MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI (Mübadele Romanları Üzerinde Bir Değerlendirme) Atıf AKGÜN İsmail Alper KUMSAR Ankara 2018
İmtiyaz Sahibi / Publisher Gece Kitaplığı Genel Yayın Yönetmeni / Editor in Chief Doç. Dr. Atilla ATİK Proje Koordinatörü / Project Coordinator B. Pelin TEMANA Editör / Editors Dr. Hasan TAŞKIRAN Kapak & İç Tasarım / Cover & Interior Design Gece Akademi Sosyal Medya / Social Media Gece Akademi Birinci Basım / First Edition EKİM 2018 / ANKARA / TURKEY ISBN copyright Bu kitabın yayın hakkı Gece Kitaplığı na aittir. Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz, izin almadan hiçbir yolla çoğaltılamaz. The right to publish this book belongs to Gece Kitaplığı. Citation can not be shown without the source, reproduced in any way without permission. Gece Kitaplığı / Gece Publishing Adres / Address: Kızılay Mah. Fevzi Çakmak 1. Sokak Ümit Apt. No: 22/A Çankaya / ANKARA - TURKEY Telefon / Phone: Gece Akademi / Gece Academy Adres / Address: Meşrutiyet Mah. Atatürk Bulvarı Bulvar Palas Çarşısı İş Merkezi C Blok No: 141/127 Çankaya / ANKARA / TURKEY Telefon / Phone: web: gecekitapligi@gmail.com gecekademi@gmail.com Baskı & Cilt / Printing & Volume Sertifika / Certificate No: 26649
MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI (Mübadele Romanları Üzerinde Bir Değerlendirme) Atıf AKGÜN İsmail Alper KUMSAR Ankara 2018
İÇINDEKILER ÖN SÖZ... 9 Giriş Mübadele Romanlarındaki Tarihî Arka Plan BÖLÜM: Mübadele Romanı Üzerine Mübadele Romanı Adlandırması Etrafında Birtakım Düşünceler Türk Edebiyatında Mübadele Romanları Mübadele Romanlarında Teknik Özellikler Zaman Kişi Kadrosu Mekân Bakış Açısı ve Anlatıcı Dil ve Üslup Mübadele Romanlarında Temanın İşlenişi Bakımından Ortaklıklar Mübadeleye Giden Süreç: Mutlu Geçmişten Endişeli Bekleyişe Mübadele Gemileri ve Göç Yolunda Çekilen Çileler Eski ve Yeni Vatanları Arasında Mübadiller Yeni Vatanda Yaşanan Zorluklar Mübadele Romanlarında Bir Ortak Şahsiyet: Mustafa Kemal Atatürk BÖLÜM: Mübadele Romanlarında Türk ler ve Rum lar Mübadele Romanlarında İki Farklı Yaklaşım: Millî ve Hümanist Söylem Komşuluk İlişkileri Çeteciler ve Çetecilik Faaliyetleri...117
6 2.4. Din, Din Adamları, Kültürel Değerler Aşk ve Evlilik Sonuç Ek-1: Çalışmada Kullanılan Romanların Özetleri Suyun Öte Yanı Emanet Çeyiz (Mübadele İnsanları) Muhacirler (Bitmeyen Göç) Kritimu (Girit im Benim) Kimlik Mübadiller Mor Kaftanlı Selanik -Bir Mübadele Romanı Çalı Harmanı Ah Bre Sevda Ah Bre Vatan Mübadele Günlerinde Aşk Ek-2: TÜRK EDEBİYATINDA BALKAN TÜRKLERİ- NİN MUHACERET VE MÜBADELE KONULU RO- MANLARI ÜZERİNDE BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ KAYNAKÇA ÖZGEÇMİŞ(LER) Atıf AKGÜN İsmail Alper KUMSAR...256
7 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 7 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI (Mübadele Romanları Üzerinde Bir Değerlendirme)
Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 9 ÖN SÖZ Balkan Türklerinin yakın tarihte yaşadıkları en dramatik göç hadiselerinden biri kuşkusuz Türklerin mübadele, Rumların andalayı olarak toplumsal hafızalarında yer eden nüfus değişimidir. Bu nüfus değişimi ile mübadil Türkler ve Rumlar kendi ulus devletleri ile çizilen sınırların ötesinde kalarak yüzyıllardır birlikte yaşadıkları coğrafyalarda öteki ilan edilir. Atalarının yurtlarından sökün eden insanlar, suyun iki yanında onlarca hazin göç hikâyesi bırakır. Türkiye de mübadillerin özellikle üçüncü kuşak torunları ile edebiyata ve romana taşınan mübadele, bu kurmaca dünyada birçok müşterek hususiyet ile yeniden yaratılır/yaşanır. Bu çalışmanın esasını, mübadelenin iki yakasında -Atina ve Samsun- göç ve mübadele konulu iki bilimsel etkinlikte sunulan tebliğler oluşturdu. 1 Bu eser, bahsi geçen etkinliklerde sunulan iki bildiri metni üzerindeki düzenlemeler ve bu metinlere yapılan eklemeler neticesinde meydana getirildi. Balkan Türkleri ekseninde mübadiller ve edebî tür ekseninde roman olmak üzere iki boyutlu bir meselenin ele alındığı bu çalışmada, mübadele romanları hakkında genel bir çerçeve sunulmaya çalışıldı. İki bölümden oluşan eserin ilk bölümünde öncelikle Mübadele Romanı kavramı tartışmaya açılmıştır. Mübadele romanlarının tarihî roman dâhilinde nasıl konumlandığı, bir eserin hangi ölçütler kullanılarak mübadele romanı kategorisine dâhil edildiği gibi hususlar üzerinde durul- 1 Yakın Dönem Mübadele Romanları Üzerinde Bir Değerlendirme, X. Uluslararası Balkan Tarihi Kongresi, On Dokuz Mayıs Üniversitesi & Samsun Mübadele Derneği, Samsun, TÜRKİYE, Yakın Dönem Mübadele Romanlarındaki Türk ve Rum Algısına Dair Mukayeseli Bir İnceleme, IV. Uluslararası Göç Konferansı, Harokopio Üniversitesi, Atina, YUNANİSTAN,
10 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI muştur. Ardından mübadele romanlarının Türk Edebiyatı içinde nasıl bir gelişim çizgisi takip ettiği konusunda bilgiler verilerek mübadele romanlarının zaman, kişi, mekân gibi teknik unsurlar bakımından ne gibi özellikler taşıdığı konusunda birtakım tespitler yapılmıştır. Aynı tarihî arka planı kullanan bu romanların temayı işlerken yansıttıkları ortak özellikler de yine bu bölümün konusu olmuştur. Eserin ikinci bölümünde ise mübadele romanlarında kişi kadrosu ve konuya yaklaşım bakımından görülen düalizmin nasıl bir boyut taşıdığı konusunda tespitler yapılmıştır. Birbirine karşıtmış gibi görünen millî ve hümanist söylemin mübadele romanlarında nasıl kaynaştırılarak verildiği, mübadele romanlarının iki aslî unsuru olan Türkler ve Rumların kurgusal gerçeklik içinde nasıl bir ilişki içinde oldukları ortaya konmuştur. Kitapta ek olarak verilen inceleme konusu romanların geniş özetleri ile her bir romanın kendine özgü hususiyetlerinin okuyucu tarafından daha kolay görülmesi hedeflenmiştir. Son olarak Balkan Türklerinin muhaceret ve mübadele konulu romanları alanında hazırlanan bibliyografya denemesi ile bu alandaki araştırmalara bir katkı sağlama amacı güdülmüştür. Mübadelenin yakın dönem Türk romanındaki manzarasını ortaya koymayı hedefleyen bu eser, mübadele ve edebiyat konulu çalışmalara bir katkı sunabilirse amacına ulaşmış olacaktır. Atıf AKGÜN İsmail Alper KUMSAR
Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 11 Atalarının at sırtında yalın kılıç fethettikleri yerleri, kağnılarla, gemilerle terk etmek zorunda kalan çoğunun ismi unutulmuş onlarca mübadilin aziz hatırasına
13 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 13 Giriş: Mübadele Romanlarındaki Tarihî Arka Plan Osmanlı İmparatorluğu, yükselme döneminde Balkanların tek siyasi otoritesi durumunda iken 1683 yılındaki Viyana kuşatmasından sonra Balkanlardan tedrici olarak çekilmek zorunda kalmıştır. Osmanlı İmparatorluğu nun gerileme ve dağılma dönemlerinde gerçekleşen Osmanlı Rus Savaşı (93 Harbi) ve I.-II. Balkan Savaşları, Balkanlardaki Müslüman ve Türk topluluklarının yer değiştirmek zorunda bırakılmasıyla önemli göç hareketlerine neden olmuştur. Balkanlardan Anadolu ya doğru gerçekleşen söz konusu zorunlu ve plansız göçler Balkan fâciası, Balkan bozgunu, koca bozgun, Balkan sürgünü vb. isimlerle anılmış, Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduktan sonra da Balkanların muhtelif yerlerinden Anadolu ya Türk ve Müslüman göçleri devam etmiştir. Balkanlarda savaş döneminin sona ermesi ve Türkiye Cumhuriyeti nin kuruluşunu takip eden yıllarda Anadolu insanı muhaceret/ hicret/sürgün kavramları yanında mübadele kavramıyla da tanışmıştır. I. Dünya Savaşı sonrası yenik kabul edilen Osmanlı İmparatorluğu nun fiilen sona erdiğini belgeleyen ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti nin de uluslararası alanda tanınmasına vesile olan Lozan Barış Antlaşması na ek olarak imzalanan 30 Ocak 1923 tarihli Mübadele Sözleşmesi Türkiye Cumhuriyeti ile Yunanistan arasında dünya tarihinin resmî anlaşmayla gerçekleştirilen en büyük nüfus değişimlerinden biri olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır. 2 2 Mübadele konusunda tarihî ek bilgiler için bk.: Millas, 2005; Çelebi, 2005; Erdal, 2006; Aghatabay, 2009; Arı, 2015; Tevfik, 2014.
14 14 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Mübadele kelime anlamı olarak değişim, takas manalarını ihtiva etmekle birlikte terminolojik olarak İstanbul dışındaki Türkiye topraklarında yerleşmiş Rum-Ortodoks uyrukları ile Batı Trakya dışındaki Yunanistan topraklarında yerleşmiş Müslüman-Yunan uyruklarının 1 Mayıs 1923 ten başlayarak zorunlu mübadelesi 3 şeklinde tanımlanmaktadır. Rumlar arasında Andalayı olarak ifade edilen bu nüfus değişimi her iki toplumun millî hafızasında derin izler bırakmıştır. Bazı kaynaklara göre iki milyon insanın zorunlu olarak yer değiştirdiği bu olay, tarafların tarihin akışı içerisinde sosyo-kültürel ve siyasi sebeplerle mecbur kaldığı bir sürecin sonunda gerçekleşmiştir. İstiklal Savaşı yıllarında; Anadolu da bulunan Osmanlı bakiyesi gayrimüslim topluluklar, Türkiye Cumhuriyeti nin kuruluş felsefesine yansıyan uluslaşma sürecinde sosyal bir mesele hâline gelir. Bu bağlamda Balkan Türkleri de, Balkanlarda gayritürk devletlerin kurulması ile birlikte göçe mecbur kalırlar. Anadolu daki en büyük gayrimüslim azınlık olan Rumlar için ise Yunanistan Devleti nin teşekkülü ve Türk-Yunan Savaşı göç fikrini öne çıkaran tarihî hadiseler olur. Esasen mübadele öncesinde Anadolu Rumları Yunanistan topraklarına, Yunanistan daki Müslümanlar da Anadolu topraklarına göçe başlamışlardır. Ancak bu göçler sınırlı ve sistemsizdir. Bu göçlerle Anadolu dan Yunanistan a giden Rumlar ve Anadolu ya sığınan Türkler yeni yurtlarında iskân ve barınma problemleri yaşamışlardır. Yaşanan savaşlarda evlerini terk etmek zorunda kalan insanların arkalarında bıraktıkları mal, mülk ve eşya ile bunların idaresi, planlı bir nüfus değişimini gerekli kılan birçok gelişmeden birkaçı olarak anılabilir. Kâğıt üzerinde bir sözleşme ve protokol ile kayıt altına alınan Mübadele, fiiliyata geçirildiğinde birçok sorunla karşılaşılmış; bu itibarla Mübadele taraflarının protokol maddeleri uyarınca 3 Kemal ARI, Büyük Mübadele Türkiye ye Zorunlu Göç/ , Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ankara, 2005, s. 1.
15 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 15 aldıkları tedbirler ve gerçekleştirdikleri eylemler 1923 ten sonra kurulan kurum ve komisyonlar marifetiyle daha sistemli hâle getirilmiştir. Mübadele sözleşmesinin en trajik maddesi, hükümetlerin izni olmadıkça mübadillerin hiçbiri terk ettikleri memleketlerine dönüp yerleşemezler 4 şeklindeki hükümdür. Sözleşmenin 5. maddesi tarafların mülkiyet haklarını karara bağlarken 7. madde, gidilen ülkelerde artık oranın vatandaşı olunduğunu belirterek mübadillerin önceki vatandaşlıklarından ayrıldıklarını tescil etmektedir. Sözleşmenin 10., 11., 12., 13. ve 14. maddeleri ise malların tasfiyesi ve karşılığının verilmesi hakkındaki düzenlemeleri içermektedir yılı sonbaharından itibaren kıyı limanlarından toplanan mübadiller için belirlenen iskân planını şu şekildedir: 1.Alan Sinop, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Gümüşhane, Amasya, Tokat, Çorum. 2. Alan Edirne, Tekfurdağı, Gelibolu, Kırkkilise, Çanakkale. 3. Alan Balıkesir. 4. Alan İzmir, Aydın, Manisa, Menteşe, Afyon. 5. Alan Bursa. 6. Alan İstanbul, Çatalca, Zonguldak. 7. Alan İzmit, Bolu, Bilecik, Eskişehir, Kütahya. 8. Alan Antalya, Isparta, Burdur. 9. Alan Konya, Niğde, Kayseri, Aksaray, Kırşehir. 10. Alan Adana, Mersin, Silifke, Kozan, Ayıntab, Maraş. Tablo 1: Mübadele İskân Planı 5 Türk ve Yunan tarafından gerçekleşen göçlerde coğrafyanın da tesiriyle ağırlıklı olarak deniz yolu kullanılmıştır. Anlaşmayı takip eden yıllarda her iki tarafta insan taşımacılığı yapan deniz şirketleri ya da sadece bu iş için kurulan teşebbüsler gemi ve vapurlar aracılığıyla mübadilleri iki ülke arasında taşımıştır. Selanik ve Kavala limanlarından mübadil taşıyan vapurlardan bazılarının isimleri şöyledir: 4 İhsan TEVFİK, İnsan ve Mekân Yüzüyle Mübadele ten Bugüne Zorunlu Göç, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2014, s İhsan TEVFİK, age., s. 52.
16 16 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Gülcemal, Ümit, Kartal, Akdeniz, Temah, Ankara, Turan, Giresun, Arslan, Sürat, İnönü, Türkiye, Sakarya, İstanbul, Altay, Teşvikiye, Cumhuriyet, Gülnihal, Asya, Dumlupınar, Trabzon, Rize, Bahr-i Cedid. 6 Bu vapurlardan özellikle Gülcemal *, mübadil hafızasında ve anlatılarında adına en çok rastlanan vapurdur. Türk devletince oluşturulan mübadele komisyonunda mübadilleri taşıyan vapurların güzergâhları da belirlenmiştir. Yunanistan dan getirilecek Müslüman göçmenler Selânik ten Tekfurdağı na, Kalikratya dan İstanbul ve Mudanya ya; Kavala dan İstanbul, Zonguldak, Sinop, Samsun, Ordu, Giresun, İzmit, Tekfurdağı, Gelibolu, Bandırma ve Burhaniye ye; Girit ve Kandiye den Mersin, Silifke, Marmaris, Bodrum, Gökabad, Göllük, Ayvalık, Çanakkale ve Erdek iskelelerine bırakılacaktır. Mübadelede göçmenler meslek gruplarına göre de tasnif edilip, ihtiyaç planlaması dâhilinde göç ettirilmiştir. Bu doğrultuda mübadillerin tütüncü, çiftçi, bağcı, zeytinci olarak belli başlı alanlarda gruplandığı ve Türkiye de ilgili bölgelere yerleştirildiği bilinmektedir. İskân bölgeleri ve iskân edilenlerin meslek grupları gibi kıstaslar genel bir 6 İhsan TEVFİK, age., s. 54. * Anılarda en fazla yer eden gemilerin başında gelen Gülcemal 1874 yılında Kuzey İrlanda da, meşhur Titanik gemisini üreten firma tarafından üretilmiştir. Uzun yıllar askerî amaçlara hizmet eden gemi 1924 yılından sonra Selânik ile İstanbul ve İzmir arasında mübadilleri taşımıştır. Atatürk ün de birkaç kez bindiği bilinen gemi, iç donanımındaki muhteşem görüntüsünden dolayı halk arasında yüzen havuz olarak adlandırılmış, 1937 sonrası hizmet dışı kalmıştır sonrasında gemi İtalyan enkazcılara satılmıştır. Gülcemal in neredeyse bütün mübadele romanlarında ismi zikredilir. Bu konuda en tipik örnekler arasında alt başlığı Kederlerini gemilere yükleyip gidenler olan Fügen Ünal Şen in Bir Avuç Mazi romanı ile Yılmaz Gürbüz ün önemli bir bölümünde Gülcemal vapurunda yaşananları anlattığı Mübadiller romanlarını sayabiliriz. Sadece romanlarda değil Orhan Veli, Bedri Rahmi gibi şairlerin de şiirlerinde bu vapura yer verdikleri bilinmektedir. Mübadele gemileri hakkında daha ayrıntılı bilgi Mübadele Gemileri ve Göç Yolunda Çekilen Çileler başlıklı bölümde verilmiştir. Konu hakkında ayrıntılı bilgi için ayrıca bk.: Kemal ARI, Suyun İki Yanı: Mübadele (Yazılar), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2015, ss
17 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 17 karar olmakla birlikte mübadele süreci içerisinde değişim göstermiş ve söz konusu kaidelerin dışına da çıkılmıştır. Kemal Arı, mübadilleri Anadolu da bekleyen sorunlar arasında ana hatlarıyla parasal kaynakların ve imkânların yetersizliğini, salgın hastalıkları, bazı göçmenlerin mesleklerini uygulayamayacakları bölgelere yerleştirilmelerini, mübadillerin yerleştirildikleri yerdeki toprağı, iş olanaklarını ve taşınmaz malları beğenmemesini sayar yılında başlayan mübadele süreci 1930 da tamamlanmış, ancak etkileri yıllar boyunca devam etmiştir. Mübadelenin 4 aşamada gerçekleştiğini belirten Kemal Arı ya göre mübadillerin Türkiye ye getirilmeleri, yerleştirilmeleri, üretici duruma getirilmeleri sırasıyla mübadelenin ilk üç aşamasını meydana getirmektedir. Mübadelenin dördüncü aşaması ise mübadillerin yeni toplumsal yapıya siyasal, kültürel, ekonomik ve psikolojik yönden uyumlarını içeren dönemdir. Bu çalışma kapsamında değerlendirmeye tabi tutulan romanların tamamı, bahsi geçen dört aşamalı süreç tamamlandıktan sonra kaleme alınmıştır. 7 Kemal ARI, age., ss
19 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR BÖLÜM: Mübadele Romanı Üzerine 1.1. Mübadele Romanı Adlandırması Etrafında Birtakım Düşünceler Çağdaş Türk Edebiyatında özellikle 1990 dan sonra varlık gösterip 2000 li yıllarda sayıları giderek artan mübadele romanları, yakın tarihimizin önemli hadiselerinden biri olan Mübadele yi edebiyat zeminine taşımak suretiyle konuyu Türk okurunun dikkatine sunan eserler olmuştur. Her ne kadar roman bireysel ve toplumsal hayatı yansıtmada birçok edebî türe göre daha yetkin olsa da sosyal olayları roman üzerinden okuma çabasının romanı kendi mecrasından ayıran bir tutum olduğu kuşkusuzdur. Bu durumda roman sadece bir belge hüviyetinde ele alınacaktır ki bu da romanın kendi kuramsal temelini göz ardı etmek ya da romana edebiyat bilimi haricinde yaklaşmak olacaktır. Bütün hayatı kuşatabilecek kadar geniş bir hareket alanına sahip olan roman türünün tanımlanması hareket alanının büyüklüğü nispetinde zorluklar taşımaktadır. En genel biçimde romanı; olmuş, olması muhtemel ya da olması imkânsız her türlü olayı kendine özgü bir düzen içinde ve edebî dilin imkânları ile kahraman, zaman ve mekân gibi unsurlar etrafında anlatan kurgusal metin olarak tarif edebiliriz. Romanın tarihsel oluşumu esas alınarak yapılacak tasnifinde klasik, modern ve postmodern roman; etkisi altında kaldığı akımlar dikkate alınarak yapılan tasniflerde ise romantik, realist ya da natüralist roman şeklinde sınıflandırıldığını görmekteyiz. Bunun yanısıra konusuna göre romanların tarihî roman, sosyal roman, macera romanı, köy romanı gibi başlıklar altında tasnif edildiği de görülür. Nurullah Çetin, roman türlerini tasnif ederken gerçeklik kurgusuna bağlı roman türleri ve gerçekdışılık kurgusuna bağlı roman türleri olmak üzere oldukça genel ve
20 20 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI kuşatıcı bir sınıflamaya giderek tarihî roman, suç romanı, yaşamöyküsel roman, özyaşamöyküsel roman, macera romanı, belgesel roman, korku romanı, fantastik roman, ütopya romanı ve bilim kurgu romanı gibi türleri bu ikili yapı altında değerlendirir. 8 Bu noktada dikkat çeken husus, konularına göre romanların konuyu temsil edebilecek en üst yapıda genellenmiş olmalarıdır. Romanın tanımında olduğu gibi tasnifinde de olabildiğince geniş bir perspektifle meseleye yaklaşmak gereği çok açıktır. Çalışmamızda mübadele romanları genel başlığı altında anılan eserlerin adlandırılmasında belirleyici olanın romanlarda işlenen konu olduğunu belirtmemiz gerekir. Ancak herhangi bir romandaki konu, romanın tanımlanmasında ya da tasnifinde yeterli bir ölçü olabilir mi? Philip Stevick romanı, konusunu göz önünde bulundurarak tanımlama eğiliminin mantığa uygun olmadığını savunarak bir romandaki konunun son derece özel olduğunu ve söz konusu eseri bağladığını belirtir. 9 Bizim de benimsediğimiz bu yaklaşıma göre mübadele romanı olarak andığımız romanların tarihî arka planında mübadele hadisesi olsa da her bir romanın ana hikâyesinde başka konuların yer alabileceği de kabul edilmelidir. Bir mübadele romanındaki konu, birbirlerine kavuşamayan Türk ve Rum sevgililerin aşkları etrafında gelişirken bir diğer mübadele romanındaki konu bir tek kahramanın yaşamöyküsel göç serüvenine odaklanılarak verilebilmektedir. Bu bağlamda mübadele romanlarını aynı konuyu ele alan romanlar olarak değerlendirmek yerine, benzer kurguya sahip eserler olarak tarif etmek daha mantıklı görünmektedir. Göçün tarihsel gerçekliği göz önünde bulunduruldu- 8 Nurullah ÇETİN, Roman Çözümleme Yöntemi, Öncü Kitap, Ankara, 2009, s Philip STEVİCK, Roman Teorisi, (Çev. Sevim KANTARCIOĞLU), Akçağ Yayınları, Ankara, 2010, s. 12.
21 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 21 ğunda mübadele romanlarının tarihî roman sınırları içinde yer aldığı kuşkusuzdur. Temelde roman türündeki eserlerin benzer kurgular etrafında geliştiği düşüncesinden hareketle 10 mübadele romanlarının kurgusunu şekillendiren ana olayın göç/yer değiştirme olduğu görülecek ve söz konusu göçlerin benzer şekillerde gerçekleşiyor olması bizi bir kurgu birlikteliğine götürecektir. Bu bağlamda mübadele romanları, olay örgüsünün göç üzerinde kurulduğu, göç güzergâhında ve göç zamanlarında gerçekleşen kurgularıyla göç romanı 11 başlığı altında değerlendirilebilecek bir muhtevaya ve kurguya sahiptir. Sosyal bir hadise olması yönüyle söz konusu romanları sosyal romanlar kapsamında düşünmek de mümkündür. Nitekim iskân meselesi, dil ve kültür sorunları vb. gibi mübadele romanlarında yer verilen sosyal konular bu düşünceyi destekler niteliktedir. Ancak konusunu tarihten almasıyla mübadele romanlarını yansıtan en genel karakteristiğin tarihsellik olduğu kuşkusuzdur. Dolayısıyla mübadele romanlarını kuşatan tarihî atmosfer göz önünde bulundurularak söz konusu romanları tarihî roman içinde ancak tarihî romanın alt türleri arasında düşünmek uygun olacaktır. Tarihî romanların bir alt türü olarak değerlendirdiğimiz göç romanlarından, mübadele romanlarını ayıran nokta ise göçün mübadele yani nüfus değişimi ile yapılmış olmasıdır. Mübadele hakkında tarihî bilgilere yer verdiğimiz kısımlarda belirtildiği üzere bu romanlardaki göç hareketi belli bir sistem dâhilinde ve takas usulü ile gerçekleşmiştir. Mübadele romanlarını sürgün ve göç konulu romanlardan ayıran yönü de sözünü ettiğimiz bu farklılığıdır. Mübadele romanlarına roman sanatı ya da estetiği penceresinden bakıldığında dikkat çeken husus söz konusu 10 Ronald B. TOBİAS, Roman Yazma Sanatı, Say Yayınları, İstanbul, 1996, ss Atıf AKGÜN, Balkan Türklerinin Muhacir Edebiyatı İncelemeleri, Grafiker Yayınları, Ankara, 2016, s. 90.
22 22 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI romanlardaki gerçeklik vurgusu, dokümentalist duruş ya da bir başka ifadeyle bilgi yoğunluğudur. Tarihsel süreç içerisinde romanın destanlar çağından sonra romanslara ve romanslardan sonra ise hayal gücünün yerini giderek gerçekliğe bıraktığı bir türe evrildiği hatırlandığında esasen mübadele romanlarındaki realitenin roman estetiğini zedeleyen bir unsur olduğunu düşünmemek gerekir. Elbette burada kastedilen kurgusal gerçeklik, yani romanın iç dünyasındaki gerçekliktir. Mübadele romanlarının estetiğinde de en belirleyici husus hepsinde ortak olan tarihî arka plana eşlik eden kurgusal gerçekliktir. Bu kurgusal gerçeklik, tarihî gerçeklikten ayrıldığı ve özerkleştiği oranda estetik başarı söz konusu olabilmektedir. Nitekim E. M. Forster a göre bu karşıt iki uç, roman yazarlarının iki temel eğilimini yansıtır: Roman yazarları bir yandan yaşanan olayları örnek alır, bunlardan sapmamaya çalışarak gerçekçi bir tutum izler; öte yandan ise kendi yarattıkları olay ve kişilerden oluşan bir dünyada hayal gücünü işleterek, günlük yaşamdan uzaklaşabileceklerinin bilinci içindedirler. Özündeki bu iki karşıt eğilim nedeniyle roman, gerçeklik ve düşsellik arasında uzanan geniş bir yazı alanıdır. 12 Mübadele romanlarında estetik başarıyı getiren bu hususu tarihî romanın estetik ölçütleri arasında benzer şekilde ifade eden W. Scott ta da görürüz. 13 Tarihî gerçeklik in yoğunluğu romanın estetiğini olumsuz yönde etkiliyor olsa da romanın kurgusal gerçekliğine zemin oluşturduğu sürece tehdit oluşturmayacaktır. 14 Bu bağlamda mübadele romanlarındaki olaylar ortak tarihî arka planda cereyan ediyor olsalar da kurgularında takip edilen izleklerin farklılığı ile birbirlerinden ayrılarak özerkleşecektir. Bazen mübadil bir Türk ailenin iskân yolculuğu, bazen Türk ve Rum gençlerin yaşadıkları aşk, Mübadele romanlarının izlekleri olarak öne çıkabilecektir. 12 E. M. FORSTER, Roman Sanatı, Milenyum Yayınları, İstanbul, 2014, ss Turgut GÖĞEBAKAN, Tarihsel Roman Üzerine, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004, ss Turgut GÖĞEBAKAN, age., ss
23 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 23 Mübadele romanlarının genellikle ana akım Türk Edebiyatı temsilcileri dışındaki yazarlar tarafından kaleme alınmış olması, kısa sürede ( ) ve niceliksel bir zenginlikle ortaya konulmaları, söz konusu edebî üretimi Edebiyat Sosyolojisi bağlamında değerlendirmeyi de mümkün kılmaktadır. Edebiyat Sosyolojisinin yazar, yapıt, okur ve basın-yayın ekseninde dört büyük alanından biri olan yazar yapıtın çözümlenmesinde de önemli bir unsurdur. 15 Mübadele romanlarının yazarları köken itibariyle önemli oranda mübadil ailelere mensupturlar. Onları mübadele konusunu ele almaya yönlendiren saik bu bağlamda daha anlaşılır hâle gelmektedir. Yazarların mübadil kimlikleri; eserlerindeki hassasiyetleri ve idealist duruşlarını belirleyen ölçüdür. Çoğu zaman bu bakımdan taraf olurlar ve millî bir havaya bürünürler. Mübadele romanlarında yazarların konuya eğilişinde iki tutum belirgindir. En genel anlamda millî ve hümanist olarak nitelendirilebilecek bu iki tavır, yazarların tamamında belli oranda görülür ve romanlarda birbirine karşıt tutumlar olarak yer almazlar. Yazar kendi ailesinin ya da milletinin hikâyesini ele aldığı kısımlarda millî bir söylem kullanırken, mübadelede yaşanan göçün insani yönüne değindiği kısımlarda evrensel değerleri öne çıkararak daha hümanist bir duruş sergiler. Mübadele romanlarındaki göç çift taraflı ve zorunlu olduğu için sıradan göç romanlarından farklı olarak bu romanlarda ötekileştirme daha örtülü gerçekleştirilir. Meselenin iki taraflı olduğu gerçeği diri tutularak romanların kurgularında belli bir düalite esas alınır. Mübadele romanı yazarlarının bir diğer ortak noktası romanlarında işledikleri mübadele konusuna belli bir tarih araştırması ile yönelmiş olmalarıdır. Bu duruma ek olarak, yazarların mübadil ailelerinden derledikleri anılar da romanların oluşum sürecinde önemli yer tutmaktadır. Edebiyat sosyolojisi bağlamında meselenin okur cep- 15 Nurettin Şazi KÖSEMİHAL, Edebiyat Sosyolojisine Giriş, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., İstanbul, 1967, s. 12.
24 24 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI hesini ilgilendiren yönü de önemlidir. Mübadele romanları önce mübadil muhitlerinde tutulur ve sahiplenilir. Ancak mübadele romanlarının asıl hedef kitlesi mübadil olmayan okurlardır. Çünkü yazarlar böylece mübadeleyle ilgisi olmayan bir kitleye mübadelenin trajedisini hissettirmiş olacaktır.
25 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR Türk Edebiyatında Mübadele Romanları Yunan Edebiyatında Mübadele meselesi, mübadeleden hemen sonra edebî metinlerin dünyasında yer edinmeye başlar. Bu eserleri yazanlar ağırlıklı olarak mübadeleyi bizzat yaşamış ya da görmüş kişilerdir. Yaşanmışlıklar, doğal olarak Yunan Edebiyatındaki mübadele konulu eserleri anı formuna yaklaştırmıştır. Yunan Edebiyatında mübadelenin hemen ardından yazılmaya başlayan mübadele konulu metinler, son yıllara kadar aralıklı ve azalmakta olan bir sıklıkla da olsa sürekli gündemde olmuştur. Oysa Türk Edebiyatında durum bunun aksi yönde gelişme görtermiştir. Mübadeleden sonra uzun bir suskunluk dönemi yaşanmış, 1990 lara kadar yazılan eserlerde mübadele hiçbir zaman ana konu olmamıştır. 90 lı yıllara kadar yazılan romanlarda olay içinde fazlaca değeri olmayan bir mübadil kahraman ya da mübadeleyi çoğunlukla üstü kapalı biçimde anımsatan birkaç cümlelik konuşmalar dışında bir şey görülmemektedir. 16 Herkül Millas, bahsi geçen bu sınırlı ilgiyi tek tek romanlar üzerinde şöyle tespit eder: Faik Baysal Sarduvan (1944) romanının ilk cümlelerinde eski bir Rum yerleşim yeri olan Sarduvan kasabasından ve Rumların mübadeleyle kasabadan gitmelerinden kısaca söz ettikten sonra Ama benim size anlatmak istediğim bunlar değil diyerek bambaşka bir konuya yönelir. Aka Gündüz ün Dikmen Yıldızı (1928) isimli romanında Rumların İzmir den gidişini hatırlatan birkaç cümle yer alır. Yakup Kadri nin Panorama sında (1953) Balkanlardan gelen mübadil kahramanlar görülür. Reşat Nuri nin Ateş Gecesi nde (1942) Türkiye den giden Rumlar dolaylı olarak hatırlatılır. Sabahattin Ali nin Çirkince (1947) isimli hikâyesinde Türkiye ye yerleşen mübadillere yaklaşımdaki olumsuzluklardan söz edilir larda mübadeleye dolaylı biçimde değinen Marksist yazarlarda konunun sınıf 16 Herkül MİLLAS, Türk ve Yunan Romanlarında Öteki ve Kimlik, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, ss
26 26 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI temelli bir yaklaşımla değerlendirildiği görülür. Zaven Biberyan ın Yalnızlar ı (1965), Hasan İzzetin Dinamo nun Ateş Yılları (1968) ile Savaş ve Açlar(1968) romanları Kemal Tahir in Kurt Kanunu(1969) ve nihayet Yusuf Atılgan ın Anayurt Oteli(1973) de bu kategoride sayılabilecek romanlardandır. 17 Harun Doğruyol, 90 lara kadar mübadeleye dolaylı biçimde yer veren romanlar silsilesine dört roman daha ekler. Bu romanlar ve mübadeleyle ilişkileri şöyledir: Sevgi Soysal ın Yenişehir de Bir Öğle Vakti (1974) isimli romanı bir mübadil olan Necip Bey i etraflıca ele alır. Necip Bey, diğer mübadele romanlarında pek rastlanılmayan mirasyedi ve yoz bir kişiliktir. Yılmaz Gürbüz ün Balkan Acısı (1975) adlı romanında da mübadele romanlarında pek yer almayan milliyetçi bir Jön Türk olan Doğan Bey le karşılaşılır. Fikret Otyam ın Pavli Kardeş (1985) adlı eserinde Anadolu dan giden Rumların, Yunanlılar tarafından kabullenilememesi ve yaşadıkları ikilem anlatılır. Salim Şengil, Savrulup Gidenler (1987) adlı romanı mübadelenin ayırdığı insanlardan bahseder, ayrılışın hüznünü aktarır. 18 Türk romanında mübadelenin bu kadar uzun bir dönem (yaklaşık yetmiş yıl) görmezden gelinmesi elbette üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. Herkül Millas Türk Edebiyatında mübadele meselesinin uzun zaman ele alınmamasının nedenlerini altı madde hâlinde özetler: 1. Yunan tarafı için göçün bir yenilgiyle birlikte ortaya çıkması, Türk tarafı içinse bir zaferin sonucu oluşu. 2. Yunanistan a göç edenlerin Türkiye ye göç edenlerden yaklaşık üç kat fazla olması. 3. Rumlar için göçün zoraki ve büyük bir kargaşa için- 17 Herkül MİLLAS, age., ss Harun DOĞRUYOL, 1990 Sonrası Türk Romanında Türk- Yunan Mübadelesi, Doktora Tezi, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Manisa, 2016, ss
27 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 27 de uygulanması. 4. Türk tarafının mübadeleden hemen önce bir Balkan göçü deneyimi yaşamış olması. 5. Türk mübadillerin çoğunun köylü oluşu, Rumlara göre okuryazarlık oranının düşük olması dolayısıyla aralarından bir yazar çıkmamış olma ihtimali. 6. Mübadeleyi takip eden yıllarda Türkiye de misak-ı millî sınırları dışındaki Türklerle ilgilenmenin hoş karşılanmaması. 19 Millas ın belirttiği her maddenin suskunluğun sebebini izah etmede belli bir karşılığı vardır. Ancak özellikle ikinci, beşinci ve altıncı maddeler, Türk tarafındaki suskunluğun sebebini izah konusunda daha anlamlı görünmektedir. Bu maddeler arasına Türk milletinin sözlü kültüre yazılı kültürden daha fazla değer vermesi de eklenebilir. Zira sadece mübadele konusunda değil daha birçok meselede aynı suskunluk okuryazar olanlar tarafından dahi sürdürülmektedir. Sözgelimi Çanakkale Savaşlarını ya da yıllardır süren terör sorununu yaşamış olup da roman türündeki eserlerine taşıyan yazar sayısındaki sınırlılık ortadadır. Türk Edebiyatında romanın genç bir tür olması ve ilaveten sosyal meselelere temas eden tematik romanın gördüğü rağbetin derecesi de söz konusu suskunluğun izahı noktasında ipuçları verebilir. Stevick in roman bir orta sınıf edebiyatıdır bu bağlamda duyarlı ve ahlâki değerler noktasında hassas bir okur-yazar zümresi gerektirir 20 hükmünden hareketle Türk Edebiyatında tematik romanların yazılma ve okunma sürecinin belli bir okur-yazar kitlesinin oluşumunu beklediği de söylenebilir. Türk romanının meseleye gecikmeli olarak temas etmiş olması tarihî süreçle de izah edilebilir. Yeni kurulan Türk 19 Herkül MİLLAS, age., ss Philip STEVİCK, Roman Teorisi, (Çev. Sevim KANTARCIOĞLU), Akçağ Yayınları, Ankara, 2010, s. 10.
28 28 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI devletinin yaşadığı birçok travmatik hadise mübadelenin geri planda kalmasında belli oranda etkilidir. Diğer taraftan henüz yeni yurtlarına intibak sürecini yaşarlarken mübadele gibi bir konunun söz konusu uyum sürecinde ele alınamaz oluşu mübadil psikolojisi dikkate alındığında mantıklı görünmektedir lı yıllara gelindiğinde mübadele yıllarını hatırlayan birinci nesil ortalama yetmiş-yetmiş beş yaş civarındadır. Bu neslin tecrübeleri, öncelikle kendi yakınları sonra da araştırmacılar tarafından çeşitli etkinliklerle kamuoyuna duyurulmaya başlanır. Bu etkinlikler, mübadele konusunda belli düzeyde bir ilginin ortaya çıkmasını sağlar. Harun Doğruyol, bu yönelişi dünya siyasetindeki ve iç siyasetteki değişmelerle açıklar. Ona göre NATO ve Sovyetler Birliği nin dünya gündemindeki yönlendiriciliği yerel sorunların görülmesini uzun süre engellemiştir. Berlin Duvarı nın yıkılmasından sonra ortaya çıkan tek kutuplu yeni dünya, ertelenmiş etnik sorunların ve kimlik meselelerinin gündeme gelmesini sağlamıştır. İç siyasette ise Turgut Özal hükümetleri ile birlikte liberal politikaların öne çıkışı, üretime dayalı ve dünyaya açılmayı hedefleyen sosyal, ekonomik, politik süreçler, toplumda açılımcı ve özgürlükçü bir havanın oluşmasını sağlamıştır. 90 lı yıllarda Yunan Edebiyatından yapılan tercümelerin yoğunlaşması, tarihî roman türünün gerek ülkemizde gerek dünyada popüler hâle gelmesi de mübadele meselesinin hatırlanmasında belli oranda bir etkiye sahiptir dan sonra Sovyetlerin dağılmasını takip eden yıllarda ülkemizde dış Türklere yönelik ilginin artması, Çağdaş Türk romanının mübadele ile birlikte diğer Balkan sürgünleri ve Kafkas göçleri gibi tarihî konulara yönelmesinde bir diğer etkendir. Zira söz konusu dönemde Türkiye sınırları dışında kalan Türk topluluklarına özel bir ilgi oluşmuş ve bu Türk topluluklarının dil, kültür ve edebiyatları üzerinde daha planlı çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. 21 Harun DOĞRUYOL, age., ss
29 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 29 Türk Edebiyatında bilhassa 2000 li yıllardan sonra mübadele romanlarının sayısında belirgin bir artış gözlenir. Bu romanlar arasındaki benzerlikler Mübadele Romanı Adlandırması Etrafında Birtakım Düşünceler başlıklı bölümde ileri sürdüğümüz gerekçelerle de mübadele romanı şeklinde ayrı bir isimlendirmeyi hak edecek boyuttadır. Bu çalışmada merkeze alınan on romandan hareketle, bahsi geçen mübadele romanı adlandırması temellendirilmeye çalışılmıştır. Örneklem romanların seçiminde, mübadele romanlarının temel karakteristiğini belirleyebilecek bir nitelik arz etmelerine dikkat edilmiştir. Bu anlamda mübadele bölgelerinin temsili, başarılı ve başarısız romanların örneklenmesi, kahraman çeşitliliği, metinlerin gerçeklikle ilişkisi, yazarların profesyonel olup olmaması, mübadele romanlarındaki dönüşümün izlenebilmesi, yazarların ideolojik duruşları gibi ölçütlerin bu seçimde yönlendirici etkisi olmuştur. Çalışmada ele aldığımız on roman aşağıda yer alan tabloda verilmiştir: Yazar Roman Adı Yayın Yılı 1 Feride Çiçekoğlu Suyun Öte Yanı (1992) 2 Kemal Yalçın Emanet Çeyiz - Mübadele İnsanları- (1998) 3 Ali Ezger Özyürek Muhacirler -Bitmeyen Göç- (2003) 4 Sabâ Altınsay Kritimu -Giritim Benim- (2004) 5 Nurten Ertul Kimlik (2006) 6 Yılmaz Gürbüz Mübadiller (2007) 7 Yılmaz Karakoyunlu Mor Kaftanlı Selânik - Bir Mübadele Romanı- (2012) 8 Akın Üner Çalı Harmanı - Mübadelenin Hazin Hikâyesi- (2012) 9 Demet Altınyeleklioğlu Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan (2013) 10 Belgin Karabulut Mübadele Günlerinde Aşk (2014) Tablo 2: Yakın Dönem Mübadele Romanlarından On Örnek
30 30 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI 1.3. Mübadele Romanlarında Teknik Özellikler Zaman Mübadele romanlarında zamana sıkı sıkıya bir bağlılık görülür. Kimi mübadele romanlarında bu hassasiyet o kadar ileri gider ki anlatıcı her bölümün başına vaka zamanını işaret eden tarihler de koyar. Bu anlamda Çalı Harmanı iyi bir örnek olarak görülebilir. İlk bölümüne 1 Eylül 1922 Cuma notu düşülen romanın son bölümünde Mart 1924 tarihi görülür. Aynı yolu takip etmeye çalışan Mübadele Günlerinde Aşk romanında da kimi bölümlerin tarihleri bölüm başlarında belirtilmiştir. Mübadele romanlarında genel olarak mübadelen kısa bir süre önce başlatılan olaylar, mübadele sürecinin tamamlanmasına (1930 lar) kadar devam eder. Ancak olayları daha yakın zamana kadar getiren eserler de vardır. Sözgelimi Mor Kaftanlı Selânik romanında olaylar 19 Eylül 1921 de başlayıp 1923 yılı ortalarında sona erer. Eserin epilog bölümünde roman kahramanlarının mübadeleden sonraki hayatları hakkında bilgiler verilerek zaman aralığı genişletilir. Mübadele Günlerinde Aşk isimli romanda da benzer bir zaman tasarrufu söz konusudur. Olaylar, Lozan daki Mübadele Protokolü imzalanmadan bir yıl önce (1922) Girit te mübadelenin birinci kuşak kahramanları ile başlayıp üçüncü kuşaktan kahramanları da içine alarak 1990 yılına kadar yayılan bir zaman diliminde yaşanır. Yılmaz Gürbüz ün Mübadiller romanında olayların başlangıcı diğer romanlara göre daha eski bir zamana götürülür. II. Meşrutiyet in ilanından sonra (1910 lar) başlayan olaylar 1925 e kadar devam eder. Tarihî bilgilerle yoğunlaştırılmış olan romanın bu zaman tercihinde mübadeleyi oluşturan şartları gösterme çabası belirgin biçimde hissedilmektedir. Kimi romancılar da mübadelenin hemen öncesi ve sonrasını ele almak yerine olayları daha yakın bir zaman diliminden başlatıp şuur akışı ile geçmişe gitme yolunu tercih
31 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 31 ederler. Türk Edebiyatında Mübadele Romanları başlıklı bölümde birinci nesil mübadillerin bu konuyu ele alan eserler ortaya koymadıklarını ve konunun ancak üçüncü nesil tarafından işlenebildiğini belirtmiştik. Sözgelimi Emanet Çeyiz romanında olaylar yılları arasında geçmekle birlikte mübadillerle yapılan mülakatlarda sık sık mübadele yıllarına dönülür. Şuur akışı ile geçmişe gitme yolunu tercih eden romanlardan biri de Kimlik tir. Nurten Ertul, romanın başkahramanı Jale ye büyükannesinin bıraktığı miras sandıkta yer alan tarihî günlükler ve mektuplar vesilesiyle okuru, Karamanlı Ortodoks Türklerin* 22 Hristiyan oldukları için Yunanistan a gönderilme hikâyesi ve ailesinin tarihi ile buluşturur. Bir taraftan İspir in ve Yordan ın çocukları ve onların çocuklarının acıklı öyküsü devam ederken bir taraftan da Jale nin gündelik yaşamına geçişler vardır romanda. Sandıktan çıkan mektuplardaki öykünün anlatımı devam ederken ara sıra Jale nin günlük yaşamına dönülür. Yazarlarının kendi aile tarihlerinden yola çıkarak zaman kurgulaması yaptıkları mübadele romanlarına Ali Ezger Özyürek in Muhacirler romanını da dâhil etmek mümkündür. Yazar, romanın merkezine yerleştirdiği Turan Dede kişisi başta olmak üzere yakın çevresinden dinlediği hatıraları belli bir kronolojik sıra ile kurgulayarak zaman planlaması yapar. Okuyucuyu şimdiki zamandan geri dönüş tekniği ile Turan Dede nin göçten önce yaşadığı Manastır a bağlı Kayalar ilçesinin İnebosu köyüne götürür. * Çalışmamızın birçok yerinde zikredilen Karamanlı Ortodoks Türkler ifadesi, Kapadokya bölgesi olarak da bilinen Orta Anadolu da Mübadeleye kadar varlıklarını devam ettirmiş Türkçe konuşan Hristiyanlar için kullanılmıştır. Mübadeleye de konu olan söz konusu topluluğun tarihi kökenleri ve bu topluluk için kullanılan diğer adlandırmalar konusunda ayrıntılı bilgi için bk.: Adem ÖGER, Karamanlı Ortodokslar ve Karaman Türkçesi, Tehlikedeki Türk Dilleri II A, (Editörler: Süer Eker ve Ülkü Çelik Şavk), Uluslararası Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi Yayınları, Ankara-Astana, 2016, ss
32 32 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Turan Dede nin hikâyesi sona erdiğinde dönülen zaman yine romanın şimdiki zamanına tekabül eder. Kritimu da Sabâ Altınsay bu zaman geçişini hissettirmeden yapar ve doğrudan aile tarihinden esinlendiği olay örgüsünü kronolojik bir zaman seyri içerisinde verir. Giritli İbrahim i merkeze alarak gerçekleşen anlatı sona erdiğinde yazarın yer verdiği sonsöz bir bakıma mübadele romanlarındaki zaman yolculuğuna işaret eder: İbrahim Yarmakamakis ve ailesi önce Küçükkuyu ya, ardından Çanakkale ye iskân edildiler; Altınsay soyadını aldılar. Fatma Altınsay 1954, İbrahim Altınsay 1963 yılında öldü. Türkiye de üç çocukları daha oldu. Amcalarım Cemal, Zeki ve babam Erdoğan Altınsay. İbrahim, Fatma Yarmakamakis ve çocukları, Girit i bir daha hiç görmediler. Yetmiş yıl sonra ben ve babam, Girit ten getirdiğimiz toprağı mezarlarına serptik. (Kritimu: s. 305) Suyun Öte Yanı, zamanı, modern romana özgü biçimde kullanması bakımından diğer mübadele romanlarından ayrılır. Diğer mübadele romanlarında zaman, vakanın anlatımı için bir araç olarak kullanılırken Suyun Öte Yanı nda adeta bir amaç hâlini alır. Roman kahramanlarının psikolojik gerilimleri, çağrışıma açık zihin yapıları; karşılaşılan her türlü nesne ve olayla birlikte zamansal sıçramalara neden olur. Zamansal ani geliş-gidişler yer yer vakanın takibini de güçleştirmektedir. Mübadele romanlarında sıklıkla görülen kronolojik bir bütünlük yaratma çabasına karşılık bu romanda okuyucuyu zorlayan hızlı zamansal geçişler söz konusudur. Geçmişle şimdi arasında adeta ortadan ikiye bölünmüş biçimde yaşayan roman kahramanları sık sık mutlu geçmişe sığınmaya çalışırlar yılının Temmuz ayında başlayan olaylar 1987 yazında son bulur. Bu beş yıllık vaka zamanı, şuur akışı yöntemi kullanılarak genişletilir. Şuur akışı ile gidilen en uzak tarih 1920 li yılların başıdır. Bir mübadil olan Sıdıka Hanım ın mübadeleye dair hatıra-
33 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 33 ları eseri bir mübadele romanı yapar ile 1982 yılları arasında yaşanan 6-7 Eylül olayları (1955), 1980 İhtilali, Yunanistan daki Albaylar Cuntası roman kahramanlarının odaklandığı diğer önemli olaylardır. Bu vesileyle belirtmek gerekir ki incelediğimiz romanlardan Çalı Harmanı, Suyun Öte Yanı ve Muhacirler ağırlık merkezi mübadele olmakla birlikte sosyal ve tarihî meselelere de yönelmeleri bakımından farklı bir konumda bulunmaktadır Kişi Kadrosu Mübadele romanlarında kişi kadrosu genellikle kalabalıktır. Bu durumun temel sebebi romanların gerçeğe bağlı kalmak kaygısı ile oluşturulmasıdır. Mübadele hâdisesi iki milyon civarında insanı etkilemiştir. Romancılar toplumun bütün katmanlarından insanlara yer vererek, konuyu farklı perspektiflerden yansıtmak amacı taşıdıkları için olsa gerek kişi kadrosunu geniş tutmuşlardır. Çoğu romanda olayın esas kahramanları dışında hatırlanmış kişiler olarak dâhil olan birçok figür görülür. İncelediğimiz romanlar içinde özellikle Mor Kaftanlı Selanik, Muhacirler ve Çalı Harmanı mübadele romanlarının kalabalık kişi kadrosunu güçlü biçimde yansıtan eserlerdir. Bu eserlerde siyasetçisinden bürokratına, şehirlisinden köylüsüne, din adamından, hayat kadınlarına kadar mübadelenin trajik sonuçlarından bir şekilde etkilenmiş birçok kahraman karşımıza çıkar. Bu metinler içinde gerçeklikle en sıkı bağ taşıyan *23 Emanet Çeyiz romanını kişi kadrosu bakımından irdelediğimizde ise karşımıza şöyle bir tablo çıkar: Yazar, * Eserin mülakat yöntemiyle oluşturulması, yazarın gerçekliğe sadık kaldığını sürekli vurgulama gereği hissetmesi ve bu gerçekliği güçlendirecek şekilde mülakat yapılan kişilerin ve bahsi geçen mekânların fotoğraflarını kitabın eki olarak takdim etmesi metnin gerçeklikle ilişkisini güçlendirmektedir. Fakat eserin büyük bölümünü oluşturan mülakatların dışında kalan ayrıntılı sayılabilecek çevre betimlemeleri ve şuur akışı yöntemiyle oluşturulmuş birtakım bölümler, metni romana yaklaştırmaktadır. Bu özellikleri bir arada düşünerek esere belgesel-roman demek mümkündür.
34 34 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI çoğu birinci nesilden on yedisi Türk, yirmi üçü Rum olmak üzere toplamda kırk mübadille yaptığı görüşmeleri kayıt altına alıp sonradan deşifre etmek suretiyle eserini oluşturmuştur. Mülâkat sırasında çevrede bulunan, araya girerek kısa bilgilendirmeler, hatırlatmalar yapan, yazarın gittiği mekânlarda çevresini sarıp yazarla kısa görüşmeler gerçekleştiren ikinci, üçüncü nesilden mübadilleri ve esere hatırlanmış kişiler olarak dâhil edilen şahıslarla yazarın yolculukları esnasında karşılaştığı insanları da kitabın kahramanları kategorisine eklediğimizde oldukça kalabalık bir kişi kadrosu oluşmaktadır. Mübadele sırasında ortalama yaşlarında olan birinci nesil, mübadeleden yetmiş bir yıl sonra yapılan bu görüşmelerde yaklaşık seksen-seksen beş yaş ortalamasına sahiptir. Mübadele romanlarının şahıs kadrosunda en dikkat çekici hususlardan biri de kişilerin Rum ve Türk etnisitesine mensubiyetleri itibariyle ikiye bölünmüş olmalarıdır. Çalı Harmanı nda bu iki cepheli karakterizasyonu açık bir şekilde görmek mümkündür. Bir tarafta Samsunlu Rum çete lideri Hristo ile Samsun şehir merkezindeki ve dağlarındaki Rum ahaliyi temsil eden Andreas, Avraam, Dimitra, Terzi Kadın ve çeteciler (Lefter Çavuş, Lazari Kirkor, Tanaş ve İlya) yer alırken anlatının diğer cephesinde şahıs kadrosu olarak Selânik in Sarı Şaban, Muratlı vd. köylerindeki Türk ahaliyi ve Selânik in şehirli Türk ve Müslüman sakinlerini görürüz. (Ağuş Ağa, Hatice, Cemiller, Muhtar Sülman, Hafız Halil Efendi, Naim, Rifat Ziya vd.) Türk ve Rum ayrımının üstünde bir de iyiler-kötüler ayrımı hemen her romanda karşımıza çıkar. Çoğu romanda Türklük ve Rumluk tek başına iyilik sebebi olarak gösterilmez. Her iki millet içinde birbirinin durumuna üzülenler, birbirine yardım etmeye çalışanlar olduğu gibi yüzlerce yıllık komşuluk hukukunu görmezden gelen tiplemelere rastlamak da mümkündür. Mübadele romanlarında kahramanların meslekleri-
35 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 35 ni belirleyen unsur yine metinlerin gerçeklikle ilişkisidir. Rum mübadiller ağırlıklı olarak demirci, kuyumcu, inşaat ustası gibi zanaat sahibi insanlarken Türk mübadiller daha çok tarım ve hayvancılıkla uğraşmaktadırlar. Mübadeleden sonra eski mesleklerini yapma fırsatı bulamayan bir kısım mübadiller epeyce zorluk yaşamıştır. Sözgelimi Türklerin mallarının yarısına ortak olan İzmirli Rum mübadiller, şehirli olduklarından bağ, bahçe, hayvancılık işlerinden anlamazlar. Bu nedenle kendilerine verilen hayvanları keserek yemişler, üstelik meyve ağaçlarını da kışın ısınmak için yakmışlardır. (Emanet Çeyiz: s. 235) Aynı şekilde Denizli Honaz a gelen Türkler de çiftçilik ve bahçıvanlık bilmezler. Yerlilerin anlatımına göre büyük bir kısmı yeni şartlara uyum sağlayamadıkları için kısa sürede hayatlarını kaybederler. (Emanet Çeyiz: s. 235) Bazı durumlarda da mübadil Türklerin tarımda daha verimli teknikleri bilmeleri ve kullanmaları nedeniyle Anadolu daki Türklerin kendilerinden istifade ettikleri görülür. Mübadillerin bir kısmı da gerek Türkiye de gerekse Yunanistan da yoksulluk nedeniyle çoğu zaman ağır şartlarda fazla mesai yaparak çalışmak durumunda kalır. Ancak çalışkanlıkları ile bilinen Balkan Türk köylüsünün bir müddet sonra yerli halktan daha zengin olması yerli halk için bir kıskançlık sebebi hâline gelir. Mübadele romanlarının kahramanları eğitim seviyesi bakımından genellikle zayıf insanlardır. Bu sebeple anlatıcının kahramanlarına sözünü emanet ederek derin felsefi, siyasi, sosyal analizler yapma fırsatı pek yoktur. Esasında romancıların da böyle bir kaygısı yok gibi görünmektedir. Romancıların büyük bir çoğunluğu olayların trajik yanlarından beslenmek suretiyle duygusal bir zemin üzerinde eserini kurgulamaktadır. Ancak Mübadiller ile Suyun Öte Yanı bu konuda farklı bir noktada durmaktadır. Mübadiller romanındaki olaylar Rumeli nin güçlü bir bey ailesi etrafında şekillendiği için yazara her anlamda geniş bir hareket imkânı sağlar. Salih Bey, Hüseyin Bey ve Halim Bey tarafından temsil olunan üç kuşak içinde Salih Bey, Abdülha-
36 36 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI mid yanlısı bir kişilik olarak dikkat çeker. Rumeli deki bütün bey aileleri ile irtibatlı olan Salih Bey, karizmatik kişiliği ile yönlendirici bir güce sahiptir. Romanda öne çıkarılan Halim Bey okuryazar bir kişilik olması hasebiyle yer yer derinlikli analizler yapar. Milliyetçi ve Atatürkçü bir çizgi benimseyen Halim Bey üzerinden mübadele sonrasında mübadillerin yaşadıkları uyum problemleri de başarılı biçimde yansıtılır. Halim Bey in her vesile ile okur-yazarlığını belli edecek şekilde kitabi bilgiler nakletmesi kimi zaman olay akışını yavaşlatıyor olsa da çoğu zaman anlamlı ve yerindedir. Suyun Öte Yanı nda ise Ertan ve Nihal entelektüel tipler olmaları nedeniyle olaylar karşısında özgün yorum ve tavırlar geliştirebilmektedirler. Ertan öğretim üyesi, Nihal ise gazetecidir. Nihal, gazeteci dikkati ile mekânları ve insanları derinlikli biçimde yansıtırken Batı müziği dinleyen, fotoğraflara meraklı Ertan kültürel birikimi ile ilginç bir profil çizmektedir. Cezaevi tecrübesinin verdiği korkularla birleşen ideolojik duruşu sıra dışı bir tipin ortaya çıkmasını sağlar. Diğer romanlardaki düz tiplerin aksine bu ikilinin kendilerine özgü bir tavırları vardır. Romana gizemli bir kişilik olarak dâhil olan Yunan avukat da entelektüel bir tiplemedir. Yunanistan daki askerî darbeden sonra Türkiye ye kaçan adını bilmediğimiz bu avukat Ertan la kader ortağıdır. Onun Türkiye ye sığınmasına karşılık Ertan Türkiye deki darbeden kaçıp Yunanistan a sığınmayı düşünmektedir Mekân Mübadele romanlarında mekân önemli bir yer tutar. Yazarlar, topraklarından koparılmış insanların psikolojisini yansıtabilmek için mekân tasvirlerine önem verirler. Ancak mekânların büyük çoğunluğu dağ, deniz, ova, tarla, çiftlik gibi açık mekânlar ve cami, medrese, tekke, kahve, meydan, gemi gibi sosyal mekânlardır. Özel mekânlara fazlaca yer verilmez. Bunun temel sebebi mekân tasvirle-
37 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 37 rini vatanı ifade edecek biçimde genelleştirilme çabasıdır. Dolayısıyla ana ekseninde vatandan ayrılışı ifade etme amacı görülen romanlarda özel yaşamlar ve özel mekânlar mübadele denilen toplumsal olgunun anlaşılmasına/hissedilmesine etki etmediği müddetçe bir anlam taşımazlar. Mübadele romanlarında kahramanlar Rum ve Türk etnisitesine mensubiyetleri itibariyle nasıl ikiye bölünmüşlerse mekân da Türkiye ve Yunanistan biçiminde iki farklı ülke ile temsil edilmiştir. Bazı romanlarda Türkiye ve Yunanistan eşzamanlı olarak yansıtılırken (Mor Kaftanlı Selânik) bazılarında da Yunanistan dan başlanarak (Mübadiller) Türkiye ye gelinir. Olay akışını Türkiye den başlatarak Yunanistan da bitiren romanlar nispeten daha azdır. Bunun sebebi yazarların Türk olmaları ve dolayısıyla mübadelenin Türklere bakan yönü ile daha fazla ilgili olmalarıdır. Vatan toprağını koynunda saklayarak ölünce mezarına atılmasını isteyen mübadiller hemen her romanda karşılaşılan kişilerdir. Mübadillerin yeni memleketlerine gittiklerinde terk ettikleri memleketlerine coğrafi olarak benzer bir mekân bulma çabaları incelediğimiz eserlerde dikkat çekici bir ortaklıktır. Devlet tarafından yerleştirildikleri yerleri daha önceki memleketlerine benzemediği için terk ederek eski memleketlerine benzeyen mekânlar arayan birçok mübadil vardır. Emanet Çeyiz in kahramanlarından Murtaza Acar mübadillerin eski yurtlarına benzeyen bir mekân arama gayretlerini şöyle dile getirir: Dağıtım günü geldi. Bizim kafileyi Vraşno ve Kastro dan gelenleri Malatya ya göndereceklermiş. Fakat Vraşnolu Süleyman Paşa nın oğlu Murat Bey İskân Komisyonu ndaymış. Daha önce Tavas ta çalışmış. Denizli çevresini biliyormuş. Bizi Vraşno, Kastro gibi dağlık, yüksek, sulak bir yer olan Honaz a gönderdi. (Emanet Çeyiz: s. 184) Sinop Ayancık tan giden Rum mübadillerin yeni yer-
38 38 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI leşim yeri konusundaki düşünceleri de Türklerinkinden farklı değildir. Sinop Ayancıklı Baba Yorgo nun şu sözleri aradaki benzerliği göstermesi bakımından dikkat çekicidir: Sonra babam ve diğer Ayancıklılar nereye yerleşelim? diye düşündüler. Ayancık a benzer bir yer arıyorduk. Arkasında dağ olsun, önünde deniz. Dağ korusun bizi deniz bereket versin. Deniz aç koymaz insanı. Geldik Platamona ya. Arkasında başı karlı, yemyeşil Olimpos dağı. Önünde masmavi deniz. Tamam dedik, Tam Ayancık gibi burası. (Emanet Çeyiz: s. 129) Yunanistan da konargöçer yaşayan, hayvancılıkla uğraşan Yörükler, Mersin Limanı na yaklaşırken gördükleri Toroslar karşısında heyecanlarını gizleyemezler: Abe burası bizim Karlıdağ gibi. Küçükbalkan Yaylasına benzer. Bizi tee oralara iskân etseler. Kar olan yerde yayla olur. Yayla olan yerde hayat. (Mübadiller: s. 522) Ancak gemi tayfasının sözleri onlarda büyük bir hayal kırıklığı oluşturur: Daha önce de muhacir gördüm. Hiçbiri de istediği yere düşmedi. Mübadiller de öyle. İskân memurlarından her bir muhacir şikâyetçi. Şehirli esnafı köye, köylüyü, çiftçiyi şehre yerleştirdiler. Ömründe pamuğu, pamuk tarlasını görmemişleri Çukurova nın sıtma yatağına iskân ettiler. Kimi kaçtı kimi de hastalıktan kırıldı. (Mübadiller: s. 523) Maddi imkânları daha iyi göçmenler için mübadele nispeten daha sancısızdır. Ancak bu zümrelerin de mübadeledeki mekân tercihinde kendi öncelikleri olduğu görülmektedir. Selânik in sosyal dokusunda önemli bir parça olan ve Müslüman bilindikleri için mübadeleye tabi tutulan Sabatayistler ticarette mahir oldukları için İzmir i kendilerine yakın bularak oraya yerleşmek isterler:
39 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 39 Selânik ile İzmir in kaderi bir yazılıkmış derler, gördün mü bak, nasıl da doğru çıktı ( ) Buradan ayrılmak gücümüze gitse de İzmir de yabancılık çekmeyiz. Defalarca gittim oraya. Sanki Selânik in Ege ye düşmüş gölgesi gibidir. O denli benzer buralara. ( ) Cemaatin ekseriyetle aynı vilayete yerleşecek olması beni ziyadesiyle sevindirdi. Buradaki yerlerimize karşılık İzmir de yerler verilecekmiş. Kendimize güzel bir konak ediniriz. İzmir ticarete müsait bir vilayettir. (Çalı Harmanı: s. 329) Mor Kaftanlı Selânik isimli roman isminden başlayarak mekân duygusunu okura yoğun biçimde hissettirmeye çalışır. Romanın ilk satırlarında Mustafa Kemal ile Fikriye Hanım arasında geçen konuşmada Fikriye Hanım ın Selânik ten ayrı düşen Mustafa Kemal i teselli etmeye çalıştığı görülür. Mustafa Kemal, Selânik teki dağ başlarının insanda hayranlık uyandıran mor ihtişamını özlemle anlatırken Fikriye Hanım: Elmadağ a bakın Paşam! Artık Selânik in Mor Kaftanı bu dağların sırtındadır. (Mor Kaftanlı Selânik: s. 16) der. Mustafa Kemal in konuşma sonunda söylediği sözler bu teselli çabasının boş olduğunu gösteren önemli bir işarettir: Biliyor musun Fikriye, insan doğduğu yeri özler İşte bu özlemdir ki bizi toprağımıza bağlar. Vatan mahallemizdir, sokağımızdır, evimizin bahçesidir. Penceremizdeki sardunya, sırıktaki domatesimizdir. Oradan ayrılmayı hiç istemeyiz. (Mor Kaftanlı Selânik: s. 17) Mübadele antlaşmasının bir tarafındaki karar mercii olan Mustafa Kemal, insanın doğduğu yere olan bağlılığının ne kadar güçlü ve vatanından koparılmanın ne denli acı olduğunu hissedebilen bir kişilik olarak romanda sonradan resmedilecek birçok trajedinin de ilk işaretlerini bu sözlerle vermiş olur. Dolayısıyla Mor Kaftanlı Selânik başlığındaki Selânik ismini Resmo, İzmir, Samsun, Şarköy gibi diğer mübadele mekânlarının isimleriyle değiştirerek okumak da mümkündür. Bu romanda ayrıca her bir bölüm
40 40 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Lozan, Selânik, Atina, Resmo, Drama, Kavala, Ankara, İstanbul, İzmir, Şarköy gibi mekânların ismini taşımaktadır. Ancak her bir bölüm başlı başına bir olay bütünlüğü taşımakta, olaylar ve kahramanlar arasındaki kesişme oldukça sınırlı kalmaktadır. Selânik, Ankara ve Lozan başlıklı bölümlerde meselenin siyasi boyutları, diğer başlıklar altında ise toplumsal boyutu resmedilir. Eserde mübadeleden etkilenen birçok insanın yaşadıkları anlatılmakla birlikte en büyük olay halkası Resmo-İzmir ve Drama-Şarköy hatlarında yaşanır. Mor Kaftanlı Selânik teki şu sözler mekânla insanın aynîleşmesini, insanın giderek mekânın bir parçası oluşunu ifade eder: Giritlinin huyunu suyunu yaşadığı yerin tabiatı yaratır. Dininin, inancının, ırkının etkisi yoktur. Kentlerin, kasabaların, köylerin yeri ve tesiri günden güne insan ruhuna öylesine biçim verir ki nefes alışları bile birbirine benzer Rum u, Müslüman ı, Yahudi si hiç fark etmeden denizin, dağların, ovaların, heyecan veren cesaretini içlerine yerleştirirler. (Mor Kaftanlı Selânik: s. 324) Suyun Öte Yanı nda mekâna yüklenen anlam diğer romanlara göre biraz daha çeşitlilik arz eder. Diğer romanlarda mekân çoklukla, kahramanların asıl vatanlarına duyduğu hasreti ifade ederken Suyun Öte Yanı nda yer yer mekânların da insana bir bağlılık hissi taşıyabilecekleri hissettirilir. Romanın ilk satırlarında Cunda Adası na ilişkin gözlemlerden sonra şu sözler görülür: Çok şeyler görmüş geçirmiş, biraz küskün. (..) Evlerinden koparılan insanlar kadar, insanları koparılan evler de biraz küserler yaşama. Nenemlerin Selânik teki evi de böyle kalmış olmalı, yeni iskân edilenlere karşın içine dönük, suskun. (Suyun Öte Yanı: s. 13) Mübadele romanlarındaki mekân anlatımlarında dik-
41 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 41 kat çeken bir başka husus kahramanların mübadele dedikoduları çıkar çıkmaz yeni gidecekleri yurtlarıyla ilgili hayallere dalmaları, kendilerini bekleyen yeni yerler karşısında duydukları endişedir. Korku ile karışık bu endişe yersiz de değildir. Mübadillerin çoğu hiç ummadıkları kadar kötü yerlere iskân edilirler. Mübadiller romanında bir bey ailesinin gelini olan Halide Hanım Mersin Limanı nda karşılaştığı Anadolu yu, hayal ettiğinden çok daha güzel bulur. Fakat iskân edilecekleri Kayseri İncesu ya yaklaştıkça yoğunlaşan bozkır onda büyük bir hayal kırıklığı oluşturur: Çevrelerinde volkanik kayalar ve tuz kusmuş kıraç toprak üzerindeki bodur keven, sığırkuyruğu ve çalıdan başka bir bitkiye ve canlıya rastlayamıyorlardı. Önceleri gidecekleri ülkenin bir masal diyarı olduğunu sanmışlar. Çukurova yı ve Yörük Dağları nın yeşilliklerini geçerken tatlı hayaller kurmuşlardı. Anadolu vapurda iken onlar için meçhuldü. Ama şimdi araba üzerinde giderken esen haşin rüzgârın yerden koparıp getirdiği toz toprakla burayı öğrenmeye başlamışlardı. (Mübadiller: s. 564) Mübadele romanlarında mekânın kullanımı konusunda dikkat çeken bir diğer husus mekân varlığındaki hızlı değişkenliktir. Romanlardaki akıcılığa bağlı olarak da gelişen bu husus hareket eksenli olay örgüsünün de doğal bir sonucu olmuş; yer değiştirme eylemi beraberinde yeni mekânları getirmiştir. Roman kurgusundaki bu devingenlikle birlikte gelişen mekân çeşitlemesinin en tipik örneklerinden biri Muhacirler romanında görülür. Bu romanda, Kayalar dan göç ettirilen Türk kafilelerden bazıları Türkiye de Elaziz, Sivas, Tokat, Samsun ve hatta İstanbul a uzanan yurt arayışları sırasında birçok yere yerleşmiş ve sürekli göç etmek zorunda kalmışlardır. Mübadele romanlarının zengin mekân varlığı, bu mekânlarda yaşanan hadiseler, yazar ve kahramanların
42 42 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI mekân algıları okuyucuyu mübadele coğrafyasına götürmektedir. Okuyucu, Girit in Hanya, Kandiye, Resmo gibi güzel kıyı şehirlerinden Selânik, Kozana, Kayalar, Sarı Şaban, Muratlı gibi öz be öz Türk beldelerine gider. Samsun, Tokat, Karaman ve civarlarında yerleşik Anadolu sakinleri olan Rumları görür ve bugün izah edilemeyecek olan bir yurt algısı ile karşılaşır. Bu husus okuru edebî bir çerçevede binlerce yıldır ortak coğrafyayı paylaşmış milletlerin mekân dünyasına götürür. Mübadele romanları, bugün Türkiye sınırları dışında kalan birçok bölgenin Osmanlı döneminde imparatorluk dâhilinde yer aldığını gösterirken, resmî sınırlar dışında kalan birçok bölgenin bugün gönül coğrafyamızda yer aldığını da hatırlatmış olur. 1.3.4. Bakış Açısı ve Anlatıcı Mübadele romanlarında anlatıcı çoğunlukla tanrısal konumdadır. Kahramanların duygularını bilen anlatıcı, bilhassa kahramanların mübadele karşısındaki hislerini okuyucuya aktarır. Özellikle Çalı Harmanı nda Akın Üner, Kritimu da Sabâ Altınsay ve Ah Bre Sevda Ah Bre Vatan da Demet Altınyeleklioğlu mübadelenin her iki yakasındaki atmosferi oldukça kuşatıcı bir bakış açısıyla vermekle kalmayıp, kahramanların ruhsal çözümlemelerinde ve iç monologlarında kendi millî hissiyatlarını mukayeseli olarak sunabilmişlerdir. Romanların büyük çoğunlukla bir trajediyi yansıtmak gayesiyle oluşturulması da böyle bir anlatıcının öne çıkmasını sağlamıştır. Mor Kaftanlı Selânik te özellikle mübadelenin siyasi boyutlarının anlatıldığı satırlarda ilâhi bakış açısı belirgin biçimde hissedilir: İsmet Paşa sakin görüntüsüne rağmen, aklının yattığı konularda sert lisan kullanarak münakaşaya taraf olur, varsa eğer hiddetini mutlaka gösterirdi. Bu sükûnetin bir anlamı olmalıydı. Belki de Mustafa Kemal in korktuğu şey bu sükûnetti. Üzerine gitti. Biraz da suçlu duruma düşürüp telaş içinde bocalamasını planlayan kurnazlığını kullandı. (Mor Kaftanlı Selânik: s. 43)
43 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 43 Suyun Öte Yanı nda yazar üç farklı anlatıcı kullanır. Ertan ın bakış açısı ile başlayan olaylar bazen Nihal tarafından bazen de üçüncü tekil şahıs tarafından aktarılır. Anlatıcılar arasındaki hızlı geçişler çoğu zaman olayların takip edilmesi ve anlaşılmasını güçleştirir. Üç anlatıcı içinde en karamsar ve içedönük olanı Ertan dır. Hapishane günlerinin zihninde oluşturduğu psikolojik açmazlar romana ağır bir hava katar. Nihal ise daha dışa dönük gözlemlerde bulunur. Kemal Yalçın, Emanet Çeyiz de kahraman anlatıcıyı kullanır. Kemal Yalçın ın Minoğlu nun kızlarını arayıp bulma konusunda bu kadar heyecanlı oluşunda dedesinin vasiyeti itici bir güç olduğu gibi kendisinin bir araştırmacı oluşu ve tıpkı mübadiller gibi vatanından ayrı düşmüş olması da önemli bir etkendir. Nitekim yazar eserde birkaç defa bu benzerliği vurgulama gereği hisseder: 13 yıllık özleme dayanamıyorsun be Kemal, bu insanlar 70 yıllık özleme nasıl dayanmış? Sen de dayanırsın dayanmak zorundasın! 70 yıllık özlemlere nasıl dayanılır? Bu soruya yanıt verilemez. Ancak tüm algılarla, beş duyunun ötesindeki duygularla, umutla, sabırla, bilinçle sevdayla yaşanır! Yunanistan da köyden köye geçerken Minoğlu nun kızlarını ararken aslında kendimi aradığımı hissettim. Gide gide Minoğlu nun kızlarının beni aradıklarını hissettim. (Emanet Çeyiz: s. 184) Mübadele Günlerinde Aşk ta olaylar tanrısal konumlu bir anlatıcı tarafından nakledilirken birden bire anlamsız biçimde 197. sayfadan itibaren kahraman anlatıcıya dönülür. Her şeyi bilen, gören anlatıcı bir anda kaybolur, olaylar Elay ın gözünden nakledilmeye başlanır. Romanın sonunda bir de ödül alan Elay, konuşması sırasında yazdığım bu roman (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 250) diyerek okuyucuyu yeniden şaşırtır. Anlatıcının sürekli araya gi-
44 44 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI rerek Önlerindeki günlerde duaya ne kadar çok ihtiyaç duyacaklarını henüz bilmiyorlardı. (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 69) Zaman yaşatacaklarıyla onları bekliyordu. (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 75) kabilinden cümlelerle okuyucunun ilgisini diri tutma çabası da bir noktada akıcılığı engellemektedir. 1.3.5. Dil ve Üslup Mübadele romanlarının genellikle ana akım Türk Edebiyatı temsilcileri dışındaki yazarlar tarafından kaleme alındığını daha önce belirtmiştik. Bu durum, romanların özellikle dil ve üslup bakımından birtakım yetersizlikler göstermesine neden olmuştur. İncelediğimiz romanların birçoğunda dil ve üslup bakımından çeşitli sorunlar bulunmakla birlikte bazı romanların bu konuda daha belirgin örnekler taşıdığı görülmektedir. Romanlarda görülen bu tarz dil ve üslup sorunları arasında dizgi ve noktalama hataları ile yazım yanlışları bir tarafa, sadece cümle kuruluşlarında dahi birçok cümlenin ciddi sorunlar taşıdığını görmek mümkündür. Anlamına uygun olmayan kelimeler, çatı uyumsuzlukları, öge eksiklikleri, mantık hataları da karşılaşılabilen diğer problemler arasındadır. Bu sorunlardan bazılarını bir örnek eser üzerinden şu şekilde gösterebiliriz: Ne ne bağlacının kullanıldığı cümlelerde yüklem olumlu olur. temel kaidesine riayet edilmeyerek bu tip cümlelerin tamamında yüklem hep olumsuz kullanılmıştır. Bu yanlışlık epeyce tekrar ettiği için sadece iki örnek vermekle yetiniyoruz: Ne Hayriye Hanım, ne Sare geçmişteki hüzünlü hayatlarından bahsetmediler. (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 99) Jülide anne de Zafer amca da ne Ercüment i ne de ailesini tanımıyorlar. (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 114) Nesibe belirsiz bir bakışla baktı. (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 93) cümlesini Nesibe anlamsızca baktı. şeklinde düzeltmek gerekir. Ailemden kalan tek geçmişim Nesibe. (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 100)
45 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 45 cümlesinde geçmiş yerine hatıra kelimesi daha uygun düşebilirdi. Sare ilk kez bir anne ve kızın mutluluğuna vesile olduğu için heyecan duyuyordu. (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 103) cümlesinde Sare nin ilk defa bir anne ve kızın mutluluğuna vesile olduğu anlamı çıkıyor. Oysa kastedilen Sare nin bir anne ve kızın mutluluğuna vesile olduğu için günlerden sonra ilk kez mutlu olduğudur. Enise karşısında tanımadığı bir kadınla karşılaştı. (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 108) cümlesi ise Enise tanımadığı bir kadınla karşılaştı. veya Enise nin karşısında tanımadığı bir kadın vardı. şeklinde düzeltilmelidir. Günler günleri kovalıyor, haftalara ekliyordu (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 56) cümlesinde kimin, neyi, nereye eklediği belli değildir. Jülide Hanım, bir türlü anlam veremiyor, bir o kadar da merak ediyordu. (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 115) cümlesinde de aynı şekilde Jülide Hanım ın neye hayret ettiğini anlayamıyoruz. Bu tip cümlelerin en ilginci ise Adras ın şuursuz hâlinden yararlanarak onunla cinsel ilişkiye giren Neria ya söylediği şu cümlelerdir: Nasıl izin verirsin? Bana böyle bir kötülüğü nasıl yaptırtırsın? (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 127) Bu cümleden sanki Neria eylemi bir başkasına yaptırmış gibi bir anlam çıkıyor. Oysa bu eylemin sahibi Neria dır ve bir başkasını engellemesi söz konusu olamaz. İçeriye şimşek çakarcasına sessiz sakin bir ışık haresi girdi. (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 135) cümlesinde de birçok kusur olduğu açık biçimde görülüyor. Şimşeğin sessiz ve sakin olabilmesi (?) yanında hare yerine hâle ya da huzme kelimelerinin kullanılması gerektiği de açıktır. Adras ile Sare nin ayrı düşmesinde payı olan -çok küçük de olsa- hemen her kahramanda şart kipinde cümlelerle kurulmuş aşırı bir pişmanlık veya suçlama görülür. Şuna benzer cümleler romanda defalarca tekrar ederek bıkkınlık verir: Adras seni sevdi diye ailen acımasızca davranmasaydı, sen onunla kaçmasaydın, baban bunun suçunu bize yüklemeseydi, Adras bugün yanımda olurdu. (Mübadele
46 46 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Günlerinde Aşk: s. 65) O gece evden çıkmasaydım, Sare arkamdan gelmeseydi bu acı yaşanmayacaktı. (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 74) Mübadele romanlarının genelinde dil ve üslup bakımından dikkati çeken bir diğer husus Rum kahramanların adları dışında gündelik yaşamda kullanılan birçok Rumca kelimedir. Anadolu ve Yunanistan daki Rumların gündelik yaşamını aksettirme gayesinde olan yazarların bu tercihi anlamlıdır. Bu noktada en başarılı yazarlardan biri olan Sabâ Altınsay, Giritli roman kahramanlarının konuşmalarında Rumcanın Girit lehçesine ait birçok isme yer verir. Her günkü vrakasını ipeğiyle değiştirmiş, beyaz stivania giymişti. Yüzbaşıyı selamladı ve askerlere kalimera dedi. (Kritimu: s. 189) Zaman zaman romanın akıcılığını sekteye uğratacak derecedeki Rumca hâkimiyetini yansıtan bu tarz cümleler bir yana, söz konusu romanda geçen Rumca kelimelerden bir kısmı şöyledir: Kalimera: Günaydın, Vraka: Yerel Girit şalvarı, More: Erkekler için kullanılan bir hitap şekli, Koçinebeto: Kırmızı göğüs, Stivania: Deriden yapılan yerel Girit çizmesi, Pedimu: Çocuğum, Potoko: Folluk yumurtası, Koloçita: Zeytinyağıyla yoğrulmuş hamurun üzerine Girit kabağı ve sert keçi peyniri serpmek suretiyle yapılan bir tür pizza, Papadya: Papazın karısı, Krika ne ka men askata mu : Benim b..um bile Giritlidir, Farmaki: Zehir, Okso: Dışarı, Sketos: Acı kahve, Katalavis: Anladın mı?, Melitakos: Karınca, Siğa: Yavaş, Ela patera: Gel babacığım, İglikimu: Tatlım benim, Mistike mu! Erota, ah erota! : Gizli saklım benim, Aşkım ah aşkım!, Diktamos: Sadece Girit in dağlarında yetişen bir ot, Ohi: Hayır, Kuyumcina: Kuyumcunun karısı, Kira: Hanım, Panayamu: Meryem Ana, Lambrokulura: Paskalya zamanı pişen çörek vb. Mübadele romanlarının şahıs kadrosunda diğer tarafı temsil eden Türklerin konuşmalarında ise yazarlar tarafın-
47 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 47 dan zorluk yaşayabilecekleri ya da dikkat etmeleri gereken husus Rumeli Türk ağızlarına riayet etmek ya da o ağzı hissettirmektir. Bir tercih meselesi olan bu konuda birçok yazarın Rumeli Türklerini standart Türkçe ile konuşturdukları görülürken bazılarının da roman diyaloglarında yörede yaşayan Türkçeyi vermeye çalıştıkları görülür. Bu tarz bir kaygısı olan Akın Üner Çalı Harmanı nda Rumeli Türk ağzını kahramanların konuşmalarında sıklıkla kullanır: Tarna olmadı mı bre gocagarı! diye seslendi. Hafız Halil okur şincik ezanı. Kadın breh breh dedi hafif alaylı Muhtarmış, unuttun herhal, Yavurlar çalı harmanı yaptırırken muhtarlık onda diye peşin Sali ganın Mıstafa sını yürüttürmüşledi. (Çalı Harmanı: s. 9) Kavala telgrafhanesinin önü var a, te büyle Rum gaynıyordu. (Çalı Harmanı: s. 13) Mübadiller romanında dil kullanımı bakımından dikkat çekici bir husus halk ağzındaki birçok kelimenin kimi zaman halk telaffuzu ile hiç de eğreti olmayan bir biçimde romana yerleştirilmiş olmasıdır. Romanın bu dil tasarrufu, Balkan Türkleri ile Anadolu Türklerinin ortak kelime hazinesini yansıtması bakımından dikkat çekicidir. Bahsi geçen kelimelerden bazıları şunlardır: Hıştırmak, bıldır, mukaat ol- (mukayyet ol-), horanta, duluk, püsük, samut, kağşa-, yumuş vb. 1.4. Mübadele Romanlarında Temanın İşlenişi Bakımından Ortaklıklar Mübadele romanlarının kurguları temanın işlenişi bakımından değişkenlik göstermez. Bu kurgu zaman bakımından kabaca dört dönemden oluşmaktadır. Birincisi Türk ve Rumların Osmanlı hâkimiyeti altında huzur içinde yaşadıkları mutlu geçmiş tir. Bu dönemde henüz siyasi çalkantılar, ayrılıkçı talepler yoktur. Bu dönem, kahramanların zihninde uzak bir hatıra olarak kalmıştır. İkinci dönem mübadeleye giden süreçtir. Siyasi ve sosyal sıkıntılar başlamış, halk arasında birtakım huzursuzluklar baş göstermiştir. Üçüncü dönem mübadele kararının alınışı
48 48 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI ve uygulanmasıdır ki bu süreç ağırlıklı olarak göç yolunda çekilen çilelerin anlatımı biçiminde romanlara yansır. Son dönem ise yeni vatana uyum sürecidir. Mübadele romanlarında en çok yoğunlaşılan ikinci ve üçüncü dönemdir. Çalışmamızın devamında, bahsi geçen süreçler; Mübadeleye Giden Süreç: Mutlu Geçmişten Endişeli Bekleyişe, Mübadele Gemileri ve Göç Yolunda Çekilen Çileler, Eski ve Yeni Vatanları Arasında Mübadiller, Yeni Vatanda Yaşanan Zorluklar başlıkları altında ele alınmıştır. Ayrıca Mübadele romanlarında ayrı bir başlık açmayı gerektirecek sıklıkta karşılaşılan Atatürk figürü de Mübadele Romanlarında Bir Ortak Şahsiyet: Mustafa Kemal Atatürk başlıklı bölümde değerlendirilmiştir. 1. 4. 1. Mübadeleye Giden Süreç: Mutlu Geçmişten Endişeli Bekleyişe Osmanlı da toplum yapısı şekillendirilirken din temeline dayalı bir model uygulanmış; bu bağlamda bir imparatorluk olduğu için birçok farklı etnik yapıyı bünyesinde barındıran Osmanlı Devleti nde modern anlamda bir ulus düşüncesi gelişmemiştir. Ülkede yaşayan toplulukları din ya da mezhep esasına göre yönetme biçimine de millet sistemi adı verilmiştir. Bu sistemde devlet her inanç grubunu dinî konularda serbest bırakarak onlara bir özerklik alanı açmıştır. Osmanlı da inanç gruplarının en büyüğünü Türk, Arap, Acem, Boşnak ve Arnavut unsurların dâhil olduğu Müslümanlar teşkil etmiştir. Müslümanlardan sonra sayı bakımından en büyük grup Ortodokslardır. Dinî ve idari bakımdan Fener Patrikhanesi ne bağlı olan Ortodokslar; Sırp, Bulgar ve çoğunlukla da Rumlar tarafından temsil edilmiştir. Ortodoksların büyük çoğunluğu Rum olduğu için Fener Kilisesine Rum Kilisesi de denilmiştir. Ortodokslardan sonra gelen diğer dinî azınlıklar hakkında da ayrıntılı bilgiler veren İlber Ortaylı Osmanlı daki söz konusu millet sisteminin sunduğu imkânları şu sözlerle özetler:
49 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 49 Millet kompartımanına mensup olan kimse; modern toplumdaki azınlığın aksine bazı davranış ve tutum sergiler. Bu aidiyet fertlere aile ve sülale ve cemaat içinde bir güvenlik ve hatta vakar verir. Kendi toplumsal grubu içinde kendi ananesi ve babadan sözlü kültürü içinde yaşar. Kompartımanlar arasında ilişki azdır, çatışma azdır. Modern toplumdaki azınlık ferdi gibi çevre ile didişme, kimlik ispatı, asimile olma (çoğunluk tarafından emilme) veya asimilasyona karşı direnme dolayısıyla çatışmacı davranışlara girme gibi durumlar söz konusu değildir. 24 18. yüzyıl sonlarında Fransız İhtilali nin yaydığı milliyetçilik düşüncesi Osmanlı içindeki farklı etnik unsurları da etkilemeye başlar. 19. yüzyılda, Yunanlılar başta olmak üzere birçok Hıristiyan halk, Avrupalı büyük güçlerin de desteğiyle bağımsızlıklarını kazanıp kendi devletlerini kurarlar. Osmanlı nın güçlü olduğu döneme ait mutluluk dönemi Mübadele romanlarında artık bir maziyi ifade etmektedir. Osmanlı nın sınırları dışındaki Hristiyan topraklarında kalan Müslüman-Türkler için gün geçtikçe artan bir huzursuzluk söz konusudur. Müslüman-Türkler için Osmanlı ya ve devamında Türkiye Cumhuriyet ine sığınmaktan başka çare kalmamıştır. Bu sığınmayı mecburi hâle getiren Mübadele olgusu Mübadele romanlarında çoğu kez tarihî arka planı ile verilir. Söz konusu bu sosyal tarih aktarımı bir anlatım tekniği olarak okuru mübadele eylemine hazırlamak, tarihî bir hadise olan mübadele hakkında okuru bilgilendirmek gibi amaçlarla yer aldığı gibi bazen romandaki gerilimi ayarlayan bir unsur olarak da düşünülebilir. Özellikle tarihî referanslarla kurgulanan hazırlık süreci yazarların mübadele hakkında ciddi bir tarih 24 İlber ORTAYLI, Osmanlı İmparatorluğunda Millet Nizamı, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002., C. 10, s. 217.
50 50 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI araştırması ile konuya eğildiklerini gösterir. Roman kişilerinin başlarına gelecek mübadele hadisesi çoğu zaman eserlere montaj tekniği ile yerleştirilen bazı tarihî belgeler, gazete haberleri vb. dokümanlarla aktarıldığı gibi bazen de doğrudan bilge ve okumuş roman kişilerinin aralarında geçen diyaloglarla sezdirilir. Okuru mübadeleye hazırlayan sürecin tarihî altyapısına dair notları Kimlik romanından iktibas ile şu şekilde sıralamak mümkündür: Bizimkiler Mora da bağımsızlık ateşini yaktılar. (s.47) (1821, Mora İsyanı) Yunan Devleti kurulmuştu. İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları Osmanlı nın Navarin deki donanmasını yaktı. (s.67) (1827, Navarin Baskını) 1853 yılına gelindiğinde Kırım Savaşı patlak vermişti. (s.71)..padişah Abdülmecit ve Sadrazam Mustafa Reşit Paşa başta azınlıklar olmak üzere herkesin can, mal, namus güvenliğini yasalarla güvence altına aldı. (s.70)(tanzimat Fermanı) 1876-Padişah II. Abdülhamid, Kanun-i Esasi yi kabul etti. (s.84) 1881 yılında, 93 Harbinin ardından, Osmanlı nın borçlarına karşılık bütün gelirlerine el koymak amacıyla Duyun-u Umumiye kuruldu. (s.90) 1908 yılında Padişah II. Abdülhamit II. Meşrutiyeti ilan etmişti. (s.93) Osmanlılar savaş sonunda artık Balkanları kaybetmişti. (s.96) 18 Mart 1915 yılında Osmanlı Ordusu Çanakkale de bir destan yazdı. (s.105) Ardından Kapadokya Halkını yakından ilgilendiren Sevr Anlaşması 10 Ağustos 1920 de imzalandı. (s.108) Kısa bir süre sonra, 1 Kasım 1922 de, TBMM saltanatın kaldırılmasına karar verdi.(s.130) 25 Mor Kaftanlı Selânik te Türk-Yunan Savaşının hemen ardından Drama daki bir grup Yunan, savaşı kaybettikleri için Türklerin kendilerine zulmetmeye başlayacağına inanmaktadır. Bu nedenle onlardan önce davranıp yeni 25 Atıf AKGÜN, Can ŞEN, Popüler Tarihî Bir Romanın Kimlik i,, Edebiyat Bahçesi Dergisi, S.1, 2008, ss. 25-26.
51 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 51 birlikler gelinceye kadar köylerde düzeni sağlayacak milis güçler oluştururlar. (Mor Kaftanlı Selânik: s.179) Mübadele Günlerinde Aşk romanında Reşat Bey, kızı Sare ile Adras aşkına karşı çıkarken tarihsel süreci ve hâlihazırdaki durumu şöyle özetler: Yıl 1912 Balkan Savaşı sonrası Rumeli deki topraklarının neredeyse tamamını kaybeden Osmanlı Devleti Müslümanları başka bir devletin azınlık statüsündeki vatandaşları durumuna getirdi. Müslümanlar Yunanlılar için potansiyel tehlike olarak görüldüğü için çok büyük baskı ve katliamlara maruz kaldılar. Girit Yunanlılara geçtikten sonra Müslümanlara düşman oldular. Şimdi yıl 1922. On yıl oldu, hala katliamlar devam ediyor. Haberleri alıyoruz. Türkiye de de durumlar kötü. Yunan ordusu Anadolu dan mağlup ayrılınca can ve mal güvenliğinin kalmadığını düşünerek buraya göç etmeye başlamış. Duyduğum haberler hiç [iyi] değil. Sen de duyuyorsun, gelen göçmenleri yerleştirmek için Müslümanları evlerinden çıkarıyorlarmış. Bu ne demek biliyor musun? Müslümanları istemiyorlar. Bu nedenle Müslümanlarla Hristiyanlar arasındaki sorun her geçen gün artıyor. Hâl böyleyken ben kızımın bir Hristiyan la evlenmesine nasıl izin veririm? (Mübadele Günlerinde Aşk: ss. 14-15) Okur, tarihî referanslar dışında romanlardaki anlatımdan mübadeleye giden süreçte gerekli şartların oluştuğu ve yıllardır paylaşılan ortak yurtların artık iki millete yetmez olduğu görüşüne hazırlanır. Bu hazırlık aynı zamanda mübadeleye giden süreci hatırlatmaktadır: Hesaplamaya çalıştı. 96 kıyameti, muhtariyet, bir iki çatışma derken, epeydir sakindiler. Al işte yeniden karışıyorlardı. Fakat bu defakinde ne varsa, adamı durduğu yerde duramaz ediyordu. Kim kime düşmandı; kim kimin Azrail iydi belli değil. Her şey birbirine karışmış, anlayan anlamaz olmuştu. Şimdi birbirlerine
52 52 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI karşı ayaklanıyorlar, düşman diye kendi kafalarına kurşun sıkıyorlardı; farklı olan da beter olan da buydu. Herkes düşman, herkes eldi ötekine. Ucunu nereye koyarsan koy, uçan kuşlar bile bu melaneti Giritli Müslümanlardan bilirdi artık. Aynı anda tutunmaya çalışıyorlar, şu koca toprak, hepsine birden dar geliyordu Allah kahretsin! (Kritimu: ss. 131-132) Suyun Öte Yanı romanındaki mübadil Sıdıka Hanım mübadeleden önce Yunanlıların Türklere çok zulmettiklerini anlatır. Göğüs uçlarının Yunanlılar tarafından kesildiğini söyler. Sıdıka Hanım, kendilerini bu zulümden kurtarıp sahip çıkan Mustafa Kemal e müteşekkir olduğunu, her yıl büstünü boyattığını da söyler. (Suyun Öte Yanı: ss. 33-35) Mübadeleye giden süreci ayrıntılı biçimde aktaran romanlardan biri olan Mübadiller Meşrutiyet in ilanı ile başlar ve Mübadeleye kadar geçen dönemdeki birçok siyasi olayı mübadeleye bir hazırlık olarak verir. Yaklaşık on beş yıllık bu süreç içinde İttihat ve Terakki içinde öbeklenmiş ayrılıkçı vekillerin Selânik teki faaliyetlerinden, Sultan Reşat ın Rumeli Seyahatine; Manastır daki milliyetçi aydınların faaliyetlerinden, Mustafa Kemal in İttihat Terakki ye yönelik eleştirilerine; Sultan II. Abdülhamid in Alatini Köşkü ndeki esaret hayatından, Selânik ve Rumeli deki ahalinin olaylar karşısındaki tavrına kadar birçok mesele romanın neredeyse üçte birlik kısmını teşkil eder. 1. 4. 2. Mübadele Gemileri ve Göç Yolunda Çekilen Çileler Hanginiz bilir benim kadar Karpuzdan fener yapmasını Sedefli hançerle, üstüne Gülcemal resmi çizmesini. Orhan Veli Kanık
53 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 53 Söz konusu Mübadele romanları olduğunda gemiden bahsetmemek neredeyse imkânsızdır. Coğrafi konum ve tarihsel gerçeklik Mübadele romanlarında deniz ve gemiden söz etmeyi bir zorunluluk hâline getirir. Gemi motifi mübadiller için korkunun, ayrılığın ve hüznün sembolüdür. Çoğunluğu, hayatında ilk kez gemi görmüş mübadiller; yeni tanıştıkları bu demir yığının kendilerini vatanlarından alıp götürmesi karşısında büyük bir hüzün yaşamışlardır. Gemi yolcuğu sırasında karşılaşılan zorluklar, mübadele romanlarındaki trajik yapının derinleşmesine hizmet eder. Daha vapurlara/gemilere alınma aşamasındaki denetimler sırasında başlayan insanlık dışı muameleleri, deniz yolculuğu sırasında gemide onları bekleyen bulaşıcı hastalıklar takip eder. Çoğu mübadele romanında ortak bir motif olan bulaşıcı hastalık neticesi kaybedilen mübadillerin gemiden denize bırakılması oldukça trajik ortak bir hadise olarak romanlarda yer alır. Denize bırakılanlar arasında özellikle küçük çocuklar ve bebekler yürek burkan tarihî gerçeklikleri hatırlatır. Mübadele romanı yazarları mübadil hatıralarından, dönemin gazetelerinden hatta kimi zaman resmî belgelerden öğrendikleri gemi hayatını eserlerinde ayrıntılı biçimde ele alırlar. Türkiye ve Yunanistan ın içlerinden kağnı, at arabası ve trenle limanlara akın eden mübadil kafileleri buradan gemi ile Türkiye ve Yunanistan a taşınırlar. Mor Kaftanlı Selânik te Resmo daki Türk mübadiller daha yola çıkmadan sıkıntı yaşamaya başlarlar. Evlerini Anadolu dan gelen mübadillere terk eden Türkler, son gecelerini köyün mescidinde geçirirler. Ertesi gün sert komutlarla dışarı çıkmaları emredilir. Acele etmeleri için itilip kakılan mübadiller, askerlerin hakaretleri ve aşağılayıcı sözleri ile karşılaşırlar. (Mor Kaftanlı Selânik: s. 263) Emanet Çeyiz de Anadolu dan giden Amasyalı Yordanis in anlattıkları yol boyunca yaşanan sıkıntıları bütün
54 54 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI çıplaklığı ile ortaya koyar. Yolculuk sırasında açlıktan ve kötü şartlardan dolayı bilhassa kadın ve çocuk ölümleri son derece sıradan vakalar hâline gelir. Yordanis in anlattıklarına göre Amasya dan başlayıp Tokat, Maraş, Antep, Kilis, İskenderun, Halep, Şam ve nihayet Beyrut a ve oradan da gemiyle Yunanistan a uzanan yolculuk iki yıl sürmüştür. 1921 yılının Kirez (Haziran) ayında Amasya da başlayan yolculuk 1923 yılının Eylül ayında Yunanistan ın Kuplar köyünde son bulur. (Emanet Çeyiz: s. 69) Kastrolu Murtaza Acar ise bir mübadil Türk olarak benzer zorlukları anlatır. Dört gün katır sırtında Grebene, Kozana, Yanya üzerinde Karaferya ya giden Murtaza Acar ın da içinde bulunduğu mübadil grubu Selânik te 15-20 gün çadırlarda vapur bekler. Binlerce insanın toplandığı Selânik ten yük ve hayvan vapurları ile iki gün iki gece yolculuk sonunda İzmir e gelen mübadiller, bir ay kadar barakalarda yaşarlar. İzmir den Anadolu nun diğer illerine dağıtılan mübadillerin birçoğu göç yolunda telef olur. (Emanet Çeyiz: s. 184) Gemi sayısı yeterli olan Yunanistan için bu nakliye işi ciddi bir sorun teşkil etmez. Ancak Türkiye için durum aynı değildir. Sayıları sınırlı, eski ve fiziki donanımı yetersiz gemilerle soydaşlarımızı Yunanistan dan taşıma işi son derece zordur. Türk hükümetinin bu sorunu halletme biçimi ve bulunan yöntemin mübadillere bakan yönünü değerlendirdikten sonra Mübadele romanlarında gemi yolculuğu ve bu yolculuk sırasında yaşanan sıkıntılar üzerinde daha ayrıntılı biçimde duracağız. Kemal Arı Suyun İki Yanı: Mübadele (Yazılar) isimli eserinde Türk hükümetinin gemi tedariki hakkında önemli ve ayrıntılı bilgiler verir. Bu eserden hareketle bahsi geçen konu hakkında şunları söyleyebiliriz: Türk gemilerinin sınırlı ve yetersiz olması sebebiyle mübadilleri taşıma işi ihale ile Lloyd Tristino Vapur Kumpanyasına verilir. Fakat böyle büyük bir işi yabancı bir şirkete vererek elde edilmesi muhtemel kârı yabancılara bırakmanın doğru olmadığını
55 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 55 düşünen İskân Bakanı Mustafa Necati Bey, hükümetin de desteğini alarak ihaleyi iptal eder. İhale Seyr-i Sefain İdaresi ile Türk Vapurcular Birliğine verilir. İmar ve İskân Vekâleti altı adet vapur alımı için Seyr-i Sefain İdaresine 500 bin liralık kredi aktarır. Mübadillerden alınacak taşıma ücreti ile kredi geri ödenecek böylelikle Türk taşıma filosu güçlendirilecektir. Başka bir hükümet kararnamesi ile şartları sağlayan her bir millî şirkete ellişer bin lira kredi verilmesi de gündeme gelir. Bu desteği almak isteyen gemi işletmeleri peş peşe başvurular yaparlar. Nakliye meselesinde hükümetin talep ettiği şartlardan mübadilleri ilgilendiren bazıları şu şekildedir: Nakliyat ücreti muhacirler tarafından temin edilecek, verilemeyen paraların yükümlülüğü hükümetin sorumluluğu altında bulunacaktır. Sekiz yaşına kadar olan çocuklar ve kişi başı yüz kilo eşya ücretsiz taşınacaktır. Vapurlarda tatlı su sarnıcı, hastalıklara karşı doktor ve hastabakıcı bulundurulacaktır. Bu şartlar altında Selânik, Kavala, Hanya, Kandiye ve Resmo dan İstanbul, İzmir, Samsun, Trabzon, Mudanya, Mersin e mübadil taşıyan gemilerin isimleri şöyledir: Gülcemal, Akdeniz, Reşit Paşa, Kızılırmak, Şam, Giresun, Ümit, Gülnihal, Bahrıcedit, Altay, Gelibolu, Bandırma, İnebolu, Nimet, Canik, Millet, Sulh, Sakarya, Ankara, İnönü, Yeni Türkiye (Asya), İstanbul, Teşvikiye (Kurtuluş), Trabzon, Rize, Anadolu, Mahmut Şevket Paşa, İstiklal, Mahmudiye, Sadıkzade, Karabiga, Dumlupınar, Timsah, Hacı Paşa, Kartal, Kırzade, Nilüfer, Rumeli, Sürat, Arslan, İsmet Paşa, Cumhuriyet, Turan, Milas, Girit, Bozkurt. Türk gemilerinin yanı sıra çok az sayıda yabancı geminin de (Maryano, Pirenista, General Andon ) mübadil taşıdıkları bilinmektedir. 26 Kemal Arı, aynı yazısında Türk gemileri hakkında da ayrıntılı bilgiler verir. Arı nın aktardığına göre Türk gemile- 26 Konu hakkında ayrıntılı bilgi için bk.: Kemal ARI, Suyun İki Yanı: Mübadele (Yazılar), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ankara 2016, ss. 153-199.
56 56 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI ri içinde en büyüğü Akdeniz dir. 1890 yılında İskoçya da bir yolcu gemisi olarak üretilen 5 bin 62 grostonluk, 126 metre uzunluğundaki bu gemi Türkiye ye bir an evvel gelmek isteyenlerin hayallerini süslemesi yönüyle dikkat çekicidir. Varlıklı Girit mübadilleri vekâletin denetiminden geçmeksizin kendi paraları ile bu gemide seyahat etmek isterler. En büyük ve en çok arzulanan gemi Akdeniz olsa da mübadele metinlerinde en çok karşımıza çıkan gemi Gülcemal dir. 1874 te Kuzey İrlanda da Titanik i de inşa eden Harland and Wolff isimli firma tarafından üretilen bu gemi Germanic adıyla denize indirilir. Uzun yıllar Avrupa-Amerika hattında yolcu taşımacılığında kullanılır. 1902 de Liverpol da bir gemi firmasına satılan Germanic in adı Ottowa olarak değiştirilir. Gemi, 1910 da on beş bin altın karşılığında Seyr-i Sefain İdaresi ne satılır. Germanic in yeni adı bu sefer dönemin padişahı Sultan Reşat ın annesinin adı Gülcemal olur. Seyr-i Sefain İdaresi tarafından posta seferinde, asker ve mühimmat sevkiyatında kullanılan Gülcemal, aynı zamanda Türk bayrağını Amerika ya taşıyan ilk gemidir. Bu gemi Mübadele başladığında Selânik Limanı ndan İstanbul ve İzmir e mübadil taşır, 1937 de hizmet dışı bırakılır. İkinci Dünya Savaşı yıllarını Haliç te bağlı olarak geçiren Gülcemal, 1949 da limanın ardiye işlerinde depo hizmeti görmeye başlar. 1950 yılında İtalyan enkazcılara satılan Gülcemal sökülmek üzere Marsilya ya götürülür. 27 İleri gazetesinin 14 Haziran 1924 tarihli nüshasındaki bir haber gemi yolcuğu ve mübadillerin karşılaştıkları zorluklar hakkında fikir vermesi bakımından dikkat çekicidir: Mersine Gönderilen Muhacirler Arasında Veba: Geçen pazartesi günü Mersin e İstanbul vapuruyla 2993 ve Rize vapuruyla 866; Silifke Taşucu na da 614 muhacir çıkarılmıştı. Muhacirlerin ezici çoğunluğu Kozanalıdır. Muhacirler Mersin e gelmişlerdir. Urla ile Mersin arasındaki 27 Mübadele gemileri hakkında ayrıntılı bilgi için bk.: Kemal ARI, age., ss. 242-258.
57 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 57 vapur yolculuğu pek fena şartlar içinde geçmiştir. Vapurda tabip bulundurmak, sağlık önlemleri almak gibi şeyler hatırdan geçtiği için hamilelikleri esnasında dört kadın vefat etmiş, değişik hastalıklardan da sekiz kişi ölmüştür. Yeni Adana nın yazdığına göre vapurda doğan çocuklardan yalnız biri sağ kalmış, muhacirler Urla daki memurların kayıtsızlığından çok şikâyetçidirler. Mersin e çıkan muhacirler yakında Kayseri ve Niğde havalisine sevk olunacaklardır. 28 Tarihî gerçeklik bakımından mübadil nakli meselesinin nasıl bir nitelik taşıdığına ana hatlarıyla bu şekilde temas ettikten sonra romanlara yansıyan gemi motifine daha yakından bakabiliriz. Türk hükümetinin millî sermayeyi korumak için ilk ihaleyi iptal ederek yerli şirketlerin gemi alımını teşvik etmesi Türk mübadillerin nakliyesi işini sıkıntıya sokar. Mübadiller; Selânik, Kavala, Hanya, Kandiye, Resmo limanlarında bazen günlerce gemi beklerler. Bu anlamda Türk mübadiller için gemi her ne kadar onları vatanlarından ayırsa da limandaki sefaletten kurtuluşun da bir sembolü olması bakımından kırgın ve meyus bir sevinç sebebi olmuştur. Mübadele romanları arasında Yılmaz Gürbüz ün Mübadiller romanı gemi motifini en ayrıntılı biçimde kullananlardandır. Eserde, Gülcemal Vapuru ve bu vapurda geçen yaklaşık yedi günlük yolculuk konusunda oldukça ayrıntılı bilgiler yer alır. Mübadillerin Gülcemal le ilk karşılaşmaları Selânik Limanı nda olur. Yazar, limandaki bekleyiş sürecini ayrıntılı biçimde anlattıktan sonra Gülcemal Vapuru nun iskeleye yanaşması karşısında mübadillerin nasıl bir duygu yaşadıklarını şu sözlerle ifade eder: iki bacalı; dört direkli sancak gönderinde ay yıldızlı bayrak dalgalanan kocaman gemiyi rıhtımdaki Türkler büyük bir sevinç ve taşkınlıkla karşılamışlardı. Sanki ölmüş yakınları dirilmiş de geri gelmiş gibi gözlerine inanamadıklarını belirten kırgın ve meyus bir sevinçle vapura ek sallıyorlardı. (Mübadiller: s. 411) 28 Kemal ARI, age., s. 196.
58 58 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Vapurun görünmesiyle birlikte aile reisleri bilet almak için sıraya girerler. Parası olanlar bilet alır olmayanlar ise boş yer kalırsa vapura binmek üzere beklemeye koyulurlar. Beş asır önce atalarının at sırtında geldiği bu memleketten sersefil vaziyette vapurla dönmek onlara tarifi imkânsız bir acı yaşatır. Vapura binemeyenler Samsun veya Gülnihal vapurlarını beklemek zorundadırlar. Vapura binenler tayfanın sert uyarılarıyla karşılaşırlar: Hükümetimiz yeni aldı, aman vapurumuzu hor kullanmayın, yağlı boyaları çizmeyin. (Mübadiller: s. 416) Ancak tüm uyarılara rağmen ellerindeki sepetlerin sağı solu çizmesine engel olamazlar. İki üç metrekarelik odalarda yedi sekiz kişi oturmak zorunda kalanlar şanslıdır. Zira bir kamara bulamayıp salonda seyahat edenler ellerindeki sepetler, bavullar, heybeler ve bohçalarla üst üste yığılmışlardır. Vapurun ahır ve ambarlarında koyun, keçi sürüleriyle birlikte kalanların durumu ise hepsinden daha kötüdür. Günlerce gemi beklemekten yorulmuş, kimisi hasta düşmüş mübadiller; ilk anlarda geminin, ayrılığın ve içinde bulundukları ortamın pek farkına varamazlar. Kamara bulabilenler kamaralara bulamayanlar ise açık alanlara yerleşirler. Vapur sakinleri içinde en gamsız olanlar çocuklardır. Yaşadıkları olaylar hakkında hiçbir fikri olmayan çocuklar filikalar altında oynayıp lumboza burunlarını dayayarak dışarıyı gözlerler. Gemi sakinleri ilk şaşkınlıklarını attıktan sonra bir müddet adeta üst üste yaşamak zorunda oldukları insanları ve yeni karşılaştıkları bu demir yığınını tanımaya çalışırlar. Aralarındaki sosyal farklılıklar büyük oranda azalmış; beyler ile çobanlar bir arada yolculuk yapmak zorunda kalmışlardır. İlk defa gemiye binen mübadillerin bir kısmını deniz tutmuş ve gemide olur olmadık yerlere istifra etmeye başlamışlardır. Gemideki tuvaletlerin yetersizliği nedeniyle tahlisiye sandallarının dibi çocuk pislikleri ve sidik göletleriyle dolmuştur. (Mübadiller: s. 429) Kinin ve aspirinden başka herhangi bir ilacın bulunmadığı gemide mübadiller için her an bir salgın hastalık yaşanacağı endişesi başlamış-
59 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 59 tır. Gemide sadece bir aşçı yamağı bulunmaktadır. Bu nedenle yemek sadece öğleleri bir öğün şeklinde çıkmaktadır. Ellerinde tasları ve tencereleriyle kuyruğa giren mübadiller aldıkları yemeğin yetmemesinden şikâyetçidir. (Mübadiller: s. 473) Yemek işi ancak iki üç gün sonra düzene girer. Aşçı bir tas bir sahan da olsa bütün yolculara yemek yetiştirmeye başlar. Bazen bahşiş aldığı varlıklı muhacirlere, alt kattaki çobanlardan temin edilmiş koyunları keser. İşte o vakit alt kattaki mutfaktan yükselen kokular güverteye kadar yayılır. Sıradan mübadiller ise her gün bulgur ve nohut yemek zorundadır. (Mübadiller: s. 474) Birkaç gün sonra yemek işi kısmen düzene girse de doktor hâlâ yoğun hasta şikâyetlerinden kurtulamamıştır. Muhacirlerin çoğu ishal şikâyeti ile revire gelir, bunların içinde paratifo, dizanteri ve sıtma nöbetleri geçirenler revire yatmak ister, bu sağlanmayınca da yakınları ile kavgaya varan tartışmalar çıkar. Tifo, tifüs teşhisi koyulan hastalara ilaç temin edilemez. Bu nedenle ölümlerin sebebi de bir muamma olarak kalır. Açıklanamayan ölümler mübadiller arasında kolera söylentilerinin artmasına neden olur. (Mübadiller: s. 474) Doktor, mutfağa girerken ayaklarının dibinden sandıklar arasına kaçan fareyi görünce kaptana Yolcular da görmüş! Fare çok! Vebadan korkarım kaptan! Zehir yok mu? diye sorsa da kaptan işin ciddiyetinin farkında değildir. Kaptanın verdiği cevaplar vurdumduymazlığının ifadesidir: Vapur eski. Almanlardan almışlar. Uskuru bile iyi çalışmıyor. Sefere çıkmadan ilaçladık. Zehir attık. Ama fareler Hamburglu! (Mübadiller: s. 474) Gemide yaşanan zorlukların yanında zaman zaman geminin teknik özelliklerinden de söz edilir. İyi giyimli ve okumuş olduğu için gemi mürettebatıyla daha kolay iletişim kurabilen Halim Bey, yardımcı kaptana yolculuğun süresini sorduğunda geminin teknik özellikleri hakkında şu bilgileri alır: Vapurumuz biraz eski. Normal saatte on beş on altı mil gitmemiz lazım. Ama kaptan, baş kaptan kömü-
60 60 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI rü az attırıyor. Zaten kömürlerin kalorisi de düşük. Hızımız dokuz, on mile düşüyor bu demektir ki bir günlük yolu iki üç günde alacağız. (Mübadiller: s. 438) Gülcemal in yavaşlığı mübadiller arasında da zaman zaman espri konusu olur. Vapurun küpeşte demirlerine yaslanarak sohbet eden iki ihtiyardan biri yunus balığını işaret ederek yanındakine şöyle söyler: Abe Üsman Ağa, bizim vapur şuncaazı bile geçemez, pek yavaş gider. Gülnihal ve Samsun Vapuru isla derlerdi. Keşke bekleyip onlara binseydik. (Mübadiller: s. 470) Geminin teknik problemleri dışında bir de kaptanların ve doktorun vurdumduymazlığı vardır. Gemidekiler onlarca problemle boğuşurken kaptanlar ve doktor ayrıcalıklı yolcularla lüks bir kamarada poker oynamaktadır. Gülcemal Vapuru nun ikinci kaptanı Yunan gemileri ile Türk gemilerinin personelleri hakkında şöyle bir değerlendirme yapar: Mürettebat yetersiz. Bir Yunan gemisinde on çeşit görevli var. İkinci kaptan yardımcısı, vardiya subayı, kamarotlar, makinistler, çarkçılar, aşçılar, fırıncılar, kumanyacılar, bulaşıkçılar, miçolar, tayfalar, lostromolar, doktorlar, hemşireler. Bizde bunların dördünü bulamazsın. Bir aşçımız var, yolcuya çorba yetiştiremiyor. Bulaşığı zorla miçolara yıkatıyorum. Kusmadan, ishalden; güverteler, lumboz camları kirlendi. Gıda zehirlenmesinden korkuyorum. Bozuk yumurta yiyenler çoğaldı. Çocuk ishalleri arttı. Ölümler başladı. Ne yapacağız bilmem! (Mübadiller: s. 443) Gemide veba, kolera gibi korkulan bir hastalığın ortaya çıkmaması büyük bir şanstır. Ancak başka birtakım bulaşıcı hastalıklar gemideki hayatı çekilmez hâle getirir: Mübadilleri götüren geminin her köşesi ayrı bir âlemdi. Ama her salonda, her kamarada ve güvertede değişmeyen durum şiddetli öksürüktü ve buna diğer hastaların bir koro gibi sarsık, hırıltılı, tükü-
61 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 61 rükle verdiği cevap da aynıydı. Hasta ciğerlerin kanlı ifrazatı yere serpilmiş talaşlarla buluşuyor tehlikeden habersiz yolcular bunlar üzerinde koşuşan çocukların kaldırdığı tozu teneffüs ediyordu. Mide ağrısından, ishalden doğan koridordaki sesler, çırpınmalar bulaşıcıymış gibi önce çocuklara sonra kadınlara ve erkeklere geçiyordu. İlk öksürenler yoruldukları için sesleri kısılıyor, hemen öbürleri hastalık nöbetini devralıyordu. (Mübadiller: s. 495) Gemideki ağır yaşam şartları özellikle yaşlılar, çocuklar ve hamileler için büyük bir risk oluşturmaktadır. Ağır yaşam koşullarına dayanamayanlar hayatını kaybeder. Ölenlerin gemi tayfası tarafından denize atılışı adeta bir merasim gibidir. Mübadiller romanında bu tarz bir merasimin ayrıntıları şu şekilde aktarılmaktadır: Ölen bir ihtiyarın cesedi beyaz kaputlara sarılmış bir mumya gibi güverteye çıkarıldı. Akrabaları, yakınları balıklar parçalamasın diye ağlaşarak güvertede tekrar bir kilime sardılar. Tayfalar cesedin baş ve ayaklarını iple bağladılar. ( ) daha önce deniz aşırı sefere çıkmış olan vapurun tayfaları, ölümlere ve cesetlerin atılışına alışmış, çok soğukkanlı olmuşlardı. Ölü gömücüler gibi ceset fırlatıcılar da zamanla kalpsizleşiyordu. ( ) cesedin ayak ve başlarından tutup denize doğru sallayarak bağırıyorlardı: Bir salladık, iki salladık! Alladık, pulladık! Denize yolladık! Hoop! Allah rahmet eylesin! Ceset denize düşer düşmez köpüklü dalgalara girip çıkıyor bir an gözden kayboluyor sonra balık kümeleri görülüyordu. (Mübadiller: s. 446)
62 62 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Cesetlerin denize atılması sadece Türkler için geçerli değildir. Yunanistan tarafına taşınan Rumlardan da denize atılanlar vardır. Mor Kaftanlı Selânik romanında İzmir den Girit e gönderilen Rumlardan Philip de denize atılır. Ancak onun denize atılma gerekçesi Türklerinkinden farklıdır. Girit e yaklaşıldığı sırada ölen Philip in denize atılmasını eşi Eleni ister. Kaptan Karaya çıkınca eşinizi gömersiniz demesine rağmen Eleni şu cevabı verir: Teşekkür ederim! Lakin onu Akdeniz in sularına bırakacağım Sabah rüzgarları küçük bir dalgayla onu İzmir in kumsallarına götürecek. (Mor Kaftanlı Selânik: s. 205) Girit Limanı na gelindiğinde ceset denize bırakılır. Mitsa isimli bir kız çocuğu sırtındaki hırkaya dikilmiş bir örgü gülü koparıp cesedin kaybolduğu sulara bırakırken Eleni eşinin arkasından şu sözleri söyler: Selamlar götür memleketime Philip. Önce Saat Kulesi ne uğra. Eski dostlarımla kucaklaş. Şöyle küçük bir gülüş fırlat toplananlara. Dostlara selam söyle Hasan a, Emine ye, Seher e, Fotini ye (Mor Kaftanlı Selânik: s. 207) Yolculuk uzadıkça gemideki dostluklar daha bir güçlenmekle birlikte kavgalar da baş gösterir. Gemide dilenciler, hırsızlar, çeşitli imtiyazlar elde etmek için kaptana ve gemi personeline rüşvet verenler türer. Kimi vakit geminin en büyük orta salonuna doluşan mübadiller bir Yörük ozanın söylediği türküleri dinleyerek acılarını, kederlerini unuturlar, kimi zaman da birbirleriyle şakalaşarak vakit geçirirler. Gemide ölümler olduğu gibi doğumlar da vardır. Gebe kadınların ilkel şartlar altında doğum yapma mücadeleleri son derece trajik sonuçlar ortaya çıkarır. Kimi kadınlar bu doğum esnasında hayatını kaybeder. Hayatını kaybeden bir annenin çocuğuna Gülcemal ismi verilmesi ise geminin mübadil zihnindeki yerine işaret etmesi bakımından kayda değerdir. (Mübadiller: s. 525) Gemide yeni yeni âdetler de türemiştir. Mübadiller, ölüp denize atılan yakınlarının arkasından en sevdiği eşyayı da denize atmaya başlamışlardır. Selânik Limanı nda işportacılık yapan bir mübadil önceden mendil, ayna, tarak, iplik gibi eşyalar
63 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 63 satarken sonradan bunlara sabun, kefen, Yasin-i Şerif ve lavanta da eklemiştir. Uyanık işportacı denize atılan eşyaya bir de lavanta ekleyip Ölünüzün ardından bir lavanta da mı atmayacaksınız diyerek satış yapmaya başlamıştır. (Mübadiller: s. 525) Gemide vatan hasretine dayanamayıp intihar edenler de görülür. Gemiyi Selânik e döndürmek için gemi direğine çıkarak intihar tehdidinde bulunan Cicilerli Ali, bütün ısrarına rağmen kaptanı geriye döndüremeyince tayfaların branda açmasına bile fırsat bırakmadan kendini direkten aşağı atıverir. (Mübadiller: s. 458) Daha evvel bahsi geçen Mustafa Necati Bey in ihale iptali meselesi de Mübadiller romanında ele alınır. Gülcemal Vapuru nun lüks kamarasının sakinlerinden Cem Bedhacis isimli bir kahraman, gemide yaşanan sıkıntılardan dolayı Türk hükümetini suçlayarak şu sözleri söyler: Biraz daha mahrumiyete katlanacaksınız. Hükümetin yeni İskân Bakanı Mustafa Necati Bey, Mübadilleri Türk gemileriyle taşıyacağız. diye ısrar etti. Yeni hükümetin taşıma filosu yok. Biz bir İtalyan firması ile anlaştık ihaleye girdik. Bakan iptal etti. Yoksa şimdi muhacirler daha güzel ve hızlı bir gemiyle seyahat edecekti. (Mübadiller: s. 463) Dört günlük yolculuktan sonra Gülcemal Vapuru Urla Limanı na yanaşır. Burada ayrıcalıklı yolcular indirilir. Gemi kömür ve odun ikmali yapar. Gemi personeli Mersin Limanı na gitmeden gemideki hastalıklı yolcuları karantinaya almak için uğraşır. Ne var ki dört gündür ahır gibi kullanılan depoda hayvanları ile birlikte kalan çobanlar, ağıldan fırlayan deli danalar gibi güvertede sağa sola koşmakta, karantina için gösterilen yere gelmemektedir. Hastalıktan başını kaldıramayan zayıf ve hâlsiz düşmüş bazı mübadiller ise kıvrılıp yattıkları talaş döşenmiş yerleri, geri döndüklerinde bulamayacakları endişesi ile terk etmek istemezler. Tayfalar birbirine ümitsiz nazarlarla bakan
64 64 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI yolcuları itip kakarak sıraya sokmaya çalışırlar. Karantina kuyruğuna girenler yorgunluk ve perişanlıktan duygusuzlaşmış, denizin köpüklü dalgalarla sahili dövüşünü seyretmektedir. (Mübadiller: s. 507) Gülcemal in Türkiye ye getirdiği roman kahramanları arasında Muhacirler romanının, Kayalar ın İnebosu, Cerelli, Baraklı ve Haydarlı köylerinin sakinleri de vardır. Tanıdık olmanın verdiği güven duygusuyla gemi yolculuğunu bekledikleri çadırlarda yan yana kalan köylüler vapur belli sayıda kişiyi alabildiğinden deniz yolculuğu sırasında ayrı düşerler. Muhtelit Mübadele Komisyonunda görevli ve kendisi de Kayalarlı olan Dr. Ömer Lütfi Bey, Kayalarlıları cüzi bir ücret karşılığında daha iyi gemilere ve daha iyi iskân bölgelerine götürmek için çaba harcar. Daha sonra uzunca bir süre Samsun ve diğer bölgelerdeki göç hikâyeleri anlatılan mübadil roman kahramanlarının Selânik te başlayıp Samsun Limanı nda sona eren söz konusu deniz yolculuğu sırasında Gülcemal vapuru birçok özelliğiyle yansıtılır. Mübadele romanlarında deniz yolculuğu sahneleri, özellikle ada sakinlerinden (Girit, Midilli, Rodos vb.) mübadeleye tabi tutulanlara odaklanılan örneklerde fazla yer tutar. Deniz kıyılarındaki liman şehirlerine akan insan seli ile kıyılarda başlayan deniz yolculuğunda liman, iskele ve sandallar mübadilleri uzun ve meşakkatli gemi yolculuklarına hazırlayan diğer mekân unsurları olur. Kıyı kentlerinde kurulan mübadele komisyonlarında birçoğu ilk kez seyr-i sefain kelimelerini duyan Türkler; Bahr-i Cedit, Akdeniz, Ümit ve Gülcemal gibi kaderlerini taşıyacak gemilerin isimlerini de oralarda öğrenirler. Her iki tarafta mübadele komisyonlarındaki devlet yetkilileri ile mübadillerin birbirlerinin dillerini anlayamadan iletişim kurmaya çalışmaları da limanlarda bekleyiş hâlindeki ahali için ciddi bir sorundur.
65 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 65 Gemi yolculuğu öncesi en travmatik aşama kuşkusuz karantina uygulamasıdır. Soyulup temizlenen insanların, biz hayvan mıyız, hastalıklı mıyız ki aşılanalım şikâyetleri eşliğinde vuruldukları tifo, dizanteri, çiçek, veba vb. aşıları karantina uygulamasında maruz kalınan zorlu uygulamalardandır. Mübadilleri doğdukları vatanları ile ölecekleri vatanları arasında taşıyan mübadele gemileri, dünyaya gözlerini gemide açan bebeklerin doğumuna da sahne olur. Girit i terk eden İbrahim in kızı Azize gemi yolculuğunda yüklüdür ve gemide doğum yapıp yapmayacağı okuyucuda merak uyandırır. Yine yolculuk sırasında verilen birkaç gemide doğum vakası ya da gemide bulaşıcı hastalığa yakalanıp denize bırakılan bebek ve çocuk cenazeleri oldukça dramatik sahneler olarak karşımıza çıkar. Muhacirler romanı sakinleri olan Kayalar köylülerini taşıyan Gülcemal vapurunda da salgın hastalık ve yetersiz beslenmeden ilk etkilenen bebekler olmuştur. Hayatını kaybeden bebeklerin cesetlerine nasıl bir muamele yapılacağı dahi bir tartışma konusu olur. Hatta denize ölüsü atılan ilk bebek annesinin Masum adını verdiği bir bebektir. Vapurda bulunan Kayalar Müftüsünün sözleri çocuklarını denize bırakmaktansa saklayıp toprağa gömmek isteyen anneleri ikna etmeye yöneliktir: Müftüye göre denizin topraktan hiçbir farkı yoktu. Denizdekilerin ruhu da topraktakilerin ruhu gibi göklere yükselir ve orada yaşardı. Karada ölenleri toprağa gömerler, denizde ölenleri de suya atarlardı. Suyun altı da topraktı nihayetinde. Topraktakileri nasıl yılanlar, çıyanlar, böcekler yer ise, denize atılanları da balıklar yerdi. 29 Mübadiller romanında ise ölen yakınlarını denize atmak konusunda mübadilleri ikna etmek için benzer sözleri Gülnihal gemisinin kaptanı söyler: Ölüyü denize atan kaptan Denizin topraktan farkı yok. dedi. Toprakta cesedi- 29 Muhaciler, s. 108 (Yaşar KEMAL, Karıncanın Su İçtiği, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 2008, s. 184 den naklen)
66 66 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI mizi çıyanlar yermiş, denizde de balıklar. (Mübadiller: s. 556) Gemi yolculuğu bazı mübadele romanlarında kurgunun son halkası ya da eserin genellikle hüzünlü olan son u olarak tasarlanır. Bir gemi güvertesinde hüzünlü bir veda ile sona eren mübadele romanlarından biri Kritimu dur. Kademe kademe Hanya, Resmo ve Kandiye gibi kıyı kentlerine akın eden insanlar için gemi yolculuğu esasen yeni hayatlarının başlangıcı olsa da mübadele romanlarında kurgunun sonuna işaret eder. Sandallarla iskeleden açıkta bulunan mübadele gemilerine taşınan insanlar için sandaldan vatanlarına bakışları son bakıştır. Giderek belirsizleşen vatanları, gözlerinin önünden kaybolacaktır. Denizdeki sisli havalar gemilerin tok düdük sesleri ve kara duman salan büyük boruları, bu sahnelerin vazgeçilmezleridir. Herkesin bir veda havasını paylaştığı gemideki yolcular kader ortağıdır. Gemide yegâne hâkim duygu da ayrılık acısıdır. Roman kahramanları bu hissiyatı yansıtırcasına ayrıldıkları yurtlarına ait türküleri gemilerde sıklıkla seslendirirler. Kritimu romanı, aynı veda havasını paylaşan gemide Giritim! Güzel adam benim dizeleriyle başlayan Girit halk şarkısını mırıldanan insanlarla birlikte seyahat edilirken sonlandırılır. Mecburen çok kalabalık ve sıcak olan mübadele gemilerinde şartlar öylesine insanlık dışıdır ki sadece bu gemilerin içine yapılan odaklanmalar mübadelenin insani boyutunu gözler önüne sermeye yetmektedir. Girit ten ayrılan Kritimu kahramanlarının hâlini yansıtan şu ifadeler oldukça çarpıcıdır: ( ) boy boy çocuklar, yaşlılar, ağlayanlar, kusanlar, elleriyle yüzünü kapatanlar, kül gibi beyaz benizliler, göğsünü açıp rüzgara tutanlar, bayılanlar, o anda tik sahibi olup kaşı gözü oynayanlar, bağırsaklarına giren sancıyla iki büklüm kıvrananlar, felç inmiş gibi hiç kıpırdayamayanlar, ellerini açmış ölmek için dua
67 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 67 eden yaşlılar, geldik mi? Geldik mi diye sayıklayan şuursuz hastalar, onların başında bekleyenler, hepsi savruluyor, sendeliyor, çöküyor, titriyordu. Küpeşteler çatırdıyordu. (Kritimu: s. 302) Hikâyeleri bir mübadele gemisinde nihayete eren mübadilleri Çalı Harmanı romanında görmek de mümkündür. Çalı Harmanı da bir mübadele gemisinde okuruna veda eder. Sarı Şaban köyünün sakinlerinin binlerce yıldır vatan edindikleri yurtlarına veda edişlerini duygusal bir üslupla veren yazar, diğer romanlarda olduğu gibi gemideki atmosferi yansıtma gayreti içindedir: El sallayan hiç kimse yoktu gemidekilere. Bizi unutmayın diyen de yoktu, yine bekleriz diyen de ( ) Oysa gemide sadece doğup büyüdükleri toprakları, ekip biçtikleri tarlaları, ekmek pişirdikleri ocakları, su içtikleri çeşmeleri terk eden muhacirler yoktu. Feraceli kadınların yüreklerindeki maniler, gencecik dillerdeki sevda türküleri, kızancıkların dimağlarında saklanan masallar da yüklenmişti gemiye. Rumeli suyunda yoğrulmuş yüzlerce yıllık bir medeniyet, sessizce göçüyordu işte (...) Koca Osmanlı şimdi bitti işte dedi, gözlerden uzaklaşmaya başlayan Kavala İskelesini hüzünle seyrederken Halil Hafız. ( ) Umudun bittiği topraklara arkasını döndü, Hafız Halil. Onları bambaşka bir yarına götüren geminin içinde umutsuzca aradı umudu. Yorgun ve küskün bakışlar gördü, çatallaşmış gözlerde. Hayatın dikenli bir dalına asılıp kalmış, yarım bir ömrün mağdurları vardı karşısında. Amansız bir sapandan, apansız vurulmuş kırlangıçlar gibiydi yolcular. Geminin istikametinden aksi yönde esen ıslak rüzgârdan başka hareket eden hiçbir şey yoktu güvertede. Vakit durmuştu sanki. (Çalı Harmanı: ss. 394-395) Suyun Öte Yanı romanında geminin ve denizin ele alı-
68 68 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI nışı diğer romanlara göre daha simgesel bir boyut taşır. Mübadilleri Yunanistan daki kıyımdan kurtaran gemi, Ertan için artık bir motorlu teknedir. 1980 darbesinden sonra bir buçuk yıl cezaevinde kalan Ertan Türkiye den kaçmak için Arap Mustafa isimli bir mübadilden yardım alır. Arap Mustafa nın motorlu teknesi ile bir gün sabaha karşı Yunanistan a kaçar. Bu kaçış esnasında Yunanistan daki Albaylar cuntasından kaçarak Cunda Adası na sığınmış olan bir Yunan ın durumu ile kendi durumu arasında özdeşlik kurmaktadır. Böylece romanın derin yapısına suyun iki yakasında eskiden beri biçim değiştirerek süregelen sıkıntılar olduğu mesajı yerleştirilmiştir. Bir tarafta sıkıntı yaşayanların, kurtuluşu diğer tarafa kaçarak aramaları bir kısır dönüye işaret eder. Adeta ayna tutulmuşçasına birbirine benzeyen toprakların kaderi Albaylar Cuntasından kaçan Yunan avukat ile Ertan ın şahsında simetrik bir kurguyla yansıtılmaya çalışılır. 1. 4. 3. Eski ve Yeni Vatanları Arasında Mübadiller Yer bulamam gayri ben, iki âlem arasında. Yerim yurdumdur diye, bir mezarım kaldı bana (Kritimu: s. 260) Mübadele romanlarında gerek Rum gerekse Türk mübadiller eski vatanlarına büyük bir sevgiyle bağlıdırlar. Doğup büyüdükleri yurtlarından kopmak mübadiller için çok sancılı olur. Romanlarda bu sevginin tezahürü olan birçok sahne ile karşılaşmak mümkündür. Sözgelimi Mor Kaftanlı Selanik te İzmir Rumlarından Philip mübadele sırasında gemide ölür. Ölmeden önce karısı Eleni ye söylediği şu sözler Anadolu yu bir memleket olarak nasıl benimsediğini gösterir: Bu topraklarda ölmek isterim başka hiçbir toprağın kabri beni mesut etmez. ( ) baş tacım, ne olur beni ellerin topraklarına bırakma Bir ucumdan tutup suya at daha iyi (Mor Kaftanlı Selanik: s. 120) Eleni, Philip in
69 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 69 vasiyetini yerine getirip onu denize bırakırken şu sözleri söyler: Sabah rüzgârları, küçük bir dalgayla onu İzmir in kumsallarına götürecek ( ) selamlar götür memleketime Philip. Önce saat kulesine uğra. Eski dostlarımla kucaklaş. Şöyle küçük bir gülüş fırlat toplananlara (Mor Kaftanlı Selanik: s. 205, 207) Şarköy de oturan Markos isimli Rum, mübadeleye şu sözlerle isyan eder: Atalarım yüz yıldır bu topraklarda Tanzimat ilan edilince gelmişiz Sultan Mecid çağırmış ecdadımı; şu güzelim asmaları diksin diye Şarköy de, Mürefte de gördüğün her asmanın kökünde atalarımın teri var ( ) Yetmiş sene bu asmaların altında Markos Bey olarak yaşadım, çalıştım Terim de kanım da bu topraklara düştü Anamı, babamı, karımı bu topraklara gömdüm N olur başka topraklara gömmeyin beni (Mor Kaftanlı Selanik: ss. 148-149) Markos un vasiyeti böyle olmakla birlikte kendisini gömme işini kimseye bırakmaz. Kendini bir ağaca asmak suretiyle intihar eder. Markos intihar etmeden önce kendi mezarını hazırlamış ve üzerine de şu sözleri yazdırmıştır: Burada Şarköylü Markos yatıyor. Yüzyıldan daha çok bu toprakları Markos un ailesi işledi. Ekti, biçti Markos burada doğdu, burada öldü Hayatı gerçek minnettarlık içinde geçti. Nankörlükle karşılaştı... (Mor Kaftanlı Selanik: s. 239) Mübadiller, vatanlarına artık dönme umutlarını yitirdiklerinde birbirlerini teselli etmeye çalışırlar. Bu anlamda Hasan Hoca, Halil i teskin etmek için şu sözleri söyler: İnsanın anayurdu doğduğu, büyüdüğü yerdir. Bahçesinde suladığı çiçekler, komşu eriklerini çaldığı heyecanlı sabırsızlık, hatta sıkıştığında ağaç dibine işediğin arsalar Hepsinin vatan dediğin toprağın hayatına sinmiş değerleri vardır. -Ürkmüyor musun? -Buralara alışmaya bakın. Artık bizim için başka vatan yok Havasını suyunu sevmen gerekmez. Çalış,
70 70 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI ekmeğini çıkar; göreceksin, bu ıssız ve yabancı toprağın her yerinde, hatta her şeyinde bir hatıran olacak. İşte o zaman yeni bir anayurdun var demektir. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 319) Fakat Halil bu sözlerle teselli bulmaz. Çeteci Yorgo nun söyledikleri kulaklarında çınlamaktadır: Doğmadığın büyümediğin bir toprakta hiçsin demektir. Unutma, vatan denince aklına bu topraklar gelecek. Yalnız senin değil, yedi ceddinin ve üç dölünün ruhunda bir vatan özlemi kıvranacak (Mor Kaftanlı Selanik: s. 319) Kimi romanlarda mübadillerin hep, bir gün yeniden memleketlerine dönme umudu içinde yaşadıkları fakat bu arzularına ulaşamadan ölüp gittikleri çeşitli şekillerde işlenir. Emanet Çeyiz in kahramanlarından Angela Katrini bu umudu içinde taşıyan bir mübadilin trajik hikâyesini şöyle anlatır: Geldikten sonra memleketimize, köyümüze döneriz diye çok bekledik. Bu sene olmadı, yeni seneye gideriz gayrı derdik. Herifin biri durmadan para biriktirdi. Köyümüze döneceğiz. Orda yeniden tarla, bahçe alacağım. derdi. Öldü gitti. Biriktirdiği bir çuval para da geçmez oldu. Sonra kızı. Döndün gari köyüne, aldın gari tarlaları! diye diye yaktı hepsini. (Emanet Çeyiz: s. 141) Türkiye deki mübadiller de bir gün döneceğiz umudunu hep içlerinde diri tutmuşlardır. Mübadil Türklerden Havva Aykan, geri döneceğiz hesabı yapan mübadillerin arazilerine bile sahip çıkmadıklarını, Anadolu da ilelebet kalacakları düşüncesinin olmadığını ifade eder. (Emanet Çeyiz: s. 233) 1974 yılında Mübadele Protokolü gereğince Türkiye ve Yunanistan a girme hakkı verilen mübadillerin bir kısmı eski yurtlarını tekrar görmeye giderler. Yerlerini, yurtlarını dünya gözüyle bir kez daha gören mübadiller tarlalarından, bağlarından, bahçelerinden aldıkları toprakları yeni
71 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 71 yurtlarına götürüp öldüklerinde mezarlarına konmasını vasiyet ederler. Doğdukları toprakları bir kez daha göremeyen mübadiller Emanet Çeyiz romanının yazarı aracılığı ile memleketlerine selam yollarlar. Bu anlamda Sabiha Yavuz un şu sözleri oldukça etkileyicidir: Keşke biz de gidip evimizi görebilseydik Çok özledik, çok görmek istedik. Bizim evlerde duranlar evimize iyi baksınlar Temiz tutsunlar Çiçeğimiz çok olurdu, çiçeklerimizi sık sık sulasınlar (Emanet Çeyiz: s. 198) Mübadiller arasında eski memleketlerine özlem o kadar güçlüdür ki yeni yurtlarına geldikleri köyün kasabanın ismini vererek ya da eski yurtlarını hatırlatacak binalar yaparak psikolojik anlamda tatmin olmaya çalışırlar. Örneğin Kastro dan İstiklal Mahallesi ne gelen Türk mübadiller mahallerinin ismini Kastro nun Türkçe karşılığı olan Hisar kelimesi ile değiştirirler. (Emanet Çeyiz: s. 189) Aynı şekilde Katerini deki İzmirli Rum mübadiller Katerini yi âdeta yeni bir Efes hâline getirirler. Efes kitaplığına benzeterek yaptıkları dernek binasına 20 milyon drahmi para harcarlar. (Emanet Çeyiz: s. 132) Aynı durum Mor Kaftanlı Selanik te de vardır. Resmo ya giden İzmirli mübadiller, yeni köylerine Karşıyaka ismini verirler. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 339) Yeni memlekette ölen mübadiller mezar taşlarına geldikleri yerin adını yazdırırlar. Honaz a yerleşen Türk mübadillerin mezar taşlarına Grebenalı, Vraşnolu yazdırmaları eski yurtlarına duydukları hasretin bir göstergesi olarak anılabilir. (Emanet Çeyiz: s. 132) Suyun Öte Yanı romanındaki Giritli ihtiyar kadının Girit toprağı diyerek boynuna astığı keseyi doktorlardan bile sakınması (Suyun Öte Yanı: s. 46) mübadillerin vatan hasretini gösteren bir başka trajik durumdur. Yine aynı romanda Midilli den gelen Mehmet Ali Bey in anlattıkları ise mübadillerin vatan hasretlerini çok iyi yansıtır. Mehmet Ali Bey in babası Ölmeden bir daha kokusunu duysam içim rahat giderim. diyerek Midilli de akarsu boylarında
72 72 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI yetişen avunya isimli sarı bir çiçeği bulmasını ister oğlundan. Gittiği her yerden babasına sarı çiçekler getiren Mehmet Ali Bey bir türlü avunya çiçeğini bulamaz.ancak babası öldükten sonra bir şekilde bu çiçeği bulur. Annesi çiçekleri koklayınca Baban koklayamadı. diye tutturur, her koklayışta annesinin gözlerinden sel gibi yaş akar. (Suyun Öte Yanı: s. 53) Vatan, yurt, memleket vb. kavramlarla isimlendirebileceğimiz doğup büyüdükleri yerlere duyulan sevgi, mübadele romanlarının ana izleklerinden biridir. Aynı şekilde bu yerlerden ayrılmanın getirdiği hüzün ve yeni yurtlarında onları bekleyen hayatın belirsizliği mübadillerde görülen iki taraflı vatan algısını beslemektedir. Bir mübadil için vatan neresidir? Bir coğrafya mübadil için nasıl vatana dönüşür gibi sorular romanların ileti dünyasında açık ya da örtülü olarak sıkça işlenir. Samsun da doğmuş ve büyümüş, ilk aşkı Dimitra ya burada âşık olmuş Hristo için Yunanistan ne ifade edecektir? Ya da Giritli âşıklar İbrahim ve Cemile Ataları yüzlerce yıldır adada yaşayan bu âşıklar için dilini dahi bilmeden gelip yerleştikleri Çanakkale deki hayat ne anlama gelecektir? Yıllardır Kapadokya da yaşayan Karamanlı Ortodoks Türkler Yunanistan ı ne kadar vatanları bilecektir? Bu temel sorular, roman yazarlarının mübadele romanlarında okuru içine çekmek istediği alanlar arasındadır. Mekân ortak fakat mekânın insanları ayrı milletten olduğu takdirde vatan kavramı nasıl şekillenecektir? Mübadele romanlarının düalite temelli kurgu dünyasında vatana yüklenen misyon tam da burada ortaya çıkmaktadır. Giritli Hristiyanlar, istiklallerini temin için ayaklanıyorlar, öyle diyelim. Toprağını müdafaa diyelim. Fakat kimin toprağıdır bu, rica ederim? Bizim de değil midir? Hristiyan- Müslüman, hepimiz başka başka yerlerden gelip yerleştik Girit e. Kim daha çok Giritlidir, nereden biliyorlar? (Kritimu: s. 100) Giritli Türklerin okumuşları arasında yer alan ve Müslüman cemaati örgütleyen vekil Dr. Ragıp Bey in bu sözleri bir bakıma bilinç akışıdır. Bu bağ-
73 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 73 lamda bir bilinç aktarımı da Girit in iki delikanlısı İbrahim ve Meletyos arasındaki bir tartışmada gerçekleşir: Biz diyoruz iltihak, prens diyor bekle. Oyalıyor bizi. Avrupa nın dümen suyuna gidiyor zındık. Aptal mıyız ki? Ölürüz de dönmeyiz. Giritliyiz biz! Bıyıklarını çekiştirirken, sanki biz değiliz dedi İbrahim. Meletyos geri çekilip şöyle bir süzdü İbrahim i. değilsiniz diye bağırdı. Hadi ordan dedi İbrahim. Dizindeki peçeteyi katlayıp tepsiye attı. Meletyos eğildi. İbrahim in gözlerinin içine baktı. Boşuna mı öldük bunca zaman? Can verdik nah böyle ( ) Öldüğünüz Girit için değildi kendiniz içindi. (Kritimu: s. 145) Mübadele romanlarında gurbet ve sıla arasında konumlandırılan vatan olgusunu yine romanlardan bir alıntı ile şu şekilde açıklamak mümkündür: Bir adamın benimdir dediği yalnız iki toprağı vardır. ( ) Biri doğduğu topraktır, diğeri mezarıdır. ( ) Ne zaman ki bu ikisi aynı yerdedir, bil ki o adam mutlu adamdır. (Kritimu: s. 135) 1. 4. 4. Yeni Vatanda Yaşanan Zorluklar Ben şimdi Türkçe mi rüya göreceğim anne? (Kritimu: s. 303) Türkiye ye gelen mübadiller ile Yunanistan a gidenleri eski yurtlarında alıştıklarından farklı, yepyeni bir hayat beklemektedir. Dil bilmemek her iki grup için de son derece sıkıntılı bir sürecin başlamasına neden olur. Hatta birinci nesilden bazıları ölene kadar yeni duydukları bu dile intibak edemezler. 25-26 yaşlarında Kayseri den giden Anastasiya 75 yıl Yunanistan da yaşadığı hâlde Yunanca öğrenememiştir: Buranın dilini öğrenemedim. Rumca konuşamıyorum. Yazı bilmiyorum. (Emanet Çeyiz: s.
74 74 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI 107) Anastasiya için ömrünün sonuna kadar devam eden zorluk neredeyse bütün mübadiller için mübadelenin ilk yıllarında söz konusudur. Her iki mübadil grubu da yeni yurtlarında yerli halk tarafından aşağılanır. Kastrolu Mustafa Akan ın Türkiye de toprak dağıtımı konusunda söyledikleri de Angela nın söylediklerinden farklı değildir: Honaz ın yerli eşrafından İskân Komisyonu kurulmuş. Onlar kendi bildikleri gibi dağıttı. Bazı tarlaların yarısına bu komisyondaki kimi kişiler el koymuş. 30 dönüm diye verilen, 15-20 dönüm kadardı. 1937 yılında kadastro geldi. Ölçüp biçtiler arazileri. Bize dokuz dönüm diye verilen bahçe iki dönüm çıktı! Haksızlığı biliyor ve görüyorduk. Ama hakkımızı arayacak kimsemiz yoktu! Dil bilmiyorduk. İçimizde sadece üç kişi İsmail Efendi, Tahir Hoca ve Emin Efendi Türkçe biliyordu. Ama onlar da hakkımızı aramadılar. Korku vardı, çekiniyorduk. (Emanet Çeyiz: s. 187) Mübadillerin yeni vatanlarında yaşadıkları dil probleminin her iki cephesini Kimlik ve Kritimu romanlarında görmek mümkündür. Kimlik te Kapadokya bölgesinden Yunanistan a giden Karamanlı Ortodoks Türkler uzun süre Türkçe konuşmaya devam ederler. Yerli Rumlarla bu nedenle iletişim zorluğu yaşarlar. Yunanistan da kendilerine Türkofoni/Türkopoller yakıştırması yapılıp hakir görülürken ayrıldıkları anavatanlarında da kendilerine gâvur denilmesinden rahatsızdırlar. Girit in asli unsurlarından olup Müslüman oldukları için göç ettirilen ada ahalisi ise ağırlıklı olarak Rumca konuşmaktadır ve aynı sorunu göçle geldikleri Türkiye de bir süre onlar da yaşamışlardır. Türkiye ye gelen mübadillerden bir kısmının Türkçe konuşmaması yerliler tarafından o kadar ciddi bir mesele hâline getirilir ki: Ne anladık biz bundan Giden de Rumca konuşuyordu, gelenler de Rumca konuşuyor! tarzında ifadelerle birçok şikâyet dile getirilir. Atatürk e kadar
75 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 75 iletilen bu şikâyetler, Atatürk sayesinde bertaraf edilir. Hırsızlık, namussuzluk, hainlik olmadığı müddetçe bu sorunun önemli olmadığını söyleyen Atatürk, muhacir halkın zamanla Türkçeyi öğreneceğini hatta gelenlerin torunlarının Rumcayı belki de hiç hatırlamayacağını ifade eder. Mustafa Kemal in Anadolu daki mübadillerin meselelerine dâhil olduğu bir diğer alan göç ettikleri yerlerden memnun olmayanların başka bölgelere iskân edilmesi konusudur. Muhacirler romanında, bir ziyaret nedeniyle Havza ya gelen Atatürk ün yoluna çıkan muhacirler ısrarla ona ulaşmayı arzu ederler. Kendilerine gösterilen köylere yerleşmeyi istemeyen köylüler bu rahatsızlıklarını Atatürk e iletmeyi başarırlar. Durumu anlayan Atatürk kaymakama emir verir: Muhacirler kaybedilmiş topraklarımızın millî hatıralarıdır. Yirmi dört saat içinde bu muhacirleri istedikleri köylere yerleştireceksin. Bir daha böyle şeyler duyarsam cezanı çekersin. (Muhacirler: s. 140) Havva Aykan, 13-14 yaşlarında kimsesiz bir kız çocuğu olduğu için kendisine sarkıntılık edildiğini, mahalle aralarında yerli çocukların kendilerini görünce kaçtıklarını bitli macurlar diye alay ettiklerini söyler. Ne geldiniz buraya? diye sataşan yerlilerin kendilerine yakacak odun bile vermedikleri de Havva Aykan ın ağlayarak anlattığı bir başka husustur. (Emanet Çeyiz: ss. 231-232) Bir başka mübadil ise benzer şekilde yerli Türklerin kendilerinden korktuklarını, Mahlûklar gelmişler, adam yermiş! Mahlûklar gelmişler, adam yermiş! diye mübadilleri aşağılayıp hor baktıklarını söyler. (Emanet Çeyiz: ss. 237-238) Yerli halkla bu türden çokça problem yaşayan mübadiller ancak 1950 lilerden sonra yeni toplumsal yapıya uyum sağlarlar. Ama hâlâ yerli Türklerle kız alıp verme söz konusu değildir. (Emanet Çeyiz: ss. 188, 232) Vraşnolu Refet Özkan ilkokulda Türkçe bilmediği için öğretmeni tarafından sert biçimde azarlandığını, günlük hayatın her alanında yerli Türkler tarafından gâvur çocuğu, gâvur dölleri!
76 76 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI gibi kaba ifadelerle aşağılandıklarını söyler. (Emanet Çeyiz: ss. 263-264) Suyun öte tarafında da durum çok farklı değildir. Efes Çirkinceli Angela Katrini dil bilmemelerini ve yerli Rumlar tarafından dışlanmalarını şu sözlerle anlatır: Türkçe konuşurduk. Bizim dilimiz Türkçeydi. Türkler geldi, Türk bunlar! Macurlar tarlamızı elimizden alacak. Gitsin bunlar! diye köpeklerini üstümüze salarlardı. Kızarlardı bize, istemezlerdi. Hükümet dedi ki: Başka çaresi yok. Oradan geldiler. Burdan nereye sürelim? (Emanet Çeyiz: s. 142) Yunan hükümetinin Anadolu yu hatırlatan kültürel ögelere yasak getirmesi de bu bağlamda Rum mübadillerin yaşadıkları zorluklar hanesine yazılabilir. Nevşehir den giden Aleko Ferteklidis in anlattıklarına göre Yunan Hükümeti ilk yıllarda zeybek türkülerini ve saz çalmayı yasak eder. (Emanet Çeyiz: s. 311) Yunanistan a giden mübadiller ekonomik zorluklarla mücadele ederken 1925 te Bulgar sınırında yaşanan kargaşa nedeniyle askere alınırlar. Tam bu karışıklık geçti derken 1939 da İtalyan, 1941 de de Alman işgalleri yaşanır. Her iki işgalde de eli silah tutan mübadiller cepheye gider. İşgaller bittikten sonra rahat bir nefes almayı düşünürlerken 1946 da Yunan iç savaşı başlar. (Emanet Çeyiz: s. 82; 102-103) Bütün bu kargaşa ortamı, yeni yurtlarına alışmaya çalışan mübadiller için oldukça trajik birtakım sonuçlar doğurmuştur. Kimi mübadiller yıllarca sürgünde yaşamış, kimileri mübadelenin çetin şartlarında hayatta kalmayı başarmışken savaşlarda ölmüşlerdir. 1939 ve 1942 Tokat-Erbaa depremleri bu civara yerleşen Mübadil Türkler için Rumlarınkine benzer zorluklar yaşanmasına sebep olmuştur. Bin bir zorlukla inşa edilen evler, depremlerle yıkılınca mübadiller tekrar başa dönmek zorunda kalırlar. (Emanet Çeyiz: s. 237) Nüfus mübadelesi protokolünde her iki ülkede müba-
77 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 77 deleye tabi bulunan kişilerin mülkiyet haklarının güvence altına alınacağı belirtilmişse de bu durum ne Rumlar için ne de Türkler için geçerli olmuştur. Yunanistan dan gelen Salih Tilki Yunanistan daki mallarının önce satışının yasaklandığını sonra da yarısının Türkiye den gelen Rumlara verildiğini söyler: Bir hafta sonra geldiler, efendim sen misin En iyilerini temizlediler. Bizim yüz kadar koyun, keçi, mandamız vardı. Ayırdılar, yarısını damgalayıp gelen Rum muhacirlere verdiler. Siz ne yapıyorsunuz? Bizim mallarımız bunlar Siz de gittiğinizde, Türkiye de bunların mallarını alacaksınız! Dediler. Hâlâ alacağız onların mallarını (Emanet Çeyiz: s. 235) Mübadiller, Yunan limanlarına yanaştıklarında karantina uygulaması ile karşılaşırlar. Gemi yolcuları hoyrat itiş kakışlarla boşaltılır. Yolcuların valizleri gelişigüzel açılıp bir kenara atılır. (Mor Kaftanlı Selanik: ss. 219-220) Gidecekleri yerlere göre mavi ya da kırmızı işaretler verilen mübadillerin üzerlerine önce gözleri yaşartan, genizleri yakan ilaçlar püskürtülür. Sonra bazen soğuk bazen sıcak akan tazyikli su ve nihayet sıcak hava verilerek kurutulurlar. (Mor Kaftanlı Selanik: ss. 244-245) Daha sonra göç kafilesi kağnılarla gidecekleri yerlere sevk edilmeye başlanır. Gittikleri yerlerde onlara tahsis edilen evleri başkalarının almaya çalışması ise mübadillerin bir başka sıkıntısıdır. Yunan bürokrasisi içinde, giden Türklerin mallarına konmaya çalışan devlet adamları, Mor Kaftanlı Selanik in dikkat çektiği bir başka noktadır. (Mor Kaftanlı Selanik: ss. 250, 260) Yunanistan a giden mübadillerin çocukları okula başladıklarında ilginç bir uygulama ile karşılaşır: Okul bahçesinde öğrencilerin devam edecekleri sınıfları belirlemek için tabelalar konulmuştu. En son sırada mübadiller yazıyordu. ( ) Eleni mübadiller tabelasının önünde gelmiş olanları selamladı. Parios u
78 78 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI öptü ve sırasına yerleştirdi. Köyün kabadayı öğrencileri mübadillerin gözlerini ilk günden korkutmayı düşünmüşler ve adım adım her hareketi planlamışlardı. Önce mübadil çocukları okulun normal öğrencileriymiş gibi sıraya dizilecek daha sonra hepsi sert itiş kakışlarla en gerilere atılacaktı. Kabadayı çocuklar kendi aralarında varılan anlaşmayı aktarıyorlardı. Güya konu okul müdürüne açılmış ve ses çıkarmayacağının sözü alınmıştı. Anlaşılan öğretmenler de ağızlarını açmayacaklardı. (Mor Kaftanlı Selanik: ss. 406-407) Yerli öğrenciler bu planı uygulamaya koyarak bütün mübadil çocuklarını arka sıraya itip tek ayak üzerinde bekletirler. Duruma itiraz eden tek mübadil çocuğu olan Parios u da koltuk altlarından urganla bağlayıp okul direğine asarlar. Çocuğun çırpınışları yerli öğrencileri eğlendirdiği gibi aileleri tarafından da kahkahalarla karşılanır. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 408) Mübadele Günlerinde Aşk romanında ise mübadele sonrasında yaşanan zorluklar şöyle ifade edilir: Sen gittikten sonra mecburi göç gerçekleşince yaşanan acılar ne yüreğimden ne gözümden hiç gitmedi. O günleri bir görseydin. Çoğunun gittiği yer belli olmayan komşularımızı. Toprakları yok ki bol olsun diyeyim. O ne acı anlardı. Omuzlarında ölüm korkusu ile toplanan denkler, sağa sola tıkılan eşyalar. Ağlaşan kadınlar, çocuklar, arkadaşlar. Avluda unutulan oyuncakların arkasında kalanların akıttıkları yaşlar Hafızamıza kazınan resim gibi. Doğup büyüdükleri evlere bir daha dönmemek üzere yitip gittiler, kopartıldılar. Sokaklar, kaldırım taşları bile ağladı arkalarından. Sadece gidenler mi gelenler de aynı acıyla geldiler. Türkiye den gelen Rumları Türk tohumu diye hor gördüler. Birçoğu umutsuzluktan, gurbet acısından, vatan özleminden kendilerini içkiye, serkeşliğe, müziğe verdiler. Hasretlerini, acılarını türkü edip yaktılar. Ne büyük bir haksızlık. (Mübadele Gün-
79 lerinde Aşk: s. 158) Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 79 1. 4. 5. Mübadele Romanlarında Bir Ortak Şahsiyet: Mustafa Kemal Atatürk Mübadiller kaybedilmiş toprakların mirasçısıdır. Mustafa Kemal ATATÜRK Mübadele kararının verildiği dönemde siyasi iradenin başı olan Atatürk ün, mübadele romanlarının şahıs kadrosunda romantik bir tarihî şahsiyet hüviyetiyle var edilmiş olması söz konusu romanların en temel hususiyetlerinden biridir. Mübadele kararına giden süreçte önemli bir aşama olan Lozan görüşmelerinde dönemin başbakanı olarak İsmet İnönü öne çıkan bir tarihî figür olsa da Mübadele romanlarında İnönü üzerinde çok fazla durulmaz. Mübadelenin Türk tarafında devleti temsil eden yegâne şahsiyet Mustafa Kemal Atatürk olmuş; kimi zaman bir roman kişisi olarak çoğu zaman da romanların dekoratif tarihî kişilikleri arasında öne çıkan biri olarak yer almıştır. Mustafa Kemal in mübadele romanlarındaki baskın varlığının nedenleri biraz da mübadil hafızasında ve psikolojinde saklıdır. Bir mübadil için Atatürk ün ifade ettiği anlam dönemin cumhurbaşkanı olmasının çok ötesindedir. Mübadelenin uygulanmasına gelinceye kadar doğduğu topraklarda bir hayli yoğun baskıya maruz kalan mübadiller için şartlar giderek zorlaşmakta ve kendi yurtlarında tedricen azınlık durumuna düşmektelerdir. Bu tarihî gidişat içinde ileride mübadil Türkler olarak anılacak Balkan Türkleri için yeni kurulmuş genç Türkiye ve bu ülkenin kurucusu M. Kemal Atatürk adeta bir dikkat odağı ve gelecekleri noktasında bir ümit kaynağı olur. 1923 ten itibaren uygulanmaya başlanan ve yaklaşık 7 yılda tamamlanan mübadele süresince mübadillerin yaşadıkları sıkıntılar yine Türk devletinin mübadillerden yana ortaya koyduğu müspet muamele ile giderilmiştir. M.
80 80 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Kemal Atatürk bu noktada, mübadil Türkler için onlara yeni vatanlarının kapılarını açan değerli bir devlet adamı figürüne dönüşmüş ve mübadil Türk toplumu üzerindeki Atatürk sevgisi bu dönemden bakiye olarak uzun yıllar mübadiller arasında devam etmiştir. Mübadele ile Türkiye ye gelenler için kaybedilmiş topraklarından yeni vatanlarına gelmiş olmak onları daha muhafazakâr ve devletçi bir yapıya sürüklemiştir. Kaybedilenden sonra eldekinin değerini bilmek noktasında beliren bu tür bir milliyetçilik kendi içerisinde anlamlıdır ama yine de hariçten geldikleri bu yeni vatanlarında çeşitli uyum sorunları yaşamışlardır. Mübadillerin bu geçmişlerine benzer şekilde M. Kemal Atatürk ün Selânikli olması ve ailesinin Rumelili kimliği Mübadillerin Atatürk ile kurdukları bağın en temel psikolojik sebeplerindendir. Mübadillerin Selânikli olması hasebiyle Mustafa Kemal e besledikleri muhabbetin karşılığının Atatürk ün kendisinde de olduğu tarihî vesikalardan ve kimi icraatlarından bilinmektedir. Mustafa Kemal Atatürk yaşamı boyunca Rumelili kimliğini gizlememiş ve Balkanlardan Türkiye ye göçenler için kullandığı Muhacirler kaybedilmiş topraklarımızın aziz hatıralarıdır. sözünde olduğu gibi Balkanları eski toprakları olarak kabul etmiştir. İlk eğitimini Selânik te, orta ve yüksek eğitimini Manastır da alan Mustafa Kemal in ömrünün ilk dönemleri mübadele coğrafyasında geçmiştir. Bütün bu özel sebeplerin yanında mübadele romanlarının zaman olarak Atatürk ün ön planda bir siyasal figür olduğu Millî Mücadele ve Cumhuriyet in ilk yıllarını kapsıyor olması da söz konusu romanlardaki Atatürk imajının doğal nedenidir. Bir başka ifade ile Mübadele romanlarının zaman kurgusunda mübadeleye kadar olan süreç ve mübadele sonrası yaşanan süreç olarak beliren iki dönemden ilkinde mübadil toplumun Osmanlı yı yakından takip etmesine şahit oluruz. Bu dönemde çeşitli Osmanlı devlet adamları ümit olarak görülür ama her toprak kaybında Osmanlı ya dair ümitler
81 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 81 biraz daha azalır. Bu dönemin sonuna doğru Anadolu da başlayan Millî Mücadele de M. Kemal Atatürk ün bir lider figür olarak öne çıkması ile mübadil hafızasında M. Kemal kişiliği yerleşmeye başlar. Söz konusu romanların zaman kurgusunda Mübadele esnası ve sonrasında yaşanan süreçte ise M. Kemal Atatürk kendisini daha belirgin bir şekilde hissettirir. Suyun Öte Yanı romanındaki Sıdıka Hanım ın sözleri mübadillerin zihnindeki Atatürk imajını yansıtması bakımından dikkate değerdir: Mustafa Kemal olmasa, bizi de hepten keserlerdi orada. Her bahar boyatirim büstünü hâlâ, teşekkür ederim. Hem çok şükür şimdi zulüm yoktur bizde, bak oradan gelip bize siğinirlar (Suyun Öte Yanı: s. 35) M. Kemal Atatürk mübadele romanlarında çoğunlukla tarihsel bir kişilik olarak ve bir değini şeklinde yer alır. Ne var ki güçlü tarihî arka plana sahip bu romanların fon kişilerinden belki de en önemlisidir. Mübadele romanlarında yazarlar tarih aktarımı sırasında Millî Mücadele ye ya da Atatürk dönemi icraatlarına göndermeler yapma gereği hisseder. Bunun nedeni daha önce de söylediğimiz gibi mübadele kararını alan siyaset mekanizmasında Atatürk ün en zirvede yer almasıdır. Bu romanların önemli bir kısmında M. Kemal, roman kahramanlarının gazete yazılarından ya da diğer haber kaynaklarından çeşitli söylentiler etrafında takip ettikleri bir kişidir. Az sayıdaki romanda ise M. Kemal roman kahramanlarının doğrudan temas kurdukları bir kişi olarak görülür. Mustafa Kemal in mübadele romanlarında kendisini baskın bir şekilde hissettirdiği aşama mübadillerin doğdukları yerlerde Anadolu daki Millî Mücadele yi takip ettikleri dönemdir. Çalı Harmanı nın Mübadelede suyun öte yanındaki Türklere odaklanan kısımlarında Selânikli Türklerin kendi aralarındaki diyaloglarında ve özellikle
82 82 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI kahvehane sohbetlerinde Atatürk adının sık sık geçmesi Atatürk ü edilgen bir kahraman olarak da olsa romanın şahıs kadrosuna dâhil eder: Kemal Paşa nın askerleri hücum etmiş diyorlar, Kavala telgrafhanesinin önü var a? Dün akşam te büyle Rum kaynıyordu ( ) Kemal Paşa gene yenmiş midir bunları dersin? Diye sordu Sülman Aga ( ) Doğru süylersin. Geçen sene bi kere Sakarya da, bi kere de İnönü nde yediler sopayı, oturdular yerlerine. İnşallah gene öyle olmuştur. (Çalı Harmanı: ss. 13-14) Mübadeleye giden süreçte Balkan Türklüğünün ilgi odağında olan Anadolu Türkleri ve Mustafa Kemal çoğu zaman dualar ve büyük bir ümit ile takip edilir. Daha önce belirttiğimiz M. Kemal in Rumelili kimliği ise önemli bir husustur: Desene Kemal Paşa yavurları biraz daha uğraştıracak. Kemal Paşa hem akıllı hem de dişli çıktı. Eee, ne de olsa o da Selânikli ( )(Çalı Harmanı: s. 80) Mustafa Kemal i kendi içlerinden biri olarak gören ve gösteren anlayış, bazı roman kahramanları ile Mustafa Kemal arasında organik birtakım bağlantılar kurarak Mustafa Kemal i şahıs kadrosunun daha da içine çeker. Çalı Harmanı nda önemli roman kahramanlarından biri olan Cemil Efendi bu noktada dikkate değer kişilerden biridir. Cemil Efendi eski bir kerestecidir ve bir vakitler Olimpos Dağında kerestecilik yaparken Mustafa Kemal in babası Ali Rıza Efendi ile birlikte çalışır. O döneme ait anılarını büyük bir keyifle anlatan Cemil Efendi, Ali Rıza Efendi nin ilk çocuklarını nasıl kaybettiğine, Zübeyde Hanım ın bu duruma nasıl üzüldüğüne bizzat şahit olmuştur. Cemil Efendi, yaşı itibariyle Ali Rıza Efendi nin babası Kızıl Hafız ı da hatırlamaktadır. Cemil Efendi Atatürk hakkındaki anılarında o zamanlarda Mustafa olarak bildiği bu çocuğa askeri idadi sırasında Kemal adının verildiğini de belirtir. Mübadele romanlarında tarihsel bir kişilik olan Atatürk ün mübadelenin diğer tarafı Rumlar arasındaki ima-
83 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 83 jını yansıtan çeşitli veriler de bulmak mümkündür. Türklerin millî kahramanı olarak resmedilen M. Kemal e dair diğer milletlerin dilinden bazı hususlar şöyledir: Levanten tüccar, duymazlıktan gelerek devam etti: Şimdi mesele Türklerin nerede durdurulacağı Kemal in bir çılgınlık yapıp İstanbul a yürümeyeceğini ümit ediyorlar. (Çalı Harmanı: s. 130) Aynı şekilde Mübadelenin Yunan tarafında özellikle Batılı güçlerin denetimindeki yayınlarda Mustafa Kemal e bağlı güçlerin Anadolu ve Pontus ta Hristiyan katliamı yaptıkları yönünde söylentiler kasıtlı olarak yayılmaktadır. Ayaklanma hâlindeki Pontus Rumları da Mustafa Kemal konusunda oldukça tedirgindirler. Uzun süre Samsun dan ayrılmak fikrini tartışan Dimitra ve Andreas arasında geçen diyaloglarda Anadolulu Rumların Atatürk algısı ortaya konulur: Harbi biz kaybettik Andreas. Bunu unutma Mağlup olanın söz hakkı da olmaz. Düşünsene, Kemal Paşa bizi bu topraklardan sürmek için o kadar gayret etti, şimdi neden kaçanları geri kabul etsin. (Çalı Harmanı: s. 264) Mustafa Kemal genellikle tevatürler etrafında var edilen şahsiyeti ile bazen Türkler arasında da abartılır ve Selânikli Türkler arasında Mustafa Kemal in Selânik dâhil Balkan Harbi öncesi toprakları da istediği yönünde şayialar yayılır. Mübadele gerçekleştikten sonra Mustafa Kemal Atatürk e mübadiller arasında duyulan hürmet aynı şekilde bu kez Anadolu topraklarında devam etmiştir. Mübadelenin Türkiye safhasında yaşananları uzun yıllar sonrasını da ele alacak şekilde işleyen az sayıdaki romandan biri olan Muhacirler romanı mübadillerin anavatan Türkiye de yaşadıkları sıkıntıları anlatırken Mustafa Kemal e temas etmeden geçmez. Muhacirler romanının kahramanları olan ve ilk önce Samsun a iskân edilen Kayalar köylüleri için de durum böyledir: Samsun Selânik e benzermiş. Deniz kıyı-
84 84 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI sında, çarşısı da büyükmüş. Temiz yermiş. Öyle olmasa Atatürk buraya çıkar mıydı? (Muhacirler: s. 116) Atatürk ün roman kahramanlarından bazıları ile bağ kurularak şahıs kadrosuna dâhil edilmesi Çalı Harmanı nda olduğu gibi Muhacirler, Mübadiller ve Mor Kaftanlı Selanik romanları için de söz konusudur. Muhacirler romanında Havza nın ileri gelenlerinden biri olarak takdim edilen Ali Baba, Atatürk ün Havza ya geldiğinde kaldığı Mesudiye Oteli nin sahibidir ve Atatürk otelde kaldığında yaşadıklarını hatıralarında ayrıntılarıyla aktarır. Muhacirler romanında bu tarz hatıralar yanında Mustafa Kemal in roman kahramanları ile doğrudan temasına da şahit olunur. Muhacirler romanı kahramanları olan Kayalar/İnebosu köylüleri Anadolu daki iskân meseleleri bir türlü çözülmeyince konuyu Mustafa Kemal e taşırlar. Atatürk ün Samsun a geleceği ve Havza ya da uğrayacağı haberleri yayılınca durumu fırsat bilen mübadiller, romanın önemli kahramanlarından Karanfil Ağa nın önderliğinde Atatürk ün yolunu keserek sorunlarını ona ulaştırmak isterler. Bu yolla amaçlarına ulaşamayınca Atatürk ün kaldığı binanın önünde nöbet tutarlar. Askerler mübadilleri yaklaştırmasa da Atatürk tesadüfen onları fark eder ve yaverinden o insanların kimler olduğu ve meselelerinin ne olduğu konusunda bilgiler alır. Öğrendiği gerçek karşısında Atatürk ün verdiği cevap tarihîdir: Muhacirler kaybedilmiş ülkelerimizin millî hatıralarıdır. Yirmi dört saat içinde bu muhacirleri istedikleri köylere yerleştireceksin. Bir daha böyle şeyler duyarsam cezanı çekersin (Muhacirler: s. 140) Atatürk ün roman kahramanlarından bazıları ile bağ kurularak şahıs kadrosuna dâhil edilmesi Mübadiller romanında çok yoğun biçimde işlenir. Romanın 1908 den başlayıp 1925 e kadar devam eden zaman aralığı içinde Mustafa Kemal iki dönemde görülür: Meşrutiyet in hemen
85 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 85 sonrası ve Cumhuriyet in ilk yılları. Meşrutiyet in ilanını müteakip genç bir subay olarak romana dâhil edilen Mustafa Kemal in İttihat ve Terakki ile arasındaki fikir ayrılıkları uzun uzadıya anlatılır. İttihatçıların bu fikir ayrılığı nedeniyle Mustafa Kemal i gizliden gizliye araştırmaları dahi romana konu edilir. Bu döneme ait Atatürk imajında dikkat çeken ayrıntı Atatürk ün milliyetçi kimliğinin ön plana çıkarılması ve Türkçü aydınlarla temasıdır. Anlatıcı onun fiziksel özelliklerini büyük bir hayranlık ile dile getirir: Delikanlının (Mustafa Kemal) gözleri çakmak çakmaktı. Dimdik, sırım gibi mütenasip vücuduna subay üniforması ne kadar da yakışmıştı. ( ) Yörüklüğünü gösteren, çıkık elmacık kemiklerine doğru uzanan bu alımlı bıyıklar, sanki boncuk boncuk ışıldayan mavi gözlerine doğru bir ok gibi uzuyor, karşısındakini bu etkili bakışlarla bağlıyordu. (Mübadiller: s. 99) Bu evrede Atatürk fiziksel özellikleri kadar fikrî cazibesi ile de roman kahramanları arasında hayranlık uyandırır. Siyaset ve şahsi menfaatler uğruna Türklüğün feda edilmemesi gerektiği yönündeki fikirleri, İttihatçıların dış ve iç siyasetteki başarısız tutumları konusunda söyledikleri büyük bir hayranlık ile dinlenir. Atatürk ün Trablusgarp a gidişi ve annesi Zübeyde Hanım ın oğlu hakkında duyduğu endişe de romanın bu bölümünde ele alınır. Cumhuriyet ilan edilip de mübadele tamamlandıktan sonraki dönemde ise Atatürk, mübadillerin karşılaştıkları problemlerle yakından ilgilenen bir figür olarak dikkat çeker. Mübadiller romanında farklı yerlere iskân edilen mübadil aileler, Atatürk e ailelerin parçalandığını, bu durumun düzeltilmesi gerektiğini bildiren telgraflar çekerler. Bu telgraflara gelen cevap ilginçtir: Siz mübadil Rumelili hemşehrilerim âli ve vasi ileri bir Türk harsının temsilcisi olduğunuz ve Anadolu yu da her köşesinde tenvir edeceğiniz için ayrı ayrı yerlere iskân edilmeniz emrini ben verdim.
86 86 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI İskân olduğunuz yerlere bütün sayinizi verip topraklarınızı terk etmeyiniz. Gazi Mustafa Kemal. (Mübadiller: s. 724) Mübadiller romanının Atatürk e benzerliği ile dikkat çeken başkişisi Halim Bey Rum kafilelerinden kendilerine Mustafa Kemal in piçleri! diye hakaret edilmesine hiç aldırış etmez. Gazi nin hemşehrisi olmaktan büyük bir gurur duyar. Mübadele sırasında doğan çocuğuna Mustafa Kemal ismini verir. Mübadillere göre Atatürk Anadolu yu kurtardığı gibi Rumeli yi de kurtaracak ve kendilerini memleketlerine gönderecektir. Bu bağlamda Zübeyde Hanım ın İzmir gazetesine verdiği demeçte geçen şu ifadeler mübadillerin yurtlarına dönme umutlarını daha da güçlendirecektir. Mustafa, Selânik i tekrar almadığı müddetçe kendime yeni basma entari diktirmeyeceğim. (Mübadiller: s. 720) Diğer romanlara göre Mübadelenin siyasi boyutunu daha ayrıntılı biçimde öne çıkaran Mor Kaftanlı Selanik te Mustafa Kemal önemli bir roman kahramanı olarak dikkat çeker. Romandaki olaylar, Mustafa Kemal in Fikriye Hanım la yaptığı sohbetle başlar. Bu sohbet sırasında Mustafa Kemal, kendisine mareşal rütbesinin ve gazi unvanının verildiğini öğrenir. Romanın Ankara, Atina, Lozan başlıklarını taşıyan kısımlarında konunun siyasi boyutları Mustafa Kemal, İsmet Paşa; Konstantin, Venezilos gibi tarihî şahsiyetler üzerinden uzun uzadıya tartışılır. Mustafa Kemal, Fethi Bey in bütün itirazlarına rağmen Lozan görüşmelerine İsmet İnönü yü gönderir. Antlaşma masasındaki sıkı pazarlıklar tarafların yoğun psikolojik gerilim yaşamalarına neden olur. Yunan tarafının baştan beri hevesli olduğu mübadele meselesi Dr. Nansen in aracılığı ile kabul edilir. Tüm bu süreç içinde Mustafa Kemal anlaşma masasında olmasa dahi İsmet İnönü yle irtibat halindedir ve onu sürekli yönlendirmektedir.
87 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 87 2. BÖLÜM: Mübadele Romanlarında Türk ler ve Rum lar Tarihe ilişkin araştırmalar çoğunlukla olayların sebebi, gerçekleşme biçimi ve sonucu üzerinden birtakım rakamlara, kazanımlara, kayıplara yer vererek okurun zihninde genel bir şablon çizmeyi hedefler. Genelleştirme ne kadar büyük ve tutarlı ise varılan sonucun da o denli önemli ve isabetli olduğu düşünülür. Bu yaklaşım tarihe meraklı insanların geçmişte yaşananlar hakkında bilgi edinmesini ve bu bilgilerin kalıcı hâle gelmesini kolaylaştırıcı bir yoldur. Esasen bu genelleştirme, sadece Tarih te değil bütün bilimlerde kullanılabilen bir metottur. Fakat şurası bir gerçek ki bahsi geçen genelleştirme eylemi, biricik olan insan a ait duyguların yer yer görmezden gelinmesine ya da büsbütün geçiştirilmesine neden olabilir. Sözgelimi I. Dünya Savaşı Avusturya-Macaristan veliahtı Arşidük Franz Ferdinand ın 28 Haziran 1914 te Gavrilo Princip adında bir Sırp milliyetçisi tarafından Saraybosna da öldürülmesi ile patlak verdi. şeklinde başlayan I. Dünya Savaşı betimlemeleri olaylar arasında farklı nedensellik ilişkileri kurularak buna benzer birçok cümle ile uzun uzadıya anlatılır. Bu betimlemeler içinde Arşidük Franz Ferdinand ın veya Gavrilo Princip in duygularına yer yoktur. Bir tarih araştırmacısı daha önce defalarca suikasttan kurtulmuş olan Franz Ferdinand ın bir suikastle öldürülmek konusunda nasıl bir korku yaşadığını tarihin akışı içinde değersiz bir mesele olarak görebilir. Bu çalışma kapsamında ele aldığımız mübadele meselesinde de durum farklı değildir. Bir tarihçi için mübadele öncesinde ve sonrasında ortaya çıkan ekonomik, siyasi, sosyal sonuçlar hakkında bir hüküm vermek çok değerli iken toprağından koparılan Mehmed Ağa nın
88 88 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI duyguları genel manzara içinde önemli bir yer işgal etmez. Oysa edebî eserde esas olan Mehmed Ağa nın duygularıdır. Edebî eser, insan tekine özgü bu duyguyu verebildiği ölçüde başarılıdır. Tarihî roman, sosyal roman ya da daha da özelleştirerek söyleyecek olursak mübadele romanı gibi başlıklar altında söyleyeceklerimizi edebî esere özgü kriterler dâhilinde değerlendirmedikçe edebî metni başka çalışma alanlarının arka bahçesi olmaktan kurtarma şansımız yoktur. O hâlde öncelikli ve önemli olan edebî eserin kendine özgü gerçekliğine saygı duymaktır. Edebî eser, herkesçe bilinen bir gerçekliği temel aldığını da söylese -mübadele gibi- o gerçekliği kendine özgü tarzıyla biçimlendirir. Çalışmamızın bu kısmında tarihî gerçeklik bir zemin teşkil etmesi bakımından yer yer hatırlatılmakla birlikte asıl üzerinde durulacak mesele Türk ve Rum algısının edebî eserdeki görünümüdür. Mübadele olayının sıradan göç hâdiselerinden oldukça farklı bir şekilde gerçekleşmiş olması, edebî bakımdan da birçok malzemeyi bünyesinde taşımasını sağlamıştır. Mübadele yi insanlığın şahit olduğu diğer büyük göç olaylarından ayıran en belirgin özellikler, belli bir anlaşma dâhilinde, karşılıklı ve zorunlu olmasıdır. Lozan Antlaşmasına ek olarak yapılan 30 Ocak 1923 tarihli sözleşme uyarınca Yunanistan da Batı Trakya dışındaki Müslümanlar ile Türkiye de İstanbul dışındaki Ortodokslar zorunlu olarak yer değiştirmişlerdir. Bu hâdise sonucunda, Türkiye ye Yunanistan dan 500.000; Yunanistan a da Türkiye den 1.200.000 kişi zorunlu olarak ve ayrıldıkları memleketlerine bir daha dönmemek üzere göç ettirilmiştir. 30 Mübadele romanlarını salt birer tarihî belge olmaktan çıkaran yönü de söz konusu göçün insan (roman kişileri) için ortaya koyduğu yeni durumlar ve bu yeni durumlar karşısında in- 30 Kemal ARI, Türk Roman ve Öyküsünde Mübadele, Tarih ve Günce, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Dergisi, I/1, (2017 Yaz), s. 6.
89 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 89 sanın yaşadığı çatışma, gerilim, uyum vb. eylemlerdir. 31 Bu bağlamda meseleye edebiyat bilimi çerçevesinde yaklaşan çalışmalar, mübadelenin tarihsel arka plânından ziyade, söz konusu hâdisenin, edebî eserin kurgu dünyasını nasıl şekillendirdiği konusuna eğilmelidir. Bu bölümde yapılan inceleme ve değerlendirmeler yakın dönem mübadele romanlardaki Türk ve Rum algısı ile sınırlandırılmıştır. Konunun salt edebî eserlerle sınırlandırılmış olması Karşılaştırmalı Edebiyat bilimi sahası içinde hareket etmemizi sağlamıştır. 32 Ayrıca incelediğimiz metinlerde belli bir algıyı tespit etme çabamız İmgebilim sahasına temas etmemizi gerekli kılmıştır. Bu vesile ile sıklıkla birbirinin yerine kullanılan imge ve algı kelimeleri hakkında kısa bir bilgilendirme yapmakta fayda görüyoruz. Latince deki imago sözcüğünden kaynaklandığı düşünülen imaj ya da imge kavramı, 13. yüzyıldan başlayıp günümüze gelinceye kadar değişik birçok alanda kullanılmış ve değişen dönemlerde farklı anlamlar kazanmıştır. 33 TDK Sözlüğünde imge için verilen tanımlardan biri şöyledir: Duyularla algılanan, bir uyaran söz konusu olmaksızın bilinçte beliren nesne ve olaylar, hayal, imaj. 34 Yine aynı sözlükte algı için Bir şeye dikkati yönelterek, duyular yoluyla o şeyin bilincine varma. Bir nesne duyular aracılığıyla 31 Ali TİLBE, Göç/göçer Yazını İncelemelerinde Çatışma ve Göç Kültürü Modeli, Turkish Migration Conference Selected Proceedings, Transnational Press London, London, 2015, ss. 464-465. 32 Bu konuda Gürsel Aytaç ın şu tespiti bir dayanak noktası olarak kabul edilmiştir: araştırılan konu salt edebi eserlerle sınırlandırılmışsa Karşılaştırmalı Edebiyat biliminin alanına girebilir. Ayrıntılı bilgi için bk.: Gürsel AYTAÇ, Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi, Say Yayınları, İstanbul, 2013, s. 109. 33 Kâmil AYDIN, Karşılaştırmalı Edebiyat: Günümüz Postmodern Bağlamda Algılanışı, Birey Yayıncılık, İstanbul, 2008, ss. 108-109. 34 http://www. tdk. gov. tr/ index. php? option= com_ bts&arama=kelime&guid=tdk.gts.5a003fe98ea025.30950218, E.T. 06.10.2017
90 90 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI algılanır, ancak algı duyusal izlenimlerden daha fazla bir şeydir, bilinçli bir farkına varmadır, duyumları bilince ileten bir olaydır. 35 ifadesi kullanılır. Her ikisi de aynı zamanda felsefî birer kavram olan imge ve algı kavramlarından imge nin algı yı da içine alan geniş bir kapsam alanına sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda zamanla imgebilim adıyla, imgelerin ortaya çıkışını, var oluşunu ve toplumsal etkisini inceleyen bir bilim dalı dahi meydana gelmiştir. Bu bilim dalı, öncelikle edebiyatta yaygınlık kazanmış daha sonra da sosyoloji ve tarih gibi alanlarda kullanılmıştır. Çalışmamızda bahsedilen algı kavramının imgebilim dâhilinde değerlendirildiğini belirtmeliyiz. Bu yaklaşımın edebî eserlerde algı konusunu araştıran birçok çalışma için de geçerli olduğunu, çalışmamızda algı kelimesinin tercih edilmesinin de söz konusu bağlamdan kaynaklandığını bu vesile paylaşmak isteriz. Edebî eserlerde imge konusu esasen okurlardaki algı yı şekillendiren bir husustur. İmge döneme ve şartlara göre değişim gösterebilmekte ve genellikle algıya tesir etmektedir. Bir başka deyişle eserdeki imgelem dünyası söz konusu eserdeki iletilerin algıya dönüşmesinde temel belirleyici olmakta ve algı nın çözümlenmesinde imgelerden hareket edilmektedir. Edebî eserde imgeyi Ulağlı nın şu tanımı çerçevesinde düşünebilmek mümkündür: Edebî metinlerde, imgeler yazar ile bilinçaltı, yazar ile toplum ve son olarak yazar ile okur arasındaki ilişkiyi ortaya koyan elemanlardır. Yazarın geçmişinden, bastırılmış dürtülerinden, inançlarından ve deneyimlerinden oluşan imgeler yazarın kişiliğini bizlere tanıtan anlamlı yapılardır. Yazar eserine yerleştirdiği imgeler ile okuruna kendi toplu- 35 http://www. tdk. gov. tr/ index. php? option= com_ bts&arama=kelime&guid=tdk.gts.5a003fecb0aa95.25298404, E.T. 06.10.2017
91 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 91 munun siyasal, sosyal ve kültürel tablosunu sunar. 36 Araştırmacı, imgebilim çalışmalarının bir toplumun bir başka toplumu nasıl algıladığı konusunda önemli birtakım veriler sunabileceğini de şu sözlerle ifade eder: İmgebilim bir çalışma, sosyolojik bir yapı içerir. Bir toplumun diğer bir toplumla ilişkilendirilmesi ve bir toplumun bir diğer topluma nasıl baktığını anlamaya yardımcı olur. İkinci olarak imgebilim bir edebiyat incelemesidir. İmge incelenmesi edebiyatlar arası kültürel ve ideolojik etkileşimi, oluşum sürecini açıklamaya yardımcı olur. 37 İmge ve algı konusundaki görüşlerimizi bu şekilde açıkladıktan sonra Mübadele romanlarındaki Türk ve Rum algısını ele aldığımız bu tür bir başlığa yönelmemizdeki temel sebebi açıklayabiliriz. Bu husustaki temel amacımız, Karşılaştırmalı Edebiyat alanının temel kazanımlarından birini işaret etmektedir. Kefeli bu noktayı şu sözleriyle ifade eder: Farklı milletlerin, farklı dil ve kültürlerin edebî metinlerini inceleyerek onlar arasındaki paralelliği, benzer ve farklı noktaları tespit eden bu sanat dalı aynı zamanda felsefe, sosyoloji, psikoloji, sinema gibi sahalarla edebiyat arasında ilişki kurarak daha geniş bir bakış açısı kazandırır. 38 Herhangi bir edebî eserde yer alan ulus/millet imgesi ya da imajı somut bir gerçekliğe göndermede bulunurken bu romanlarda söz konusu millet e dair oluşan/oluşturulan algı romancının yer yer müdahale edebildiği, zihin süzgecinden geçirerek okuyucuya sunduğu öznel bir tasarım olarak karşımıza çıkmaktadır. Mübadele romanlarını kim- 36 Serhat ULAĞLI, İmgebilim Öteki nin Bilimine Giriş, Sinemis Yayınları, Ankara, 2006, s. 4. 37 Serhat ULAĞLI, Edebiyata Farklı Bir Bakış, I. Ulusal Karşılaştırmalı Edebiyat Sempozyumu, 06-08 Aralık 2001, OGÜ Basımevi, Eskişehir, 2002, s. 428. 38 Emel KEFELİ, Karşılaştırmalı Edebiyat Çalışmaları, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2000, s. 9.
92 92 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI lik ve ulusçuluk bağlamında değerlendiren Hülya Bayrak Akyıldız a göre ulusal kimliğin nasıl kurgulandığını mübadele romanları üzerinden görmek mümkündür. Ait oldukları toplumların kolektif bilinçaltını yansıtan söz konusu romanlarda öteki ne karşı biz in kuruluşu din, dil, yurt/ toprak, ortak yaşam gibi alanlarda kendisini gösterir. 39 Bu nedenledir ki yakın dönem Türk Edebiyatında mübadele romanı yazarlarının eserlerinde her iki milleti aksettirirken takındıkları tavır ve kullandıkları argümanlar eserlerinde vermek istedikleri Türk ve Rum algısını yansıtmaktadır. Bu itibarla çalışmamızda odaklanılan alan, Türk ve Yunan milletlerinin tarihî kimlikleri değil, bu milletlerin yazarlar tarafından hangi algı/lar ile okura sunulduğudur. 2.1. Mübadele Romanlarında İki Farklı Yaklaşım: Millî ve Hümanist Söylem Edebî metinlerin insandan bağımsız olması düşünülemez. Diğer sanat eserlerinde insansız bir içeriğin üretilebilmesi mümkün olmakla birlikte edebî eserlerde böyle bir durum söz konusu değildir. Özellikle kişiler arası ilişkilerin tahkiye edilmesine dayalı roman gibi bir metin türünde insanı aradan çıkarmak imkânsızdır. 40 Bu anlamda tarihî bir gerçeklikten hareket ettiğini söyleyen mübadele romanları da kaçınılmaz olarak insandan söz eder. Ancak diğer romanlardan farklı olarak mübadele romanları çoğunlukla iki farklı milleti ele alıp değerlendirmek gibi bir zorunluluk yaşarlar. İki farklı milleti ve bunlar arasındaki ilişkileri değerlendirme zorunluluğu, Türk ve Rum algısını her romanda belli düzeyde görünür kılar. Bu romanları bir bütün içinde değerlendirdiğimizde ise Mübadele Romanla- 39 Hülya Bayrak AKYILDIZ, Mübadele Romanlarında Kimlik ve Ulusçuluk, Doğu Kütüphanesi Yayınları, İstanbul, 2018, ss. 10-11. 40 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk.: Hakan SAZYEK, Edebiyat Niçin İnsansız Olamaz?, Turkish Studies, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 8/8, Summer 2013, ss. 1127-1139.
93 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 93 rında Türk ve Rum Algısı nı anlama imkânı buluruz. Mübadele romanlarında, ele almak zorunda kalınan iki komşu ya da düşman millet karşısında iki farklı tutum belirlenmiştir. Kimi zaman hümanist bir bakışla, yaşanan hadiseler her iki millet için trajik olaylar dizisi biçiminde ele alınırken yer yer yazarların kendi milletlerine karşı duydukları sorumluluk bilinciyle romantik ve milliyetçi bir anlatımın da ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Her iki söylem kalıbının içeriğine dair tespitlerimize geçmeden önce incelediğimiz romanlardan hümanist ve milliyetçi yaklaşımı ifade eden bazı alıntıları paylaşmayı uygun görüyoruz: HÜMANİST SÖYLEM Ben, Türk, Yahudi, dönme Rum önemli değil, önemli olan insanlık. dedim, dinletemedim. Bak şimdi bütün insanlar eziyette. Neden? Türk müşüz, dönmeymişiz, Rum muşuz Selânik te Rum mübadillerin sefaletini de, bu vapurdaki Türk mübadillerin sefaletini de gördüm. İnsanlık! Bir Allah, bir Hristiyan Sen Türk, ben Rum Ama ikimiz de kardeşiz Her zaman! Sevgidir insanı insanlaştıran! Kan kanla yunmaz, kin kinle temizlenmez ki! Sevgiyle artar bereketimiz! Fakat işte bu noktada zihnim bulanıyor. Biz şimdi, kendi istiklalimiz için harp etmekte haklıysak, istiklali için Osmanlı ile harp eden Giritli Hristiyanlar haksız mı idi? Cinayet değil miydi bu? Öyleyse eğer, yıllardır olup bitenden farkı neydi? Hıristiyanlar Müslümanları öldürüyor, Osmanlı nın askeri dağları basıyor, önünden geçen keçileri bile kesiyordu. Fakat Dimitris onlar gibi düşünmüyordu. Doğan tek şey vardı: Düşmanlık. Artık kapı komşularıyla bile dost değildiler. Savaş bu topraklarda doğup büyüyen insanları birbirine düşman etmişti, o kadar. Eser Adı Mübadiller: 467 Emanet Çeyiz: 124 Emanet Çeyiz: 344 Kritimu: 242 Kritimu: 258 Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan: 20
94 94 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Hangimiz dünyaya gelirken vatanımızı, memleketimizi, ailemizi, adımızı, dinimizi, dilimizi, rengimizi seçme şansına sahibiz? Sorgusuz sualsiz geliyoruz. Bizim için hazırlanan kodları alıyoruz. Bu kodlarla büyüyor, konuşuyor, inanıyoruz. Doğru ya da yanlış olan ne din ne dil, ne renk, ne ırk, ne statüdür. Önemli ve değerli olan, içimizde sevgiyi, aşkı büyütmek, vicdanımızı ve yüreğimizi açık tutabilmek, sevilmeyi istemeden önce sevmeyi öğrenebilmek, mutluluğun mutlu etmekten geçtiğini bilmektir. Her harp, yeni kızancıkların toprağa düşmesi demekti. Toprağa düşen her delikanlı da ardında bıraktığı bir kadının yüreğine ateş düşmesi Bu doğru değil Andreas. Padişah Müslüman olabilir ama Osmanlı hiçbir zaman sadece Müslümanların devleti olmadı. Sen Osmanlı zamanında dağlarda ya da mağaralarda saklanmış bir kilise inşa edildiğini duydun mu? Acaba bugüne kadar öldürdüğü Müslümanlardan kaçı Hamit gibi yaralı bir Hristiyan ı hayata döndürecek kadar insandı? Bu soruyu kendisine sorduğunda savunma içgüdüsüyle İyi ama Müslümanların öldürdüğü Rumların da arasında iyi kalpli insan vardı cevabını almıştı. Herkesin aynı coğrafyanın insanları oldukları bilinciyle davrandığı; ulusal, dinsel farklılıkların önemsenmediği zamanlar geçmişti. Yenenler ve yenilenler, yıllarca egemen olanlar, kendini azınlık hissedenler vardı. Düzenimiz iyiydi, neden çıktı bu savaş, bu düşmanlık. Biz güzelce geçinirdik Müslüman ı Hristiyan ı, alıp veremediğimiz yoktu. Şimdi değişti işler. Ben gene aynı düşünürüm, ayırmam Türk, Rum, Bulgar ama ayıranlar var. Mübadele Günlerinde Aşk: 249 Mübadele Günlerinde Aşk: 250 Çalı Harmanı: 15 Çalı Harmanı: 11 Çalı Harmanı: 200 Muhacirler: 78 Muhacirler: 71
95 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 95 Dimitris kederle içini çekti. Türklerle Rumların beraberce dolaşıp, günün ahvalini konuştuğu günler çok gerilerdeydi artık. Bizim gâvur İzmir den geldi. Çolak Nikola derlerdi. İyi adamdı. Gâvur olsun ne olursa olsun, iyi insan olduktan sonra. Türkler de severdi Yorgo yu. Gâvurun islası derlerdi. Benim senin dininle, inancınla derdim yok, işim yok. Neden değiştiresin ki? MİLLİYETÇİ SÖYLEM Hayat bir insan için kısaydı. Ömür yel gibi gelip geçiciydi. Ama hayat bir millet için ebediydi, sonsuzdu. Fakat bu sonsuzluğu ölümlü olan millet fertleri sağlayacaktı. Bu sadece Plevne de, Dömeke de savaşıp şehit ve gazi olarak sağlanmıyordu. İşte Tuna elden çıkmıştı ama orada dedesini ve babasını şehit bırakan Rahim ve çocukları yaşıyordu. İdraki olan için bütün yurt bir savaş alanı gibiydi. Vatanını seven insanlar, sade savaşarak değil çalışarak, çift sürüp buğday yetiştirerek askeri, milleti doyurdukları gibi evlenerek çoluk çocuk sahibi olarak da milleti ölümsüzleştirebilirlerdi. Türklük şuuru yok baştakilerde. Esat Toptani, İsmail Kemal Arnavut. Bunlar Rumlarla koklaşıyor. Bunların ahbabı kim? Kel Tahsin Paşa. O da Arnavut. Bizim saf Müslüman Arnavutlara bir diyeceğimiz yok Ama bu hainler devletten para alıyor, maaş alıyor; Selânik teki Rum tavernalarında Boşo yla, Yorgo yla kadeh tokuşturuyor. Bunlardan ne hayır gelir? Tek bir insanı değil, vatanı milleti sevmek daha değerlidir. Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan: 16 Muhacirler: 88 Muhacirler: 70 Mor Kaftanlı Selanik: 257 Eser Adı Mübadiller: 72 Mübadiller: 165 Mübadiller: 187
96 96 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI -Bize niçin evladı fatihan diyorlar Ali? Çocuk daha önceleri tereddütsüz verdiği cevabı bu kez kekeleyerek cevaplandırdı: Kanla aldığımız toprağı sabanla vatan yaptığımız için. ( ) Aferin oğlum! Yarın da saban sürmeye devam edelim. Bu topraklar bizim. Toprak bizi bırakmıyor. Abla! Bak şu cennet gibi bahçelere, bağlara, saray gibi konaklara. İşte mal mülk bunlar. Camiler, minareler, tekkeler, mezarlıklar. Biz bunlarla birlikte koskoca bir vatanı, coğrafyayı ve arkamızda bırakıp gidiyoruz. İki çaput götürsek ne olur, götürmesek ne olur! Üsküplerin çıkışında başlarında iki Yunan Jandarması, bir kısmı yaya, bir kısmı tek atlı araba üzerinde Ege den gelen Rum muhacirler göründü. Bunlar landoyu, faytonları ve uzun araba kuyruğunu görerek önce kervandaki Türklerin anlamadığı Rumca hakaretlerle ellerini salladılar sonra da Türkçe sövmeye başladılar: -Mustafa Kemal in piçleri! Mustafa Kemal in piçleri! Şimdi en önde at süren Halim Bey, Gazi nin hemşehrisi olmaktan, daha büyük gurur duyuyordu. Bu pejmürde kılıklı Rum kaçkınlar, öyle kindar yumruk sallıyorlardı ki arabaların içindeki çocuklar, Rum pedileri nin taş atacakları korkusu ile eğilip korunmak istiyorlardı. Ha Anadolu Türk ü, ha Rumeli Türk ü! Hep aynıyız. Çile çekmek, çalışmak ve savaşmak için yaratılmışız! (.) Yazık sana ağlamayan şiire yazık sana titremeyen vicdana Yazık sana uzanmayan ellere Yazık seni kurtarmayan insana!... Vatan için canımı veririm. Ezan için dünyaları yıkarım. Türklük için dünyaları yakarım. Gene Türkçe konuşuyor diye iç geçirdi Andreas Papazlara terzilik yapan birisi niye Türkçe konuşur ki? Mübadiller: 273 Mübadiller: 329 Mübadiller: 342-343 Mübadiller: 764 Emanet Çeyiz: 248 Çalı Harmanı: 112
97 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 97 Burada biraz soluklanmak için yol kenarına oturup Rum köylünün gönülsüzce verdiği küçük testiden su içtiler sırayla. Tanrı hep bunlara gülecek değil ya. Yüce İsa babamız bu sefer zafer tacını Helen milletinin başına koydu. Doğmadığın, büyümediğin bir toprakta hiçsin demektir. Unutma, vatan denince aklına bu topraklar gelecek. Yalnız senin değil, yedi ceddin ve üç dölünün ruhunda bir vatan özlemi kıvranacak Muhacirler: 60 Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan: 19 Mor Kaftanlı Selanik: 319 Tablo 3: Mübadele Romanları Hümanist/Milliyetçi Söylem. Söz konusu iki farklı yaklaşım, kimi zaman kahramanların dilinden kimi zaman da romanın anlatıcısı tarafından okura yansır. İncelediğimiz romanlar içinde milliyetçi söylemin en güçlü biçimde hissedildiği eser, Yılmaz Gürbüz ün Mübadiller romanıdır. Diğer romanlardaki ikili kurgunun aksine bu eserde bir Türk ailesinin merkeze alındığı görülmektedir. Eserde, Üsküplerli bir Türk ailesi merkeze alınarak mübadelenin Türkler üzerindeki etkisi yansıtılmaya çalışılır. Türkiye ve Yunanistan da bulunan bütün Türk toplulukları, romana bir şekilde dâhil edilerek mübadele coğrafyasında yaşayan tüm Türklerin mübadeleyle ilişkileri ortaya konur. Yunanistan daki Hristiyan Gagavuzlardan, Anadolu yu terk etmek zorunda kalan Karamanlı Ortodoks Türklere kadar birçok Türk boyu roman içinde ayrıntılı sayılabilecek bir gözlemle anlatılmıştır. Hatta Türkçe bilmeyen bir kısım mübadiller; dillerini unutmuş, Arnavutlaşmış Türkler olarak romana dâhil edilir: Kendimizden ayrı görmeyelim onları. Bunlar da Türk. Aynı Grebeneliler gibi. Özbeöz Türk. Bazı Boşnaklar, Konyarlar gibi. Soyları Türk. Dillerini unutmuşlar. Grebeneliler, Moralı Müslümanlar nasıl Rumca konuşan Türk se, bunlar da Arnavutlaşmış, dili Arnavutçaya dönmüş Türk. (Mübadiller: s. 721) Romanın bir yerinde Yunan jandarmaları,
98 98 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI kanun kaçağı Yörük Zülfikar Ağa yı, Hristiyan Gagavuz Türk ü Yaprak Ağa nın sakladığını düşünerek Yaprak Ağa yı sorguya çekerler. Bu sırada bir Yunan jandarmasının söylediği şu sözler ilginçtir: Sizi de Müslümanlar gibi buralardan sürmek gerek! Ah Venizelos! Nerden Müslümanların mübadelesi dedi de sizin gibi aynı soyun boku olan Melisor ve Gagavuzları başımıza bela bıraktı. Türk değil misiniz: Hristiyan ınız da Müslüman ınız da aynı. Hepinizin köküne kibrit suyu. (Mübadiller: s. 357) Yunan jandarmasının söylediği bu sözler, kültürel kimliğin inşasında dinin çok önemli bir yeri olsa da milliyetin de göz ardı edilemeyeceği gerçeğini ortaya koyar. Nitekim Hristiyan Karamanlı Türklerin Anadolu dan gidişi Anadolu daki Müslüman Türkler arasında üzüntüye sebep olmuştur. Halim Bey ile Kayserili bir tüccar arasında geçen konuşma bu bakımdan dikkat çekicidir: Bunlara yazık oldu, dedi. Orta Anadolu Rumları, Ege Rumlarının yaptığı gibi hiçbir hainlik yapmadı. ( ) Bu giden Hristiyanların adları da Türkçe. Çevir sor bak. İkisinden biri ya Ayvaz dır, ya Bülbül, ya Yadigâr, ya Hasbek! (Mübadiller: s. 695) Mübadiller romanının ana kahramanı olan Halim Bey in Selânik ve Manastır daki milliyetçi aydınlarla teması, olaylara millî şuur perspektifinden yaklaşmasını sağlar. Halim Bey yer yer Ziya Gökalp, Mehmed Emin Yurdakul gibi Türkçü aydınların düşüncelerini de dile getirir. Kimi zaman anlatıcı perspektifinden kimi zaman da Halim Bey in ağzından milleti millet yapan değerlerin neler olduğu, millet olmanın anlamı ve değeri üzerine birtakım sözler söylenir. Aynı romanda ciddi bir eğitim görmemiş kahramanlar ağzından da bazen millî duyarlılığı yansıtacak sözler duyulur. Mürsel Bey isimli bir köylünün Türk ü Türk ten başkası düşünmez. sözü ve kendisini Yörük Türk ü olarak tanımlaması bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Mürsel Bey in bu millî şuuru karşısında Atatürk ün hissettiği duygular dikkate değerdir:
99 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 99 Küçükbalkan dan yeni gelmiş bir Türk köylüsünde, bu milliyet duygusunu görmekten memnunluk duymuştu. Demek Genç Kalemlerin, cemiyetlerin çalışmalarının etkisi oralara kadar uzamıştı. Belki de bu bilinç kökten, aileden geliyordu. ( ) Millete mensubiyet şuuru bizi ayakta tutacak, hanedana değil. Sıradan bir Rumeli köylüsü olarak görünen bu yeni tüccarın, böylesine bir tarih ve soyluluk şuuru içinde olması, mülazım Mustafa Kemal Bey in memnunluğunu artırdı. (Mübadiller: s. 112) Bu vesileyle belirtmek gerekir ki mübadele romanlarındaki Türk ve Rum kahramanlar genellikle ciddi bir eğitim görmemiştir ve yaşadıkları olayları derinlikli biçimde yorumlayabilecek tipler değildir. Yine aynı sebeple romanların büyük çoğunluğunda yaşanan olayların tahlilinden ziyade tasvirinin ön plana çıktığını söylemek mümkündür. Mübadiller romanında diğer romanlarda çokça rastlamadığımız Sabatayistler önemli bir yer tutar. (Kısmen Çalı Harmanı nda da yer verilmiştir.) Müslüman olmakla birlikte kendi içlerinde evlilik yapmaya gayret eden, Yunanlılarla çok sıkı ilişkiler içinde bulunan, islami değerlere oldukça uzak bir yaşam biçimini tercih eden ve genellikle zengin tüccarlardan oluşan bu topluluk, romanda millî kimliği en zayıf insan grubu olarak yansıtılır. Millî ve dinî duyguları çok da önemsemeyen bu gruptan Mehlika, asıl değerin insanlık olduğunu; Türklük, dönmelik ya da Rumluğun bir şey ifade etmediğini düşünse de mübadele onları da etkileyecek; üstelik yıllarca kapılarında hizmetçilik yapmış uşakları bile kendileriyle alay edecektir. Göç yolunda Gülcemal Vapuru nun en lüks kamarasında seyahat eden, piyanosunu bile yanında götüren Mehlika ve yakın çevresindeki Sabatayistlere karşı mübadil Türklerde ve anlatıcıda belli oranda nefretin olduğunu da belirtmek gerekir. Mübadiller romanı dışındaki diğer bütün romanlarda yer yer kahramanlara ait milliyetçi bir söylem kullanılmış-
100 100 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI sa da ağırlıklı olarak hümanist bir yaklaşım benimsenmiştir. Bu romanlar içinde hümanist yaklaşımın en belirgin olduğu eserler Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan ile Mübadele Günlerinde Aşk tır. Diğer romanlardaki hümanist tutum, yaşanan sıkıntıları iki taraflı olarak anlatma çabası şeklinde ortaya çıkarken söz konusu romanlarda ise âşıkları mutlak masum ve haklı gösterme çabası içinde, aşkın ve âşıkların önünde engel olabilecek her türlü bağlayıcı unsura karşı çoğu zaman derinliksiz sayılabilecek hümanist bir söylem geliştirmeye çalışılır. Sözgelimi anlatıcı, aşkın ve âşıkların önünde engel olan aile, din, dil, ırk, vatan gibi kavramları kişilerin dünyaya gelirken seçemiyor oluşuyla ilişkilendirerek bir değer olmaktan çıkarmaya çalışır. Ona göre asıl olan insanın içindeki sevgiyi büyütmesi, vicdanını ve yüreğini açık tutabilmesidir. Daha evvel belirttiğimiz gibi diğer romanlarda da yer yer buna benzer düşüncelerle karşılaşmak mümkün olsa da bunlar çoğu zaman tek kahramana ait kişisel düşüncelerdir. Bireylerin hayata bakışını derinden etkileyen kültürel değerlerin anlamsızlığı düşüncesi temel bir felsefe olarak mübadele romanlarının bütününe yayılmaz. Yazarların neredeyse bütün mübadele romanlarında hümanist bir söylem içerisinde oluşturduğu ve her iki millet tarafından kabul görmüş anlatı kişileri vardır. Söz konusu kişiler, ana karakterler olmamakla birlikte romanlarda kendileri hakkında az ya da çok bilgi verilmiş kişilerdir. Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan romanında mübadelenin Yunanistan tarafında cereyan eden olay örgüsünde Kuloğlu Cemal ile Stelyo nun dinleri ve milliyetleri bir kenara bırakan sıkı dostlukları birçok soruna çözüm üretmektedir. Kuloğlu ve Stelyo nun dostlukları o kadar güçlüdür ki mübadeleye giden süreçte ait oldukları milletler arasındaki gerilim giderek tırmansa da onlar bu ayrışmaya meydan okuyarak çevreden gelen baskıya direnirler. Öyle ki çocukları dahi artık bu iki dostun yakınlığından rahatsız olur. Kırk iki yıllık arkadaşı. Vefalı adamdı Stelyo. Hani Rum
101 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 101 olduğunu bilmese, her Pazar kiliseye gittiğini görmese bu bizden deyip çıkacaktı. (Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan: s. 71) Romanda Stelyo nun sadece yakın dostu Kuloğlu Cemal e değil bütün Türklere karşı barışçıl yaklaşımı ve eski günlerdeki barış ortamına duyduğu hasret, Osmanlı taraftarı açıklamaları, Rum tarafındaki belli bir zümreyi tavsif etmektedir. Benzer bir figür olarak Çalı Harmanı romanında Terzi Kadın ı görürüz. Hristiyan din adamlarına da terzilik yapan bu kadına Samsun çarşısında hem Türkler arasında hem de Rum tarafında sempati ile bakılır. Özellikle Terzi Kadın ın çetecilere yardım eden din adamı Andreas ile gerçekleştirdiği buluşmalarda, Andreas a, Osmanlı dönemine duyduğu özlemi anlattığı konuşmaları, Türkler ve Rumlar arasındaki birlikte yaşama geleneğini yansıtır. Aynı şekilde Kritimu romanı kişilerinden, Türk olduğu hâlde milliyeti roman kişilerince pek bilinmeyen Çakali nin, Türkleri ve Rumları birleştiren cenaze merasimi iki milleti dinî merasimlerinde dahi bir araya getirebilecek, her iki millet tarafından sevilmiş roman kahramanları için dikkat çekici örneklerden biridir. Mübadele romanlarındaki hümanist havayı temsil eden bu tip kişilikler, Osmanlı dönemindeki sakin ve huzurlu yaşamı hatırlatan unsurlar olarak karşımıza çıkar. Genellikle esnaf ya da kapı komşusu olan birleştirici nitelikteki bu kahramanlar hümanist söylemi geliştirmek için anlatıcıya güçlü bir zemin hazırlar. Anlatıcı, bu kahramanlardan hareketle oldukça geniş bir hümanist söylem yaratır. Bu tarz roman kişilerinin ortak özelliği birlikte yaşama arzusunu diğer bağlayıcı unsurlara tercih etmeleri, çevrenin eleştirilerine karşı umursamaz olmaları, huzur ve barış dolu geçmişe özlem duymaları, diğer kahramanlara nispetle daha açık fikirli olmalarıdır. Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan da en yakın dostu bir Türk olan Stelyo, sözünü ettiğimiz hümanist kişilerin yaşadığı ikilemi başarıyla yansıtan bir örnektir. Stelyo, mübadeleye giden süreçte giderek artan mahalle baskısı nedeniyle Türklerle olan yakınlığını
102 102 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI kendi eşine dahi kabul ettiremez. Eşi Matia ile gerçekleşen aşağıdaki konuşma, söz konusu hissiyatı yansıtması bakımından değerlidir: Bir dostluk unutulmaz Matia, bir de düşmanlık. Ben bunlardan dostluktan başka bir şey görmedim. Şimdi bana onların düşmanımız olduğunu söylüyorlar. Acı tatlı günlerimde benden uzak duran kokonalar, şimdi kapımı aşındırıyor. Kes şu Müslüman karılarının ayağını evinden diye başımın etini yiyorlar. Sen dostunu terk etmiyorsun, diye dinine, soyuna ihanet ettiğini düşünüyorsan, ya bunların yaptığına ne demeli? Asıl hainlik dost zayıf düşünce ona düşman kesilmek değil midir? (Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan: s. 77) 2.2. Komşuluk İlişkileri Bir dostluk unutulmaz Matia, bir de düşmanlık. Ben bunlardan dostluktan başka bir şey görmedim. Türk romanında tarihî hadiselere bağlı olarak azınlıklara yer verildiği bir vakadır lakin bu etnik unsurlar ve azınlıklar romanımızda genellikle tali unsurlar olarak yer almıştır. Bu bağlamda Türklerin temas hâlinde olduğu azınlıklara dair konular üzerinde de ayrıntılı olarak durulmamış, bu tarz azınlıklara mensup roman kahramanlarının eserlerin merkezine çekilmediği görülmüştür. 41 Sacit Ayhan ın bu tespitine genel anlamda katılmakla birlikte mübadele romanları söz konusu olduğunda ortaya istisnai bir durumun çıktığını belirtmeliyiz. Mübadele romanları Türklerle birlikte bir başka milleti de (Rumlar) merkeze almıştır. Her ne kadar Türk yazarların kaleminden çıkmış olsalar da yazarların diğerini/ötekini yansıtmadaki özeni ve işçiliği dikkat çekici boyuttadır. Yakın dönem mübadele romanı yazarlarının, Mübadele hadisesinin üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra konuya eğilmeleri, Millas ın 41 Sacit AYHAN, Türk Romanında Azınlıklar, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi, Bursa, 2008, s. 5.
103 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 103 işaret ettiği gibi romanların teşekkülünde nesnel bir tutum benimseyebilmelerini kolaylaştırmıştır. 42 Mübadele romanlarında iki aslî unsur olan Türkleri ve Rumları sosyo-kültürel hususiyetleri ile görebileceğimiz sahneler belli alanlarda ağırlık kazanmıştır. Kurgu içinde Türklerin ve Rumların teması komşuluk ilişkilerinde yoğunlaşır ve bu ilişkiler vesilesiyle iki milletli olay örgüsü şekillenir. Aynı şekilde din olgusu da bu farklı milletlerin ayrıldığı ve özerk hususiyetlerinin teşhir edildiği bir alan olarak dikkat çeker. Toplumların dine, din adamlarına, kültürel değerler ve sembollere karşı yaklaşımları bu anlamda önem taşır. İki toplumun bir diğer temas noktası ise çetecilik faaliyetleridir. Mübadele öncesi ve sırasında Türk ve Rum bölgelerinde kendiliğinden oluşan ve dış desteklerle güçlenen bu silahlı düzensiz gruplar, Türkler ve Rumların keskin ötekileştirme havası içerisinde birlikte resmedildiği önemli bir alandır. İki topluma ait algıyı belirginleştirecek son unsur ise aşk ve evlilik meselesidir. Özellikle Türk ve Rum aşkları/evlilikleri anlatıcının zihnindeki milliyet algısını yansıtması bakımından önemli bir zemin teşkil eder. Bu bağlamda mübadele romanlarında her iki milletin birbiriyle temas noktalarının yoğunlaştığı, söz konusu dört alanın (komşuluk, din, çetecilik, aşk/evlilik) romanlardaki yansımalarını daha ayrıntılı ele almak gerekmektedir. Mübadele romanlarının iki aslî unsuru olan Türkler ve Rumlar, eserlerde kültürel ve tarihî kimlikleri ile birlikte -yazarlarının sosyo-kültürel birikimleri dâhilinde- yansıtılmışlardır. Mübadele romanlarında iki millet arasındaki münasebetler sanılanın aksine bir karşıtlık temelinde gelişmez. Bu hususta özellikle yazarların iki milleti aynı romanda ele aldıkları eserlerinde beşerî münasebetlere vicdani açıdan baktıklarını görürüz. Uzun yıllar birlikte yaşamış olan milletlerin bu geleneği göz önünde bulundurularak 42 Herkül MİLLAS, Türk ve Yunan Romanlarında Öteki ve Kimlik, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, s. 431.
104 104 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI kısmî çatışma durumlarının müsebbibi olarak doğrudan halklar görülmez ve bu gerilimler mübadeleyi zorunlu kılan siyasi meselelere bağlanır. Mübadele romanlarındaki şahıs kadrosunun taraflarından olan Türkler ve Rumlar din ve dil temelli bir ayrışma içinde oldukları için (Giritli Müslümanlar ile Karamanlı Ortodoks Türklerin özel durumları dikkate alınmalı) iki millet arasındaki ilişkiler genellikle komşuluk ilişkileri gibi sosyal temas şeklinde ve belli bir sınır dâhilinde gerçekleşir. Emanet Çeyiz isimli eserin hem yazarı hem de kahramanı olan Kemal Yalçın ın Rum komşusunun kızlarını bulma yolundaki mücadelesi iki milletin komşuluk ilişkilerindeki gücü göstermesi bakımından önemlidir. 12 Eylül 1980 darbesi ile Almanya ya gitmek zorunda kalan Kemal Yalçın, Almanya da dil öğrenip felsefe öğretmenliği yapar. Yurda giriş yasağı olması sebebiyle anne-babasını 1992 yılında Almanya ya davet eden yazar, babası ile konuşmaları sırasında çocukken babasından dinlediği Minoğlu nun kızları hakkındaki meseleyi tekrar duymak ister. Babası, mübadele sebebiyle Yunanistan a gitmek zorunda kalan Rum komşuları Minoğlu ve kızları hakkındaki meseleyi tekrar anlatır. Bu sırada yazara dedesinin bir vasiyetini hatırlatır. Bu vasiyet bir emanet çeyizin sahiplerine ulaştırılmasıdır. Bu emanet çeyiz Minoğlu nun kızları Sofiya ve Eleni ye aittir. Minoğlu nun karısı Yunanistan a giderken kızlarının çeyizini Kemal Yalçın ın babaannesine şu sözlerle emanet etmiştir: Abacığım, biz gidiyoruz. Amma döneceğiz, amma dönmeyeceğiz! Ne olacağımız belli değil. Bunlar kızlarımın çeyizleri! Size emanet! Gidip gelmemek, gelip görememek var! Gelirsek verirsin kızlarıma. Dönemezsek ver bir fukaraya, hayrımız olsun! Yeyip içtik birlikte! Çok yardım ettin bize. Hakkını helal et! (Emanet Çeyiz: s. 15)
105 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 105 Emanet Çeyiz de Türk mübadillerin, Yunanistan da yaşadıkları süre boyunca Balkan savaşları başlayıncaya kadar Rumlarla ciddi sorunlar yaşamadıkları belirtilirken, Anadolu daki Rumların da Türklerle 1900 lü yılların ilk çeyreğine kadar ciddi bir sorun yaşamadıkları belirtilir. Bazı Rum mübadillerin söylediklerine göre Osmanlı Devleti nin zayıf düşmesi sonucu ortaya çıkan Topal Osman gibi çeteciler Rumlara zulmetmeye başlar. Rum mübadillerin birçoğu yaşanan olayların bilhassa İngilizlerin kışkırtması sonucu gerçekleştiğine inanır. Bu inanç sadece halkta değil yönetenlerde de vardır. Mor Kaftanlı Selanik te Venizelos şöyle söyler: Sen de biliyorsun ki Anadolu da biz ve Türkler savaşmadık. İngilizler savaştı. Osmanlı saftı. Herkes bizi kurnaz sanıyordu, ama biz de saftık. İkimiz de İngiliz sözüne aldandık. Kurnazlık suç değildi, fakat bunu gösteremedik. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 321) Aynı durum Türkler için de geçerlidir. Vraşnolu Muhittin Yavuz, Türklerin Pista Köyü heyeti ile bir anlaşma yaptıklarından söz eder. Bu anlaşmaya göre Balkan Savaşı nı Türkler kazanırsa Rumlar korunacak, Rumlar kazanırsa Türkler korunacaktır. Balkan Savaşlarından yenik çıkan Osmanlı nın terk ettiği yerlerde kalan Türkler Ziku ve Virvera gibi Yunan çeteciler tarafından rahatsız edilmeye başlanır. Kastro Kasabası nda 72 Türk ün katledildiği olay, peşinden gelen yağma ve kundaklamalar, ardı arkası kesilmeyen zulüm ve işkence haberleri Yunanistan daki Türkler için hayatı çekilmez bir hâle getirir. Bu olaylar sırasında uzun yıllar bir arada yaşamış Türk ve Rum ahali birbirlerini korumaya çalışır. Rumlara yiyecek vermeye çalışan Türkler olduğu gibi Türk köylerinin yağmalanmasına karşı çıkan Rumlar da vardır. Denizli de mübadil Rumlara zulmeden Hilmi Ağa nın mezarına kazık çakılması ya da bir Rum papazının Türkleri koruma çabası halkın bu savaştan pek de memnun olmadığının açık göstergeleridir. Mor Kaftanlı Selanik te de Türkler ve Rumlar arasındaki ilişkiler son derece iyidir. Örneğin, Muallim Hasan ve Sok-
106 106 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI ratis in dostluğu şöyle anlatılır: Elli yıllık arkadaştılar. Birbirleriyle bir barışıp bir küstükleri günleri olmuştu; ama her şart altında en belirgin beraberlik duygusu sevgiydi. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 60) Mübadele haberini aldıklarında bir düğünde bir arada bulunan ikili arasında şu diyalog geçer: Biz severiz birbirimizi. Severdik be muallim! Vakta ki Selanik bize geçti; her şey allak bullak oldu. Şimdi korku var aramızda Bu korkuyu fark ettiler ve bizi birbirimize düşürdüler. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 60) İzmir den göç etmek durumunda kalan Eleni evinin anahtarlarını: Bu anahtar artık Muhammed in şefaatine teslimdir. diyerek komşusu Emine ye bırakır. Eleni ve Philip i uğurlamaya bütün mahalle esnafı gelir. Emine, mushafın arasında sakladığı iki tam reşat altınını yolda lazım olur diyerek Eleni ye verir. (Mor Kaftanlı Selanik: ss. 124-125) Türkler ve Rumlar birbirlerinin düğün törenlerinde hazır bulunurlar. Aleko ile Maria nın kilisedeki nikâh törenlerine Müslümanlar da katılır. (Mor Kaftanlı Selanik: ss. 173-174) Bağbozumunda birlikte çalışan kızların bazılarının göğüslerinde haç bazılarının kolyelerinde ise hilal görülür. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 175) Mübadele Günlerinde Aşk romanında Adras isimli Yunan gencinin Yunan çetesi içinde gizlenerek Müslümanlar lehine faaliyet göstermesi (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 51) iki halk arasındaki güzel ilişkinin bir başka yansıması olarak anılabilir. Olumsuz örnekler bulunmasına karşın mübadele esnasında ve sonrasında da iki millet arasında insani değerleri muhafaza eden münasebetlerin devam ettirildiğini gösteren en etkileyici durum, vatanlarından ayrılmak zorunda olanların mezarlarını birbirlerine emanet etmeleridir. Bu dramatik hadisenin bir yansıması Kritimu da görülür. Roman boyunca İbrahim ve Cemile nin yakın dostları olan Hrisula, adayı terk etmek zorunda kalan İbrahim in yakınlarının mezarını emanet edebileceği bir Rum dur:
107 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 107 Ot bürüyecek oraları. Bizden sonra tersyüz etseler ruhumuz duymaz. Annem, babam var. Piçiriko var. ( ) Cemile de Kime emanet etmeli, bilmiyorum ki ( ) Gidiyorum Hrisula. Kimse Allah ömür verse bile göremeyiz bir daha bilemedim kime emanet ederim ki ben? Annem, babam ( ) _ Bırakmam, Cemile yi hele korkma Giderim (Kritimu: ss. 291-292) Kritimu dakine benzer bir durum Çalı Harmanı nda da yaşanır. Yunanistan a göç ettikten sonra burada bir Türk ailesinin yanına verilen Dimitra ve küçük kızını yanlarında kaldıkları Türk ailesi çok sever ve ilgilenir. Ne var ki mübadele bu kez onları yurtlarından koparacak ve kendi evlerini, misafir ettikleri Dimitra ve ailesine bırakıp göç edeceklerdir. Ev sahibi Remziye küçük yaşta kaybettiği kızından ötürü Dimitra nın kızına aşırı bağlanır. Göç vakti yaklaştıkça bu aynı evde yaşayan Türk ve Rum aileler arasındaki duygusal yoğunluk da artar: İster inan, ister inanma Remziye, gitmenize üzülüyoruz. Sizi çok özleyeceğiz. Kız uyuyor mu? Dimitra, gözlerini kırpıştırarak, evet dedi. Melekler gibi uyuyor. Benim kızım da uyuyor, buvasının kucağında Ne diyeceğini bilemedi Dimitra. Başını öne eğdi. Siz gidince mezarları bize emanet diyebildi. (Çalı Harmanı: s.368) İki toplum arasındaki siyasi ayrışmanın resmî bir boyut kazandığı mübadelenin uygulanması ile komşuluk ilişkilerinde birtakım olumsuzluklar yaşanmaya başlar. Artık milletler bir arada olsa da tedirginlik giderek artar. Her iki milletin de savunma ya da direniş çeteleri zuhur eder ve çatışmalarda bu çeteler etkili olur. Bir roman kahramanı gündüz halk içinde sıradan bir insan iken geceleri bir çeteci olabilmektedir. Mübadele öncesi puslu havadan
108 108 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI faydalanmaya çalışarak birbirlerinin evini, malını ucuza kapatmaya ya da yağma etmeye çalışan tipler de iki millet arasındaki çatışmada en yaygın örneklerdendir. Mor Kaftanlı Selanik te Şerife nin evini almak için gelen misafirler bu tipte insanlardır. Evi satmaya ikna edemeyince de İstedik ki giderayak kesenizde üç beş kuruş bulunsun; ama anlaşılan gözünüzü doyurmak mümkün olmayacak (Mor Kaftanlı Selanik: s. 236) diye hakarette bulunurlar. Suyun Öte Yanı romanında Cunda Adası na mübadil olarak gelen Sıdıka Hanım yerleştirildikleri Rum evlerinin hep kan izi olduğunu ifade ederek suyun bu yanında da birtakım sıkıntıların yaşandığını kabul eder. (Suyun Öte Yanı: s. 35) Mübadele romanlarında Türkler ve Rumlar arasındaki komşuluk ilişkileri genellikle olumlu bir çerçevede ele alınmıştır. Yazarların her iki milleti olumlu bir ilişki içinde resmederken kullandıkları fonda çoğu zaman Türklerin kapı komşusu olan Rumlar görülür. Bu sahnelerde birbirlerinin düğünlerine, cenazelerine katılan birbirleriyle daima yardımlaşan iki millet söz konusudur. Siyasi iradenin aldığı kararlar, devletlerin yaptığı mücadeleler halk arasında topyekûn bir çatışmaya neden olmaz. Konuyla ilgili benzer cümle ve durumları tekrar etmemek açısından eserlerde komşuluk ilişkilerinin yansıdığı cümleleri bir tabloda toplu hâlde gösterdikten sonra değerlendirmelerimize devam etmek istiyoruz:
109 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 109 Metin Alıntısı İki yana sıralanmış dükkânlarıyla, Hristiyan, Müslüman bütün esnafın, iş erbabının toplaştığı, günün her vakti kaynaşan çarşısıydı. Hristiyanlarla Müslümanlar gergin zamanlarda atışır, çok seyrek de dövüşürler, derken birbirlerini topluca ayıplayarak yatışırlardı. Bu yüzden meydandaki kahvesi cümle Giritlilerin gelip oturduğu, üç masa ileride Hristiyanlar Girit in Yunanistan a ilhakını tartışırken, yan masada Türklerin Osmanlı nın fesada son vermek için daha ne beklediğini tartıştığı bir yerdi..komşularım Artin le Naum bozgun haberini bizden önce almışlar. Dün ikisi de çekmecelerini açıp bana mavi Yunan bayrakları gösterdiler. Çekmeye hazırlar. Aynı namussuzluğu Naim Bey in çırağı da anlattı. Kokuşmuş tacir ahlaksızlığı çarşıda kol geziyor. Bizim oralarda Müslüman gomşularımız vardı. Gül gibi geçinir giderdik. Nirden çıktı bu muhacirlik! Bizi de sizi de yirinizden ittiler! Dilimizi bilmeyen Yonan içine düştük. Bu yara Yunan Balıkesir e girdiği gün, dükkân komşum Rum un kasatura yarası. Kaçmasam beni öldürecekti. Kırk yıl bu Rum a iyilik yapmıştım. Yerli Rumlardan Yunan gâvuru kadar zarar gördük. Eser adı Kritimu: 24 Kritimu: 25 Kritimu: 31 Mübadiller: 191 Mübadiller: 205 Mübadiller: 304
110 110 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Evin önündeki taş döşeme sahanlık yolcu etmeye gelen dimili, şalvarlı yerli İncesulularla dolmuştu. Onların bir kısmı sepetlerin içinde haşlanmış yumurta, yufka, kete, iğde, kuru üzüm ve kayısı kurusu getirerek Aleksia nın kızlarının ellerine tutuşturuyordu. Abacığım, biz gidiyoruz. Amma döneceğiz, amma dönmeyeceğiz! Ne olacağımız belli değil. Bunlar kızlarımın çeyizleri! Size emanet! Gidip gelmemek, gelip görememek var! Gelirsek verirsin kızlarıma. Dönemezsek ver bir fukaraya, hayrımız olsun! Yeyip içtik birlikte! Çok yardım ettin bize. Hakkını helal et! Çok ekmeğinizi yedim. Bugünleri de görecekmişiz. Hakkını helal et Didimov un gelini! Haydi yolun açık olsun, bizi birbirimize düşman edenler Allah ından bulsun. Gitme! Kal burada Eleni Kırk yıllık komşuyuz Birlikte büyüdük Bakarız birbirimize. Emine nin sesi ağlamaklıydı: -Bakarız ya birbirimize Sanki yukarıda uyuyor hâlâ nenesi, yanı başında karanfil kutusu ve iğne oyası. Uyanıp yine sürüverse mangala kahve cezvesini( ) Lamis komşu bahçeden bağırınca, Nihal gelsin oynayalım! diye keşke salmasa onu, yanı başında tutsa geç oldu deyip. Mübadiller: 712 Emanet Çeyiz: 15 Emanet Çeyiz: 88-89 Mor Kaftanlı Selanik: 123-124 Suyun Öte Yanı: 14
111 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 111 Gelen tabağı boş çevirmez, evde ne pişirirse komşularına gönderir, kendi mahallesindeki Müslümanları bitirdikten sonra, az ötedeki Müslüman mahallesindekilere de yetişir ( ) Hristiyan-Müslüman hepimiz başka yerlerden gelip yerleştik Girit e. Kim daha Giritlidir nerden bilecekler ki? Pontus a kan düştü Andreas Kan kokusu olan yere bereket gelmez! Artık akan kanı durdurmak lazım Bizim öldürdüklerimiz, beş asırlık komşularımız. Bizi öldürenler de öyle ( ) Yaşlı kadına Müslüman komşularının da büyük bir saygı gösterdiğine defalarda tanık olmuştu. ( ) Köylerde iç içe oturmayan Hristiyanlarla Müslümanların şehirde birbirleriyle ne kadar kaynaşabildiklerine ilk kez o zaman tanık olmuştu. Birbirleriyle evlerinin pencerelerinden yarı Rumca yarı Türkçe bağrış çağırış sohbet eden kadınların yırtık sesleri de duyulmuyordu bugün. Hani bak? Onca Rum geldi Anadolu dan bu dağreye, bir tanesiyle ahbap olabildim mi? Sana bir şey dediğimiz yok be ya Ne kabahatin var senin? Biz de senden memnunuz; kilisemiz, camimiz başka ama Allah ımız bir. Daraştık ondan böyle söyleniyoruz. Kritimu: 68 Kritimu: 100 Çalı Harmanı: 44 Çalı Harmanı:111 Çalı Harmanı: 109 Çalı Harmanı: 292
112 112 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Bak Papaz Efendi, ben Terzi Abla nın komşusuyum. Geçen hafta bize uğradı, evinin anahtarını bana emanet etti. Dönersem senden alırım dedi ve gitti. Andreas ve Dimitra nın da uykuları kaçmıştı. Aynı evi paylaştıkları Müslüman ev sahiplerine öylesine alışmışlardı ki sanki aileden birileri, ebediyen ayrılacakmış gibi hüzünlüydüler. Ne diyeceğini bilemedi Dimitra. Başını önüne eğdi. Siz gidince mezarları bize emanet diyebildi. Döndü Andreas a uzattı: Al bunu gızanım, dedi, Şavuk Mümün ün evinde kandiller söndü dedirtmeyesin sakın kimseye! Yerli Rumlarla Müslümanların ilişkileri önceleri çok iyiydi. Bu Rum, bu Ermeni, bu Türk diye bir ayrımcılık yoktu. Biz onlara gavur derdik ama bunu kesinlikle bir aşağılama ifadesi olarak söylemezdik. Böylece aynı köyde, ayrı evlerde Rumlarla Türkler birlikte yaşamaya başladılar. Köye yerleşen Rumlar Sivas ve çevresinden gelmişlerdi. Orada yaşadıkları kötü olayları anlatmakla birlikte Türkler hakkında olumsuz düşünmüyorlardı. Zaten birlikte yaşadıkları altı ay boyunca bir sorun da yaşamadılar. Sahibi Rum Yorgo, her milletten insana dostlukla yaklaşan iyi bir adamdı. Siz benim velinimetimsiniz derdi konuklarına. Türkler de severdi Yorgo yu. Gavurun islası derlerdi. Çalı Harmanı: 288 Çalı Harmanı: 366 Çalı Harmanı: 368 Çalı Harmanı: 369 Muhacirler: 129 Muhacirler: 80 Muhacirler: 71
113 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 113 Daha sonra çevredeki Rumlar ve Bulgarlardan az çok yapı ustalığı öğrenilmiş. Balkanların değişik yörelerinde köylerde kentlerde yaşayan Türkler kendi ulusal kimliklerini öne çıkarmazken, Rumlarda milliyetçilik giderek saldırgan bir tarzda, öteki halklara, özellikle de Türklere karşı ön yargılı tavırlara dönüşüyordu. Ama mahallede ne kadar Müslüman evi varsa, hepsinin kadınları kırk gün sinilerle, tepsilerle bize taşındı. Kırkım çıkana kadar elimi sıcak sudan soğuk suya sokturmadılar. Muhacirler: 19 Muhacirler: 23 Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan: 76 Tablo 4: Mübadele Romanları Komşuluk İlişkileri. Mor Kaftanlı Selanik te, İzmir Rumlarından Philip ve eşi Eleni nin mübadil olarak Yunanistan a gidecekleri gün yaşananlar, yıllar boyu devam eden bir dostluğun göstergesi olması bakımından oldukça önemlidir. Seher Hanım, yola çıkacak komşuları için erişteli tavuk çorbası hazırlar. Çorbadan içen Philip, Seher e Her zaman böyle lezzetliydiler. diyerek teşekkür eder. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 122) Eleni, ayrılık vakti geldiğinde komşusu Emine ye sarılıp evinin anahtarlarını Emine ye verir. Anahtarları verirken de şunları söyler: -Tam yirmi yıl her açışta kapayışta öper, başıma koyardım bu anahtarı İncil gibi yüceltirdim değerini. Bu anahtar artık Muhammed in şefaatine teslimdir. ( ) Bu ev senin olsun Emine! Gözüm arkada kalmayacak Emine nin bu sözlere verdiği cevap, mübadelenin gerçekleşeceğine inancın henüz tam olmadığını gösterir: Bu ev sizin Madam Eleni. Geldiğinizde tertemiz bulacaksınız, söz! (Mor Kaftanlı Selanik: s. 124) Anlatıcı, bu hüzünlü veda sırasındaki duygu selini şu cümlelerle tarif eder: İzmir, yüzlerce yıllık evladını bilinmeyen bir adanın talihine gönderirken mah-
114 114 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI cuptu. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 125) Bu duygusal ayrılık sahnesi çizilirken nereden geldiği belli olmayan bir taş, bahsi geçen evin büyük camını paramparça eder. Bu saldırı azınlık bir grup tarafından yapılmış olsa da komşuluk hukukunu büsbütün gözden çıkaran bir zihniyetin varlığını gösterir. Komşuluk ve beraber yaşama hukukunun hiçe sayıldığı tek örnek bu değildir. Osmanlı Mebuslar Meclisi ne bir şekilde girerek kendi milleti lehine kararlar aldırmaya çalışan, nüfus sayımı sırasında çeşitli hilelere başvurarak Balkanlardaki çeşitliliği kendi milleti lehine bozmaya çalışan siyasiler de vardır. Rum vekil Boşo, Yahudi Karosso ve Arnavut İsmail Kemal in bu yolda yaptıkları Mübadiller romanında ayrıntılı biçimde ele alınır. Yunanistan tarafında komşuluk ilişkileri Balkan Savaşları ndan sonra bozulmaya başlar. Mübadele Günlerinde Aşk isimli romanda Sare isimli Türk kızı ile Adras isimli Rum genci arasındaki aşka itiraz eden Sare nin babası Reşat Bey, Balkan Savaşlarından sonra başlayan Yunan zulmünü gerekçe gösterir. Adras ın babası yaşanan olaylardan dolayı kendisinin de üzgün olduğunu, elinden gelse bunlara mani olacağını ifade etse de Reşat Bey, böyle bir birlikteliğin mümkün olamayacağını kesin bir dille ifade eder. Oysa Balkan Savaşları ndan önce bu iki aile birbiriyle oldukça içli dışlıdır. Adras, iki aile arasındaki ilişkiyi şu sözlerle anlatır: Aslında hiç böyle olacağını düşünmedim, nasıl düşünebilirdim ki? Hep bir aradaydık, senin ailen, benim ailem. Her şey ne kadar güzeldi. Çocuktuk, bir Türk düğününe gittik. Babanla babam karşılıklı zeybek oynadılar. Özenip illa ben de oynayacağım diye tutturdum. Baban da beni kucağına alıp Sana zeybeği ben öğreteceğim, karşılıklı oynayacağız dedi. Sözünü tuttu. Bana zeybeği öğretti. Yıllar sonra yine bir Türk düğününde damatla babası oynarken baban da karşısına beni çağırdı. Benim oğlum yok, sen geç karşıma dedi. (...) Bir gün dedim, bu bizim düğünümüz olacak. Ba-
115 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 115 ban beni oğlu yerine koyacak kadar severken nasıl bu hâle geldik? (Mübadele Günlerinde Aşk: ss. 33-34) Benzer bir durum da Mübadiller romanında anlatılır. Mürsel Bey in yıllarca iyi ilişkiler kurduğu Rum esnaf komşusu Yorgo, Mürsel Bey e adı değiştirilen Hamidiye Meydanı nı anımsatacak biçimde Mürsel Bey, Konstantin Meydanı na mı gidiyorsun, Hamidiye Meydanı na mı? diyerek alay eder. Selânik henüz Osmanlı idaresindeyken Selânik bizim, Selânik Elen olacak. sloganlarıyla nümayiş yapan kalabalık da birlikte yaşamanın artık imkânsız bir hâl aldığını gösterir. (Mübadiller: s. 182) Yine aynı romanda Türklerin mübadeleyle gideceğini öğrenen Rum tüccarların Türk mallarını satın almak istememesi, (Mübadiller: s. 239) nasıl olsa gideceksiniz diyerek yıllarca beraber yaşadıkları komşularının mallarına el koyma çabaları uzun uzadıya anlatılır. Mübadele sonrasında Türkiye de kalan Rumlar ve Türkler arasındaki ilişkinin nasıl bir seyir takip ettiği romanların çoğunda ele alınmaz. İncelediğimiz romanlardan Suyun Öte Yanı nda bu ilişkiden ayrıntılarıyla söz edilir. Bu romanda, İstanbul da kalan Rumlar ile Türkler arasındaki ilişkiler oldukça iyi resmedilir. Romanın ana kahramanı olan Nihal, sık sık Rum komşularıyla yaşadıkları güzel komşuluk ilişkilerini hatırlar: Nihal bakıyor, iki katlı beyaz boyalı ahşap bir ev. Çocukluğumun geçtiği Yeşilköy deki evi anımsatıyor. Ne büyük görünürdü, sofası, mutfağı. Nasıl üzülmüştü darlığa düşülüp zaten 6-7 Eylül de son komşular ve Yuannalar da gidip ev satılınca. Ne parmak kadar, üzerine yumurta sarısı sürülüp çörekotu dökülmüş mis gibi küs çörekleri kalmıştı ne de Nihalimu, Nihalimu oh vre pedimu, freskia, freskia 43* diye bir tane daha alması için ısrar eden güleryüzlü, hamarat komşu teyzeleri. (Suyun Öte Yanı: s. 24) * (Rum.) Nihalciğim, çocuğum, taze taze.
116 116 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Girit mübadili Sıdıka Hanım ın, yine bir Girit mübadili olan Arap Mustafa nın, Yunanistan daki Albaylar Cuntası ndan kaçıp Cunda Adası nda bir müddet gizlenen Yunan avukatın hikâyesi, Nihal e hep Yeşilköy deki komşularını hatırlatır. Çocukluk yıllarından aklında kalan birtakım sahneler, Nihal in romandaki geçmişle şimdiki zaman arasında gidiş gelişler yaşamasına neden olur. Nihal, Sıdıka Hanım a bir Rum şarkısı olan Samyotissa dan söz edince Sıdıka Hanım, Girit te düğünlerde bu şarkı eşliğinde oynadıklarından söz eder. (Suyun Öte Yanı: s. 68) Anadolu dan giden Rumlarla Anadolu ya gelen Türkler arasındaki kısa süreli karşılaşma anlarında da iyi ilişkiler geliştirildiğine şahit oluruz. Selânik Limanı nda kendilerini Anadolu ya götürecek gemiyi bekleyen Halim Bey, Anadolu dan gelmiş sefil kılıklı bir Rum a para verir. (Mübadiller: s. 412) İki mübadil topluluğu arasındaki bu iyi ilişkiler iki grubun aynı kaderi yaşamaları nedeniyle bir duygudaşlık kurmalarıyla izah edilebilir. Türklerin mübadele sırasında bir müddet beraber yaşamak zorunda kaldıkları Rumlara karşı oldukça saygılı davrandıkları görülür. Türkler kendi evlerinde misafir konumuna düşseler de yeni gelenlere yaklaşımları çoğu zaman insancıldır. Hatta kimi romanlarda mübadil Rumlar, Türkleri kendi soydaşlarından üstün bile görürler. Çünkü kendi soydaşları onları henüz kabullenememişlerdir. Yunanlılar onlara Turkospoli ismini vermişler, çocuklarını Türk piçi diyerek aşağılamaktadırlar. (Mübadiller: s. 401) Anadolu da bir Rum ailenin evine yerleşen Halim Bey, evin sahibi Bodos un terk etmek zorunda kaldıkları kiliseyi seyrederken duyduğu hüzün ile Üsküpler deki camide kıldıkları son namazın hüznü arasında bir benzerlik hisseder. (Mübadiller: s. 654) Aynı evde yaşamak zorunda kalan bu aileler yeni ortama alışmak konusunda birbirlerine yardımcı olurlar. Rumeli de bir konak hanımı olan Halide Hanım, Anadolu nun zor şartlarında yaşam mücadelesi verirken üstelik yerli halk tarafından Macir, macir! diye aşağılanırken Rum komşusu onun çeşmeden
117 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 117 su taşımasına yardım eder. (Mübadiller: s. 671) 2.3. Çeteciler ve Çetecilik Faaliyetleri Mübadele romanlarındaki anlatıma göre çetecilik faaliyetleri, mübadeleden çok önce başlar. Balkanlarda devlet otoritesinin zayıflamasını fırsat bilen çeteciler; yağma, tecavüz, adam öldürme gibi işlere girişirler. Balkan Savaşı yıllarında Yunanistan tarafında komitacılık adı altında birçok zulüm işlenir. Komitacılar içinde özellikle Akritas ismi öne çıkar. Akritas önceleri Girit te komitacılık yaparken sonradan Alasonya daki ve Kozana daki Türk köylerini basıp insanları öldürür. (Mübadiller: s. 70; 123) Türklerin ekip biçtikleri mahsul, Rum komitacılar tarafından yağma edilir, keyfî birtakım gerekçelerle malları ellerinden alınır. Henüz mübadele başlamadan çetecilerin zulmü ile Balkanlarda göç hareketi başlar. Bu göç, kimi zaman Anadolu ya kimi zaman da Balkanlardaki daha güvenli bir başka noktaya yapılır. Bu bağlamda bir gece çiftliğindeki samanlığın hayvanları ile birlikte yakılması ve konağının taranması nedeniyle Selânik e göç etmek zorunda kalan Mübadiller romanındaki Karaferyeli Mürsel Bey anılabilir. Komşuluk İlişkileri kısmında olduğu gibi burada da bir tablo ile eserlerdeki çetecilik faaliyetlerine dair alıntıları bütün hâlinde gösterebiliriz: Metin Alıntısı ( ) Girit e durmadan silah, durmadan asker indirildiğinde, senelik erzaklanıp çeteye çıktıklarında, inip inip camilere, evlere alev saldıklarında, Girit te Müslüman Hristiyan her ailede telef olmuş bir can bulunduğunda ( ) Rahim! Bu yıl mahsul bol olacak! Rum komitacılar çalıp çırpmazlar inşallah! Kâhya Rahim in de en büyük korkusu buydu. Türk köylüsü çalışıp ekiyor, yetiştiriyor; Rumlar gelip talan ediyordu. Eser Adı Kritimu: 29 Mübadiller: 73
118 118 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Osmanlının Trablus u kaybetmesinin üzüntülü havası, Rumeli nin üzerine kara bulut gibi çöktü. Rum komitacılar şirretliklerini artırırken, maneviyatı bozulan Türkler, korkudan kabuklarına çekilen kaplumbağalar gibi evlerinden, köylerinden çıkamaz olmuştu. Yunan sınırından Teselya ya yakın Türk köylerinden her gün bir kara haber geliyordu. Rum çetebaşı Giritli Akritas Grebene köylerini yakıp yıkıp kuzeye doru ilerlerken, Osmanlı jandarmasındaki Arnavutların askerden kaçıp yakındaki köylere silahlarıyla sığındığı haberi de halkta endişe yaratıyor, tepkiye sebep oluyordu. Kostika isimli Rum köyünden Atanasios adlı bir komitacı türemiş, Eymirli köyünü basmış, harmandaki çocukları şişlemiş. Onun tarlaya, bağa bahçeye gitme hevesini kıran, bir de Anadolu dan kaçıp gelen Rumların saldırgan hareketleriydi. Bu Pontus Rumları Osmanlı ya isyan etmiş, Anadolu da çeteler kurup, Türk köylerini basıp can almış canilerden ibaretti. Orada sıkıştırılıp yenilince Yunanistan a kaçmışlar; şimdi Anadolu da işledikleri cinayetleri Rumeli de de işliyorlardı. ( ) Yunan hükümeti bu komitacıları aratmayan Rum çetecilerin eylemlerine göz yumuyordu. Mübadiller: 149 Mübadiller: 159 Mübadiller: 197
119 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 119 Hüseyin Bey, iki kere Kozana daki Rum yöneticilere ve karma kuruldaki yabancılara şikâyet ettiği hâlde, daha önce el konan iki değirmen ve çiftliğin karşılığını alamadığı gibi, ona böyle bir belge de vermediler. Çevre köylere yavaş yavaş, mübadele öncesi, Ege de Yunanlılara yardım edip yenilince kaçıp gelen Rumlar yerleşmeye başlamıştı. Batı Anadolu da birçok Rum köyünü yakan bu Rum muhacirler, Rumeli de de Müslümanlara saldırıp kötülük yapmaya başlayınca, belgelerini tamamlayamayan birçok Türk alabildikleri eşyalarını arabalara yükleyip Selânik yoluna dökülmüştü. Yunanlıların bozguna uğramasından sonra Karadeniz ve Ege bölgesinden kaçıp buraya gelen Rumlar, aylardır Türk köylerini rahatsız etmiyor mu? Şimdi bunların bin misli gelecek. Yağmur şiddetlenmeye başladı. Evlerinin saçak altlarına bile sığınmalarının yasak olduğunu bağıran tüfekliler meydana inmiş, mübadil kafilesini sert darbelerle engellemeye başlamışlardı. Göğüslerini mi kestiler? Uçlarini Her akşam bir laf dolanirdi. Kemal i kestik kapi ardina siner beklerdik, babamiz sağ döner mi diye! Bir yıl önce tamamen farklı biriydim. Çevremdeki arkadaşlarımın tepkileri, düşünceleri, tahrikleri ile Müslümanlara karşı tepkiliydim. Onların burada olmasını istemiyordum. Her gün birbirimizi daha da kışkırtıyorduk. Sonunda çeteye katıldık. Köyler basıyor, oradaki Müslümanlara eziyet ediyorduk. Hristiyan veya Müslüman, civar köylerden birinin kanına girerlerdi hiç yoktan. ( ) İhtimal dağlarda tek tük kalmış çetecilerden biriydi. Mübadiller: 226 Mübadiller: 257 Mor Kaftanlı Selanik: 284 Suyun Öte Yanı: 34 Mübadele Günlerinde Aşk: 57 Kritimu: 50
120 120 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI 96 İhtilali nde çetelere yataklık etmede Seriso dan daha iyi bir yer kimsenin aklına gelmezdi. Ya karanlığa kalmış bir Türk ün yoluna iki-üç Rum alanyari çıkardı. Ya da fesini kaşının üzerine yıkmış bıçkın bir Eşrefpaşalı. Engiz in batısından Gerze ye kadar herkese kan kusturan Nebyan Dağı eşkıyalarından hınçla söz etmesine şaşırmamak lazımdı. Sen canını sıkma, Debreli Hasan Müslüman ın malına zarar etmez. Hayvanlar yavurun değil ya Balkan Harbinden sonra buralarda nizam kalmadı. Nizamı sağlamak biraz babam gibi beylere kaldı, biraz da Hasan gibi eşkıyalara. Aguşa ya Debreli nin selamı var deyin. Eğer yavurlara bir tane bile hayvan sattığını duyarsak kendisini ölmüş bilsin. Hür bir insan olarak kasabada dolaşmak, ruhunu okşamıştı. Medeniyet alışkanlık yapar derdi hep Andreas Gerçekten de dağda çarpışanların çoğunluğu köylü gençlerdi. Kentlerdeki yaşamın tadına alışan birisinin dağ başlarında, çalı diplerinde, elde silah, can derdiyle dolaşması pek mümkün değildi zaten. Kendi halinde bir köylü iken namlı bir eşkıya haline gelmişti Debreli. Köyünü basan Rum çetecilere karşı koymuştu, onları püskürtüp köyden kovalamıştı. O zamanlar Rum çetesi ayrı, Türk çeteleri ayrı diye duyardık, ama bir sorunumuz yoktu Rumlarla. İyi geçinirdik. Hatta Türkiye den gelenler oldu. Bir sene beraber durduk. Dağdaki çetelere katılıp birkaç Yunan askeri, özellikle de köylülere zulüm edenleri öldürme fikrini ortaya atanlar olduysa da bu görüş taraftar bulmadı. Kritimu: 124 Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan: 16 Çalı Harmanı: 11 Çalı Harmanı:27 Çalı Harmanı: 92 Çalı Harmanı: 88 Çalı Harmanı: 172 Muhacirler: 95 Muhacirler: 88 Muhacirler: 83
121 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 121 Doğrudan çetelere katılmasalar bile onlara yardım edenler veya hiçbir şeye karışmayan binlerce insan bu çetelerin eylemlerinin sonucu oluşan Rum düşmanlığının kurbanı durumundaydı. Olamaz mı? Belki Türklere karşı teşkilatlanalım diye gönderiyorlardır altınları kiliseye? Yunan ordusu, kendi yapamadığı pis işleri hâlâ dağlarda mesken tutan Rum çetelerine yaptırıyordu. Muhacirler: 79 Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan: 54 Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan: 78 Tablo 5: Mübadele Romanları- Çeteciler ve Çetecilik. Vraşno dan Anadolu ya gelen Muhittin Yavuz, daha Balkan Savaşları sırasında Osmanlı nın yenik düşmesi ile Yunan çetecilerin katliama giriştiklerini anlatır. (Emanet Çeyiz: s. 193) Vraşno daki bir katliam teşebbüsü sırasında papazın çetecilere engel olması ya da Anadolu da çeteciler tarafından kiliseye doldurularak aç susuz bırakılan Rumlara bir Türk gencinin yardım etmesi (Emanet Çeyiz: ss. 88-89) iki halk arasındaki ortak yaşam bilincini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Yunanistan tarafında ahalinin en çok korktuğu çeteciler Debreli Hasan, Kaptan Ziku ve Virvera, Anadolu da ise Hristo ve Topal Osman dır. Kaptan Ziku, Balkan Savaşı ndan önce dağlarda eşkıyalık yapmaktadır. Balkan Savaşı başlayınca hükümete mektup yazıp Türklere karşı adamlarıyla savaşmak istediğini söyler. Bu teklifine olumlu cevap gelince Türk köylerini basıp para toplamaya başlar. Kastro Köyünden para toplamaya geldiğinde ahali kendi din kardeşlerine karşı toplanan bu parayı vermek istemez. Kaptan Ziku nun verdiği emirle açılan yaylım ateşi sonucunda camiye toplanmış yetmiş iki Türk öldürülür. (Emanet Çeyiz: ss. 178-180) Bilhassa II. Abdülhamid in tahttan indirilmesinden sonra Balkanlarda çetecileri engelleyebilecek hiçbir kuvvet kalmaz. Türk ahalinin düşüncesine göre hürriyet Türkler için değil Balkan komitacıları için gelmiştir. Bu
122 122 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI durum Mübadiller romanında şöyle ifade edilir: Hürriyet sanki bizim içinde değil de Balkan komitacıları için geldi. Eli kanlı Sandanski, Vasilev, Dimitri serbest. Ama onların eşkıyaları hâlâ dağda. Geceleri Türk köylerini basıyor. Jandarmamız baş edemiyor. (Mübadiller: s. 88) Mübadele Günlerinde Aşk romanında da çetecilik faaliyetleri Balkan Savaşları ile başlatılır. 1912-1914 Balkan Savaşlarından sonra Girit adasındaki Türkler, Yunanlılar tarafından baskı ve katliama maruz kalırlar. (Mübadele Günlerinde Aşk: ss. 14-15) 1922 de Yunan ordusu Anadolu dan büyük bir yenilgi ile çekilmek zorunca kalınca Girit e gelen Yunan askerleri buradaki Müslümanlara eziyet ederler. (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 69) Bir Türk kızı olan Sare ye âşık olup da kavuşamayan Adras, soydaşlarının Türklere yaptığı katliamlara çok üzülür ve bir Rum çetesine sızar. Çetenin hangi köylere baskın yapacağını öğrenip önceden o köylere bilgi sızdıran Adras ın bu faaliyeti anlaşılınca çeteciler tarafından vurulur. (Mübadele Günlerinde Aşk: ss. 56-62) Romanlarda çetecilik faaliyetleri çok önemli bir motif olarak öne çıkmakla birlikte çetecilerin yaptıkları zulümler çoğunlukla dehşet verici sahneler olarak tasvir edilmez. Ancak Yılmaz Gürbüz ün Mübadiller romanında ve Emanet Çeyiz de bu kural bozulur. Mübadiller romanında, Yunanistan daki Türklerin Anadolu daki Rumlara nispetle çok daha büyük acılar çektikleri, çetecilik faaliyetlerinden yoğun biçimde etkilendikleri tezi savunulur. Anadolu ya gelen Halim Bey in Yunanistan ı soran bir Rum mübadile verdiği cevap bu bakımdan ilginçtir: Çok güzel bir memlekete gidiyorsunuz, dedi. Buradan zengin, buradan yeşil, buradan iyi. Hem her şeyinizi götürüyorsunuz. Biz bir canımızı kurtardık. Harpten önce de harpten sonra da Rum çeteciler çiftliklerimizi talan ettiler. Sürülerimizi götürdüler. Değirmen taşlarımızı kırdılar. (Mübadiller: s. 699) Halim Bey in bu sözlerine karşı Rum mübadilin verdiği cevap
123 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 123 Anadolu daki hoşgörüyü yansıtır: Biz, burada çok rahattık. Ne canımıza ne malımıza bir kötülük geldi. Biz de bir şey yapmadık. Hatta karılarımız çorap örüp Sakarya da savaşan Mehmetçiklere yolladı. Biz gitmek istemiyorduk. Ama şu hükümetler ve siyaset var ya İngiliz oyununa geldiler. Venizelos denen bela. Sizi de mahvetti, bizi de! (Mübadiller: s. 699) Romanlarda en azılı Yunan çetecilerin Yunan bozgunundan sonra Karadeniz ve Ege bölgesinden kaçan Rumlar olması dikkat çekicidir. Yunanlı hükümet yetkilileri dahi onların ne denli vahşi olduğunu dile getirir: Biliyorsunuz komşu köylere Karadeniz den Ege den gelen Rum göçmenleri yerleştirdik. Bunlar vahşi. Bizim gibi değil. Batı Anadolu da yakmadık Türk köyü bırakmamışlar. ( ) Bu Pontuslular vahşi. ( ) Dün Pontuslular Mavraki köyünden çıkıp, Beydilli köyünü basmışlar. Talan etmişler. Türklerin neleri varsa almışlar, biz gidip kovaladık. (Mübadiller: s. 298) Türk tarafında çeteci olarak Debreli Hasan ve Topal Osman öne çıkarken Rumlar arasında çeteci olarak adı geçen figürlerin tarihî şahsiyetler olmadıklarını söyleyebiliriz. Bazı yazarların çetecilik bahsinde çeteciliği bütünüyle olumsuzlayan bir yaklaşımla meseleye eğilmedikleri de görülür. Ali Ezger Özyürek Muhacirler romanında Balkanlarda çeteciliğin oluşumunun başlangıçta güvenlik amaçlı olduğunu ve farklı milletlerin dağlardaki eşkıyalarının bir arada bulunduğunu, milliyetçilikle beraber ise her bir milletin kendi eşkıyalarının çeteciliğe bürünerek ayrıştığını belirtir. (Muhacirler: s. 95). Türkler ve Rumlar için de aynı durum söz konusu olur ve güçlenen milliyetçilik dağlarda aynı eşkıya çetelerinde bir arada bulunan Türk ve Rumları ayrıştırır. Mübadele romanlarında her iki milleti karşı karşıya getiren çetecilik bahsinde meselenin oluşumuna ve varlık
124 124 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI nedenine dair benzer söyleme Akın Üner in Çalı Harmanı nda da rastlanır. Romanda eşkıyacılık ve çetecilik birbirinden ayrılarak çetecilik neredeyse müspet bir anlatımla verilir. Anlatıcının, romanın merkezine çoğu zaman olumlu bir havada taşıdığı kahraman Hristo nun çetesine, din adamı Ayazma nın isteğiyle katılan birkaç çeteci hakkında söyledikleri bu konuda ilginç bir örnektir: Oğlum bu herifler Stavro denen o eşkıyanın, Piç Aleko gibi adamların yetiştirmesi. Nebyan dakiler Pontus için falan savaşmazlar! Fidye için adam kaçırır bunlar, hırsızlık için köy basar, hayvanlık olsun diye kadınları dağa kaldırırlar! Nasıl bize uyacaklar? Söylesene! (Çalı Harmanı: s. 31) Bu sözleri söyleyen çete reisi Hristo nun yine bir papazın isteğiyle Samsun merkeze yakın bir Türk köyünü basarak köyün camisinde cemaati vahşice katlettiği sahne romandaki en dramatik kısımdır. Bu tezat Türk yazarların aşırı hümanist tavırlarını çetecilik konusunda da sürdürme çabasının bir sonucu olarak yorumlanabilir. Öyle ki bir Rum çetecinin dilinden söz konusu çetecilerin varlık gayesi okuyucuya şöyle verilir: Beyler eğer amacımız gerçekten Pontus u hürriyetine kavuşturmak ise askerliğin kurallarına uymak zorundayız. Kaptan Hristo nun askerleri katil değildir, hırsız değildir, eşkıya hiç değildir. Biz amaçsızca adam öldürmeyiz, hırsızlık etmeyiz, kadınların namusuna el uzatmayız. Bizler sadece Pontus halkının hürriyeti ve İncil için savaşırız, tamam mı? (Çalı Harmanı: s. 38) Temas ettiğimiz husus, çete reisi Debreli Hasan ile Hristo yu haksızlık karşısında mücadele eden olumlu kişilikler olarak ortak bir zeminde buluşturur. Bu suretle de mübadele romanlarında çeteci tipi gibi bir model oluşturulur. Aynı zamanda bu durum, milletlerin çetecilerini belli tipler üzerinden vermeye çalışan mübadele romanlarının temel karakteristiklerinden birini oluşturmaktadır.
125 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 125 2.4. Din, Din Adamları, Kültürel Değerler Bizim Tanrı mız kilisedeki çan kulesinde, onların Tanrı sı da camideki minarede yaşıyor; öyle değil mi mama? 44 Mübadele romanlarında tarafların birbirinin dinine bakışı konusunda genel olarak aşırı sayılabilecek bir hoşgörü hâkimdir. Tarihî gerçekliğe göre iki toplum arasında çoğu zaman ayrışma ve çatışmaların kaynağı olan ve mübadelenin de tek ölçüsü kabul edilen din, birçok roman kahramanı için basit bir ayrıntı gibidir. Birbirlerinin ibadethanesinde dua eden, Allah ımız aynı Allah diyerek adeta ortak bir din anlayışı geliştiren kahramanlara rastlanır. Bu tavırda, yazarların dinleri suçlamak yerine din algısındaki bozukluğu göstermek gibi bir amaç güttüklerini düşünüyoruz. Ancak bunu yaparken bağlı kaldıklarını iddia ettikleri dış dünyadaki gerçeklikten epeyce uzaklaşmışlardır. Genel toplam içinde istisna sayılabilecek birkaç örnek üzerinden sanki iki toplum arasında din temelli hiçbir gerilim yokmuş gibi göstermek anlatıcının görmek istediğini anlattığı şeklinde düşünülebilir. Mor Kaftanlı Selanik romanında bu konu hakkında ilginç bir detay dikkat çekmektedir. Sofia, sevgilisi Halil ile evlenmek için din değiştirip Safiye adını alır. Üstelik bunu kimsenin baskısı altında kalmadan kendi iradesiyle yapar. Fakat romanın epilog bölümünde şöyle bir ibare görülmektedir: Halil, Sofia nın saadetine şükranlı bir ömür ekledi. Her Pazar onu kiliseye götürdü. ( ) Halil, Unkapanı nın en büyük tahin tüccarı oldu. Safiye daha iyi tüccar oldu. İyi anne, iyi komşu ve iyi Hristiyandı. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 414) Bu durum iki ihtimali düşündürmektedir. Ya Sofia samimiyetle Müslüman olmamış ve Halil bunu bildiği için kiliseye gitmesine müsaade 44 Çalı Harmanı, s. 336
126 126 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI etmiştir. Ya da roman kahramanları tarafından Müslüman olmakla Hristiyan olmak arasındaki ayrım o kadar ciddiye alınmamıştır. İkinci ihtimal daha ağır basmaktadır. Çünkü aynı romanda kilisede ayin yöneten Sokratis in her akşam Kur an okuduğuna da şahit olunmaktadır. İki toplum arasındaki dinî ayrımı önemsemeyen roman kahramanlarına bilhassa Mübadele Günlerinde Aşk isimli romanda rastlanır. Mübadele Günlerinde Aşk ta bu mesele hakkında aşırı romantik bir tavır görülür: Hiç birbirimizin inançlarını sorgulamadık ki sizin kandillerinizde birlikte dua ettik. Sizden gelen etli pilavları dört gözle beklerdik. Yine bizim kilisemizde birlikte mum yakıp dua ettik. Allah her yerde aynı Allah tı. (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 34) Bu yaklaşıma benzer birçok örneği ve din konusundaki farklı yaklaşımları aşağıdaki alıntılarda görebilmek mümkündür: Metin Alıntısı Giritlilerin hepsi aynı sayılırdı üstelik. İşleri ibadetleri bile benzerdi. Mübarek ayda tas tas aşure, Paskalya zamanı sepet sepet yumurta göndermiyorlar mıydı birbirlerine? Küçükbalkan köylerinden gelen köylüler, şehrin batı yamaçlarındaki beş asırlık Sarı Saltuk Tekkesi nde misafir ediliyorlardı. Hüseyin Bey de babası gibi her Cuma akşamı sofada aileyi toplar; oğullarını iki yanına oturtur, gür, dokunaklı sesi ile Kur an okur. Hepsi de sessizce onu dinlerdi. Genç kızken Kayalar da Yunus Baba Türbesine giderdik. İşlerimiz asan, talihimiz açık olsun diye. Hıdırellezde taş atardık Mevlit Baba Yonusuna! Eser Adı Kritimu: 45 Mübadiller: 103 Mübadiller: 194 Mübadiller: 287 Mübadiller: 287
127 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 127 Girit in dağlarına, yemyeşil toprağına, evlerine, sokaklarına, camisine, kilisesine ( ) Hanya çoktan uyanmış, kilise çanları, ezan sesleriyle buluşmuş ( ) Madem Paska bile dinlemiyorsun, beni günaha sokma o zaman. Giysileri toplayıp Bektaşi Tekkesine götürür, Çakali için der bırakırlardı. ( ) Dede onu bizzat karşılar, yemeğini eliyle yedirir. Cemile nin arkasında duran hoca hanım Yasin okuyacak, kelimeler Hristiyan- Müslüman herkesin kulağına çarpacak yüzlere mutlu ve içten bir ifade yayılacaktı. defolsun gitsin sözleri kilisenin duvarlarında çınlıyor, Meryem ikonasını titretiyordu. Erkekler Prensin adını anıp pencereden dışarı tükürüyorlardı. Paskalya nın bir hafta öncesinde Girit in Hristiyan evleri baştan aşağı temizleniyor ( ) Kilisede toplanmışlar. Başlarında Venizelos varmış. Prens e karşı silahlanıyorlarmış. Girit in Bektaşi cemaati burada önemli işleri konuşmak için toplanır, dedenin yatıştırıcı sözlerini dinlerdi. Şu canlara çare, diye dergâhımıza koşmuş, derdini yandı. Dedem dedi toparlarsan sen toparlarsın. Kritimu: 55 Kritimu: 60 Kritimu: 66 Kritimu: 81 Kritimu: 82 Kritimu: 126 Kritimu: 67 Kritimu: 131 Kritimu: 164 Kritimu: 166
128 128 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Yeniden çeviriyor numarayı, içinden Bismillah.. diye başlayan ve hiç tanımadığı bir sesi duymanın şaşkınlığıyla. Orta sondan bu yana inanmadığı hiçbir talep yollamadığı, hiçbir rica ve minnette bulunmadığı bir yardımı çağıracak kadar Nasıl olur, hay Allah, diye düşünüyor, şaşkınlığını yeniden aynı kavramla dile getirişine büsbütün şaşıp sinirlenerek Neyse çalıyor bu sefer. dindarlıktan ucu ucuna sıyırttık diye düşünüyor Ertan kendisiyle dalga geçerek. Madam Fotini, Seher Hanım ın anlattıklarını yine gülerek dinledi. Komşusunun ağır işten kulaklarının yarattığı mazerete sığınıp çoğu kere ezanı bilerek kaçırdığına inanıyordu. Her seferinde kar kış demez, evinden çıkıp komşusunun camını tıklatarak namaz vaktini hatırlatırdı. Bütün silsilesine rağmen dinler, hala merak ve korkuyu birlikte telkin ediyorlar İster Musa, ister İsa, istersen Muhammed de; cehennemi tamamen boşaltacak bir din bulmamız mümkün değil Birlikte cami avlusuna girdiler. Yannis doğru minareye yöneldi. Zincirleri kontrol etti. Ucuna takılan kilit öyle korku verecek türden değildi. Balyozun sapını geçirip zinciri gerdi. Araya bir demir çubuk yerleştirdi ve olanca hızıyla vurarak kilidi kırdı. Sonra zinciri çekip minare kapısını ardına kadar açtı: -Buyur Hocam! Söyle, müezzin çıksın yukarıya Suyun Öte Yanı: 81 Mor Kaftanlı Selanik: 24 Mor Kaftanlı Selanik: 144 Mor Kaftanlı Selanik: 203
129 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 129 Allah ım ben Sare. Müslüman ım. Adras Hristiyan. Niye böyle bir ayrım yapıldığını bilmiyoruz. Ama ikimizin de Allah ı sensin. İkimiz de yalnız sana inanıyoruz. Sana dua ediyoruz. ( ) Camiyle kilise arasındaki bu ağaca adımızı kazıyorum. Yardım et, Allah ım. Bizi görüp duyduğunu biliyorum. Niye böyle bir ayrım yapıldığını bilmiyoruz. Ama ikimizin de Allah ı sensin. İkimiz de yalnız sana inanıyoruz. Sana dua ediyoruz. (.) İkimiz farklı dinden olsak da, burası bizim ibadet yerimiz. Sen dualarımızı kabul ederek ellerimizi tekrar birleştirdin. Samsun, mahmur bir sabah geçirdikten sonra Müslüman ahalinin Cuma telaşıyla biraz canlanır gibi olmuştu. Tövbe estağfurullah! İbraammış! Kırk yıllık Avraam üç günde mi İbraam oldu? Şimdi senden, en kısa zamanda Samsun civarındaki kuvvetlerimizin bozulan morallerini düzeltecek bir vurgun yapmanı bekliyorum. Bunun için en iyisi, Samsun a yakın köylerden birini basıp camisini ateşe vermek Dimitra, iki eliyle, kıvır kıvır saçlarını arkasından topladı, ayağa kalktı. Öyle ya sen Müslümansın değil mi? İbrahim cevap vermedi. Samsun da dolaşan herkes senin Rum dönmesi olduğunu biliyor. dedi hırçınlığını sakınmadan. Sonra döndü, üstüne basarak sordu: Öyle değil mi Avraam enişte? Kutsal bakire yoldaşın olsun Kaptan! dedi Andreas, Hristo ya sarılırken. Mübadele Günlerinde Aşk: 45 Mübadele Günlerinde Aşk: 146 Çalı Harmanı: 10 Çalı Harmanı: 12 Çalı Harmanı : 31 Çalı Harmanı: 90 Çalı Harmanı: 82
130 130 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Hadi Andreas Efendi, Pontusçulara en büyük yardımın köylerdeki kiliselerden Çalı Harmanı: 189 gittiğini herkes biliyor diye fısıldadı. Sen eniştemin cumaya gittiğine bakma, Pontus bayrağı çekilsin, hemen ilk Pazar Çalı Harmanı: 188 günü kiliseye başlar. Onun için evde Avraam, dışarıda İbraam! sünneti yok, kâfirmiş bu Çalı Harmanı: 181 Pontusçu ağabeylerinin kiliselerde yaptıkları gizli toplantılarda ettirdikleri özgürlük Çalı Harmanı: 150 yeminlerini nasıl unutabilirdi? Dora Halam bile benden daha talihliymiş! Kadıncağız din kardeşleriyle omuz omuza yatıyor, ama öldüğümde beni bir Müslüman mezarlığına gömecekler. Ardımdan kimse Çalı Harmanı: 290 İncil okumayacak. Kızımı da bir papaz değil hoca evlendirecek. Müslüman bir adamın koynuna verecekler zavallıyı. Vre, neye inanırsan inan. Şu zorunlu hicret meselesini atlatıncaya kadar Müslüman gibi Çalı Harmanı: 274 davran, yeter. Askerler, camilerin pazar günleri, Hristiyan göçmenler tarafından kilise olarak kullanılmalarını mecbur etmişlerdi. Bu nedenle Pazar günü sabah namazından Çalı Harmanı: 371 sonra, camideki tüm kilimler toplanıyor, Kuran-ı Kerimler kaldırılıyor, daha sonra cami kısa bir düzenlemeyle birkaç saatliğine kiliseye çevriliyordu. Allah bilir ya dedi Cemile; namaz kılmıyorlar ama kim bilir Papazın okudukları; Çalı Harmanı: 372 Elhamın, Yasin in Rumcasıdır belki de. Bizim Tanrı mız kilisedeki çan kulesinde, onların tanrısı da camideki minarede yaşıyor; Çalı Harmanı: 336 öyle değil mi mana?
131 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 131 Cemal denen o kâfirin arkadaşı o Dinden çıkmış bu, çıkmış. Kilise kadınları görevlendirmiş, Müslümanlarla ahbaplık edenleri bildiriyorlar. Enver kilisede evlenmeyi kabul eder miydi? Aklının sesiydi cevap veren: Asla yapmaz. Rahatlayan Yordan, evden çıkıp doğru Büyük Analapsi Kilisesi ne giderek mum yaktı. Kurbanın kesileceği kilise, cami gibi yerler bir güzel temizlendi. Hayvanlar kutsandı. Kilisede yapılan hamd duası esnasında ev sahibi kurbanı çözdü. Üç defa mihrabın çevresinde dolandırdılar. Üçüncü turdan sonra hayvanın başını, doğuya çevirerek sunağa yatırdılar. ( ) Ortodoks ve İslâmi kurallara uygun kutlamalar yapıldı. ( ) Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan: 78 Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan: 90 Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan: 121 Kimlik: 69 Kimlik: 74 Tablo 6: Mübadele Romanları- Din, Din Adamları, Kültürel Değerler. Mübadiller romanında Raci Bey, evine yerleşen Rum aileye duvarda asılı Kur an-ı Kerim için ona dokunmayın dediğinde Rum ailenin hanımı O nasıl söz derken ailenin küçük çocuğu da Bilirik kitabı guranı! Gayseri deki arkadaşımın babası da okurdu. şeklinde cevap verir. (Mübadiller: s. 205) Bunun tam tersi bir olay da Anadolu da yaşanır. Rum aile evini terk ederken bir gün dönme umutlarını ifade ederek Türk aileden evin duvarındaki ikonaları silmemelerini rica eder. Ancak kimi zaman bahsi geçen bu aşırı hoşgörünün tam tersi durumlarla karşılaşıldığı da görülür. Romanlarda kiliseye çevrilen camiler olduğu gibi gâvur malı denilerek tahrip edilen kiliseler de görülür. Emanet Çeyiz romanında Kayserili bir mübadil Rum un anlattığına göre Türklerin
132 132 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI terk ettikleri köydeki bir cami, Rumlar tarafından kiliseye çevrilmiştir. (Emanet Çeyiz: s. 82) Balkanlardaki Saltuk Baba Türbesi Yunanlılar gelince bakımsız kalır, mermerleri Rumlar tarafından sökülüp götürülür. (Mübadiller: s. 259) Cunda Adası ndaki Taksiyarhis Kilisesi de gâvur malı denilerek tahrip edilir. (Suyun Öte Yanı: s. 43) Taksiyarhis Kilisesi nin tahrip edilmesi karşısında roman kahramanı Nihal in gözlemleri oldukça ilginçtir. Nihal, mimari mekânları her türlü dinî ve ideolojik yaklaşımın uzağında kültürün bir parçası olarak görmektedir. Bağnazca yaklaşımlar onu daima rahatsız eder. Bu, sadece dinî mekânlar için geçerli değildir. Boğazdaki yalıların burjuva kültürü olduğu gerekçesiyle yıkılması gerektiğini düşünen öğrencisine karşı da aynı rahatsızlığı yaşar. (Suyun Öte Yanı: ss. 43-44) Mezar taşlarını sökmeye çalışırken Türkler tarafından uyarılan Rum hırsızın sırıtarak: Nasıl olsa gideceksiniz! Buralar bize kalacak. Hadi bakalım işinize! Yoksa (Mübadiller: s. 228) şeklindeki sözleri de dinî ve kültürel değerlere yaklaşım konusunda belli oranda bir hoşgörüsüzlüğün olduğunu düşündürmektedir. İncelediğimiz romanlar içinde dine belli bir mesafe ile yaklaşan kahraman tipleri Suyun Öte Yanı nda görülür. Telefonla karısına ulaşmaya çalışan Ertan ın birkaç başarısız denemesi anlatıcı tarafından şöyle yorumlanır: Yeniden çeviriyor numarayı, içinden Bismillah.. diye başlayan ve hiç tanımadığı bir sesi duymanın şaşkınlığıyla. Orta sondan bu yana inanmadığı hiçbir talep yollamadığı, hiçbir rica ve minnette bulunmadığı bir yardımı çağıracak kadar Nasıl olur, hay Allah, diye düşünüyor, şaşkınlığını yeniden aynı kavramla dile getirişine büsbütün şaşıp sinirlenerek Neyse çalıyor bu sefer. dindarlıktan ucu ucuna sıyırttık diye düşünüyor Ertan kendisiyle dalga geçerek. (Suyun Öte Yanı: s. 81) Mor Kaftanlı Selanik te Drama nın kanaat önderlerin-
133 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 133 den olan Hasan Hoca ile yıllardır dargın olduğu Sokratis mübadele haberinden sonra barışır. Hasan Hoca, Sokratis e bir Kur an-ı Kerim hediye eder. Mübadeleyi fırsat bilerek Türklere zulmetmek isteyen Yorgo, jandarma olarak askerlerin arasına katılır. Üstelik bir müfrezenin de komutanı olmuştur. Sokratis in evindeki Kuran-ı Kerim i bulup onu döven Yorgo, bu kitabı Hasan Hoca nın hediye ettiğini düşünerek onun evini de basar. Hasan Hoca nın eşi Dilşat Hanım elindeki mavzeri ateşleyerek Yorgo ya teslim olmasını söyler. Çaresiz teslim olan Yorgo, Sokratis tarafından çırılçıplak soyularak teşhir edilir. Bu aşağılayıcı olaydan fazlasıyla etkilenen Yorgo intikam almak için ertesi gün yola çıkan Türk mübadil kafilesini yağmur altında bekletir. Bu işkenceye dayanamayan Sokratis, silahıyla Yorgo ve adamlarını uzaklaştırarak Türkleri kilisede misafir eder. Mor Kaftanlı Selanik te kimi Rumların başlarına gelenlerden dolayı zaman zaman kendi dinî değerlerine karşı bir soğukluk yaşadığı hissettirilir. İzmir den ayrılmak zorunda kalan Eleni, evindeki İsa heykelini eline alıp sert bir ses tonu ile şu sözleri söyler: -Haydi bakalım Nasıralı, göster kendini Bu kötürümleri yürütmeye benzemez. Bir koca memleket ayağa kalkmış bekliyor. Gücün yetiyorsa yollarını açık tut. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 122) Eleni nin komşusu Seher Hanım ın şu sözleri de Eleni nin kendi dinî değerlerine karşı bir soğukluk duyduğunu gösterir: -İsa ya kızgınsın biliyorum. Senin için Muhammed e söyleyeceklerim var. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 123) İzmir den Resmo ya gönderilen Anastas da kilise vaazlarını hep aynı şeylerden örülü bıkkınlık verici sözler olarak görür: Dinlediklerimiz inançlarımız değil, korkularımız Onları bize öyle garip bir niyet ve dille anlatıyorlar ki erdemlerimiz bir eziyet mengenesine dönüyor. İnanç dedikleri şey birer hakikat düşmanlığına dönüşüyor. Ve biz onların kölesi oluyoruz. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 376) Mübadeleden kurtulmanın tek yolu din değiştirmek
134 134 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI olsa da bu yolu tercih eden mübadil oldukça sınırlıdır. Vatanlarından ayrılmamak için intihar edenler bile görülürken kahramanlar din değiştirmeye pek sıcak bakmazlar. Türklerle evlenip din değiştiren az sayıda Rum kızını ve Anadolu dan gitmemek için takıyyeye başvuranları -Çalı Harmanı ndaki İbrahim/Avraam Efendi gibi- saymazsak bu konuda ciddi bir eğilim olmadığını söyleyebiliriz. Mübadiller romanında dağda koyun otlatırken mübadeleden haberdar olan ve yurtlarında kalmanın tek çıkar yolunun din değiştirmek olduğunu öğrenen Yörük Hasan kardeşine: Hemen din değiştirelim öyleyse! dese de kardeşinin onu tövbeye davet eden sert çıkışı ile karşılaşır. Yazarlar ihtida eden Rumlar ile birlikte dinlerini terk etmeyenleri de temsil eden roman kişileri yaratmışlardır. Bu tarz kişilere Kimlik romanı kahramanlarından İspir iyi bir örnektir. İspir ve Yordan adlı iki Karamanlı Ortodoks Türkün ve çocuklarının mübadele sırasında ve sonrasında başlarından geçenleri ele alan romanda, Yordan Efendi Hristiyanlık tan İslam a dönen Karamanlı Türklerin, İspir Efendi de Hristiyanlık tan vazgeçmeyen ve bu nedenle de Yunanistan a sürgün edilen Karamanlı Ortodoks Türklerin temsilcisidir. İspir in verdiği bu karar, romanda yer alan birçok diyalog ve monologda bilinç akışı tekniğiyle derinlemesine tahlil edilir. Mübadele, İspir in torunları için tam bir yıkım olur ve bu Türkler, Hristiyanlık tan dönmedikleri için Yunanistan a göç ettirilir. Romanın sonlarına doğru okuyucu ile paylaşılan mektuplar, Karamanlı Ortodoks Türklerin Yunanistan daki zorlu dönemini anlatmaktadır. Karamanlı Türkleri, gâvur oldukları yargısıyla anayurtlarından sürülmüşler ve bu yeni yurtlarında da türkofon olarak nitelendirilmiş ve aşağılanmışlardır. 45 Müslümanlığı kabul etmeyen İspir Ağa ya göre İslam ı kabul edenler samimiyetsiz bir şekilde yaşamaya mecbur kalacaktır: 45 Atıf AKGÜN, Can ŞEN; Popüler Tarihî Bir Romanın Kimlik i, Edebiyat Bahçesi Dergisi, S.1, 2008, s. 23.
135 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 135 Dininden dönenler; ne tam İslâm, ne de tam Hıristiyan idiler. Hayatlarında din kavramı hiçbir zaman olamayacak, dönenler zamanla paganlaşacaklar. ( ) Bu insanların soyundan gelenler, yerleşmiş bir İslam kültürüne sahip olamadıkları için, inançlarında samimi davranamayacaklardı. Zamanla da, iki cami arasında kalan cahillere dönüşeceklerdi.( ) (Kimlik: s. 77) Mübadelenin dinî kimliğe göre yapılmasının bir hata olduğunu fark eden Yunanlılar, Müslüman Arnavutları din değiştirmeye ikna etmek için çok uğraşırlar. Mübadiller romanında Yunan bir profesör, Müslüman Arnavutlara Melisorlar gibi Hristiyan olmalarını teklif eder. Arnavut Haşim Ağa bu teklife: Ben Türk üm hem de kalubeladan beri Türk üm diye cevap verir. Profesör gayet sakin bir dille Haşim Ağa yı ikna etmeye çalışır: Lütfen otur Haşim Ağa, dedi, size dininizden hepten çıkın demiyoruz. Siz Arnavutlar da bizim gibi Dor soyundansınız. Aslınız Elen. Türkler ayrı ırk. Dinleri de Müslüman. Melisorlar gibi olun. Din bir elbise gibi ırka giydirilmiş örtü. Elbise. Bu elbiseyi şu mübadele sırasında çıkarın! Melisor olun. (Mübadiller: s. 228) Profesörün bu sözleri karşısında Haşim Ağa iyice çileden çıkar, yarı Arnavutça yarı Türkçe şu sözleri söyler: Une Turkyom! More ben Türk üm! Une Muslumen! Müslüman ım, Arnavut um! Size ne! Kandıramazsınız bizi. Anca beraber kanca beraber. Türkler nerde biz orda! Gideceğiz. Müslüman doğduk, Müslüman öleceğiz. Peygamberimiz hicret etti, biz de edeceğiz! (Mübadiller: s. 228) Romanın bir yerinde bir başka Arnavut (Gani Ağa) da bu düşünceyi tekrar eder: Nasıl Müslümanız elhamdülillah dersek, üle Türk üz elhamdülillah da deriz be yavru! Sizden ayrımız gayrımız yoktur! (Mübadiller: s. 309) Haydar isimli Arnavut kahraman mübadele komisyonu tarafından sorulan Sen Müslüman mısın? sorusuna Elhamdülillah Turkıyom şeklinde cevap verir. Bunun üzerine Türk komisyon üyesi Hollandalı komisyon üyesine Türk ten kastı, Müslü-
136 136 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI man ım demek ister ( ) Balkanlarda Türk le Müslüman eş anlamlı (Mübadiller: s. 373) der. Durumdan rahatsız olan Yunan komisyon üyesinin yorumu ise oldukça ilginçtir: İşimiz zor, buraya gelen Çerkez i de Boşnak ı da, Arnavut u da Türk üm der, Anadolu ya gitmek ister. Ne var şu Mustafa Kemal in Türkiye sinde? (Mübadiller: s. 373) Roman anlatıcısı, Gani Ağa nın bu sözlerini Balkan Harbi yenilgisinde Arnavutların cepheden ilk kaçanlar olmasının mahcubiyetine bağlar: Gani Bey, böyle konuşmakta haklıydı. Balkan Harbi yenilgisinden sonra Arnavutların çoğu, Türkler karşısında boynu bükük, suçlu duruma düşmüşlerdi. Çünkü cepheden ilk kaçanlar, savaş hatlarına yakın köyleri olan Arnavut köylüleriydi. (Mübadiller: s. 309) Mübadiller romanında iki toplumun dinî değerlere yaklaşımı diğer romanlara göre daha gerçekçi bir zeminde işlenir. Bu romanda dinî kimlik, sadece çocuklar arasında bir ilahî sükûn ve huzur havası estirmektedir. Hüseyin Bey ve ailesi Atina Limanı nda mübadele gemisini beklerken Mihal Karayannis isimli eski bir aile dostu onları kendi konağına davet eder. Evdeki renkli ikonlar, haç ve istavroz çıkarma ritüeli Müslüman aile tarafından yadırganır. Aynı odada yatan çocuklardan Pakize besmele çekip Rabbiesir, velatüvasir, rabbitemin bilhayır. Yattım sağıma diye dua etmeye başladığı sırada Maria nispet edercesine sesini yükselterek onu bastırır. İşin ilginç yanı iki küçük kızın yatı duası birbirine çok benzemektedir. Rum kızı Aya panayam, tatlı panayamu / Yattım soluma, döndüm sağıma / Melekler şahit olsun tatlı canıma şeklinde dua ederken Pakize yarım kalan duasını şöyle tamamlar: Yattım sağıma, döndüm soluma / İki ferişte iki yanıma / Allah, peygamber kerim imanıma / Yattım Allah, kaldır Allah! / İyilikler ihsan et canıma (Mübadiller: s. 388) Mübadiller buna benzer bir başka olayı Anadolu ya göç ettiklerinde yaşarlar. Bir müddet aynı evi paylaştıkları Rum ailenin çocukları tıpkı Yunanistan daki kız çocukları gibi aynı duayı bu kez Türkçe olarak söyler. Duayı Türkçe olarak söyleme-
137 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 137 leri Pakize de bir şaşkınlığa sebep olur. Pakize onların neden Anadolu dan gitmesi gerektiğine, kendilerinin de niçin geldiğine bir türlü akıl erdiremez. (Mübadiller: s. 614) Mübadele romanlarındaki din bahsinde fazlaca işlenen bir diğer husus, roman kahramanlarının Türklük ve Müslümanlığı bir arada düşünmeleridir. Bu romanlarda, Müslümanlığını kaybeden Türklerin zaman içinde millî kimliklerinden de uzaklaşacağı yönünde belirgin bir kanaat vardır. Mübadiller romanında Hunlar, Uzlar, Peçenekler ve Avarların Müslüman olmadıkları için kaybolup gittikleri ifade edilir. Balkanlara gelen Türklerin Türk kimliklerini Saltuk Baba ve Abdal Musa gibi Ahmed Yesevi dervişleri vasıtasıyla koruduklarına dikkat çekilir. Saltuk Baba ve Abdal Musa Tekkeleri, Yunus Baba Türbesi, Mevlit Baba Yonusu Balkan Türkleri için dinî hayatın önemli merkezleridir. Selânik teki Halil Ağa Hamamı nda vücut kirlerinden arınan Halim Bey ve arkadaşları gönül kirlerinden arınmak üzere Saltuk Baba Tekke sine giderler. Anlatıcı, burada gerek tekkenin mimarisi gerekse dervişleri hakkında oldukça ayrıntılı betimlemeler yapar. Halvet odasına alınan Rumelili gençlere şeyh efendi tarafından özel bir ilgi gösterilir. Bu ilginin temelinde Rumeli Türklerinin evlad-ı fâtihan olarak görülmesi vardır. Şeyh Efendi, Balkanlarda tasavvufî hayatın yaygınlaşması ve fonksiyonu konusunda ayrıntılı bilgiler verdikten sonra Müslümanların geçmişteki görkemli günleri ile bugün düştükleri durum arasındaki farka dikkat çeker. Bu duruma düşmenin temel sebebi ona göre iman selâmetini ve nefis ferâgatini kaybetmektir. (Mübadiller: ss. 118-122) Mübadele olgusu ve mübadele sırasında çekilen eziyetler, Mübadiller romanının birçok yerinde Hz. Muhammed in hicret yolculuğu ile özdeşleştirilerek katlanılabilir hâle getirilir. Abdurrahman Ağa evlatlarını teselli etmek için şu cümleleri kullanır: Biz Allah ın sevgili kullarıyız ( ) Şükür Allah a! Peygamberimiz de hicret etti. Bize de hicret nasip oldu! Üzülmeyin
138 138 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI evlatlarım. (Mübadiller: s. 261) Muhacirlik peygamberimizin de çilesi olmuş, bizim de olur. Çekeceğiz. (Mübadiller: s. 279) Tursun Beğ Camii nde son namazlarını kılan mübadillere vaaz veren Halim Bey de kendi göçlerini peygamberlerin hicretleriyle özdeşleştirerek mübadilleri teskin etmeye çalışır. Hz. Muhammed, Hz. İbrahim ve Hz. Şuayib ın hicretlerini örnek gösterdiği konuşmasında hicretin bir peygamber pratiği olduğunu ifade ederek kâfir memleketten İslam ın hür havasının teneffüs edildiği memlekete gittiklerini ifade eder. (Mübadiller: s. 334) Romanda ezan, cami, minare gibi dinî semboller, Küçük Balkanların Türklük ve hâkimiyet sembolleri olarak takdim edilir. Osmanlı ordusu yenilerek Balkanlardan çekilmiş de olsa bu semboller halka büyük bir maneviyat aşılar: Ezan sesleri, sanki günlerdir, Güney Rumeli de hiçbir şey olmamış, Osmanlı ordusu yenilip çekilmemiş, Yunanlılar Türk köylerini yakıp, masum insanları öldürüp, çoğunu kaçmaya zorlamamış gibi, Kayalarlılara maneviyat vererek yankılanıyordu. (Mübadiller: s. 177) Tursun Beğ Camii ndeki son namazdan sonra Halim Bey İslam ın sembollerinden olan bu camiyi terk etmenin derin hüznünü yaşar. Bu caminin de Osmanlı eseri diye yıkılan diğer türbeler, hanlar, köprüler gibi yıkılacak olması onu derinden yaralar. Halim Bey; cami içindeki tonozlara, kubbelere, halılara, iç geçirerek bakar. Sedef kakmalı rahlenin üzerindeki bir Kur an ı alıp torbasına koyar. Halim Bey in minber altında bulunan oyma dolaplarda gördüğü kitaplar Balkan Türklerinin din algısı konusunda belli oranda bir fikir verir: İlmihal, Envar ül Aşıkîn, Yunus Divanı, Ahlak-ı Alâi, Marifetname, Fihi Ma Fih, Vesiletü n Necat, Risaletü n Nushiye vb. Mübadiller romanında dinî semboller zaman zaman romanın başkişisi olan Halim Bey tarafından felsefi bir derinlikle yorumlanmaya çalışılır. Halim Bey, sabah ezanında geçen namaz uykudan hayırlıdır ifadesinden hareketle namazın bir uyanış ve hareket başlangıcı olduğunu düşünür. Bu
139 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 139 anlamda dinin uyuşukluğa karşı olduğu, abdestle başlayan uyanma sürecinin gün boyu devam etmesi gerektiği sonucuna varır. Ona göre Balkan Türkleri ve Osmanlı, dinin istediği uyanık ve zinde bir insan tipine karşı uyuşuk, uyumuş ve uyutulmaya göz yummuş biçimde hareket ettiği için yenilmiştir. (Mübadiller: ss. 588-589) Bir bey ailesinin mübadele sürecindeki hayatını merkeze alan Mübadiller romanı, Rumeli deki Türk teşkilatlanması konusunda birçok tarihî bilgiyi okuyucusuyla paylaşır. Üsküpler Beyi Salih Efendi ve diğer Türk beyleri, Rumeli deki Türklerin bir nevi bilge kişisi sayılırlar. Toplum nazarında ciddi bir itibarları vardır. Yoksula yardım etmek, toplumsal düzenin devamlığınını sağlamak, adaleti tesis etmek gibi birçok vazifeleri olan bu beyler, halkın tabiî önderleridir. Türk beyleri ellerinde bulundurdukları ekonomik gücü kullanarak kendilerinde halka karşı gayr-ı insani davranma hakkı görmezler. Romanda geçen şu satırlar, beylik sisteminin nasıl işlediği konusunda bir fikir verebilir: Üsküpler beyi olmak kolay değildi. ( ) Zengindi. Bütün komşu köylerdeki fakire fukaraya hediyeler, koyunlar gönderirdi. (Mübadiller: s. 193) Romanda yer yer bu yapının tarihsel kökenleri konusunda da bilgiler verilir. Salih Bey kendisine Efendi, Efendibey! diye seslenen Rum gencini: Ben Salih Bey im, Artin Efendi, Yorgo Efendi değil. Bu beyliği de yedi göbek öncesi sipahi atalarımdan beri taşırız. Börksüz baş, beysiz Urumeli köyü ve kasabası olmaz. (Mübadiller: s. 76) diyerek tersler. Yunanlılara ve diğer etnik gruplara karşı siyasi sayılabilecek faaliyetlerin organizasyonu ve direniş gruplarının oluşturulması da yine Türk beyleri tarafından yapılır. Türk beyleri, II. Abdülhamid in tahttan indirilmesinden sonra isyancı Arnavutları teskin etmek amacıyla Rumeli ye gelen V. Mehmed Reşat ı karşılamak için halkı organize ederler. Mübadele romanlarında sıkça Balkan töresiydi,
140 140 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Rumeli de âdettir, Rumeli geleneğine göre şeklinde başlayan cümlelerde bölgedeki Türklerin âdetlerine vurgu yapılır. Küçüklerin büyükler yanında konuşmaması, büyüklerin yanında eşlerin birbirine ve çocuklarına karşı mesafeli davranması, bayram ziyaretlerindeki incelikler gibi birçok gelenek romanlarda tekrar edilir. Rumeli Türk töresi dede, baba ile oğul, torun arasında mesafeli olmayı gerektiriyordu. Her konuyu bunlar birbirine açamazdı. (Mübadiller: s. 142) Rumeli de töreydi. Dede bile torunlarına bey oğlu olduklarını hatırlatmak, sorumluluklarını anlatmak için bey siz hitap etmezdi. Özellikle hanımlar kocalarına karşı bu töreye uymayı en büyük saygı ve nezaket kuralı sayarlardı. Yunan zulmü bu töreyi unutturmamıştı. (Mübadiller: ss. 194-195) Küçükbalkan örfüne göre görücülüğe kadınlar gelir; kız beğenilirse, dünürlüğe gene kadınlarla birlikte yaşlı ihtiyar erkekler giderdi. (Mübadiller: s.198) Rumeli de âdet, erkek misafirler selamlıkta ağırlanırdı.(mübadiller: s. 244) Balkan Türklerinin kültürel değerlerini yansıtan mani, ninni, türkü ve şiir metinleri gibi unsurlar da montaj tekniğiyle mübadele romanları kurgusuna eklenmiştir. Suyun Öte Yanı nda sıkça tekrar edilen Samyotissa isimli Rumca Türkü, Nihal e çocukluk yıllarını Sıdıka Hanım a ise Selânik i hatırlatır. Aynı Türkü, Emanet Çeyiz de Murtaza Acar isimli bir Türk mübadil tarafından da söylenir. (Emanet Çeyiz: s. 190) Emanet Çeyiz de bu türkünün dışında onlarca ninni, mani ve türküye yer verilir. Rum ve Türk mübadiller, eski yurtlarında öğrendikleri türküleri söyleyerek memleketlerini anarlar. Mor Kaftanlı Selanik te her bölüm, bölümün içeriğine uygun bir şiir ile başlar. Ancak bu şiirler, halk kültürünün ürünü değildir. Muhtemelen yazarın kendisine ait olan söz konusu şiirlerden birine örnek olması bakımından çalışmamızda yer veriyoruz: Nerde kutularda boy veren o yorgun büyü?
141 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 141 Avucunda gizlenen bereket bahsi nerde? Nerde Kaf Dağı ndaki gururlu eski öykü? Neden zaman pervasız bir takvimi döllüyor Son tohumun gizlice çatladığı o yerde? (Mor Kaftanlı Selanik: s. 167) Mübadele Günlerinde Aşk ta Fransız sanatçı Joe Dassin in Et si tu n existais (Eğer Sen Yoksan) şarkısı Elay ile Adel yakınlaşmasında çok önemli bir rol üstlenir. Roman Konstantin Simonov un savaş karşıtı Bekle Beni şiiri ile biter. Mübadiller romanının başkişisi olan Halim Bey in okuryazar oluşu ve milliyetçi Türk aydınları ile teması sayesinde yer yer Millî Edebiyat ın önemli isimlerinden olan Mehmed Emin Yurdakul ve Ziya Gökalp gibi şairlerin şiirlerine de romanda yer verilir. Esere Mehmet Emin Yurdakul un Rumeli, Anadolu ve İlk Yara isimli şiiri ile giriş yapılması, yazarın olaylar karşısındaki tutumu konusunda bir fikir vermektedir. Şiirin altındaki dipnottan, yazarın babası ve aynı zamanda bir mübadil olan Halil Gürbüz ün bu şiiri hatıralarını anlatmaya başlarken okuduğu anlaşılmaktadır. Rumeli türküleri olarak bilinen meşhur türküler, Türk mübadiller arasında bir özlemin dışavurumu olarak sıkça tekrarlanır. Balkan savaşlarında şehit olanlara yakılmış ağıtlar, mübadele esnasında Türk mübadillerin yaşadıkları çileleri ifade eden türküler romanlarda çok önemli bir yer tutar. Türk kültürünün önemli bir enstrümanı olan sazın, Mübadiller ve Muhacirler romanı dışında işlenmemiş olması ise dikkat çekicidir. Mübadiller romanında bu enstrüman birkaç kez kullanılır. Bunlar içinde bilhassa Anadolu nun ıssız ve sefil bir köyünde bir Varsak kızının saz çalıp Karacoğlan dan Türküler söylemesi ilginçtir. (Mübadiller: s. 628) Türklerin ve Rumların dinî farklılıklarına yaklaşırken belli bir tolerans kültürüne erişmiş olmalarının, bu
142 142 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI bölgelerde yüzlerce yıl yaşayan iki dinli sosyal ortamın sağladığı gelenekten kaynaklandığı çok açıktır. Coğrafya adeta iki dine ait çeşitli kültürel unsurlarla yoğrulmuş gibidir. Özellikle mekân tasvirlerinde söz konusu hususa sıklıkla gönderme yapıldığı görülür: Mecidiye (Samsun da bir yer) her zamanki gibi kalabalıktı. Başında fesiyle yürüyen kâtipler, sırtındaki yükü indirip camiye yetiştirmeye çalışan Müslüman hamallar, başlarında küçük şapkalarıyla Rum kadınlar, köşe başlarında çömelip bahçelerinden getirdikleri sebzeleri satmaya çalışan köylüler Sonra bellerinde tabancalarıyla iki piyade askeri, siyah cüppesiyle bir papaz, hemen karşı sırada yürüyen bir Mevlevî tekkesi müridi. (Çalı Harmanı: s. 11) Hanya (Girit) çoktan uyanmış, kilise çanları ezan sesleriyle buluşmuş, kadınlar kilerlere inmiş, erkekler yüzlerini usturalamış, bıyıklarını misk yağıyla parlatmıştı. ( ) sokaklarında eteklerini savura savura gezinen metropolitinin, şeyhinin, Hristiyan valisinin gölgeleriyle sarmalanmış, çiçeklerin içinde eriyerek yeni bir güne başlıyordu. (Kritimu: s. 60) Mor Kaftanlı Selanik te İzmir Rumlarından Madam Fotini kulakları ağır işiten Seher Hanım a ezan okunduğunu bildirmek için kar kış demeden komşusunun evine gider. Altmış yıllık yarenlik hissiyle birbirlerine hâlâ ilk günlerin heyecan ve sıcaklığıyla sarılıp birkaç saniyelik sohbetin derinliğinde hasret giderirler. Seher Hanım abdest alırken Madam Fotini sanki kaytaracağı endişesiyle komşusuna dirseklerine kadar, dirseklerine kadar yıka diye ikazda bulunur. Sonra dinler arasında bir ortaklık ifade edercesine komşusu Seher Hanım a şunları söyler: Hazret-i Muhammed diyor ki bedeni temiz olmayanın yüreğinde kir kalır. İsa da aynı şeyi söylemiş Musa da (Mor Kaftanlı Selanik: ss. 24-25) Türk arka-
143 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 143 daşları arasında Lefter olarak tanınan Elefterios mescidin bahçesinden erik çalarken korkup hemen bitişiğindeki kilisede günah çıkarır. Çan ve ezan bir meydanın iki yönünde birbirlerine tahammül eden iki iman çığlığıydı (Mor Kaftanlı Selanik: ss. 24-25) Musa ile evlendikten sonra din değiştiren Penelope, Türkler arasında Üzümkız adıyla anılır. Öldüğünde cenazesi camiden kaldırılır. Müslüman erkekler cuma namazına durduklarında Rum erkekler ve kadınlar cami avlusunun dışında beklerler. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 85) Üzümkız ın cenazesini Ortodoks ve Müslüman kadınlar birlikte omuzlar. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 89) Üzümkız, mezara indirilirken bir Rum kızı şöyle dua eder: Ölüm sırlı yaşamın sonudur. Vaftiz, yeniden doğuşun ilk ışığı Takdir tanrınındır. Her takdirde ölüm ve tekrar diriliş vardır. Bu akıbet, Kutsal Ruh un nefesindedir. Bu nefeste bütün dinlerin ve inançların diriliş idraki bulunur. Musa nın, İsa nın ve Muhammed in imanı budur. Bu iman bütün ruhların günahlarını yıkar ve affeder. Tanrı bütün kullarını kucaklar ve onları bağışlar. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 92) Eleni, Giresun Gemisi ile Girit Limanı na geldiklerinde diz çökerek şükran ve himaye duasına başlar. Ulaştır bizi Tanrım ne olur ulaştır vaat ettiğin huzura şeklinde biten duadan sonra Sakızlı Bu Musa nın duasına benziyor haydi şimdi de İsa için dene der. Eleni bu sefer başka bir duaya başlar. (Mor Kaftanlı Selanik: ss. 216-217) Tarafların birbirlerinin dinine karşı son derece hoşgörülü yaklaşımı Şuayip Efendi ile Dora arasındaki ilişkide de kendini gösterir. Dora Şuayip Efendi ile evlenip İstanbul da kalmak için dinini değiştirmek ister fakat Şuayip Efendi: Benim senin dininle, inancınla derdim yok, işim yok, neden değiştiresin ki? (Mor Kaftanlı Selanik: s. 257) diyerek bunu reddeder. Resmo dan giden Türk mübadil-
144 144 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI lerin yolları açık olsun diye Rumlar kilisede dua ederler. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 273) Drama da evlerinden çıkarılan Türkler kilisede misafir edilir. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 284) Resmo ya yerleştirilen İzmirli Eleni evde bulduğu Kuran a saygı gösterir. Onu öpüp duvar dolabının en üst katına özenle yerleştirir. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 299) Eleni nin Kuran ı almaya gelen ev sahibine söylediği şu sözler oldukça dikkat çekicidir: Kırk yıl ezan dinledim, mevlit dinledim, Kuran dinledim Bırak bizde kalsın. Baş üstünde misafir gibi ağırlarız onu. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 300) Yunanlılar tarafından vurulan Giritli Musa Mevlevi Tekkesine sığınarak orada tedavi görür. Mevlevi tekkesi gözyaşı, hüzün ve acının içinde adeta bir sığınak gibidir. Tekkeden bahseden satırlar son derece asude bir hayatı gözler önüne serer. Şeyh Efendi nin konuşmaları hem Musa nın hem de dervişlerin ruhlarını dinginleştirir: Şeffaf bir göz gibi olmalısın. Hiçbir rengi olmayan, kokusu bulunmayan bir göz Böylece her şeyi en saf haliyle görür ve kendi saflığınla anlam katarsın. Mana dediğin şey vasatını bulunca biçim verirsin. Gördüklerin artık renk değil, şekil değil ruhunun beklediği olgunlaşma değerleridir. Bu senin için yeni bir biçim ve anlam kazanmaktır. Buna şahsiyetin mahiyet kazanması deriz. Yani önüne bakmanın mahareti artık senin hakkındır. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 303). Musa nın tekke hayatının yansıtıldığı Resmo Mevlevihanesi başlıklı bölümlerde buna benzer birçok pasajla karşılaşmak mümkündür. Adras ile Sare nin en çok vurgu yaptıkları bir başka mesele farklı dinden olsalar bile aynı Allah a inandıkları, âdil olan Allah ın bir gün onları mutlaka buluşturacağına inanmaları, Müslüman veya Hristiyan olmanın çok da mühim olmadığıdır. (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 45, 146) Kimi
145 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 145 zaman Allah ın çocuklarıyız. diyerek Allah ın kendilerini kavuşturacağına inançlarını teyit etseler de aynı cümlenin hemen devamında aşklarına şahit tuttukları yemin ağacının kendilerini kavuşturacağını söylemekte bir beis görmezler. (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 188) Bu arada Sare nin yarım kalmış aşkını tamamlayan torunu Elay ın da din konusunda benzer bir bakış açısına sahip olduğunu ifade etmek gerekir. Elay, Yunanistan a gittiğinde canı dua etmek isteyince kiliseye girip dua etmeden önce Allah her yerde aynı Allah tı. (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 215) der. Yine benzer bir bakış açısıyla İki din yan yana. İkisi de gökyüzünde Allah la birleşiyor. (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 234) cümlelerini kurar. Elay ın ödül alırken yaptığı konuşma da bu türden mesajlarla doludur. (Mübadele Günlerinde Aşk: ss. 249-252) Sabâ Altınsay da Kritimu adlı romanında iki samimi arkadaş Cemile ve Meletyos un komşuluk ilişkilerini yansıtırken dinî bazı geleneklerin her iki millet tarafından hoşgörüyle karşılandığını gösterir: Mübarek ayda tas tas aşure, Paskalya zamanı sepet sepet yumurta göndermiyorlar mıydı birbirlerine? (Kritimu: s. 45) Özellikle kadın muhitlerinde bu dayanışma daha belirgindir. Hristiyan komşuları Türk komşularının dinî günlerinde de yanlarında yer almayı ihmal etmez ve çeşitli dinî merasimlerine katılırlar. Müslüman ahali de gayrimüslim komşularının dinî geleneklerine saygı gösterir: Hrisula komşularına sepet sepet yumurta dağıttı, gelenleri sevinçle kabul etti. Müslüman mahallesine göndereceklerini ayrı sepetlere koydu. Evliya Ahmet in oğlunu çağırıp dağıttırdı. Cemile ninkini kendi götürdü. Cemile, morisi yumurta getirdim. Allah kabul etsin Hrisula. Gel kahvemizi iç. (Kritimu: s. 77)
146 146 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Her ne kadar farklı dine mensup taraflar arasında genel anlamda bir saygı ve hoşgörü olsa da etnik çatışmaların hızlandığı mübadeleye giden süreçte bu gelenek bozulmaya başlar. Resmo daki Papaz, köyü boşaltmaya çalışan kolculara yardım etmek için biraz da tahakküm edici bir tavırla caminin imamını ikna etmeye çalışır. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 267) Mor Kaftanlı Selanik te mübadillerin kendi din adamlarına dönük eleştirisi de dikkat çeker. İzmir den Resmo ya giden Rum mübadillerden Anastas, kilise vaazlarını hep aynı şeylerden bahseden bıkkınlık verici sözler olarak görür: Dinlediklerimiz inançlarımız değil, korkularımız Onları bize öyle garip bir niyet ve dille anlatıyorlar ki erdemlerimiz bir eziyet mengenesine dönüyor. İnanç dedikleri şey birer hakikat düşmanlığına dönüşüyor. Ve biz onların kölesi oluyoruz. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 376) Mübadele romanlarında din algısı yansıtılırken değer kazanan mekânlar camiler, ayazmalar, tekkeler, dergâhlar, manastırlar gibi kutsal yerler olmuştur. Mübadeleye bağlı olarak dinî mekânın öne çıkarılması, iki toplum arasında ayrışmanın hızlanmasıyla birlikte dinî değerlere yönelimin artmış olmasıyla ilgilidir. Bu hususu özetleyen en iyi örnekler Kritimu ve Çalı Harmanı nda yer alır. Kritimu da Giritli Müslüman ahali adada giderek artan Rum tesiri karşısında teşkilatlanma kararını bir Bektaşi dergâhında toplanarak alır ve kendilerine Girit Cemaat-i İslamiyesi şeklinde bir isim belirler. Elbette bu yapılanmada dergâh şeyhinin rolü önemlidir. Aynı şekilde Çalı Harmanı romanında Selânik ten ayrılmak zorunda kalan Türkler arasında bir köy imamı olan Hafız Halil Efendi önemli figürdür. Hafız Halil ve camide geçen kısımlar mübadele romanlarında dinî mabetlerin, ibadet yanında millî mukavemetin planlamasının da yapıldığı bir tür teşkilatlanma mekânı gibi bir misyon yüklendiklerini gösterir. Aynı romanda yer alan Samsunlu Papaz Andreas ın Rum çetecilerin dağlardaki hürriyet mücadelesi başladığında dağa yardım taşımak için kiliseyi bir üs olarak kullanması da bu maksada hizmete eder.
147 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 147 Mübadelede esas alınan ölçütün din olması nedeniyle, söz konusu romanlardaki ihtida meselesine özel olarak değinmek bir gerekliliktir. Romanların iki din etrafında konumlanan şahıs kadrosunda ihtida etmek genel bir uygulama olarak görülmez. Tarihi belgeler, mübadeleden kurtulmak için epeyce insanın din değiştirdiğini söylese de 46 romanlarda bu hususta çok fazla örneğe yer verilmediği söylenebilir. Hristiyanlık tan İslam a geçiş birkaç örnekte işlenirken Hristiyanlığı seçen Türklerin varlığına işaret edilmez: İbrahim, genç kadının lafını bitirmesine müsaade etmedi. Biz seni bir yere bırakmayız kızım dedi. Sen de bizim gibi Müslüman ım dersin, kurtulursun. Ama enişte burada herkes benim Hristiyan olduğumu biliyor. Hem ben Müslüman olamam. İnançlı bir Hristiyanım. (Çalı Harmanı: s. 274) Din temelli ayrışmanın Mübadele romanlarındaki en çarpıcı örneği Nurten Ertul un Kimlik romanıdır. Romanda Kapadokya bölgesinde yaşayan ve Lozan Antlaşması yla kararlaştırılan mübadele gereği Yunanistan a göç ettirilen Karamanlı Ortodoks Türkler ve bunların geride kalan akrabalarının durumu ayrıntılarıyla işlenir. Romanda Yordan liderliğinde İslamiyet i seçen Karamanlı Türkleri için sorun yoktur onlar Anadolu daki kendi topraklarında eskisi gibi dinlerini değiştirmiş biçimde yaşamaya devam edeceklerdir. Ancak Hristiyanlık tan dönmeyen Karamanlı Türklerini zor günler beklemektedir. Ve en sonunda Lozan Antlaşması ndaki nüfus mübadelesi kararı İspir in torunları için tam bir yıkım olur ve bu Türkler Ortodoks oldukları 46 Umut Düşgün bu durumu şu şekilde tespit eder: Tüm bu legal kalma çabaları ve girişimlerinin yanı sıra, din değiştirmek de kalmanın bir başka yolu olarak görülmektedir. Resmi olarak tespit edilen belgelerde, tutanaklarda çok fazla ihtida olayının varlığına işaret edilmektedir. Türkleşenler, Müslümanlaşanlar çokça rastlanan bir durumdur, bunun tam tersi olarak Hırisitiyan olanlar da mevcuttur. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk.: Umut DÜŞGÜN, 1923 Lozan Mübadelesinin Türk Romanına Yansıması, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Muğla, 2017., s. 158.
148 148 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI gerekçesiyle Yunanistan a zorunlu göç ettirilir. ( )Hatta öyle ki mektuplardan birinde bir Karamanlı Türkü Anadolu daki kardeşine orada gördükleri eziyetten yakınmakta ve keşke kendi ataları da İslamiyet i seçseydi diye iç geçirmektedir. 47 2.5. Aşk ve Evlilik Günahtır bilirim Ne çare ki senin oğlun bir Müslüman a gönül verdi manamu. Genelde roman için önemli bir kurgu malzemesi sayabileceğimiz aşk ve evlilik, mübadele romanlarında da kimi zaman zayıf kimi zaman güçlü çizgilerle mutlaka karşılaşılan bir motiftir. Mübadele romanlarındaki aşk ve evlilikler çoğunlukla aynı milletin fertleri arasında gerçekleşmekle birlikte tarafları Rumlar ve Türkler olan aşk ve evlilikler de görülmektedir. Aynı milletin fertleri arasında gerçekleşen aşk ve evlilikler sayıca fazla olsa bile kurgu içinde çok önemli bir yer işgal etmez. Psikolojik gerilimi düşük olan toplum içi evlilikler, sadece hayatın doğal akışını yansıtması bakımından bir değer taşır. Ancak bir Türk ile Rum arasında gerçekleşen aşk ve evlilikler tıpkı komşuluk ilişkilerinde ve çetecilik faaliyetlerinde olduğu gibi yazara iki millet arasındaki iletişimin ve sınırların boyutlarını gösterme fırsatı verir. Yazar, sıra dışı ve memnu olan bu ilişkileri romanın merkezine taşıyarak okurdaki merak duygusunu güçlendirir. Aşkı eserin merkezine taşıması bakımından Ah Bre Sevda Ah Bre Vatan ve Mübadele Günlerinde Aşk romanları öne çıkmaktadır. Mübadele romanlarında Türk ve Rum aşkları çoğu zaman iki milletin dinî-millî farklılıklarına ve çevre baskısına kurban gider. Bahsi geçen engelleri aşarak birbirine kavuşan çiftler sayıca azdır. Dışarıdan bir etki olmaksızın kendi iradeleri ile milliyetlerinden yana 47 Atıf AKGÜN, Can ŞEN; agm., s. 23.
149 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 149 tercih yapan kahramanlar da vardır. Her fedakârlık veya mecburiyet romanlardaki dramatik durumu güçlendirdiği için sonuç nasıl gerçekleşirse gerçekleşsin Türk-Rum aşkları okuyucu açısından etkileyicidir. Bu etki, romancının yeteneği oranında güçlenir ya da zayıflar. Çalı Harmanı nda Rum gençler Hristo ve Aleko nun Müslüman kadınlara besledikleri duygular, Türk-Rum aşklarındaki söz konusu ikilemi sergileyen birer aşk motifi olarak eserde yer alır. Hristo, Pontus ülküsünü, Dimitra ya olan aşkına tercih eder: Ama bundan sonra benim tek aşkım var, o da Pontus Ben Dimitra nın o koyu mavi gözlerine sevdalanmıştım, şimdi de Yunan bayrağının mavisine sevdalıyım. (Çalı Harmanı: s: 47) Aşkın büyülü gücü sonradan Hristo yu bir Müslüman kızı olan Çerkes Nalmes e ilgi duymaya yöneltir. Hristiyan çeteci Hristo, misafir olduğu bir Müslüman evinde gördüğü kıza duyduğu hissiyat karşısında tedirgin olur; Yalnızlığıyla baş başa kaldığı uykusuz bir gece, Müslüman olmasaydı ona âşık olabilirdim diye, kendi kendine aşkını itiraf bile etmişti. (Çalı Harmanı: s. 285) Anadolu dan Yunanistan a mübadele ile giden Tokatlı Rum genci Aleko ise çiftliklerine yerleştikleri Ağuş Ağa nın kızı Cemile ye gönül verir. Aşkı karşılıksız olmayan Aleko hangi engellerle karşı karşıya olduklarını bilir ama bu ilişkide aşk galip gelir ve Aleko-Cemile çifti tam da mübadele esnasında kaçarak sırra kadem basarlar. Aleko ve Cemile çiftinin aşkları için karşı koydukları şey Türkler ve Rumlar arasındaki derin toplumsal uçuruma işaret eder: Delirdin sen eycene herhal? Nerde görülmüş gavur gızanı, Müslüman gızına çiçek versin! İkinizi de öldürürler, ona göre ha! (Çalı Harmanı: s. 348) Mübadiller romanı, aşk çeşitliliği bakımından diğer romanlara göre oldukça zengindir. Romanda sadece Türk- Rum ilişkileri ve evlilikleri değil Sabatayist Mehlika ile Halim Bey, Yörük Mehmet ile Gagavuz Türk ü olan Hristi-
150 150 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI yan Burçak arasındaki aşk da gündeme getirilir. Sabatayist Mehlika ile Halim Bey in aşkı, ikilinin gençlik yıllarında Selânik te başlar. Bu aşk öncelikle Halim Bey in dedesi tarafından aradaki kültür farklılığı bahane edilerek engellenmiş, sonrasında ise Halim Bey in bir başkası ile evlenmesi ikili arasında belli bir mesafe oluşturmuştur. Halim Bey evlendikten sonra da Mehlika onun peşini bırakmaz. Ancak Halim Bey, Müslüman olmasına rağmen oldukça seküler bir yaşam biçimini tercih eden Sabatayistlerin kızı Mehlika nın bütün birliktelik tekliflerine, içindeki derin aşka rağmen karşılık vermez. Romanda açık açık söylenmese de Halim Bey in bu tavrında millî duygular noktasındaki hassasiyetinin etkili olduğu anlaşılmaktadır. Mehlika, Halim Bey e yazdığı bir mektupta bu durumun farkında olduğunu şu sözlerle ifade eder: Biliyorum hislerinden de fedakârlık ettin. Meziyetin bu. Başkaları için feragat sana azamet veriyor. Deden, baban, ailen için. (Mübadiller: s. 742) Mehlika, zaman zaman Türk kadınını ve aile kurumunu eleştiren sözler söyleyerek Halim Bey in direncini kırmaya çalışsa da romanın bir yerinde Ben de bir aile özlüyorum Halim Bey. (Mübadiller: s. 506) diyerek aile kurumunun bir ihtiyaç olduğunu itiraf etmek mecburiyetinde kalır. Mehlika nın böyle bir ihtiyacı hissetmesinde ailesi tarafından sırf zengin olduğu için kendisinden yaşça büyük Naim Bey le evlendirilmesinin de etkili olduğu düşünülebilir. Mehlika nın: Şeriat ikinci karıya izin veriyor. Ne olur beni de yanına al Halim. İkinci karın olayım, metresin olayım. Beni zenginlik ve servet içinde, ateş ortasında yanarak yapayalnız bırakma! (Mübadiller: s. 469) sözleri karşısında Halim Bey in şu düşünceleri dikkat çeker: Gazi nin hemşehrisi ileri bir harsın temsilcisi olma sıfatlarına aykırı bir harekette bulunamazdı. O Gazi nin yolunda Cumhuriyet in de inkılapların da yaşayan ve yaşatan bir örneği olmalıydı. Gencecik karısının mutluluğunu, ham bir çocukluk aşkı ile gölgelendirip bulandırmaya hakkı var mıydı? (Mübadiller: s. 746)
151 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 151 Aynı milletten oldukları hâlde farklı dine mensup olan Yörük Mehmet ile Gagavuz Türkü Burçak ın aşkı da mübadele nedeniyle yarım kalır. Burçak ın Hristiyan ol, bizim obada kal. (Mübadiller: s. 246) teklifi de bu ayrılığı engelleyemez. Romandaki bir diğer aşk Rum Feri ile Türk Osman arasındadır. Mübadele dedikodusu çıkınca bir Türk gencine kaçan Feri, Perihan ismini alarak Müslüman olur. Feri, henüz reşit olmadığı için yakalanma korkusu ile uzun müddet gizlendikten sonra ortaya çıkabilir. Ortaya çıktıklarında Feri nin ailesi Anadolu yu terk etmiştir. Rum kızların Türk erkeklerle evlenmeleri Rumlar arasında Anadolu dan ayrılmamak için yapılmış bir hamle olarak da değerlendirilir: Ha Feriaki! Akıllı kız! Sevdiyse ne yaparız? Belki oğlanı sevdi, belki İncesu yu bırakmak istemedi. Aynısını Yertsimani de yaptı. Mübadil olacağına yanında hizmetçi olarak çalıştırdığı yaşlı İlyas la evlendi. (Mübadiller: s. 735) Mor Kaftanlı Selanik te Musa isimli bir Türk e âşık olan Penelope, ailesinin bütün tepkisine rağmen evden kaçıp Musa ile evlenir. Evlendikten sonra Müslüman olup Üzümkız adını alır. Aynı romanda Müslüman olup Halil isimli bir gençle evlenen Sofia isimli (Sonradan Safiye) bir Rum kızı da görülür. Suyun Öte Yanı romanında Sıdıka ile Arap Mustafa nın aşkı mübadelenin bir başka yüzünü gösterir. Girit teyken sözlü olan bu ikiliden Sıdıka, Türkiye ye geldiklerinde zengin olduğu gerekçesiyle bir başkası ile evlendirilir. Evlendiği kişi mübadele komisyonundaki tanıdıkları vasıtasıyla zengin olmuş Mehmet Ali Bey dir. Bu evlilik, mübadele şaşkınlığı içinde hayatta kalma arzusu ile mübadillerin birçok şeyden vazgeçmek durumunda kalmalarına bir örnek olması bakımından önemlidir. Genellikle Türkleri ve Rumları kendi içlerinde tasvir eden romanlarda Türklerin ve Rumların aşklarını Çalı Harmanı nda Hristo ve Dimitra, Andreas ve Eleni, Naim ve Nermin arasında görürüz. Romanda bir Türk ve Rum arasında gelişen tek aşk, Cemile nin Anadolu dan köylerine
152 152 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI gelen bir muhacir genç olan Aleko ile yaşadığı aşktır. Kritimu da ise İbrahim ile Cemile, Meletyos ile Hrisula aşkları romanın geneline yayılan aşk konusunun Türk ve Rum taraflarından birer temsilcisi olarak eserin merkezine çekilmiştir. Mübadele romanlarında Türk ve Rum aşkının etkileyici bir şekilde yaşandığı romanlardan biri de Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan dır. Romanın temel izleklerinden birini oluşturan Rum kızı Eleni ile Türk genci Enver in aşkı, Enver in sevdası ve vatanı arasında sıkışıp kaldığı bir durumla sona erdirilir. Milletlerin kendi içlerinden kişilerle yaşadıkları aşklarda olduğu gibi iki karşı milletten âşığı gördüğümüz aşklar da yine mübadele ile birlikte bir yol ayrımına tabi tutulmuşlardır. (Çalı Harmanı nda Naim ile Nermin ve Hristo ile Dimitra örneğinde olduğu gibi) Söz konusu aşkların âkıbetini mübadele ile birlikte ayrılan yollar belirlemiş ve nihayetinde tercih edilen genellikle vatan olmuştur. Mübadele romanlarındaki aşk izleğini yansıtan bazı metin alıntıları şöyledir: Metin Alıntısı ( ) Adımını attığı her sokakta, her taşta, her bahçe duvarında Girit i Hanya yı düşünür, düşündükçe nişanlısı Cemile yle bir tutardı. Bıçağının çeliğine Girit i ve Cemile yi, iki sevdasını tek düşünerek, harf harf kazıdığı ( ) Sayfa Aralığı Kritimu: 14 Kritimu: 54
153 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 153 Mehmet terlemiş ellerindeki al gelincik ve mavi peygamber çiçeklerini sevdiği kıza uzattı. Burçak, bu çiçekleri alırken eli eline değdi. Sanki gökle yer arasında şimşekler çakmıştı. İkisi de titriyordu. İlk defa tenleri birbirine değiyordu. Bu tatlı temas gözlerden de, sözlerden de etkiliydi. Çiçekler gençlerin ayaklarının dibine döküldü. Mehmet, başını kızın pembe tül yazmasından apak görünen kuğu boynuna doğru eğdi. Mehlika on bir yıldır görmediği ilk aşkının, çocukluk arkadaşının ( ) çıkıp gelmesini bekliyordu. Yıllardır arzuları köreleceğine daha da yoğunlaşmıştı. Damarındaki sıcak kanın daha da yoğunlaştığını hissetti. Alevli gözlerini delikanlıya dikti. Sana ikinci evliliğinde bir kitap vermiştim. Okudun mu? Osmanlı kadını kadar Osmanlı erkeği de bir kafese hapsedilmiştir. diyordu. Ev ve evlenmek sizin için yaşanılan bir yer değil, hayattan kopulan bir yer oldu. Roman dedikodu ve uydurmaca duygular değil, okuyucu ile özdeşleşip paylaşılan acı ve sevinçlerdi Halim! Pol ve Virgini yi bunun için sana verdim. Okudun mu? Toplum bizi kendisi gibi basitleştiren iğrenç bir hayvandır. Sen de ben de toplumun, çevrenin kölesi olduk. Bu yüzden beni babam yaşındaki Naim Bey e layık gördüler. Sana Pembe Mendil kitabını armağan eden Selânikli Hanım dersin. O kitapta Türk ailesi övülür. Ben de bir aile özlüyorum Halim Bey. Mübadiller: 247 Mübadiller: 466 Mübadiller: 468 Mübadiller: 506
154 154 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Topu topu on sekiz ay ayrı geçen, öyle yıllar filan da değil. Bedenleri kendi kendine yetmeye mi alışmış, zihinleri mi çok dolu, sanki yeni tanıyor gibiler birbirlerini. Öyle de değil, bedenlerin yeni tanışmasında bir keşif merakı vardır ve bir fetih coşkusu. Hayır, yeni tanışıyor gibi değil bedenleri, sanki ölmüş ya da en azından yıpranmış bir şeyi diriltme telaşındalar. İstanbul zaten hayhuydu, gelen gideni bir sürü heyecan, ama yatakları birleştiriverdikleri zamanki sevinç neden sürüp gitmedi dün gece? Bir tutukluk, garip bir çekingenlik, adını koyamadığı İnce, narin bir el, taş bir evin kapısını çalıyor usulca. Mustafa İrtha! (Geldim) Önce ses yok. Sonra hafif bir çıtırtı. Hasırın üzerinde yün çoraplı bir ayak. İki adım. Duraklıyor. Mustafa Ahşap kapının aralığı. İşlemeli örtünün çevrelediği bu yüz Matyamu Mustafa nın iki gözü Sıdıkası Kalosirthes (Hoş geldin) Hrisomu Konuşuyor mu Arap Mustafa gerçekten, yoksa yüzyılın ilk çeyreğinden mi geliyor sesi? Okşayamamıştı geçen kez. Geçen kez Girit te. Başında yine bu örtü, o düğün günü Olmaz ki herkesin içinde. İşte yanı başında şimdi Sıyırsa örtüyü okşasa saçlarını Suyun Öte Yanı: 49-50 Suyun Öte Yanı: 94-95
155 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 155 Hocam! Burası benim yeni vatanım. Bu toprağa kirle adım atamam. Karar verdik. Kayda girmeden önce Halil nikâh kıyacak. Karşıdaki mescidi gösterdi: -Fazla vaktini almaz, imama söyle, bilsin ki, adımı ve dinimi değiştirmeye kimse zorlamıyor. Sesin geldiği yöne döndü. Nezarethane bekçisi Dora yı getiriyordu. Saygıyla eğilip Komiserin elini öptüler. Dora o göz alıcı elbiselerinden kurtulmuş, fakir bir semt gelinini andıran tertipli bir pazen elbise giymişti. Üzerinde bütün düğmeleri iliklenmiş haki bir yelek vardı ve başı bağlanmıştı. ( ) Nezarethane bekçisi sevinçliydi. Komisere döndü: Sevinç ve mahcubiyet iç içeydi: -Komiserim! Biz nikâhlandık Elay, gecenin karanlığında, gökyüzünde kayan yıldızımsın. Yıllardır seni bekledim, sen yoktun. Ben hep eksiktim. Aşk mı seni getirdi, sen mi aşkı getirdin bilmiyorum. Bildiğim tek şey seni gördüğüm an, aşkının ve senin büyüne kapıldım. Hayır Eleni! Son kez değil Savaş bittikten sonra her şey düzelecek Siz İstanbul dan geri döneceksiniz, ben papazlıktan istifa edeceğim ve hemen evleneceğiz. Yalnızlığıyla baş başa kaldığı uykusuz bir gece, Müslüman olmasaydı ona âşık olabilirdim diye, kendi kendine aşkını itiraf bile etmişti. Mor Kaftanlı Selanik: 366 Mor Kaftanlı Selanik: 246 Mübadele Günlerinde Aşk: 247 Çalı Harmanı: 146 Çalı Harmanı: 285
156 156 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Delirdin sen eycene herhal? Nerde görülmüş yavur gızanı, Müslüman gızına çiçek versin! İkinizi de öldürürler, ona göre ha! Lakin sevdiğim kız bizden değil manam. Günahtır, bilirim ne çare ki senin oğlun bir Müslüman a gönül verdi. Beni anla Andreas, bir zamanlar gerçekten âşıktım Dimitra ya Ama bundan sonra benim tek aşkım var, o da Pontus Ben Dimitra nın o koyu mavi gözlerine sevdalanmıştım, şimdi de Yunan bayrağının mavisine sevdalıyım. Dimitra ya olan aşkımın yerini, bayrağın üstündeki haç işareti aldı. Senin şu küçük Eleni n büyüdü de sevdalandı bile. Bir Türk e gönül verdi! Utanmadan karşıma çıkmış, Rum kızına vuruldum baba diyor. Çalı Harmanı: 348 Çalı Harmanı: 364 Çalı Harmanı: 47 Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan: 34 Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan: 141 Tablo 7: Mübadele Romanları- Aşk ve Evlilik. Aşk ve evlilik gerek mübadeleye giden süreçte gerekse mübadele sırasında ve mübadele sonrasında hayatın bir gerçeği olarak mübadele romanlarında yaygın bir şekilde varlığını hissettirir. Bu aşklar çoğu zaman aynı milletin fertleri arasında olurken kimi zaman Türkler ve Rumlar arasında olur. Bu romanlar içinde bilhassa Mübadele Günlerinde Aşk isminin de hakkını vererek meseleyi yoğun biçimde işler. Eser, Sare ile Adras ın aşkı merkezde olmakla birlikte birçok aşkı ve evliliği gündeme getirir. Romanda bu aşkların etki gücünü artıracak başarılı bir kurgu düzenlemesi, dil tasarrufu ve psikolojik tahliller söz konusu değildir. Sare ile Adras ın dinî ve kültürel farklılıklarından dolayı yarım kalan aşkları bir yığın tesadüf zinciri sayesin-
157 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 157 de torunları Elay ve Adel tarafından tamamlanır. Romanın daha ilk satırlarında okuyucu için herhangi bir merak unsuruna yer bırakmayacak şekilde Adras isimli Yunan gencinin Sare ye âşık olduğu ve Sare nin ailesinin bu ilişkiye karşı olduğu anlaşılır. Eser, Mübadele Günlerinde Aşk başlığıyla okura mübadeleyi ve mübadele günlerinin yoğun tesiri altında yaşanan bir aşkı anlatacağı ümidini verse de mübadeleden çok aşk meselesine odaklanmıştır. Sare ile Adras ın aşkı dışında ele alınan diğer aşklar da şunlardır: Adora ile Ali, Elif ile Yunan çeteci, Naki ile adını bilmediğimiz bir Rum kızı, Reşat Bey ile kavuşamadığı Yunan kızı, yine Reşat Bey le Behire Hanım, Nikos ve Lena, Revna ile Ercüment, Neria nın Adras a aşkı, Behiç Bey in Sare ye aşkı ve nihayet Elay ile Adel. Eserde beş-altı paragraf ve esasa taalluk etmeyen birkaç olayla geçiştirilen mübadele, Adras ile Sare aşkını trajik hâle getiren önemli bir sebep değildir. Mübadeleye dair üç-beş paragraf çıkarılıp tarihsel aralık değiştirilse eserin özünde ciddi bir bozulma olmayacaktır. Mübadeleyi hazırlayan şartlar yaşanmamış olsa bile farklı etnik kökenden ayrı dinlere mensup iki gencin bir araya gelmesinde birtakım zorlukların yaşanması zaten güçlü bir ihtimaldir. Bu anlamda yazar, iki gencin bir araya gelememesinin asıl nedeni olarak mübadeleyi görmek/ göstermek istese de bunu yapmada çok da başarılı olamamıştır. Romanın merkezî kişisi konumundaki Sare de mübadeleden önce İzmir e gitmiştir. Mübadele, mübadeleyi hazırlayan şartlar, mübadele sırasında ve sonrasında yaşanan zorluklar, Türk ve Yunan halkları arasındaki ilişkilere dair esere yansıyan olaylar son derece sınırlıdır. Mor Kaftanlı Selanik te nezarethane bekçisi Şuayb Efendi bir hayat kadını olan Rum kökenli Dora ile evlenir. Mübadele maddelerinde yapılan değişiklikle hayat kadınları mübadil olarak gönderilmeyince Şuayip Efendi Dora ile Alaçam a gider ve köy bekçisi olarak hayatını orada devam ettirir.
158 158 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Aşk motifinin kurguya başarıyla yerleştirildiği mübadele romanlarından biri de Çalı Harmanı dır. Eserde ağırlıklı olarak işlenen aşk, ana kahramanlardan Samsunlu Rum genci Hristo nun Dimitra ya duyduğu ve uzun yıllar gizlemek zorunda kaldığı aşkıdır. Karşılıksız olmayan bu aşk Hristo nun dağlarda verdiği çetecilik mücadelesi ve müdabele yıllarında ve sonrasında yaşanan olaylar nedeniyle gün yüzü göremez. Aynı eserde yer alan bir diğer aşk hikâyesi ise Selânik teki Türkler arasında cereyan eder. Varlıklı biri olan Ağuş Ağa nın kızı Cemile evin gelini Nesli ye kendisinden fazla hürmet gösterildiğini düşünür ve bu duruma da içerler. Aşktan yana bir türlü yüzü gülmeyen ve hep ötelenen Cemile nin daha önce karşı cinsle başarısız ilişki denemeleri de olur. Romanın sonunda Cemile, Muhtar Sülmanların evine mübadil olarak yerleştirilen Aleko adlı Tokat Erbaalı bir Rum genci ile kaçar. Doğrudan aşk izleği etrafında gelişen bir mübadele romanı da Kritimu dur. Yazar eserini adeta bir aşk romanı nitelemesini hak edecek derecede başkahmanları İbrahim ve Cemile nin aşkları etrafında odaklar. Romandaki bir diğer âşık çift, Cemile nin yakın arkadaşı Hrisula ile büyük bir aşk ile evlendiği kocası Meletyos tur. Bu çift de tıpkı İbrahim ve Cemile gibi birbirilerine çok bağlıdır. Mübadele romanlarında yer verilen aşk motifleri, mübadele hadisesinden bağımsız değerlendirilemeyecek bir yapıda eserlerde yer almışlardır. Bazen farklı milletlerden birbirlerine âşık olan şahısların aşkları mübadele ile beliren etnik karşıtlık ile nihayete erememiş ve bu ayrılık bir trajedi unsuru olarak kullanılmıştır. Aynı milletten olup mübadele sürecindeki çeşitli direniş faaliyetlerinden ötürü ertelenen veya mübadeleye yenik düşen aşklar da bir bakıma okur için bir hüzün vesilesi olmuştur: ( ) Bir zamanlar gerçekten aşıktım Dimitra ya Ama bundan sonra benim tek aşkım var, o da Pon-
159 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 159 tus Ben Dimitra nın o koyu mavi gözlerine sevdalanmıştım, şimdi de Yunan bayrağının mavisine sevdalıyım. Dimitra ya olan aşkımın yerini, bayrağın üstündeki haç işareti aldı. (Çalı Harmanı: s. 47) Romanlardan bazılarında ise kahramanların sevgilileri ya da eşlerinin mezarları ayrıldıkları vatanlarında bırakılarak bir bakıma aşkları ile memleketleri özdeşleştirilmiş ve aşk konusu mübadilleri göçle ayrıldıkları memleketlerine bağlayan bir unsur hâline getirilmiştir.
161 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 161 Sonuç Çalışmamızda incelediğimiz on romandan beş tanesi aile hatırasının unutulmasına gönlü razı olmayan ve eli kalem tutan aile fertleri tarafından yazılmıştır. Gerek romancıların meseleyle ilişkili olmaları gerekse meselenin trajik boyutu mübadele romanlarını çoğu zaman aşırı duygusal bir karaktere büründürmüştür. İncelediğimiz romanlarda -birkaç eser dışında- modern romana özgü iç monolog, serbest bilinç akışı gibi tekniklerin çok az kullanıldığı görülmektedir. Bu anlamda mübadele romanı yazanların çoğunluğu için hazır hikâyeye yaslanmanın kolaycılığı öne çıkmaktadır. Nasıl anlatacaklarından çok neyi anlatacaklarına odaklanan mübadele romancıları teknik anlamda çokça sorun barındıran romanlar yazmışlardır. Romanların birçoğunda benzer kahramanlara ve ortak motiflere rastlanması dikkat çekicidir. Sözgelimi Suyun Öte Yanı romanındaki Giritli mübadil Sıdıka Hanım ile Emanet Çeyiz de röportaj yapılan Giritli İsmet Altay birbirine çok benzer. Emanet Çeyiz in ana hikâyesini teşkil eden çeyiz emanet etme hadisesinin bir benzerine Mübadiller romanında da rastlanır. Romanlarda iki millet, iki mekân, iki kültür ve iki dil başta olmak üzere ikili yapı çok belirgindir ve yazarlar bu ikiliği romanda gerilim unsuru olarak kullanmayı tercih etmişlerdir. Mübadele romanları ile diğer göç romanları arasındaki en belirgin ayrım bu noktada ortaya çıkmaktadır. Zira göç romanlarında bir tek etnisitenin öne çıkarıldığına şahit olunmaktadır. Romanlarda montaj tekniği ile anı, gazete haberi, tarihî belge vb. unsurlara sık sık yer verilmiş olup bu durum eserlerin akıcılığını olumsuz yönde etkilemiştir. Roman her ne kadar kurgusal bir metin olup yazarının anlattıklarını kanıtlamak gibi bir mecburiyeti bulunmasa da Mü-
162 162 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI badele romanlarında meselenin tarihî bir zemine oturması romancıları ister istemez zengin bir tarih araştırmasına yöneltmiştir. Bu araştırmaların neticesi olarak romanlarda geçen yer adlarının, tarihî kişiliklerin ve birçok sosyal hadisenin gerçek hayattan alındığı görülür. Bu tip ortak bilgilerin tekrarı mübadele romanlarında bir tekdüzeliğin ortaya çıkmasına ve yer yer kuru bir didaktizme saplanılmasına neden olmuştur. Romanlarda ortak tarihî olaya, kimi zaman yazarların ideolojik tercihleri sebebiyle farklı açılardan yaklaşıldığı görülmektedir. Bu durum mübadil milletlerin tasvir edildiği kısımlarda ve Türk-Yunan hükümetlerinin/halklarının mübadillere davranışının yansıtıldığı bölümlerde belirginleşmektedir. Mübadele romanları mukayeseli edebiyat çalışmaları açısından bu noktada önem taşımaktadır. Bu husus, komşu milletler olmalarına rağmen edebî münasebetleri son derece sınırlı olan Türk ve Yunan Edebiyatlarının yakın dönemde paylaştıkları ortak bir temadan beslenmiş olmalarıdır. Bu konuda yapılacak çalışmalarda mübadele romanları önemli oranda veri sağlayacak bir birikim oluşturmuştur. Özellikle iki milletin edebî eserlerinde yer alan Türk ve Rum imgesi, sosyolojik açıdan kayda değerdir. Yazarlar meseleyi farklı toplum katmanlarının gözünden aktarmak gibi bir amaç güttükleri için mübadele romanlarında çoğu zaman kalabalık kişi kadrosu ile karşılaşılır. Kişi kadrosundaki bu yoğunluk okur için bazen takibi zorlaştırıcı bir unsur olmaktadır. Kişiler genellikle yalınkattır ve karmaşık psikolojik derinliklere sahip olmayan tiplemeler olarak yaratılmışlardır. Mübadelenin eski yurt ve yeni yurt ikilemi üzerine şekillenmesi mübadele romanlarında mekân algısını son derece güçlü bir hâle getirmektedir. Bu bağlamda yazarların bilhassa mekân tasvirleri konusunda çok ciddi çabalar
163 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 163 sarf ettikleri görülür. Mekân tasvirleri üzerinden insan psikolojisini verme çabaları, toprakla insanın aynîleşmesine odaklanma gayretleri dikkat çekmektedir. İncelediğimiz romanların izlekleri arasında aşkın da çok belirgin bir unsur olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Bu bağlamda kimi zaman aynı milletten kimi zaman iki farklı milletten birbirine âşık olan kahramanlarla karşılaşılır. Mübadele sırasında gerçekleşen katliam ve tecavüzler söz konusu romanlarda anımsatılmakla birlikte bu konuda Emanet Çeyiz ve Mübadiller dışındakilerde dehşet uyandıracak tarzda bir aktarım söz konusu değildir. Romancıların genel anlamda bir tarafı tutup diğerini aşağılayan şövenist bir yaklaşım içinde olmadıklarını da söylemek mümkündür. Olaya dengeli yaklaşma çabası içindeki romancılar farklı dozlarda da olsa iki taraflı suistimalleri göstermeye çalışmışlardır. Bu konuda tarafsızlığı hissettirme çabası kimi zaman o kadar aşırı gitmiştir ki iki farklı dine inanan Türkler ve Rumların inançları sanki birmiş gibi gösterilmiştir. Mübadele romanlarında mübadele meselesi siyasi boyutu ile pek fazla ele alınmamıştır. Bunun sebebi muhtemelen konunun sosyal boyutunun bir roman için yeterince malzeme veriyor olmasıdır. Ele aldığımız romanlar içinde sadece Mor Kaftanlı Selanik te mübadelenin siyaset masasında nasıl biçimlendiği ayrıntılı biçimde işlenmiştir. Bunun dışındaki romanlarda ya mübadeleye giden süreci hazırlayan siyasi olaylar genel hatları ile verilmiş ya da siyasi kararların daha çok toplumdaki yankısı üzerinde durulmuştur. Bu anlamda Çalı Harmanı ve Kritimu gibi örneklerde siyasal gelişmeler gündelik yaşamın içinde ve çeşitli montaj teknikleri ile verilmiştir. Mübadele konulu romanların edebiyat tarihimiz bakımından en değerli yönü son derece dramatik bir olay olan Mübadele nin, genellikle tarihî kaynaklarda işlenen resmî
164 164 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI tarafının yanında -yeterince işlenemeyen- insani boyutunu temsil etmesi ve bu konudaki boşluğu doldurma yolunda önemli bir misyonu yerine getirmesidir. Mübadelenin teknik bilgileri kadar gerçek olan acıklı hatıralar, bir edebî tür olan roman ile popularize olmuş ve üçüncü kuşak mübadillerin kaleminde mübadil olan ve olmayan tüm okurlara iletilmiştir. Mübadele romanlarında Türk yazarların Türkleri ve Rumları hangi bakış açılarıyla ele aldıklarının ortaya konulması, meselenin Türk tarafındaki Türk ve Rum algısını ortaya çıkarmaktadır. Romanlarda mübadeleye giden süreç ortak bir bakış açısı ile ele alınmıştır. Bu ortak bakış açısına göre henüz mübadele gündemde bile değilken Balkan Savaşları ve 1. Dünya Savaşı nın yıkıcı etkisi ile Türkler ve Rumlar arasındaki toplumsal ilişkiler giderek gerginleşmiştir. İki toplumun ortak yaşam sürdürebilmesi neredeyse imkânsız bir hâl almış; bu bağlamda mübadele romanlarında, mübadelenin haklı gerekçelere dayandığı yönünde temel bir algının olduğu görülmüştür. Söz konusu romanlarda Mübadele kararını alan siyasi iradeye dönük herhangi bir eleştirinin görülmemesi de bu temel algıyla doğrudan ilgilidir. Romanların ileti dünyasında, Yunan idarecilere karşı kısmen bir eleştiri görülse de Türk tarafındaki siyasi iradeye dönük bir eleştiri yer almamıştır. Hatta birçok mübadil Türk ün, Türk idarecileri bir kurtarıcı olarak gördüğü, romanlarda sıklıkla yer verilen hususlardan biri olmuştur. Mübadele romanı yazarlarının her iki millete dair algılarında birtakım farklılıklar bulunsa da yazarların algıyı yansıtmada kullandıkları ögeler büyük oranda benzerlik göstermektedir. Mübadele romanlarının iki temel unsuru olan Türklerin ve Rumların kültürel hususiyetlerinin ve birbirleriyle etkileşiminin genellikle komşuluk, çetecilik, dinî yaşam alanı ve aşk motifiyle gelişen evlilikler ekseninde ağırlık kazandığı görülür. Yazarlar her iki milleti
165 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 165 birbirleriyle çoğunlukla bu sahalarda temas ettirmişlerdir. Ele aldığımız metinler roman hüviyetinde karşımıza çıkıyor olsa da bazı yazarların bu eserlerinde birer anı ya da günce oluşturma amacı olduğu hissedilmektedir. Bu durum, roman yazarlarının birçoğunun mübadil kökenli olmasından ya da anlattıklarını tarihî gerçeklikle ilişkilendirme gayretlerinden kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda Mübadele romanlarında verilen Türk ve Rum algısı, söz konusu romanları husule getiren zaman ve mekândan ayrı düşünülemeyecek bir hususiyet arz eder. Bir başka ifade ile söz konusu romanların tarafları olan Türkler ve Rumlar mübadele gibi bir tarihî olayın içinde yaratılmış, bu olaydan azade değerlendirilemeyecek bir yapıda tasvir edilmişlerdir. Bu itibarla söz konusu romanlarda aksettirilen Türk ve Rum algısının mübadele öncesinde ve sonrasındaki söz konusu milliyet algılarından farklı olduğunu bizatihi mübadele romanları teyit etmektedir. Mübadeleyi konu alan romanlar, mübadelenin doğasında bulunan çift yönlü yapıdan önemli oranda etkilenmişledir. Söz konusu ikili yapı, romanların kurgu dünyasını teşkil eden bütün unsurlara az ya da çok sirayet etmiştir. Romanlardaki düaliteyi temsil eden en belirgin husus yazarların her bir romanda değişkenlik gösterebilen hümanist ve milliyetçi söylem tercihleridir. Anlatıcılar, mübadelenin beşerî ve vicdanî yönü karşısında öteki ni de kucaklayan insani bir söylem geliştirmişlerdir. Bu bakış açısının yansımaları özellikle yakın komşuluk ilişkileri ile aşk ve evlilik bahislerinde daha belirgin görülür. Dinden söz edilen bölümlerde kısmen, çetecilik faaliyetlerinde ise milliyetçi bir söylem ağırlık kazanır. Türkler ve Rumlar arasındaki etkileşimin yoğunlaştığı söz konusu dört başlık hakkında (komşuluk ilişkileri, aşk ve evlilik, dinî yaşam alanı ve çetecilik) öne çıkan tespitlerimizi şu şekilde özetleyebiliriz: Komşuluk ilişkileri: Yüzyılların oluşturduğu ortak ya-
166 166 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI şam kültürüne bağlı olarak birbirlerine karşı son derece saygılı ve hoşgörülü komşuluk ilişkileri geliştiren iki toplum, mübadeleye giden süreçte ve mübadele sırasında bu kadim ilişkiyi bozmazlar. Ufak tefek taşkınlıklar görülse de bunlar genel insani yaklaşımı bozacak nitelikte değildir. Dolayısıyla iki toplumun en güçlü ve hoşgörülü karşılaşma alanı komşuluk ilişkileri olarak görülmektedir. Aşk ve evlilik: İki toplum arasında romanlara yansıyan bir kız alıp verme durumu söz konusu değildir. Taraflar çok iyi komşular olsalar dahi din temelli ayrışma gereği böyle bir ilişkiye sıcak bakmazlar. Ancak hemen her romanda en az bir Rum ile Türk ün toplum tarafından kabul görmeyen ilişkilerine şahit olunur. Toplumun onaylamadığı bu ilişkinin tarafları çoğu zaman aşklarını toplum baskısına ya da daha ağır basan milliyet/vatan duygusuna feda etmek zorunda kalırlar. İstenmeyen aşkın tarafları genellikle içinde bulundukları duygusal yoğunluk nedeniyle mübadeleyi ve mübadeleyi gerektiren sebepleri anlamsız görme eğilimi içine girer. Din, din adamları, kültürel değerler: Mübadelenin tek ölçüsü olan ve iki toplumu çok belirgin çizgilerle birbirinden ayıran din olgusu, mübadele romanlarında yeterince işlenmiş bir mesele olarak karşımıza çıkmaz. Tıpkı aşk ve evlilik gibi iki toplum arasında doğal sınır olan din olgusu, kimi kahramanların zihninde aşırı romantik bir yaklaşımla basite indirgenir. Din değiştirme motifi çoğunlukla Rum kadınlar için bir gönül macerası sonucunda görülürken Türk ve Rum erkekleri söz konusu olduğunda imkânsız bir durum olarak karşımıza çıkar. Türk yazarların Rum kültürüne dair ciddi bir birikime sahip oldukları, Rum kültürüne dair unsurların romanlarda bolca yansıtılmasından anlaşılmaktadır. Ancak, yazarların Türklere ait kültürel değerleri işleme konusunda çok daha başarılı oldukları görülür.
167 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 167 Çeteler ve çetecilik faaliyetleri: Çeteler ve çetecilik faaliyetleri bütün mübadele romanlarında değişmeyen bir motif olarak karşımıza çıkar. Mübadeleden çok önce kamu otoritesinin zayıflaması ile ortaya çıkan çeteler ve çetecilik faaliyetleri mübadillerin en önemli problemi ve roman kurgularının ise en yaygın gerilim alanı olarak görülmektedir. Mübadele romanlarının en vahşi sahnelerinde çeteciler değişmeyen unsurdur. Mübadele romanlarında çeteciler romanların iki milletli şahıs kadrosu içinde ayrı bir yerde konumlandırılır. Sıradan roman kişileri kentlerde ve köylerde yaşarlar, çeteciler ise dağlardadır ve genellikle geceleri faaliyette bulunurlar. Anlatıcının belki de bilinçaltından kaynaklanan bir nedenle çeteciler toplum hayatının dışında resmedilir. Gerek Türkler arasındaki ve gerekse Rumlar arasındaki çeteciler, yerleşik ahaliden ayrı tutulur. Roman kişilerini çeteciler ve çeteci olmayanlar şeklinde bir tasnife tâbi kılan bu yaklaşım, çetecileri dahi kendi içinde ikiye ayırmaktadır. Bu bağlamda bazı romanlarda çetecilik ve eşkıyalık arasında bir ayrım gözetilerek çetecilik daha olumlu bir çerçevede çizilmeye çalışılsa da bu yaklaşımın kendi içinde çelişkileri olduğu görülmektedir.
169 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 169 Ek-1: Çalışmada Kullanılan Romanların Özetleri Suyun Öte Yanı 48 Feride Çiçekoğlu nun, ilk baskısı 1992 yılında yapılan Suyun Öte Yanı isimli eseri 1990 dan sonra mübadele konusunu ana tema olarak ele alan ilk roman olarak kabul edilir. 49 Romandaki olay örgüsü ana hatlarıyla şu şekildedir: 12 Eylül 1980 darbesinden sonra siyasi görüşleri nedeniyle mahkûm olan Ertan, bir buçuk yıllık mahkûmiyetten sonra serbest bırakılır. 1982 yılının Temmuz ayında eşi Nihal le birlikte Ayvalık a gider. Ayvalık ta iskelede beklerken çevresini ve insanları gözler. Ertan çevresinde gördüklerini zaman zaman hapishane hayatı ile ilişkilendirse de hapishane düşüncesinden çabucak sıyrılmaya çalışır. Servis açıyor bir garson, akşam yemeği hazırlığı. Akşam yemeği, ahtapot salatası, adabeyi buğulama ve mutlaka rakıdır buralarda. Günbatımından hayli sonra. Güneş batmadan nohut ve bulgur karavanası -değil! Tahta kaşıkları diziyorlardır koğuşta şimdi. Düşünmemeliyim. (Suyun Öte Yanı: s. 9) Vapurla Ayvalık tan Cunda Adası na giderken yazar-anlatıcı çevre gözlemlerine devam eder. Cunda Adası na geldiklerinde ise bu sefer Nihal, gazetecilik eğitiminin ve radyo programcılığının verdiği gözlem alışkanlığı 48 Feride ÇİÇEKOĞLU, Suyun Öte Yanı, Can Yay., İstanbul 2003, 97 s. 49 Herkül MİLLAS, Türk ve Yunan Romanlarında Öteki ve Kimlik, İletişim Yayınları, İstanbul 2005, s. 432. Bu bilgi, mübadele romanları hakkında sonradan yapılan çalışmalarda tekrar verilmiştir: Yunus AYATA, Türk Romanında Nüfus Mübadelesi Sorunu ve Bir Mübadele Romanı Olarak Mor Kaftanlı Selânik, C.B.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, Haziran 2015, C. 39, S. 1., s. 34., Harun DOĞRUYOL, 1990 Sonrası Türk Romanında Türk- Yunan Mübadelesi, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Manisa 2016, s. 70.
170 170 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI ile Cunda Adası ndaki sokakları ve evleri ayrıntılı biçimde tasvir eder. Nihal Cunda Adası nın evlerine bakarken aklından şunları geçirir: Tarihini ilk anda ele vermeyen bir yer burası, belli. Çok şeyler görmüş geçirmiş, biraz küskün. Bu küskünlük yabancı değil bana. Evlerinden koparılan insanlar kadar, insanları koparılan evler de küser biraz yaşama. Nenemlerin Selânik teki evi de böyle kalmış olmalı, yeni iskân edilenlere karşın içine dönük, suskun. (Suyun Öte Yanı: s. 10) Nihal, bu sözlerden sonra şuur akışı ile çocukluğuna giderek 6-7 Eylül olaylarında İstanbul u terk eden Rum komşularını hatırlar. Ertan ve Nihal, Cunda sokaklarında gezerken bir pansiyona rast gelirler. Pansiyon un işletmecisi, konuşmasından bir göçmen olduğu anlaşılan Sıdıka Hanım dır. Pansiyonda sadece pencereleri parmaklıklı bir oda boştur. Ertan a hapishane günlerini hatırlatma riskine rağmen bu odayı tutarlar. Nihal, o gece rüyasında Rum komşularını ve bir Girit göçmeni olan ninesini görür. Ertan henüz uyurken Nihal sabah erkenden kalkıp Sıdıka Hanım la bir mülakat yapar. Nihal in de göçmen bir ailenin torunu olması ikili arasındaki diyalogun kısa sürede güçlenmesini sağlar. Sıdıka Hanım, mübadele sürecini ve Cunda ya gelip yerleşmesini uzun uzun anlatır. Bu sırada Nihal in gözüne 1966 baskılı Yunanca Odysseia kitabı ilişir. Kitap, Yunanistan daki Albaylar Darbesi nden kaçarak 1974 te Türkiye ye sığınmış ve bir müddet pansiyonda misafir olarak bulunmuş bir avukata aittir. Anlatılanlara göre avukat, orada bulunduğu süre içinde her sabah Cunda Adası nın Midilli yi gören tarafından memleketini seyretmeye giden sessiz sakin bir insandır. Aynı gün Nihal ve Ertan adadaki Taksiyarhis Kilisesi ni görmeye giderler. Rumlardan kalma kilisenin tahrip edilmiş olması Nihal ve Ertan ı üzer. Kilisenin yanındaki evin önünde boynunda şişkince kese bulunan ihtiyar bir kadın
171 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 171 oturmaktadır. Hiç konuşmayan bu ihtiyar kadının çamaşır asmaya çıkan gelini, kilisenin yakın geçmişteki durumu hakkında bilgiler verir. Kayınvalidesinin boynundaki şişkince kesenin içinde ise Girit toprağı olduğunu, doktorlara bile dokundurtmadığını ifade eder. Nihal ve Ertan, ertesi gün bir taksi ile tıpkı Yunan avukat gibi adanın arkasına Midilli yi seyretmeye giderlerken taksicinin de Midilli göçmeni olduğunu öğrenirler. Konuşkan taksici, babasının sürekli kendisinden Midilli de açan avunya çiçeği istediğini, gittiği her yerde bu çiçeği aradığını ancak babası öldükten sonra çiçeği bulabildiğini, annesinin çiçeği koklayıp koklayıp Baban koklayamadan gitti. diyerek ağladığını anlatır. Annesinin ara sıra Yunanistan daki komşularını arayarak hasret giderdiğini fakat 1980 darbesi ile postanede Rumca konuşması yasaklandığı için komşularını arayamaz olduğunu nakleder. Taksici; Yunan avukatı da kendisinin adanın arka tarafına getirdiğini, hatta avukatın Arap Mustafa isminde münzevi hayat süren bir mübadil ile dostluk kurduğunu anlatır. Arap Mustafa yı merak eden Nihal ve Ertan, onunla tanışmak için taksiyi durdurup kulübeye yönelirler. Kulübeye vardıklarında kulübenin boş olduğunu görürler. Ertesi gün Nihal, Sıdıka Hanım a Arap Mustafa dan söz edince Sıdıka Hanım ın yüzünde bir seğirme olduğunu fark eder. Sıdıka Hanım, Arap Mustafa nın Yunanistan dan zorla gemiye bindirildiğini ve lavtasının kırıldığını, Türkiye ye baygın hâlde getirildiğini anlatır. Nihal sonradan Arap Mustafa nın Sıdıka Hanım la Girit te sözlü olduğunu öğrenir. Türkiye ye geldikten sonra Sıdıka Hanım ın babası Mehmet Ali Bey in zenginliğine tamah ederek kızını onunla evlendirmiştir. Romanın ikinci bölümü büyük oranda Ertan ın bakış açısıyla aktarılır. Aradan beş yıl geçmiş ve Ertan la Nihal ayrılmışlardır. Üstelik bir de Nazım isminde çocukları vardır. Ertan, yıllar sonra yeniden Cunda Adası na gelir. Aklında hep Nihal le buraya ilk gelişleri vardır. Sıdıka Ha-
172 172 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI nım ın pansiyonuna gider. Sıdıka Hanım, önce onu hatırlayamaz; fakat resimleri görünce bu çifti hatırlar. Ertan, Kilise ye gidip oradaki Giritli yaşlı kadını tekrar görmek ister. Fakat kadın ölmüş ve kesesindeki Girit toprağı mezarına serpilmiştir. Ertan bir gün Sıdıka Hanım a Arap Mustafa nın yardımı ile yurtdışına gitmek istediğini söyler. Sıdıka Hanım, yıllarca hiç konuşmadığı eski sözlüsü Arap Mustafa yla konuşarak Ertan ı götürmesi konusunda onu ikna eder. Ertan, bir gece gizlice Arap Mustafa nın evine gider. Önde Arap Mustafa, arkada Ertan yumuşak toprağı adımlayarak denize doğru yürürler. Ertan, tıpkı Giritli kadın gibi yurdundan bir avuç toprak alıp saklamak ister. Gözünün önüne bir mezarlık gelir. Mezarın başucunda Nihal ve oğlu Nâzım ı görür. Nihal avucundaki mendilde yer alan bir avuç toprağı mezara serper. Ertan elini cebine, toprak sarılı mendile götürür. Mehtapsız gecede ortalık aydınlanır. Sandalla açılmaya başlayan Ertan ın karşısında bir anda kürekleri gülümseyerek çeken Yunan avukat belirir. Bütün bu hayaller içinde gün doğar ve Arap Mustafa nın motoru bağlı bulunduğu yerde, denizin üstünde öylece durmaktadır. Emanet Çeyiz (Mübadele İnsanları) 50 Kemal Yalçın ın Emanet Çeyiz -Mübadele İnsanlarıisimli eseri mülâkat yöntemi kullanılarak oluşturulmuş bir metindir. Mülakatların dışında kalan ayrıntılı sayılabilecek çevre betimlemeleri ve şuur akışı yöntemiyle oluşturulmuş birtakım bölümler, metni romana yaklaştırmaktadır. Bu özellikleri bir arada düşünerek esere belgesel-roman diyebiliriz. Eserin hem kahramanı hem anlatıcısı olan Kemal Yalçın, yurdun çeşitli yerlerinde felsefe öğretmenliği yaptıktan sonra yayıncılığa başlar. 12 Eylül 1980 darbesi ile Almanya ya gitmek zorunda kalan Yalçın, Almanya da dil öğrenip 50 Kemal YALÇIN, Emanet Çeyiz-Mübadele İnsanları-, Birzamanlar Yayıncılık, İstanbul, 2011, 384 s.
173 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 173 tekrar felsefe öğretmenliğine dönerek yeni bir hayat kurar. Yurda giriş yasağı olması sebebiyle anne babasını 1992 de Almanya ya davet eden yazar, babası ile konuşmaları sırasında çocukken babasından dinlediği Minoğlu nun kızları hakkındaki meseleyi tekrar duymak ister. Babası, Lozan da imzalanan mübadele protokolü sebebiyle Yunanistan a gitmek zorunda kalan Rum komşuları Minoğlu ve kızları hakkındaki meseleyi tekrar anlatır. Bu sırada yazara dedesinin bir vasiyetini hatırlatır. Bu vasiyet bir emanet çeyizin sahiplerine ulaştırılmasıdır. Bu emanet çeyiz Minoğlu nun kızları Sofiya ve Eleni ye aittir. Minoğlu nun karısı Yunanistan a giderken kızlarının çeyizini Kemal Yalçın ın babaannesine emanet etmiştir. Babası bu bilgileri aktardıktan sonra yazara dedesinin vasiyetini yerine getirmesi, Yunanistan a gidip Minoğlu nun kızlarını araması ve bu hikâyeyi yazması yönünde telkinlerde bulunur. Kemal Yalçın, on iki milyonluk Yunanistan da Minoğlu nun kızlarını bulmanın neredeyse imkânsız olacağı yönünde bir ümitsizlik yaşasa da babasının yönlendirmeleri ile Minoğlu nun kızlarını aramaya karar verir. Yunanistan daki ahbapları ile bir telefon görüşmesi yapıp 27 Haziran 1994 te Yunanistan a gider. Denizli deki Türk mübadillerin Grebene, Vraşno ve Kastro dan gelmelerinden hareketle Minoğlu ailesinin de bu bölgeye götürülmüş olabileceği ihtimalini gözeterek ilk araştırmalarını bahsi geçen bölgelerde yapar. Minoğlu nun kızlarını ararken karşılaştığı mübadiller ile görüşüp mübadele sırasında yaşanan birtakım hadiseleri onların ağzından nakleden yazar, üç haftalık arayış neticesinde Minoğlu nun kızlarına ulaşamasa da epeyce mübadele hikâyesi öğrenmiştir. Bu sırada mübadillerin Memleketine gidince bizim geldiğimiz yerleri bir ziyaret et. Oralara bizden selam götür. şeklindeki sözlerinden dolayı içinde Anadolu daki eski Rum köylerini görme arzusu uyanır. Yazarın Türkiye ye giriş yasağı olduğu için bu ziyaret
174 174 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI ancak bir yıl sonra gerçekleşir. Haziran 1995 te Türkiye ye dönen Kemal Yalçın, Yunan mübadillere verdiği sözün gereği olarak Anadolu da onların terk ettikleri toprakları ziyaret etmeye başlar. Bu ziyaretler sırasında Rumların yerlerine yerleştirilmiş olan Türk mübadillerle de görüşmeler yaparak görüşmelerini kayıt altına alır. Denizli Amasya, Samsun, Giresun, Rize, Ayvalık, Cunda Adası boyunca devam eden ziyaretlerde karşılaştığı mübadillere Minoğlu nun kızlarını da sorar. Zira Rum mübadiller daha önce Yunanistan a gönderilmiş ve bir müddet Türk mübadillerle bir arada yaşamışlardır. Ne var ki yazar, Anadolu daki bu mülâkatları esnasında da Minoğlu nun kızlarını tanıyan herhangi bir mübadile rastlayamaz. 6 Nisan 1996 da tekrar Yunanistan a giden yazar daha evvel ziyaret ettiği mübadillerle görüştükten sonra bu kez Veria taraflarında Denizlili Rum mübadillerin izlerini sürmeye başlar. Telefon rehberinden soyadı taramaya varıncaya kadar birçok yolu deneyen yazar, Minoğlu ailesinden hiçbir ize rastlayamaz. Nihayet IONES (Politistiki Estia Mikrasiation Neas İonias: Nea İonia Küçük Asyalılar Kültür Derneği) adında bir dernekten haberdar olunca bu derneğin kayıtlarından hareketle tüm Denizlili mübadillerin listesine ulaşır. Fakat bu listedekilerin tamamı ölmüştür, dolayısıyla bu listeden Minoğlu ailesini tanıyan bir kişiye ulaşmak mümkün değildir. Tam bütün umutlar kaybolmuşken dernek üyelerinden birinin bahsi geçen aileyi tanıdığı haberi gelir. Yohannas Dimitoğlu isimli 1909 doğumlu bir Denizlili mübadilin verdiği adrese giden yazar burada Minoğlu ailesinden Yanni isimli biri ile tanışır. Birkaç kelime dışında Türkçe bilmeyen Yanni den Sofiya nın torunu İrini nin o bölgede yaşadığını öğrenir. Kemal Yalçın, dedesinin emanetini aynı günün akşamında Sofiya nın torunu İrini ye teslim eder. Yazarın Minoğlu nun torunlarını bulmak ve emanetleri ulaştırmak konusunda verdiği mücadele -dolayısıyla anlatmak istediği hikâye- burada sona erer.
175 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 175 Emanet Çeyiz, mülakat yöntemi ile oluşturulduğu için eserde tek bir hikâye yoktur. Okur, Türk ve Rum kırk farklı insanın mübadele hikâyesi ile karşı karşıyadır. Bu hikâyelerden kimisi birkaç sayfa iken kimisi 15-20 sayfaya ulaşır. Hikâyelerin tamamını özetleyebilmek mümkün olmadığı için burada bir Rum ve bir Türk mübadilin hikâyesini vermekle yetineceğiz. Amasyalı Yordanis Ofanidis Yordanis Ofanidis, Kemal Yalçın ile görüşme yaptığında 90 yaşındadır. Kemal Yalçın ın belirttiğine göre mülakat yapıldığı sırada sağlığı, hafızası son derece iyi olan Yordanis in sadece kulakları ağır işitmektedir. İki günlük görüşme toplamda yedi saat sürer. Kemal Yalçın bu görüşmeyi araya çok az girerek, aynen aktarır. Kemal Yalçın, diğer görüşmelerinde olduğu gibi bu görüşmede de Minoğlu nun kızlarını aradığını söyleyerek konuşmaya başlar. Yordanis, Minoğlu nun kızlarını tanımadığını kendi köylerine (Mirsina) Denizli tarafından hiç kimse gelmediğini söyleyerek kendi hikâyesini anlatmaya başlar. Yordanis, Amasya da 1904 te doğar. Komşuları ile kardeş gibi geçinirler. Babası kışın camız boynuzundan dokuma tarakları yazın çömlekler yapan bir zanaatkârdır. Annesi ise Hacı Sava isimli zengin bir adamın kızıdır. Amasya da Hükümet Köprüsünden geçince başlayan Dere Mahallesinde oturmaktadırlar. Yordanis in anlatımına göre o dönemde Amasya nın çoğu Ermeni dir. Yordanis konuşma sırasında komşuları olan Lazlardan öğrendiği türküleri okur. Yordanis in okuduğu türkülerden biri şudur: Sultan Süleyman a kalmayan dünya Bu dağlar yerinden ayrılır bir gün Nice bin senede çürüyen canlar Hakkın emriylen dirilir bir gün.
176 176 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Karşıkı dağlar da karlı dağ olsa Çevre yanı mor sümbüllü bağ olsa Ağa olsa paşa olsa bey olsa Yakasız gömleğe sarılır bir gün. Gökte yıldızların önü terazi Ülker ile aşar gider birazı Yarın mahşerde de sorarlar bizi Hak mizan terazi kurulur bir gün. Yordanis ve ailesi Kiraz ayının (Haziran) yirmi birinde köyün bütün ahalisiyle birlikte seksen doksan araba yola çıkarlar. Nakit paraları olmadığı için değiş tokuş yaparak ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlar. Yordanis, arabadaki tepsileri verip armut aldığını susadıkça da armut yediğini söyler. Turhal a yakın bir yerde Çengel Han a geldiklerinde bir çocuk arabanın tekerleri altında ezilir ve çocuğu dikenlerin içine doğru atarlar. Çengel Han daki kısa bir konaklamadan sonra Turhal a varırlar. Turhal da Hacı Süleyman Efendi isminde birisi: Bu adamlara zahmet etmeyecekseniz. Serbest bırakacaksınız bu adamları. Yollarına gidecekler! diyerek sevkiyatın başındakileri uyarır. Turhal ın ileri gelenlerinden olduğu anlaşılan Hacı Süleyman Efendi: Kahveler, lokantalar gece on ikiye kadar açık kalacak. Sabahleyin herkese yemek verilecek. Parasını ben ödeyeceğim. diyerek Rumların yeme içme masraflarını da üstlenir. Rumların başındaki patrik Mustafa Kemal e telefon eder, Mustafa Kemal de Rumlara ilişilmemesi yönünde kesin talimat verir. Rum mübadiller, Turhal dan sonra Çamlıbel tarafına doğru yola çıkarlar. Yolda yaralı bir adamı arabasına alan Yordanis, adamı Sivas a yakın Yenihan a kadar götürüp hastaneye bırakır. Yenihan dan yola çıkarken başlarındaki zabit öküzler için Rumlara bol miktarda ot bulur. Kervan kısa
177 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 177 bir müddet sonra Söğütlü Han a ve nihayet Sivas a ulaşır. Sivas ta kafileye nezaret eden subay değişir. Yeni gelen subay Yordanislerin evine yıllar önce misafir olmuş biri çıkar. Bundan dolayı Yordanis e ve ahaliye bir yakınlık gösterir. Yordanis bu arada camızlarını bir Kürt köyünde üstüne 15 mecidiye almak suretiyle iki öküz ile değişir. Oradan Darende ye ve ardından Elbistan a varırlar. Elbistan da dokuz gün konaklarlar. Yordanis muhacirliğin çok zor olduğunu, Elbistan da ırmaktan yengeç tutup yediklerini söyler. Ceyhan Nehri nden geçerken bir papazın öküzleri suya kapılır, papazı ve karısını zorlukla kurtarırlar. Çardak köyüne vardıklarında köy ahalisi harman yerine toplanmış Rumları beklemektedir. Rumlar, köy ahalisinin evlerine dağıtılır. Yordan ve annesinin misafir olduğu evin hanımı onlara şu sözleri söyler: Mana biz bekledik bunlar ne millet diye. Bakalım dedik. Baktık ki siz de bizim gibisiniz. Rum denince ne tür adam olduğunuzu bilmiyorduk. (Emanet Çeyiz: s. 56) Çardak taki misafirlikleri 18 ay sürer. Yordanis, bir ara Çardak belediye başkanının evinde kalır. Başkanın hayvanlarına bakar. Yordanis, başkanın akrabaları ile sıkı dostluklar kurar. Onlara domino oyunu yapar ve öğretir. Birlikte ot biçmeye giderler. Başkanın kardeşi Musa Efendi, Yordanis ve arkadaşına kurban eti ikram eder. Zemheri nin birinde emir gelir ve 400-500 kişilik kafile yeniden yollara düşer. Maraş a vardıklarında bir Ermeni kilisesinin mutfağında pişirilen yemekle karınlarını doyururlar. Bu arada hükümet mübadillerin yüklerini götürsün diye katırcılar tutar. Bu nedenle Yordanis elindeki hayvanı 5 mecidiyeye satar. Bu para ile kendisine Maraş çarığı alır. Pazara gidip daha önce hiç görmediği portakallardan alır. Maraş tan Antep e doğru yola çıkan kafile, yolda daha önceden bildikleri fakat hiç görmedikleri pamuk u görünce patlıcan zanneder. Kafile ile Antep ve Kilis e giden Yordanis çevrede gördüklerini uzun uzadıya anlatır. Kilis ten İskenderun a gelen kafile burada Fransız askerler ne-
178 178 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI zaretinde trenlere bindirilerek Halep e gönderilir. Halep te mübadillere kalacak yer bulunamayınca mağaralara yerleşirler. Halep ten tekrar trene binerek bir gün bir gecede Şam a oradan da yine trenle Beyrut a giderler. Beyrut ta Aya Dimitri Kilisesi ndeki kısa süreli misafirlikten sonra limana gelen Kafkas Vapuru ile Yunanistan a doğru yola çıkarlar. Amasya dan Beyrut a dolana dolana iki yıl süren yolculuk nihayet sonlanacak gibi görünmektedir. İşin ilginç yanı mübadiller vatanlarından ayrılışı henüz hissetmeye başlamışladır. Oysa Beyrut da onlar için yabancı bir yerdir. Yordanis bu sahneyi şöyle anlatır: Vapur kalktı! Acı acı düdük öttürdü. El sallamadım. Uğurlayanımız yoktu! Elveda doğduğum toprak, elveda! Ağladım, ağladım. Vapurdakiler, beni vapura çıkaran Ermeni, Amasyalı Rumlar kadın erkek geriye bakıyordu. Gülen yoktu, sevinen yoktu. Beni kim koparıyordu vatanımdan? Bir daha görecek miydik buraları? Bir daha gezecek miydim Amasya da, Hergiz Bahçesi nin oralarda? Neydi bu başımıza gelenler? Sonumuz ne olacak? Yolumuz nereye varacaktı? Gözden kayboluncaya kadar baktım Beyrut a. Anasından ayrılan çocuk gibiydim. Gözüm orda kaldı! Sonra öksüz bir çocuk gibi denizin ortasında yapayalnız kaldım. (Emanet Çeyiz: s. 59) 1923 yılında iki gün bir gece süren yolculuktan sonra mübadiller Pire ye varır. Ayos Gergios Adası nda yakınlarına demir atan vapurdaki yolcular salgın hastalık ihtimaline karşı Pire ye alınmaz. Ayos Gergios ta karantinaya alınan mübadillerin üstündeki bütün elbiseler çıkarılıp kazanlara atılır. Bit vardır diye hepsinin saçları kesilir. Mübadiller, dokuz gün boyunca karantinada kalır. Dokuz gün sonunda nihayet vapur gelir ve 1000 e yakın mübadil tekrar vapura bindirilerek Peleponnes e götürülür. Son derece fakir olan bu kasabada geçinemeyeceklerini anlayan
179 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 179 mübadiller yeni yerler ve işler arama gayretine girerler. Sonra Amasya dan gelen mübadillerin şehirli olanları Selanik e, köylü olanları ise Selanik in Kuplar Köyü ne yerleştirilir. Kastrolu Murtaza Acar, Mustafa Akan, Abdurrahman Akan Murtaza Acar 1909 da Manastır Vilayeti Grebene Kazası Kastro Köyünde doğar. Murtaza Acar 3 yaşına geldiğinde Balkan Harbi başlar. Yunanlılar ve Türkler arasında şiddetli çatışmalar yaşanır. Yunan çetecilerinin en meşhurlarından olan Kaptan Ziku, Kastro Köyü ne gelip ahalinin parasını zorla alır. Ziku Yunan ordusuna katılmak için cephe komutanına şöyle bir mektup yazar: Ben şu kadar para ve şu kadar adamımla yanınızda Türklere karşı savaşmak istiyorum. Eğer geçen dokuz senede yaptıklarımı affederseniz dağlardan inip gelirim yanına; yoksa dağlarda öleceğim. (Emanet Çeyiz: s. 178) Yunan kumandanın olumlu cevabına çok sevinen Ziku yanında daha fazla para götürmek ister. Bu sebeple Murtaza Acar ın köyü olan Kastro ya kasım ayının bir Cuma günü namaz vaktinde gelir. Muhtardan köyün bütün erkeklerini toplamasını ister. Bekçiler namaza gelenlerin dışındaki erkekleri de cami avlusuna toplarlar. Gelenlerin üstlerini aratarak silah, bıçak ne varsa toplattırır. Ve muhtara cepheye yardıma gideceğini söyleyerek para talebinde bulunur. Muhtar, Ziku ya kendi din kardeşlerine karşı kullanılacak silah için para vermeyi doğru bulmadığını söyler. Bunun üzerine Ziku Ulan köpekler! Daha ne duruyorsunuz? Ben sizi buraya niçin getirdim? Ateş serbest! diyerek askerlerine atış emri verir. Yaylım ateşi ile camide bulunan 72 kişi öldürülür. Bu katliamda Murtaza Acar ın babası da öldürülür. Sonra 600 kişinin yaşadığı köy yağmalanır evler ateşe verilir. Rum köylerinden yangını görenler gelip Ziku ve adamlarına lanet ederler. Balkan Harbi nde Osmanlı yenilince Türk köyleri Yu-
180 180 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI nanistan yönetimine girer. Murtaza Acar ve ailesinin yağmadan geriye bir tek öküzleri kalır. Tarlalarını Türklere, Rumlara ortak vererek geçinmeye çalışırlar. 1919 a kadar durum bu şekilde gider. Yunan ordusu İzmir e çıktığında dağlarda yeniden eşkıyalar türer. 1923 te Anadolu dan ilk mübadil kafileleri gelmeye başlar. Yunan hükümeti Türklerin mallarının, hayvanlarının yarısını Rumlara verir. Evlerin yarısına yerleşen Anadolu Rumları genellikle zanaatkâr insanlardır. Hayvancılık bilmedikleri için kendilerine verilen hayvanları kesip kesip yerler. Rumlarla altı ay kadar bir arada yaşayan Türkler bazen ufak tefek anlaşmazlıklar da yaşarlar. Mübadele emri geldiğinde herkes yüküne, parasına göre ikişer üçer katır kiralayıp yollara düşer. Dört gün katır sırtında Grebene, Kozana ve Yanya dan geçip Karaferya ya varırlar. Karaferya dan trenle Selanik e giderler. 15-20 günlük bir bekleyişin ardından vapura binerler. İki gün iki gecede İzmir e gelen mübadiller bir ay kadar da burada kalırlar. İzmir den trenle Denizli yakınındaki Böceli İstasyonu na gelirler. Böceli den Honaz a giderken yolda ölen bebekler olur. Murtaza Acar Honaz a geldiğinde 15 yaşındadır ve Türkçe bilmemektedir. Dört duvardan ibaret evlere yerleştirilen mübadil Türkler ilk yıllarda çok zor şartlarda yaşarlar. Genç yaşlı birçok mübadil kısa sürede vefat eder. Yerli halk, mübadilleri Rumca konuştukları için yetkililere şikâyet eder. Şikâyetler Atatürk e kadar ulaşır. Atatürk: Başka bir yaramazlıkları var mı? diye sorar. Başka bir yaramazlıkları olmadığı cevabını alınca şu yorumu yapar: O hâlde dert etmeyin. Biz sizin evlatlarınıza okullarda dil öğretmeye çalışıyoruz. Bir dil bir insan sayılır. Muhacir halk da zamanla yata kalka Türkçe öğrenir. Burada çoğunluk Türk. Onların torunlarına Rumca soracaksınız, Türkçe cevap verecekler. Korkmayın siz. (Emanet Çeyiz: s. 187)
181 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 181 Mübadiller, Honaz dan İzmir e çalışmaya giderler. 1950 lere doğru ekonomik durumları düzelir. Ancak yerli halkla aralarındaki problemler henüz tam olarak çözülmüş değildir. Köylerinin adını Kastro nun Türkçesi olan Hisar ile değiştirirler. Muhacirler (Bitmeyen Göç) 51 Kendisi de muhacir kökenli bir ailenin çocuğu olan yazar Ali Ezger Özyürek tarafından kaleme alınan Muhacirler romanı, yazarın çevresinde mübadeleyi bizzat yaşamış yaşlılardan dinlediği anıların kronolojik sıra ve kurgusal bütünlük içerisinde birleştirilmesiyle meydana getirilmiş bir anı/romandır. Yazar romanın merkezine yerleştirdiği Turan Dede kişisinin kendi hafızasında edindiği yeri okuyucuyla paylaşarak başladığı anlatımından geriye dönüş tekniği ile Turan Dede nin göçten önce yaşadığı Manastır a bağlı Kayalar ilçesinin İnebosu köyüne dönerek anlatıyı devam ettirir. İnebosu köyü bir Alevi-Türkmen köyüdür ve roman boyunca Turan Dede ile birlikte göçlerine şahitlik edilecek olan köylüler de bu köy ve komşu köylerden Alevi-Bektaşi inancına mensup Balkan Türkleridir. Turan Dede nin doğduğu dönem henüz Balkanlarda huzurun bozulmadığı yıllardır ve bu dönemde bu köylerde Alevî gelenekleri yaşatılır, Rumlarla birlikte kardeşçe yaşanır. Turan Dede nin babası Çoban Muarrem olarak bilinir. Muarrem daha sonra Turan Dede nin Türkiye de doğacak olan torunun ismi olacaktır. Turan, doğduğu topraklarda Osmanlı usulü ile ilk eğitimini almış daha sonra imkânsızlıklardan dolayı eğitimine devam edememiştir. Buna rağmen Osmanlıcayı ve dinî ilimleri iyi biliyor olması Alevi toplumunda alışılmış bir 51 Ali Ezger ÖZYÜREK, Muhacirler (Bitmeyen Göç), Kekeme Yayınları, İstanbul, 2003, 236 s.
182 182 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI durum değildir. Turan ın ağabeyleri Hüsnü ve Latif Osmanlı Devleti nin o dönem savaştığı cephelerde şehit düşmüş askerlerdir. Turan asker olmak istese de ailevi nedenlerle bunu başaramaz. Köyde Gülsüm adında sevdiği bir kız vardır fakat Turan, gelenekler gereği şehit olan abisinin dul kalan eşi Fariz ile evlendirilir. 1912 yılı geldiğinde Turan ın askerlik çağı gelmiştir. Gençlik dönemlerinde Balkanlar karışmaya başlar ve etnik gruplar arasında gerilim artar. Debreli Hasan ve Kuşçu Nasıf gibi tarihî figürler bu dönemde görülür. Askerdeyken onun doğup büyüdüğü yerler Yunan idaresine geçmiştir. Askerlik dönüşü geldiği köyünde ailesini sağ salim bulur. Yunan idaresinde geçen dönemde özellikle 1920 li yılların başında Anadolu da ve Yunanistan da çetecilerin çatışmaları ile birlikte ilk göçler de gerçekleşmeye başlamıştır. Anadolu da Kurtuluş Savaşı nın başladığı yıllarda Balkan Türkleri de tacizlere uğrar; Turan ın ana-babası da bu dönemde ölür. Torunlar Latif, Hüsnü ve Latifin oğlu Muarremdir. 30 Ocak 1923 tarihinde mübadele kararı alınınca Kozana, Kayalar ve Karafere gibi yerlerden artık göç vakti gelmiştir. Köylülerin can güvenlikleri kalmamıştır. Cerelli, Cuma, Haydarlı ve Baraklı köyleri de İnebosu gibi Kayalar ın Alevî köyleriydi ve göç kafilesi bu köylerden oluşuyor, köylüler birlikte hareket ediyorlardı. Yolculuk başladığında, yerleştirme meslek gruplarına ve memleketler arasındaki benzerliğe göre yapıldı. Gülcemal vapuru Selânik ten Türkiye ye mübadil taşıyan vapurlardan en meşhurudur. Turan Dede ve yakınları bu vapurla seyahat ederler. Yol boyunca ölen bebeklerin deniz atılması gibi trajik hadiselere şahit olurlar. Son durak Samsun a gelmeden önce birçok yerde vapurdan ayrılanlar olur. Kayalar sakinleri ağırlıklı olarak Samsun a gelir fakat burada iskan edilebilecekleri bir yer
183 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 183 beğenmeleri kolay olmaz. İlk önce Bafra ve Havza civarına yerleşerek kendi köylerine benzer yer ararlar. Mübadele komisyonu iskanın tamamlanamadığını görünce devreye girerek bir kısım köylüleri Elaziz, Sivas ve Divriği gibi yerlere gönderir. Havza oldukça kozmopolit olan yapısıyla muhacirlerin ilk duraklarından biri olur. Burada tutunmaya çalışan muhacirler zor günler geçirirler. Bir ara muhacirler Latife Hanım la Havza ya bir otele gelen Mustafa Kemal e ulaşmayı başarırlar ve iskan meseleleri konusunda bir imtiyaz elde ederler. Divriği ve Elaziz e yerleştirilen kafileden bir kısmı buralarda tutunamayarak İzmir ve Manisa ile köydeşlerinin bulunduğu Samsun a göçerler. Turan Dede ve ailesinde devlet memuru olan yoktur. Muhacirler için sıfırdan yeni bir hayat kurma mücadelesi başlar. Türkiye ye alışmaya çalışırken bir taraftan da Alevî kimliklerini yaşamakta sıkıntı çekerler. Muhacirler, Demokrat Parti döneminde görülen kısmî rahatlıkla birlikte Menderes in yanında saf tutarlar ve demirkıratçı olurlar. Köylerde pancar ekiminin başlamasıyla muhacir toplumu zenginleşmeye başlar. Zaten çalışkan olan muhacir toplumu artık varlıklı bir hale gelmiştir. Turan Dede nin son göçü ise işleri nedeniyle İstanbul a taşınmak isteyen aile fertlerinin ısrarıyla İstanbul a olur. Turan, bu göçe isteksizdir ve bu yeni yerleştiği şehirde mutsuzdur. 1971 yılında göç ettiği İstanbul da bir süre yaşadıktan sonra burada vefat eder. Cenazesi Havza ya götürülerek orada defnedilir. Roman Bitmeyen Göç alt başlığına uygun bir şekilde Turan Dede nin bir ömür, birçok yere gerçekleşen çileli göç yolculuklarını anlatır. Bu anlatım yapılırken Turan Dede ile birlikte köylüleri de geniş şahıs kadrosuna dâhil
184 184 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI edilerek Balkanların Alevi-Türk toplumu adetleri, gelenek ve görenekleriyle romana taşınmıştır. Anıların başarılı bir şekilde monte edildiği romanda aynı zamanda tarihî bilgiler, önemli tarih kaynaklarından alıntı ile verilmiştir. Aynı zamanda çevreden derlenen anıların kurgulaştırılmasında zaman sırası gözetilerek 1900 lü yılların başında Manastır da başlatılan hikâye 1970 li yıllarda Havza da sona erdirilmiştir. Yazar zaman zaman anlatıya müdahale ederken kendisinin de bir muhacir olduğunu hissettirmiş ve muhacir toplumunun genel karakteristiğini vermeye çalışmıştır. Kritimu (Girit im Benim) 52 Kritimu romanı Sabâ Altınsay ın kendi aile tarihinden yararlanarak oluşturduğu bir eserdir. Yazar romanının sonsözünde bu durumu, romanın merkezi kişisi İbrahim Yarmakamakis in kendi büyük dedesi olduğunu açıklayarak belirtir. Girit te tek kelime Türkçe bilmeyen, Türk ve Müslüman kültürüne sahip insanların Osmanlı Devleti nin son dönemlerinden itibaren Anadolu ya gerçekleştirdikleri göçleri İbrahim Yarmakamakis adlı roman kahramanı üzerinden anlatan romanda aynı zamanda Girit in eşsiz güzelliği ile adanın Hristiyan ve Müslümanlardan oluşan iki toplumlu yapısı yansıtılır. Kuyumcu Mustafa Efendi nin iki kız ve iki erkek çocuğundan en büyüğü İbrahim dir. İbrahim, babasına çok bağlı olan genç bir delikanlıdır. Bu delikanlıya birçok Giritli Hristiyan kız da duygular besler ama onun gözü nişanlısı Cemile den başkasını görmez. Büyük bir aşkla bağlı olduğu Cemile ile ilk evliliğini gerçekleştiren İbrahim, doğum sırasında ilk göz ağrısı Cemile yi kaybeder ve Azize ismini verdikleri bir kızı olur. 52 Sabâ ALTINSAY, Kritimu (Giritim Benim), Can Yayınları, İstanbul, 2011, 305 s.
185 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 185 Romanın başlarında genç bir delikanlı olan İbrahim in ikinci evliliği ve bu evliliğinden olan çocuklarıyla birlikte ailesi genişler. Romandaki tarihî olaylar ise İbrahim in Girit te Kanavero çarşısındaki dükkânlarının eşiğinde bulup okudukları notla başlar. Bu notta: Düvel-i Erbaa-i Hamiye adına Amiral G. Pottier in Müslüman ahaliye Osmanlı nın askerini çektiğini ve memurların el çektirileceğini bildiren yazısı yer almaktadır. Bu olaydan en çok adadaki kanlı 96 olayları nı da görmüş olan Kuyumcu Mustafa Efendi üzüntü duyar. Nitekim İbrahim büyük bir sevgi ve sadakatle bağlı olduğu babası Mustafa Efendi yi adada baskıların yeni oluşmaya başladığı bu dönemde kaybeder. Girit in Müslüman nüfusu da bünyesinde barındıran Hanya, Kandiye, Resmo gibi şehirlerinin sıklıkla yer aldığı romanda İbrahim in dükkanının da yer aldığı çarşı huzurlu zamanlarda oldukça canlı ve renklidir. Bakkal Halimakis, demirci Trakis, Kahveci Abdala, şekerci İsako, kemençeci Çakali vd. esnaf komşular arasında Hristiyan ve Müslümanlar bir arada resmedilir. Çarşıda özellikle Abdala nın kahvesi, önemli hâdiselerin yaşandığı yerdir. Ada Müslümanlarının uğrak yeri olan bu mekânı işleten kişi Bektaşidir ve herkesçe sevilir. Bir gün kahvede Gromozakis Hasan, İzmir i gidip araştırdığını, Girit e çok benzediğini ve oraya göçmek istediğini dile getirir. Bu sıralarda gerçekleşen ilk göç hareketleri adada romanın sonunda yaşanacak mübadele öncesindeki ferdî göçlerdir. Bu konuda kuyumcu Mustafa Efendi nin İnsanın doğduğu yer ile öldüğü yerin aynı olması ne güzel, aksi de bir o kadar kötü olurdu. sözleri İbrahim de derin izler bırakır. Girit te ölebilecek olsalardı ya, göç sadece gideni değil kalanı da peşinden sürüklüyordu. Romanda Müslüman ahalinin genellikle esnaf ve çiftçi olan fertleri yanında okumuş zümreyi ise gazeteci Hüseyin Aziz Bey ve Doktor Ragıp Efendi temsil etmektedir. Ada-
186 186 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI daki bütün kısıtlı imkânlara rağmen Müslümanlar için gazete çıkarmaya çabalayan Aziz Bey aynı zamanda Osmanlı da yaşanan gelişmelerden ada halkını haberdar eder. Ada halkı Girit in önce Osmanlı dan koparılacağını, sonrasında ada meclisi kurulacağını ve Müslümanların elindeki silahların toplatılacağı gibi haberleri bu gazeteciden ve yayınlarından öğrenir. Kalyoncuzade Hüseyin Aziz Bey : Ey gidi Osmanlı verdi gitti muhtariyeti. Romanda İbrahim in tesiri altında kaldığı bir diğer âkil kişisi, Aziz Bey ile sürekli irtibat halinde görülen Doktor Ragıp Efendi dir. O Müslümanların hastalıklarında yardımlarına koşan kişi olmasının yanında aynı zamanda adanın ilk Müslüman vekillerinden olup önceleri Osmanlı İmparatorluğu sonra da anavatan Türkiye ile ada arasındaki irtibatı sağlayan yegâne kişi olmuştur. Adadaki Müslüman toplumun Hristiyan toplum ile irtibatı oldukça fazladır. Esasen aynı dili konuşuyor olmaları da bu durumda etkilidir. Ancak adanın Hristiyan halkı dünya siyasetinde değişen dengelere bağlı olarak zamanla etkin duruma gelir ve adayı Yunanistan a bağlama düşüncesi ağır basar. Bu bağlamda ilk Girit meclisinde Yunan bayrağının göndere çekilmesini hazmedemeyen az sayıdaki Türk vekil meclisi boykot eder. Siyasi meseleler böyle cereyan ederken ada halkı arasında iki toplum birbiriyle hâlen kaynaşıktır. Cemile nin yakın arkadaşı Hrisula ve büyük bir aşk ile evlendiği Meletyos romandaki bir başka âşık çifttir. Bu çift de tıpkı İbrahim ve Cemile gibi birbirilerine çok bağlıdır. Meletyos adadaki Rumların kendi aralarındaki çatışmalarda öldürülünce Hrisula, İbrahimlere sığınır ve hayata küser. Hrisula nın Cemile ile olan dostluğu ve Müslüman komşularıyla olan iyi ilişkileri roman boyunca devam eder. Her iki taraf Hristiyan ve Müslümanların kutsal günlerinde birbirlerine karşı olan komşuluk görevlerini ihmal etmezler. Hatta roman sonunda adayı terk etmek zorunda kalan İbrahim in, Cemile nin mezarını emanet edeceği kişi yine
187 Hristiyan Hrisula olacaktır. Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 187 İbrahim, Cemile nin Azize yi doğurduğu sıradaki vefatından çok etkilenmiş olsa da aradan geçen uzun zaman ve annesi Azize Hanım ın tazyikiyle, tekrar evliliğe niyet eder. İbrahim, Yüzbaşı Mersin Efendi nin kızı Fatma ile ikinci evliliğini gerçekleştirir. Önceleri onu Cemile gibi sevemeyeceğini düşünse de Fatma ya da giderek bağlanır. Romanda merkezî kişi İbrahim in hikâyesinden ayrılan kısımlarda Hüseyin Aziz Efendi ile Doktor Ragıp Bey in memleket meseleleri etrafında gelişen konuşmalarına şahit olunur. Ragıp Bey in söyledikleri ada Müslümanları için hayırlı haberlere işaret değildir. Adadaki Osmanlı askeri varlığı son bulmakta ve Nizamiyeyi terk eden Osmanlı askerleri üzüntüye sebep olmaktadır. Yine Girit meclisinde azınlık durumunda kalan Müslüman ahalide teşkilatlanma ihtiyacı oluşmuş, bunun için de bir Bektaşi dergâhındaki dedenin öncülüğünde İslam Cemaati Teşkilatı kurulmuştur. İbrahim in ikinci karısı Fatma nın babasını tanıması ve ilk defa gördüğü dedeye manevi anlamda bağlanması da bu sıralarda olmuştur. İbrahim in ikinci eşi Fatma dan Fikriye, Perizat, Halime, İbrahim ve Ali isminde beş çocuğu daha olur. İlk eşinden olan Azize ise artık yetişkin bir kızdır ve Girit ten ayrılmalarına yakın bir zamanda o da evlenir. İbrahim in kızı Azize artık on yaşlarında bir kız çocuğudur ve Fatma ile iyi anlaşırlar. Fatma da tıpkı Azize gibi annesiz büyümüş ve üvey annesiyle hiçbir sorun yaşamamıştır. Romandaki tarihî arka planda önce Balkan Savaşlarını ve sonra da Anadolu da başlatılan Millî Mücadele yi takip etmek mümkündür. Balkan Savaşları döneminde adada Hristiyan çeteciler türemiş ve kanlı olaylar gerçekleştirmişlerdir. İbrahim bu olaylar yaşanırken bir defasında yakalanıp hapse düşmüş; Dr. Ragıp Bey in müdahalesiyle hapisten kurtulmuştur. İbrahim en yakın arkadaşları Piçi-
188 188 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI riko ve Çakali yi bu isyan hareketleri sırasında kaybetmiştir. Giritli Müslümanlar için Anadolu daki Millî Mücadele ümit olmuştur. Yunan Anadolu dan söküldükçe seviniyorlar fakat ada Hristiyanlarının kendilerine olan öfkeleri de o derece artıyordur. Mübadillerden daha önce Anavatan Anadolu ya geçen Doktor Ragıp Bey Millî Mücadele de doktora ihtiyaç olduğu için savaş bölgelerinde görev almakta; bir taraftan da karısını da emanet ettiği dostu İbrahim ile mektuplaşmaktadır. İbrahim adada Müslümanlar için yaşam imkânlarının giderek azaldığını görmektedir. Mübadele kararının da alınmış olması İbrahim ve ailesi için mecburi göçü hazırlar. Doktor Ragıp da bir taraftan mektuplarında İbrahim in bu düşüncesini teşvik etmektedir. İbrahim in mübadele komisyonuna yazılarak göç kararı almasından sonra adadaki veda ziyaretleri başlar. İbrahim in mezar ziyaretlerinde önce Cemile, sonra babası ve diğer çok sevdiği arkadaşlarıyla konuşması, romanda duygu yoğunluğu fazla olan yerler arasındadır. Gezmeye gidiyoruz diye çıkarılan İbrahim in çocuklarının göç yolculuğu sırasındaki soruları ve adadaki son gezintileri de oldukça duygulu sahnelere sebebiyet verir. İskelede görevli duygusuz memurlara rüşvet de verilerek uygun bir gemi bulunur ve göç edilecek yer nihayet ayarlanır. Göçen kafilede Azize ve ailesi, Cemile nin annesi Devran Hanım, Ragıp Bey in hanımı ve diğer ada sakinleri vardır. Adadan ayrılan Müslümanlardan Samsun a gideceklerini öğrenen bir kısmı, Girit e daha çok benzeyen Ayvalık a gönderilmeleri için münakaşa ederler, İbrahim ise yolculuk sonunda Küçükkuyu/Çanakkale ye gidecektir. İbrahim in sevdiklerinin bir bölümünü adada bırakıp hiç bilmedikleri bir yere gemiyle başlayan yolculukları aynı zamanda roman kahramanı Girit Müslümanlarının adaya vedasıdır. Roman boyunca okuyucunun gözünde
189 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 189 yumuşacık iklimi, birbirinden lezzetli zeytinyağlı sebze yemekleri ile tasvir edilen güzel Girit, ada Müslümanlarının deyimiyle Kritimu artık geride kalmıştır. İbrahim in babasının mezarı doğduğu yerdedir ancak kendi mezarı artık adada olamayacaktır. Aynı veda havasını paylaşanların bulunduğu gemide Gritim! Güzel adam benim dizeleriyle başlayan Girit halk şarkısını mırıldanan insanlarla birlikte seyahat edilirken roman sonlandırılır. Romanın sonsözünde yazar, başkahraman İbrahim ve Fatma Yarmakamakis in Türkiye de Altınsay soyadını aldıklarını ve Girit i bir daha hiç görmediklerini söyler. Bu çiftin Türkiye de doğan çocuklarından biri olan yazarın babası Erdoğan Altınsay ve kızı Sabâ Altınsay, 75 yıl sonra adadan getirdikleri toprağı atalarının mezarlarına serperler. Kimlik 53 Ailesini beş yaşında bir trafik kazasında kaybeden Jale nin hayattaki tek yakını olan babaannesinin vefatı onu derinden etkilemiştir. Onun yasını tutan romanın baş kahramanı okuyucuyu hüzünlü bir boğaz ve mevsim tasviri ile karşılamaktadır. Anadolu kökenli bir İstanbul hanımefendisi olan Elvan Hanım ın vefatı sonrası inzivaya çekilen genç ve güzel fotoğrafçı Jale, bu buhran dolu günlerinden en yakın arkadaşı Yasemin in telefonu ile sıyrılır. Yavaş yavaş gündelik hayata geri dönmeye başlayan Jale yi bir taraftan da babaannesinin ruhu yalnız bırakmamaktadır. Çünkü babaannesi hasta yatağında ondan son bir istekte bulunmuştur. Kendi evinde sakladığı bir sandıkta onunla ilgili bazı şeyler olduğunu, vefatından sonra mutlaka bu sandığı açmasını ve içindekilerle ilgilenmesini kendisinden sonraki yegâne varisinden istemektedir. 53 Nurten ERTUL, Kimlik - Osmanlı Topraklarında 700 Yıllık Yaşam ve Köklerimiz-, Nesa Yayın Grubu, İstanbul, 2006, 239 s.
190 190 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Jale bir taraftan babaannesinin bu isteğinden ve uzun yıllar kendisinden saklı tutulan sandıktan uzak durmaya çalışsa da babaannesinin silüeti evinin her yerinde onu takip eder. O bu ikilem içindeyken bir taraftan da Yasemin aracılığıyla yeni insanlar tanımıştır; bunlar Yasemin in erkek arkadaşı Haluk ve Cem dir. Özellikle Cem in Jale ye karşı platonik olarak başlayan aşkı romanın ilerleyen kısımlarında Jale tarafından karşılıksız bırakılmaz. Jale bir taraftan babaannesinin evindeki sandıktan kaçarken bir taraftan da sosyal hayata fena halde dalmıştır. Babaannesinden kalan mirasın devri için gerekli işlemlere başladığında çeşitli hukuki ve toplumsal sorunlar ve çarpıklıklarla karşılaşır. Babaannesinin kiracısı Vahit Aksakal adlı bir zorba, kanunsuz yollarla malın üzerine oturmak istemektedir. Yine babaannesinin emekli aylığını da devlet Jale ye vermeye devam etmektedir. En sonunda sandığı açmaya karar veren Jale, sandıktaki bilgiler ışığında artık kökeni ile ilgili olarak son derece bilgi sahibidir. Babaannesi Elvan Karaman Müslümanlığı seçen Karamanlı Türklerindendir. Jale nin bu tarihî günlükler ve mektuplar arasındaki seyahati devam ederken gündelik yaşamına dair de geçişler vardır romanda. Sandıktan sıyrılıp normal yaşamına döndüğü bu zamanlarda arkadaşı Yasemin ile erkek arkadaşı Cem onu İstanbul un eğlence merkezlerine sürüklemektedir. Ne var ki Jale sır dolu odanın ve sandığın girdabına bir kere yakalanmıştır ve kendini bu merak duygusundan kurtaramayarak tekrar sandığa döner. Sandıktaki mektuplarda, Jale nin aile büyükleri İspir in ve Yordan ın çocukları ve onların çocuklarının acı dolu öyküsü sürükleyici bir şekilde devam etmektedir. Yordan liderliğinde İslamiyet i seçen Karamanlı Türkleri için sorun yoktur onlar Anadolu daki kendi topraklarında eskisi gibi dinlerini değiştirmiş biçimde yaşamaya devam etmektedir-
191 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 191 ler ancak Hristiyanlık tan dönmeyen Karamanlı Ortodoks Türkleri zor günler beklemektedir. Ve en sonunda Lozan Antlaşmasındaki nüfus mübadelesi kararı İspir in torunları için tam bir yıkım olur ve bu Türkler Ortodoks oldukları gerekçesiyle Yunanistan a göç ettirilir. Romanın sonlarına doğru okuyucu ile paylaşılan mektuplar artık Karamanlı Ortodoks Türklerin yeni topraklardaki anılarını ve zor günlerini içermektedir zira bu Türkler -gâvur- oldukları için anayurtlarından sürülmüşler ve bu yeni topraklarda türkofon olarak nitelendirilmekte ve aşağılanmaktadırlar. Hatta öyle ki mektuplardan birinde bir Karamanlı Ortodoks Türk Anadolu daki kardeşine orada gördükleri eziyetten yakınmakta ve keşke kendi ataları da İslamiyet i seçseydi diye iç geçirmektedir. Bu mektuplardaki öykü devam ederken yine bir geçiş ile birlikte Jale Yasemin, Haluk ve Cem den oluşan arkadaş hayatına geri döner. Sandıktan çıkan bilgiler Jale nin başını döndürmüştür. Kimliği hakkında derin bilgilere ulaşan Jale soluğu atalarının yaşadığı Kapadokya da alır ve buralardaki ibadethaneleri gezer. Kimliği hakkında artık derinlemesine bilgi sahibi olan Jale bir gün bu gerçekleri ve kimliğini arkadaşlarına açıklamak ister. Tuzla da bir balık restoranında gerçekleşen açıklama sonrasında Jale yi hayal kırıklığına uğratan gelişmeler olur. Haluk bu bilgilere doğrudan tepki gösterir, Cem bir arkeolog olmasına rağmen suskun kalmayı tercih eder, Yasemin ise bu meselenin kapanmasını ister. Bu durum Jale yi incitir ve yanlarından ayrılır. Bundan sonra Jale araştırmalarına devam kararı alır ve arkadaşlarının yanından ayrıldıktan sonra başlayan ezanın sesini daha iyi duyabilmek için otomobilinin camını açar ve huşu içinde ezanı dinlerken roman son bulur.* 54 * Bu özet, künyesi verilen şu çalışmamızdan alıntılanmıştır: Atıf AKGÜN, Can ŞEN, Popüler Tarihî Bir Romanın Kimlik i, Edebiyat Bahçesi Dergisi, S.1, 2008.
192 192 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Mübadiller 55 Mübadil bir ailenin ferdi olan Yılmaz Gürbüz ün on dört bölümden oluşan Mübadiller isimli romanı, Üsküplerli bir bey ailesinin II. Meşrutiyet in ilanı (1908) ile başlayıp 1925 e kadar devam eden on yedi yıllık hayatını merkeze alır. Romanda, Mübadele ile Anadolu ya gelmek zorunda kalan bu ailenin üç kuşaktan temsilcilerinin yanında aile ile bir şekilde temas halinde bulunan birçok kişi vardır. Sırasıyla Salih Bey, Hüseyin Bey ve Halim Bey tarafından temsil olunan bu üç kuşak içinde öne çıkan isim torun Halim Bey dir. Milliyetçi duygulara sahip ve II. Abdülhamid yanlısı olan Salih Bey, torunu Halim Bey i Meşrutiyet in ilanından sonra okumak üzere Selânik e gönderir. Halim Bey, Selânik te dedesinin tüccar ahbabı Sabatayist Yusuf Sami Bey in köşkünde kalır. Daha çok azınlıkların okuduğu Frerler Mektebine giden Halim Bey, burada azınlık çocuklarının dillerinde hürriyet, meşrutiyet sözlerini sıkça duyar. Yusuf Sami Bey in evinde zararlı olduğunu hissettiği toplantılar yaptığına şahit olur. Ancak söylenen sözlerin, yapılan toplantıların mahiyetini ve anlamını tam olarak kavrayabilecek yaşta ve bilinçte değildir. Kendisinden yaşça daha büyük ve oldukça rahat yetişmiş olan evin kızı Mehlika, önceleri küçümsediği bu çekingen gence zamanla yakınlaşmaya başlar. Daha evvel böyle bir kadın yakınlığını hiç tatmamış olan Halim Bey de Mehlika ya ilgi duymaya başlar. Bu yakınlaşma Salih Bey in Selânik teki ahbapları tarafından fark edilince durum Salih Bey e bildirilir. Salih Bey, torununun böyle bir ilişki ile kaybolup gitmesinden korktuğu için derhal Üsküpler e dönmesi için telgraf çeker. İlk telgrafta çeşitli bahaneler bularak dönmek istemeyen Halim Bey, ikinci telgrafla birlikte dönmek zorunda kalır. Üsküpler e dönen Halim Bey, bir kez daha haylazlık yapmaması konusunda öğütler alarak bu sefer savcı olan amcası Mehmet Bey in yanına -Manastır İdadisi negönderilir. On dört yaşına yeni basmış olan Halim Bey, 55 Yılmaz GÜRBÜZ, Mübadiller, Elips Yay., Ankara 2008, 764 s.
193 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 193 Manastır İdadisine kaydolur ve amcası Mehmet Bey in milliyetçi çevresi ile tanışır. Milliyetçi aydınların çıkardıkları Hüsn ve Şiir dergisinin matbaasına gidip gelmeye başlar. Zamanla cemiyet toplantılarına da katılan Halim Bey in Mehlika ya duyduğu gizli aşkı anlatan şiirleri, milliyetçi aydınlar tarafından beğenilmese de bu ortamda büyük bir insan gibi muamele görmekten hoşlanmaktadır. Bu toplantılarda; Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Kazım Nami, Aka Gündüz, Ali Canip, Akil Bey ve Hamdullah Suphi gibi aydınların cemiyet faaliyetlerindeki yozlaşmalar ve takip edilmesi gereken stratejiler konusundaki fikirleri görülür. Ayrıca tıpkı Selânik teki gibi Manastır da da komitacıların teşekkül ettiği ve bunların zaman zaman köy baskınları yaptıkları anlatılır. Bütün bu hengâme içinde Halim Bey in aklı hâlâ Selânik tedir. Okulun tatil olmasını fırsat bilerek memleketine uğramadan trenle Selânik e Mehlika nın yanına gider. Halim Bey, Yusuf Sami Bey in Alatini Köşkü nün arkasındaki evine varıncaya kadar hayaller kurar. Ancak eve vardığında onu bir sürpriz beklemektedir. Halim Bey i karşılayan evin uşağı, Meliha nın nişanlısı ile alışverişe gittiğini söyler. Halim Bey, üzüntüsünü gizlemeye çalışarak Mehlika nın nişanlısının kimliğini öğrenmek ister. Mehlika nın nişanlısı, Yusuf Sami Bey in tuğla fabrikasına ortak olan Yahudi dönmesi Naim Bey dir. Bir müddet sonra Yusuf Sami Bey ve Mehlika ile nişanlısı eve gelirler. Mehlika, Halim Bey e kırgındır. Aylarca arayıp sormamasından dolayı ona sitem eder. Mehlika nın bu nişandan memnun olmadığı her hâlinden anlaşılmaktadır. Mehlika dan en az yirmi yaş büyük olan nişanlısı Naim Bey ve eski sevgilisi Halim Bey, birbirlerinden pek hazzetmezler. Selânik ve Yusuf Sami Bey in köşkü Halim Bey in bıraktığı gibidir. Komitacılar baskınlar yaparken Yusuf Sami Bey in köşkünde toplanan eşraf da eskiden olduğu gibi zararlı faaliyetlerine devam etmektedir. Halim Bey in Selânik te bulunduğu süre içinde Mehlika nın Halim Bey e kavuşamamaktan kaynaklı hırçınlıkları devam eder.
194 194 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Halim Bey, dedesinin hastalandığından söz eden telgrafı alınca Üsküpler e gitmek üzere bir gece vakti apar topar tren istasyonuna varır. Fakat ıssız tren istasyonunda kim olduğunu göremediği insanların saldırısına uğrar. Onu, Selânik e mal almaya gelen dedesinin tüccar arkadaşları Zülfikar ve Fazlı Ağalar yaralı vaziyette bulurlar. Halim Bey bu olayın dedesi tarafından duyulmamasını ister. Üsküpler e vardığında dedesinin hastalığı meselesinin tamamen bir düzmece olduğu anlaşılır. Maksat biraz havai ve daha çok da hürriyet ve Jön Türk yanlısı bu çocuğu evlendirmektir. Halim Bey, bu kararı çok fazla benimsemese de dedesine itirazı mümkün olmadığı için biraz okumuş bir kızla evlenebileceğini söyler. Halim Bey, on beşine bastığında Zeleniş Beyi nin kızı Zarife ile evlendirilir. Evliliğin üzerinden çok geçmeden Halim Bey le eşi Zarife Hanım Zeleniş Köyü ne ziyarete giderken at arabası devrilir ve Zarife Hanım ölür. Bu sırada Selânik iyiden iyiye karışmıştır. Sürekli protesto gösterileri yaparak hürriyet isteyen azınlıklar, Salih Bey in Selânik teki dükkânlarını da yakar. Rumeli de türeyen komitacılar da Türk köylülerin ekip biçtikleri ürünleri gasp etmeye başlar. Rumeli beylerinin büyük çoğunluğu Sultan Abdülhamid in tahttan indirilmesini büyük bir felaket olarak görmektedirler. Onu tahttan indirenlerin masonlar ve azınlıklar tarafından kandırıldıklarına inanmaktadırlar. Hürriyet, adalet, eşitlik gibi kavramların imparatorluğu yok edeceğine inanırlar. Salih Bey, Abdülhamid Han a bağlılığını ve sevgisini göstermek için ona bir hediye yollamayı düşünür. Hediyeleri götürecek kişi ise Halim Bey dir. Halim Bey, muhafızların böyle bir işe asla izin vermeyeceklerini söylese de babasının ve dedesinin hatırını kıramayarak işi kabul eder. Halim Bey, Mehlikaların köşkünün hemen arkasında bulunan Abdülhamid in esir tutulduğu Alatini Köşkü nü çok iyi bilir. Bir araba dolusu hediye ile Alatini Köşkü ne doğru yol alırken zihninde Mehlikaların evinde tanıdığı İttihatçıların adını kullanmadan hediyeleri
195 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 195 sahibine ulaştırmak fikri vardır. Köşkün girişine yaklaştığı sırada iki muhafız arabanın önüne dikilerek girişin yasak olduğunu söyler. Köşkün güvenliğinden sorumlu çavuşa sultan için bal, tereyağı, ceviz, badem; hanım sultanlar için de el dokuması ipekliler getirdiğini söyleyen Halim Bey, çavuşun sert bir çıkışı ile karşılaşır. Ordu komutanı Hâdî Paşa dan selam getirsen almayız. diyen çavuşa Hâdî Bey e müracaat ettiğini söyler. Ancak Hâdî Bey in kendisini köşk komutanı Hüsnü Paşa ya yönlendirdiğini söyler. Bu uyanıkça hamleden sonra çavuş biraz yumuşar. Bu sırada gürültüyü duyan Ali Fethi Bey dışarı çıkar. Çocuğun masumiyetinden hoşlandığını gösteren birtakım sözlerden sonra aracın içeri alınarak hediyelerin boşaltılmasını emreder. Bu haber, Rumeli de dilden dile dolaşarak bir efsane hâline gelir. Salih Bey in şöhreti artmakla birlikte bu hareketi nedeniyle hükümet yetkilileri tarafından günlerce sorgulanır. İlk eşinin ölümünden sonra iyice durgunlaşıp içine kapanan Halim Bey, yine dedesinin yönlendirmesi ile bu kez Çalcılar Beyi Nasuh Ağa nın kızı Emine ile ikinci evliliğini yapar. Bu sırada yeni padişah Sultan Reşat ın Arnavutların gönlünü almak için bölgeyi ziyaret edeceği haberi gelir. Salih Bey, her ne kadar İttihatçıların siyasetini beğenmese de hem yeni padişaha destek olmak hem de Türk varlığını göstermek için padişahı güzel bir törenle karşılamak gerektiğini söyler. Rumelililer Sultan devlet demektir düşüncesi ile yaklaşık iki saat uzakta bulunan Karaferye tren istasyonunda Sultan Reşat ı büyük bir coşku ile karşılarlar. Ancak bu ziyaretten sonra da Balkanlar da durum değişmez hatta Türkler üzerindeki baskı gün geçtikçe artar. Balkanlarda küçük çaplı da olsa göçler başlar. Göçmenlerden birisi de Karaferyeli Mürsel Ağa dır. Mürsel Ağa çiftliğindeki samanlığı hayvanları ile birlikte yakıldıktan sonra Selânik in daha emniyetli olacağı düşüncesi ile Selânik e göçer. Selânik te Mustafa Kemal ile tanışır. Henüz genç bir subay olan Mustafa Kemal, Mürsel Bey e genç subaylar olarak hadiselerden rahatsız olduklarını, yakın bir gelecekte mevcut
196 196 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI durumun değişeceğini ifade eder. İttihat Terakki nin siyasi hatalarından söz eder. Eli silah tutan bütün gençler askere alınınca Salih Bey in çiftliğinde ne kâhya ne hizmetkâr ne değirmenci kalır. Çiftlik işlerini kendi başına yapmaya çalışan Halim Bey, Duyun-ı Umumiye tahsildarlarının aldıklarından geri kalan malı Selânik e götürür. Selânik te amcasının oğlu Mürsel Bey in yanına da uğrar. Burada Mustafa Kemal in annesi Zübeyde Hanım ı görür. Mustafa Kemal in Trablusgarp a gönderilmesinden dolayı büyük bir endişe yaşayan Zübeyde Hanım, Mürsel Bey den bilgi almaya gelmiştir. Mürsel Bey devlet ricalinden aldığı bilgilerle Zübeyde Hanım ı teskin eder. Halim Bey, Mehlika yı ziyaret etmeden şehirden ayrılmak istemez. Mehlika, Halim Bey in yeniden evlendiğini duymuştur ve kıskançlık hissi ile alaycı birtakım sözler söyler. Fakat Halim Bey in sert çıkışı ile bu konuyu kapatmak zorunda kalır. Halim Bey Selânik te bir müddet vakit geçirdikten sonra köşkten ayrılarak Üsküpler e döner. Rumeli topraklarında huzursuzluk günden güne artmaktadır. İtalyanlarla yapılan anlaşma sonucu Trablusgarp elden çıkmış, peş peşe gelen siyasi ve askerî başarısızlıklar azınlıkların cesaretini daha da artırmıştır. Bu cesaretin bir sonucu olarak Kayalar, Küçük Matlı gibi Türk beldelerinde yağma ve kundaklamalar başlar. Bu çatışmalarda Halim Bey in ikinci eşi Emine Hanım da karnında bebeğiyle yakılarak öldürülür. Balkan Savaşları sırasında Üçüncü Kolordu Komutanı Kel Tahsin Paşa adeta kaçarcasına ordusunu çekip Selânik e sığınır. Direnmek isteyen küçük gruplar Yunan ın nizami ordusu karşısında ciddi bir varlık gösteremez. Türk ordusunun bozgunundan sonra Sırplar, Bulgarlar, Rumlar sokağa dökülerek çeşitli taşkınlıklar ve nümayişlerle Türkler için hayatı çekilmez hâle getirirler. Halim Bey in dedesi Salih Bey, Yunanlılar Üsküpler e girmeden hemen önce vefat eder. Bu mağlubiyet yaklaşık on bir yıl süren eziyetin baş-
197 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 197 langıcıdır. Rumelililer, I. Dünya Savaşından mağlup çıkan Osmanlı dan da artık ümitlerini büsbütün yitirmişlerdir. Adeta kendi vatanlarında esir konumuna düşmüşlerdir. Tarlaları, bağları, bahçeleri, ürünleri yağma edilmiş, Türk esnaf kalmadığı için her türlü malı Rum esnaftan en az iki misli fiyata almak zorunda kalmışlardır. Hele ki Yunan ın İzmir e çıkışı Rumeli deki Yunanları büsbütün şımartmış, İstanbul u da alacağız. diyerek Türkleri taciz etmeye başlamışlardır. Anadolu da başlayan Millî Mücadele, Rumeli Türkleri arasında bir umut ışığı olur. Rumelili Türkler, Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal in kendilerini de kurtaracağını, eski huzurlu günlere yeniden döneceklerini düşünmektedirler. Fakat Anadolu daki mücadele, zafere ulaşmışsa da Rumeli toprakları artık Türklerin elinde değildir. Rumeli de düğünler, bayramlar artık eskisi gibi şenlikli değildir. Halim Bey, bu kargaşa içinde yine ailesinin talebi doğrultusunda Küçük Matlı Beyi Abdurrahman Efendi nin kızı Halide Hanım ile evlenir. Evlendikten yaklaşık yedi ay sonra ise mübadele haberi gelir. Selânik ten ve Kozana dan gelen Mübadele Komisyonu memurlarının yanındaki Yunan jandarmaları Türkleri bir an önce evlerini terk etmeleri için sıkıştırmaya başlar. Türkler henüz yerlerini terk etmeden Anadolu dan Rum mübadil kafileleri gelmeye başlar. Gelenlerin bir kısmı Türklerin evlerine yerleştirilir. Halim Bey in konağında da göç hazırlıkları başlamıştır. Konaktaki bütün eşyayı götürebilmeleri mümkün değildir. Sadece en çok lazım olan eşyaları almak zorundadırlar. Bu hazırlıkların devam ettiği sırada Halim Bey in annesi Selime Hanım yaşananlardan etkilenerek ölür. Mübadillere göre ölen herkes şanslıdır, en azından kendi memleketlerinde bir mezarları olacaktır. Anadolu dan gelen kimi Rumların çetecilik faaliyetlerine başlaması ve Yunan yetkililerin sıkıştırması Türklerin mübadele sürecini hızlandırmıştır. Alabildikleri mallarını arabalara yükleyenler Selânik yoluna dökülür. Emval-i Metruke Komisyonu na Anadolu da karşılığını almak üzere mallarını kaydettir-
198 198 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI mek isteyen Halim Bey ve babası Hüseyin Bey memurun ilgisiz tavırları ile karşılaşır. Yapılan mal tespitinde Yunan hükümetinin mübadele kararından önce el koyduğu taşınmazlar hiç hesaba katılmaz. Türklerin büyük bir kısmı aynı durumdadır. Bir yandan eşyaları toparlamakla uğraşırken bir yandan da komisyona malları kaydettirmeye çalışırlar. Bu koşuşturma esnasında hemen her evde özellikle ihtiyarlardan ölenler olur. Halim Bey in babası, Emeti isimli bir hanımla evlenir. Bu sırada mübadele anlaşmasının din esaslı yapılmasının yanlış olduğunu düşünen Vassilios isimli bir Yunan profesör, Türkler dışındaki Müslüman unsurların din değiştirerek Yunanistan da kalması için mücadele eder. Bu konuda özellikle Müslüman Arnavutları ikna etmek için çok mücadele etmesine rağmen bir sonuç alamaz. Şubat ayı sonlarında göç iyice hızlanır. Serfiçe, Kozana, Kayalar ve Grebene den çıkan yüz binlerce Türk yollara düşmüş; her gün yüzlerce at ve öküz arabası kuzeye gitmeye başlamıştır. Halim Bey Konağı nın sakinleri de komşu köylerden gelecek akrabaları beklemektedir. Halim Bey in genç yaşta dul kalan kız kardeşi Mesrure Hanım; Halide Hanım ın annesi, babası ve ablaları kısa bir süre sonra konağa gelir. Issız konak bir anda üç-dört aileyi birden barındırmaya başlamıştır. Evde hizmetçiler de olmadığı için Halide Hanım hamile olmasına rağmen konağa gelen misafirleri memnun etmek için sürekli koşuşturmaktadır. Ancak babasının evine dönmenin rahatlığını yaşayan görümce Mesrure Hanım, Halide Hanım ın çabasını bir türlü takdir etmez; sürekli iğneleyici laflarla onu rahatsız eder. Nihayet göç vakti gelmiştir. Tursun Bey Camii nde son namaz kılındıktan sonra Halim Bey Konağı sakinleri emektar lando, iki fayton ve on tane yük arabası ile yola çıkar. Landonun içinde kürküne sarılmış vaziyette duran analık Emeti Hanım, hiçbir şeyden memnun olmaz. Sü-
199 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 199 rekli şikayet ederek eski eşinin kendisinin elini sıcak sudan soğuk suya sokturmadığından söz eder. Hüseyin Bey, genç kızlardan daha bakımlı, kürk içinde gurk tavuk gibi kabaran, rastıklı, sürmeli yeni eşine içten içe kızsa da bir şey söyleyemez. Geçtikleri Türk köylerinde büyük bir hüzün havası hâkimdir. Anadolu dan gelen bazı Rum muhacirlerin, çetecilerin ve jandarmaların tacizlerine uğrayarak yollarına devam ederler. Yükleri az olan mübadiller Karaferye den trene binerler. Ancak Halim Bey in ailesi için bu mümkün değildir. Uzun bir yolculuktan sonra nihayet Selânik e gelirler. Selânik Limanı muhacir kafileleri ile doludur. Yunan Gümrüğü ve mübadele memurları Türklere son derece sert davranmakta her türlü eziyeti ve mahrumiyeti reva görmektedir. Arabaları rıhtıma yanaştırmadıkları için mübadiller ağır yükleri omuzlarında taşımak zorunda kalırlar. Yaklaşık bir haftadır vapur bekleyen mübadiller; aç, susuz, uykusuz ve sefil bir vaziyette Selânik Limanı çevresinde yaşamaktadırlar. Hüseyin Bey, Selânik te Mihal Karayannis isimli eski bir tüccar arkadaşına rastlar. Manifatura dükkânı sahibi bu Rum, Hüseyin Bey in ailesini kendi evinde misafir etmek ister. Hüseyin Bey, bu teklifi reddetmek istese de kalacak bir yer bulabilmek mümkün değildir. Bütün oteller doludur ve Hüseyin Bey in teklifi kabul etmekten başka çaresi kalmaz. Geceyi pis, ıslak ve rutubetli rıhtımda geçirmekten kurtulduklarına sevinen Hüseyin Bey in ailesi Rum konağına gelir. Ailesinin rahat bir ortama kavuşmasından memnun olan Halim Bey, vaktini limanda geçirmektedir. Rum mübadilleri getiren Yunan gemilerini gördükçe sabırsızlanıp Türk gemisinin bir türlü gelmeyişine üzülmektedir. Türk hükümetinin mübadilleri kendi gemileri ile taşıma isteği böyle bir gecikmeye sebep olmuştur. Halim Bey, kayınbabası tarafının içler acısı durumuna da üzülmektedir. İki gecedir eşyaların üzerinde uyumak zorunda kalan kayınpederinin ailesine bir türlü kalacak yer bulamaz. Çoğu mübadil, çadırlarda hayvanlarıyla birlikte kalmakta-
200 200 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI dır. Temiz içme suyu olmadığı için ishal ve sıtma tehlikesi kol gezmektedir. Neyse ki Mihal Bey kayınpederinin ailesini de köşküne davet eder. Böylece bütün aileyi emniyete alan Halim Bey psikolojik olarak kısmen rahatlamıştır. Limana gelen Rum mübadillerle dostluk kurup Anadolu hakkında bilgi almaya çalışır. Limanda Osmanlı dan kalma senetler, tapular, beratlar Anadolu da geçersiz, evrakları ben buradaki Yahudilere satabilirim diyerek mübadillerin evraklarını almaya çalışan Naim Bey i görür. Fakir ve saf köylüleri dolandırmaya çalışan Naim Bey i döverek oradan uzaklaştırır. Yaklaşık bir haftalık bekleyişin sonunda nihayet Gülcemal isimli bir Türk gemisi Selânik Limanı ndaki iskeleye yanaşır. Sancak gönderinde ayyıldızlı bayrak dalgalanan bu gemiyi Türkler büyük bir sevinçle karşılar. Halim Bey, otuz kişilik bilet alıp yükleri gemiye taşıtmaya başlar. Tam bu sırada on dört yaşlarında ninesinden başka kimsesi olmayan bir çocuk da sırtında yüklerle gemiye binmeye çalışmaktadır. Vincin taşıdığı bir piyano çocuğun ayağına düşer. Bir kadın Piyanom kırıldı. diye feryat ederken Halim Bey çocuğa yardıma koşar. Çocuğu alıp liman revirine götürür. Sonradan anlaşılır ki Piyanom kırıldı. diye feryat eden kadın Halim Bey in gençlik aşkı Mehlika dır. Çoğu mübadil temel ihtiyaç malzemelerini bile yanlarına alamazken Sabatayist aile fertleri her türlü eşyalarını yanlarına alabildikleri gibi lüks bir kamarada yolculuk yapacaklardır. Mahşeri kalabalıktan feryatlar ve ağıtlar yükselmekte, vapur görevlilerinin sert ihtarları iyice örselenmiş mübadilleri son derece rahatsız etmektedir. Beş asır önce atalarının at sırtında geldikleri yerlere şimdi gemi ile dönmek zorunda kalan mübadillerin büyük bir kısmı denizi ve gemiyi ilk defa gören insanlardır. İki üç metrekarelik odalara yedi sekiz kişi yerleşen mübadillerin sepetleri, bavulları, heybeleri, bohçaları üst üste yığılır. Daha ne olduğunu anlama-
201 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 201 dan gemi kalktığında mübadiller zihinlerinde istikballerine dair binlerce soru işareti ile Selânik i uzaktan seyrederek gözyaşına boğulurlar. Selânik gözden kayboluncaya kadar Halim Bey ve eşi Halide Hanım Selânik i seyrederler. Bu seyir sırasında Halim Bey eşine camilerin ve bölgenin tarihi konusunda uzun uzadıya malumat verir. Yolculuk sırasında Halim Bey in babası rahatsızlanır, eşinin hamileliği de epeyce ağırlaşmıştır. Halim Bey, daha iyi bir kamara bulmak için ikinci kaptanla görüşür. İkinci kaptan onun diğer mübadillerden farklı olduğunu hissederek yakınlık gösterir. Birinci kaptanın en lüks kamarayı Sabatayistlere ayırdığından rüşvet ve torpilin gemide bile devam ettiğinden şikâyet eder. Yolculuk yaklaşık bir haftadır devam etmesine rağmen ufukta kara görünmemiştir. Gemide personel az olduğu için mübadillerin ihtiyaçlarını karşılamak gün geçtikçe zorlaşır. Bu sırada bozuk yumurtadan dolayı ishal olanlar, sağa sola istifra edenler, tuvaletleri kullanmayı bilmeyip orada burada ihtiyaçlarını giderenler nedeniyle gemide iyice ağırlaşan bir koku hâkim olmaya başlar. Otuz dört kişinin sorumluluğunu alan Halim Bey ihtiyaçları karşılamak için sürekli koşuşturmaktadır. Bu sırada gemide ölümler başlar. İlk ölen de Halide nin arkadaşı Raziye nin bebeğidir. Ölenler denize atılır. Daha önce denizaşırı seferlerde ölüme alışmış olan gemi tayfası Bir salladık iki salladık! Alladık pulladık! Denize yolladık! Hoop, Allah rahmet eylesin diye bir mani söyleyerek gayet soğukkanlı biçimde bebeği denize fırlatırlar. Gemi ahalisi için son derece olağanüstü olan bu durum zamanla sıradanlaşır, bu merasimdeki mani çocuklar tarafından söylenmeye başlanır. Ailesi için daha iyi bir yer bulmak isteyen Halim Bey ikinci kez kaptan köşküne gider. Bu sefer niyeti kaptanla görüşmektir. Kaptan köşkünün altındaki küçük salondan sızan ışığı görünce oraya yönelir. Halim Bey kapıyı açıp içeri girdiğinde üç Selânik dönmesi ile kaptanın poker
202 202 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI oynadıklarını görür. Bir müddet sonra içeri Naim Bey ve Mehlika da gelir. Böylece iki eski sevgili aynı gemide yolculuk yaptıklarını öğrenirler. Bu karşılaşmada ikisi de birbirlerine karşı hâlâ güçlü hisler beslediklerini fark ederler. Mehlika, kaptan köşküne gitme bahanesiyle Halim Bey i de yanına alarak odadan çıkar. Halim Bey i kendi kamarasına götürür. Mehlika ve Halim Bey arasında cinsel bir yakınlaşma olur. Mehlika, Halim Bey den kendisiyle evlenmesini ister. Halim Bey odadan çıktıktan sonra bir müddet yaptıklarının pişmanlığını yaşar. Yolculuk uzadıkça yolcular arasında huzursuzluk artar, önceleri kader birliği yaptığını düşünen birbirlerine yardımcı olan insanlar arasında kavgalar baş gösterir. Hastalıklar, ölümler ve doğumlar devam ederken hangi şehre dahi gideceklerini bilmeyen mübadiller büyük bir huzursuzluk yaşamaktadır. Ancak lüks kamaranın sakinleri kendinden emin, her türlü karardan haberdar, İzmir e gideceklerini bilerek rahat bir yolculuk sürmektedirler. Halim Bey, henüz iki-üç yaşında olan bir devletin bu şekilde adam kayırmacılık ve torpille İstanbul a benzediğini düşünür. Selânik te Osmanlı yı yıkmak için toplantılar yapanların yeni devlette bir anda imtiyazlı sınıf hâline gelmelerine şaşırmaktadır. Gemi tam Urla ya yaklaştığı sırada Halim Bey in kayınpederi Abdurrahman Bey de vefat eder. Gemi tayfasının cenazeyi almasından korkan aile ağlamaktan bile imtina eder. Ölüyü İzmir de gömmek için saklarlar. Torunlar dedelerinin öldüğünü kimseye söylememeleri konusunda uyarılır. Halim Bey, kara görününce gemi çalışanlarına rüşvet vererek dört kişinin karaya çıkıp cenazeyi defnetmesi için izin alır. Urla da mübadiller tehaffuzhaneden (karantina) geçtikten sonra Abdurrahman Bey gemiden de görülebilen bir tepeciğe, belirlenen dört kişi tarafından defnedilir. Bu sırada Sabatayistler de Urla dan faytonla İzmir e gitmek üzere gemiden inerler. Cenazeyi defneden Halim Bey le İzmir e
203 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 203 gitmek için gemiden inen Mehlika, liman müdürünün odasında tekrar karşılaşırlar. Mehlika, Halim Bey i İzmir de kalmak konusunda ikna etmeye çalışır. Hatta ikinci eşi olmayı kabul edeceğini de söyler. Ancak Halim Bey ailesine karşı sorumlu olduğunu söyleyerek bu teklifi reddeder. Karantina işlemleri bittikten sonra vapur tekrar hareket eder. Yedi günlük yolculukta gemi artık mahalle gibi olmuştur. Mübadiller arasında dilencilik, hırsızlık ve siyasi tartışmalar başlamış; ölen kişiyle birlikte en sevdiği eşyasını da denize atmak gibi yeni yeni âdetler türemiştir. Gemi Mersin Limanı na yaklaştığında mübadiller yolculuğun bitecek olmasından kaynaklı müthiş bir sevinç yaşarlar. Gülcemal Vapuru demir atıp halatlarla rıhtımdaki babalara bağlanmasına rağmen denizin dalgasından sallanmaktadır. Kalabalığın içinde elindeki mücevher bohçası ve altın çantası ile vapurdan inmeye çalışan üvey anne Bohça düştü! Bohça kayboldu diye feryat etmeye başlar. Fakat kalabalık arasında bohçayı bulmak mümkün olmaz. Jandarmaya başvursalar da jandarma şikâyeti dinlemekten öte bir şey yapmaz. Hüseyin Bey, henüz iki aylık evli olduğu bir kadına bütün altınları, reşatları, guldenleri, napolyonları emanet ettiğine bin pişman olur. Halim Bey kendisinde epeyce altın olduğunu söylese de Hüseyin Bey in üzüntüsünü dindiremez. Kayseri ye iskân edileceklerini öğrenen Halim Bey ve ailesi limandaki işlerini bitirdikten sonra tren istasyonuna giderler. Seyahatin Ulukışla ya kadarki kısmı trenle yapılacak geri kalan kısımda ise araba tutulacaktır. Mübadillerle tıka basa doldurulmuş trene binen Halim Bey ve ailesi çok sürmeden Ulukışla ya varır. Halim Bey dört at arabası tutar ve kafile Niğde ye doğru hareket eder. Üvey anne altınları kaybetmenin mahcubiyetini çabuk üzerinden atmış her fırsatta memnuniyetsizliğini dile getirmektedir. Bor a ulaştıklarında kendilerinden önce gelen kafilenin yerleştirildiği medreseye getirilirler. Hüseyin Bey burada kardeşleri Hasan ve Karanfil Beyleri görür. Erken geldikleri için
204 204 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI onlara kırgın olsa da onları tekrar gördüğü için çok mutlu olur. Fakat bu mutluluk kısa sürer zira Hüseyin Beylerin iskân yeri Kayseri dir. Kafile Bor dan hareket ettikten kısa bir süre sonra Hüseyin Bey vefat eder. Ertesi sabah Halide Hanım doğum yapar, çocuğa Mustafa Kemal ismi verilir. Hüseyin Bey in ölümünü fırsat bilen analık Konya daki akrabalarının yanına gideceğini söyleyerek Halim Beylerden ayrılır. Cenaze, doğum ve Emeti Hanım ın ayrılmasından sonra kafile tekrar yola düşer. Niğde den itibaren başlayan bozkır mübadillerin hayal kırıklığına uğramasına neden olur. İlk gördükleri o yeşil tabiat bir anda âdeta kuru bir çöle dönmüştür. Niğde yi geçip de Hasan Dağı görüldüğünde Erciyes in lav ve tüfleriyle kaplanıp çoraklaşmış arazi daha bir kendini belli eder. İncesu ya vardıklarında iskân müdürü Gülcemal Vapuru yla Mersin Limanı na gelenlerin Kayseri ye gönderilmeyeceklerini; İncesu dan; Boğazlıyan, Yozgat, Tomarza, Melegüp ve Kayseri ye daha sonra dağıtım yapılacağını söyler. Halim Bey in giyim kuşamına bakarak onun zengin olduğunu hisseden herkes ona yardımcı olmaya çalışır. Halim Bey ve ailesi daha önce gelen mübadillerin yerleştirildiği bir kervansaraya yerleştirilir. Ancak bu han odasının da gemiden farkı yoktur birkaç aile aynı odada yaşamak zorunda kalırlar. İncesu nun zenginleri ve gözde memurları içkili toplantılarda, Rumlardan kalacak malları nasıl iç edeceklerini tartışmaktadırlar. İskân müdürü, kanunu bahane ederek gelen mübadillere Rumeli deki malları kadar mal verilmesi gerektiğini söylese de kanun diğerlerinin pek umurunda değildir. Gelen Türklerin gidecek Rumlardan sayıca daha az ve fakir olmalarını gerekçe göstererek kalan malları bir şekilde pay etmeyi planlamaktadırlar. Bu ekâbir takımının Halim Bey i fark etmesi çok uzun sürmez. Giyim kuşamı ile diğer mübadillerden ayrılan, Atatürk e benzerliği ile hemen dikkat çeken, paralı olduğu her halinden belli olan
205 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 205 bu adamla yakınlaşmak gerektiğine inanırlar. İyi niyetli ve saf bir yaradılışa sahip olan Halim Bey, İncesu eşrafının kendisine kurdukları tuzaktan haberdar değildir. Halim Bey e iyilik yapma bahanesiyle yaklaşan Velifendi ona evinin karşısındaki Bodos isimli bir Rum un evine taşınmasını teklif eder. Rum aile henüz gitmemiştir ama Velifendi bu işi iskân müdürü ve kaymakama söyleyerek kendisinin halledebileceğini söyler. Bodos un evine gitmek için handan ayrıldıklarında Halim Bey gördükleri karşısında hayrete düşer. Rumeli ile kıyas bile kabul etmeyecek derecede geri olan bu memleketten bir an önce kaçmayı kurar kafasında. Belki biz Kayseri ye iskân ediliriz diye temennisini dile getirecek olsa da Velifendi: İskân müdürü sizin kafilenin iskân yerinin İncesu olduğu söyledi. diyerek Halim Bey in son ümidini de yok eder. Zaten Velifendi nin de Halim Bey i bırakmaya hiç niyeti yoktur. Bu sırada Bodos u görürler. Velifendi adamın altından girip üstünden çıkar ve Halim Bey i kendileriyle birlikte kalmaya ikna eder. Velifendi nin Bu evi Bodoslar gittikten sonra sizin üstünüze yaptırırız. sözü Rumeli nin geniş bahçeli evlerini düşünen Halim Bey i hiç etkilemez. Bodos un evine taşınmaya karar veren Halim Bey, kalabalık ailenin büyük çoğunluğunu handa bırakmak zorunda kalır. Bodos un evindeki ilk karşılaşma kültürel farklılıklardan dolayı biraz şaşkınlık taşısa da iki aile kısa süreli birlikteliklerinde birbirlerine çok alışır. Halide Hanım, Rum aileye alışmışsa da eve bir türlü ısınamaz. Sürekli Üsküpler deki evinden söz ederek Halim Bey den devlet büyüklerine ricada bulunarak daha güzel bir ev talep etmesini ister. Esasında daha güzel Rum evleri vardır. Fakat Zengin Rumların güzel evlerinin mübadillerin eline geçmemesi için Velifendi ve yanındaki birkaç ekâbir yoğun bir mücadele içindedirler. Bu mücadelenin bir ayağı da Türk mübadillerin, bu zengin Rum konaklarını görmemeleri üzerine kuruludur. Halim Bey in yumuşak başlılığı ve saflığı da onların bu planını kolaylaştırmıştır. Halim
206 206 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Bey zaman zaman çevreyi tanımak, Kayseri ye gidip orayı görmek gibi teşebbüslerde bulunsa da para kokusunu alan Velifendi ve yandaşları onu elden kaçırmamak için bin türlü oyun yaparlar. İncesu ya ısındırmak için bağ bahçeleri gezdirmenin yanında her gün içki meclisleri kurarlar. Bu meclislerde içkiye iyice müptela olan Halim Bey eve geç gelmeye, ailesini ihmal etmeye başlar. Halim Bey, ara ara Elimde belgelerim, tapularım var. Aynı değerde mal vermek zorundalar gibi çıkışlar yapsa da sistem onun düşündüğü gibi çalışmamaktadır. Malların birçoğu Türk mübadillerin hakkı henüz verilmeden ya satılmış ya kiralanmıştır. Vasili isimli bir Rum un artık neredeyse hiç iş yapamaz hâle gelmiş dükkânını da Vasili den komisyonlarını almak kaydıyla Halim Bey e otuz altına satın aldırırlar. Günlerce hiçbir müşterinin uğramadığı dükkânda mecburen veresiye satışlar yapılmaya başlanır. Sattığı malların yerine yenisini koyamadığı için bir müddet sonra dükkân bomboş kalır. Bakkaliyeye çevirdiği dükkânı kardeşi Salih e bırakır. Halim Bey, İncesu dan alamadığı malı Kayseri den almak ister. Fakat elindeki bütün tapular babasının üstünedir. Hüseyin Bey in oğlu olduğuna şahit olacak birini bulmak zorundadır. Ancak Kayseri de bulabildiği tek akrabası da Halim Bey için şahitlik yapmaz. Kayseri ye ikinci gidişinde ise mübadillerin tenfiz 56* işleminin kaldırıldığı hepsinin adi iskâna tabi olduğunu öğrenir. Böylece Halim Bey in mallarına karşılık mal alma umudu kalmamıştır. Üsküpler den getirdiği paralar da yavaş yavaş içki ve sefahat âleminde tükenmektedir. Yerleştiği evin altındaki şarap imalathanesinde içki üretmek istese de bu işte de başarılı olamaz. Nüfus hakkı olarak aldığı beş parça araziyi kendisi ekemediği için icara verir. Bu sırada beş yıldır görüşmediği eski sevgilisi Mehlika dan bir mektup alır. Mehlika, mek- * Tenfiz: Yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilâmların Türkiye de icra olunabilmesine yetkili Türk mahkemesi tarafından verilen karar.
207 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 207 tubunda İzmir e gelirse ikinci karısı olmayı kabul edeceğini, onu ne kadar sevdiğini anlatmaktadır. Fakat Halim Bey birçok gelgit yaşasa da karısını, çocuklarını ve Mustafa Kemal in uygar insan tanımını düşünerek mektubu yakar. Mor Kaftanlı Selanik -Bir Mübadele Romanı- 57 Yılmaz Karakoyunlu nun Mor Kaftanlı Selanik isimli romanı, on dokuz ara bölümü bulunan dört ana bölüm ve bir de epilog olmak üzere toplam beş bölümden oluşuyor. Mor Kaftanlı Selanik, Bir Mübadele Romanı ibaresi ile isminden başlayarak okura mübadeleyi merkeze alan bir romanla karşılaşacağını haber verir. Mübadeleyi hemen bütün cepheleriyle ayrıntılı biçimde ele alan eser, isminin hakkını fazlasıyla vermiş. Ancak yazarın meseleyi bütün cepheleriyle ele alma çabası kimi zaman takibi oldukça zor bir olay kurgusu ortaya çıkarmış. Yazar, Türk ve Rum toplumlarının birçok kesiminden insan topluluklarının mübadeleden nasıl etkilendiğini gösterebilmek için oldukça kalabalık bir şahıs kadrosu kullanmış. Siyasetçisinden bürokratına, şehirlisinden köylüsüne, din adamından hayat kadınlarına kadar hayatın her kademesinden kahramanlar mübadelenin trajik sonuçlarından bir şekilde etkilenmiştir. Lozan, Selânik, Atina, Resmo, Drama, Kavala, Ankara, İstanbul, İzmir, Şarköy, Tarlabaşı, Eyüp, Samsun gibi daha çok mekân isimleri kullanılarak oluşturulmuş başlıkların her biri esasında ayrı ayrı hikâyelerdir. Bu hikâyelerdeki olaylar ve kahramanlar arasındaki kesişme oldukça sınırlıdır. Selânik, Ankara ve Lozan başlıkları altında meselenin siyasi boyutları diğer başlıklar altında ise toplumsal boyutu resmedilir. Roman, Mustafa Kemal ile Fikriye Hanım arasında Ankara da geçen bir konuşma ile başlar. Bu konuşma sırasında Mustafa Kemal mareşal ve gazi unvanını aldığını öğrenir. Buradan hareketle olayların başlangıcının 19 Eylül 57 Yılmaz KARAKOYUNLU, Mor Kaftanlı Selânik -Bir Mübadele Romanı-, Doğan Kitap, İstanbul, 2012, 415 s.
208 208 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI 1921 olduğu sonucuna varılmaktadır. Aynı zamanda bu konuşma, eserin tümünde her bir mübadilin derinden hissettiği trajik bir ayrılığın da ilk işaretlerini verir. Bu konuşmada Fikriye Hanım, Selânik ten ayrı düşen Mustafa Kemal i teselli etmeye çalışır. Mustafa Kemal, Selânik teki dağ başlarının insanda hayranlık uyandıran mor ihtişamını özlemle anlatırken Fikriye Hanım Elmadağ a bakın Paşam! Artık Selânik in Mor Kaftanı bu dağların sırtındadır. (Mor Kaftanlı Selânik: s. 16) der. Mustafa Kemal in konuşma sonunda söylediği şu sözler bu teselli çabasının boş olduğunu gösteren önemli bir işarettir: Biliyor musun Fikriye, insan doğduğu yeri özler İşte bu özlemdir ki bizi toprağımıza bağlar. Vatan mahallemizdir, sokağımızdır, evimizin bahçesidir. Penceremizdeki sardunya, sırıktaki domatesimizdir. Oradan hiç ayrılmayı istemeyiz. (Mor Kaftanlı Selanik: s. 17) Romanın ilk bölümünde ağırlıklı olarak Ankara, Atina ve Lozan hattında mübadele antlaşmasının hazırlık ve imzalanma safhaları ele alınmış. Diğer bölümlere göre oldukça ağır ilerleyen bu bölümde Lozan heyetlerinin siyasi manevraları, taraflar arasındaki psikolojik üstünlük kurma çabaları, Ankara ve Atina nın kendi içindeki çatışma ve çekişmeler detaylı biçimde yansıtılır. Fethi Paşa nın bütün itirazlarına rağmen Lozan a gönderilen İsmet Paşa nın Venezilos a karşı siyasi hamleleri dikkat çekicidir. İsmet Paşa ve Venizelos un gerek kendi ülkelerindeki yetkililere hesap verirken gerekse birbirleriyle pazarlıklarında psikolojik tahliller, iç monologlar, kişilik analizleri görülür. İsmet Paşa ve Venezilos dışında kurguya dâhil olan diğer tarihî şahsiyetler Atatürk, Aristidi, Ares ve Kral Konstantin dir. Romandan alıntıladığımız aşağıdaki parça, bu bölümdeki psikolojik gerilimleri göstermesi bakımından önemlidir: Venizelos hırslarını denetleyecek noktadan çok uzaklaşmıştı. İstediği sonuca mutlaka varması gerekiyordu. Köpürmüş bir sabır içinde öyle hırçınlıklar yarat-
209 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 209 mıştı ki bir ara isteklerinin sınırsızlığından kendisi bile korkmaya başladı. Son bir tehdit daha savurarak sonuca varmaya çalıştı.(mor Kaftanlı Selanik: ss. 108-109) Görüşmelerin sonucunda Mübadele Protokolü imzalanır. Ankara ve Atina, protokolün uygulanması için hazırlıklara başlar. İsmet Paşa, bütün gece çalışarak Mübadele Esasları ve Tatbikatı Hakkındaki Nizamname yi hazırlar. Bütün bu siyasi olaylarla eşzamanlı olarak İzmir, Mürefte, Atina gibi şehirlerde kendi hâlinde akıp giden bir hayat resmedilir. Romanda kimi zaman birbiriyle kesişen ama çoğunlukla birbirinden bağımsız onlarca hikâye yer alır. Eserde mübadeleden etkilenen birçok insanın yaşadıkları anlatılmakla birlikte en büyük olay halkası Resmo-İzmir ve Drama-Şarköy arasında yaşanır. Resmo-İzmir Resmo da Musa isimli bir Türk ile evli olan Üzümkız lakaplı Yunan Penelope doğum sırasında hayatını kaybeder. Üzümkız ın ikiz kardeşi olan Vasilisi bu olaydan sonra yıllarca küs kaldığı Musa ile barışır. Bu sırada halk arasında ağızdan ağıza dolaşmaya başlayan mübadele meselesi kendi hâlinde akıp giden bu hayatlarda bir tedirginlik meydana getirir. Resmo da henüz mübadele uygulaması başlamamışken Rumları getiren ilk mübadil gemisi Giresun İzmir den yola çıkar. İzmir de yaşayan Eleni, kocası Philip ile birlikte gemiye biner. Zorlu yolculuk şartlarına dayanamayan Philip, gemide rahatsızlanır ve nihayet ölür. Bu zorlu süreçte Eleni nin tek yardımcısı Anastas isimli bir yolcudur. Girit e gelen kafile bir müddet karantinada bekletildikten sonra iskân mahallerine sevk edilir. Eleni ve Anastas Resmo ya gönderilir. Böylece İzmir den gelen Rum mübadiller ile Türkiye ye gönderilmek istenen Türkler Resmo da karşılaşmış olurlar. Evlerinden hiçbir şey almalarına müsaade edilmeden göçe zorlanan Musa bu du-
210 210 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI ruma isyan eder ve boşalttıkları arazileri kendisine almak isteyen Glafkos a silah doğrultur. Bir aralık silahını indiren Musa, kolcular tarafından vurulur. Yaralı vaziyette kaçarak bir Mevlevi tekkesine sığınır. Köy meydanında kolculara itiraz eden bir çocuk da çırılçıplak soyularak çarmıha gerilir. Bu duruma itiraz eden Anastas, kolcubaşını esir alır. Olay yerine intikal eden jandarma birliği kolcuları tutuklar. Sükûnetin sağlanmasının ardından mübadil Türkler, Rumları getiren Giresun gemisine bindirilerek Türkiye ye gönderilir. Türkler gittikten sonra İzmir den gelen mübadil Rumlara arazi verilerek orada ikâmetleri sağlanır. Anastas, Eleni ve Eleni nin evlatlığı Parios yeni yurtlarında beraber yaşarlar. Üstelik Türklerin arazilerini ellerinden almak isteyen Glafkos da onların komşuları olmuştur. Parios un okul zamanı geldiğinde Girit in yerli çocukları Parios a ve diğer mübadillere çeşitli zorluklar çıkarırlar. Mübadillerin gelişinden sonra epeyce değişen Glafkos yerli ahali ile konuşarak bu sorunun çözümüne yardımcı olur. Romanın sonundaki epilog bölümünden öğrendiğimize göre Parios devlet bursuyla Atina da hukuk okur. Okulu bitirdikten sonra mahkeme kararı ile Anastas ve Eleni nin oğlu olarak nüfusa kaydedilir. Selanik Birinci İstinaf Mahkemesi hâkimliğine tayin olur. Manisa mübadillerinden Zaharis in üvey kızı ile evlenir ve ikiz çocukları olur. Drama-Şarköy Resmo-İzmir hattında yaşananlarla eş zamanlı olarak Drama-Şarköy hattında başka bir hikâye yaşanmaktadır. Drama da da mübadele meselesi halk arasında duyulmuş ve büyük bir tedirginlik yaşanmaya başlamıştır. Bu acı haberin etkisi ile bölgenin kanaat önderlerinden olan Hasan Hoca ile yıllardır küs olduğu Sokratis barışır. Hasan Hoca, Sokratis e bir Kur an hediye eder. Mübadeleyi fırsat bilerek Türklere zulmetmek isteyen Yorgo, jandarma olarak asker-
211 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 211 lerin arasına katılır. Üstelik bir müfrezenin de komutanı olmuştur. Sokratis in evindeki Kuran-ı Kerim i bulup onu döven Yorgo, bu kitabı Hasan Hoca nın hediye ettiğini düşünerek onun evini de basar. Hasan Hoca nın eşi Dilşat Hanım elindeki mavzeri ateşleyerek Yorgo ya teslim olmasını söyler. Çaresiz teslim olan Yorgo, Sokratis tarafından çırılçıplak soyularak teşhir edilir. Ertesi gün sabah ezanın sesini duyamayan Müslümanlar camiye gittiklerinde caminin kapısına kilit vurulmuş olduğunu görürler. Müslümanlar kilidi kırarak ezanlarını okuyup namazlarını kılarlar. Bir gün önce çırılçıplak soyularak teşhir edilmiş olan Yorgo intikam almak için ertesi gün yola çıkan Türk mübadil kafilesini yağmur altında bekletir. Bu işkenceye dayanamayan Sokratis, silahıyla Yorgo ve adamlarını uzaklaştırarak Türkleri kiliseye alır. Nihayet yola çıkan kafile, Yorgo nun bütün engellemelerine rağmen Dedeağaç tren istasyonuna ulaşır. Türk kafile, zorlu bir yolculuktan sonra Dedeağaç tren istasyonuna ulaştığında Şarköy den ayrılan Rum kafile de tren istasyonuna ulaşmıştır. İki mübadil grup arasında çok kısa süreli bir temas yaşanır. Drama dan gelen Türk kafile Bafra ve Alaçam bölgesine yerleştirilir. Bu kafilenin içinde gelen Sofia, Müslüman olup Halil le evlenerek Safiye adını alır. Romanın bundan sonrasını yine epilog bölümünden takip edeceğiz. Burada verilen bilgiye göre Halil ve Sofia Alaçam da kalmayıp ilk fırsatta İstanbul a giderler. Halil Unkapanı nın en büyük tahin tüccarı olur. İşin ilginç yanı Halil, Müslüman olan Safiye nin her pazar kiliseye gitmesine izin verir. Yazar Safiye yi iyi anne, iyi komşu ve iyi Hristiyan olarak tanımlar. Sokratis papaz ölünce kiliseye yerleşir. Pazar ayinlerini o yönetir. Akşamları Hasan Hoca nın emanet ettiği Kuran-ı Kerim i okur. Yorgo bir gece kumar masasında vurulur. Romanda bu iki ana hikâyenin dışında Şuayip Efendi ile genelevde çalışan Dora arasında bir aşk hikâyesi vardır. İstanbul da Stavrula isimli bir Rum un kızı olan Dora ya âşık olan nezarethane bekçisi Şuayip Efendi, Dora ile evlenir.
212 212 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Mübadele maddelerinde yapılan değişiklikle hayat kadınları mübadil olarak gönderilmezler. Şuayip Efendi Dora ile Alaçam a gider ve köy bekçisi olarak hayatını devam ettirir. Kızının peşine düşen genelev işletmecisi Stravula kızını bulsa da Şuayip Efendi den korktuğu için onu alamaz. Çalı Harmanı 58 Samsunlu bir mübadil ailenin ferdi olan yazar Akın Üner in Çalı Harmanı romanı bünyesinde iki ayrı hikâyeyi ya da anlatıyı barındıran bir mübadele romanıdır. 120 kısa bölümden oluşan romanda Samsun dan Yunanistan a yerleşen Samsunlu Rumlar ile Yunanistan dan gelerek Türkiye ye yerleşen Selânikli Türklerin hikâyesi birbirine temas etmeyen iki ayrı hikâye olarak verilir. Bir bölümde Türklerin göç hikâyesi anlatılırken diğer bölümde Rumların göç hikâyesine odaklanılmaktadır. Bu çift yönlü göç hareketinin tarafları olan milletler, iki farklı hikâye ile tek romanda birleştirilmiş ancak olay örgüleri kurgusal anlamda da birleştirilmemiştir. Bu bağlamda romandaki iki farklı olay örgüsünü ve özetini verirken, iki başlık altında incelemeyi uygun buluyoruz. Selânik ten Türkiye ye Romanın ilk bölümüyle başlayan anlatı, mübadele kapsamına giren, Selânik in Sarı Şaban, Muratlı vd. köylerindeki Türk ahaliyi anlatır. Bu Balkan Türkleri özellikle Ağuş Ağa ve Muhtar Sülman ın aileleri üzerinden verilir. Balkan Türklerinin karakteristik özelliklerini yansıtan bu geniş aileler ve aile fertlerinin her biri kendine ait şahsi hikâyeleri de oldukça zengin bir şekilde romana yerleştirilmiş, bu suretle oldukça geniş bir olay örgüsü ve şahıs kadrosu meydana getirilmiştir. Yazar her bir kahramanın kendi hikâyesine yer vermek suretiyle mübadeleyle birlikte değişen kaderleri yansıtmak istemiştir. 58 Akın ÜNER, Çalı Harmanı (Mübadelenin Hazin Hikâyesi), Yakın Plan Yayınları, İstanbul, 2013, 395 s.
213 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 213 Ağuş Ağa zengin bir Türk köylüsüdür. Eşi Hatice, oğlu Naim, bir türlü evlendiremediği kızı Cemile ve Ali Kahya ile birlikte köydeki büyük çiftliklerinde yaşamaktadırlar. Köylerinin muhtarı Sülman ve eşi Fatma Tete, evlatlıkları Mürsel, köyün imamı Hafız Halil Efendi, haberci Nurettin, Kıyıcı Ahmet romandaki zengin kişi kadrosunda Türkleri temsil edenler arasında öne çıkanlardır. Romanda Ağuş Ağa nın oğlu Naim çapkın ve bohem biri olarak yer alır. Baba parası yiyen bu Türk gencin, Selânik beyzadesi olan arkadaşı Rifat Ziya, meyhaneleri birlikte dolaştıkları en yakın dostudur. Rifat Ziya ve büyük babası ise Selânik in sosyal dokusunun önemli bir parçası olan Kapanileri diğer ifadesiyle Sabatayist cemaati temsil eder. Romanda Balkan Türklerini temsil eden Ağuş Ağalar ve diğer Türk köylüleri, varlıklı kimseler olup yaşadıkları toprakları aslî vatanları olarak gören ve mübadele fikrini oldukça geç kabullenen bir toplumdur. Ağuş Ağa nın kızı Cemile önce ağabeyi Naim in çapkınlık arkadaşı Rifat Ziya yı yanlış anlayarak, gönlünün kendisinde olduğunu zanneder ve yanılır. Rifat Ziya da umduğunu bulamayan Cemile bir ara çiftliklerinde bir işçi olan Mürsel ile ilişki yaşar. Çapkın Naim ise babasının da teşvikiyle kendilerinden daha zengin olan İzzet Ağa nın kızı Nesli ile evlendirilir. Cemile evin gelini Nesli ye kendisinden fazla hürmet gösterildiğini düşünür ve bu duruma içerler. Aşktan yana bir türlü yüzü gülmeyen ve hep ötelenen Cemile, romanın sonunda Muhtar Sülmanların evine mübadil olarak yerleştirilen Aleko adlı Tokat Erbaalı bir Rum genci ile kaçar. Ağuş Ağa nın oğlu Naim ise Selânik Beyzadesi olan iyi eğitimli arkadaşı Rifat Ziya ile birlikte meyhanelerde dolaşır, gezer, tozar. Çapkındır ve İskeçe de bir kızı sever, ona bir ev açar ve ondan bir kızı olur. Ne yazık ki İskeçe mübadele kapsamı dışında kaldığı için Naim buradaki eşi Nermin ve çocuğunu İskeçe de bırakarak göç etmek zorunda kalır. Naim bu meseleyi hiçbir zaman ailesine açamayacaktır.
214 214 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Naim ve Rifat Ziya nın Selânik te takıldıkları mekânlar arasında olan Sporting Kulüp dönemin Osmanlı sında yaşanan gelişmelerin yakında takip edildiği; zengin ve üst düzey kimselerin uğrak mekânlarından biridir. Selânikli Levantenler, Yahudiler, İttihatçılar vd. topluluklar mekânın müdavimleri arasındadır. Bu mekândaki diyaloglarda imparatorluğun içinde bulunduğu durum ve mübadeleye giden süreç işlenir. Rifat Ziya büyük babasıyla yaşayan zengin bir Sebataycıdır. Hatta Rifat Ziya ile Ağuş Ağa ve zengin bir Rum tüccar olan Vasil Efendi arasında da büyükbaş hayvan ve tahıl ticareti yapılmaktadır. Romanın özellikle Rumlar ile Türklerin birlikte ticaret yaptıklarının anlatıldığı kısımlarda bir türkü kahramanı olan Debreli Hasan ı ve tarihsel kişiliğini görürüz. Bir Türk çeteci olarak dağlarda nam salan ve adamları aracılığıyla Türk köylüleri ile irtibat kuran Debreli, eserde doğrudan verilmez ama Türklerin Rumlara yiyecek vermesinden ve onlarla ticaret yapmasından rahatsızdır. Özellikle büyük hayvan sürüleri olan ve hayvan ticareti de yapan Ağuş Ağa, Debreli nin adamlarından çekinir. Debreli, Türk köylülerin menfaatine çalışan bir tür eşkıyadır. Naim in yakın dostu Rifat Ziya ve büyükbabası da mübadele gündeme gelince cemaatlerinin nüfuzunu kullanarak aile meslekleri olan ticareti sürdürebilecekleri ve Selânik e benzerliğiyle bilinen İzmir e yerleşme kararı alırlar. Mübadele ye doğru giden süreçte önce Selânik teki Türklerin yanlarına Anadolu dan gelen Rum aileler yerleştirilir. Bu Rumlar arasında Anadolu da yaşadıkları sıkıntılardan sonra aklını yitiren anası ile birlikte yaşayan genç delikanlı Aleko, Muhtar Sülman ın yanına verilir. Bu Rumlar Türkçe konuştukları için Selânikli Türklerin yanında zorluk çekmezler. Mübadelenin mübadillere yaşattığı sefaletin en başarılı örnekleri bu sığınmacı aileler üzerinden
215 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 215 verilir. Rifat Ziya ve Naim in Selânik te Anadolu dan gelen mübadil bir Rum la karşılaşmaları ve o mübadil Rum un sefalet içinde Türkçe dilenmesine şahit olmaları eserdeki ibretlik sahnelerden biridir. Bir gün Yunan jandarmalarının Muratlı köyüne gelmeleri ve mübadele edilecek Türkleri toplamaya başlamalarıyla Ağuş Ağa ve ailesi için de göç yolculuğu başlar ancak bu ayrılış esnasında herkesin şaşkınlık içinde kaldığı bir olay gerçekleşir: Cemile, Aleko ile kaçmıştır. Artık Ağuş Ağa ailesi Cemile yi ve yurtlarını geride bırakarak gemiye binerler. Roman boyunca bilinç aktarımı ile karşımıza çıkan köyün hocası Hafız Halil Efendi Türklere metaneti ve manevi dayanışmayı tavsiye eden konuşmalarını gemide de sürdürür. Ağuş Ağa nın köylülerinden birçoğu da aynı gemidedir. Selânikli Türkler kendilerine ayrılan bölümün sonunda ata vatanlarına hüzünle veda ederler. Samsun dan Yunanistan a Romanda Samsun u ve buradaki Rumların Yunanistan a göçünü konu eden anlatı ise Samsun un merkezinde başlar. Mecidiye Caddesi, Büyük Camii, Şubaşı Meydanı, Saathane, Kaledibi ve şehre dair birçok mekân okuru Samsun sokaklarında dolaştırır. Engiz in batısından Gerze ye kadar olan bölgede Nebyan Dağlarında yerleşik Rum çetecilerin anlatıldığı kısımlarda ise kırsal mekânlar yaygındır. Romanın Rum mübadilleri konu edinen bu kısmında aslen Oflu bir Rum olup ihtida etmiş olan kumaş tüccarı İbrahim ve ailesi ile Samsun dağlarında Rumların hürriyeti için mücadele ettiklerine inanan Hristo ve çetesinin mensupları yer alır. Samsun belediye reisi ve Türk askeri makamlarıyla iyi ilişkiler geliştirmeye çalışan İbrahim aynı zamanda iskelede deniz ticareti yapan biri olarak önemli işler yürütmekte; devlet ile birlikte çalışmaya özen göstermektedir.
216 216 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI İbrahim in eşinin kız kardeşi Dimitra en son Trabzonlu zengin kocası öldükten sonra eniştesi İbrahim in yanına yerleşmiştir. Dimitra dindar bir Hristiyandır ve esasen İbrahim in de ihtida edip etmediği şüphelidir. Kendi hanesinde İbrahim e Avraam diye hitap edilmesi ve Dimitira yı koruyup kollaması dikkat çekmektedir. Gençliğinde Dimitra ya âşık olan daha sonra da Rumların hürriyet mücadelesini aşkına tercih edip dağlarda çeteciliğe başlayan Hristo, küçük yaşlarda anne ve babasını kaybetmiş bir Rum gencidir. Ancak onu ve yakın arkadaşlarını (Lefter Çavuş, Ayazma vd.) diğer Rum eşkıyalardan ve çetecilerden ayıran Hristo nun vicdan sahibi kişiliği, tecavüz ve katliam gibi çetecilik yöntemlerini tercih etmiyor olmasıdır. Hristo ya göre o ve çetesinin mensupları Samsun dağlarında Türk askerlerine karşı nizami bir ordu disiplini ile karşılık vermeye çalışan bir direniş örgütüdür. Ve ahali Rumları için hürriyet geldiğinde bu mücadeleleri de son bulacaktır. Hristo nun Rum köyleri ile irtibatınını sağlayan kişi papaz Adreas dır. Çok yakın dostu olan bu din adamı halkın içindedir fakat her pazartesi bu çete mensuplarına erzak yardımı yapmakta ve bir diğer Hristiyan din adamı Ayazma nın, Hristo ve çetesine ilettiği mektupları ulaştırmaktadır. Hristo ve çetesi Anadolu da Millî Mücadele nin başladığı ve başarıyla tamamlandığı yıllara kadar baskınlarına ve kendi direnişlerine devam ederler. Bir taraftan da Yunan devletinin bağımsızlık mücadelesini takip eden bu çetenin en büyük ve acımasız faaliyeti, bir Türk köyünde cami basıp cemaati katletmesidir. Hristo bu katliamın emrini Ayazma dan almıştır. Samsunlu Rumlar için şartlar giderek zorlaşır. Rum çeteciler düzenli Türk ordusu karşısında hareket edemez hale gelmişlerdir. Bir gün Ayazma, Hristo nun çetesine bir başka çetenin elemanlarını yerleştirmek ister ve Hristo nun gözü
217 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 217 bu adamları tutmasa da Lazari, Kirkor, Tanaş ve İlya yı ekibine dâhil eder. Ancak Hristo ve adamları bu adamları bir türlü sevemezler; bu çeteciler farklıdır. Hürriyet için savaşmazlar ve tamamen eşkıyalık peşindedirler. Bir gün esir aldıkları yaşlı bir Türk ve kızına eziyet ederlerken Hristo ile ayrı düşerler. Hristo gönülsüzce ekibine aldığı adamlardan nihayet bir gün ağır bir ihanet görür. Sonradan çeteye dâhil olan bu adamlar onu ve adamlarını öldürme teşebbüsünde bulunurlar. Hristo bu saldırıdan kurtulmuştur. Onu yarı ölü bir vaziyette dağda bulan Çerkez köylüsü Hamit evinde Hristo yu iyileştirir ve aralarında bir bağ oluşur. Hamit onun gavur olduğunu anlasa da insani yönünü keşfeder. Hristo nun kendisine yeni bir hayat kurabileceğini söyler. Artık savaş bitmiş, mübadele yaklaşmaktadır. Hristo da Hamit in tavsiyesi ile Giresunlu bir savaş gazisi Hüseyin olarak hayatını devam ettirme fikrine önce sıcak bakar ama yapamaz. Hamit in yakın arkadaşı Haluk Kaptan ile denizlere açılır. Bir gün Haluk Kaptan da Hristo nun gavur olduğunu yarım yamalak kıldığı namazlarından anlar. Ama o da Hristo ya hoşgörülü yaklaşır. Haluk Kaptan Hristo yu adamlarıyla birlikte Yunanistan a götürme teklifini kabul eder ve onları Bulgaristan kıyılarına bırakır. Bu görevden sonra kaptan çok sevdiği Samsun a dönecektir ancak ne yazık ki yolda Bulgarlardan kaçarlarken Haluk Kaptan da Hristo ve çetesine katılmak zorunda kalır ve mecburen Yunanistan a yerleşir. Artık Hristo, Haluk Kaptan ve adamları Lefter Çavuş ile Ayazma hürriyet çetecisi oldukları için Yunanistan da kahraman gibi muamele görürler ve memur olarak atanırlar. Hristo nun hikâyesi böyle sonlanırken, en yakın arkadaşı papaz Andreas ise, Samsun da az sayıda kalan Rumlardan biri olan Dimitra ile giderek manevi bir yakınlaşmaya girer. Dindar bir Hristiyan olan Dimitra ile düzenli olarak Rum mezarlığında bir araya gelirler. Dimitra, eniştesi İbrahim in Müslüman oldum de, mübadeleden kurtul sözlerine itibar etmez ve İbrahim e rağmen küçük kızını
218 218 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI da yanına alarak gemi ile Samsundan ayrılır. Aynı gemide Andreas da vardır. Selânik e yerleşen Dimitra ve Andreas burada nikâhlanırlar. Samsunlu Rumlar önceleri Selânikli Türk ailelerin yanına verilmişken bir süre sonra onları hüzünle Türkiye ye uğurlayıp kendi yeni yaşamlarına devam ederler. Bu yeni yaşamları sürürken Hristo yalnızlığın da verdiği duyguyla Yunanistan a sığınacağını düşündüğü eski dostu Andreas ı aramaya başlar. Ve uzunca bir arayış sonunda Andreas ı ilk aşkı Dimitra ile evli bulunca yıkılır. Romanın Samsunlu Rumları işleyen hikâyesi de bu çarpıcı son ile tamamlanır. Ah Bre Sevda Ah Bre Vatan 59 Ah Bre Sevda Ah Bre Vatan bünyesinde iki farklı anlatıyı barındırmaktadır. Birbiriyle bağlantısız olan bu hikâyelerden biri Selânik teki bir Türk aileyi merkeze alır. Diğerine nazaran daha uzun bir anlatıma sahip olan ikinci hikâye ise İzmir de Enver ve Eleni adlı âşık çiftin yaşadıklarını merkeze almaktadır. Romanın her bir epizodunda Selânik ve İzmir deki hikâyelere geçilir ve roman sonunda her iki anlatı da kendi hikâyeleri dâhilinde sonlandırılır. Ah Bre Sevda Ah Bre Vatan romanının özeti verilirken söz konusu eserin bu özel yapısı gereği her iki anlatı kendi içerisinde birleştirilerek özetlenmiştir. Selânik Romanda mübadelenin iki yakasından biri olan Yunanistan da yaşanan olaylar Selânik te geçmektedir. Selânik in İki Şerife Mahallesi roman kahramanlarının yoğun olarak bulunduğu mekândır. Selânik te yaşanan hadiselerin merkezinde geniş bir Türk ailesi yer alır. Kuloğlu lakaplı Cemal ve karısı Nebile nin kızı Güllü ve Oğlu Mehmet dışında 59 Demet ALTINYELEKLİOĞLU, Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan- Bir Mübadele Romanı-, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2013, 688 s.
219 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 219 bir de genç yaşta şehit olan büyük oğlanları Recep merkezdeki Türk ailenin fertleridir. Güllü nün kocası Poyraz Ali, Kuloğlu ailesinde adeta öz evlat gibi sevilir. Evin şehit olan büyük oğlundan sonra tek oğlu olan Mehmet ise komşu kızı Fidan ile büyük bir aşk yaşamaktadır. Cemal, Nebile, Güllü, Poyraz Ali ve Fidan ile çeşitlenen Selânik teki Türk roman kahramanlarının yanında yine merkezi kişilerden biri olan Cemal in yakın dostu Rum Stelyo önemli bir şahıstır. Stelyo, karısı Despina, kızı Akasia ve oğlu Aristides ile Kuloğlu ailesine yakın Rum kahramanlardır. Büyük oğlu Recep in Bulgarlarla yaşanan savaşta şehit düşmesi Kuloğlu Cemal i derinden üzmüştür. Ayağına ciyaklı adı verilen bir tür çizme giyen Cemal in ciyaklısı demode olmuştur ama Recep in hatırası olduğu için önemli zamanlarda bu çizmeleri giyer. Recep, ona oğlan babası olma lezzetini yaşatan ilk evladıdır ve şehadeti okuyucuya eser boyunca hatırlatılır. Selanik teki Türkler, II. Abdülhamit Selânik e sürgün geldiğinde çok sevinirler. Padişahın kamburu olsa da ona baktıklarında Osmanlı nın azametli günlerini görmektedirler. Cemal, çok sevdiği Rum dostu Stelyo nun ailesinde birilerinin Türk olduğunu iddia eder. Cemal in şakayla karışık bu yöndeki takılmaları, Stelyo ile aralarındaki muhabbete engel olmaz. Ne var ki bu sıkı dostluk Türk ve Rum taraflar arasında yadırganmakta ve giderek tepkiyle karşılanmaktadır. Stelyo nun kızı Akasya nın adını Cemal in karısı Nebile koymuştur. Doğumu ve sonrasındaki fedakârlıklarından ötürü Nebile, Akasya nın vaftiz annesi olarak da görülür. Buna rağmen Stelyo nun kızı ve oğlu babalarının bir Türk dostu olmasından utanmaktadırlar. Stelyo nun karısı Despina da yakın dostu Cemal in eşi Nebile gibi düşmanlık hisleri beslemektedir. İki samimi dost Bizim karılar bile bu hâle nasıl geldi? diyerek hayıflanmaktadırlar. Romanın Selânik teki Türklere odaklanan kısmında yaratılan söz konusu Stelyo tiplemesi, mübadelenin İzmir tarafındaki
220 220 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI bir kahraman olan Dimitris Petridis i hatırlatmakta ve birbirine benzeyen bu iki kahraman Osmanlı dönemindeki huzurlu dönemi sembolize eden Rumlar olarak okura sunulmaktadır. Stelyo ve Cemal bir araya geldikleri zamanlarda sonu daima tatlıya bağlanan tartışmalar yaşarlar. Yakılan Türk mahalleleri, Despina yı kaçırışları, çocuklarının birbirlerinin eline nasıl doğdukları, bu sohbetlerin değişmeyen konuları olur. Ne var ki eşler ve özellikle de Despina bu dostluktan rahatsızdır. Artık kilise de Rumların Müslümanlarla konuşmasını yasaklar. Stelyo giderek gerginleşen bu ortamda en yakın dostu Cemal e Anadolu ya göç etmelerini teklif eder. Cemal bu düşünceyi ilk önceleri çok yadırgar ve aşırı tepkiler verir: Demek bizim oralara ha der. Sizin oralar bizim oralar. Ancak daha sonra kabullenerek gerçekleştireceği zorlu göç yolculuğunda en büyük desteği yine Stelyo dan görecektir. Kuloğlu Cemal, eşi Nebile ile evde baş başa kaldıkları bir zamanda Stelyo ile ne konuştuklarını karısına anlatır ve göç konusunda çok zor da olsa eşinin onayını alır. Dedelerinin mezarlarının olduğu yerleri bırakmaları kolay değildir. Büyük oğulları Recep in kanı boşuna mı dökülmüştür bu topraklara? Cemal, göç gündeme geldikten sonra yakın dostu Stelyo dan ayrılacak olmanın hüznünü de yaşar. Selânik teki Müslümanlar kendi kahvehanelerinin bahçesinde oturamaz olmuş; Selânik in dar sokakları adeta Türklere yasaklanmıştır. Cemal bu duruma içerleyenler arasında başı çeker ve Rumlardan korkan herkesi bu tavırları nedeniyle ağır bir dille eleştirir; özellikle şehit babalarını utandırır, kahve sakinlerine dışarıda korkmadan oturmayı teklif eder. İlk önce Muallim Rıza ve ardından diğerleri kahvenin bahçesindeki çınarın altına giderek otururlar. Eski zamanlardaki gibi Osmanlı konuşulur. Osmanlı devlet adamı Tahsin Paşa Selânik i tek kurşun atmadan
221 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 221 Yunan a bıraktığı için sevilmez. Kahveci Hüseyin, kahvedeki Türkler için gramafon çalar. Kahvenin bahçesindeki çınar ağacı altında yapılan gramafonlu çiftetellili buluşmadan sonra Cemal i akşam dönüş yolunda Rum çeteciler fena halde dövmüşlerdir. O bu hadiseyi yakınlarına açmaz ve düştüğünü söyler. Yakın çevresi Cemal in bu açıklamasına inandık dese de aslında herkes Cemal in Rumlar tarafından darp edildiğini anlamıştır. Cemal, oğlu ile hasbihal ederken bu konuda ona gerçeği söyler ama annesine söylememesini ister. Cemal dövüş sırasında kendisinin de birkaç Rum u benzettiğiyle övünür. Cemal, bu elim hadise sonrası eve döndüğünde önce karısı ile karşılaşır; evde üzüntü vardır, dostlar ve konu komşu eve ziyarete gelir. Romanın Selânik bölümündeki en önemli âşık çiftlerden biri olan Mehmet ve Fidan da bu vesile ile görüşürler. Fidan görümcesi Saniye ile birlikteyken âşığı Mehmet ağaçlara tırmanıp ona ulaşmaya çalışır ve her defasında çeşme başında buluşurlar. Cemal in Rumlardan yediği dayak sonrası evine gelen ziyaretçiler arasında en dikkat çekeni yakın dostu Stelyo dur. Bu ziyarete karısı Despina çok içerler ve kocasına: Ya ben ve sevdan ya da dostluğun diyerek rest çeker. Cemal in dostu Bahtiyar ise Mehmet i babası konusunda Gavurlan dost olan bizim düşmanımız olur diyerek uyarmakta ve Cemal-Stelyo dostluğuna Türk tarafında duyulan tepkiyi dile getirmektedir. Selânik teki Türk roman kahramanları arasındaki bir diğer büyük aşk Poyraz Ali ile Güllü nün yaşadıkları aşktır. Romanda bu çiftin aşklarının büyüklüğüne sıklıkla gönderme yapılır. Kayınpeder Cemal, damadı Poyraz Ali yi Mehmet ten ayırmaz. Onlara evlerine yakın bir yerde artık bir evleri olması gerektiğini söyler. Aile büyükleriyle birlikte yaşayan Güllü ve Ali de bu durumdan usanmışlardır ve
222 222 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI kendilerine ait bir evi onlar da arzulamaktadırlar. Romanın ilerleyen bölümlerinde Güllü ve Ali evlerine kavuşur fakat yeni başlayan bu mutlu günler çok kısa sürer. Rumlar, Çınarlı kahveyi ateşe verdikten sonra Güllü ile Ali nin evini basarlar. Cemal in Rumlardan dayak yemesi ve Hüseyin in kahvehanesinin basılıp çınarın yakılması Türkleri çok etkilemiş ve Türklerde giderek intikam duygusu gelişmeye başlamıştır. Kızgın Türk ahali Cemal i sıkıştırarak ağzından o gece onu döven Rumların adını alır. Cemal bir tek yakın dostu Stelyo nun oğlu Aristides in ismini verirken zorlanır. O nasıl yapmıştır bunu? Poyraz Ali hemen Aristides i yakalar ve Despina nın gözü önünde döver. Cemal daha sonra Meyhanecinin oğlu Takis ve yağcı Mavro yu da hatırlar ancak onlara komut vereni çıkaramaz. O kişi Andreas tır. Andreas Selanik teki Rum çetecilerin başıdır; görünüşte zahirecilik yapmaktadır ama aslında Yunan istihbaratına çalışır. Andreas sonunda Poyraz Ali ye de saldırır ve karısı Güllü yü kaçırır. Güllü yü Yunan çetecilerin elinden kurtaracak kişi ise Stelyo dur. Stelyo çok eskiden Nebile yi de azgın Rumların elinden almıştır. Nebile ve Cemal in Stelyo ya duyduğu derin saygının sebeplerinden biri de geçmişte yaşanmış bu olaydır. Yunanistan da Bulgarlar kovulmuş sıra Türklere gelmiştir. Selânik teki Müslüman ahalinin yoğun olarak yaşadığı Timurtaş, Portakapı ve Sinancık taki ahaliyi korku kaplamıştır. O sırada baskınlar artar ve Amerikan başkanının Yunanlılara istediklerini verin dediği haberi yayılır. Bu sırada Bahtiyar, Yunan askerleri tarafından şehit edilir. Kuloğlu Cemal, Muallim Rıza, Kahveci Hüseyin ve Nazım Ağa, Bahtiyar ın cenazesini almak için Kızıl Kule ye Yunan askeri komutanlığına giderler. Orada savaşın ve esirlere muamelenin türlü hâllerini görürler. Naaşı almaya giden Türkler umduklarını bulamazlar. Yunan askerler Bahtiyar ın ölüsünü vermedikleri gibi Cemal ve dostlarını da
223 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 223 terslerler. Kuloğlu ailesinde Stelyonu nun göç teklifi tekrar düşünülür ve çaresiz kabullenilir ama yeni bir haber vardır. Güllü hamiledir ve ne zaman doğuracağı belli değildir. Muhtemel bir göç durumunda doğum nasıl olacaktır? Öncelikli olarak göç etmeleri planlanan Ali ve Güllü nün yanlarında yine Stelyo amcaları vardır ve Stelyo tarafından güvenli bir yere deniz yolculuğu ile kaçırılacaklardır. Deniz yolculuğunda Stelyo nun önüne çıkan çete lideri Andreas gerilim dolu bu karşılaşmada oğlu kahraman Aristides Georgakis in hatırına babasına pek ilişmez. Stelyo, Ali ve Güllü yü güç bela Aleksandırapolis e ve Gümülcine ye oradan da Türk tarafına çıkarır ama bu sefer Bulgarları aşmaları lazımdır. En sonunda Türk bölgesine varılır ve Stelyo yolcuları bırakır. Fakat bu sefer de onun Rum olduğunu anlayan Türkler Stelyo nun peşine takılır ve çatışma yaşanır. Poyraz Ali ve Güllü onu bu halde bırakıp gitmek zorunda kalırlar. Poyraz ve Güllü önce Türk bölgesindeki sefalete tanık olur. Yolda karşılaştıkları üç asker çıkınlarındaki ekmek ve peynire ortak olmuştur. Sonra karşılarına çıkan köyün birinde Hacer Ana ya rast gelir, onda bir sıcak çorba içerler fakat bu kez Türk eşkıya onlara göz dikmiştir. Oradan da bir gece ansızın kaçarlar. Stelyo nun zorlu deniz yolculuğundan döndüğü haberini Kuloğlu ailesine Fidan getirir. Stelyo dönüş yolunda Türk balıkçıların açtığı ateş sonucu kolundan vurulmuştur ve evdedir. Kuloğlu ve karısının ona olan hayranlığı bu vurulma olayından sonra daha da artar; Stelyo, Poyraz ve Güllü yü kurtarmak için vurulmuştur. Cemal Selanik te giderek artan gerilimi görmüş ve sonlarını düşünmektedir. Bütün mal varlığını Stelyo ya bıraktığına dair bir anlaşma imzalar ve olumsuz bir durumda yakın dostunun bu anlaşmayı işleme koymasını ister. Bu anlaşmayı sadece ikisi bilecektir.
224 224 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Artan çatışma ortamı içerisinde Nebile, oğlu Mehmet i Fidan la evlendirmek ister. Sonlarının ne olacağını bilememektedir ve bu âşıkların günyüzü görmesini ister. Bu evliliği görmeden ölmek istemez. Fidan ın annesine haber gönderilir. Akıllarda Poyraz ve Güllü nün akıbetlerinin ne olacağı düşüncesi varken Mehmet ve Fidanın düğünleri beklenmeye başlanır. Romanın Selânik te yaşanan hikâyesi bir anda ve oldukça dramatik sonlarla bitirilir. Yunan askerleri Fidan ın babası Selahattin in evini ittihatçı olduğu ve evde silah sakladığı bahanesiyle basarak yakıp yıkarlar. Mehmet sözlüsü Fidan ı evlerinde yıkıntılar içinde bulur. Fidan pejmürde bir haldedir ve yaşadıklarını hazmedemeyerek intihar eder. Bunu gören Mehmet de aynı yolu tercih eder. Türk bölgesinde Bulgarların takibinde olan Güllü ve Poyraz çiftinden de acı bir haber gelir. Çeteci Adreas bir çuvalda Kuloğlu Cemal e Poyraz ın ölüsünü getirir. Karı koca önce Mehmet sonra da Poyraz ın bu durumunu görünce bu acıyı kaldıramayarak akıl sağlıklarını yitirirler. Bir gün Cemal ve karısı mezarlığa gittiklerinde iki el silah sesi duyulur. Cemal ve karısı ilk oğulları Recep in mezarına sarılmış, el ele tutuşmuş vaziyette intihar etmişlerdir. İzmir Romanın İzmir de yaşananlara odaklanan ikinci anlatısı, bir Rum un İzmir de kiliseye girerek binayı ateşe vermesi ve bu hadisenin de kasıtlı olarak Türklerin üzerine atılması ile başlar. Bunu yapan kişi aslında kendisiyle bir iç hesaplaşma yaşar. Kilisedeki İsa ve Meryem ikonaları onu vicdan azabına sevk etse de bu yaptığının Helenlerin kurtuluşu için olduğunu düşünerek kendisini rahatlatır. İzmirli bir Rum olan Dimitris Petridis bir akşam vakti evine dönmektedir. Rum Faytoncu ile aralarında geçen diyaloglardan iki Rum arasında sosyal meseleleri yorumlama bakımından dağlar kadar fark olduğu anlaşılır. Dimitris
225 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 225 nasıl bu günlere geldik diye hayıflanırken milliyetçi olan faytoncu mutludur. Dimitris kendisini bir Osmanlı olarak görür. Barışı terk etmekten endişe eder. Israrla başından çıkarmadığı fesi onun bu duruşu hakkında okura mesaj vermektedir. Hatta Konak taki küçük caminin yanından geçerken Allah ın onu oradan da çağırdığını düşünmektedir. Dimitris, karısı Maria dan çekinen biridir. Üç evladından biri olan oğlu Niko kendisi gibi fes giymez. Dimitris ve Niko; İzmir in Maşatlık, Kordon, Büyükelçilikler, Alsancak gibi mekânlarında zamanlarını geçirir. Romanda olayların Selânik ve İzmir dışında cereyan ettiği yerlerden biri de devlet adamlarının buluşmalarına mekân olan Londra dır. Londra da Yunan Kral Konstantin adına başbakan Venizelos, Lylod George adlı bir yetkili ile görüşme hâlindedir. Aslında İngiliz devlet adamı, Venizelos u asil ve yüce Helen medeniyetinin temsilcisi olarak göremiyor; ondan ve hareketlerinden tiksiniyordur ancak İngiliz menfaatleri adaları Yunanlılara bırakmak yönündedir. İngilizler petrol bölgeleri yakınında güçlü bir Osmanlı Devleti ve Ege de güçlü bir İtalya istememektedirler. Bu nedenle Yunanlılarla işbirliği yaparlar. Amerika ile görüşen Yunan heyeti de umduğunu bulamamış Wilson Prensipleri işlerine gelmemiştir. Yunanlılar Mondros sonrası hemen Türklerden toprak koparmak düşüncesindedirler. Türkleri kendi hallerine bırakırlarsa tekrar üzerlerine geleceklerinden endişe ederler. Romanın merkezinde yer alan Eleni ve Enver in aşkları İzmir de başlar. Enver okul önlerinde sevgilisi Eleni yi bekleyen bir Türk gencidir. Her ikisi de henüz talebedir. Enver uzun boylu, kara kaşlı, kara gözlü yakışıklı bir Türk gencidir. Eleni ailesine bu konuyu çok defa açmak ister ama uygun bir an bulamaz. Ailesinden kız kardeşi Tasula her şeyi bilmektedir. Enver le aralarında mektup getirip götüren Tasula, bu gizli aşkta ablasının yegâne yardımcısıdır. Enver, İzmir de Türkler ve Rumlar arasında bozulan kom-
226 226 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI şuluk ilişkilerinden bir süre sonra Eleni nin mahallesine gidemez olmuştur. Çünkü Türkler ve Rumlar arasındaki gerilim giderek sokağa yansımış; palikaryalar onun yolunu kesmeye başlamıştır. İki genç âşığın buluşma mekânları arasında Kemeraltı, Hisarönü gibi İzmir çarşıları ve özellikle Enverlerin Kestanepazarı ndaki kunduracı dükkanı vardır. Enver in Eleni ye yaptığı buluşma teklifleri ve Eleni nin bu konuda yaşadığı gerginlikler romanda sıklıkla yer alır. Eleni izin almak için annesiyle mücadele eder. Annesini arkadaşı Eftelya dan bir oya örneği almak için dışarı çıktığına inandırır. Eleni nin yalanları giderek artmaktadır. Babası eve gelmeden dönmek zorundadır. Eftelya ile Eleni, Enver i görmek için Türk mahallesine gittiklerinde Türk kadınların büyük tepkisi ile karşılaşırlar. İkiçeşmelik, Yapıcıoğlu kaldırımları ve Arap fırınının çevresi gibi İzmir in Türk semtlerinde, kadınlardan bir dayak yemedikleri kalır. İzmir de Enver ve Eleni aşkı bütün zorluklara rağmen devam ederken, Foça açıklarında Mavro ve Kostas adlı Rumları taşıyan bir sandal sahnesi, romanda aşk dışında gelişen gerilime işaret eden olayların habercisidir. Rumlar, İngilizlerin kendilerine verdikleri sandıkları taşımaktadırlar. Karaya ulaştıklarında yerli Rumlar tarafından Zito bağrışmalarıyla karşılanırlar. Sandıkların içinde silah olduğu daha sonra ortaya çıkacaktır. Yerli Rum Kostas a Aşil diye seslenir. O Aşil, Türk kasabı lakaplı ünlü bir çetecidir. Mavro da yanındaki kişinin Aşil olduğunu orada öğrenir. İzmir Kızılçullu da bir depoya aziz pederin emriyle silahları götürürler. Bu silahlar Anadolu daki Rumlara gidecektir. Enver ve ağabeyi Cemil, gâvurların Poligon dedikleri atış talim yerindeki bir buluşmada İzmir in ve memleketin durumuna dair konuşma yaparlar ve bu sırada ağabeyi Cemil, Enver e önemli bir haber verir. Millî Mücadele ye katılacağı için kundura dükkânını ona bırakacağını söyle-
227 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 227 yerek ona önemli bir sorumluluk yükler. Enver bu haberi, sevgilisiyle Kokaryalı sırtlarındaki ilk buluşmasında söyler. Tasula her zamanki gibi sevgililerin yanındadır. Âşıkların gelecekleri noktasında artık yeni bir yol belirlemeleri gerekmektedir. Cemil ağabeyi ile Envercik in (Ağebeyinin Enver için kullandığı adlandırma) savaşa dair konuşmalarında Enver in sosyal meselelerden ve özellikle giderek şiddetlenen Türk-Rum ilişkilerinden bihaber tavırları dikkat çeker. Ya da aşkın üstün gelmesiyle âşıklar bu yaşananları görmek istememektedirler. Osmanlı Devleti savaştan yenik çıkmıştır. Ağabey Cemil sürekli Millî Mücadele den bahseder. Bandırmalı Ethem Bey bir direniş başlatacaktır. Cemil bu harekete katılmayı planlar. Hain olmak yerine şehit olmayı tercih eden Cemil, geride bıraktığı üç çocuğu ve eşi Esma nın onu öyle bilmelerini istemektedir. Envercik bu konulara çok uzaktır ve bir gün Eleni ye evlenme niyetini açar. Âşıklar önceleri herkesi ikna edebileceklerini düşünürler. Tasula ve Eleni nin sık sık dışarı çıkmaları ve şüpheli hallerinden kuşkulanan anneleri, Eleni ye görücü gelmesi için Rum aileleri evine davet etmeyi düşünür. Ama Dimitris kızını küçük bulur, evlendirmek istemez. Onun niyeti kızını Selânik teki yeğeni ile evlendirmektir. Eleni bu teklife de kesinlikle gönülsüzdür. Eleni yine hayal kurar ama bu kez kilisedeki nikah sahnesinde Enver çok garip durmaktadır. Bu durumu o da yadırgar. Acaba Enver kilisede evlenmeyi kabul eder miydi? Eleni bir hayal sahnesinde de ailelerine evlenme düşüncelerini açtıklarını hayal eder. Ne olup biteceğini hayal eder. Sonra da Enver kendi ailesiyle konuşsaydı neler olabileceğini düşünür. Ailelerin vereceği olumlu ve olumsuz her iki kararı da bu hayallerinde kurgular. Eleni bu hayal dünyasından sıyrılıp bir gece yarısı evde abisi Niko yu gizli
228 228 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI bir iş üstündeyken yakalar; Niko, Aşil den aldığı silahı eve getirmiştir. Niko ailesinin bilmesini istemez ve kız kardeşi Eleni den onlara söylememelerini ister. Sık sık çetecilerle görüşen Niko Helen milliyetçiliği fikrine iyice ısınmış ve büyük Yunanistan hayalinin peşine düşmüş iken, kız kardeşi Eleni bambaşka bir âlemde yaşamaktadır. Enver in babası Yeşillerin Mustafa adıyla bilinir ve evleri Uzunyol dadır. Cemil, Gönenli ile birlikte Millî Mücadele ye katılma düşüncesini ailesine açar. Bu haber aileyi derinden etkiler zira o aileden bir şehit vardır; Enver ve Cemil in ağabeyleri olan Ferhat. Romanda Ferhat ın şehit haberinin geldiği zamanlara gidilir ve en büyük ağabeyin şehadetine vurgu yapılır. Bütün bu artan millî hava içerisinde Enver bir türlü uygun bir an bulup Eleni ve evlilik konusunu ağabeyine açamaz. Bu nedenle Eleni nin yüzüne nasıl bakacağını da bilememektedir. Eleni onu görmeye ve durumu öğrenmeye Kemeraltı ndaki dükkânlarına geliverir diye de korkmaktadır. Enver bir gün bütün cesaretini toplayıp Eleni konusunu ağabeyine açar. Cemil kardeşinden duydukları karşısında çok büyük bir tepki verir ve adeta onu hain ilan eder. Enver ise artık rüyalarında bir şehit kardeşi olarak nasıl utanmadın ve gittin bir Rum kızına aşık oldun? sesleriyle yankılanan iç hesaplaşmaları yaşadığı kâbusların içine düşer. Cemil bir gün Çerkez Ethem in birliğine uğurlanır ve evde kalan tek erkek artık Enver dir. Bir taraftan da Eleni halen ailesine bu aşkı açmakta zorlanmakta ve bu aşkın neden gerçekleşemeyeceğini sorgulamaya başlamaktadır. Gönenli Hakkı, Halil, Cemil ve toplamda on yedi kişi teslim olmak ve direnişe katılmak için askerlik şubesine giderler. Ancak bu direnişçiler padişah adına savaşmak istemezler ve on yedi genç adam Çerkez Ethem le tanışıp onun Kuvayı Seyyare adlı birliğinde vatan mücadelesine başlarlar. Bu mücadelede paranın çok önemli olduğunu düşünen
229 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 229 Çerkez Ethem Cemil e bir görev verir. Cemil in aklına bu sıralarda hep kardeşi Enver gelir. Barışı getirebilirlerse Enver de Eleni ile birleşebilir diye düşünür. Romanda sıklıkla kullanılan rüya motifi sayesinde her bir kahramanın zihin dünyası sergilenir. Ağabey Cemil in, direniş hareketleri sırasında gördüğü rüyalar da bu şekilde gerçekleşir ve olacak olan olaylar hakkında okura önceden bilgi verilir. İzmir de planan Rum ayaklanmasının gerçekleşmesinde Aya Fotini Kilisesi nde görevli metropolit Hrisostomos ve zangoç kılıklı çeteciler devreye girer. İzmir e gelen sandıklar kilisenin üst katına çıkarılır ve gizlenir. Çanın bakımından artık çeteciler sorumludurlar ve burada aynı zamanda bir telgraf düzeneği mevcuttur. Atina ve İstanbul la geceleri buradan haberleşilir. Bir gün Atina dan acil bir mesaj gelir. Her şey şifrelidir ve şifreleri Hrisostomos çözer. Gelen mesajda İzmir in Yahudi semti Devidas ta bir Yahudinin evinde toplanılması istenir, bu bir emirdir. Herkes şaşkındır ve tarif edilen o merdivenli zor yola gidilir. Enver in zihin dünyasında yaşadığı gerilim ve çektiği vicdan azabı giderek büyümektedir. Ferhat ın Çanakkale den gönderdiği mektup okunur uzunca ve bu kısımlarda romana Mustafa Kemal de girer. Şehit ağalarının mektupları Enver e miras bırakılır ancak Enver bunları yaşadıkça daha da ezilmekte ve halen Rum aşkını ailesine nasıl itiraf edeceğini düşünmektedir. Metropoliti Yahudi mahallesine çağıranlar İngilizlerdir. Müttefik Yüksek Komiserliğinden Yüzbaşı Harrington, Amiral Calthorpe nun emriyle oradadır ve Mondros hükümleri gereğince şifreli bir şekilde ona işgali kolaylaştırmak için Hristiyanlara yönelik taşkınlık yapılması gerektiğini sezdirir. Bunu Türkler yapmayacaklarına göre Hrisostomos yapmalı ve Atina, İzmir i işgal için bir mazeret üretmelidir. Bu noktada romanın başında verilen kilise yangını gerçekleşir. Bu yangında Niko başroldedir ama
230 230 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI sürekli ikilem yaşar. Yardımcısı Yorgo da Niko gibi bir iç hesaplaşma yaşar. Günaha gireceklerini düşünen Niko ve Yorgo yu Kostas güdüleyerek pederin söylediği azmettirici sözleri hatırlatır. Kendisini bir Roma savaşçısı veya Bizans askeri gibi gören Niko en sonunda benzinle kiliseyi yakar. Yangına koşan insanların arasında Türkler!, Türkler! diye bağırırlar ve ortalığa birkaç fes bırakırlar. Artık Türkler İzmir de bir kilise yakmışladır. Annesi Eleni nin üzgün ve bitkin tavırlarından kızının aşk acısı çektiğini anlamaya başlar. Tasula da ablasının Enver le görüşebilmesi için bir oyun kurar ve Eleni ye elbise diktirmek için Kemeraltı ndaki bir terziye birlikte gitmeye annelerini ikna ederler. Enver, bir taraftan Eleni yle evlilik fikrini düşünürken bir taraftan da bu konuyu Hisar Camii avlusundaki imama bir arkadaşı üzerinden sorar. Enver istediği cevabı alamaz, hatta imam tarafından terslenir. Ama Eleni Müslüman olursa bu işin olabileceğini öğrenir. Enver bu haberle dükkana döndüğünde onu bekleyen müşterinin Eleni olduğunu görür. Enver yalanlarını sürdürür ve Eleni ye ağabeyiyle görüştüğünü ve ağabeyinin bu evliliğe olumlu baktığını söyler. Kız çok sevinçli bir şekilde dükkandan ayrılır fakat anneleri çarşıda onları takip ediyordur ve gördüklerine inananamaz. O yıkık fesli yakışıklı Türk genci ile kızı tek başlarına o dükkanda ne yapmışlardı? Maria kunduracıya doğru yürür ve çıraktan her şeyi öğrenir. Türk direnişçilere katılan Cemil de içine sinmeyen olaylara tanıklık etmeye başlar. Reisleri Çerkez Ethem onlara Vali Rahmi Bey in oğlunu kaçırmaları için emir verir. Oğlan Bornova da Miss Florence İngiliz Okulu nda okumaktadır. Hükümet konağı Konak tadır ve valinin evleri ise Bornovada dır. Çocuğu haraç alıp para temin etmek ve bu suretle de silahlanmak için kaçırırlar ama aslında Ethem in Rahmi Bey ile eskiden kalma bir hesabı vardır. Cumao-
231 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 231 vası nda gavur baron lakaplı bir Hollandalının çiftliğini basacakken Ethem i yakalatıp hapse attıran Rahmi Bey dir. İzmir de Türk ahalinin kanaat önderlerinden eczacı Şefik Bey e Kostas tarafından çarşı ortasında bir suikast planlanır. Tetikçilik için düşünülen isim ise Niko dur. Bu konuda biraz ürkek olan Niko yu büyük Helen idealleriyle teşvik ederler. Niko ikilem yaşar ama Rum milliyetçiliği baskın gelir. Niko çarşıdaki Rumlardan da nefret eder çünkü onlar Osmanlı nın yanında yer almıştır. Şefik Bey in çarşı ortasında ulu orta öldürülmesi Türkler arasında korku oluştursun istenmektedir. Niko nun İzmir deki Millî Mücadele yi de örgütleyenler arasında yer alan eczacı Şefik i vurduğu sahne romanda uzun uzadıya anlatılır. Şefik vurulduktan sonra kahpenin dölü diyebilmiştir sadece. Dimitris Vali Rahmi Bey in çocuğunun kaçırılması olayını anlatır Maria ya, karısı ise dükkanda çıraktan öğrendiği acı gerçeği kızlara ve kocasına açamaz ama kocasından zengin bir damat adayının Eleni yi istemeğe geleceğini öğrenir. Eleni yi istemeye gelen Lysarides Stefanopoulos ailesi (Delibina Hanım ve oğlu Panos) ve Dimitris ailesi arasında bir ziyaret gerçekleşir. Dimitris in gözü oğlanı ve ailesini hiç tutmaz. Kilise baskını, bu ziyaretin ana gündemidir ama Dimitris kilise yangını olayına misafirleri gibi milliyetçi bir üslupla yaklaşmaz. Eleni onların yanına iner ama oğlana asla yüz vermez. Bu durum babasının hoşuna gider. Evdeki ziyaret sırasında Stefanopoulos ailesinin tefeci olduğu ortaya çıkar. Ayrıca sonradan görmedirler. Delbina Hanımın kiloları Tasula nın dilinde alay konusu olur. Stefanopoulos ailesinin ziyaretinin ilerleyen kısımlarında Lysarides Eleni yi babasından ister ama Dimitris kızının yıllar öncesinden Selânik teki amcaoğlu Andreas a sözlü olduğunu söyleyerek meseleyi sonlandırır. Tam da o esnada çarpıcı bir şey olur ve davetsiz bir misafir herkesi şok eder. Stefanopoulosların ziyareti sırasında eve gelen
232 232 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI davetsiz misafir İzmirli Hristiyanların en büyük din adamı Hrisostomos Kalafatis dir. Aziz peder ne hikmetse bu ziyaret boyunca sürekli Eleni yi kutsamıştır ve Helen özgürlüğünün müjdecisi olarak görmüştür. Enver ailenin tek erkeği olarak kadınları beklerken bir gün Cemil in Eşrefpaşa dan arkadaşı İsmail bir haber getirir. İzmir işgal edilecektir. İzmir in muhtelif yerlerinde İngiliz ve Fransız askerî hareketlilikleri olur. Ahaliyi uyaranlar arasında Hasan Tahsin ve Sakallı Nurettin Paşa gibi adamlar da vardır. Halk ikilemde kalır. Bu sıralarda Enver de dâhil bütün talebeleri Miralay Fethi Bey ve Suavi Bey çağırmışlardır. Enver ve yanındakiler bir gece yarısı külüstür bir kamyonla planlanan yere giderlerken birinin dur ihtarıyla irkilirler. Metropolit Hristomos, Kızılçıllu daki depolarını İngiliz silahlarını saklamak için kilisenin hizmetine veren Dimitris e teşekküre gelmiştir. Ne var ki Dimitris in bu olaylardan haberi olmadığı gibi bu işin faili olduğunu anladığı oğlunu bu konuda hiç affetmez; adeta yıkılır ve oğluna lanet eder. Bunlara bir de kiliseyi oğlu Niko nun sinsice yaktığı bilgisi eklenince gözünde her şey dağılmıştır. Dimitris artık bir Osmanlı değil bir hain olmuştur. Bir gecede kimlik değiştirmiştir. Hanımı onu Niko konusunda ikna etmeye çalışsa da başaramaz. Peder Hrisostomos ise bu gerçekleri Dimitris in bildiği zanneder ve yiğit bir Helen askeri yetiştirdiği için onu tebrik eder ve asıl isteyeceği şeye gelir. Smyrna nın özgürleşeceği günlerin yakın olduğunu söyler. Kızı Eleni Yunanlıların İzmir e ayak bastıkları gün gerçekleştirilecek olan ayinde Helen özgürlüğünü temsil edecek olan boynu zincirli kızı canlandıracaktır. Bunu aileden özellikle ister. Aile kabul eder ama Eleni ye bunu kabul ettirmeleri çok zor olacaktır. Nitekim bu istek romanın sonuna kadar gizli tutulur ve okur, romanın son sahnesinde kilisenin Dimitris
233 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 233 ailesinden Eleni hakkında istediği şeyin Yunan askerlerini karşılama ayininde Eleni nin esir Helen halkını sembolize etmesi olduğunu öğrenir. Hasan Tahsin ve Miralay Fethi Bey liderliğinde, İzmir de teşkilatlanma kararı Şirinyer deki koruda, bir at çiftliğinde alınır ama aldığı bir haber Enver i yıkmıştır. Çocukluktan beri tanıdığı eczacı Şefik Bey in bir Rum oğlan tarafından öldürüldüğü haberi onu derinden sarsmıştır. Özellikle Niko ismini duyunca Rumda Niko bir tane değil ya diyerek katilin tanıdığı Niko olduğuna inanmak istemez. İzmir in Yunanlılar tarafından işgali giderek yaklaşmakta; Midilli açıklarında bulunan Averof savaş gemisine Atina dan mesaj gelmektedir. Yunan askerleri İngilizlerin onları oyalandıklarını düşünmekte ve Megalo İdealarına kavuşmak için saldırı emrini beklemektedirler. Konstantiniye bile Yunan askerlerin hedeflerindedir. 500 yıllık esaret sona erecektir. Nihayet ZZ kodlu mesaj gelir. Ortalık Zito zito diye inler. Urla ve Foça açıklarında bekleyen müttefik gemilerine de aynı mesaj ulaşmıştır. Artık işgal başlayacaktır. Damat Ferit e ulaşmaya çalışan İzmir valisi ve diğer devlet görevlileri ile Harbiye nazırının dialogları Damat Ferit in çaresizliğini yansıtır. Bu kısımlarda Damat Ferit in iç sesiyle yaşadığı ikilemlerine, aslında hain olmadığına ve kendisini buna inandırışına şahit olunur. Ona göre kendisi anlaşmayı imzalamakla iyi yapmıştır. Osmanlı harbiye nazırına randevu vermez ama müttefik güçlerinden bir amiral geldiğinde hemen içeri alır. Damat Ferit e gelen Amiral Webb, paşayı azarlar bir edayla, İzmir de Hristiyanları katlediyorsunuz biz gerekeni yapacağız diyerek fitili ateşler. İşgalin planlandığı mekânlardan biri olan Aya Fotini de işler hızlanır. Hrisostomos u ziyaret eden bir albay ona sırrı açıklamıştır ama 24 saat sabretmesini söyler. Hrisostomos bunu yapar ama çok zorlanır. Diğer din adamları onu şaş-
234 234 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI kınlıkla izler. Hrisostomos haykırmak istemektedir: Artık Helen özgürlük zamanı geldi! diye ama yapamaz. Eleni yaşadığı aşkı ve çektiği acıları tam babasına açacakken İzmir deki kiliselerin çanı çalar. Bu büyük çan sesi bir şifredir ve acilen oraya gitmeleri gerekmektedir. Bu arada kaç bölümdür söylenmeyen ve Eleni ye verilen özel görev de orada açıklanacaktır. İzmir de çanların çalmaya başladığı bölümlerden itibaren romanın bölüm başlarında gün ve ay belirten tarih bilgileri verildiğini görürüz. İzmir de ortalık toz duman olmuştur. Vali Damat Ferit e ulaşamaya çalışmış ama başaramamıştır. Şehrin her yanında çalan çanlar özellikle Türk ahaliye garip gelir. Kemeraltı ndaki Arasta da Envercik de bu çanları duyar ve o da aşkı için artık bir şeyler yapmaya karar verir. O da adeta kendi savaşına hazırlanır gibidir. Eleni kilisenin kendisinden istediğini yaparsa aşkını öldürmüş olacaktır. Karantina Caddesi nden, Kokaryalı dan geçerek oradan Kordon a, Pasaport a ve Punta ya gittikleri Araba yolculuğunda (!)enteresan bir şekilde önce Enver sonra da Niko geçer yanlarından. Kadınlar olaylara hâkimdir. Ama babanın kafası karışıktır. Niko yu görmezden gelir. Eleni de birçok şeyden artık şüphelenir. Annesi onu takip edip öğrenmiş olabilir der ve babasının Niko ya niye kızgın olduğunu anlamlandıramaz. Niko ya verilen silah ne olacaktır? Bütün bunlar Eleni nin zihninde korku dolu şüpheler uyandırır. Güç bela Aya Fotini ye varılır ama baba ve kız arasında derin duygusal anlar yaşanır. Babası kızını son bir ümitle oradan kaçırmak istese de yapamaz; bir anda Hrisostomos un odada bulurlar kendilerini. Peder Eleni ye hazır mısın diye sorar ve ekselans Venizelos un bildirisinden bahseder. Niko nun aklına Osmanlılığın onlar için bir aidiyet değil esaret olduğu fikri iyice yerleşmiştir. Denizin öte yakasındaki soydaşları özgür iken onlar hala esirdiler. Kanında
235 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 235 Helen kahramanlarının kanının dolaştığını düşünür. Maria ve Dimitris iyi bir çocuk yetiştirdiklerini düşünüyorlardır ama savaş kendi çocuklarını yaratmıştır. İzmir işgal edilecek lafı sokaklarda almış yürümüştür. Nadir Paşa harbiye nazırlığına telsizle ulaşmaya çalışmaya devam etmektedir. Miralay Nazım Bey e, camiler gavurlara inat seslerini yükseltsin diye emir verilir. En sonunda İstanbul hükümetiyle İzmir arasında yazışma gerçekleşir ama İstanbul, İzmir e endişeye mahal olmadığını İngilizlere güvendiklerini, işgal olayının bir şayia olduğunu bildirir. Eleni yi evinde görmeye giden Enver in o mahallede kadınlardan ve çocuklardan görmediği eziyet kalmaz. Dönüş yolunda Niko ile karşılaşır ve restleşirler. O sırada Eleni de Enver i düşünmekte ve rüzgarlar ona Enveri nin sesini getirmektedir. En sonunda bir İngiliz ve bir Fransız asker hükümet konağına gelip İzmir de yönetimi ele aldıklarını valiye bildirirler. Vali bir şey yapamaz. Birçok yeri arar ve en son sadrazamla görüşür. Sadrazamın emre uymanız memleket menfaati icabıdır cevabı üzerine adeta yıkılır. İzmir de Hukuk-u Beşer gazetesinin ve Reddi- i İlhak Cemiyeti nin çarşılardaki protesto gösterileri bu kez Türk tarafında direnişin başladığını gösterir. Artık Hasan Tahsin ve diğer cemiyet üyeleri romanda önce çıkan figürler olur. Enver sevdası ve vatanı arasında iyice sıkışır ve bu ikilem iyice belirginleşir. Enver, Maşatlık ta direniş toplantısına gittiğini, Reddi İlhakçılara katıldığını ve çarşıda beyanname dağıttığını eve geldiğinde ailesine söylemez. Nitekim Esma onun maşatlık yerine Kordon a hava almaya gittiğini söylediği yalanına inanmıştır. O gün Hasan Tahsin son görüşüymüş gibi evindekilerle vedalaşır. Eleni de Yunanistan dan İzmir e gelecek olan Yu-
236 236 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI nan birliklerini karşılamaya adeta bir ölü gibi gider. Hrisostomos onu aldırmak için araba göndermiştir. Dört rahibe onu teslim alırlar. Gemiler İzmir e sokulur ve işgal başlar Romanda uzun bir süre gizlenen Eleni nin görevi bu bölümde anlaşılır. Zincirlere vurulmuş vaziyette deniz kenarındaki karşılamada Helen ruhunu temsil eder. Onu zincirlerinden kurtarırlar. O gün Uzunyol dan gelip Odunpazarı Camisi nden inerek punto civarına ve pasaport iskelesine de yakın olan mevkide olan biteni izlemeye giden Enver, bir ağaca çıkarak Rumların arasında olan biteni izler. Önce Tasula yı görür sonra da izlediği tiyatrodaki kızın sevgilisi Eleni olduğunu derin bir üzüntüyle fark eder. Rumlar arasındaki bu Türk genci ifşa olunca linç edilmekten zor kurutulur. Artık aşkları herkes tarafından bilinmektedir. Enver bu hadise sonrası dağlara kaçar, Eleni ise İzmir dedir. Romandaki olaylar zinciri burada sonlandırılır. Mustafa Kemal in Bandırma Vapuru yla Millî Mücadele yi başlatmasına gönderme yapılarak roman sona erdirilir. Mübadele Günlerinde Aşk 60 Mübadele Günlerinde Aşk, Giritli mübadil bir ailenin torunu olan Belgin Karabulut tarafından yazılmıştır. Adras isimli bir Yunan genç ile Sare isimli Türk kızının aşkını merkeze alan romandaki olaylar Lozan daki Mübadele Protokolü imzalanmadan bir yıl önce (1922) Girit te başlayıp 1990 yılına kadar süren geniş bir zaman diliminde yaşanır. Adras isimli Yunan genci ile Sare isimli Türk kızı arasında bir aşk vardır. Ancak Sare nin babası Reşat Bey ile annesi Behire Hanım bu ilişkiye karşıdır. Adras ın anne ve babası Sare nin ailesi ile görüşüp onları ikna etmeye çalışsalar da bu konuda başarılı olamazlar. Reşat Bey, Yunanistan da yaşayan Türklerin, Rum çeteciler tarafından sürekli rahatsız edilmesini gerekçe göstererek Adras ın ailesine çok sert 60 Belgin KARABULUT, Mübadele Günlerinde Aşk, Cinius Yayınları, İstanbul, 2014, 252 s.
237 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 237 bir tepki gösterir. Ancak Adras bu durumu kabullenmeyip Sare yi kaçırır. Ertesi sabah, Sare nin yokluğunu fark eden aile, çılgına döner. Sare nin Adras ile kaçtığı kısa sürede anlaşılır. Bu haber ile Sare nin annesi Behire Hanım kalp krizi geçirir, çılgına dönen Reşat Bey ise Adras ın evine giderek ailesine tehditler savurur. Sare akşama kadar gelmezse evlerini başlarına yıkacağını söyler. Bu meseleyi öğrenen Ali, Adras ile Sare nin saklandığı eve giderek durumu onlara anlatır. Annesi ve babası hakkında telaşlanan Sare, Adras ın ısrarlarına rağmen eve dönmek ister. Eve dönerken bir ağacın altında durup ağacı aşklarına şahit tutarak birbirlerini daima seveceklerine dair söz verirler. Sare ye kavuşamayan Adras, iki mektup bırakarak evden kaçar. Ailesine yazdığı mektupta Rumlara karşı Müslümanların yanında savaşacağını, Sare ye bıraktığı mektupta ise onu daima seveceğini, mutlaka bir gün kavuşacaklarını ifade eder. Kendisi gibi Türk kızına âşık olup da kavuşamamış çeteci bir Rum un yardımıyla çeteye dâhil olan Adras, mektubunda yazdığı gibi Türkleri korumak için Türk köylerine yapılacak baskınları önceden köylülere haber verir. Bir müddet sonra yaptığı iş anlaşılınca çeteciler tarafından öldürülmek istenir. Bir çeteci tarafından kurtarılarak ağır yaralı vaziyette Yunan bir ailenin himayesine verilir. Evin kızı Neria, Adras tan çok etkilenir ve Adras ın şuursuz biçimde Sare nin ismini sayıkladığı bir gece onunla ilişkiye girer. Bu ilişkiden Adras ın bir çocuğu olur. Durumu bir türlü kabullenemeyen Adras, rüyasına giren bir pir-i fani tarafından Neria ile evlenmeye ikna edilir. Adras ın bunları yaşadığı sırada Sare nin annesi Behire Hanım, Türk ve Yunan gençleri arasında çıkan bir kavga sırasında heyecanlanarak ikinci kalp krizini geçirip ölür. Behire Hanım ın ölümünden sonra Reşat Bey iyiden iyiye çöker ve aile dostları olan Behiç Bey in olaylar durulana kadar Türkiye ye gitme fikrini doğru bularak Sare ve Nesibe yi Behiç Bey le İzmir e gönderme kararı alır. İzmir e
238 238 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI geldiklerinde Atabey ailesinin evine yerleşirler. Evin kızı Revna ile çok iyi bir dostluk kuran Sare, sürekli olarak Resmo yu ve Adras ı düşünür. Sare nin rüyalarına giren Adras, ısrarla Behiç Bey le evlenmesi gerektiğini söyler: Senin Behiç Bey le evlenmen gerekiyor Sare. Bunun nedenini sana açıklayamam ama yapman gerekiyor. Bizim için yapman gerekiyor. Şimdi gitmek zorundayım. Vaktim yok Sare seni seviyorum. Erota, Ah Erota. Onunla evlenmen gerekiyor. Şimdi kapat gözlerini, Hoşça kal! (Mübadele Günlerinde Aşk: s. 138) Adras ın bu telkinlerini bir işaret olarak düşünen Sare, istemeyerek de olsa Behiç Bey le evlenir. Evlilikten iki yıl sonra Kemal isminde bir çocukları olur. Bu arada Yunanistan dan İzmir e gelen Adras ın kız kardeşi, Sare ye, Adras ın evlendiğini evlilikten kısa bir süre sonra da öldüğünü söyler. Adras ın ölüm haberi ile iyice yıkılan Sare de kısa süre sonra ölür. Sare nin oğlu Kemal, Mayide isimli bir kızla evlenir. Sare nin bu evlilikten Elay isimli bir torunu olur. Doğumu sırasında birtakım olağanüstülükler görülen Elay, kısa zamanda evin neşe kaynağı olur. Son derece yetenekli olan Elay, tıpkı babaannesine benzemektedir. Resimlere ve kitaplara bakmayı çok seven Elay çocukluktan itibaren gördüğü rüyaların şiddetli tesiri altındadır. Bir 23 Nisan Bayramında şiddetli biçimde hastalanıp tüm gece boyunca ateşler içinde kıvranır. Sabah kalktığında resim defterine bir kız ve yüzü tam belli olmayan bir erkek çocuk resmi çizer. Bu çocuğu rüyasında gördüğünü ve çocuğun kendisini teselli edip güldürdüğünü söyler. Büyüdükçe ailenin ilgi odağı olan Elay ın birtakım eğlenceleri de babaannesini hatırlatmaktadır. Kendi kendine bulduğu hayal oyunu babaannesinin de çocukken sık sık oynadığı bir oyundur. Lise yıllarında özellikle edebiyat ve sanat öğretmenlerinin gözdesi olan Elay, çok güzel kompozisyonlar yazar, piyano eşliğinde şarkılar söyler, çizgi ve renkleri büyük bir
239 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 239 yetenekle birleştirir, ünlü ressamların hayatlarını inceleyip sergilerini takip eder. Erkek arkadaşlarından birçoğunun da ilgisini çeken Elay, Ayhan isimli bir gence yakınlık gösterse de aklında hep çocukken rüyasına giren esrarengiz genç vardır. Fakat bu esrarengiz genç Ayhan a ilgi duyduğundan beri rüyasına girmemektedir. Okul kapanınca ailesiyle birlikte Ege taraflarına tatile giden Elay da yine iç sıkıntılar başlar. Günler sonra rüyasına yine o esrarengiz çocuk girer. Çocuk rüyasına girmeye başladıktan sonra Elay, Ayhan ı unutup tekrar o çocuğun resimlerini çizmeye başlar. Tatil dönüşü Ayhan la görüşmeleri çok zor ve üzücü olur. Ayhan la Elay ayrılıp bir daha hiç görüşmezler. Elay; sadece bir silüet olarak aklında kalan, yıllardır kendisiyle birlikte büyümüş, duygularını esir almış gencin kim olduğunu merak etmekle kalmayıp adeta ona âşık olur. Liseden sonra Güzel Sanatlar Akademisine giden Elay, burada da hem hocalarının hem erkek arkadaşlarının ilgi odağı olur. Ancak onun aklında sadece rüyasında gördüğü gizemli çocuk vardır. Elay, üniversitede Civan isimli bir gençle yakınlaşır. Ancak gözlerini kapattığı bir anda hayal kurarken yüzü belli olmayan o genç yine gelerek Beklediğin o değil, seni bekleyen o değil. deyip kaybolur. Elay, bunun üzerine Civan dan da ayrılır. Elay ne zaman bir gönül ilişkisi yaşamak istese ya rüyasına ya da hayaline gelen o genç bu ilişkiyi engeller. Elay, bir gün babaannesinin sevgilisi Adras ın küçüklüğüne çok benzeyen bir çocuk resmi yapar. Hatta sonrasında babaannesi ile Adras ı bir arada resmeder. Bu resmi gören Nesibe hayretler içinde kalır. Hikâyeyi Elay dan saklamak istese de Elay ın ısrarları neticesinde Adras ile Sare nin efsanevi ilişkisini anlatmak zorunda kalır. Sare, babaannesinin hikâyesini Nesibe den dinleyince içinde Resmo ya gitme arzusu uyanır.
240 240 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Nihayet bir gün büyük umut ve heyecanlarla Resmo ya gider. Resmo da bir ressam ile tanışan Elay, ondan çok etkilenir. Bir müddet sonra bu ressamın rüyalarına giren kişi olduğu anlaşılır. İşin daha da ilginci bu kişi aynı zamanda Adras ın torunu Adel dir. Böylece dede ve babaannenin yarım kalan aşk hikâyesi torunlar üzerinden tamamlanmıştır. Roman Elay Adelinos un Yunanistan da bir özel üniversiteden sanatçı ödülü aldığı sırada yaptığı bir konuşma ile sona erer.
241 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 241 Ek-2: TÜRK EDEBİYATINDA BALKAN TÜRKLERİNİN MUHACERET VE MÜBADE- LE KONULU ROMANLARI ÜZERİNE BİBLİ- YOGRAFYA DENEMESİ Yakın dönem Türk romanındaki Mübadele konusuna odaklanan bu çalışmanın sonunda yer alan bibliyografyada kapsam geniş tutularak geçmişten günümüze Türk romanında Balkan Türklerinin muhaceret ve mübadelesini konu alan ya da bu konulara temas eden eserlerden tespit edilenlere yer verilmiştir. Bibliyografya denemesinde bu tarz bir yaklaşımın benimsenmesinde söz konusu konunun Balkan Türkleri özelinde ve göç ekseninde nerede konumlandığını ortaya koymak temel amacımızdır. Mübadele romanlarına dair genel çerçeveyi yansıtıcı bir nitelikte hazırlanmış olan Mübadil Türklerin Romanı adlı eser, mübadelenin Türk Edebiyatındaki yerini inceleyen araştırmalara katkı sunmayı amaçlamıştır. Bu bağlamda söz konusu bibliyografya denemesi de, mübadele konulu romanların, muhaceret konulu romanlardan ne derece ayrıştığının; merkezine mübadeleyi alan romanlar ile konuya temas düzeyinde değinen romanların tespiti konusunda çalışacak araştırmacılara bir veri sunmayı amaçlamaktadır. Aka GÜNDÜZ (1990). Dikmen Yıldızı. İstanbul: Toker Yayınları. A.Nedim ATİLLA (2011). Bir Göç Kasabası-Gaziemir. İstanbul: Heyamola Yayınları. Ali DİLBER (2013). Selânik Alev Alev -Selânik ten İstanbul a Gerçek Bir Göç Öyküsü-. İstanbul: Ozan Yayıncılık. A
242 242 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Akın ÜNER (2010). Çalı Harmanı. Samsun: Erol Ofset. (2014). Selanik Masalı. İstanbul: Yakın Plan Yayınları. Ali Ezger ÖZYÜREK (2011). Muhacirler, (Bitmeyen Göç). Ankara: Alter Yay. Rek. Ahmet YORULMAZ (2002). Kuşaklar ya da Ayvalık Yaşantısı. İstanbul: Remzi Kitabevi. (2002). Savaşın Çocukları. İstanbul: Remzi Kitabevi. (2003). Girit ten Cunda ya. İstanbul: Remzi Kitabevi. (2010). Ulya Ege nin Kıyısında. İstanbul: Kırmızı Kedi. Ayla KUTLU (2016). Yedinci Bayrak. Ankara: Bilgi Yayınevi. Barış BALCIOĞLU (1996). Çayınızı Türkçe mi Alırsınız? İstanbul: İletişim Yayınları. Belgin KARABULUT (2014). Mübadele Günlerinde Aşk. İstanbul: Cinius Yayınları. Belkıs Öztin KOPARANOĞLU (2006). Karşı Kıyılardan Bodrum a. İstanbul: Altın Kitaplar. Basri DÜKAKİNZADE (1922). Muhaciroğlu Mehmet. İstanbul: İkdam Matbaası. Celal ÖZCAN (2010). Toprağım Teos, Can Suyum Ege. İzmir: Şenocak Yayınları. B C
243 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 243 Canan TAN (2013). Hasret. İstanbul: Doğan Kitap. Cemil SARIKAYA (2016). Son Dönüş (Bir Mübadele Hikâyesi). İstanbul: Cinius Yayınları. Demet ALTINYELEKLİOĞLU (2013). Ah Bre Sevda Ah Bre Vatan. İstanbul: Remzi Kitabevi. Dido SOTİRİYU (1990). Benden Selam Söyleyin Anadolu ya. İstanbul: Yeni Alan Yayıncılık. Ertuğrul Erol ERGİR (2000). Giritli Mustafa. Selçuk: Tükelmat A.Ş. Ertuğrul ALADAĞ (1995). Andonia-Küçük Asya dan Göç. İstanbul: Belge Yayınları. (1997). Sekene -Türkleşmiş Rumlar/Dönmeler-. İstanbul: Belge Yayınları. (1999). Maria, Göç Acısı. İstanbul: Belge Yayınları. Emine IŞINSU (1979). Çiçekler Büyür. İstanbul: Ötüken Yayınları. (1969). Azap Toprakları. İstanbul: Ötüken Yayınları. Feride ÇİÇEKOĞLU (1994). Suyun Öte Yanı. İstanbul: Can Yayınları. Feyza HEPÇİLİNGİRLER (2012). İşte Gidiyorum. İstanbul: Everest Yayıncılık. D E F Fikret OTYAM (1985). Pavli Kardeş. İstanbul: Kaynak
244 244 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Yayınları. Fügen Ünal ŞEN (2012). Bir Avuç Mazi. İstanbul: Everest Yayınları. Ferda Bozoklar ARDALI (2014). Sinesaf (Düşlerde Kalan Mübadele). Ankara: Kanguru Yayınları. (2009). Düşlerde Kalan Girit. Ankara: Kanguru Yayınları. (2009). Eleni nin Kızı Halime. İzmir: Şenocak Yayınları. Gökhan GÖKÇE (2008). Rumeli ye Veda. İstanbul: Kaynak Yayınları. Güngör MAZLUM (2009). Suskun Güvercin. İstanbul: Ceren Yayıncılık. (2015). Ihlamurlar Açarken, Edirne: Parafiks Yayınları. Güler GÖFER (2015). Girit Toprağından Tarsus a Çilek Kokulu Üzüm. İstanbul: İkinci Adam Yayınları. Gülsüm ÖZ (2016). Mübadele Aşkları. İstanbul: Sola Yayınları. Halide ALPTEKİN (2012). Ağlama Tuna. İstanbul: Yitik Hazine Yayınları. G H (2006). Balkan. İstanbul: Kaynak Kitaplığı. Hasan İzzettin DİNAMO (2012). Ateş Yılları. İstanbul: Tekin Yayınevi. (2017). Savaş ve Açlar. İstanbul: Tekin Ya-
245 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 245 yınevi. Handan GÖKÇEK (2010). Ah Mana Mu. İstanbul: Pupa Yayınları. Handan ÖZTÜRK (2014). Mübadil. İstanbul: Artemis Yayınları. Harun ÇELİK (2015). Bizim Dimitri. Antalya: Kent Kitap. Hüseyin ÜNAL (2007). Kayıp Vatan Girit. İstanbul: Nesil Yayınları. Hüsniye BALKANLI (1958). Güzel Hatice. İstanbul: Hüsnütabiat Matbaası. İsmail ORAL, Oğuz ÖZDEM (2007). Biz Vatanımıza Hasret Öldük Yavrularım, Ankara: Yurt Kitap-Yayın. İrem UZUNHASANOĞLULLARI (2015). Gitme Gül Yanakların Solar. İstanbul: Epsilon Yayınları. Kemal ANADOL (2003). Büyük Ayrılık. İstanbul: Doğan Kitap. Kemal YALÇIN (2011). Emanet Çeyiz -Mübadele İnsanları-. İstanbul: Birzamanlar Yayıncılık. Kemal TAHİR (2014). Kurt Kanunu. İstanbul: Bilgi Yayınevi. Kenan Hulusi KORAY (2004). Osmanoflar. İstanbul: Doğan Kitap. İ K M Mehmet CORAL (2003). İzmir-13 Eylül 1922-. İstan-
246 246 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI bul: Doğan Yayınları. Mehmet EROĞLU (2007). Yürek Sürgünü. İstanbul: Agora Kitaplığı. Murtaza KÖLEMEZLİ (2001). -1924 Rumeli Mübadele Muhacirlerinden- Elveda Rumeli. İzmir: Ege Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Basımevi. Müfide PEKİN (2009). Mübadele Öyküleri. İstanbul: Lozan Mübadilleri Vakfı Yayınları. Mario LEVİ (1992). En Güzel Aşk Hikâyemiz. İstanbul: Afa Yayınları. (2000). Madam Floridis Dönmeyebilir. İstanbul: Remzi Kitabevi. Mehmet Behçet PERİM (1955). Göçmen Ahmet. Afyon: İkaz Basımevi. (1938) Balkan Çiçekleri. İstanbul: Serüven Kitabevi. Mehmet TÜRKER (2010). Bozgun Zamanı I. İstanbul: Çağrı Yayınları. (2011). Bozgundan Sonra II. İstanbul: Çağrı Yayınları. (2010). Vatan Yasak Özgürlük Uzak. İstanbul: Çağrı Yayınları. Mehmet YILMAZ (2015). Tuna nın Türküsü. İstanbul: Roza Yayınları. M. Yalçın TUNA (1936). Akın Yolcuları. İstanbul: Kader Basımevi. M. R. YALKIN / M. Sadık POĞDA (1944). Bulgar Sadık. İstanbul: Gün Basımevi.
247 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 247 Mim Kemal ÖKE (1991). Günbatımı. İstanbul: Çağ Yayınları. Necati CUMALI (1991). Viran Dağlar (Makedonya 1900). İstanbul: Çağdaş Yay. Nurten ERTUL (2006). Kimlik. İstanbul: Nesa Yayın Grubu. (2017). Elveda Kapadokya. İstanbul. Ulak Yayıncılık. Oya BAYDAR (2009). Hiçbir Yere Dönüş. İstanbul: Can Yayınları. Oğuz ÖZDEM, İsmail ORAL (2007). Biz Vatanımıza Hasret Öldük Yavrularım. Ankara: Yurt Yayınları. N O Rıdvan AKAR. (2002). Bir Irkçının İhaneti. İstanbul: Doğan Kitap. Ramis ÇINAR (2014). Elveda Rumeli -Bir Savaş ve Ayrılık Romanı-. İstanbul: Parafiks Yayınları. (2012). Savaş ve Ayrılık. İstanbul: Truva Yayınları. Reşat Nuri GÜNTEKİN (2008). Ateş Gecesi. İstanbul: İnkılâp Yayınları. Reşat İLERİ (1953). Yörük Ali. İstanbul: Kardeşler Basımevi. R S
248 248 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Sergun AĞAR (2001). Aşkın Samatya sı Selanik te Kaldı. İstanbul: Can Yayınları. Sabâ ALTINSAY (2007). Kritumu -Giritim Benim-. İstanbul: Can Yayınları. Sabahattin ALİ (2015). Sırça Köşk (Çirkince). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Sabit SÜMER (2014). İki Göçmen Yürek. İstanbul: Destek Yayınları. Sevinç ÇOKUM (1978). Bizim Diyar. İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları. Sevgi SOYSAL (1973). Yenişehir de Bir Öğle Vakti. İstanbul: Bilgi Yayınevi. Salim ŞENGİL (1987). Savurulup Gidenler. Can Yayınları: İstanbul. Ş. Levent DENİZ (2011). Midilli de Söğüdün Gölgesinde. İstanbul: Aya Kitap. Tülin ÇAYIRCI (2012). Gülcemal. İstanbul: Cinius Yayınları. Tayyar TAHİROĞLU (1985). Emin in Ciğeri. İzmir: Serkan Matbaacılık. Uğur BÜGET (2013). Rum Kızı Aliki. Ankara: Kültür Ajans Yayınları. Ş T U Ü Ünsal TUNÇÖZGÜR (2005). Mübadele Safranbolu da
249 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 249 Aşka Geçit Vermedi. Ankara: Pelin Ofset. Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU (2008). Panorama. İstanbul: Remzi Kitapevi. Yılmaz GÜRBÜZ (1984). Acılar Masal Oldu. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. Y (2007). Mübadiller. Ankara: Elips Kitap. (2010). Balkan Acısı. İstanbul: Ötüken. Yılmaz KARAKOYUNLU (2012). Mor Kaftanlı Selanik. İstanbul: Doğan Kitap. Yaşar KEMAL (2004). Bir Ada Hikâyesi 1-Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana-. İstanbul: Adam Yayınları. (2004). Bir Ada Hikâyesi 2 -Karıncanın Su İçtiği-. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. (2004). Bir Ada Hikâyesi 3 -Tanyeri Horozları-. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. (2012). Bir Ada Hikâyesi 4 -Çıplak Deniz, Çıplak Ada-. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Yiğit OKUR (1999). Hulki Bey ve Arkadaşları. İstanbul: Can Yayınları. Yusuf ATILGAN (2017). Anayurt Oteli. İstanbul: Can Yayınları. Zaven BİBERYAN (2012). Yalnızlar. İstanbul: Aras Yayınları. Zühal İZMİRLİ, Yücel İZMİRLİ (2008). İzmir de Bir Manastır Çınarı. İstanbul: Neden Kitap. Z
250 250 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Ziya YAMAÇ (1979). Mehmet. İstanbul: Habora Kitabevi Yay. (2007). Mehmet Balkan Muhaciri, İstanbul: Heyamola Yayınları. KAYNAKÇA Adem ÖGER, Karamanlı Ortodokslar ve Karaman Türkçesi, Tehlikedeki Türk Dilleri II A- Örnek Çalışmalar, (Editörler: Süer Eker ve Ülkü Çelik Şavk), Uluslararası Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi Yayınları, Ankara-Astana, 2016. Akın ÜNER, Çalı Harmanı -Mübadelenin Hazin Hikâyesi-, Yakın Plan Yayınları, İstanbul, 2013. Ali Ezger ÖZYÜREK, Muhacirler -Bitmeyen Göç-, Kekeme Yayıncılık, İstanbul, 2011. Ali TİLBE, Göç/göçer Yazını İncelemelerinde Çatışma ve Göç Kültürü Modeli, Turkish Migration Conference 2015 Selected Proceedings, Transnational Press London, London, 2015. Atıf AKGÜN, Balkan Türklerinin Muhacir Edebiyatı İncelemeleri, Grafiker Yayınları, Ankara, 2016. Atıf AKGÜN, Can ŞEN; Popüler Tarihî Bir Romanın Kimlik i, Edebiyat Bahçesi Dergisi, S.1, 2008. Atıf AKGÜN, İsmail Alper KUMSAR; Yakın Dönem Mübadele Romanları Üzerinde Bir Değerlendirme, X. Uluslararası Balkan Tarihi Kongresi Bildirileri, (Editör: Mehmet Yavuz ERLER), Samsun Mübadele ve Balkan Türk Kültürü Araştırmaları Derneği Kültür Yayınları, Samsun, 2016.
251 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 251 Atıf AKGÜN, İsmail Alper KUMSAR; Yakın Dönem Mübadele Romanlarındaki Türk ve Rum Algısına Dair Mukayeseli Bir İnceleme, Göç Konferansı 2017- Seçilmiş Bildiriler, (Editörler: Ali TİLBE, Sonel BOSNALI, Yusuf TOPALOĞLU), Transnational Press London, London, 2017. Belgin KARABULUT, Mübadele Günlerinde Aşk, Cinius Yayınları, İstanbul, 2014. Cahide Zengin AGHATABAY, Mübadelenin Mazlum Misafirleri / Mübadele ve Kamuoyu 1923-1930, Bengi Kitap Yayınları, İstanbul, 2009. Demet ALTINYELEKLİOĞLU, Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan- Bir Mübadele Romanı-, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2013. Emel KEFELİ, Karşılaştırmalı Edebiyat Çalışmaları, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2000. E. M. FORSTER, Roman Sanatı, Mîlenyum Yayınları, İstanbul, 2014. Ercan ÇELEBİ, Mübadele, İmar ve İskân Vakâleti (Kuruluşu, Teşkilât Yapısı ve Faaliyetleri), Doktora Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih A.B.D., Samsun, 2005. Feride ÇİÇEKOĞLU, Suyun Öte Yanı, Can Yayınları, İstanbul, 1996. Gürsel AYTAÇ, Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi, Say Yayınları, İstanbul, 2013. Hakan SAZYEK, Edebiyat Niçin İnsansız Olamaz?, Turkish Studies, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 8/8, Summer 2013.
252 252 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Harun DOĞRUYOL, 1990 Sonrası Türk Romanında Türk-Yunan Mübadelesi, Doktora Tezi, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Manisa, 2016. Herkül MİLLAS, Türk ve Yunan Romanlarında Öteki ve Kimlik, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005. Hülya Bayrak AKYILDIZ, Mübadele Romanlarında Kimlik ve Ulusçuluk, Doğu Kütüphanesi Yayınları, İstanbul, 2018. İbrahim ERDAL, Türkiye ile Yunanistan Arasında Mübadele Meselesi (1923-1930), Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih A.B.D., Ankara, 2006. İhsan TEVFİK, İnsan ve Mekân Yüzüyle Mübadele- 1923 ten Bugüne Zorunlu Göç, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2014. İlber ORTAYLI, Osmanlı İmparatorluğunda Millet Nizamı, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002., C. 10, ss. 216-220. Kâmil AYDIN, Karşılaştırmalı Edebiyat, Günümüz Postmodern Bağlamında Algılanışı, Birey Yayıncılık, İstanbul, 2008. Kemal YALÇIN, Emanet Çeyiz-Mübadele İnsanları-,- Birzamanlar Yayıncılık, İstanbul, 2011. Kemal ARI, Büyük Mübadele Türkiye ye Zorunlu Göç/1923-1925, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ankara, 2005. ---------------, Suyun İki Yanı: Mübadele (Yazılar), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2015. ---------------, Türk Roman ve Öyküsünde Mübadele, Tarih ve Günce, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Dergisi, I/1, Yaz, 2017.
253 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 253 Nurettin Şazi KÖSEMİHAL, Edebiyat Sosyolojisine Giriş, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., İstanbul, 1967. Nurullah ÇETİN, Roman Çözümleme Yöntemi, Öncü Kitap, Ankara, 2009. Nurten ERTUL, Kimlik - Osmanlı Topraklarında 700 Yıllık Yaşam ve Köklerimiz-, Nesa Yayın Grubu, İstanbul, 2006. Philip STEVİCK, Roman Teorisi, (Çev. Sevim KAN- TARCIOĞLU), Akçağ Yayınları, Ankara, 2010. Ronald B. TOBİAS, Roman Yazma Sanatı, Say Yayınları, İstanbul, 1996. Sabâ ALTINSAY, Kritimu -Giritim Benim-, Can Yayınları, İstanbul, 2011. Sacit AYHAN, Türk Romanında Azınlıklar, Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa, 2008. Serhat ULAĞLI, İmgebilim Öteki nin Bilimine Giriş, Sinemis Yayınları, 2006. ---------------------, Edebiyata Farklı Bir Bakış, I. Ulusal Karşılaştırmalı Edebiyat Sempozyumu, 06-08 Aralık 2001, OGÜ Basımevi, Eskişehir, 2002. Turgut GÖĞEBAKAN, Tarihsel Roman Üzerine, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004. Umut DÜŞGÜN, 1923 Lozan Mübadelesinin Türk Romanına Yansıması, Doktora Tezi, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Muğla, 2017. Yaşar KEMAL, Karıncanın Su İçtiği, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 2008.
254 254 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI Yılmaz GÜRBÜZ, Mübadiller, Elips Yayınları, Ankara, 2008. Yılmaz KARAKOYUNLU, Mor Kaftanlı Selânik -Bir Mübadele Romanı-, Doğan Kitap, İstanbul, 2012. Yunus AYATA, Türk Romanında Nüfus Mübadelesi Sorunu ve Bir Mübadele Romanı Olarak Mor Kaftanlı Selânik, C.B.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, C. 39, S. 1, Haziran 2015. www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=tdk.gts.5a003fe98ea025.30950218, E.T. 06.10.2017 www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=tdk.gts.5a003fecb0aa95.25298404, E.T. 06.10.2017
255 Atıf AKGÜN - İsmail Alper KUMSAR 255 ÖZGEÇMİŞ(LER) Atıf AKGÜN 1984 yılında İzmir/Menemen de doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Menemen de tamamladı. 2006 yılın da Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü nden mezun oldu. Aynı yıl Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araş tırmaları Enstitüsü nde lisansüstü eğitimine başlayan Akgün, 2012 yılında Türk Dünyası Edebiyatları anabilim dalında savunduğu Bulgaristan da Türk Çocuk Edebiyatı başlıklı tezi ile doktora derecesi aldı. 2007-2013 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda Türkçe öğretmenliği görevi yapan Atıf Akgün, 2013 yılında Bartın Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümünde yardımcı doçent kadrosuna atan dı. 2014-2016 yılları arasında Düzce Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalında yardımcı doçent olarak görev yaptı. Akgün ün ulusal ve uluslararası yayınlarda Çağdaş Türk Edebiyatı, Türk Dünyası Edebiyatları ve Balkan Türkleri Edebiyatları alanlarında makaleleri yayımlandı; yurt içi ve yurtdışında Balkan Türkleri ve Türk Dünyası Edebiyatları alanında çe şitli bildiriler sundu. Balkan Türkleri ve Türk Dünyası konulu birçok bilimsel etkinlikte düzenleyici ve katılımcı olarak yer aldı. 2016 yılından itibaren Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü, Türk Dünyası Edebiyatları Anabilim Dalı nda görevini sürdürmekte olan Akgün, evli ve bir ço cuk babasıdır.
256 256 MÜBADİL TÜRKLERİN ROMANI İsmail Alper KUMSAR 1981 yılında Ankara da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Ankara da tamamladı. 2003 yılında Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Üniversiteden mezun olduktan sonra Ankara da dershane öğretmenliği (2003-2011) yaptı. 2011 yılında Düzce Üniversitesinde Türk Dili okutmanlığı görevine başladı. Safahat ta Özlü Sözler başlıklı bir Yüksek Lisans(2010) çalışması yaptı. 2016 yılında Yeni Türk Edebiyatı ana bilim dalında savunduğu Malûmât Hareketi başlıklı tezi ile doktora derecesi aldı. Çeşitli akademik (Gazi Türkiyat, Türklük Bilimi Araştırmaları, Asos Journal -Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi-, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi ) ve popüler dergilerde (Kırklar, Hece, Derkenar, Türk Edebiyatı, Temmuz, Muhayyel ) yazıları yayımlandı. Çeşitli kitaplarda bölüm yazarlığı yapan Kumsar, telif kitaplar yazmakla birlikte Osmanlı Türkçesinden çeşitli eserleri günümüz Türkçesine aktardı. Türk Edebiyatı alanında sempozyum, kongre ve panellere katıldı. Düzce deki Türk dili okutmanlığı görevini sürdüren Kumsar, evli ve iki çocuk babasıdır.