924 yılında 135.000 tona ulaşmış, bu ürünlerin
tamamı ise ihraç edilmiştir. Diğer ürünlerin de üretiminde yıl bazında
büyük artışlar gözlemlenmiştir735.
1928-1929 yıllarında hem dünyada ekonomik
buhranın, hem de Türkiye’de yaşanan kuraklık olaylarının yaşandığı
yıllar olmuştur. Henüz iskânları tamamlanmamış
olan göçmenler, bu buhranı da yaşamıştır. Buhrandan
Türkiye’nin etkilenmemesi ihtimal
dâhilinde olmasa da, gerek halk gerek devlet tarafından pek de endişe ile karşılanmamış, son derece hızlı bir tepki
verilmiştir. Savaş ekonomisi yaşayan halk, adeta açlığı kabullenmiş, dolayısıyla diğer dünya ülkeleri kadar etkilenmemiştir736.
Ekonomisi tarıma dayalı olan ülkede, yağmurların
az yağması, dolayısıyla kuraklık da ürün
elde etmede önemli kayıplar verse de, bazı ürünlerde önemli artışlar
gözlenmiştir. Türkiye’de bağcılık
mübadil göçmenlerle daha da gelişmiştir. Mübadiller, yerleştirildikleri
yerlerde kaliteli bağcılık yapmışlardır. Çoğu Kandiye’den gelen ve Adana’ya
yerleştirilen Girit mübadilleri, bağcılığın yanında pamuk tarımı da yapmışlardır737. Adana’da
1928 yılında ortalama
ağırlığı 135 okka olan pamuk balyalarından
75.000 balya pamuk istihsal edilirken, 1929 yılında, bu oran, 120.000’e çıkmıştır. İzmir’de de pamuk hâsılatı
8.000 ton olmuştur. Aynı şekilde, incir de 32.000 tondan, 39.000 tona çıkmıştır738. Bağlardan
ise, 1928 yılında
45.000 ton, 1929 yılında ise 54.000 ton üzüm alınmıştır. Ayrıca,
bu dönemde Orta Anadolu, Bursa, Kastamonu gibi yerlerde
yetişen pirincin de ihracına başlanacağı, Ziraat müsteşarı tarafından bildirilmiştir739.
Çok sayıda göçmenin
yerleştiği Muğla’da ise 1934 yılına kadar oluşturulan 1152 hektar üzüm bağları
tespit edilmiş ve buradan yılda 7.500.000 kg.
üzüm istihsal edilmiştir740.
735 Bu raporun ayrıntıları için bkz. Murat Koraltürk, “Mübadelenin İktisadi Sonuçları Üzerine Bir Rapor”,
Çağdaş Türkiye
Tarihi Araştırmaları Dergisi, C.2, S. 6–7, İzmir, 1996, s. 184 vd.
736 Aslı Arslan, Türkiye’de Tabii Afetler (1923-1950), Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,
Elazığ, 2003, s. 204.
737 Hançerli, Giritli Mübadillerin Son Durağı, s. 101.
738 Ayın Tarihi, C.21, S.69, 1929.
739 Ayın Tarihi, C.21, S.69, 1929.
740 Ayın Tarihi, 20 Haziran
1934.
Dönem itibariyle gelen göçmenler yanlarında
hayvanlarını da getirdikleri için ülkedeki
hayvan sayısı da artmıştır. Ayrıca, farklı
cinsler de bu sayede Türkiye’ye gelmiştir. Mesela,
mübadiller, gelirken gemilerin
altında, Malta cinsi keçilerini de getirmişlerdir. Diğer keçilerden farklı olarak, daha fazla süt veren Malta keçisi, mübadelenin ilk yıllarında her Giritli mübadilin
ahırında mevcut olmuştur741.
Yıllarca atıl kalan Trakya toprakları, göçmenlerin bu
bölgeye yerleşmeleriyle şenlenmiştir.
Öyle ki Romanya ve Bulgaristan’dan gelen göçmenlerin çoğu, nüfustan yoksun olan
Trakya’ya yerleştirilmiş, gerek yapılan
köy kalkınma planları ve yeni göçmen köylerinin kurulmasıyla, bölgede tarım alanında
önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Özellikle Romanya ve
Bulgaristan’dan gelen göçmenler, çalışkanlıkları ile bu bölgeyi bayındır bir hale getirmiştir. Öyle ki, 1934
yılında Tekirdağ’da buğday, arpa,
mısır, yulaf ve kuşyemi olarak, Almanya, Belçika, Hollanda, Fransa, İtalya ve Yunanistan’a, 554.504 liralık ihracat yapılmıştır742.
Çatalca ve civarında göçmenler tarafından iyi bağlar
yetiştirilmiş, bu bağlardan önemli miktarda
üzüm elde edilmiş, fakat bunları
sarf edecek bir yer bulmak zor olmuştur. Sadece bir Musevi grubu
köylülere bütün üzümlerinin kilosunu 40’ar paradan toplamaya talip olduğunu bildirmiş, köylüler bundan şikâyet
ederek emeklerinin boşa gitmemesi için üzümlerinden hiç olmasa şarap yapımına müsaade
edilmesini istemişlerdir743.
Arıcılık ve ipek böcekçiliği de göçmenlerle birlikte
artış göstermiştir. İpek böcekçiliği
bazı merkezlerde artış göstermiş, devlet bunu teşvik için ipekçilik okulları açmıştır.
Bu merkezlerden en önemlileri, Bursa, Muğla ve Antalya olmuştur.
741 Hançerli, Giritli Mübadillerin Son Durağı, s. 101.
742 Ayın Tarihi, 22 Haziran 1934
743 Cumhuriyet, 26 Eylül 1934.
241
SONUÇ
241 |
Türkiye Cumhuriyeti, Anadolu’da yeni bir rejimle, yeni
bir dönem başlatmıştı. Bağımsızlık mücadelesinden sonra devlet, çok fazla nüfus kaybına uğramıştı. Bu dönemde, Türk ve Rumların mübadelesi bir zorunluluk
olarak ortaya çıkmışsa da, yaklaşık yarım milyon Müslüman’ın Anadolu’ya gelmesini sağlamıştı. Bu şekilde kısmen de olsa Anadolu topraklarını
işletecek, devletin gelişmesini sağlayacak önemli bir nüfus kazanılmıştı. Daha sonraki dönemde,
göçler teşvik edilmeye
başlandı. Ekonomik olarak daha
güçlü, daha çağdaş, yeniliklere açık bir toplum meydana getirme çabasında olan devlet, ortak bir dil, din
ve kültür birliği oluşturarak, kazanılan nüfusun yaşam şartlarını iyileştirmek ve ülkeyi
bir nizama sokabilmek için planlı bir iskân politikası izlemek zorundaydı. Çünkü
sadece dışarıdan gelenlerin değil, içeride evsiz barksız kalan binlerce
kişinin de iskâna ihtiyacı
vardı. Bunlara, mesken sağlamak, karınlarını doyurmak ve geçinecekleri kadar toprak vermek
zaruretti. Kaynaklar sınırlı olsa da,
devlet bu görevleri, mümkün olduğu kadar yapmaya çalışmıştır. Bu arada, hem iskân işleriyle uğraşan devlet
memurlarında, hem de yerli halk da bazı suiistimaller görülmüştür.
Gerek, bu konuda kabul edilen kanunlar, gerekse
oluşturulan ilgili Vekâlet ve komisyonları,
geleceğin refah içerisinde ve huzurlu Türkiye’sini oluşturmak amacına hizmet etmekteydi. Mustafa Kemal, milletin
huzur ve emniyeti ön planda tutmuş ve halkını
medeniyete ulaştırmak için her şeyi
göze almıştır. Devlet içerisinde devleti tanımayan gruplara ise, gerekli cevabı;
“Millet, vâsi bir huzur ve emniyet
içinde müsterih bulunmalıdır. Memleketimizin herhangi bir köşesinde halkın emniyetini, devletin
vahdet ve asayişini
ihlâle tasaddi edenler,
devletin bütün kuvvetlerini karşılarında bulmalıdırlar” diyerek
vermiştir. Ülke içerisinde huzuru bozan bazı toplulukların
dağıtılması, asimile etmekten ziyade, ülkenin güvenliğini etkileyebilecek durumların ortadan kaldırılması, geri
kalmışlık izlenimi veren ve ülkenin ilerlemesini engelleyen unsurların dağıtılması demekti. Hem göçebe, hem
aşiret yapısını koruyan bazı toplulukların, Osmanlı döneminin rahatlığında yaşamaları mümkün değildi.
Osmanlı Devleti bünyesindeki göçebeler, kendi örf, adet ve
gelenekleriyle adeta farklı bir
dünyada yaşamış, fakat bu yaşayışları Cumhuriyet döneminde sona ermek zorunda kalmıştır. Devlete vergi ve asker vermeyen
bir topluluğun, devlet açısından bir menfaati
242
yoktu. Bunların bir an önce iskân edilip, toprağa bağlanması yönünde
alınan kararlar mümkün olabildiğince uygulandı.
Bu dönemde genellikle kırsal alana yapılan iskân,
ekonomik amaçlı toprakları işletebilmek
için yapılmıştı. Bu arada nüfus, dengeli bir gelir dağılımına da kavuşacaktı. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında
sanayi yok denecek kadar azdı. Bu yüzden ülkenin ekonomisi tarıma dayalı olmak zorundaydı. İskânın belirlenen
bölgelerde yapılması, üretimi ve
üretimde çeşitliliği önemli ölçüde artırmıştır. 1934 yılından sonra tarıma açılan yeni araziler,
tarımda kullanılan topraklardaki yoğunluğu düşürmüştür. Aksi takdirde, bu yoğunluk daha fazla olacaktı.
Nüfus oranının hızla artması
karşısında ziraata açılan yeni
alanlar, tarımda yeni araç ve metotlar kullanılması, ekilen arazinin yüzölçümünü arttırdığını göstermektedir.
Ayrıca, bu dönemde iskân, kırsal
kesimde dağınık köyleri
birleştirme amaçlı ve yeni köyler oluşturma yönünde
yapılmış olduğundan, devletin,
sosyal bir devlet olarak, bu köylere ihtiyaçları olan tüm hizmetleri götürebilmek için çabalarını ifade etmektedir.
Dönemin iskân politikası, ihtiyaçlara göre ortaya
çıkmış ve uygulanmıştır. İskân konusunda
belki de en olumsuz konu, deneyimli uzman kişilerden oluşan bir kadroyla devamlı olarak çalışılmaması olmuştur.
Müdürlükten İmar ve İskân Vekâleti’ne, kısa süre
sonra Dâhiliye ve daha sonra da Sıhhiye Vekâleti’ne bırakılan iskân işleri, her
bir vekâletlerin ayrı ayrı çalışmalarıyla, bazen müdahaleleriyle çıkmaza
girebilmiştir. Mesela, Sıhhiye
Vekâleti’nin alacağı bir kararda, Dâhiliye Vekâleti’nin görüşünü de almak durumunda kalmış,
işin çift başlı yapılması, olumsuzlukları da beraberinde getirmiştir. Ayrıca, iskân işlerinde
görevli memurların hem sayılarının yetersiz hem de işin ehli olmamaları, işleri önemli ölçüde yavaşlatmıştır. Öyle
ki, mübadil dosyalarının kapatılması,
on yıldan fazla sürmüştür. Türkiye, sadece bu dönemde değil, daha sonraki yıllarda da göç almış, yine aynı sorunları
yaşamıştır. Mal dağıtımı konusunda, çeşitli adaletsizlikler görülmüş,
bazı aileler, yıllar sonra tapularına kavuşmuşlardır.
Her ne kadar, kanun ve kararnamelerle desteklenen bir iskân politikası uygulanmaya çalışılmışsa da, uygulamada
bazı eksikler görülmüştür. İskân edilen bazı
gruplar, yerlerini beğenmeyerek yıllarca bir yerden diğer bir yere göç etmişlerdir. Ayrıca,
nüfus dengesini kurabilmek amacıyla, bazı bölgelere
Türk unsurunun yerleştirilmesi kararının da uygulamada gerçekleşmediğini, bugün dahi göstermektedir.
243
KAYNAKÇA
243 |
1. ARŞİV
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi:
Bakanlar Kurulu
Kararları Kataloğu
Başbakanlık Muamelat Genel Müdürlüğü Kataloğu Toprak ve İskân Genel Müdürlüğü Kataloğu
2. RESMİ YAYINLAR
Düstur
TBMM Zabıt Ceridesi
3. SÜRELİ YAYINLAR
Akşam Gazetesi Ayın Tarihi Dergisi Cumhuriyet Gazetesi Ulus
Gazetesi
4.
HATIRAT
Dr. Rıza Nur’un Lozan Hatıraları, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1999.
5. TETKİK ESERLER
1. Kitaplar
ADIYEKE, Ayşe Nükhet;
Osmanlı
İmparatorluğu ve Girit Bunalımı (1896–
1908), Ankara, 2000.
AGHATABAY, Cahide Zengin;
Mübadele’nin Mazlum Misafirleri,
Mübadele ve Kamuoyu (1923 – 1930), Bengi Yay., İstanbul, 2007
AĞANOĞLU,
Yıldırım; Osmanlı’dan Cumhuriyet’e
Balkanlar’ın Makus Talihi Göç, İstanbul,
2001
AKGÜL, Suat; Dersim İsyanları
ve Seyit Rıza,
Berikan Yayınları, Ankara,
2004.
AKŞİN, Sina; “Siyasal Tarih (1908-1923)”, Çağdaş Türkiye (1908-1980),
Türkiye Tarihi,
C. 4, İstanbul, 2005.
AKTAR,
Ayhan; Varlık Vergisi ve Türkleştirme
Politikaları, İstanbul, 2000. ALAKOM, Rohat; Orta Anadolu Kürtleri, İstanbul, 2007
Anavatana Göç Edenler, Türkiye
Cumhuriyeti’nde Mübadil, Muhacir
ve Mülteciler Genel Bir Bakış (1923–1938), (Haz: Nezih Başgelen), Arkeoloji Sanat Yayınları, İstanbul, 2008.
ARI, Kemal; Büyük Mübadele,
Türkiye’ye Zorunlu Göç, (1923-1925), İstanbul,
2007.
; İzmir’den Bakışla Türk Ticaret-i
Bahriyesi ve Mübadele Gemileri, Lozan’dan Kabotaja, İzmir
Deniz Ticaret Odası Yayınları. , İzmir, 2008.
ARSLAN, Aslı; Türkiye’de Tabii Afetler (1923-1950), Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi, Elazığ, 2003.
ARSLAN, Hüseyin;
16. Yüzyılda Osmanlı Toplumunda Yönetim, Nüfus, İskân,
Göç ve Sürgün, İstanbul,
2001.
ARSLAN, Ruşen; Şeyh Said Ayaklanmasında Varto Aşiretleri ve Mehmet Şerif
Fırat Olayı, Doz Yayınları, İstanbul, 2006.
AYDOĞAN, Metin; Türkiye Üzerine Notlar, 1923-2005, Umay yayınları, İzmir,
2005
AYGÜN, Hüseyin; Dersim 1938 ve Zorunlu
İskân, Telgraflar, Dilekçeler, Mektuplar, Fotoğraflar, Dipnot Yayınları, Ankara,
2009.
Atatürk'ün
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni Açış Konuşmaları, TBMM
Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları,
Ankara, 1987.
BARAN, A. Tülay; İzmir’in İmar ve İskânı (1923–1938), Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve Inkılap Tarihi Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, 1994.
BAYRAK, Mehmet; Kürtlere Vurulan
Kelepçe Şark Islahat
Planı, Özge Yayınları, Ankara, 2009.
BAYUR,
Yusuf Hikmet; Türk Inkılabı Tarihi,
C. II, K. III, TTK, Ankara, 1991. Behçet Cemal;
Şeyh Sait İsyanı, Sel
Yayınları, İstanbul, 1955.
BERZEG, E. Sefer; Türkiye Kurtuluş
Savaşı’nda Çerkes Göçmenleri II, İstanbul, 1990.
BOZDAĞ, İsmet; Kürt İsyanları, Truva Yayınları, İstanbul, 2004.
BULUT, Faik; Devletin Gözüyle
Türkiye’deki Kürt İsyanları, İstanbul, 1991.
CENGİZKAN, Ali; Mübadele Konut ve Yerleşimleri, Çağa Yerleşmek, Ankara,
2004.
ÇADIRCI, Musa; Tanzimat Döneminde
Anadolu Kentlerinin Sosyal
ve Ekonomik Yapıları, Ankara, 1991.
ÇİL ERGENEKON, Adalet; Cumhuriyet’in ilk Yıllarında Nüfus Sorunu ve İskân Politikası, Yıldız Teknik
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul, 1994
Dersim, Jandarma Genel Komutanlığı’nın Raporu,
Kaynak Yayınları, İstanbul,
2000.
Dersim Raporu, İletişim Yayınları, İstanbul, 2010.
Dr. Frayliç, Mühendis
Ravlig, Türkmen Aşiretleri, (Haz: Ali Cin, Haluk Kortel,
Haldun Eroğlu), İstanbul,
2008.
DÜNDAR, Fuat; İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân Politikası, İstanbul,
2008.
ERDAL, İbrahim;
Mübadele (Uluslaşma Sürecinde Türkiye
ve Yunanistan, 1923-1925), İstanbul, 2006.
EREN, Ahmet
Cevat; Türkiye’de Göç ve Göçmen
Meseleleri, İstanbul, 1966. FAZIL,
H. Müstecib; Dobruca ve Türkler, Emel
Basımevi, Köstence, 1940. GERAY, Cevat;
Türkiye’den ve Türkiye’ye Göçler (1923-1961), Ankara, 1962.
GÜLER, Ali, Rakamlarla Türkiye’de Azınlıklar, Berikan Yayınları, Ankara,
2004.
H. Nuri, İskân ve Muhaceret,
Milli Kültür – Nüfus İşleri, İstanbul, 1934.
HALAÇOĞLU, Yusuf; XVIII. Yüzyılda Osmanlı
İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Ankara, 1988.
HALE, William; Türk Dış Politikası, 1774–2000, (Çev. Petek Demir), İstanbul,
2003.
HANÇERLİ, H. Yüksel; Giritli Mübadillerin Son Durağı: Çukurova,
Parçalanmış Ailelerin Öyküsü, Ankara, 2007.
HIRSCHON, Renée, Mübadele Çocukları, İstanbul, 2005.
İNAN, Afet, İzmir İktisat Kongresi,
17 Şubat- 4 Mart 1923,
Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara, 1989.
İNAN, Arı; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1982.
İsmet İnönü, Lozan Barış Konferansı, Konuşma, Demeç, Makale,
Mesaj, Anı ve Söyleşileri, (Haz: İlhan Turan), Ankara, 2003.
İPEK, Nedim; Rumeli’den
Anadolu’ya Türk Göçleri, Ankara, 1999.
; Mübadele ve Samsun, Ankara,
2000.
İskân ve Teavün Cemiyeti,
Umumi Kongre Mübadele
Encümeni Mazbatası, 24
Eylül 1339.
İskân Tarihçesi, Hamit Matbaası,
İstanbul, 1932.
İskân Mevzuatı, Sıhhat ve İçtimai Muavenet
Vekâleti İskân Umum Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 1936.
KAHRAMAN, Ahmet, Kürt İsyanları, Tedip ve Tenkil,
İstanbul, 2004.
KARAL AKGÜN,
Seçil – ULUĞTEKİN, Murat; Hilal-i Ahmer’ den Kızılay’a
II, Ankara, 2001.
KARPAT, Kemal; Türk Demokrasi Tarihi, Sosyal, Ekonomik,
Kültürel Temeller, İstanbul, 1996.
KOÇAK, Cemil; Umumi Müfettişlikler (1927-1952), İletişim Yayınları, İstanbul,
2003.
Kovancılar Yıllığı,
1998, Ankara,
1998.
KUTLAY, Naci; 21. Yüzyıla
Girerken Kürtler, İstanbul, 2002.
Lausanne Conference on Near Eastern Affairs,
Records Of Proceedings And Draft Terms Of
Peace, 1922-1923, London, 1923.
Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar-Belgeler, (Çev: Seha L. MERAY), Yapı
Kredi Yayınları, İstanbul,
2001.
MCCARTHY, Justin; Muslims and Minorities, The Population of Ottoman Anatolia and the End of the Empire, New York and London, 1983.
, Justin; Ölüm Ve Sürgün, (Çev: Bilge Umar), İstanbul,
1995.
MUMCU, Uğur; Kürt -İslam Ayaklanması 1919–1925, Tekin Yayınevi,
İstanbul, 1992.
MUTLU, N. Yücel; Lozan’da Mübadele
veya Memleketin Türk Nüfusunun Arttırılması, Ankara, 2005.
MÜDERRİSOĞLU, Alptekin; Kurtuluş Savaşı’nın Malî Kaynakları, Ankara,
1990.
NAKRACAS, Georgios, Anadolu ve Rum Göçmenlerin Kökeni, 1922 Emperyalist Yunan Politikası ve Anadolu
Felaketi, (Çev. İbram Onsunoğlu), İstanbul, 2003.
ORHONLU, Cengiz; Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskânı, İstanbul,
1987.
ÖNDER Selahattin; Balkan Devletleriyle Türkiye Arasındaki Nüfus Mübadeleleri (1912-1930), Ankara Üniversitesi, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Eskişehir,
1990
ÖZTÜRK, Kazım; Atatürk’ün TBMM Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları, C.II,
Ankara, 1990.
, Kazım; Türk Parlamento Tarihi, TBMM, III.Dönem, 1927-1931,
C.II, Türkiye Büyük Millet Meclisi Vakfı Yayınları, No:9.
ÖZYÜREK, Ali Ezger;
Muhacirler (Bitmeyen Göç), İstanbul, 2007.
Samsun İl Yıllığı, 1967.
SAYDAM, Abdullah; Kırım ve Kafkas Göçleri ( 1856-1876),
Ankara, 1997, SOYSAL, İsmail;
Tarihçeleri Ve Açıklamaları İle Birlikte Türkiye’nin Siyasal
Andlaşmaları,
I, (1920-1945), TTK Yayınları, Ankara,
1983.
ŞADİLLİLİ, Vedat, Türkiye’de Kürtçülük Hareketleri ve İsyanlar, Ankara,
1980.
ŞEKER, Nesim, Türk-Yunan Mübadelesi Anlaşması Sonucu Bursa’ya
Gelen Göçmenlerin Kentin Sosyal Yapısı Üzerindeki Etkileri
(1923–1935), Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Bursa, 1995.
Tahmiscizade Mehmed Macid, Girit Hatıraları, (Yayına
Hazırlayan: İsmet Miroğlu-İlhan Şahin), İstanbul, 1977.
TAN, Altan; Kürt Sorunu, Ya Tam Kardeşlik Ya Hep Birlikte
Kölelik, İstanbul,
2009.
TOSUN, Ramazan; Türk-Yunan İlişkileri ve Nüfus Mübadelesi (1821-1930),
Ankara, 2002.
TÜRKAY, Orhan; Türkiye’de Nüfus Artışı ve İktisadi Gelişme, Ankara, 1962.
Türkiye Dış Politikasında 50 Yıl, Lozan,
(1922–1923), Dışişleri Bakanlığı
Yayınları, 1973.
YALÇIN, Kemal; Emanet Çeyiz,
Mübadele İnsanları, İstanbul, 2005.
YEŞİLTUNA, Serap; Resmi Kanun, Kararname,
Rapor ve Tutanaklarla Atatürk ve Kürtler, İleri Yayınları, İstanbul,
2007.
YILDIRIM, Ali; Cumhuriyet
Dönemi İskân Politikaları (1923-1952), Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir, 2004
YÜCEDAĞ, Şenol;
Şeyh Sait İsyanı ve Ezeli Düşman
İngiltere, İstanbul, 2010.
2. Makaleler
ACEHAN, Abdullah; “Osmanlı
Devleti’nin Sürgün Politikası ve Sürgün Yerleri”, The Journal of International Social Research, V. 1/5, Fall 2008, s. 12–29.
ADIYEKE, Nükhet; “Osmanlı
Kaynaklarına Göre Türk- Yunan
İlişkilerinde Girit Sorunu (1896)”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi,
C. 1, S.3, İzmir, 1993, s. 335–346.
AKÇA, Bayram; “Lozan Antlaşması’ndan Sonra Muğla Vilayeti’ne Gelen Balkan
Muhacirlerinin İskânı Meselesi”, Muğla
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.21, Muğla, Güz 2008.
AKGÜN Seçil, “Birkaç
Amerikan Kaynağından Türk-Yunan Mübadelesi Sorunu”, Üçüncü Askeri Tarih Semineri: Türk-Yunan
İlişkileri, Ankara, 1986, s. 241- 258.
ALTINÖZ, İ.Haşim;
“Osmanlı Toplumunda Çingeneler, Tarih ve Toplum, , S.
137, Mayıs 1995, s.22-29.
ALTINÖZ, İsmail; “XVI. Yüzyılda Osmanlı
Devlet Yönetimi İçerisinde Çingeneler”, Yeryüzünün
Yabancıları Çingeneler, (Haz.
Suat Kolukırık), İstanbul, 2007.
ANZERLİOĞLU, Yonca; “Hamdullah Suphi’nin Kaleminden 1933 yılında Romanya’da Komünist Hareket”, Atatürk Yolu Dergisi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi
Enstitüsü Yayınları, S.37-38,
Mayıs-Kasım 2006, s.1-14.
ARI, Kemal; “Yunan İşgalinden Sonra İzmir’de “Emval-i
Metruke” ve “Fuzuli İşgal Sorunu”,
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 15, Cilt V, Temmuz 1989.
;
“Cumhuriyet Döneminin İlk Yıllarında Türkiye’de Mübadele, İmar, İskân
İşleri Ve Mustafa
Necati”, Mustafa Necati Sempozyumu, 9-11 Mayıs 1991, Kastamonu, s. 44-57.
; “Mübadele
Göçmenlerini Türkiye’ye Taşıma Sorunu ve İzmir Göçmenleri (1923-1924)”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, C.1, S.1, İzmir, 1991, s. 13-46.
; “İlk Mübadil Kafilesi İçin İki Gazete Haberi”,
Mübadele Dergisi, S.1, Samsun, Kasım 2003, s. 13 – 15.
ARMAĞAN, A.Latif; “Osmanlı Devleti’nde Konar-
Göçerler”, Osmanlı, C. IV, Ankara,
1999.
AYDOĞAN Erdal; Üçüncü Umumi Müfettişliği’nin Kurulması
ve III. Umumi Müfettiş Tahsin Uzer’in
Bazı Önemli Faaliyetleri, Ankara Üniversitesi, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Atatürk
Yolu Dergisi, S.33–34, Mayıs- Kasım 2004, s. 1–14
ATTAR, Aygün; “Ulus Devlete Geçiş Süreci ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Üniter Yapısı”, Atatürk
Araştırma Merkezi Dergisi, S.60, C. XX, Kasım 2004. s. 644- 657.
BAĞ, Yaşar, “Çerkeslerin Dramı, İşgal, Soykırım, Sürgün ve
Göç”, Çerkeslerin Sürgünü21 Mayıs 1864,
Tebliğler, Belgeler, Makaleler, Ankara, 2001.
BAHTİYAR, Niyazi Hüseyin, “Anadolu’dan Balkanlar’a
Türk Göçleri”, Tarih ve Toplum, Kasım 1996, c. 26, S. 155, s. 40-44.
BARAN, Tülay Alim, “1923-1938
Yılları Arasında İzmir’in İmarı”, Çağdaş Türkiye
Tarihi Araştırmaları Dergisi, C.1, S.3, İzmir,
1993, s. 283-294.
BARKAN, Ömer Lütfi “Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir İskân ve
Kolonizasyon Metodu Olarak
Sürgünler”, İstanbul Üniversitesi İktisat
Fakültesi Mecmuası, C. 11, N.1-4, Ekim1940-Temmuz 1950.
BAYRAKTAR, Hilmi, “Kırım ve Kafkasya’dan Adana Vilayeti’ne
Yapılan Göç ve İskânlar (1869–1907)”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S.22, s. 407.
ÇANLI, Mehmet,
“ Yunanistan’daki Türklerin
Anadolu’ya Nakledilmesi II”,
Tarih ve Toplum, S. 130, Ekim 1994, s. 51- 59.
ÇAPA, Mesut;
“Cumhuriyetin İlk Mübadele, İmar Ve İskân Vekili Mustafa Necati
Bey”, Mustafa Necati Sempozyumu, Kastamonu,
9–11 Mayıs 1991, s. 58–70.
; “İstikbal Gazetesine Göre Trabzon’da Mübadele ve İskân”,
Atatürk Yolu, C.2. S. 8, Ankara 1991, s. 631–642.
; “Yunanistan’dan Gelen Göçmenlerin İskânı”,
Atatürk Yolu, S.5, Mayıs
1990, s. 49–84.
; “Mübadelede Kızılay (Hilâl-i Ahmer) Cemiyeti’nin Rolü”,
Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, S.10, Kayseri, 2001, s. 29–60.
ÇAVUŞOĞLU, Halim; “Yugoslavya-Makedonya”Topraklarından Türkiye’ye Göçler ve Nedenleri”, Bilig, Bahar
2007, S.41, s. 123–154.
ÇELEBİ, Ercan; “Mübadillerin Yunanistan’daki Mal Kayıtları
ve Muhtelit Mübadele Komisyonu Tasfiye Talepnameleri”,
Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi,
C.5, S.12, İzmir, 2006, s. 35–45.
ÇINAR, Ali Osman; “Bingazi’de Tarımsal Kalkınma Amaçlı Göçmen
İskânı (1851–1904)”, Yakın
Dönem Türkiye Araştırmaları, S.6, İstanbul,
2004, s.19–53.
COMERFORD, Patrick; “Defining Greek and Turk: Uncertaintites
in the Search For European
and Muslim İdentities”, Cambridge Review of International Affairs, Vol.13, No.2, 2000, s. 240–253.
DAĞISTAN, Adil; Hamdullah Suphi’nin Romanya Büyükelçiliği ve
Gagauz Türkleri, Atatürk
Araştırma Merkezi Dergisi, C.XVIII, S.54, Kasım 2002
DUMAN, Önder;
“Atatürk Döneminde Romanya’dan Türk Göçleri”, Bilig, S.
45, Bahar 2008, s. 23–44.
; “Atatürk Döneminde Balkan
Göçmenlerinin İskân Çalışmaları (1923–1938)”, Atatürk
Yolu, S.43, Ankara, Bahar 2009, s.
473–490.
ERDAL, İbrahim; “Cumhuriyet Döneminde Yörüklerin İskânı Konusu”, Osmanlı’dan
Cumhuriyet’e Yörükler ve Türkmenler, (Editörler: Hayati Beşirli, İbrahim Erdal),
Ankara, 2008, s.1 – 13
EROĞLU, Hamza, “Atatürk’e Göre Millet ve Milliyetçilik”, Atatürk Yolu,
Ankara, 1995, s. 133–167.
GERAY, Cevat; “Türkiye’de Göçmen Hareketleri ve Göçmenlerin Yerleştirilmesi”, Amme İdaresi Dergisi, C.3, S.4, 1970, s. 8–36.
HALAÇOĞLU, Yusuf; “Kolonizasyon ve Şenlendirme”, Osmanlı, c. IV, Ankara,
1999
HAYTOĞLU, Ercan;
“Denizli-Honaz’a Yapılan Mübadele
Göçü”, Çağdaş Türkiye Tarihi
Araştırmaları Dergisi, S.12,
İzmir, Bahar 2006, s.47–66.
İNBAŞI, Mehmet; “Yeni Belgelerin Işığında Rumeli Yörükleri”, Osmanlı, c. IV, Ankara, 1999.
İPEK, Nedim; “Göçmen Köylerine Dair”, Tarih ve Toplum,
C. 25, S.150,
Haziran 1996, s.15–21.
; “93 Muhacereti, Osmanlı, c.
IV, Ankara, 1999.
KASABA, Reşat; “Göç ve Devlet,
Bir İmparatorluk- Cumhuriyet Karşılaştırması”, Osmanlı’dan
Cumhuriyet’e Problemler, Araştırmalar, Tartışmalar, İstanbul, 1999, s.
336- 345.
KARPAT, H. Kemal; “Avrupalı Egemenliğinde Müslümanların Konumu Çerkeslerin Sürgünü ve Suriye’deki İsyanı”, Çerkeslerin
Sürgünü, 21 Mayıs 1864, Tebliğler, Belgeler, Makaleler, Ankara, 2001.
KORALTÜRK, Murat;
“Mübadelenin İktisadi Sonuçları Üzerine Bir Rapor”,
Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi,
C.2, S.6–7,
İzmir, 1996, s. 183–199.
KÖKEN, Nuray; “Doğu Karadeniz Bölgesinde Oluşan Taşkın ve
Heyelanlara Meteorolojik ve
Hidrolojik Açıdan Bakış”, Trabzon ve
Yöresi 20 Haziran 1990 Sel Felaketi
Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Karadeniz
Teknik Üniversitesi, 22-24 Kasım 1990, Trabzon
KYUCHUKOV, Hristo; “Bulgar
ve Türk Müslüman Romanlar’ın Tarihi,
Kültürü ve Dili”, Yeryüzünün
Yabancıları Çingeneler, (Haz. Suat Kolukırık), İstanbul, 2007
MANTA, K. Eleftheria; “The Çams of Albania and Greek
State (1923–1945), Journal Of Muslim Minority
Affairs, Volume:29, No:4, December, 2009. s. 523–535.
ONUR Oral; “Çingeneler”, Tarih ve Toplum, , S. 137, Mayıs 1995, s.16–21
ORTAYLI, İlber; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Milliyetçilik (En Kalıcı Miras)”,
XIII. Türk Tarih Kongresi, C.II, 4-8 Ekim 1999, Ankara,
s.23-40.
ÖKSÜZ, Hikmet;
“Türk-Rum Nüfus Mübadelesinin Sebep ve Bazı İstisnaları”,
Atatürk Araştırma Merkezi
Dergisi, S. 48, Cilt: XVI, Kasım 2000.
PARLAK, Cengiz; “Çanakkale Merkez’e Gelen Selanik Mübadilleri”,
Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Y.5, S. 5, Çanakkale, Bahar 2007, s. 73–85.
PİNSON, Marc; “Kırım Savaşı’ndan Sonra Osmanlılar Tarafından
Çerkeslerin Rumeli’ne İskânı”,
Çerkeslerin Sürgünü, 21 Mayıs 1864, Tebliğler, Belgeler, Makaleler, Ankara, 2001.
SAYDAM, Abdullah; “Reformlar ve Engeller: Tanzimat
Döneminde Aşiretlerin Yol Açtıkları Asayiş Problemleri”, Osmanlı, C. IV, s. 180- 189.
; “Tanzimat
Devrinde Dobruca’da İskân Faaliyetleri”, On dokuz Mayıs Üniversitesi Dergisi, S.7, Samsun,
1992, s. 199–209.
ŞAHİN, İlhan; “Göçebeler”, Osmanlı, c. IV, Ankara,
1999.
ŞAHİN, Naci; “XIX. Yüzyıl Sonrasında Anadolu’ya Yapılan Göç Hareketleri Ve Anadolu Coğrafyasındaki Sosyo-Kültürel Etkileri”, Afyon
Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, C. VIII, S.1, Haziran
2006, s. 63–82.
TEKELİ İlhan; “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Günümüze
Nüfusun Zorunlu Yer Değiştirmesi ve İskân
Sorunu”, Toplum ve Bilim, S.50, İstanbul, 1990, s. 49–71.
TURAN, Kemal; “Kuva-yı
Milliye’de Bir Eğitimci:
Mustafa Necati”, Türk Dünyası
Tarih, Kültür Dergisi, S. 234,
Haziran 2006, s. 60–63.
TUTUM, Cahit; “1864 Göçü İle İlgili Bazı Belgeler”, Çerkeslerin Sürgünü, 21 Mayıs 1864, Tebliğler, Belgeler, Makaleler, Ankara, 2001
TÜRKDOĞAN, Orhan; “Kültürel Kimlik”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi,
S. 230, Şubat 2006, s. 16–23.
YILMAZ, Mehmet; “XIX. Yüzyılda Osmanlı
Devleti’nin Muhaciri İskân Politikası”, Osmanlı, C. IV, s. 587–602.
6. İnternet Siteleri
http://e-dergi.atauni.edu.tr www.giritturk. com.tr www.khgm.gov.tr www.ulakbim.gov.tr www.samsunmubadele.org.tr www.sdergi.hacettepe.edu.tr
EKLER
EKLERİN LİSTESİ
1. EK 1. 885 Numaralı İskân
Kanunu
2. EK 2. 2510 Numaralı İskân Kanunu
3. EK 3. Göçmenlerin Türkiye’ye gelişleri ile ilgili basında yer almış fotoğraflar.
4. EK 4. Göçmen köylerinden iki örnek fotoğraf
5. EK 5. Modern bir göçmen evi fotoğrafı
6. EK 6. Trakya’da Yapılacak Muhacir
Evleri Krokisi
EK.1 İskân Kanunu
31 Mayıs 1926 – Kanun No: 885
Madde l – Türkiye
Cumhuriyeti memaliği dâhilinde
tavattun etmek maksadıyla hariçten münferiden veya müçtemian gelmek isteyenlerin hükümetçe
müttehaz kararlara tevfikan kabulleri
ve iskân mahallerinin tayini ve bu mahallere sevki Dâhiliye Vekâletine aittir.
Madde 2 – Türk harsına dâhil
olmayanlarla sirayet devrindeki frengililer, cüzzama müptelâ eşhas ve aileleri, ceraimi siyasiye ve askeriye müstesna
olmak üzere cinayetle mahkûm olanlar,
anarşistler, casuslar, çingeneler ve memleket haricine
çıkarılmış olanlar kabul edilmezler.
Madde 3 – Dâhil-i memleketteki
seyyar aşiretlerle alelûmum göçebelerin ve sıhhî esbab dolayısiyle nakli icap eden veya ormanlar dâhilinde vasıta-i
maisetten mahrum bulunan köylerin
münasip ve müsait mahallere nakil ve iskânları ve evleri çok dağınık olan bazı köylerin münasip merkezler etrafında
teksifi ve casusluklarından şüphe edilen eşhasın hudutlardan uzaklaştırılması İcra Vekilleri Heyeti karariyle
Dâhiliye Vekâletince icra edilir.
Madde 4 – Bir muâhede-i mahsusaya
binaen Türkiye’ye mecburi
olarak gelenler muahede-i vakıa ahkâmına ve hükümetçe
müttehaz kararlara tevfikan kabul ve iskân edilirler.
Madde 5 – Türk tabiiyetinde
bulunan çingeneler münasip mahalde ikamet ettirileceği gibi ecnebi tabiiyetinde bulunanlar da hudut dışarısına
çıkarılırlar.
Muavenat
Madde 6 – İşbu kanun mucibince
kabul ve iskân şeraitini haiz bulunanlardan köylerde ikamet edecek muhtacîne
ve ledelhace iskân edilecek aşiretler
ve göçebelere ve yerlilerden
mahal-i ikametleri tebdil edileceklere bedelleri borçlanma kanunu mucibince istifa edilmek şartiyle mesken olarak
müştemilâtı lâzimesiyle bir hane ve bundan başka aynı şartla içlerinde çiftçi olanlara lüzumu miktar arazi ve
sanayi erbabına bir dükkân veya arsa
ve münhasıran muhtaç olanlara çiftçi iseler çift hayvanatı, alât ve edevat-ı ziraiye,
tohumluk ve sanayi erbabına
alât ve edevat ve mevaddı iptidaiye ve ayak
satıcılariyle, çerçilere sermaye verilir. Şehir ve kasabalarda sakin
olacak muhtaç erbabı sanayi ile ufak
esnafa da köylerde ikamet eden hem meslekleri gibi muamele olunur.
Madde 7 – İşbu kanun mucibince
hariçten kabul veya üçüncü madde mucibince nakilleri
icra edileceklerden, muhtac-ı
muavenet olanların masarif-i
nakliyeleri ve mahal-i iskânlarına kadar yollarda ve iskân olununcaya kadar geçecek
zaman zarfında ve ba’del - iskân
azamî iki ay müddetle iaşeleri meccanen ve iki aydan sonra iaşeleri zürradan iseler ilk sene mahsulünü
idrak edinceye kadar ve
sunuf-u saireden iseler azamî altı ay
müddetle borçlanma kanununa tevfikan istifa olunmak şartile karzen icra ve ledelicap kendilerine yine aynı şartla mahrukat
ve levazımı iksaiye ita edilir.
Madde 8 – İşbu kanun mucibince
iskân edileceklere tahsis veya yeniden tesis edilecek köyler için miktar-ı kâfi mer’a ve mektep ve cami ve hamam ve
karakol ve pazar ve harman ve
kabristan ve sair yerleri ve mümkün
olan mahallerde orman ve baltalık ittihazına elverişli ve umumun ihtiyacına muktazi yerler meccanen tefrik ve
tahsis olunur.
Madde 9 – İşbu kanunla iskân
edileceklerin iskânlarına muktazi emlâk ve arazi-i mevat ve haliye ve mahlûle ve hükümete ait emlâk ve araziden ve
alelıtlak mübadeleye tabi veya gayri
tabi emvali metrukeden tefrik olunacak ve indelhace eşhasa ait çiftlikler dahi satın
alınmak suretiyle tedarik ve tahsis olunabilecektir.
Muafiyat
Madde 10 – İşbu kanun
mucibince muhacir sıfatile kabul edileceklerin ve hariçten gelecek
mültecilerle aşiretlerin aile başına beraberlerinde getirecekleri emvali menkuleleri ve tohumluk ve çift hayvanları
ve alat ve edevatı ziraiye ve sınaiyeleriyle
mevaddı iptidaiyeleri kâmilen
ve mevaşi sürüleriyle mamulât-ı sınaîye ve eşya-yı tüccariyelerinden beş bin liralık miktarı gümrük resmiyle bir defaya mahsus olmak üzere sair bilcümle
tekâliften muafdırlar. Bu gibilere tahsis edilecek emvali gayri menkulenin tasarruf senetleri de damga resmiyle
bilûmum harç ve resimlere tabi değildir.
Madde 11 – Muhacir ve mülteci
sıfatile kabul edilenler tarihi tescillerinden bed’ile iki sene müddetle mükellefiyeti askeriyeden müstesnadırlar.
Madde 12
– İşbu kanun neşri tarihinden muteberdir.
Madde 13 – İşbu kanunun
ahkâmını icraya İcra Vekilleri Heyeti memurdur.
Muvakkat (Geçici) Madde
Balkan Harbinin tarihi ilanından sonra Türkiye’ye gelip de el’an tescil
edilmemiş olan muhacir ve mülteciler
işbu kânunun neşri tarihinden itibaren altı ay ve muhtaç olup da henüz iskân muamelesi
görmemiş olanlar, yine mezkûr tarihten
itibaren bir sene zarfında ve işbu kanunun
tarihi neşrinden sonra gelip de tarihi muvasalatlarından itibaren üç ay zarfında tescil veya iskânlarını talep
etmedikleri takdirde işbu kanunun bahseylediği hukuktan
istifade edemezler.
EK II.
İskân Kanunu
14
Haziran 1934 - Kanun No: 2510 Mukaddeme
İskân Mıntıkaları
Madde 1 – (2848 sayılı kanunun
birinci maddesiyle muaddel şekli) Türkiye’de Türk Kültürüne bağlılık dolayısıyla nüfuz oturuş ve yayılışının, bu
kanuna uygun olarak İcra Vekiller
Heyeti’nce yapılacak bir programa göre, düzeltilmesi Dâhiliye ve Sıhhat ve İçtimaî
Muavenet Vekilliğine verilmiştir.
Madde 2 – ( 2848 sayılı
kanunun birinci maddesiyle muaddel şekli) Dâhiliye ve Sıhhat ve İçtimaî Muavenet Vekilliğince yapılıp,
İcra Vekilleri Heyeti’nce tasdik olunacak haritaya
göre, Türkiye, iskân bakımından üç nevi mıntıkaya
ayrılır.
1 Numaralı Mıntıkalar: Türk kültürlü nüfusun
tekâsüfü istenilen yerlerdir.
2
Numaralı Mıntıkalar: Türk kültürüne temessülü
istenilen nüfusun nakil ve iskânına ayrılan yerlerdir.
3
Numaralı Mıntıkalar: Yer, sıhhat, iktisat, kültür,
siyaset, askerlik ve inzibat sebepleri ile boşaltılması istenilen ve iskân ve ikamete yasak edilen yerlerdir.
Yukarıda yazılan iskân mıntıkalarının tasdik-i
haritasında, zamanla ortaya çıkacak ihtiyaca göre değişiklikler yapılması
Dâhiliye Vekilliğinin teklifi üzerine İcra Vekilleri heyeti kararına bağlıdır.
FASIL: I
Muhacirlerin ve Mültecilerin Kabulü
Madde 3 – Türkiye’de yerleşmek
maksadı ile dışarıdan, münferiden ve müçtemian
gelmek isteyen, Türk soyundan meskûn veya göçebe fertler ve aşiretler ve Türk kültürüne bağlı meskûn kimseler iş bu
kanunun hükümlerine göre Dâhiliye Vekilliğinin
emri ile kabul olunurlar. Bunlara
muhacir denir. Kimlerin
veya hangi memleketler halkının
Türk kültürüne bağlı sayılacağı İcra Vekilleri Heyeti kararı
ile tespit olunur.
Türkiye’de yerleşmek maksadı ile olmayıp, bir zaruret ilcası
ile muvakkat oturmak üzere sığınanlara (mülteci) denir. 4. madde’de
yazılı sebepler bulunmayan mülteciler,
Türkiye’de yerleşmek isterler ve bunu yazı ile bulundukları yerin
hükümetine bildirirler ise muhacir
muamelesi görürler. Öbür mülteciler için vatandaşlık kanunu hükümleri tatbik olunur. Dâhiliye Vekilliği
muhacirlerin ve mültecilerin alınma yollarını gösterir bir talimatname hazırlar.
Madde 4 – A: Türk kültürüne bağlı olmayanlar. B: Anarşistler.
C: Casuslar.
Ç: Göçebe Çingeneler.
D: Memleket dışına çıkarılmış olanlar Türkiye’ye muhacir olarak
alınmazlar. Bulaşıcı hastalıklılar
doğrudan doğruya Hükümet hastanelerine gönderilip orada parasız tedavi olunurlar.
Madde 5 – Hususî bir ahit dolayısıyla Türkiye’ye mecburi olarak
gelenler yapılan muahede hükümlerine ve hükümetçe verilen kararlara
göre alınırlar.
Madde 6 – A: Muhacirler
sınırlardan girdikleri veya nakil vasıtalarından çıktıkları yerin en büyük mülkiye
memuruna kendilerini ve ailesi fertlerini yazdırıp bir “muhacir
kâğıdı”almaya ve bir vatandaşlığa girme beyannamesi imzalamaya mecburdurlar. Muhacir kâğıdı
muvakkat doğum kâğıdı yerine geçer ve bir yıl muteber tutulur.
B: Muhacir olarak alınanlar, İcra Vekilleri Heyeti kararı ile hemen vatandaşlığa alınırlar. Küçükler baba ve analarına veya hısımlarına bağlı
tutulurlar. Kimsesiz gelen küçükler, yaşına bakılmaksızın vatandaşlığa geçirilirler.
Madde 7 – A: Türk ırkından olup, hükümetten iskân yardımı
istememeyi yazı ile bildiren
muhacirler ve mülteciler, Türkiye içinde istedikleri yerde yerleşmeye serbest bırakılırlar. Hükümetten iskân yardımı
isteyenler hükümetin göstereceği yerlere gitmeye mecburdurlar.
B: Türk ırkından olmayanlar, hükümetten yardım istemeseler bile, hükümetin göstereceği yerde yurt tutmağa
ve hükümetin izni olmadıkça buralarda
kalmağa mecburdurlar. İzinsiz
başka yere gidenler ilk defasında yerlerine çevrilirler. Tekerrürü halinde İcra Vekilleri Heyeti kararı
ile vatandaşlıktan düşürülürler.
C: Türkiye’ye geldikleri tarihten itibaren iki yıl içinde iskân istemeyen
muhacir ve mültecilere iskân yardımı yapılamaz.
FASIL: II
İçerde Nakiller, Kültür
ve İdare Tedbirleri
Madde 8 – Türkiye içinde
toprağı dar veya azmaklık, bataklık, ormanlık, dağlık ve taşlık olan yerlerde bulunan ve geçim vasıtasından mahrum olan
köyleri, gerek meskûn, gerekse göçebe bulunsun 3 numaralı mıntıkalar halkını yaşayış ve sıhhat şartları
elverişli olan yerlere
nakletmeye, evleri dağınık,
köyleri daha uygun merkezlerde toplamağa, huğları, obaları ve komları, köyler içine kaldırmağa ve yenilerinin yapılmasını yasak etmeye Dâhiliye Vekili salâhiyetlidir.
Madde 9 – Türkiye tabiiyetinde
bulunan gezginci Çingeneleri ve Türk Kültürüne bağlı olmayan göçebeleri, toplu olmamak üzere kasabalara ve serpiştirme
suretiyle Türk kültürlü köylere dağıtıp
yerleştirmeye, casuslukları sezilenleri sınır boylarından uzaklaştırmağa ve ecnebi tebaası gezginci
Çingeneleri ve Türk kültürüne bağlı olmayan göçebeleri milli sınırlar dışına çıkarmaya Dâhiliye Vekili salâhiyetlidir.
Madde 10 – A: Kanun aşirete
hükmi şahsiyet tanımaz. Bu hususta herhangi bir hüküm vesika ve ilâma müstenit de olsa, tanınmış haklar
kaldırılmıştır. Aşiret reisliği, beyliği, ağalığı
ve şeyhliği ve bunların herhangi bir vesikaya veya görgü ve göreneğe müstenit her türlü teşkilat ve taazzuvları kaldırılmıştır.
B: Kanunun neşrinden önce, herhangi bir hüküm veya vesika ile veya örf ve
adetle aşiretlerin şahsiyetlerine
veya onlara izafetle reis, bey, ağa ve şeyhlerine ait olarak tanınmış kayıtlı - kayıtsız bütün gayrı
menkuller devlete geçer. Bu kanun hükümlerine
ve devletçe tutulan
usullere göre bu gayrı menkuller
muhacirlere, mültecilere, göçebelere, naklolunanlara, topraksız veya
az topraklı yerli çiftçilere dağıtılıp tapuya
bağlanır. Bu gayrı menkullerin aidiyeti sicillerindeki kayıtlara göre
tespit olunur. Tapu sicilinde
aidiyete dair bir kayıt yoksa yahut kayıtlar yalnız şahıslar namına olup da,
halk arasında bunların
aşirete ait olduğu şayi bulunuyor
ve Aşiret fertleri
de bu gayrı menkullerden
başkasına sahip bulunmuyorlarsa aidiyet tahkikat üzerine, o yerin idare heyeti kararı ile hallolunur. İdare heyetlerinin valilerce tasdik edilen bu kararı, katidir.
C: Bu kanunun neşrinden önce aşiretlere reislik, beylik, ağalık, şeyhlik
yapmış olanları ve yapmak isteyenleri
ve sınırlar boyunda oturmasında emniyet ve asayiş bakımından mahsur bulunanları, aileleri ile birlikte
münasip yerlere naklettirip yerleştirmeye, İcra Vekilleri heyeti kararı
ile Dâhiliye Vekili
salâhiyetlidir.
Ç: Türk tebaasından olup ta,
Türk Kültürüne bağlı bulunmayan aşiretler fertlerinin dağınık olarak 2 numaralı mıntıkalara, Türk tabiiyetli ve Türk
kültürlü göçebe aşiretler fertlerini
sıhhat ve yaşama şartları elverişli yerlere nakledip yerleştirmeye, Türk
tebaası olmayan ve Türk kültürüne bağlı bulunmayan göçebe aşiretler fertlerini icaba göre Türkiye
dışarısına çıkarmaya Dâhiliye Vekili salâhiyetlidir.
Madde 11 – A: Ana dili Türkçe
olmayanlardan toplu olmak üzere yeniden köy ve
mahalle, işçi ve sanatçı kümesi kurulması veya bu gibi kimselerin bir köyü, bir mahalleyi, bir işi
veya bir sanatı kendi soydaşlarına inhisar ettirmeleri yasaktır.
B: Türk Kültürüne bağlı olmayanlar veya
Türk Kültürüne bağlı olup ta
Türkçe’den başka dil konuşanlar
hakkında, harsi, askeri, siyasi, içtimai ve inzibati sebeplerle, İcra Vekilleri
heyeti karariyle Dâhiliye
Vekili, lüzumlu görülen
tedbirleri almağa mecburdur. Toptan olmamak şartı ile başka
yerlere nakil ve vatandaşlıktan iskat etmek de
bu tedbirler içindedir.
C: Kasabalarda ve şehirlerde yerleşen ecnebilerin tutarı belediye
sınırları içindeki bütün nüfus tutarının % 10’unu geçemez.
Ve ayrı mahalle kuramazlar.
FASIL: III
İskân
Madde 12 – 1 numaralı mıntıkalara:
A: Yeniden hiçbir aşiretin veya göçebenin sokulmasına, Türk kültürüne
bağlı olmayan hiçbir ferdin yeniden
yerleşmesine ve bu mıntıkaların eski yerlilerinden olsa bile Türk kültürüne
bağlı olmayan hiçbir
kimsenin avdet etmesine
izin verilemez.
B: Bu mıntıkalarda soyca Türk olup dilini unutmuş veya ihmal etmiş
bulunan köyler ve aşiretler efradı
ahalisi Türk kültürüne bağlı köyler ile nahiye, kaza ve vilayet merkezleri civarında
yerleştirilirler.
C: Bu mıntıkalarda 1914’den önce yerleşip anadili Türkçe olan ve umumi
veya milli savaşta mıntıka
dışarısındaki vilayetlere gelmiş ve bu kanunun meriyetine kadar hiçbir iskân yardımı görmemiş bulunanların eski
yurtlarına gelmeleri ve yerleşmeleri temin olunur.
Ç: Dışarıdan gelecek Türk kültürlü muhacirler iklim ve yasayış şartlarına uygunluğu göz önünde tutularak bu mıntıkalara
alınıp yerleştirilirler.
D: 3 numaralı mıntıkalar halkından
veya 1 numaralı mıntıkalar dışında
yerleşmiş olanlardan Türk
kültürlü vatandaşlar, aileleri ile birlikte iklim ve yasayış şartlarına uygun olmak üzere, 1 numaralı
mıntıkalara alınıp iskân edilirler.
E: 1 numaralı mıntıkalar haricindeki Vilayetler ahalisinden bu
mıntıkalara, aileleri ile birlikte,
gelip yerleşmek isteyen Türk ırk ve kültürlü asker ve mülkiye mütekaitleri,
yine bu vilayetler halkından ve
Türk ırkından olduğu halde bu mıntıkalarda askerlik etmiş olup, terhislerinde ailelerini getirerek ve bekâr olanlar da evlenerek yerleşmek
isteyenler, 17. maddeye göre iskân edilirler.
Madde 13 – 2 numaralı mıntıkada:
1
– Aşağıda yazılanlar Dâhiliye Vekilliğinin
münasip göreceği yerlerde
iskân edilirler. A: Dışarıdan gelen muhacirler ve mülteciler,
B: Bu mıntıkadaki aşiretler,
C: 1 ve 3 numaralı mıntıkalardan naklolunanlar.
Ç: 1 ve 3 numaralı mıntıkalar halkından olup, bu mıntıkalarda askerliğini bitirmiş olanlardan evlenerek
kalmak isteyenler.
D: 1 numaralı mıntıkalarda Türk ırkından olmayanlardan bu mıntıkaya gelip yerleşmek isteyenler.
2
– Aşağıda yazılanlar İcra Vekilleri Heyeti kararı
ile nakil ve iskân edilebilirler. A: Topraksız veya az topraklı çiftçiler,
B: Heyelan ve seylâp
gibi afete uğrayan
kimseler,
C: Verimsiz
veya azmaklık veya bataklık veya tehlikeli veya askerlikçe yasak
topraklardaki insanlar,
Ç: Harsî, siyasî, idarî, içtimaî, askerî,
iktisadî sebeplerle nakline lüzum görülenler,
3
– Türk ırkından olmayanların serpiştirme suretiyle
köylere ve ayrı mahalle veya küme teşkil edemeyecek şekilde kasaba veya şehirlere iskânları mecburidir.
Madde 14 – Yer, sıhhat, iktisat,
kültür, siyaset, askerlik
ve inzibat sebepleriyle hükümetçe iskân ve ikamet yasak edilip boşaltılması istenilen 3
numaralı mıntıkalar halkı, iklime,
yaşayış şartlarına ve bu kanunda yazılı kayıtlara göre 1 veya 2 numaralı mıntıkalara nakil ve iskân edilirler.
3 numaralı mıntıkalara İcra Vekilleri Heyeti kararı olmadıkça hiç
kimsenin yeniden iskân ve ikametine izin verilemez.
Madde 15 – 1 – Devlet kara ve deniz nakil vasıtaları muhacirleri, mültecileri gümrükten
muaf bütün eşyalarını ve hayvanlarını, hükümetçe naklolunanları ve eşya ve hayvanlarını yerleşecekleri yere,
yerleşecekleri yer yolları üzerinde değilse, en yakın istasyon veya limana kadar parasız naklederler.
İmtiyazlı nakliye ve tahmil ve tahliye şirketleri bu kimseler ve eşyaları
ve hayvanları hakkında asgari tarifelerini tatbike mecburdurlar.
2
– 8, 9, 10, 11, 12, 13 ve 14. maddelerde yazılı dâhilde bir yerden diğer yere naklolunanlardan ve dışarıdan kendi kendine gelen teşkilat veya mültecilerden ihtiyaçları olanlar:
A : İskâna tâbi tutulurlar,
B : Kendilerinin zat, ev, sanat ve ticaret eşyalarının alât ve
edevatının, yiyeceklerinin, tohumluklarının, koşum ve damızlık
hayvanlarının ve gümrükten
muaf bütün eşyalarının kalktıkları yerden veya
sınırdan yerleşecekleri yere kadar nakliye masrafları hükümetçe verilir.
C: Bunların kaldırıldıkları veya sınırlarımızdan içeriye
girdikleri günden iskân edildikleri
güne kadar geçen zaman zarfında ve iskânlarından itibaren 1 yıl içinde yatacakları, yiyecekleri, yakacakları ve tedavileri hükümetçe meccanen temin olunur.
Ç: Bunlardan çok fakir olanlarına bir defalık, giyecek
de hükümetçe verilebilir.
3
– Hükümetçe naklolunanlardan ve kendi kendine gelen
muhacir ve mültecilerden ihtiyaçsız olanlara
ve serbest iskân isteyen bütün muhacir ve mültecilere hükümetçe masraf yapılamaz. Ancak, imkân olan
yerlerde bunlara toprak, ev yeri, bağ ve meyvelik verilir.
Masrafları kendi taraflarından ödenmek şartiyle nakil vasıtaları, yatacak
yer, yiyecek, içecek ve yakacak hükümetçe temin ve tanzim olunabilir.
4
– Hükümet kararı ile getirilen muhacirlerden
ihtiyaçlı, ihtiyaçsız aranmayarak hepsi için
bu maddenin ikinci bendi tamamen tatbik olunur ve kalktıkları yerden
sınırlarımıza kadar ikinci bendin B
fıkrasındaki bütün nakliye, yatacak yer, yiyecek, yakacak ve tedavi
masrafları hükümet tarafından verilir.
5
– İskân yerlerini bırakarak serbest iskân isteyenlere,
verilmiş olan yapılar ve topraklar ve
yapılan masraflar peşin olarak geri alınmak şartiyle, Dâhiliye Vekilliğince
serbest iskâna izin verilebilir.
6
– İhtiyaçlıları ve ihtiyaçsızları ayırmağa yarayan bir
“ihtiyaç derece cetveli”Dâhiliye Vekilliğince yapılır.
Madde 16 – A: Karı ve koca bir aile olarak iskân edilir.
B: Evlenmemiş
çocuklar, çocuksuz erkek ve kadın dullar, ana ve baba ile veya bunlardan sağ olanı ile birlikte
iskân görürler.
C: Anasız
ve babasız torunlar
dede ve büyük analariyle veya bunlardan sağ olaniyle birlikte iskân edilirler. Ancak torunların hisseleri tapuda
kendi adlarına yazılır.
Ç: Anasız ve babasız
çocuklar, birlikte bulunduğu
ve yaşadığı kan, civar ve sıhrî hısımlariyle birlikte yerleştirilirler. Bunların
da hisseleri tapuda kendi adlarına
yazılır.
D: Anasız
ve babasız çocuklar,
kan ve civar veya sıhrî hısımlarından biri yoksa kendi
başlarına iskân görürler.
Bunların küçüklerine ayrıca
vâsi tayin ettirilir.
E: Evli çocuklar ve evli torunlar
başlı başına bir aile olarak iskân görürler.
F: (C) fıkrasındaki torunların, (Ç) ve (D) fıkralarındaki çocukların,
üvey çocukların ve evlatlıktan
hisseleri evleninceye kadar hiçbir suretle satılamaz, bağışlanamaz ve hacz olunamaz.
G: Türk muhacir ve mülteciler hısım ve akrabalarının bulundukları yerde iskân olunurlar.
Madde 17 – İskân bir aileye,
nüfus ve ihtiyacına göre oturacak ev veya ev yeri, sanatkârlara ve tüccarlara ayrıca geçim
getirecek dükkân veya mağaza yahut bu gibi
yapı veya yeri veya mütedavil sermaye; çiftçilere de ayrıca kâfi
toprakla çift hayvanı, alât ve edevatı, tohumluk,
ahır ve samanlık veya yeri vermekle
yapılır.
Köylerde, kasabalarda sanatkârlara dükkândan ayrı yarım istihkak miktarı
toprak da verilir. İskân derecesini gösteren
(Toprak tevzii cetveli)
ilişiktir.
Madde 18 – İskânda Hükümetçe
verilen talimata göre yapı yapılması için malzeme veya para verilebilir. Yapı yapmakta kendileri
de çalıştırılabilir. İskân için devlet
ormanlarından parasız kereste vermek ve bu yapıları yapmada asker, devlet
memur ve müstahdemlerini ve vasıtalarını kullanmak caizdir.
Madde 19 – Yeniden kurulan veya canlandırılan köylere
orta malı olarak mevcut nüfusun
ortak ihtiyacına yetişen mektepi, cami, köy odası, karakol, pazar, harman ve mezarlık yerleri, otlak, suvat, orman
kanunu hükümleri içinde baltalık ve başka ortak ihtiyaçlara lazım yerler parasız bırakılır.
Mektep odası, çeşme, su yolları,
kuyu, sarnıç ve sulama tertibatı
da hükümetçe yapılabilir veya tamir edilebilir. Bu
işlerde buraya yerleştirilenleri işletmeye hükümet salâhiyetlidir.
Madde 20 – 1 numaralı
mıntıkalara iskân edilenlere değeri peşin verilmek üzere iskân derecesinin iki katı 1914 veya
daha önceki yılların tapu ve yoksa vergi
kıymetleri üzerinden toprak verilir.
Vergi veya tapu kıymeti olmayanları emsaline bakılarak o yerin idare
heyetinin takdir edeceği kıymet üzerinden vermek
caizdir.
Madde 21 – İskân edilen muhacir,
mülteci, göçebe ve naklolunan çiftçilere ve sanatkârlara
aşağıda yazılı topraklardan dağıtılır.
A: Menşei
ve nevi ne olursa olsun bütün milli topraklardan;
B: Şehirlerin, kasabaların, köylerin sınırları içinde bulunan mera,
baltalık ve fundalık
gibi orta malı olup hükümetçe
ihtiyaçtan fazla görülen
topraklardan;
C: Şehirlerin, kasabaların, köylerin sınırları
dışında kalan ve orman olmayan boş yerlerden;
Ç: Devletçe
görülecek lüzum ve zaruret üzerine
bazı ormanlarda İcra Vekilleri heyeti
karariyle muvafık görülen yerlerden;
D: Hükümetçe satın alınacak
veya istimlâk olunacak
çiftlikler ve topraklardan.
Madde 22 – Muhacirlerin,
mültecilerin, göçebelerin ve naklolunan yerleştirilmelerine ayrılan veya bunlara verilen yapılar ve
topraklar kimin işgali altında olursa olsun, vali veya kaymakamın yazılı emriyle zabıtaca
boşaltılır ve kendilerine teslim olunur. Bunlara vuku bulacak tecavüzlerde de vali
ve kaymakamlar zabıta marifetiyle tahliyeye salâhiyetlidirler.
Madde 23 – Bu kanun hükümlerine göre muhacirlere, mültecilere, göçebelere, naklolunanlara
ve yerlilere dağıtılan yapı ve toprakların temlikine vali ve kaymakamlar salâhiyetlidirler. Dağıtış defter ve kararlarının altı vali ve kaymakamlarca tasdik edilmesi, temliktir; tasdikli defterlerdeki veya kararlardaki miktarlar
muteberdir.
Madde 24 – Muhacirleri ve
mültecileri ve naklolunanları kendilerine ev yapıncaya veya Hükümetçe yaptırılıncaya kadar
yerleşecekleri yerde veya civarda mevcut Hükümete veya halka ait münasip binalarda barındırmak ve bu binaları vali
veya kaymakamın yazılı emriyle
zabıtaca hemen boşaltmak caizdir. Ancak bu boşaltmanın ev ve bina sahiplerinin yaşamalarını ve barınmalarını imkansız kılacak
yolda olmaması ve bir yıldan fazla sürmemesi
şarttır.
Bu yolda, binası boşaltılanlara Hükümetçe
münasip kira verilir.
Muhacirlerin, mültecilerin ve
naklolunanların geçtikleri yerlerde muvakkat konaklamak üzere, bir haftadan fazla bir müddet için bina boşaltılmasına izin verilemez. Bu maddenin hükümlerini tatbik için Dâhiliye Vekilliğince talimat yapılır.
Madde 25– Muhacirlerin, mültecilerin, naklolunanların ve göçebelerin yurtlandırıldıklarından başlayarak iki yıl içinde, görülecek
hakiki lüzum üzerine aynı mıntıkalarda iskân yerlerini değiştirmeğe ve düzeltmeğe Dâhiliye
Vekili salâhiyetlidir
FASIL IV
Mecburiyetler, Tasfiye ve İstihkak Mazbataları
Madde 26 – 3 numaralı
mıntıkalardan mecburi nakledilenler, menkul mallarını birlikte götürebilirler. Bunların bıraktıkları gayrimenkullerin mülkiyeti tam olarak Devlete geçer. Tasarruf
vesikasına bağlı olanların sahiplerine 1914 veya daha önceki yıllar vergi, yoksa tapu değerlerinin dört katı
üzerinden tapu ve vergi değerleri olmayanların
emsalinin vergi veya tapu değerlerine bakarak o yerin idare heyetince
takdir edilecek değer üzerinden
birer “istihkak mazbatası”verilir.
Madde 27 – Bu kanun
hükümlerine göre Hükümetçe naklettirilenler veya istekleriyle göç edenler, bir yıl içinde eski
yerlerindeki menkul ve gayrimenkul mallarını tasfiye etmeğe mecburdurlar. Bu müddet içinde tasfiye etmeyenlerin,
menkul ve gayrimenkul malları Devletçe
tasfiye olunur. Bunlardan
isteyenler, 26. maddeye
göre gayrimenkullerine
karşılık Hükümetten istihkak mazbatası alabilirler. Bu takdirde bu gayrimenkullerin mülkiyeti tam olarak devlete geçer.
Madde 28 - İstihkak
mazbataları önce sahiplerine gittikleri yerde iskân için verilen menkul ve gayrimenkul mallara mahsup
edilir. Bakiyeleri yerleştikleri vilayet içinde hazinenin mülk ve toprak artırmalarında nakit olarak kabul
olunur. Şu kadar var ki, bir aileye istihkak
mazbatası karşılığı olarak iskân haddinin
iki katından fazla toprak verilemez.
İstihkak mazbataları, sahiplerinin adlarına yazılı olup ancak noterlikler vasıtasıyla başkalarına
ciro edilebilir.
Bunların mirasçılarına intikali umumî hükümlere bağlıdır.
Madde 29 – A: Hükümetçe iskân edilen muhacirler, mülteciler, göçebeler ve 1 numaralı mıntıkada hükümetçe yerleştirilen
kimseler, yerleştirildikleri yerde en
az 10 yıl oturmağa mecburdurlar.
Bunlar, Dâhiliye Vekilliğinin izni olmadıkça başka yerlerde yurt tutamazlar. Başka yerlere izinsiz
gidip yurt tutanlar
ve tutmak isteyenler yerleştirildikleri yere döndürürler.
B: 1 ve 3 numaralı mıntıkalardan 2 numaralı mıntıkaya naklolunan ve 2 numaralı mıntıkada 9, 10 ve 11. maddelere göre bir yerden başka bir yere
nakledilenler, on yıl sonra dahi, İcra Vekilleri Heyeti kararı olmadıkça başka yerlere gidip yurt
tutamazlar.
Madde 30 - 1 ve 2 numaralı mıntıkalara yerleşenlere
borçlu ve borçsuz iskân yoliyle verilen
gayrimenkuller, on yıl müddetle hiçbir suretle satılamaz, bağışlanamaz, terhin edilemez,
haczolunamaz. Tapularına o yolda kayıt düşülür.
Hükümetin izniyle
Ziraat Bankası’na terhin caizdir.
FASIL V
Muafiyetler
1. Gümrük Muafiyeti
Madde 31 - Bu kanunun
hükümlerine göre alınan muhacirlerle dışarıdan gelen mülteci ve aşiret
fertlerinin birlikte getirdikleri aşağıda gösterilen kendi eşyaları, malları ve hayvanları gümrük resmile, bir defaya mahsus olmak üzere, sair bütün teklif ve resimlerden muaftır.
1 - Bir aile için:
A: Zat ve ev eşyası kâmilen.
B: Meslek
ve meşgale eşyası
aşağıdaki kayıtlarla:
Çiftçi ise: Çift hayvanları, arabaları, araba ve
koşum takımları, çiftçiliğe mahsus her türlü
alet ve edevat ve makineleri, damızlık hayvanları, tohumluk ve yiyecek
zahireleri ve aşlıkları kâmilen ve öteden beri besledikleri büyük ve küçük hayvanlarla zirai mahsullerinden değeri
6.000 liraya kadar olan mikdarı.
Sanatkâr ise: Her türlü sanat, alât ve edevatı ve makineleri, söküp getirecekleri fabrikaları, alât ve edevatı
kâmilen ve fabrikaları masnuatından ve iptidai
maddelerinden değeri 6.000 liraya
kadar olan mikdarları (trikotaj fabrikası makineleri ve kauçuk sanatları mamulâtından olan ayakkabıları hariçtir.
Ancak, zata mahsus ve kullanılmış küçük trikotaj makineleri muafiyetten istifade eder.)
Tüccardan ise: Öteden beri sata gelmekte oldukları ticaret mallarından
değeri (12.000) liraya kadar olan mikdarı (şeker, benzin,
petrol, koza, ipek ve ipekliler ve inhisara tabi maddelerle, trikotaj makineleri ve kauçuk sanayii
masnuatından olan ayakkabıları hariçtir.)
2 - Bir cemaat için (bir köy ve mahalle veya cemaate ait
kullanılmış eşya): A: Bütün mektep eşyası;
B: Bütün
cami eşyası;
C: Vakıflara ait eşya ve mahsuller;
Ç: Köy ve mahalle
odası eşyası, hatıralar ve cemaate yadigâr eşya;
D: Köyün ve
mahallenin orta malı olan boğalar, aygırlar, tekeler, koçlar ve damızlık bütün hayvanlar;
E: Köy veya mahallenin
harman ve orak makinesi ve traktör gibi ortak zirai makine ve aletleri, köy değirmeni ve un fabrikası gibi müşterek sanat fabrika ve
makineleri.
Madde 32 -
Muhacirler ve mülteciler 31’inci madde haricinde menkul ve gayrimenkul mallarının bedeli veya ellerinde bulunan
nakitleri karşılığı Türkiye’de yapacakları sanat veya ticaret veya ziraat eşyası getirebilirler. Bu yolda
getirilecek eşya, gümrük ve sair resimlere
tabidir. Ancak bu eşyanın şeker, benzin, petrol, koza, ipek ve ipeklilerden ve Türkiye’de inhisara bağlı maddelerle trikotaj makineleri ve kauçuk sanayii
mahsullerinden olan ayakkabılardan olmaması şarttır.
Madde 33 - Hükümetçe memleket
iktisadiyatını korumak üzere alınan ve alınacak olan tedbirler 31’inci ve 32’nci maddelere göre hariçten
getirilebilecek eşya hakkında tatbik edilmez.
Madde 34 – 31 ve 32’nci
maddelerdeki muafiyetleri kazanabilmek, Türk vatandaşlığına girmek
için beyanname verip karşılığında bir kâğıt almağa ve getirilen
malların, muhacirlerin ve mültecilerin kendi malları olmasına vabestedir.
Sınırlarda belli kapılardan başka yollardan girmeğe mecbur kalmış olan
muhacirler ve mülteciler getirecekleri
mallar için bir beyanname verirler; aksi sabit oluncaya kadar bu beyannameler muafiyet için muteber
olur. Kapılardan gelecek
muhacirlerin ve mültecilerin nizamnamesinde şekil ve
mahiyetleri gösterilecek bir vesika göstermeleri yahut yalnız veya
toplu bir beyanname vermeleri kâfidir.
Türk vatandaşlığına girmekten
vazgeçen veya giremeyen
veya getirdikleri malların
kendi malları olmadığı anlaşılanlardan 31’inci maddeye göre affedilmiş
olan teklif ve resimler tam olarak
tahsil olunur. 32’nci maddeye göre geçirilmiş eşya için bu teklif ve resimler
iki kat alınır.
Muhacirlere ve mültecilere ait olmadığı halde bu kanunun
hükümlerinden istifade edilerek
geçirilecek gerek eşya ve hayvanlar
ve gerek sahipleri
1918 numaralı Kaçakçılık Kanunu hükümlerine tabi tutulur.
Madde 35 - Muhacirlerin ve
mültecilerin gümrüksüz olarak sokacakları malların değeri gümrükten
geçtiği yerin piyasasındaki toptan fiyata göre tayin olunur.
2 - Vergi ve resim muafiyeti
Madde 36 - A: Hariçten gelecek
muhacirlere, mültecilere pasaport,
vize ve eşya vesikası pulsuz,
parasız verilir.
B: Muhacirlerin, mültecilerin verecekleri veya kendilerine verilecek
beyanname, vesika ve sair evrak her türlü damga ve pul resminden
muaftır.
Madde 37 - Muhacirler, mülteciler, 12’nci maddeye
göre, 1 numaralı mıntıkada iskân edilenler, bir yerde yurtlandırılan göçebeler ve bir mıntıkadan öteki mıntıkaya Hükümetçe
nakledilip iskân edilenler aşağıdaki muafiyetlerden
istifade ederler.
1 – Vergi muafiyeti:
A – (1) Numaralı mıntıkaya iskân edilenler yerleştirildikleri yılsonundan
başlayarak beş yıl ve 2 numaralı
mıntıkada yerleştirilenler yurtlandırıldıkları yıldan başlayarak üç yıl toprak, yapı, kazanç ve yol vergilerinden
muaf tutulurlar. Yeni yapılar bina
vergisi kanunu muafiyetlerine tabidir.
B – Bu kanun hükümlerine göre Hükümetçe temlik edilen toprak ve
yapılardan bu temlik dolayısiyle veraset ve intikal vergisi ve farağ harcı ve resmi
alınmaz.
C – Noterlerce yapılacak borçlanma senetleri pula ve harç ve ücrete tabi
değildir. 2 – Tapu Muafiyeti
Bu kanuna göre gerek parasız ve gerek borçlu ve gerek peşin paralı olarak
verilen bütün yapı ve topraklar
harçsız, pulsuz tapuya bağlanarak senedi verilir. Temlik ve tefviz, kıymet takdiri, borçlanma ve ipotek konup
kaldırma muameleleri hiçbir harca, masrafa ve
pula tabi tutulamaz.
3 – Askerlik Muafiyeti
Madde 38 – A: Muhacirlerin askerlik
çağlarının başlangıcı geldikleri yılda nüfus kütüklerine geçen yaşlarına ve bu esasa
göre hesap olunur. Nüfus doğum kâğıtlarında doğumlarının
ay ve günü yazılı olmıyanların doğum günleri yılın Temmuzunun birinci günü sayılır.
B: Geldikleri yıl İkinci Kanunun birinde 22 yaşını bitirmiş olanlar muvazzaf hizmete tabi tutulmayıp yaşıtları efrat arasına ihtiyata geçirilirler.
Bu gibilerin, her ne sebeple olursa olsun, nüfus kütüğüne
yazılmalarının gecikmiş olması,
geldikleri zaman ve yaşlarına
göre başlıyacak olan askerlik çağlarını geciktirmez. Bunlar, nüfus kütüğüne yazıldıkları tarihten başlıyarak iki yıl
geçmedikçe talim, manevra ve başka iş için silah altına çağrılmazlar.
Geldikleri yıl İkinci kanunun birinde 22 yaşını bitirmemiş olanlar
muvazzaf hizmetini yapmağa mecbur
tutulurlar. Ancak bunlardan geldikleri tarihte (16:22 dâhil) yaşında olupta Hükümetçe iskân edilenlerin ve Hükümetin gösterdiği yerde yurt tutanların muvazzaflık hizmetleri, nüfus kütüğüne kaydolundukları tarihten başlıyarak, iki yıl geciktirilirler: Bu hizmetleri en yakın piyade kıtalarında yaptırılmak üzere altı aya
indirilir. Hükümetçe iskân edilmiyenler veya Hükümetin gösterdiği yerde
yurt tutmak istemiyenler yalnız iki yıllık geciktirme hakkından
istifade ederler.
C: Memleketlerindeki tahsilleri ihtiyat zabiti yetişecek
derecede olupta, geldikleri tarihte, 22 yaşını bitirmiş olanlarla memleketlerinde askerlik
yapmış ve fakat 22 yaşını bitirmemiş
bulunanlardan ihtiyat zabiti olmak istiyenler ve geldikleri tarihte, 22 yaşını bitirmemiş ve memleketlerinde askerlik
etmemiş olanlar iki yıl geciktirme hizmetinden
sonra 1076 numaralı kanun
hükümlerine tabi tutulurlar.
Ç: Muhacirler arasında önce tabi oldukları Hükümet ordusunda ihtiyat veya
muvazzaf zabit olanlardan lazım olan evsafı taşıyanlar, staja tabi tutularak, ihtiyat zabiti geçirilirler.
D: Umumi seferberlikte muafiyet yoktur.
Ancak nüfus kütüğüne
kaydolundukları tarihten başlıyarak üç ay geçmemiş olanların
silahaltına alınmaları üç ayın sonuna bırakılır.
E: Bir yıl içinde nüfus kütüğüne kayıtlarını yaptırmıyanlar yukarıdaki muafiyetten istifade edemezler.
F: Eski memleketlerinde askerlik ettiklerini veya bunun yerine bedel
verdiklerini tevsik edenler tekrar muvazzaf hizmete
tabi tutulmayıp yaşıtları
yerli efrat ile ihtiyata geçirilirler.
G: Türkiye içinde bir iskân mıntakasından diğer bir iskân mıntakasına
Hükümetçe naklolunarak yerleştirilen vatandaşlardan muvazzaf
hizmete tabi olupta bunu henüz yapmamış olanların bu hizmetleri,
yerleşecekleri yere vardıkları tarihten başlıyarak, iki yıl geciktirilir ve en yakın piyade kıtalarında yaptırılmak
üzere altı aya indirilir.
H: Kanunen muhacir
tanınmıyan mülteciler ve ecnebilerden Türk vatandaşlığına girenler,
vatandaşlığa alındıkları
tarihte hangi yaşta iseler o yaştaki yerli efrat gibi askerliklerini yaparlar.
FASIL: VI
Mali Hükümler
Madde 39 – I: 1 ve 2 numaralı
mıntıkalarda 12 ve 13. maddelere
mutabık olarak hükümetçe iskân
edilmiş veya edilecek mültecilere, göçebelere ve naklolunanlara 885 numaralı kanun hükümlerine göre verilmiş
veya bu kanun hükümlerine göre verilecek olan iskân haddi dâhilindeki mütedavil sermaye sanat ve ziraat,
alât ve edevatı, hayvanlar, koşum
ve araba takımları, tohumluklar ve 1 numaralı mıntıkalardakilere
iskân haddi içinde verilmiş veya verilecek topraklar ve yapılar
parasızdır. Bunlardan önce borçlanmış
olanlardan tahsil edilmeyen taksitler tahsil olunmaz ve tahsil edilenler de geri
verilmez.
Tevzii cetvelinin 3. bendine göre verilen
topraklar da parasızdır.
II: 2 numaralı mıntıkada 885 numaralı kanun hükümlerine göre iskân
edilmiş veya bu kanun hükümlerine göre iskân edilecek
muhacirlere, mültecilere, göçebelere ve naklolunanlara
verilmiş veya verilecek yapılar ve topraklar borçlanmağa tabidir.
Borçlanma muameleleri Dâhiliye,
tahsilât, tahsili emval kanununa göre Maliye Vekâletince yaptırılır.
III: Borçlanma, iskânın sekizinci yılının Eylül’ünden başlamak ve yirmi
yılda ve kırk müsavi taksitte ödenmek
üzere yapılır. Borç, yirmi sekizinci yılsonunda tamamen tahsil edilmiş
olur.
Peşin verenlerin borçlarının yarısı affolunur.
Bu kanundan önce iskân edilmiş
olan muhacirlere, mültecilere, nakledilenlere ve göçebelere borçla iskân haddi içinde
verilmiş olan topraklar ve yapıların bedeli iskân edildikleri tarihten sonra, sekizinci yılın Eylül’ünden başlamak
üzere yirmi yılda kırk müsavi taksitte
tahsil olunur.
Madde 40 - İskân ameliyat ve
inşaatı için, her yılın tahakkuk edecek miktarı, o yıl bütçesinden verilmek üzere, gelecek yıllara
sarî taahhütler yapmağa
Hükümet salâhiyetlidir.
Madde 41 - Her yıl, Dâhiliye
Vekâleti bütçesine ayrı bir fasıl halinde, bu kanunda yazılan işleri görmeğe
kâfi miktarda tahsisat
konulur.
FASIL: VII
İskân Komisyonu
Madde 42 – Dâhiliye
Vekilliği’nde vekilin veya tevkil edeceği zatın reisliği altında Dâhiliye,
Sıhhat ve İçtimai Muavenet, Milli Müdafaa, Hariciye, Maliye, Maarif,
İktisat, Ziraat Vekillerince ve Ziraat Bankası’nca seçilecek zatlardan ve vukuf ve ihtisaslarından
istifade edilmek üzere, Dâhiliye Vekâleti’nce hariçten alınacak ve en çok üç zattan müteşekkil merkezî iskân komisyonu bulunur.
Merkezî iskân komisyonu başlıca Türkiye’ye gelecek muhacirlerin veya
Türkiye’de naklolunacak vatandaşların
iktisadî, içtimaî, sıhhî vasıflara ve şartlara göre mürettep yerlerini
tetkik etmek, 1 ve 2 numaralı iskân mıntıkaları ve programları hakkında
tetkiklerde bulunmak, iskâna yarayacak toprak ve yapıları
araştırıp bulmak, muhacirlerin sevk ve şartlarını mütalaa
eylemek, iskân tahsisatının sarf yerleri hakkında mütalaada bulunmak, hariçten ve dâhilden yeni yurtlarına
yerleşecek olanların, sevkleri ve
müstahsil hale girinceye kadar bakımlarile alakadar olan Devlet daireleri
şubelerinin müzaheretlerini ve çalışma birliğini
yapmağa yarayan tedbirleri düşünmek gibi vazifelerle mükelleftir. Kararları istişarî
mahiyeti haizdir.
Merkez iskân komisyonunun çalışma tarzı, Dâhiliye
Vekâleti’nce tanzim ve İcra Vekilleri
Heyeti tarafından tasdik edilecek bir talimatname ile tespit olunur.
FASIL: VIII
İcraî Hükümler
Madde 43 - Muhacirlere, mültecilere, göçebelere ve naklolunanlara, yerleşecekleri kazaya eriştikleri günden başlıyarak en çok üç ay içinde istihkakları olan eldeki yapıların veya yerlerin ve toprakların tam
olarak dağıtılıp teslim ve tevzi defterlerinin
tapuya tevdi edilmiş
ve tapuca da tescilleri yapılarak
tapuları kendilerine verilmiş
olması mecburidir.
Çok miktarda birden toplu muhacir gelen kazalarda, Dâhiliye Vekili bu
müddeti altı ay daha uzatabilir.
Tahsisat verilen yerlerde,
istihsal vasıtalarının veya bedellerinin tam olarak veya tahsisat miktarına
göre kısmen üç ay
içinde verilmiş bulunması
mecburidir.
Muhacirlere ve naklolunanlara yapılacak yapıların veya yapı yardımlarının
yurt yerine vasıl olduklarından itibaren bir yıl ve göçebelere üç yıl içinde yapılması
mecburidir.
Zaruri hallerde idarei hususiyelerden, belediyelerden, köy sandıklarından ve imece suretiyle
halktan yardımlar temin olunabilir.
Bütün Hükümet memurları, her şeyden önce bu madde hükümlerini yapmağa
mecburdurlar.
Madde 44 - Muhacirlerin, mültecilerin, göçebelerin ve naklolunanların iskân edilmesinden
istihkaklarının eksiksiz olarak vaktinde dağıtılıp teslim olunmasından ve müstahsil
hale getirilmesinden vali ve kaymakamlar mesuldürler.
Vilayet ve kazada iskân teşkilatı varsa, bunlar vali ve kaymakamın
emrinde bu işleri görürler. İskân
teşkilatı olmıyan veya olup ta yetmiyen yerlerde vali ve kaymakamlar kendi vilayet ve kazaları Devlet, idarei
hususiye ve belediye memurlarından münasip gördüklerini
muhacirleri, mültecileri, göçebeleri ve naklolunanları yerleştirmek, bunlara verilecek yerleri ölçmek ve dağıtmak ve
inşaata bakmak gibi muhacir ve iskân ve nakil
işlerine memur etmeğe salâhiyetlidirler. Bu memurlar her şeyden önce bu işleri yapmağa mecburdurlar.
Madde 45 - Valiler,
kaymakamlar bu kanun hükümlerini, İcra Vekilleri Heyetince veya Dâhiliye Vekilliğince verilecek talimat ve emirleri dikkat ve ehemmiyetle tatbik
ve takip etmeğe, nahiye müdürleri,
emniyet memurları ve jandarma bu emir ve talimatlara istinaden vali ve kaymakamlardan verilecek emirleri dikkat ve
ehemmiyetle ve azami süratle yapmağa
mecburdurlar. Yapmayan veya yapamayan veya yaptıramayan veya bunda dikkatsizlik ve gevşeklik gösterenler vazifeden
çıkarılırlar.
Madde 46 – 43, 44 ve 45’inci
maddelerdeki mecburiyetleri yapmayan, bu maddelere muhalif hareket eden ve iskân işlerinde gevşeklik
gösteren memurlar hakkında
kaymakamlar on beş günlüğe ve valiler bir aylığa kadar para cezası kesmeğe salâhiyetlidirler.
Madde 47 - Umumi Müfettişlik teşkilatı
olan mıntıkalarda umumi müfettişler muhacirlerin, mültecilerin, naklolunanların
ve göçebelerin muayyen müddetlerde iskân ettirilip müstahsil
hale gelmelerinden birinci derecede
mesuldürler.
FASIL: IX
Müteferrik hükümler
Madde 48 – 18 Teşrinievvel
1912 tarihinden bu kanunun neşri tarihine kadar Trakya’da iskân edilip tapusu verilmiş olan
gayrimenkul sahiplerinden boş kalmış yerlere yeniden Hükümetçe iskân edilmiş olanlar namına tapu senedi verilir ve
bunların eski kayıtları terkin olunur.
Bu gayrimenkullerin sahipleri
zuhur eder ve başka bir yere iskân edilmediği de anlaşılırsa kendilerine yeni muhacir
gibi toprak ve yapı verilir.
Madde 49 -.Bu kanunun
icra sureti nizamname
ve talimatnamelerle tayin olunur. Muhacirlerin, mültecilerin ve bu kanun hükümlerine göre, 1 veya 2 numaralı
mıntıkalardan naklolunup yerleştirilenlerin bu kanundaki muafiyetlerden
istifade etmek üzere ne yolda hareket edecekleri bu nizamnamelerde
gösterilir.
Madde 50 – 31 Mayıs 1926 tarih
ve 885 numaralı, 3/4/1933 tarih ve 2263 numaralı, mahalli iskânlarını bilamezuniyet tebdil eden muhacir ve
mültecilerle aşair hakkında 28 İkinci
Teşrin 1341 tarih ve 675 numaralı kanunlar, 22/III/1934 tarih ve 2396 numaralı muhacir ve mültecilerin gümrük muafiyeti
hakkındaki kanunun muvakkat maddesinden maadaki maddeleri, 2 Haziran 1929 tarih ve
1507 numaralı Askerlik Mükellefiyeti Kanununun
muaddel ikinci maddesinin bu kanunun 38’inci
maddesine mugayir hükümleri
ve bu kanuna muvafık olmıyan bütün hükümler kaldırılmıştır.
Madde 51
– Bu kanun neşri tarihinden muteberdir.
Madde 52 – Bu
kanunun hükümlerini icraya İcra Vekilleri Heyeti memurdur. 17’inci
maddeye ilişik ( Toprak Tevzi Cetveli)
I – Ziraat topraklarında:
A: İki nüfuslu bir aileye:
En az dekar |
En çok dekar |
|
30 |
45 |
İyi topraklardan |
45 |
60 |
Orta topraklardan |
60 |
90 |
Aşağı topraklardan |
B: İkiden
fazla her nüfus için aşağıdaki miktarlar ilave olunur:
En az dekar |
En çok dekar |
|
10 |
15 |
İyi topraklardan |
15 |
20 |
Orta topraklardan |
20 |
30 |
Aşağı topraklardan |
II – A: İki nüfuslu
bir aileye:
Kasaba ve şehir civarında sulu bostan yerleri ile kürümlü bağ ve yetişkin
ve verimli narenciye bahçesi,
zeytinlik, dutluk, fidanlık
ve her nevi meyva bahçelerinden:
En az dekar En çok dekar
6 15
B: İkiden fazla her nüfus
için iki dekar arttırılır.
III
– Bir aileye yukarıdaki 1 veya 2. bendlerdeki yerlerin
birisinden veya bu hesaplara göre bir
nispet dahilinde her ikisinden toprak verilmekle beraber, beher aileye bağ ve meyvalık yapmak üzere 2-5 dekar bağ ve
meyva yeri verilir. Ancak bu yerler üç yıl içinde bağ ve meyvalık
yapılmadığı takdirde geri alınır.
İki yıl zarfında verilen
bağ ve meyvalık yerlerini imar edenlere talip olurlarsa yeniden
10 dekar bağ ve meyvalık
yeri verilebilir. Ancak üç yıl içinde imar edemedikleri kısımlar geri alınır. İstirdat müddeti
hastalar için iyi olduklarından ve küçükler için rüşt yaşına girdiklerinden itibaren hesap olunur.
Bütün yerlilere ve ihtiyaçsız muhacirlere de aynı suretle
bağ yeri ve meyvalık verilebilir.
Bu topraklar, imarı müteakip, müddete
bakılmaksızın tapuya bağlanır.
IV
– Muhacir ve mültecilerden yüksek mektep mezunları ile
Türkiye’ye veya Türk milletine iyi
hizmetleri geçtiği hükümetçe tasdik olunanlar için birinci ve ikinci ve üçüncü fıkralardaki
miktarlar bir misli ve lise ve bu derecedeki mektep mezunlarına üçte iki
ve orta mektep mezunlarına üçte bir
fazlası ile verilir.
V
– Bir numaralı mıntıkaya iskân edilen mütekaitlerin ve
2 ve 3 numaralı mıntıkalardan 1
numaralı mıntıkaya naklolunan Türk ırk ve kültürüne mensup olanların yüksek
lise veya bu derecedeki mektep ve
orta mektep mezunlarına da hisseleri dördüncü bentteki fazlaları ile beraber verilir.
Bu kanunun
bazı maddelerinde, daha sonraki yıllarda
değişiklik yapılmıştır.
EK III. Göçmenlerden Bir Grup Eşyalarıyla Yaya Olarak Geliyorlar.
Cumhuriyet Gazetesi,
5 Mayıs 1936.
Vapurlarla Gelen Göçmenler.
Mübadele Dergisi, Sayı 1, Samsun, 2003.
Cumhuriyet Gazetesi 29 Eylül
1935
EK. IV Göçmen Köylerinden İki Örnek. Cumhuriyet Gazetesi
30 Ağustos 1933
Akşam Gazetesi, 23 Kanunievvel 1935
EK
V. Modern Bir Göçmen Evi. Ulus Gazetesi
29 İlk Teşrin 1936
EK VI. Trakya’da Yapılacak
Muhacir Evleri Krokisi. BCA, 030.10
72. 474. 6
CEPHE
İller Aile sayısı Nüfus Ev Dükkan Arsa Toprak/Dönüm Bağ/Dönüm Bahçe/Dönüm Adana 1640 5862 1640 344 41 45187 2870 84 Afyonkarahisar 109 358 74 3472 58 Aksaray 1076 3186 747 22 13561 2178 2273 Amasya 475 2087 448 43 5 14887 1549 Ankara 185 925 135 159 56 16426 286 290 Antalya 1087 4015 1033 228 106780 939 Aydın 2264 8312 1893 201 144 97256 12466 Balıkesir 7541 25515 7018 1583 958 131541 606 906 Bilecik 771 2665 11308 2696 3393 Bolu 14 122 5 9 3131 Burdur 102 380 98 8 2403 330 57 Bursa 7082 31058 5317 719 1844 150221 4445 33885 Çamakkale 2143 9646 2709 152 8 87894 1091 3492 Çankırı 2 5 2 6 Çorum 428 1680 181 83 42 18697 297 150 C.Bereket 502 2396 486 48 16 13482 960 Denizli 490 1740 193 141 14511 Diyarbakır 3 8 2 4 296 Edirne 10354 24705 10354 128 243 400334 11998 3485 Elazığ 174 651 174 11484 Erzincan 272 945 272 11805 Eskişehir 855 1214 186 29 214 4633 1 Gaziantep 119 438 117 8082 Giresun 216 832 214 39 938 6118 Gümüşhane 17 130 839 11191 İçel 143 543 143 16 5674 32 İzmir 13234 62947 5000 3000 1000000 5000 5000 Isparta 264 984 254 39 6281 830 193 İstanbul 8610 33328 2553 2000 937441 12158 Kastamonu 97 333 94 27 771 13 Kayseri 1644 6150 1640 119 65244 3721 3008 Kırklareli 4729 19739 4437 192 151069 3005 Kocaeli 5071 17074 1688 295 27 111218 Konya 1021 4023 1021 156 33858 32 492 Kütahya 176 669 139 64 3 4145 Malatya 1 4 1 Manisa 3662 15468 2349 155 423 45572 22893 798 Maraş 103 842 103 5000 1711 274 Mersin 803 3091 680 115 11 23264 1075 942 Muğla 647 2401 641 99 27040 89 Niğde 3969 15750 120 134709 Ordu 332 1438 389 178 148 21174 24 Samsun 6288 23454 4209 511 544 112997 Sinop 225 920 204 41 8202 24 Sivas 486 1918 288 15 25636 Ş.Karahisar 1425 5617 1515 58450 Tekirdağ 6430 23221 3179 361 266 290571 18878 1722 Tokat 1630 6209 1325 25 75868 Trabzon 77 393 77 65 590 Urfa 1 3 1 Yozgat 1113 3911 598 67 3 56731 4 80100 Zonguldak 207 938 207 9 1542 3 Toplam 100309 380243 66872 11609 4996 4382567 98606 160324
Ek VII: MÜBADİLLERİN YERLEŞTİKLERİ İLLERE GÖRE AİLE VE NÜFUS
MİKTARI DAĞITILAN TAŞINMAZ
MALLAR 1924 - 1933
284
ÖZGEÇMİŞ
284 |
10 Mart 1978 yılında Elazığ’da
doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Elazığ’da tamamladıktan
sonra 1996 yılında Fırat Üniversitesi
Fen - Edebiyat fakültesi Tarih Bölümünde yüksek öğrenimime başladım. 2000
yılında mezun olduktan sonra Fırat Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisansa başladım. 2001 yılında Fırat Üniversitesi Tarih Bölümü’ne Araştırma
Görevlisi olarak girdim.
2003 yılında “Türkiye’de Tabii Afetler (1923 – 1950)”adlı tezimi tamamladım. Halen Fırat Üniversitesi İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü Araştırma
Görevlisi olarak görevimi
sürdürmekte olup evli ve bir çocuk annesiyim.