KAYNAK: https://atamdergi.gov.tr/tam-metin-pdf/677/tur
LOZAN BARIŞ ANDLAŞMASINA
GÖRE TÜRK-YUNAN NÜFUS MÜBADELESİ VE KONUNUN
T.B.M.M.'DE GÖRÜŞÜLMESİ[1]
GİRİŞ
11 Ekim 1922'de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile Türkiye
Büyük Millet Meclisi Hükümeü, "Misak-ı Milli" sınırlarına, Musul ve
Hatay hariç, ulaşmış bulunmaktaydı. Türkiye'nin diğer Batılı devletler gibi
tam bağımsızlık ve eşitlik statüsünü kazandığı yer ise Lozan olmuştur. Lozan
Barış Konferansı (20 Kasım 1922-24 Temmuz 1923) sonucu Türkiye, eşitliğini ve
egemenliğini bütün dünyaya kabul ettirmiş oluyordu. Müttefik devletlerle
imzalanan Lozan Banş Andlaşmasıyla, Musul, Hatay ve diğer bazı sorunlar
dışındaki bütün sorunlar çözümlenmiş ve Türkiye, bağımsız devletler arasındaki
yerini almıştır.
Lozan Barış Konferansı’nın ortaya çıkardığı
siyasi metinlerden biri de "Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin
Sözleşme ve Proto- koT'dür. Bu sözleşme ile gerçekleştirilen mübadele sırasında
yaklaşık olarak 350.000 Müslüman Türk ile 200.000 Hıristiyan Rum yaşadıkları
yerleri terketmek durumunda kalmışlardır. Mübadele, sözleşmenin imzalanmasından
kısa bir süre sonra başlamış ve her iki ülke için de yıllarca sorun
oluşturmuştur.
Bu çalışmada, mübadele konusunun Lozan’da ele alınışı,
konuyla ilgili Lozan görüşmelerinin ve imzalanan Mübadele Sözleşmesinin Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) ortaya çıkardığı tartışmalar İncelenmektedir.
Ayrıca, mübadele sırasında ortaya çıkan "etabli" ve Patrikhane
sorununa da değinilmektedir.
MÜBADELE
SORUNUNUN ORTAYA ÇIKIŞI
Osmanlı
İmparatorluğu tarihinde, özellikle 1978 Osmanlı-Rus savaşından sonra, önemli
göç olayları yaşanmıştır. Bu göçlerin nedeni, savaşlar dolayısıyla
İmparatorluğun toprak kaybetmesidir. Kaybedilen topraklardaki Türk-Müslüman
nüfus, elde kalan bölgelere göç etmişlerdir. Bu olay, Balkan savaşları
(1912-1913) döneminde artarak devam etmiştir.
Balkan
Savaşları dönemindeki göç olayları bir "nüfus mübadelesi"ni gündeme
getirmiştir. Mehmet Said Halim Paşa başkanlığındaki İttihad ve Terakki Hükümeti
ile Bulgaristan arasında imzalanan İstanbul Andlaş- ması (29 Eylül 1913) ile
mübadele, resmi bir çerçeveye bağlanmıştır. Göç olaylarım düzenleyen ilk
andlaşma olan İstanbul Andlaşm asıyla, gerçekleştirilecek olan ahali değişimi,
sınırın her iki yanında 15 km. mesafede oturanları kapsamaktaydı .
Osmanlı
İmparatorluğu'nu Bulgaristan ile nüfus mübadelesi yapmaya iten nedenlerden biri
zorunlu göç olayı ise, diğeri de Hıristiyan azınlıklardan kurtulma isteğidir.
"Bir uluslar mozaiği olan Osmanlı împaratorlu- ğu’nda özellikle Hıristiyan
"millet"ler duraklama döneminden bu yana Avrupa'nın büyük
devletlerinin müdahale nedeni olmuşlar, ayrıca Ondo- kuzuncu Yüzyılın başat
ideolojisi olan milliyetçilik fikirlerine koşut bir ulusal bilinç
geliştirdikleri için devletin kronik zayıflığını oluşturmuşlardı.
İmparatorluk'taki en son milliyetçi akım olan Jön Türkler, İmpara- torluk'taki
Hıristiyan azınlıklar ile Avrupa müdahalesini bir neden-sonuç ilişkisi
biçiminde algıladıklarından, İmparatorluğun egemenliğinin ön koşulu olarak bu
grupların oluşturduğu sorunu çözmeyi şart saymaktaydılar" [2] [3]. Bunun
sonucunda da İstanbul Andlaşmasından birkaç ay sonra, aynı nitelikte bir
andlaşma önerisi Yunanistan’a da yapılmıştır.
Yunanistan
1830’da bağımsızlığım kazandığı sırada, sınırları içinde türdeş bir Rum nüfusu
banndırmaktaydı. Tesalya, Makedonya, Girit, Epir de Ege Adalarının Yunanistan’a
geçmesiyle nüfus yapısındaki türdeşlik ve değişmeye başlamıştır. 1913’de
Balkan Savaşının bitmesiyle nüfusun etnik yapısı, 1830'daki durumdan oldukça
farklı bir görünüm kazanmıştır. Bu tarihte Yunanistan sınırlan içindeki Türk,
Ulah, Slav ve Arnavutların sayısı nüfusun % 20’sini bulmaktaydı. [4]
Yunanistan'ın
bağımsızlıktan sonraki amacı, sınırlan içinde yalnızca Yunanlıların yaşadığı
bir devlet oluşturmaktı. Yunanistan'ın devlet olarak amaçladığı sınırlar, Batı
Anadolu bölgesine kadar uzanmaktaydı [5]. Çizilen bu sımrlann ve
gerçekleştirilmek istenen nüfus yapısının ifadesi olan "Megali İdea"[6],
Yunanistan'ın izlediği dış politikanın başlıca unsuru olmuştur. Bu amaçla
Yunanistanda Osmanlı İmparatorluğu ile bir mübadele istiyordu. Ama
Yunanistan'ın amaçladığı mübadele, "Megali İdea" sınırlan dışındaki
Rumları kapsaması yönündeydi. Yunanistan, Batı Anadolu bölgesini kendi
sınırları içinde gördüğünden mübadelesini istediği Rumlar, Anadolu içlerindeki
Rumlardı[7].
İttihat ve Terakki Hükümeti İzmir Rumları ile
Makedonya Türklerini kapsayacak bir mübadeleyi Yunanistan'a önerdiği tarihte,
güvenlik gerekçesiyle Ege kıyılan ve Doğu Trakya'daki Rumlann Anadolu'ya
nakillerini kararlaştırmıştı. Dolayısıyla bu mübadele önerisi Yunanistan'ın
amaçlarına uygun değildi. Fakat İttihat ve Terakki’nin almış olduğu nakil
karan, Venizelos'un öneriyi kabullenmesine neden olmuştur [8]. Haziran 1914'de Osmanlı
İmparatorluğu ile Yunanistan arasındaki nüfus mübadelesiyle ilgili andlaşma
imzalandı ve mübadeleyi yürütecek bir Karma Komisyon oluşturuldu. Fakat
Birinci Dünya Savaşı’nm çıkmasıyla andlaşma uygulanamadı.
Birinci Dünya Savaşından Osmanlı İmparatorluğu yenik çıktı.
Müttefik Devletler ile Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalanan Mondros
Mütarekesi (30 Ekim 1918) sonrasında başlatılan işgallerle İmparatorluk
Müttefik Devletlerce parçalanmış oldu. 15 Mayıs 1919'da da Yunanlılar İzmir’e
asker çıkardı.
Yunanlıların İzmir’e çıkmasının ardından Anadolu’da bir
Türk Kurtuluş Savaşı başlamış oldu. 1919-1922 tarihleri arasında süren savaş,
Türkiye ile Müttefik Devletlerin Mudanya'da imzaladığı mütareke ile sona erdi.
Bu tarihten sonra Türkiye ile Yunanistan arasındaki durum da tama- miylc
değişmiş oldu. Savaş sırasında bir milyondan fazla Rum, Yunanistan'a
sığınmıştı ve Yunanistan ”Megali İdea" sınırlarım elde edememişti.
Türk Kurtuluş Savaşı’nm başarıya ulaşması,
savaş sonucu Yunanistan'ın yaşadığı yoğun Rum göçü, Yunanistan'ın nüfus mübadelesi
konusundaki görüşlerini değiştirmesine neden olmuştur. Yaşanan yoğun göç,
Yunanistan’ı ekonomik ve sosyal açıdan zor bir duruma sokmuştu. Bu ortam
içinde Yunanistan, Türkiye’nin önerdiği zorunlu mübadele önerisini kabul etmek
istemiyordu.
LOZAN BARIŞ KONFERANSINDA MÜBADELE SORUNU
Bağın" zlık Savaşını başarıyla yürütmüş
olan TBMM Hükümeti, Lo/~, ua yeni bir devlet olma kimliğini kabul ettirme
savaşı vermiştir. Bu nedenle Lozan’da bağımsızlığı zedeleyebilecek her şeye
karşı çok hassas davranmıştır. Kapitülasyonlar ve Osmanlı borçlarının tasfiyesi
konuları, görüşmeleri zaman zaman sertleştirmiş ve özellikle Kapitülasyonların
devamı konusundaki Müttefik Devletlerin ısrarı, Lozan görüşmelerini üç ay
kesintiye uğratmıştır. Görüşmeler sonunda imzalanan belgelerle TBMM Hükümeti,
diğer bağımsız devletlerle eşitlik statüsünü ve egemenlik hakkını kabul
ettirmiştir.
Bilindiği gibi Lozan Barış Konferansında bir
tarafta İngiliz İmparatorluğu, Fransa, Yunanistan, İtalya, Romanya,
Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı ve Amerika Birleşik Devletleri (gözlemci olarak)
temsilcileri, öte yanda TBMM Hükümeti temsilcileri yer almıştır. Konferansta
Türkiye’yi İsmet Paşa, Rıza Nur Bey ve Haşan Bey temsil etmişlerdir.
Lozan Barış Konferansında ağırlıklı olarak siyasal, mali ve
ekonomik konular görüşülmüştür. Türkiye ile Müttefik Devletler arasında imzalanan
Barış Andlaşmasmm ağırlığını da bu konular oluşturmaktadır. Ayrıca ulaşım ve
sağlık sorunları da bu metinde yer almıştır. İncelememizi oluşturan Mübadele
Sözleşmesi ise Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanmıştır.
a)
Mübadele
Sorununun Ele Alınışı
20 Kasım 1922 tarihinde başlayan Lozan Barış
Konferansı, kurulan üç komisyonla çalışmalarını yürütmüştür. Bunlar Ülke ve
Askerlik Sorunları Komisyonu ile Maliye ve İktisat Sorunları Komisyonu’dur.
Konferansın ilk oturumları yeni Türkiye Devi eti’niıı sınırlarının çizilmesine
yönelik oturumlardır. Konu, "Ülke ve Askerlik Sorunları
Komisyonu"nca ele alınmıştır. Komisyon aynı zamanda azınlıklar ve
Türk-Yunan nüfus mübadelesi sorunu ile de ilgilenmiştir.
Doğu Trakya simimin görüşülmeye başlanmasıyla
birlikte azınlıklar ve mübadele sorunu da tartışılmaya başlanmıştır. Özellikle
mübadele sorunu Türkiye ile Yunanistan arasındaki yoğun tartışmalara yol açmıştır.
Bu sorun hem Batı ve Doğu Trakya sınırlarının belirlenmesi bakımından, hem de
kimlerin azınlık statüsüne tabi olacağının belirlenmesi bakımından önemli
olmuştur.
Mübadele konusu, Ülke ve Askerlik Sorunları Komisyonu’nun i
Aralık 1922 tarihli oturumunda görüşülmeye başlanmıştır. Bundan Önceki
oturumlarda savaş sırasında yurtlarını terk eden Rumların ve Türklerin
durumları söz konusu edilmişse de bunlar daha çok Yunanistan'ın Doğu Trakya ve
İzmir üzerindeki iddiaları ile ilgilidir. Yunanistan temsilcisi Venizelos,
Osmanlı İmparatorluğu'nun 1914 yılının ilk aylarında Küçük Asya ve Doğu
Trakya'dan 450.000 Rumu zorla sınırdışı ettiğini daha 22 Kasını 1922 günlü
oturumda dile getirmiş ve ilk kez "mübadele" sözcüğünü de
kullanmıştır. Venizelos'a göre, sınır dışı etmelere bir çözüm bulmak için,
mübadelenin, kendisi ile Osmanlı Sadr-ı Azami arasında görüşülmesi
kararlaştırılmıştı. Brüksel'de yapılması planlanan görüşme,
g
Birinci Dünya Savaşı’nm başlamasıyla
gerçekleştirilememiştir .
Bir
yandan savaş sırasındaki göçler ve yakıp-yıkmalar, öte yandan "halkların
içiçe girmişlikten kurtarılmasının barışın kurulmasını sağlayabileceğine"
olan inanç, mübadeleyi gerekli kılmaktaydı [9] [10]. Mübadele, aynı zamanda etnik
yer değiştirmeler sonucu ortaya çıkan ekonomik sorunların çözümlenebilmesinin
yolu olarak da görülmekteydi.
Mübadele, Lozan'da sadece Türkiye ve Yunanistan'ın isteği
oile İma- mıştır. Konferansa katılan diğer ülkeler de yukarda sayılan
sorunların çözüm yolunu mübadelede görmekteydiler.
1
Aralık 1922 tarihli oturum, tümüyle mübadele sorununun görüşüldüğü bir oturum
olmuştur. İlk olarak Dr. Nansen nüfus mübadelesi konusundaki görüşlerini ve
önerilerini açıklamıştır. Dr. Nansen'in oturuma katılması ve görüş bildirmesi
de İngiliz temsilci Lord Curzoriun çağrısı üzerine gerçekleşmiştir [11] . Milletler
Cemiyeti'nin 1919'da oluşturduğu Uluslararası Muharecet Komisyonu'nun
başkanlığını da yapmış olan Dr. Nansen'in görüşleri, konunun uzmanı olması[12] bakımından
önem taşımaktadır.
Dr. Nansen, Türkiye ile Yunanistan arasında,
geciktirilmeden bir mübadele yapılmasını isteyen "dört büyük devletin
İstanbul'daki temsilcilerinden" çağn aldıktan sonra, konu ile ilgili
olarak temaslarda bulunduğunu belirtmektedir [13]. Türk ve Yunan makamlarıyla
görüşen Nansen, her iki ülkenin de mübadeleyi istedikleri sonucuna varmıştır.
Nansen'e göre mübadelenin ortaya çıkaracağı bir çok soruna karşılık (kimlerin
mübadele edileceği, mübadillerin bırakacağı mallann değerinin tesbiti,
tazminat ödemeleri vb.) sağlayacağı yararlar bu aşamada daha fazladır. Savaş dolayısıyla
çok sayıda insan zaten yer değiştirmiştir. Bu durum her iki ülkeye de ağır
ekonomik zorluklar yüklemektedir. Yunanistan'a göç etmiş bir milyona yakın
Rumun varlığı bile mübadelenin hem ekonomik hem de insani yönünü
göstermektedir. Bu yer değiştirmeler nedeniyle, Türkiye'de işlenebilecek durumdaki
tanm arazileri işlenememektedir. Mübadelenin geciktirilmeden
gerçekleştirilmesi durumunda hem bu sağlanmış olacak, hem de Yunanistan'a
sığman göçmenleri yerleştirme olanağı doğacaktır [14].
Dr. Nansen, Türk-Yunan mübadele andlaşması için daha önce uygulanan
Bulgar-Yunan andlaşmasımn örnek alınmasını önermiştir. Bu and- laşmada bir
takım değişikliklerin yapılmasıyla iki ülke arasındaki mübadele de başarıyla
yürütülebilir. Dr. Nansen'e göre mübadele andlaşması genel hükümleri
kapsamalıdır; ayrıntılarla ilgili Özel yönetmeliklerin hazırlanması,
oluşturulacak Kamıa Komisyon'a bırakılabilir [15]. Bu Karma Komisyon'da her iki
ülkenin birer temsilciyle, Milletler Cemiyeti Mecli- si'nce atanmış iki
temsilciden oluşmalıdır. Bulgar-Yuan mübadelesinde uygulanan bu yöntemle
mübadele, başarıyla yürütülmüştür.
Dr. Nansen bu Önerisiyle Milletler Cemiyeti'ni
işin içine sokmuş oluyordu. Oysa bu cemiyete TBMM hükümeti henüz üye değildir.
Dolayısıyla Milletler Cemiyeti’nin devreye sokulması Türk Temsilcileri
rahatsız etmiştir. Bundan dolayı İsmet Paşa, Dr. Nanseriin raporunu, "bir
özel kişinin raporu saydığını" belirtmiştir [16]. Türk görevlileriyle Dr.
Nansen’in Konferans öncesinde yaptığı görüşmelerin bir sonuca ulaşamamasını da
buna kanıt olarak göstermiştir.
İsmet Paşa, mübadele sorunu ile azınlıklar
sorununun birlikte ele alınması gerektiğini belirterek, Ülke ve Askerlik
Sorunları Komisyonu iki sorunun birbirine bağlı olduğunu kabul ederse mübadele
konusunda Türk Temsilci Heyetinin görüşlerini açıklayacağını söylemiştir. İsmet
Paşa'ya göre bu sorunun görüşülmesi için henüz erkendir; bundan dolayı Türk tarafı
mübadele konusundaki görüşlerini daha sonraki oturumlarda açıklayacaktır.
Yunanistan Temsilcisi Venizelos ise özellikle
ekim mevsimi geçmeden mübadelenin başlaması gerektiği görüşündedir. Israrlı
tutumlar karşısında İsmet Paşa, mübadele konusundaki Türk tarafının
görüşlerini genel iratlarıyla açıklamak durumunda kalmıştır. Öncelikle Doğu
Trakya'nın 30 Kasım’da teslim edilmesinden dolayı boşaltılmış köylerin kaç kişi
barındırabileceğini tesbit etmenin hemen olamayacağını belirt
miştir. Anadolu'da binlerce
evsiz-barksız Türk vardır. En azından şimdilik, Yunanistan'daki Müslümanlar
evlerinde oturmaktadırlar. Bu nedenle, bir mübadele yapılacaksa bu, İzmir ve
İstanbul'u da içine almak koşuluyla bütün Rum nüfusunu kapsamalıdır [17].
Yunanistan'ın mübadele konusundaki en önemli
ısran mübadelenin isteğe bağlı olarak gerçekleştirilmesi olmuştur. Bunun en
önemli gerekçesi de Birinci Dünya Savaşından beri Yunanistan'a sığınan bir
milyona yakın göçmendir. Yunanistan bu göçmenler nedeniyle zaten zor bir
duruma düşmüştür. Ayrıca Türkiye sınırları içinde kalan Rumların da zorunlu
mübadele ile Yunanistan'a göçmesi, altından kalkılamayacak kadar ağır bir yük
getirmektedir. Venizelos’a göre "böyle bir sınır dışı ediş, benzeri
görülmemiş siyasal, ekonomik ve sosyal bir yıkım" demektir[18].
İngiliz temsilci Lord Curzon da mübadelenin
zorunlu olması taraftandır. Bu görüşünü de mübadelenin bir an önce
yapılmasındaki gerekliliğe bağlamaktadır. Mübadelenin gönüllü olması durumunda
bunun aylar alabileceğinden endişe duymaktadır.
Lord Curzon yaptığı konuşmada konumuz
açısından önemli olabilecek rakamlar da vermektedir. Curzon'un verdiği
bilgilere göre Küçük Asya'da 450.000 Rum kalmışken, Yunanistan'daki Türk
nüfusu 450-480 bin kadardır. Curzon Türkiye’deki Rum nüfusunu hesaplarken
İstanbul'daki Rumları bunun dışında tutmuştur. İstanbul'la ilgili verdiği rakam
1914 yılına ait 400 bin Rum nüfusudur. Fakat bu nüfus içinde Yunanistan’a göç
eden önemli bir kesim vardır. Öte yandan Yunanistan'daki Türk nüfus içine Batı
Trakya'daki 124.000 Türk dahil edilmiştir.
Mübadelenin zorunlu olması
fikrini destekleyen Curzon, İstanbul'daki Rumların bunun dışında tutulması
gerektiğini söylemektedir. Çünkü Curzon'a göre "bu Rum nüfusun smırdışı
edilmesi, Türkiye’nin kendisi için de ekonomik ve endüstriyel bir kayıp
olacaktır" [19].
Curzon’un verdiği rakamlara
İsmet Paşa itiraz etmiştir. Kendisi kesin bir rakam vermemekle birlikte 1914’te
OsmanlI İmparatorluğu’nda hiç bir zaman 1.600.000 Rum un yaşamadığını
belirtmekle yetinmiştir. Ayrıca İsmet Paşa'ya göre Yunanistan'daki Türk nüfusla
ilgili rakam gerçeğin çok altındadır [20].
b)
Azınlıklar
Sorunu, ile Mübadelenin İlişkilendirilmesi
Lozan
Banş Konferansı görüşmelerinde azınlıklar sorunu ile mübadele sorunu çoğu
zaman birlikte tartışılmıştır. Bu durum özellikle Türk tarafının sorunu ortaya koyuş
biçiminden kaynaklanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde azınlıklara
tanınan ayrıcalıklar, Türk temsilcilerini bu konuda kesin bir tavır almaya
zorlamış ve mübadele ile, azınlık diye nitelenen Hıristiyan unsurlardan
kurtulmak, sorunun çözüm yolu olarak görülmüştür.
Ülke
ve Askerlik Sorunlan Komisyonu'nun 12 Aralık 1922 tarihli oturumunda
azınlıklar sorunu tartışılırken mübadele sorunu da gündeme getirilmiştir.
Yunanistan ve müttefikleri özellikle İstanbul’daki Rumlan mübadele dışı tutmak
istediklerinden, azınlıklar sorununa önemle eğilmişlerdir. Müttefik Devletler
İstanbul'daki Rumlara karşılık Batı Trakya'daki Türklerin mübadele dışı
tutulmasını önermişlerdir. Dolayısıyla azınlıklar sorununu, çözümlenmesi
gereken önemli bir sorun olarak görmektedirler.
Oysa
Türk tarafı azınlıklar sorununun halledilmesinde en büyük engel olarak
Hıristiyan Rum unsurunu görmektedir. Türk Temsilcilere göre Ermeni sorunu
Ermenistan ile yapılan andlaşma gereği çözümlendiğinden, azınlık statüsüne
sahip olabilecek tek unsur Rumlardır. Kültler ise Müslüman olduklarından Türk
tarafınca azınlık olarak görülmemektedirler. Bundan dolayı Türk tarafı zorunlu
mübadele ile Hıristiyan Rum unsurlardan kurtulmak isteğindedir. Böylece "
yabancı müdahalesinden" ve "dışardan kışkırtmalardan"
kurtulunmuş olunacaktır 20.
Azınlıklar
sorununun görüşülmeye devam edildiği 31 Aralık 1922’deki oturumda İsmet Paşa,
azınlıklar sorununun çözümünün zorunlu mübadele olduğu üzerinde ısrarla
durmaya devam etmiş ve mübadelenin İstanbul’daki Rumları da kapsaması
gerektiğini belirtmiştir. Görüşmeler sonunda İsmet Paşa, Yunanistan’dan göç
edecek Türklerin orada bırakacakları taşınır ve taşınmaz mallara karşılık
alınacak bir tazminata karşılık İstanbul’daki İstanbul doğumlu 200.000 Rumun
kalabileceğini kabul etmiştir 21. Böylece Türk tarafı Konferansın
başından beri savunduğu mübadelenin bütün Rumları kapsaması görüşünden
vazgeçmiş oluyordu.
Tazminat isteminin yanı sıra İstanbul'da kalacak Rumlar
konusunda Türk tarafının ileri sürdüğü diğer bir şart da Patrikliğin
İstanbul’dan uzaklaştırılmasıdır [22]. Fakat
Venizelos ile birlikte Curzon da bu şartlan oldukça ağır bulmuşlardır.
İsmet
Paşa, mübadelenin zorunlu olması fikrinin Türk tarafına mal edilmesinin de
doğru olmadığını belirtme gereği duymuştur. Mübadelenin zorunlu olması fikri
İsmet Paşa'ya göre -resmi sıfatı olmayan- Dr. Nansen'e aittir ve Dr. Nanserii
de Konferansa davet eden Yunanistan ve müttefikleridir [23].
Yunanistan
ise her fırsatta zorunlu mübadeleyi istemediğini belirtmiştir. Fakat bunun
için de birtakım şartlar öne sürmekten vazgeçmemiştir. Bu şartların başında
gelen ise Yunanistan'a savaş sırasında göç eden Rumlara, isterlerse geri dönüş
olanağının tanınmasıdır. Ayrıca gerek Türkiye'deki Rumların ve gerekse
Yunanistan’daki Türklerin göçe zorlanmaması, İstanbul'daki Rumların bu şehirde
oturmaya devam etmeleri ve karşılıklı olarak azınlık haklarının tanınması da
zorunlu mübadeleden vazgeçilmesinin şartı olarak sayılmıştır [24].
İngiltere'nin diğer temsilcisi Sir Horace Rumbold da
mübadelenin zorunlu olması fikrinin Türk tarafına ait olduğunu belirtmiştir.
Rumbold, Küçük Asya'dan kütle halinde göçlerin başlamasıyla birlikte, İstanbul'daki
Müttefik Yüksek Komiserliği’nin sorunla ilgilendiğini, İstanbul'da bulunan Dr.
Nansen’e danışıldığını belirterek mübadele fikrinin Dr. Nansen'den geldiğini
söylemiştir. Fakat Yüksek Komiserlik, sorunun Konferansta çözülmesi gerektiğini
belirtmiştir. Bu arada Dr. Nansen'in İstanbul’daki Ankara Hükümeti temsilcisi
Hamit Bey'e başvurmasıyla Ankara'nın görüşü öğrenilmiştir. Ankara'nın görüşü de
"nüfus mübadelesinin, ancak zorunlu bir mübadele ilkesine dayanırsa
düşünülebilece- ği"dir[25].
e) Alt-Komisyon'dakl
Görüşmeler
Ülke ve Askerlik Sorunları
Komisyonu, sivil rehinelerin geri verilmesi, savaş tutsaklarının mübadelesi ve
nüfus mübadelesi sorunlarıyla ilgilenmesi için bir alt-komisyon oluşturmuştur.
Bu all-komisyon, söz konusu sorunlar! Konferansın bilmesini beklemeden
çözmekle görevlendirilmiştir.
Alt-Komisyondaki görüşmelerle ilgili ilk
açıklamayı komisyona başkanlık eden İtalyan temsilci M. Montagna, 10 Ocak 1923
tarihinde Ülke ve Askerlik Sorunları Komisyonu'nda yapmıştır. Montagna’nın
belirttiğine göre Alt-Komisyonda mübadele ile ilgili önemli görüş birliği
sağlanmıştır. Yunanistan’ın itirazına karşılık mübadelenin zorunlu olması, diğer
ülkeler tarafından da kabul edilmiştir. Batı Trakya'daki Türkler ile
İstanbul’daki Rumların mübadele dışında tutulmasında anlaşmaya varılmıştır.
Türk tarafı bu konuda bir sınırlama getirilmesi görüşünden vazgeçmiştir. Bu
görüş, 30 Ekim 1918'den sonra İstanbul’a yerleşmiş olan Rumların, mübadeleye
tabi tutulmasıdır. Asıl uzlaşılamayan konu ise Patrikhane sorunu olmuştur.
Yunanistan ve müttefikleri Patrikliğin İstanbul’da kalması gerektiğini savunurken
Türk temsilci heyeti ısrarla, Patrikliğin İstanbul, dışına çıkarılmasını
istemiştir. Sorun Alt-Komisyonda bir çözüme kavuştum, bunadığından Komisyona
havale edilmesi kararlaştırılmıştır. 26
Patriklik sorunuyla ilgili
olarak Müttefik Temsilci Heyetleri adına konuşan Curzon, Patrikliğin
İstanbul'dan çıkarılmasını "uygarlık dünyasının vicdanını yaralayan"
bir olay olarak nitelemiştir 27. Müttefik devletler Patrikliğin
İstanbul'dan çıkarılmasına şiddetle karşıdırlar. Curzon bu sorunun çözümü için,
Türkiye'nin egemenlik haklarına müdahale olarak gördüğü, Patrikliğin siyasal
alanlarla yönetim alanlarındaki bütün yetkilerinin elinden alınarak sadece,
ruhani konularla ve kilise işleriyle ilgili olarak sorumluluğunun devam etmesi
şartıyla, İstanbul'da kalmasını önermiştir.
Venizelos'un da bu görüşe
katıldığım bildirmesinden sonra söz alan İsmet Paşa, İstanbul'daki Rumların
mübadele dışı tutulmasının kabulünden sonra Patrikliğin İsianbul dışına
çıkarılması önerisinden de vazgeç-
miştir [28] [29]. İsmet Paşa,
bu konuda Türk tarafının endişelerine karşılık Müttefik Temsilci Heyetlerinin
ve Yunan Temsilci Heyetinin yapmış olduğu konuşmaları garanti senedi saydığını
da eklemiştir.
Alt-Komisyonun mübadele konusunda hazırladığı sözleşme
taslağı, Tl Ocak 1923 günlü oturumda Ülke ve Askerlik Sorunları
Komisyonu toplantısında Komisyona sunulmuştur. Bu taslak her iki ülkenin
verdiği tavizlerin sonucunda hazırlanmış oluyordu.
Türk tarafı, sımrdışı edilecek Yunanlıların
bir daha Türkiye'ye dönmelerinin yasaklanmasından ve "Batı Trakya"
olarak adlandırılan bölgenin Yunanistan’ın düşündüğünden daha geniş bir alanı
kapsadığı görüşünden vazgeçmiştir. Yunanistan ise Müslümanların mülkiyetindeki
taşınmazların kamulaştırılmasında 1912 tarihli kanun uyarınca alınmış olan
tedbirler konusunda uzlaşıcı bir tutuma razı olmuştur. İstanbul bölgesinin
sınırlan Şehremaneti bölgesi alanı ile smırlandınlmış, özel kişilerin
mallarına uygulanan tasfiye işleminin dinsel toplulukların mallanna da
uygulanması kabul edilmiştir . Mübadele işleriyle uğraşmak üzere bir Karma
Komisyon kurulması benimsenmiştir. Komisyonun dört Türk ve dört Yunan
temsilcisi ile Milletler Cemiyetinin seçeceği üç üyeden oluşması öngörülmüştür. /
Böylece mübadele ile uğraşan Alt-Komisyon
sorunu bir çözüme bağlamış oluyor ve bir sözleşme metni ortaya çıkanyordu.
MÜBADELEYE İLİŞKİN SÖZLEŞME
Lozan Banş Konferansı'nda 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan
"Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve
Protokol" [30], Ülke ve
Askerlik Sorunları Komisyonu Alt-Komisyonunca hazırlanan taslaktır. Zaten bu
taslağın ortaya çıkmasından sonra Konferansta mübadele sorunu çözümlenmiş
sayıldığından yeniden görüşme konusu olmamıştır.
Yunan Temsilci Heyetinden E.K. Venizelos ve D.
Caclanıanos ile Türk Temsilci Heyetinden İsmet Paşa, Dr. Rıza Nur Bey ve Haşan
Bey'in imzaladığı Sözleşme ve Protokol ondokuz madde ve bir protokolden
oluşmaktadır.
Sözleşmeye
göre mübadeleye Türkiye'deki Rum Ortodoks dininden Türk uyrukları ile
Yunanistan’daki Müslüman dininden Yunan uyruklar tabi tutulmuştur (m. 1).
Mübadelenin en önemli özelliği zorunlu olmasıdır. Fakat sözleşme ile
İstanbul’un Rum ahalisi ile Batı Trakya'daki Müslüman ahali mübadele dışı
tutulmuştur (m. 2). Mübadele dışı tutulacaklar yine ikinci maddede belirtildiği
gibi, İstanbul için Şehremaneti sınırları içinde 30 Ekim 1918 tarihinden önce
yerleşmiş (etablis) Rumlar ve Batı Trakya için 1913 tarihli Bükreş Andlaşmasmm
çizdiği sınırın doğusunda yerleşmiş olan Türkler olacaktır.
19.12
tarihinden sonra göç etmesi gerekenler ya da göç edenler "göçmen"
olarak nitelendirilerek mübadele kapsamına alınmıştır (m. 3). Mübadele
edileceklere hiç bir engel çıkartılmayacak (m. 5) ve Türkiye'de alıkonulmuş
vücutca sağlam Rumlar Türkiye'den gönderilecek ilk kafileyi oluşturacaktır (m.
4). Mübadiller bulundukları ülkenin uyrukluğunu yitirecekler ve varış ülkesine
ayak bastıkları anda o ülkenin uyrukluğunu kazanmış sayılacaklardır (m. 7).
Mübadiller
ve topluluklar (camiler, kiliseler, demekler vb.) taşınır mallarım hiç bir
kısıtlamaya tabi olmadan yanlarında götürebileceklerdir. Götürülmek istenmeyen
taşınır mallar için, yerel makamlar değer tesbiti yapacaklar ve bununla ilgili
olarak dört nüsha tutanak hazırlayarak birini kendilerinde alıkoyarak, birini
göçmene, birini Karma Komisyona ve birini de göç edilecek ülke hükümetine
vereceklerdir (m. 8). Taşınmaz malların tasfiyesi ile Karma Komisyon
görevlendirilmiştir (m. 9). Mübadele kapsamına girenlere ait bütün taşınır ve
taşınmaz mallar üzerinde daha önce konmuş olan her türlü kısıtlayıcı hüküm yok
sayılacak, değer teshilleri buna göre yapılacaktır (m. 10).
Onbirinci
madde ile Karma Komisyohun kuruluşu düzenlenmiştir. Karma Komisyon, sözleşmenin
yürürlüğe girmesinden sonraki bir ay içinde, Türk ve Yunan tarafından dörder ve
1914-1918 Savaşma katılmamış devletlerin uyrukları arasından Milletler
Cemiyeti Meclisince seçilecek üç üyeden oluşacaktır. Alt-Komisyonlar
oluşturabilecek olan Karma Komisyon, göçü denetlemek, taşınır ve taşınmaz
malların tasfiyesini gerçekleştirmek, sözleşmenin gerektireceği tedbirleri
almak ve çıkacak diğer sorunları karara bağlamakla görevlendirilmiştir (m. 12).
Komisyon, mübadilin göç ettiği, ülkede bıraktığı mallara
karşılık, borç tutarını gösteren bir belgeyi mübadile verecektir. Bu belgede
belirlenen tutar kadar göç edilen ülkenin göç edilecek ülkeye karşı bir borcu
olacaktır. Göçmen, gittiği ülkede, elindeki belge tutan kadar mal alma hakkına
sahip olacaktır (m. 14). Tasfiye işlemlerinin bitmesinden sonra iki ülkenin
borçları ve alacakları karşılaştınlacaktır. Karşılaştırmadan sonra borçlu
durumda kalan ülke, borcunu peşin para ile ödemekle yükümlüdür (m. 14). Ödeme
süresi ile ilgili düzenleme yapma yetkisi Karma Komisyon'da olacaktır.
Mübadillere gidişlerinde gerekli kolaylıkların sağlanması,
mübadele dışı tutulanlar hakkında hiç bir baskı ve kısıtlamaya gidilmeyeceği ve
mübadele sözleşmesinin taraflarca onanmasından sonra yürürlüğe gireceği de
diğer maddelerle düzenlenmiştir.
İsmet Paşa, Dr. Rıza Nur ve Haşan Bey'in
imzaladığı protokol gereği de, sözleşmenin birinci maddesindeki hükmün uygulama
alanı dışında kalmak üzere, dördüncü maddede düzenlenen, vücutca sağlam
erkeklerin serbest bırakılması, Türkiye tarafından, Barış Andlaşması imzalanır
imzalanmaz gerçekleştirilecektir.
LOZAN BARIŞ KONFERANSI'NIN BİRİNCİ DÖNEMİYLE İLGİLİ
TBMM’NDE YAPILAN GÖRÜŞMELER
20 Kasım 1922'de başlayan Lozan Barış
Konferansı görüşmeleri, ağırlıklı olarak Musul sorunu ile iktisadi ve mali
konularda ortaya çıkan anlaşmazlık sonucu, 4 Şubat 1923'de kesintiye uğradı.
Aynı gün Lord Curzon’un Lozan’dan ayrılmasından sonra 7 Şubat 1923’de Türk
Heyeti de Lozan’dan ayrıldı.
Türk Temsilci Heyeti Ankara'ya geldikten sonra
ilk olarak İcra Vekilleri Heyeti'ne bilgi vermiş, daha sonra da konu TBMM’nde
görüşülmüştür. Gizli oturumlarda yapılan görüşmeler 21 Şubat 1923’de başlamış 6
Mart 1923'de tamamlanmıştır. İsmet Paşa'nm Barış Konferansı'nın kesintiye
uğradığı tarihe kadarki genel değerlendirmesinden sonra 2 Mart 1923’de,
Konferansta ele alman konularla ilgili görüşmelere geçilmiştir.
Meslisteki görüşmelerin ağırlık noktasını Musul
sorunu ve mali konular oluşturmaktadır. Mübadele konusu görüşmelerin genel
tablosu içinde çok fazla ağırlık taşımamaktadır. Zaten mübadele konusunda
varılan nokta Türkiye'nin isteklerine uymayan hükümlere fazlaca yer vermediğinden
Banş Konferansı'nm kesilmesinden önce bitmiş durumdaydı.
Mübadele
konusunda Meclis'e ilk olarak Rıza Nur Bey bilgi vermiştir. Rıza Nur Bey
yaptığı konuşmada Patrikhane sorununun Lozan görüşmelerinde niçin ortaya
atıldığını da açıklamıştır. Rıza Nur'a göre Patrikhane sorunu, Lozan'da ortaya
konuş biçimiyle TBMM'nin isteği değildir. Türk temsilciler konuyu gündeme
getirerek Müttefiklerden taviz koparmayı amaçlamışlardır [31]. Bunun sonucu olarak da
Patrikhane'nin siyasi, idari ve adli vasıflan elinden alınmıştır. Böylcce
Patrikhane’nin, Rumları Türkiye aleyhine teşvik etme olanağı ortadan
kaldırılmıştır. Rıza Nur Bey, Patrikliğin İstanbul dışına çıkarılmamış olmasını
da olumlu olarak yorumlamıştır. Böylece Patriklik denetim altında
tutulabilecektir.
Rıza Nur Bey, Patrikhane’nin Lozan'da görüşme konusu
yapılarak, elde edilen tavizler olarak şunları görmektedir: İstanbul'daki
Rumlara karşılık Batı Trakya’daki Türklerin mübadele dışı tutulması,
İstanbul’daki mübadele dışı tutulacak Rumlann belirlenmesinde Şehremaneti
sınırının kabul edilmesi ve İstanbul'a sonradan yerleşen Rumların mübadele kapsamına
alınması.
Rıza
Nur'a Meclis görüşmelerinde yöneltilen ilk soru Batı Trakya'nın mübadele
kapsamına alınması ile ilgilidir. İzmit milletvekili Sırrı Bey, İstanbul’daki
Rumlara karşılık Batı Trakya’daki Türklerin mübadele dışı tutulmasının, buranın
Yunanistan'a bırakılması anlamına geldiğini belirtmiştir. Sırrı Bey’e göre bu
bölge için bir plebisit yapılmalıdır. Batı Trakya’nın mübadeleye konu
olmasının anlamı bu bölgenin Yunanistan toprakları içinde algılanması
demektir. Bu da Misak-ı Milli'yi ihlal anlamına gelmektedir[32]. Rıza Nur verdiği cevapta, bu
bölgede yaşayanların mübadeleye tabi tutulmam asının, orada kalması anlamını
taşıdığını belirterek bunun, o bölgedeki insanların geleceklerini belirleme
anlamına geldiğini söylemiştir. Bu durum da Rıza Nur’a göre Misak-ı Milli'ye
uygundur.
Azınlıklara
sağlanacak hakların ilerde bir tehlike oluşturabileceği yolunda Üsküdar
milletvekili Neş’et Bey'in sorduğu soruyu da Rıza Nur Bey, mübadelenin bu
sorunu çözeceğini ve zaten mübadeleden sonra azınlıklar diye bir sorunun
kalmayacağını söyleyerek cevaplandırmıştır [33].
Neş’et
Bey, Patrikhane konusunda ikna olmadığını vurgulayarak her şart altında
Patrikhane'nin İstanbul dışına çıkarılması gerektiği görüşünde olduğunu belirtmiştir.
Neş’et Bey’e göre bu yapılmazsa Patrikhane eskisinden daha olumsuz şeyler
yapacaktır. Rıza Nur Bey ise mübadele dolayısıyla Patrikhane'nin kendi
Meclisini oluşturması için Anadolu'dan metropolit bulamayacağı için etkisini
kaybedeceğini söylemiştir. Zaten Rıza Nur Bey, azınlıklar konusundaki bütün
soruları, mübadele nedeniyle bu sorunun ortadan kalkacağı şeklinde
cevaplamıştır.
Bolu
milletvekili Tunalı Hilmi Bey'in sorusu mübadillerin belirlenmesindeki ölçütü
ortaya koyması bakımından ilginçtir, Tunalı Hilmi Bey, Anadolu'da patrikhane
oluşturmuş olan Türk Ortodokslarınm mübadeleye dahil olup olmadığım sormuştur [34]. Rıza Nur
Bey'in verdiği cevap bunun Türkiye’nin isteğine kalmış olduğu şeklinde
olmuştur. Çünkü Türk Ortodoksları yİ a ilgili olarak mübadele sözleşmesinde
özel bir hüküm yoktur. Türk Ortodokslannın mübadele dışı tutulması taslakta yer
almamaktadır.
Meclisin
4 Mart 1923 günlü oturumunda Çorum milletvekili Dursun Bey, İstanbul'daki
Hıristiyanların neden mübadele dışı tutulduğunu, bunun bir mecburiyetten mi
kaynaklandığını, İstanbul'daki Hıristiyanlardan daha çok müstahsil durumda olan
Hıristiyanların mübadele edilip edilmeyeceğini sonnuştur. Dursun Bey,
İstanbul’daki Hıristiyanların müstahsil olması nedeniyle mübadele dışı tutulduğu
kaygısını taşımakta ve mübadele yapılacaksa bunun, bütün Hıristiyanları
kapsaması gerektiğini düşünmektedir. Aslında Dursun Bey’in bu görüşü Lozan'da
Türk Heyetinin başlangıçta savunduğu görüşlerle örtüşmektedir.
Dursun Bey'in sorusunu İsmet Paşa cevaplamıştır. İsmet Paşa
verdiği cevapta İstanbul'daki Hıristiyanların mübadele dışı tutulmasının nedeninin
bütün müttefiklerin ısrarları sonucu olduğunu söylemiştir [35]. İsmet Paşa’ya göre mübadele
meselesi Türk Heyetinin emrivakisi sonucu Konferans gündemine girmiştir.
Mübadeleden vazgeçilmesi için Türk Heyetine çok baskı yapıldığını ve en büyük
sıkıntının da bu konuda çekildiğini belirtmiştir.
6 Mart 1923 günlü oturumda söz alan Bitlis Milletvekili
Yusuf Ziya Bey, Patrikhane sorununu ve mübadele edileceklerin ekonomik durumunu
yeniden gündeme getirmiştir. Yusuf Ziya Bey, Patrikliğin Türkiye için sorun
olacağını belirterek Anadolu Ortodokslannın, Patrikliği "hal etmeye"
çalıştığı bir sırada, Patrikliğin İstanbul'da kalmasına razı olunamayacağım
söylemiştir. Çünkü Ziya Bey'e göre "bütün vakayı asriyemizin, si-
yasiyemizin her hangisini karıştırırsak ya bir patrikhane parmağı veya bir
patrik çıkar"3Ğ.
Yusuf Ziya Bey, mübadelede sayıların önemli olmadığını,
önemli olanın "vaziyeti maliye" olduğunu vurgulamıştır. Rumlar
öteden beri kendilerini emniyette hissetmedikleri için kazandıktan parayı
"ne akara, ne araziye, ne de emlake verirler". Bu nedenle Rumların
taşınmaz olarak götürecekleri mallar Yunanistan'dan gelecek olan
Müslümanlardan çok fazla olacaktır. Çünkü gelecek olan "îslamlar"
kazandıklarım taşınmaz mallara yatırmış durumdadırlar. Mübadele görüşmelerinde
bu nokta göz önüne almmamışltır [36] [37].
Lozan
Barış Konferansının ilk dönemiyle ilgili olarak gizli oturumlarda yapılan
görüşmeler 6 Mart 1923 tarihinde tamamlanmıştır. Görüşmelerin tamamlanmasından
sonra Saruhan Milletvekili Reşat Bey'le rüfeka- smın (arkadaşlarının) verdiği
aşağıdaki takririn kabulüyle banş görüşmelerine devam edilmesi kararı
alınmıştır.
Riyaseti Celileye
1-
itilaf devletlerinin
Lozan Konferansı neticesi olarak heyeti murahhasamıza. tevdi ettikleri muahade
projesi istiklalimizi muhil şeraiti ihtiva ettiğinden şayanı kabul değildir.
İtilaf devletleri bu projenin kabulünde ısrar ettikleri halde tekliflerini
katiyen ret ederiz. Bu takdirde harp milletimiz için zaruri olur.
2-
Pek mühim ve hayati
olan Musul meselesinin hallini muvakkaten talik ve Avrupa, hudutlarımızı tesbit
etmek için heyeti murahhasamtzın ve Heyeti Vekilemizin verdikleri izahata
muttali olduk. Mali ve iktisadi ve idari mesailde memleket ve milletimizin hukuk-u hayatiye ve istiklaliyesini tam
ve emin olarak istihsal eylemek esas dahilinde sulh teşebbüsatına devam
olunmasını ve Heyeti Vekilenin heyeti murahhasaya mezkur esasa göre vazife ve
talimat vermesini teklif ediyoruz.
Bilcümle memalikimizin
sürati tahliyesi şartı katidir. Ancak neticenin her ne olacaksa- biran evvel
iraesine intizar ederiz.
LOZAN
BARIŞ KONFERANSININ SONA ERMESİNDEN SONRA TBMM’NDE YAPILAN GÖRÜŞMELER
4
Şubat 1923'de kesilen Lozan Barış Konferansı görüşmeleri 23 Nisan 1923'de
yeniden başlamıştır. Üç aylık yoğun görüşmelerden sonra 24 Temmuz 1923'de
Konferans sona e mı iştir. Türk Heyeti Lozan'da Barış Andlaşması ve ona bağlı
on beş sözleşme imzalayarak ülkeye dönmüştür.
Lozan
Banş Konferansı sonucu TBMM Hükümeti ile Büyük Britanya, Fransa, İtalya,
Japonya, Yunanistan ve Romanya arasında imzalanan Andlaşma ile ona bağlı on beş
sözleşme ve senet 15 Ağustos 1339 (1923) günü İcra Vekilleri Heyeti
toplantısında kabul edilmiştir. İcra Vekilleri Heyet Reisi Ali Fuat tarafından
söz konusu belgeler, görüşülerek onaylanması amacıyla 21 Ağustos 1923’de
TBMM'ne sunulmuştur. Konu aynı gün Mecliste görüşülmeye başlanmıştır.
Görüşmelere
geçilmeden önce Hariciye Encümeni, imzalanan belgelerin gerekçelerini
açıklamış ve ilgili yasaların kabulünü istediği Mazbatayı Meclise sunmuştur [38]. Encümen,
"Rum ve Türk Ahali Mübadelesi İle İlgili Sözleşme"nin gerekçesini,
"Öteden beri memleketin huzur ve sükununu ihlal etmekten ve tabi
oldukları devletin hayat ve emniyetini tehlikeye ilka edecek harekatı
ihanetkaranede bulmaktan bir an fariğ olmayanlardan tasaffi etmek yeni Türkiye
için bir zarurettir"e dayandırmıştır. Bu gerekçeyle Rumların savaş
sırasındaki göçü de açıklanmış olmaktadır. TBMM Hükümetince Runılar, yeni
devletin geleceği için -geçmişteki tavırlarından dolayı- bir tehlike
oluşturmaktadırlar. Ayrıca Rumların göçü, Yunanistan'da yaşayan Türkler için
ayrı bir zulüm oluşturmuştur. Bu kez de Rumlar Türkleri, yaşadıkları yerlerden
"cebren terke mecbur etmişlerdir". Oysa bu durum Türklerin hukuk ve
menfaatlerinin ihlali demektir. Mübadele sözleşmesi bu durumu da düzeltecektir.
Yani mübadele, karşılıklı olarak, göçlere hukuki bir zemin hazırlayacaktır.
Hariciye Encümeni Mazbatasından sonra Lozan barış Konferansı
sırasında imzalanan belgelerle ilgili kanun tasarısının tartışılmasına geçilmiştir.
Görüşmelerin tümü göz önüne alındığında, Mübadele Sözleşmesinin fazlaca
tartışılmadığı görülmektedir. Çünkü o dönemde mübadele, genel kabul gören bir
konu durumundadır.
Meclis görüşmelerinde mübadele konusuna dört
milletvekili değinmiştir. Bunlardan Menteşe Milletvekili Şükrü Kaya, Tekirdağ
Milletvekili Faik Bey ve İzmir Milletvekili Mustafa Necati Bey mübadele sözleşmesi
aleyhine konuşurken İstanbul Milletvekili Sırrı Bey, sözleşmenin lehinde
konuşmuştur.
Menteşe Milletvekili Şükrü Kaya ile Tekirdağ Milletvekili
Faik Bey, mübadeleyi daha çok Batı Trakya sorunu ile bağlantılı olarak
eleştirmişlerdir. Şükrü Kaya Bey, Batı Trakya'nın Türkiye sınırlarının dışında
tutulmasını Misakı Milli’ye aykırı görmektedir [39]. Bu durum Balkanlarda barışı
sağlamak yerine yeni sorunlar çıkaracaktır. Eğer Balkanlarda bir barış
isteniyorsa bunun yolu, Batı Trakya'yı Türklere vermekten geçmektedir. Çünkü
burada yaşayanların büyük çoğunluğu Türktür.
Şükrü Kaya Bey’e göre işin en kötü yanı Batı Trakya
Türklerinin mübadele dışı tutulmasıdır. Çünkü Yunanistan, Türkler üzerinde
hali hazırda bir imha politikası uygulamaktadır. Bunun sonucu olarak orada bir
tek Türk bırakılmayacaktır. Aynca İstanbul’daki Rumların mübadele dışı tutulmasının
nedeni, Batı Trakya'daki Türkleri muhaceret tehlikesinden kurtarmak
endişesidir. Bu her ne kadar tehlikeli bir fedakarlıksa da zorla göçe karşı da
bir çareyi beraberinde geti mı ektedir. Batı Trakya Türklerinin göçe
zorlanması durumunda İstanbul'daki Rumların buradan çıkarılarak cevap olanağı
sağlanmış olmaktadır. Bu da mübadelenin olumlu yönüdür.
Tekirdağ Milletvekili Faik Bey de Batı
Trakya'nın Türkiye'den koparılmasına karşı çıkmıştır. Faik Bey, Batı
Trakya'nın tamamen Türk olduğunu, emlak ve arazinin hemen tamamının Türklerin
olduğunu be
lirtmiş, Batı Trakya halkının kendi kaderini
tayin etmesi gerektiğini savunmuştur [40].
Faik Bey'e göre bu vatan parçası kayıtsız
şartsız Yunanistan'a teslim edilmiştir. Bu yetmiyormuş gibi Andlaşma ile Batı
Trakya "asırların ayıramadığı iki parçaya ayrılmıştır". Bunu sağlayan
da mübadele sözleşmesidir. Sözleşme ile Orfani Körfezi, Mestakarasu Nehri ve
Perim Dağlan sının ile bilinen Batı Trakya, Bükreş Andlaşması esas alınarak
ikiye bölünmüştür. Mübadele sözleşmesi, Batı Trakya'nın sınırlarında yapılan
değişiklik sonucu bir kısım Batı TrakyalIyı vatanlarından etmiştir. Böylece
Türkiye, onlar üzerindeki hakkından vazgeçmiş olmaktadır.
Mübadeleyi eleştirenlerden İzmir Milletvekili
Mustafa Necati Bey ise daha çok "müsavat" üzerinde durmuştur [41]. Mustafa
Necati Bey’e göre Yunanistan'daki Türkler "Yunanistan kanunlarına itaat
ederek tam bir tebaa olarak yaşamışlardır". Oysa Rumlar, Yunan işgalinde
düşmanla işbirliği yapmış ve düşmanla beraber kaçmışlardır. Mübadele
sözleşmesi ise böylesine iki halkı eşit gömlektedir. Dolayısıyla Heyeti
Murahhasa- mız "çok lütufkar" davranmıştır.
Mübadele ile Türklerin yüzyıllardır yaşadıktan
toprakları bırakmak zorunda kalacağına değinen İstanbul Milletvekili Süleyman
Sırn Bey, mübadele olayının daha çok olumlu yönlerini vurgulamıştır. Diğer konuşmacıların
aksine mübadelenin yararlı olacağını savunmuştur [42]. Süleyman Sırrı Bey'e göre
mübadele ile "yuvalarına yılan girmiş kuşlar gibi çırpman" Türklerin
dertlerine çare bulunmuş olunacaktır. Çünkü Türkler, Türkiye’ye gelmek
istemektedirler. Ayrıca savaş sırasında gitmiş olan Rumların boş bıraktıktan
topraklan ve evleri işletecek insanlara ihtiyaç vardır. Doğaldır ki buralara
Türklerin yerleştirilmesi en uygun çözüm olacaktır.
Gülüşmelerin
son sözünü Hariciye Vekili İsmet Paşa almıştır. Lozan’da imzalanan belgelerin
savunmasını yapan İsmet Paşa, mümkün olan en iyi şeyin yapıldığını söylemiştir.
İsmet Paşa mübadelenin Türk tarafınca istenmesini "Anadolu vatan-ı
aslisinin yeknasak bir vatan olma" görüşüne dayandırmaktadır [43]. Böylece
Türkiye, sorun çıkarabilecek azınlıklardan kurtulmuş olacaktır. Elbetteki
mübadele ile çok ızdıraplar çekilecektir. Ama sınırlarımız dışında kalan
Türklerin gelmesi ile, oralarda yaşadıkları bir çok zulüm sona erecektir.
İsmet Paşa, mübadele dışı tutulan bölgeleri, Türk Heyetinin
mübadeleye dahil etmeye çalıştığını, ama sarfedilen azami kuvvet ile başarılanın
bu kadar olduğunu söylemiştir. Aynca bundan böyle Türkiye sınırları içinde
kalan herkese eşit davranılacağını ve herkesin Türk vatandaşı olduğunu önemle
vurgulamıştır.
İsmet Paşa'nın konuşmasından sonra Lozan’da imzalanan
andlaşma ve sözleşmenin onaylanmasıyla ilgili kanun teklifinin oylamasına geçilmiştir.
Ondört red oyuna karşılık 213 kabul oyuyla Lozan Sulh Muhade- nanamesi
hakkmdaki kanun kabul edilmiştir. Mübadele sözleşmesini eleştiren Şükrü Kaya
Bey, Mustafa Necati Bey ve Faik Bey red oyu kullanmışlardır.
Türkiye
ve Yunanistan arasinda mübadele dolayisjyla çikan ANLAŞMAZLIKLAR
a)
"Etabli"
Sorunu
Mübadele sözleşmesi gereğince oluşturulan ve mübadelenin
sözleşmeye uygun olarak gerçekleştirilmesinden sorumlu olan Muhtelit Mübadele
Komisyonu'nun Ekim 1923'de oluşturulmasıyla Türk-Yunan Mübadele Sözleşmesi
yürürlüğe girmiş oldu. Mübadelenin onsekiz ayda bitirilmesi Öngörülmekteydi.
Muhtelit Mübadele Komisyonu'nun kararına göre Türkiye’ye gönderilecek
Müslümanların sırası, sahilde oturanların kışm, iç kesimlerde oturanların da
yazın gönderilmesi şeklinde olacaktı .
Bu sırada Yunanistan'da Türklerin elindeki emlake el
koymalar devam etmekteydi. Muhtelit Mübadele Komisyonu'ndaki Türk temsilcisi
Tevfık Rüştü Bey'in protestoları sonucu, Yunanistan pu durumun, Yunanistan’a
sığman göçmenlerin yerleştirilmesinde çekilen iskan sıkıntısından kaynaklandığını
belirterek, mübadelenin zaman geçirilmeden başlamasını istemiştir. Bunu
üzerine Serez, Drama ve havalisi ile Girit ve Yenişehir'deki Türkler ile
Selanik’teki mültecilerin mübadelesi [44] gerçekleştirilmiştir [45].
Mübadelenin başlamasından sonra geçen ilk bir
yıl içinde önemli bir sorunla karşılaşılmamışım Sonraki dönemde mübadele sonucu
ortaya çıkan sosyal sorunlar ve sözleşmenin 2. maddesinin uygulanmasıyla ilgili
başgösteren uyuşmazlıklar iki ülke ilişkilerini gerginleştirmiş ve iki ül keyi
neredeyse bir savaşın eşiğine getirmiştir [46] .
Mübadele Sözleşmesinin ikinci maddesi mübadele dışı
tutulacak Rum ve Müslüman ahalinin belirlenmesiyle ilgilidir. Bunlar
İstanbul’daki Hıristiyan Rumlarla Batı Trakya’daki Müslüman Türk ahalidir. Bu
maddeye göre İstanbul’a 30 Ekim 1918'den önce yerleşmiş olan Rumlarla, 1913
Bükreş Andlaşması sınırları ile çizilen Batı Trakya'da yerleşmiş olan
Müslümanlar mübadele dışı tutulacaklardır. Sorun "yerleşmiş" (etabli)
kavramının yorumlanmasından kaynaklanmıştır.
"Etabli" kavramının yorumlanış biçimi iki ülkece farklı
biçimde yapılmıştır. Türkiye etabli sayılacakların, yani mübadele sözleşmesine
göre 1918 tarihinden önce kimlerin İstanbul'da yerleşmiş sayılacaklarının Türk
yasalanna göre belirlenmesi gerektiği görüşündedir [47]. Yunanistan ise bu konuda Türk
ve Yunan yasalanna sözleşmede bir atıf yapılmadığından dolayı bu konunun
sözleşme metnine ve ruhuna uygun olarak yorumlanması görüşünü taşımaktadır.
Yunanistan'a göre 1918’den önce İstanbul'da yerleşmiş bütün Rumlar etabli
sayılmalıdır [48].
Bu görüş ayrılıklarının temelinde yatan neden
mübadele edileceklerin sayısının her iki ülkece kendi görüşlerine göre saptama
isteğiyle ilgilidir. Türkiye, etabli kavramını olabildiğince dar kapsamlı
yorumlayıp, İstanbul'daki Rumların mümkün olan en çok sayıda mübadeleye tabi
tutulmasını istemekteydi. Yunanistan ise 1918 tarihinden önce, doğum yerleri
ve İstanbul'a yerleştikleri tarihe bakılmaksızın İstanbul'a gelmiş bütün
Rumlann İstanbul’da kalmasını sağlamak düşüncesindeydi [49].
Etabli sorunu Muhtelit Mübadele Komisyonu'nda
çok sayıda tartışmaya konu olmuştur. Fakat bu tartışmalar sonucunda her iki
tarafı da tatmin edici bir sonuç alınamamıştır.
Bunun üzerine Yunanistan, sorunun çözümü için Milletler
Cemiyeti Meclisi'ne müracaat etti [50]. Milletler Cemiyeti Meclisi,
sorunu 31 Ekim 1924'te görüştü. Muhtelit Mübadele Komisyonu adına görüşmelere
katılan Komisyon Başkanı General de Lara [51] ve Hariciye Vekili İsmet Paşa'nm,
Muhtelit Mübadele Komisyonu'nda görüşülen bir konunun Milletler Cemiyeti
Meclisi'nce ele alınmasının doğru olmayacağı yolundaki görüşleri dikkate
alınarak, sorunun Mübadele Komisyonu'nca görüşülmesine devam edilmesi kararı
alındı [52]. Sorunun
çözümlenememesi halinde Daimi Adalet Divanı'ndan görüş alınması önerisi de
getirildi.
15 Ocak 1924'te Muhtelit Mübadele Komisyonu
sorunu yeniden tartışmaya başlandıysa da bir sonuç alınamadı. Bunun üzerine
Komisyon, La Haye Daimi Adalet Divanı'na başvurma karan aldı.
Yunanistan, Adalet Divanı'ndan İstanbul'a
nereden gelmiş olurlarsa olsunlar 30 Ekim 1918'den Önce gelmiş olanların ve bu
tarihten önce ne amaçla olursa olsun İstanbul'da oturmaya başlayanlann etabli
sayılması yönünde karar alınmasını istemekteydi. Türkiye ise, etabli
sayılacakların ilgili ülke yasalarınca belirlenmesi görüşünde ısrar etmiştir.
Adalet Divanı, yerleşmiş sayılmak için gerekli şartların
üzerinde durmayarak bunu Muhtelit Komisyoriun insiy arifine bırakmış ve
Komisyon Şubat 1925’de;
”1- Yerleşmiş olanlar etablis tabiri daimilik
vasfına haiz bir oturma ile tebellür eden fiili bir vaziyeti göz önünde
tutmaktadır.
2-
İkinci maddede
'İstanbul'un Rum Ahalisi' tabiri ile tayin edilen şahısların Andlaşma
mucibince 'yerleşmiş olanlar’ addolunmaları ve mübadeleden istisna edilmeleri
için, İstanbul şehrinin 1912 kanunu ile tesbit edilmiş olan belediye hudutları
içinde bulunmaları; oraya, her nereden olursa olsun, 30 İlkteşrin (Ekim) 1918
tarihinden mukaddem bir tarihte gelmiş olanları ve bu tarihten önce orada daimi
olarak oturmak niyetinde bulunmak mecburidir" görüşüne varmıştır [53]. Bu sonuç
Yunanistan'ın görüşlerine haklılık kazandırmış oluyordu.
Adalet Divanı’nın yorumu sorunu çözmeye
yetmedi. İki ülke arasında mübadeleden kaynaklanan sorun, gerginliği yeniden
tırmandırdı. Yunanistan, sözleşme hükümlerine aykırı olarak Batı Trakya'daki
Müslümanların mallarına el koyarak buralara Türkiye'den gelen mübadil Rumları
yerleştirmeye başladı. Buna karşılık Türkiye de İstanbul'daki Rumların
mallarına el koydu. Bu durum iki ülkeyi savaşın eşiğine kadar getirdi[54].
İki ülke arasındaki sorunlara çözüm getirmesi amacıyla 1
Aralık 1926’da Atina îtilafiıamesi imzalandı[55]. Bu İtilafname, özellikle
azınlıklara ait mallara el konulması olayını düzenlemesine rağmen umulan çözümü
getirmemiştir. 1930’a kadar gerek etabli sorunu ve gerekse azınlık mallarına el
konulması, iki ülke arasında sorun oluşturmaya devam etmiştir. Fakat
Balkanlardaki gelişmeler ve özellikle her iki ülkenin de Bulgaristan'ın dış
politikasından duyduğu rahatsızlık, sorunların çözümü için yeni adımlar
atılmasına neden olmuştur[56].
10 Haziran 193O’da Ankara'da imzalanan anlaşma ile
sorunların çözümü mümkün olmuştur [57]. Anlaşma ile, yerleşme
tarihlerine ve doğum yerlerine bakılmaksızın, İstanbul'daki bütün Rumlar ile
Batı Trakya'daki Türkler "etabli" sayılmışlardır. Aynca, azınlıklara
ait mallar konusunda da yeni düzenlemelere gidilmiştir. Belirtmek gerekir ki bu
anlaşma, "Yunan görüşünün başarısıdır" [58].
b)
Patrikhane
Sorunu
Lozan'da imzalanan Mübadele sözleşmesinde mübadillerin
belirlenmesinde "din" unsuru temel alınmıştır. Mübadeleye tabi
tutulacaklar Yunanistan’ın Müslüman ahalisi ile Türkiye'deki Rum Ortadoks
ahalidir. Fakat Katolik ve Protestan Rumlar mübadele dışı tutulmuştur. Öte
yandan Ortodoks olan Karamanlı Türkler mübadele ile Yunanistan'a gönderilmiştir.
Bunun yanında Türkiye'ye gelenler arasında da Müslüman olup Türk olmayan ve
Türkçe bilmeyen Balkan halkları vardır.
Ortodoksların gönderilmesi,
"Ortodoksluğun başkaldmcı bir Yunanlılık vermesi" anlayışından
kaynaklanmaktadır. Müslümanların yeni kurulan Türk Devletine daha iyi uyum
sağlayacağının düşünülmesi, Ankara Hükümetini bu yolda davranmaya itmiştir[59].
Patrikhane, Rum Ortodokslarmm dinsel merkezi
konumunda olduğundan Lozan görüşmelerinden mübadele içinde bu konu da
tartışılmıştır. Türk tarafı önceleri Patrikliğin de mübadele ile İstanbul dışına
çıkarılmasını savunmuşsa da Patrikliğin, sadece dinsel işlerle uğraşma
garantisinin alınmasından sonra İstanbul'da kalmasına razı olmuştur.
Türkiye'nin Patrikhane sorununu Lozan’da gündeme getirmesi, Rıza Nur’un gerek
Lozan’da ve gerekse TBMM görüşmelerinde belirttiği gibi, daha çok taviz
koparmak için başvurduğu bir taktiktir.
Lozan Barış Konferansından sonra Türkiye ile
Yunanistan arasında çıkan sorunlardan biri de Patrikhane ile ilgili sorundur.
1924 yılında Başpapazlığa Arapoğlu Konstantin’in tayin edilmesi ile Türkiye
durumdan rahatsız olmuş ve Arapoğlu Konstantin’in mübadeleye tabi olduğunu
belirtmiştir [60].
Yunanistan’ın duruma itirazı üzerine Muhtelit Mübadele
Komisyonu sorunu görüşmüş ve Konstantin’in mübadeleye tabi olduğuna karar vermiştir.
Fakat Yunanistan’ın Patrikliğin mübadele dışı tutulduğu için Konstantin’in
mübadele edilemeyeceği görüşü hakkında karar vermenin yetkisi dışında olduğu
sonucuna varmıştır. Yunanistan konuyu Milletler Cemiyeti ve La Haye Adalet
Divanı’na götürmek istemişse de Türkiye, bu organların bu konuda yetkisiz
olduğunu ileri sürmüştür. Sorun, Kons- tantin'in 19 Mayıs 1925’te görevden
çekilmesiyle çözüme kavuşmuş ve yerine Vasil Georgiades seçilmiştir[61].
SONUÇ
Türk-Yunan nüfus mübadelesi, her iki ülke için
de "ulus devlet" oluşturmaya yönelik önemli bir tarihsel olaydır.
Yunanistan, 1830’da bağımsızlığını kazandıktan sonra, "Megali İdea"sma
göre çizdiği sınırlar içinde, sadece Yunanlılardan oluşan bir devlet kurmayı
amaçlarken Türkiye de, benimsediği Misakı Milli sınırlan içinde Müslüm ani
ardan oluşan bir devlet kurma çabası içindedir.
TBMM Hükümeti'nin mübadele isteğinin başlıca
iki nedeni vardır: Öncelikli amaç, Batı'nm müdahalesine gerekçe oluşturan
azınlıklardan kurtulmaktır. İkinci neden de, Müslüman unsurların kolayca uyum
sağlayabileceği düşüncesiyle, Misakı Milli sınırlan içinde "ulus
devlet"e giden yolu açabilmektir. Çünkü Misakı Milli sınırları, Araplar
dışında, OsmanlI İmparatorluğu içinde kalan son müslüman yerleşim bölgelerini
kapsamaktadır.
Her iki ülkenin de isteği olan nüfus mübadelesi,
Yunanistan'ın "Mega- li İdea”sınm gerçekleşme şansının ortadan kalkmasıyla
anlaşmazlık konusu olmuştur. Yunanistan mübadelenin isteğe bağlı olmasını
istemişse de Lozan Görüşmelerinde, Türkiye ve Müttefik Devletlerin zorunlu mübadele
düşüncesi benimsenmiştir. Birinci Dünya Savaşı ile başlayıp, Kurtuluş Savaşı
ile hızlanan Rum göçü, Yunanistan’ı da zorunlu mübadele fikrini benimseme
noktasına getirmiştir.
Lozan'da imzalanan Nüfus Mübadelesi Sözleşmesi
ile zorunlu mübadele birçok sorunlara yol açmasına rağmen
gerçekleştirilmiştir. "Etabli" ve Patrikhane konularında çıkan
sorunlar iki ülke ilişkilerini zaman zaman gerginleştirmesine rağmen yapılan
anlaşmalarla bu sorunlar da çözümlenmiştir.
KAYNAKÇA
Kitaplar:
Akşin, Sina (Editör) |
Türkiye Tarihi-Çağdaş Türkiye,
Cilt 4, Cem Yayınevi, İstanbul 1989. |
Armaoğlu, Fahir |
20. Yüzyıl Siyasi Tarihi
(1914-1980), İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1984. |
Ateş, Toktamış |
Türk Devrim Tarihi, Filiz
Kitabevi, İstanbul 1985. |
Cebesoy, Ali Fuat |
Siyasi Hatıralar, II. Kısım,
Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul 1960. |
Gönlübol, Mehmet - Sar, Cem
Atatürk ve Türkiye'nin Dış Politikası
İnal, îbnülemin M. Kemal |
(1919-1938), A.K.D.T. Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma
Merkezi, Ankara 1990. Son Sadrazamlar, Cilt 4, Dergah
Yayınlan, İstanbul 1982. |
Oran, Baskın |
Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Müliyeliler
Birliği Vakfı Yayınları, Ankara 1986. |
Şimşir, Bilal |
Ege Sorunu, Cilt I, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Ankara 1976. |
Uçarol, Rifat |
Siyasi Tarih, Filiz Kitabevi,
İstanbul 1985. |
--- A- |
Düstur, Üçüncü Tertip, Cilt 8,12. Lozan Barış Konferansı Tutanaklar- Belgeler (Çev. Seha L.
Meray) A.Ü., S.B.F. Yayınları, Ankara 1973. T.B.M.M. Gizli Celse Zabıttan, Cilt 1,2,3,4., İş Bankası
Kültür Yayınları, Ankara 1985. T.B.M.M. Zabıt Ceridesi (1920-1923). |
Makaleler:
Akgün, Seçil |
"Birkaç Amerikan Kaynağından Türk- Yunan Mübadelesi
Sorunu", Üçüncü Askeri Tarih Semineri Bildirileri, Gen. Kur.
Basımevi, Ankara 1986. |
Eren, A. Cevat |
"Türkiye'de Göç ve Göçmen
Meselelerinin Başlaması", Türk Dünyası, Sayı |
608 |
CEVAHİR KAYAM |
|
1, Şubat-Mart-Nisan 1966. |
Erim,Nihat |
"Milletlerarası Daimi Adalet
Divanı ve Türkiye", A.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 2, Sayı
1, Ankara 1944. |
Ülman, Haluk |
"Türk Dış Politikasına Yön
Veren Etkenler (1923-1968)" A.Ü.S.B.F. Dergisi, Cilt 23, No 3,
Ankara 1968. |
[1] Bu çalışma Yıldız Teknik Üniversitesi Araştırma Fonu
tarafından desteklenen "Lozan Barış Andlaşmasma Göre Türk-Yunan Mübadele
Sorunu (1923-1934)" adlı araştırma projesinin bir alt başlığıdır.
[2] Baskın Oran, Türk-Yunan ilişkilerinde Batı Trakya Sorunu,
Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, Ankara 1986, s. 46.
[3] Oran, a.g.y., s. 46
[4] Seçil Akgün, "Birkaç Amerikan kaynağından Tiirk-Yunan
Mübadelesi Sorunu", Üçüncü Askeri Tarih Semineri Bildiriler, Gen.
Kur. Basımevi, Ankara 1986, s. 242.
[5] Akgün, a.g.m., s. 244
[6] Megali İdea, Yunanistan Devletinin bağımsızlığından sonra
somutlaşan, Yunanistan'ın ulusal ülküsü haline gelen ve "öncelikle Ege
Denizini yutmak amacını güden" bir düşüncedir. Helen emperyalizmi olarak
da adlandırılan bu politikanın belli başlı dayanakları coğrafya, nüfus, tarih,
kilise ve Batının Helen hayranlığıdır. Megali îde- a'nm en somut ifadesi Ege
Denizini bir Helen gölü haline getirmektir. Bu nedenle Te- selya, Epir,
Makedonya, Girit ve diğer adalarla Batı Anadolu Yunanistan'ın doğal sınırları
olarak görülmektedir.
Coğrafi olarak bugünkü Yunanistan ve Ege Adaları ile Batı
Anadolu kıyıları Yunanistan ve Ege Adaları ile Batı Anadolu kıyıları
Yunanlılarca hep bir bütün olarak düşünülmüştür. Bu coğrafi alanda yaşayan
Yunanlıların denizci olmaları ve ticaretle uğraşmaları, buraları hayati bir
ekonomik ye ticari alan olarak algılamalarına neden olmuştur. Nüfus açısından
ise amaç, Yunanistan sınırlarını Rumların yaşadıkları bölgelere kadar
genişletmektir. Bu politika Rumlann Yunanistan'a göçünü öngörmeyen bir
politikadır. Aksine Rumların yaşadıkları her yer Yunanistan devletine katılacak
bir vatan parçası olarak görülmekteydi. Kilisenin Rumlar üzerindeki etkisi ve
Batı'nm Yunanistan'ı uygarlığın temeli sayması Megali îdea'nm diğer
dayanaklarım oluşturmuştur. (Geniş bilgi için Bkz. Bilal Şimşir, Ege Sorunu
Cilt 1, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1976, Giriş Bölümü)
[7] Akgün, a.g.m., s. 244
[8] Oran, a.g.y., s. 46.
[9] Lozan Barış Konferansı Tutanaklar-Belgeler (Çev. Seha L.
Meray), Takını I, Cilt 1, Kitap 1, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Yayınları, Ankara 1973, s. 23.
[10] Lozan Barış Kon., s. 116.
[11] Lozan Barış Kon., s. 115
[12] A. Cevat Eren, "Türkiye’de Göç ve Göçmen
Meselelerinin Başlaması", Türk Dünyası, Sayı 1, Şubat-Mart-Nisan
1966, s. 12
[13] Lozan Barış Kon., s. 115
[14] Lozan Barış Kon., s. 117
[15] Lozan Barış Kon,, s. 118
[16] Lozan Barış Kon., s. 119
[17] Lozan Barış Kon., s. 121
[18] Lozan Barış Kon., s. 123
[19] Lozan Barış Kon., s. 124
[20] Lozan Barış Kon., s. 126
[22] Lozan Barış Kon., s. 213
[23] Lozan Barış Kon., s. 220
[24] Lozan Barış Kon., s. 226
[25] Lozan Barış Kon., s. 229
[28] Lozan Barış Kon., s. 331
[29] Lozan Barış Kon., Takım I, Cilt 1, Kitap 2, s. 2
[30] Lozan Barış Kon., Takım II, Cilt 2, s. 89-95
[31] TBMM Gizli Celse Zabıttan, İş Bankası Kültür Yayınları,
Cilt 4, Ankara 1985. s. 6
[32] a.g.y., s. 10
[33] a.g.y., s. 10
[34] a.g.y., s. 12
[35] a.g.y., s. 80
[36] a.g.y., s. 164
[37] a.g.y., s. 165
[38] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 2, İçtima Senesi 2, Cilt 1, s.
216
[39] a.g.y., s. 236
[40] a.g.y., s. 240
[41] a.g.y., s. 248
[42] a.g.y., s. 254
[43] a.g.y., s. 279
[45] Cebesoy, a.g.y., s. 61
[46] Mehmet Gönlübol,. Cem Sar, Atatürk ve Türkiye'nin Dış
Politikası (1919-1938), A.K.D.T. Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi,
Ankara 1990, s. 56; Ayrıca Bkz. Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi
(1914-1980), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1984.
[47] Nihat Erim, "Milletlerarası Daimi Adalet Divanı ve
Türkiye", A.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 2, Sayı 1, Ankara
1944, s. 63; Ayrıca Bkz. Armaoğlu, a.g.y. ve Gönlü- bol-Sar, a.g.y.
[48] Armaoğlu, a.g.y., s. 326
[49] Haluk Ülman, "Türk Dış Politikasına Yön Veren
Etkenler (1923-1968), A.Ü. SBF Dergisi, Cilt 23, No 3, Ankara 1968, s.
250; Ayrıca Bkz. Armaoğlu, a.g.e.
[50] Erim, a.g.m., s. 63
[51] Görüşmelere Türkiye adına Fethi Bey ve Yunanistan adına da
M. Politis katılmıştır.
[52] Erim, a.g.m., s. 64.
[53] Erim, a.g.m., s. 72
[54] Gönlübol-Sar, a.g.y., s. 57; Ayrıca Bkz. Armaoğlu, a.g.y.
[55] İtilafname'nin metmi için Bkz. Düstur, Üçüncü Tertip, Cilt
8, s. 129
[56] Ülman, a.g.m., s. 250
[57] Anlaşmanın metni İçin Bkz. Düstur, Üçüncü tertip, Cilt 12,
s. 707.
[58] Ülman, a.g.m., s. 250
[59] Bkz. Baskın Oran, a.g.y., s. 46-47 (Dipnot 52)
[60] Gönlübol-Sar, a.g.y., s. 58
[61] Gönlübol-Sar, a.g.y., s. 58