KAYNAK: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/330011
Tarih ve Günce
Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Dergisi
Journal of Atatürk and the History
of Turkish Republic
I/1, (2017 Yaz), ss. 5-28.
TÜRK ROMAN VE ÖYKÜSÜNDE “MÜBADELE “
Kemal
ARI*
Öz
Bu makalenin esas amacı Türkiye'de mübadele konusunun edebi
ürünlerde nasıl yer aldığını
incelemektir. Bunun için her şeyden önce "Mübadele" olgusu üzerinde durulmuştur. Daha sonra Yunan edebiyatı ile de karşılaştırmalar yapılarak Türk ve Yunan
edebiyatında mübadelenin ne kadar yer
aldığı incelenmiştir. Diğer taraftan da Türkiye'deki mübadele ile ilgili yapılan araştırmalar ve yazılan romanlar
incelenmiş ve bunlar hakkında durum tespitleri yapılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Mübadele, Yunan Edebiyatında Mübadele,
Türk Edebiyatında Mübadele,
Mübadele Romanları, Türk - Yunan Mübadelesi
THE POPULATION EXCHANGE IN TURKISH NOVEL AND STORY
Abstract
The main purpose
of this essay is to observe how “exchange of population” has been handled in Turkish literary
works. First of all, the exchange of population issue is focused.
Then, the place of exchange
of population in Turkish
and Greek literature is examined through a comparison with Greek literature. On the other hand, researches
and novels about the exchange of population written
in Turkish has also been investigated and some conclusions and determinations are made about them.
Keywords: Migration, Migration in the Grecian
Literature, Migration in the Turk, Migration Novels, Migration of Turk – Grecian
* Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk
İlkeleri ve İnkılap
Tarihi Enstitüsü (kemalari1965@gmail.com).
Kemal Arı Tarih ve Günce, I/1, (2017
Yaz)
“Mübadele”,
pek çok göç türü içinde
özellikleri açısından ikinci bir örneği olmayan
çok önemli bir tarihsel olgudur. Genel anlamda “göç”, insanların değişik nedenlerle yerleşik
oldukları bir ortamdan
başka bir ortama
yerleşme amacıyla yer değiştirmeleri olarak tanımlanabilir. Göç bireysel olabileceği gibi, büyük bir toplum kesimini
de kapsayabilir. Tarihsel göçler içinde “Mübadele” olayı, göç olayları
içinde belki de kendine özgü yönleriyle en çok ilgileri
çeken bir tarihsel süreçtir. Onu öteki göç olaylarından ayıran en belirgin
özellikleri, onun anlaşmalara dayalı, karşılıklı ve zorunlu oluşudur.
30 Ocak 1923 tarihli sözleşme
uyarınca Yunanistan’daki Batı Trakya dışındaki
Müslümanlar ile Türkiye’deki İstanbul dışındaki
Ortodokslar “zorunlu” olarak yer değiştirmişlerdir. Böylece Türkiye’ye Yunanistan’dan 500.000; Yunanistan’a da Türkiye’den 1.200.000 kişi zorunlu
olarak ve bir daha ayrıldıkları memleketlerine dönmemek üzere
göç ettirilmiştir1.
Mübadele
gönüllü olsaydı, ne kadar insan yer değiştirmek isterdi, bilinmez. Ancak göçü yaşayanlar ister gönüllü olarak
isterse zorla göçe yönelmiş olsalar
da bu durum mübadelenin dramatik ve romantik yanını gölgelemez.
Sonuçta insanlar, başka bir seçenek önlerine
konulmaksızın, zorunlu olarak göçü yaşamak
durumunda kalmışlardır. Bu da zaten oldukça dramatik
yönleri olan göç eyleminde, bu yönlere dayalı olarak kabaran öznel duyguları çok daha keskin boyutlara taşımış, eylemin duygusal
boyutta vurduğu darbeler,
kuşaklar boyunca mübadillerin aşamadığı travmalara dönüşmüştür. Bu nedenle mübadele
olayı, salt bir göç eylemi
olarak nitelendirilip, sayısal verilerle ve somut kimi gerçekliklerle
açıklanamaz. Açıklanmaya çalışılsa
bile böyle bir çabanın ortaya koyacağı anlatı metni, işin psikolojik
ve sosyo-psikolojik boyutu ile en azından sosyal antropolojik boyutları eksik kalacaktır.
Bu
nedenle mübadeleyi anlama çabası sayısal veriler kadar, onun üzerine empati yapmayı da gerektirir. Mübadele
üzerine yapılacak küçük
bir anlama çabası
bile (empati) onun gerek oluşum, gerek uygulanış ve gerekse göç
sonrasındaki evreleriyle ne denli çetin
ve zorlu bir süreç olduğunu
ortaya koyar. Göç olgusu başlı başına zaten pek çok bilinmeyenleri kendi içinde barındırır. Bu süreçte gerek bireysel
ve gerekse grup kimliği temelinde pek çok karşıt, koşut ya da ters olgunun iç içe yaşandığına tanık olunur. Yalnız
bedenler yer değiştirmez; duygular ve soyut
değerler de süreçten önemli darbeler alır.
Kuşku, korku, tedirginlik; buna karşın yeni ülküler, umutlar ve beklentiler süreçle
doğrudan ilgilidir. Hele süreç, ulusal duyguların son derece kabardığı
büyük tarihsel olayların
bir gerekliliği gibi algılanıyorsa; bu kez ulusçu duygular göç süreçlerine yön verebilir. Buna karşın yine de
toplumsal ve bireysel ölçekli düş kırıklıkları her zaman kendini gösterir. Olay üzerine tarihsel, toplumsal
ya da psikolojik kimi analizler
yapıldığında, göçün kendi doğasından kaynaklanan karmaşa ve olası güçlükler yalın biçimde ortaya çıkar.
Bir kere
mübadele, onu yaşamış bireyler ile olayı kurgulayıp bir anlaşma ile sonuçlandırmış ülkeler için de büyük bir deneyimdir. Bu deneyimin sonunda önemli
bir kültür aktarımı
olduğundan söz edilebilir. Mübadele pek çok sonuçları yanında,
1 Mübadele için bkz. Kemal Arı, Büyük Mübadele, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul, 2013.
Türk Roman ve Öyküsünde “Mübadele” Tarih
ve Günce, I/1, (2017 Yaz)
özellikle yeni ulus
devletlerin, yani Türkiye ve Yunanistan’ın kimlik inşalarında bu süreçlere
pek çok etkide bulunmuştur. Yeni grupların göçler sonunda karşılaşmalarıyla birlikte yeni kültür
ortamları oluşur ve göç eden gruplarla yerli
gruplar arasında yoğun bir kültür aktarımı yaşanır.
Mübadele süreci kültür aktarımları,
uyumları ve kaynaşmaları yönünden büyük bir zenginliği kendi içinde taşır. Göç ettirme
eylemi ile yaşanmış
olan birey ve gurup kopmaları, belli bir doğal ve toplumsal
çevrede süregelen kültürel
yapılara elbette darbeler
indirir. Bu kültürlerin sürekliliği açısından
bakıldığında büyük bir boşluktur. Ancak değişik grupların bir araya geldikten sonra ortak bir toplumsal ve çevresel mekânı paylaşmaya
başladıklarında, karşılıklı olarak büyük bir kültürel aktarım süreçleri ortaya çıkmıştır. Aktarılan her kültür, önceki kültür dokularıyla bir araya geldiğinde zorunlu olarak bir kültürel uyum sürecine dönüşür2.
Bu süreçlerde önceki doğal çevresinden kopmuş olan kültürel yapılar, yeni bir kültür ortamında
ortak bir kültür
inşasına yönelirler. Bu yeni kültür
inşasında; etki güçlerine göre değişik kültürler, ortak
kültür süreçlerine yeni katkılar sunar; az ya
da çok kendileri değişime uğradığı
gibi yine az ya da çok ilişki
içinde oldukları öteki kültür dokularını da değişime zorlarlar. Bu yaşanan süreç,
yeni toplumsal yapıların oluşum süreçleri için büyük bir zenginliktir ve bu zenginliğin tanımlanıp kayıtlanması, toplum bilimleri açısından son derece önemlidir.
Bu nedenle bilinçli ve çağdaş
düşünebilen toplumlar, gerek bireysel ve gerekse toplumsal temelde göçe ve göçlere ilişkin buluntuları, etnografı
değeri olan nesneleri ve –günümüzde- sözel, görsel ve yazılı verileri
kayıt altına alarak kimi müze ve arşivlerde toplayıp
geleceğe aktarma görevi edinmişlerdir. Pek çoğunun eksik yanları
olsa da Türkiye’de mübadele ve göç müzelerinin özellikle yerel yönetimler tarafından kurulma çabaları son derece
önemlidir. Göç ve göçmenler üzerine en bilindik
örneklerden birisi Amerika Birleşik Devletleri’nde, New Jarsey ile New York’un
denize açılan noktada
Ellis İsland’daki Göçmen Müzesi (İmmigration Museum)’dir.
Türkiye
tarihinin bütün dönemlerinde az ya da çok göç sorununu eylemli olarak yaşamış bir ülkedir. Buna karşın
konunun edebiyatta, özellikle de roman ve son
yirmi yılda giderek artan bir ilgi artışına karşın, yeterince ele alınmadığını kolaylıkla söyleyebiliriz. Bu bir
rastlantı mıdır? Ya da konunun bunca önemine
karşın edebiyat dünyasının
konuya uzun süre ilgisiz kalışı üzerinde durulmayı gerektirmeyecek kadar sıradan bir olgu mudur?
Bu soruların
yanıtları olduğunu sanmıyoruz. Her şeyden önce toplumun genelinde doğrudan toplumun kendini
ilgilendiren konularda bile yaygın bir bilinç
eksikliği olduğu bilinmeyen bir şey değildir. Ne yazık ki Türk toplumu,
kendini doğrudan ilgilendiren
konulara bile yeterince ilgi gösteren en azından entelektüel bir çevre yaratamamıştır. Kültür, belli bir elit sınıfın
elinde ve onun ilgisiyle
2 Kemal Arı, “Bir Tarih Araştırma
Konusu Olarak Mübadele”, Yeniden Kurulan Yaşamlar, Bilgi Üni. yay., İstanbul, (2005), ss.387-400.
Kemal Arı Tarih ve Günce, I/1, (2017 Yaz)
palazlanacağına göre, Türkiye’de aydınların neden bu kadar önemli ve yaygın, toplumsal kökleri ve etkileri
derin bir konuya ilgisiz kaldığı,
anlaşılabilir gibi değildir. Bu belki de Türkiye gibi yarı
gelişmiş bir ülkede, ortalama aydın tipinin,
toplumsal sorunlarla yüz yüze gelme zorluğu yerine,
öykünmeci bir duruş sergilemesi gibi sıradan bir seçeneğe yönelmiş olmasıyla ilgilidir.
Oysa
kendine özgü yönleri, tarihsel anlamı, topluluklar, gruplar, aileler ve kişiler
üzerinde derin etkileri
olması nedeniyle özel olarak mübadeleyle ilgili süreçler, edebi metinler yaratmada
yazar-çizer kesim için büyük bir zenginlik sunmaktadır. Böylesine bir zenginliği
bilinçsiz biçimde görememe ya da –varsa- bilinçli
biçimde görmekten kaçınma eğilimi, Türk entelektüel çevreleri için büyük bir eksikliktir. Gerçekte
toplum bilimlerin pek çoğu için mübadele büyük bir laboratuvar özelliği taşır ve bu yönüyle
o, büyük zenginlikleri kendi içinde barındırır. Bu
zenginliğin tarihsel dönüşüm evrelerinde değişme süreçleriyle birlikte bu büyük
zenginliği işleme ve olgusal yönlerini kayıt altına alma çapası gelecek kuşaklara bir değer olarak aktarımı son
derece önemlidir. Toplumsal yapı sürekli olarak
değiştiğine ve bu yapıların gerek bireyi ve gerekse toplumsal grupları da değişime
zorladığı açık olduğuna
göre; elbette geçmiş dönemlerde yaşanmış
mübadele gibi tarihsel
örneklere bakış açılarında da yoğun değişmeler yaşanmıştır. Yani bundan elli sene önce ortalama bir insanın mübadele olgusuna bakışı ile günümüzdeki bakışı arasında derin farklar vardır.
Bu farklılık, göçü dışarıdan gözlemleyen kişiler için geçerli olduğu
gibi, belki ondan daha yoğun biçimde göçü yaşamış
ya da yaşayan kuşakların ardılları olan kişilerin bakış açısı için de
geçerlidir. Örneğin, göçü yaşayan
kişiler için O, yaşamlarının belli bir kesiminde, kendi üzerlerine
yıkılan ve yaşamak durumunda bırakıldıkları büyük bir zorluktu. Bu zorluklar onlarda bir süre sonra, o
zorlukların da anımsandığı anılara dönüştü. Sonraki
kuşaklar ise bu anımsanan anıların sahipleriyle iç içe büyüdüler; birinci derecede
olayın tanığı ve hatta bir öznesi olan kişilerden göç öyküleri dinlediler. Bu göç öyküleri,
onların duygu dünyalarının oluşumunda derin etkiler bıraktı. Ancak bunca yaşanmışlıklara ve derin etkilere
karşın; ne inceleme
yapıtlarda, ne anılarda; ne de yeterince sinemada, tiyatroda, öykülerde ve romanlarda;
hatta şiirde bile bu konu anlaşılmaz biçimde yer almadı
ve bu derin yaşanmışlık bu tür metinlerin içine etki edemedi.
Kuşkusuz göçü doğrudan yaşamış
bireylerin kendi belleklerinde göçün izleri; bu süreci çok sonraları, o da anlatılanlardan ve yapılan araştırmalardan; daha olmadı film,
tiyatro, roman ve öykü gibi sanatsal sunumlardan öğrenmeye çalışan kişilerin
belleklerinden büyük ölçüde farklıdır. Sanatsal
yapıtların romantik duygularla iç içe girmesi
elbette kaçınılmazdır ve gereklidir. Ancak yaşanmış gerçeklerin bireysel belleklerde bıraktığı
izler diyebileceğimiz imgeler bütünüyle yaşanmış
gerçeklere dayanır; süre içinde bu gerçekçiliğin yanına romantik etkiler eklenmişse de bu özellik onun
realist/gerçekçi yönlerini yok edemez. Bu iç içe geçmiş değişim ve algı süreçlerini, biçimlerini ve değişimini belirleyen çeşitli etkenlerle birlikte sürekli algı boyutunda
değişmiş böylesine önemli bir tarihsel olguya Türk toplumunun ortak belleği uzunca süre bu öneme kendini kapatmıştır.
Türk Roman ve Öyküsünde “Mübadele” Tarih
ve Günce, I/1, (2017 Yaz)
Toplumsal bellek kendini
ilginç biçimde yoğun acıların ve zorlukların yaşandığı bu dönemleri unutmaya kurgulamıştır. Olayı yaşayanlar uzun yıllar boyunca
onu anımsamamaya kendini
kurgulamış gibi bir tavır içine girmişlerdir. Bu ilginç durum giderek
büyük ölçüde “toplumsal bellek eksikliği” gibi bir sonuç yaratmıştır. Birkaç kuşak sanki bu dönemi anımsamamak üzere
kendi kişiliklerini özellikle zorlamış gibidir. Sonraları
küçük küçük kimi metinlere dökülen
anlatılar da yazın sanatını ne yazık
ki kalıcı olarak besleyecek düzeye ulaşamamıştır. Bu ilgisizlik 1990’lı yıllara kadar yalın
biçimde ortadadır.
Bu
ilgisizlik ve üşengeçlik, doğal olarak konunun gerek bilimsel ve gerekse sanatsal olarak
yeniden ele alınıp incelenmesine de olumsuz biçimde yansımıştır. Bu nedenle
uzun süre Türkiye’de göçü ve onun olumlu-olumsuz etkilerini ele alan, irdeleyen
en azından o birikimi gelecek
kuşaklara taşıma görevini
üstlenecek girişimler ortaya çıkmamıştır.
Bu yalnız
Mübadele olayı için mi böyledir;
yoksa başka göç olayları karşısında da Türk toplumunun ilgi eksikliği aynı mıdır? Bunu ancak, yine aynı türde metinlerde öteki
göç olaylarının iz düşümlerine bakarak
saptamak olanaklıdır.
Gerçekte “Göç” Türkler’ in bilinen
en eski tarih dönemlerinden bugüne yakalarından
hiç düşmeyen bir yazgı gibidir. Uzun bir zincirin çok önemli halkaları gibi ardı ardına gelen ya da kimi zaman
aynı anda birden fazlasının hükümranlık sürdüğü
sayısız beyliklerin, kabilelerin, Oğuz boylarının, devletlerinin yazgısında hep göç olgusu vardır3. Ancak; gerek tarih alanında, gerek
diğer toplum bilimi çalışmalarında ve gerekse yazılı ve görsel
sanat alanlarında göçü ele alan çalışmalar bir elin beş parmağını geçmeyecek kadar
azdır. Artık konunun ne denli önemli olduğunun anlaşıldığını düşünebileceğimiz günümüzde bile ne yazık ki bu alanlarda
Türkler’ in tarihinde göçün önemini içselleştirip, kanıksayarak konuya eğilme istenci neredeyse –sınırlı
çalışmaların dışında- bütünüyle karşılıksızdır. Bu istencin karşılığı denilebilecek tarih, edebiyat ve görsel sanat
metinleri ve ürünleri büyük bir
boşlukta gibidir ve bu boşluğun yakın bir gelecekte doldurulabilmesi de neredeyse
olası değildir. Bu hem geleneksel hem de çağdaş sanat türleri
için söylenebilecek genel bir durumdur.
Yazın
sanatı geleneksel kalıplardan ve türlerden sıyrılıp çağdaş olanlarına evirilmeye başladığında artık Osmanlı
Devleti çöküş döneminin
içine girmişti. Gerçek anlamda roman, öykü ve şiir alanında
yazım terminolojisi, yöntemi
ve yaklaşımı ancak Osmanlı’nın
son elli yılında görebildiğimiz bir uğraşı ve ilgi alanı olmuştu. Çağdaşlaşma çabalarının pek çok alanında
olduğu gibi edebi nitelikli yazım kalıplarına da 1839’da başlayan
Tanzimat Dönemi ile geçilebilmişti. Yeni kalıplarda ortaya
konulan ilk örnekler
son derece sığ ve toplumsal nitelikten uzaktı. Ahmet
Mithat, Refi’ Cevat gibi adı
ünlenmiş kişilerin ortaya koyduğu
yapıtlar, batılı
3 Örneğin bkz. (Kollektif), Türkiye’nin Göç Tarihi, (Der. Ayhan Kaya, Murat Erdoğan, Bilgi Ün. Yay., İstanbul,
2016; Ayrıca Bkz. Ebru Şenocak, “Göç ve Ergenekon Destanlarında Mitostan
Ütopyaya Yolculuk”, Türkisch Studies, Volume 8/1 (Winter 2013), s. 2525-2537.
Kemal Arı Tarih
ve Günce, I/1, (2017 Yaz)
örnekleriyle karşılaştırıldığında son derece sığ, içerik ve konu olarak
da son derece zayıf ve yanıp söner türden şeylerdi.
Tanzimat
Dönemi Osmanlı toplumu için batılılaşma ve çağdaşlaşma yönünde önemli
dönüşümler yarattı. Ancak batılı türde roman ve öykü yazımı,
tiyatro senaryoları ve diğer
yazım biçimlerinin ortaya çıkışı daha sonraki dönemlere denk gelir4. İlk yapıtlarda bir kere göç ya da benzeri toplumsal
olayların izine bile rastlanılmaz.
Kurguyu yapan ve anlatan yazar hala geleneksel nesir anlatıcılığının havasından sıyrılamamıştır. Romanın ve öykünün toplumsal
işlevi üzerine her hangi bir bilinç oluşmamış
ve bu yapıtları okuyan kişileri
eğitmek ya da düşündürmekten
daha çok okuyan kişiyi eğlendirmek gibi bir amaç güdülmüştür. Toplumsal
yönü olan olayların
ve olguların bu tür yapıtlarda yer alması, bir parça
II. Meşrutiyet Dönemi’nde
görülse bile; bunun büyük iz düşümlerine cumhuriyetin ilk yıllarında bile pek rastlanmamıştır. Bu dönem üzerine
eleştiri getiren kimi son dönem
aydınlarının söylediklerinin tersine, ilk şeyleri başarmak gibi bir görevi üstlenmiş Tanzimat Aydınlarının bu
romantik yaklaşımlarını anlamak dönemsel koşullar da düşünüldüğünde pek de zor değildir.
Bu döneme ilişkin
amatörce yazılmış edebi metinlerde göç ya da göçlerle ilgili
örneklere rastlanmaz5. Göçle ilişkilendirilebilecek kimi karakterlerin
varlığı ya da onların söylemlerine yansıyan kalıplar da dönemin toplumsal
yapısına ilişkin renklerin bu
yapıtlara yansımasından başka bir anlam taşımaz6. Yeni
edebiyat türleri içinde yol almak durumunda olan dönemin kuşakları,
konu seçiminde toplumcu içeriği olan
alanlara yönelmek bir yana, sıradan konularda bile büyük bir şaşkınlık içinde kalmıştır7.
Cumhuriyet döneminde
bu sığ yaklaşımların büyük ölçüde değiştiğini görmekteyiz. Cumhuriyet, öykünmeci bir
aydın tipini yaratmakla birlikte, yine de kökleri
Aydınlanma Dönemi’ne inen bir algının projesidir8. “Cumhuriyet” sözcüğü ve kavramı doğrudan bir ideolojiye dayandığına göre; her ideolojinin olduğu gibi
4 Kenan Akyüz, Modern
Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, İnkılap Kitabevi, İstanbul,
1995; Budak, Ali (2008), Batılılaşma
ve Türk Edebiyatı, İstanbul: Bilge Kültür Sanat Yayınları; Ahmet Hamdi
Tanpınar, 19’uncu Asır Türk Edebiyatı
Tarihi,
Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1988, s.30-31; M. Orhan Okay, “İlk Romanlarımız Üzerine Bazı Dikkatler”, Türk Yurdu,
(Mayıs-Haziran 2000), Cilt:20, Sayı:153-154;
Osman Gündüz, Meşrutiyet Romanında
Yapı ve Tema-I-, MEB Yayınları, İstanbul, 1997, s.65.
5 Bilge Ercilasun, “Servet-i Fünûn Edebiyatı”, Türk Dünyası El Kitabı, C.3:Edebiyat, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, (1992); Osman
Gündüz, Meşrutiyet Romanında Yapı ve Tema- I-, MEB Yayınları,
İstanbul, 1997.
6 Atıf
Akgün, “Edebiyatımızda Göç ve Göçmen Edebiyatları Üzerine Bir Değerlendirme”, Göç Dergisi, II/1 (Mayıs, 2015), s. 69-84.
7 Gürsel Aytaç, Çağdaş Türk Romanları Üzerine
İncelemeler, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1990, çşt.
syf.
8 Genel olarak bkz. Kemal Arı, Atatürk ve Aydınlanma; Düşünsel Temelleri ve Tarihsel
Gelişimi, 2. Baskı, Yakın Kitabevi yay., İzmir, 2009; yine aynı yazar,
“Atatürk, Cumhuriyet ve Demokrasi”, Belgi, Sayı 7 (Kış 2014/
I) s.952-963. Kemal
Arı, Atatürkçü Düşünce
Sistemi, Atatürk Konferansları (1999-yurt içi), Atatürk Araştırma Merkezi
yay., Ankara, 2000.s.s.101-120
Türk Roman ve Öyküsünde “Mübadele” Tarih
ve Günce, I/1, (2017 Yaz)
onun da bir felsefesi olması
doğaldır. Bu oluşum felsefesinin, batının aydınlanma değerlerinin bir parçası olarak
oluştuğunu söylemek gerekir. Bu felsefenin temelinde ulusal egemenlik düşüncesi en ağırlıklı biçimde
bulunan kavramdır. Ulusal egemenlik
ulus gerçeğine, ulus gerçeği de yurttaşlık bilincine ve bireysel özgürlüğe dayanır. Ulus devletin, ulusal yapıyı
güçlendirmesi için adımlar atması kadar doğal
bir şey yoktur. Türkiye’de, imparatorluk kültür ve felsefesinden
sıyrılıp çağdaş ve ulusal bir cumhuriyet yöntemine
geçiş, ister istemez
toplum temelinde, ulus gerçeğini
pekiştirecek nüfus hareketlenmelerini yanında getirmiştir; çünkü seçim, bu yöndedir. İmparatorluğun dağılma evrelerinde yaşanan
göçlerle nüfusun görüntüsü sürekli bir değişime uğramıştır.
Mübadele, ulus devletin oluşumunda en güçlü
toplumsal hareketlenme ve göç olayıdır diye düşünülebilir9.
Mübadele ve Göç Üzerine Yazılanlar
Türkiye’de mübadele
üzerine yapılmış araştırmalar oldukça geç bir dönemde başlamıştır10.
1990’lara gelinceye dek Türkiye’de konusu doğrudan “mübadele”
olan hemen hiçbir tarih araştırması yapılmış değildi.
Dolayısıyla ortada yazın sanatında kalem
oynatan kişilerin bilgi olarak beslenebilecekleri metinler bulunmuyordu. Doğan Avcıoğlu gibi kendi döneminin
önemli aydınlarının yapıtlarında bile mübadele birkaç paragraflık anlatım
ötesinde yer almıyordu. Mihri Belli’nin Missouri
Üniversitesi'nde bir mastır
tezi olarak hazırladığı 1940’lı yıllarda yapılmış
çalışmadan ise hemen hiç kimsenin
haberi olmamıştı. Mübadelenin daha çok ekonomik
ve toplumsal yönü üzerinden giderek
analizler yapmayı amaçlayan
çalışma ancak 2000’li yıllarda gün ışığına çıkmıştı11. Kemal Arı’nın 1988 yılında hazırladığı “1923 Türk-Rum
Mübadele Anlaşması Sonrasında İzmir’de Göçmenler” adlı
yüksek lisans tezi ile aynı kişinin 1993’te tamamladığı “1923 Türk-Rum Mübadele
Anlaşması Sonrasında Türkiye’de Göçmenler” adlı çalışmalar Türkiye’de
mübadeleye akademik düzeyde
eğilen ilk çalışmalar oldular12.
9 Kemal Arı, "Cumhuriyet’in Nüfus
Politikası", Toplumsal Tarih, Sayı:119 (Kasım 2003), s.s.28–31; yine bkz. Aynı yazar, Büyük Mübadele: Türkiye’ye Zorunlu Göç, Tarih Vakfı Yurt yay., Genel olarak bkz.
Kemal Arı, Atatürk ve Aydınlanma; Düşünsel
Temelleri ve Tarihsel Gelişimi, 2.
Baskı, Yakın Kitabevi yay., İzmir,
2009; yine aynı yazar, “Atatürk, Cumhuriyet ve Demokrasi”, Belgi, Cilt/ Volume 1;
Sayı/ Number 7 (2014), s.952-963, Kemal Arı, Atatürkçü Düşünce Sistemi, Atatürk Konferansları (1999-yurt içi), Atatürk Araştırma Merkezi
yay., Ankara, 2000.s.s.101-120
10 Kemal Arı, “Bir Tarih Araştırma
Konusu Olarak Mübadele”, ss. 387-400.
11 Mihri Belli, Türkiye- Yunanistan Nüfus Mübadelesi :Ekonomik Açıdan Bir Bakış, Belge yay., 2.
Baskı, İstanbul, 2002.
12 Kemal Arı, 1923
Türk-Rum Mübadelesi Sonrasında Türkiye’de Göçmenler, Dokuz Eylül Ün. AİİT Enst.,
(Basılmamış Doktora Tezi), İzmir, 1993. Aynı yazar: Büyük Mübadele:
Türkiye’ye Zorunlu Göç;
Tarih Vakfı Yurt yay., İstanbul,
1995.
Kemal Arı Tarih
ve Günce, I/1, (2017 Yaz)
Yunanistan’da Mübadele Romanı
ve Öyküsü
Oysa
mübadelenin Türkiye karşısındaki ortağı
Yunanistan’da konuya çok daha erken dönemlerde değinen çalışmalar
ortaya çıkmıştı13.
Tarihi içeriği olan yapıtlarda olduğu
gibi edebiyat alanında da Yunan yazarlar konuya çok daha erken dönemde eğildiler. Edebiyat yapıtları arasında Türkiye’de hemen hiçbir somut yapıt yokken,
Yunanistan’da mübadelenin daha çok öncesi
ve sonrasını ele alan roman ve öyküler raflarda çoktan yerini almıştı.
Örneğin Venezis14, S.
Doukas, S. Mirivilis, daha sonra F. Kontoglou, D. Sotiriou, L. Nakou, P. Prevelakis, Y. Theotokas, N. Kazantzakis, M. Loudemis… 70’li ve 80’li yıllardan sonra da Samouilidis, T. Athanasyadis, A. Nenedakis, Anzel Kurtyan, Y. Andreadis, ve son yıllarda
M. Veinoglou, Katerina
Zarokosta…15. İlginç bir saptama;
bu yazarların birçoğu
Türkiye’de doğmuştur. Örneğin
Yunan edebiyatının en gözde romancılarından olan Venezis Ayvalık
doğumludur ve romanlarında Ayvalık anlatılır. Dolayısıyla, romanlarında yerleşmiş bir Türk algısı
kendini gösterir. Yani Anadolulu bir Rum’un gözünden
Türk imgesi, yazarın
belleğinde yerleşmiş yargı ve gözlemlere dayandırılarak oluşturulur16. Bu yapıtlarda genel olarak mübadele
öncesinde Türkiye’de ve
mübadele sonrasında da Yunanistan’daki yaşam anlatılır; ancak o arada geçenler çok sınırlı anlatılır. Bunlar içinde her iki tarafta;
yani hem Yunanistan’da hem de Türkiye’de büyük
yankı uyandıran yapıt, Dido Sotiriyu’nun “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adlı romandır17.
Bunların
kimisi Türkiye’de oldukça yaygın ve duyumsanabilir bir etki de yaptı. Bunların içinde en çok etki
bırakanı; Dido Sotiriyu’nun Türkçeye “Benden Selam Söyle
Anadolu’ya” adıyla
çevrilen “Matomena
Homa (Kanlı Topraklar)” adıyla çevrilen
romandır18. Gerçekte
bir anıdan hareket
ederek yola çıkan Sotiriyu romanında Türkiye’de Osmanlı Tebaası iken,
Birinci Dünya Savaşı’nda savaştan kaçan, Türk-Yunan Savaşı başladığında da Yunanistan Ordusu’nda gönüllü taburunda savaşan
Şirinceli Manoly Aksiyotis’in dramatik öyküsü anlatılmaktadır.
Roman 1970 yılında Atina’da
yazılmıştır. O yıllar Türkiye ile Yunanistan arasında ideolojik farklılıkların yoğun biçimde gün yüzüne çıktığı
yıllardır. Romanın yazıldığı yılların, bütün dünyada yükselen
sol ideolojik görüşlerin etkili olduğu döneme
denk geldiğine bakılırsa, Dido Sotiriyu’da da bu bakış biçiminin romanda etkisini gösterdiği söylenebilir. Romanda
yaygın olan kanıya göre, Türk ve Yunan halklarını birbirine emperyalizm kırdırmıştır. Gerçekte Manoly
Aksiyotis’in
13 Konu ile ilgili bkz. Stephen
Ladas, The Exchange of Minorities, Bulgaria, Greece, and Turkey, (New York: Macmillian Company, 1932) Bruce
Clark, Twice a Stranger: How Mass Expulsion Forged Modern Greece and Turkey,(London: Granta Books,2007 Renée Hirschon, New York:, 2003)
14 Herkül Millas, Ayvalık ve
Venezis: Yunan Edebiyatında Türk İmajı, İletişim yay., İstanbul, 1998.
15 Herkül Millas, “Türk ve Yunan Edebiyatında Mübadele - Benzerlikler ve
Farklar”, Yeniden Kurulan Yaşamlar, Bilgi Ün. Yay.,
(7-8 Kasım 2003,
İstanbul).
16
Herkül Milas, a.g.e., çşt. syf.
17 Dido Sotiriyu, “Benden Selam Söyle
Anadolu’ya”, (Çev. Atilla Tokatlı), Can Yayınları, İstanbul, 2014.
18 Şehnaz Şişmanoğlu Şimşek, “Farewell To Anatolıa: Beıng A Soldıer
In The Fırst World War” The
Journal of International Social Research, Cilt: 8, Sayı: 39, Volume: 8 (August
2015), s.208-221.
Türk Roman ve Öyküsünde “Mübadele” Tarih
ve Günce, I/1, (2017 Yaz)
yaşadığı dram, bu iki halkın emperyalizmin oyunu karşısında yaşadığı
büyük trajedinin yalnızca
onun dünyasına yansıyan kısmıdır19. Toplumsal ve insani temele
inildiğinde romanda ara ara da olsa, iki toplumu birbirine bağlayan
birleştirici figürler de kendini gösterir. Bu figürlere ortak yaşanan mekânlar,
kesişen duygular, yaşamsal
algılar, somut ve soyut kültürel
olgular eşlik eder. Bir Türk neden hoşlanıyorsa, üç aşağı beş yukarı bir Rum da ondan hoşlanmaktadır. Örneğin yemeklerden,
giyim kuşamdan, hatta içilen dibek kahvesinden bile... Bu tür ortak özellikler, kişileri birbirine yaklaştırıp kaynaştıran ve etle tırnak gibi birbirine kenetleyen ögeler olarak değerlendirilebilir.
Buna bir Türk’le bir Rum’un, yani Manoli ve Şevket’in arkadaşlık ilişkisindeki sıcaklığı bile ekleyebiliriz20.
Manoli
ile Şevket, çocukluklarından beri arkadaştır. Sığırtmaçlık yapan bir Türk çocuğu olan Şevket, belki de
yaşamında Manoli’yi anlayan en önemli kişidir.
Kişiliklerinde, zevklerinde ve arkadaşlık duygularında ortaklıklar
vardır. Bu ortak bir duygudaşlık
halidir. Bu duygudaşlık, etnik ve kültürel farklılıklara karşın, ortak bir mekânda bireyleri bir arada tutan
ve sağlam bağlarla
birbirine bağlayan önemli
bir değerdir. Öyle ki Manoli kendisini sürükleyip götüren maceranın en kritik anlarında, örneğin yoğun duygusal
çatışmalar yaşadığı anlarda
birden Şevket’i anımsar. Onun görüntüsü ve bu görüntüyle
birlikte Anadolu’nun Şevket’in kimlik ve davranışlarına aktardığı değerlerle yüzleşir. Bu yüzleşme aynı zamanda derin bir sorgulamadır. Bu sorgulamanın hedefinde
ise yoğun biçimde emperyalizm vardır. Emperyalizmin
oynadığı o büyük oyunun ise hiçbir değer anlayışı yoktur; her şeyi kirletir, sömürür ve yok olur. Bu çirkin
oyunda yitiren –tıpkı Manoli ve Şevket gibi-
oradan oraya savrulan kişiler
ve aynı toplumsal yapının var ettiği halklardır.
Roman boyunca
bütünüyle iki bireyin
birbirine karşı bütünüyle çocuksu, saf; ancak o ölçüde de gerçek olan duyguları
ve tavırlarıyla karşılaşılır. Her şeye bu duygular ve tavırlar etkili olmuş olsa, hiçbir çirkinliğin kalmayacağını roman boyunca
duyumsarsınız. Romanı tamamlayan da zaten bu duygudaşlıktır. Emperyalizm bu duygudaşlığı yok etmiştir.
Ancak bu canavara, yani emperyalizme karşı bu pis oyundan
başarılı çıkabilmenin şifreleri
de bu doğal, saf ve temiz duygudaşlıkta bulunmaktadır. Yeter ki aynı coğrafyanın ve kültürün var ettiği halklar
buna dönme yetisini
ve kararlılığını göstersin… Bu çözümleme, yalnız Manoli
ve Şevket üzerine değil, örneğin Çiftlik Sahibi Ali Bey ile onun yanında çalışan
öteki kişilerin, Manoli’nin yasak aşklarından biri olan Adile’nin
ya da Kirliceliler’in kişilikleri üzerinden bile yapılabilir. Hep en yoksul
ve sıradan görünen
Kirliceliler’den birileri en zor döneminde
Manoli’nin yaşamını kurtarmıştır. Bu
19 Kısa bir tanıtım:
Kemal Arı, “Manoli’nin Gözyaşları”, Bütün Dünya, 2016/11 (Kasım 2016).
20 Kemal Arı, "Osmanlı Devleti'nde Göçlerle Aktarılan
Besin Kültürü ve Bunun Türk Yemek Kültürüne Etkileri",
I.
Türk Mutfak Kültürü Sempozyumu(Osmanlı Mutfak Kültürü)-14-15
Ekim 2010 Bilecik, Bilecik
Şeyh Edebali Üniversitesi Yayınları, Bilecik, 2012, ss. 21-45; kültürel değişimin
nitelikleri ve boyutları
için örneğin bkz. Türkdoğan, Orhan; “Seçilmiş Bazı Göçmen Ve Yerli Zümreler Üzerinde Sosyal Değişme Modelleri”,
İ.Ü. İktisat Fakültesi Mecmuası, XXII/3-4 (1962), ss. 140-163 Ve XXIII/3-4 (1963), ss. 115-136
Boran, Behice Sadık; Toplumsal Yapı Araştırmaları (İki Köy Çeşidinin
Mukayeseli Tetkiki),TTK Basım., Ankara, 1945.
Kemal Arı Tarih
ve Günce, I/1, (2017 Yaz)
karakterler üzerinden oluşan
imgeler, bütünleştirilerek romanın ilerleyen sayfalarında da akarak sürüp gider21.
Türkiye’de Mübadele Roman ve
Öyküleri
Karakterlerde
göçe ilişkin bir ürküntü, korku, tiksinme ve hatta onu kara bir yazgı gibi görme eğilimi yüksektir.
Örneğin 1927 yılında Aka Gündüz tarafından yazılan
“Dikmen Yıldızı” adlı romanda konuya ilişkin ilk
örnekleri görmekteyiz22. Romanda
sevdiği genci arayan Yıldız’ın Büyük Taarruz’dan sonra sevdiği genç Murat’ın
babasıyla birlikte İzmir’e kadar uzanan
öyküsü anlatılır. Fellik fellik savaşa
katılan Murat’ı bulmak için koşturan genç kız, İzmir’e kadar gelir ve
“Beybaba” dediği Murat’ın babasıyla
birlikte Başkumandan’ın karşısına kadar çıkar. Bu arada İzmir’in yanıp yıkılan görüntüsü de gözlerinin önündedir.
Geçmişte yaşanan acı olaylarda,
Türkler’e karşı Yunan Ordusu tarafında yer aldığı biçiminde aktarılan Rumlar’ın İzmir’den ayrılışlarına
değinilirken; roman karakterlerinden biri şöyle der: “Rumlar’ın İzmir’den gitmesi
iyi oldu. İzi kalmasın bunların!”
Roman 1927 yılında yazılmıştır. Doğrudan mübadele konusu olmasa da; mübadeleyi
tetikleyen Anadolu’dan Rum göçünden söz edilişi hepsi bu kadardır. Bu imge; Yunan Ordusu’yla birlikte
Rumlar’ın İzmir’den denize dökülüşü olarak nitelendirilir. Aynı fırça darbelerini Reşat Nuri Güntek’in “Ateş
Gecesi”nde de (1942) görürüz. Ancak bu kez
Rumlar’dan söz edilirken, daha insani bir boyut kendini göstermekte ve sevgi dolu sözler söylenmektedir. Romanın
belli yerlerinde Maryanti,
Eleniça, Rina, Miyeris
Panelopiça gibi Rum karakterler kendini
gösterir23. Yakup
Kadri’nin romanlarından Panorama’da (1953) ise Balkanlar’dan gelenler, oldukça
sevimsiz tipler olarak verilir. İnkılabın
toplum kesimlerinde nasıl karşılandığını
olaylar ve karakterler üzerinden veren yazar, romanında 1923 ile Atatürk’ün ölüm
tarihi olan 1938 arasındaki dönemi kesitler biçiminde vermektedir. Bu dönemin
elbette en önemli özelliklerinden biri de, Balkanlar’dan gelen göçmenlerin
Türkiye’ye yerleştikleri ve toplum içinde kendilerine bir yaşam alanı aramaya
başlamalarıdır. Yeni anavatanda yurt
tutunmaya çalışanların, yerleşik
21 Manoli: “Küçük Asya kıyılarında, evet, karşıda... çocuklar,
akrabalar, dostlar bıraktık.
Gömülmemiş ölüler, barınaksız diriler bıraktık ve şimdi hayaletler
misali, oradan oraya savrulan düşler.
Küçük Asya kıyılarında evet! Daha dün
yurdumuz olan karşıda... Dipsiz gecenin içinden, tanıdık gölgeler kayıp geliyor... Kirliceliler ve Şevket… İsmail
Bey, Kerim Efendi, Şükrü Bey... Ve Ali
Dayı'yla kızı... Boşuna! Hiçbiri imdada koşamaz artık... Yıkılıp gitti her
şey!”; Dido Sotiriyu, Benden Selam Söyle
Anadolu’ya,
(Çev. Atilla Tokatlı),
Can yay., İstanbul,
15. Baskı, İstanbul,
2012,
s.259. Aksiyotis Manoli ve onun anlatımında dile gelen kişilerin
pek çoğu gerçek karakterlerdir. Öyle ki Manoli Türkiye’den ayrılıp
Yunanistan’a gittikten sonra, yaşının ilerleyen
zamanlarında Şirince’nin yoğun biçimde özlemini
yaşamış; ailece terk ettikleri bağ evlerine yerleşen
aileyle mektuplaşmış; sonunda
bir maceraya atılır
gibi, yaşı 80’i geçmişken, bu aileye konuk olmak üzere
Şirince’ye gelmiştir: Bkz.
Kemal Arı, Manoli’nin Gözyaşları, Bütün
Dünya, 2016/11 (Kasım
2016). 22 Gündüz Aka, Dikmen Yıldızı, Semih Lütfi Kitabevi, 2. Baskı,
İstanbul, 1940.
23 Herkül Millas,
a.g.m., s. 130; Yine roman
için bkz. Reşat
Nuri Güntekin, Ateş Gecesi, İnkılap
Kitabevi, İstanbul, 1975.
Türk Roman ve Öyküsünde “Mübadele” Tarih
ve Günce, I/1, (2017 Yaz)
toplum kesimleri tarafından
sevilmeyen karakterler olarak romana serpiştirildiği görülür
Türkiye’de yazılmış
romanlara ve öykülere
baktığımız zaman Yunanistan’dakilerle karşılaştırıldığında oldukça geç bir gelişme
sürecine girildiğini görmekteyiz. Uzunca zaman Türkiye’de yazın sanatı ile uğraşanlar, mübadele
konusuna ilgi duymamışlardır. Tarihi yönden mübadeleye eğilen
araştırmalar ne kadar geç bir zaman dilimine denk geliyorsa, edebiyatta konuya yönelme eğilimi
de son derece geçtir ve tarih
araştırmalarını izleyen sürece oturur. Mübadele üzerine yazılmış edebi metinlerin izi
sürüldüğünde Sabahattin Ali’nin “Çirkince” adlı (1947) öyküsüyle karşılaşılır24. O zamana kadar kimi roman ve öykülerde belli
belirsiz karakterler üzerinden
mübadele olgusunun izlerine rastlanmakla birlikte, Çirkince adlı öykünün yazılışına kadar, doğrudan konusu mübadele olan bir örneğe rastlanmaz. Sabahattin Ali’nin Çirkince adlı öyküsü belki de konusu doğrudan mübadele olan ilk özgün denemedir
diyebiliriz. Buna karşın öykünün mübadele alanında
yazılmış roman ve öykülere katabileceği başka ilkler de vardır: Örneğin öykünün toplumculuğu…25
Evet,
gerçekten de Çirkince aynı zamanda toplumcu bir öyküdür.
Doğrudan toplumsal dokunun
oluşumu, tavırları, yönelişleri ve duygularıyla kendini
duyumsatır. Bu da şaşılacak bir durum olarak
görülmemelidir; çünkü Sabahattin Ali Türkiye’nin ilk toplumcu yazarlarından biridir. Her ne kadar
Kemal Tahir gibi özgün
kimliği ve yeteneği olan yazarlar da toplumcu özellikleriyle var olmuşlarsa da Sabahattin Ali roman ve öykücülüğü
yönüyle, onlardan ayrılan özgün yönleri kendi yapıtlarında barındırır. Zaten onun toplumcu-eleştirel yönü, Çirkince’nin satırlarına da yansır:
“Buraya getirip oturttukları mübadillerin
de kabahati yoktu. İskeçe’nin, Kavala’nın
tütüncüleri… zeytinden, incirden ne anlasınlar? Ağaç dediğin bakım ister, masraf ister… Kıymetini
bilmeyene nimetini verir mi? Muhacirler iki sene üst üste mahsul alamayınca
ya kestiler, ya sattılar… Cahillikle
fakirlik bir olmuş, Sultan Süleyman’ın mülkü dağılmış… Zaten tefviz (bir malı birine verme)
işleri de seneler
sürdü. Dünyanın dalavereleri döndü. Gelenlerin çoğu meteliksizdi. Para yedirip işlerini
gördüremeyince hepsi bir yana
dağıldı… Ne olacak? Rumeli’nde koca çiftlik bırakan adama yüz ağaç zeytin düşmedi de, köyünde bir
baskısı olan burada üç fabrikaya sahip
çıktı. Senin anlayacağın, hakkı olan alamadı, hakkı olamayan binlerce aldı. Ama onlara yaradı mı? Ne gezer!..
Anafor malın kıymetini bilmediler, yok fiyatına
elden çıkardılar. Buraların eskiden
kalma bir iki derebeyi vardı.
Kimi İzmir’de, kimi Ankara’da oturur…
Hepsini onlar kapattı…
Emvali metrukeden, ağacı on
kuruşa, on beş kuruşa zeytin, incir bahçesi satın aldılar… ‘Malımı satmam!’ diye inat
edenler de en sonunda boyun eğdi. Ne yapsın? Para da, devlet
de ağaların elinde.
Bunlarla baş olur mu?.. Patronlar istemedikçe, kimse ağacının
meyvesini toplatacak işçi bulamaz. Çoluk çocuk
24 Sabahattin Ali, Sırça Köşk, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2014.
25 Ramazan Korkmaz, Sabahattin Ali İnsan ve Eser, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1997.
Kemal Arı Tarih
ve Günce, I/1, (2017 Yaz)
kendisi
toplasa, yağını çıkartacak fabrika bulamaz. Evvela dört senelik
mahsulünü, sonra kökünü satar, alır başını gider”.
Ta
1947’de Sabahattin Ali’nin kaleminden kâğıda dökülen bu toplumcu bakış açısına, bugün bile Türkiye’de değme
tarihçilerin ya da sosyologların erişebildiğini söylemek oldukça güç. Bu değerlendirmelerin İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonunda hem de
Tek Parti Dönemi’nde yapıldığını düşünürsek, önemi daha da artar. Daha da ötesi bu yorum biçimi,
Türkiye’de siyasal birikimin ve evirilmenin her türlü zorluğa karşın,
ne türlü yol aldığının da kanıtıdır. Kuşkusuz,
bu tür yorumları yaratan edebiyat
dünyasının geldiği bir siyasal ve kültürel iklimdi.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun
emekli ve engelli bir subay olan Ahmet Celal’e Haymana Ovası’nda Anadolu köylerinden birine
ilişkin
gözlemleri
sonucu
söylettiği
“Ne
ekersen onu biçersin” sözlerinin muadili,
işte bu satırlarda karşılık bulur. Yaban, 1932
yılında yazılmıştır ve bir yıl sonra
ünlü “Kadro” Dergisi’nde dile gelecek görüşlerin öncüsü gibidir.
Sabahattin
Ali’nin Çirkince’siyle Yaban arasında yayınlanma süresi açısından bakıldığında
on beş yıl vardır. Bir anlamda Sabahattin Ali’nin toplumcu çizgisi ve bu çizgi üzerinden tarihe bakışı son
derece komplike, gerçekçi ve bütünüyle doğru
tanımlamalara dayanır. O’nun
bakış açısına göre Türkiye’de yönetici seçkinler mübadele ile Türkiye’ye getirilen
mübadillerin toplumsal sorunlarına gerçekçi bir yaklaşımla eğilememişlerdir. Yoksa bu bilinçli bir seçim midir?
Ya da sıradan bir boş vermişliğin
sonucu mudur? Yazar sorunun bu yönlerine pek değinmese de sonuçta mübadelenin onca şatafatlı söylemlerin arkasına sığınan milliyetçi duruşun ötesinde, acı biçimde toplumsal
gerçekliğine ilgileri çeker. Bu bilinçsizlik ve ilgisizlik,
toplumsal dokuları yok etmekte, yozlaşmayı getirmekte ve bunun sonucu olarak
da yoksullaşma kaçınılmaz olmaktadır. Gelişi güzel oraya buraya yerleştirilen göçmen
gruplar, yaşamlarını kurgulamakta zorlanırken, aynı zamanda
o zamana değin ortaya çıkan kültürel birikiminin somut ürünlerini de
yoksulluk ve cehalet kıskacında yok eden öteki gruplara katılmışlardır.
Onun yanına yine onun çağdaşı denilebilecek başka yazarlar konulabilir. Reşat Enis, Sabri Ertem gibi toplumcu yazarların edebiyat
dünyasında Sabahattin Ali kadar ünlendiklerini ve gelecek kuşaklar
üzerinde etki bıraktıklarını söyleyemeyiz. Sabahattin Ali’yi ötekilerden farklı kılan öykü ve romanlarında gerçekliğe varan toplumculuğu yanında elbette ideolojisi, fırtınalı yaşam öyküsü ve güçlü kalemidir. Onu öne çıkaran belli
ölçüde ideolojisi ve bu ideolojinin toplumsal
yapıyla ilgili öngörüleridir. O göç konusunda da yerleşik kanılardan ve
resmi bakış biçiminden ayrılır.
Yerleşik tarih ve edebiyat anlayışından uzaklaşır ve bütünüyle toplumcu-eleştirici bir kimlikle, göçün
yarattığı derin etkilere her iki taraftan da
bakmasını bilir26.
26 Alaaddin Karaca; “Sabahattin Ali'nin Öykülerinde Toplumsal Konular”, Ankara Üniversitesi DTCF Türkoloji Dergisi, XI/ 1 (1993), s. 221-231; yine bkz. Atilla Özkırmlı, Sabahattin Ali, Cem Yayınevi, İstanbul
1979.
Türk Roman ve Öyküsünde “Mübadele” Tarih
ve Günce, I/1, (2017 Yaz)
Ancak o
bu öyküyü 1947 yılında yazdı. Bu tarih cumhuriyet dönemi öykü yazıcılığı için oldukça erken bir dönem
sayılabilir. Ancak “Çirkince”
adlı öykünün erken bir tarihte
ortaya çıkışı, Türk roman ve öykü yazınında
geniş anlamda göçün,
dar anlamda ise mübadelenin daha o yıllarda
yoğun bir ilgi odağı olduğunu
göstermez. Tam tersine, Sabahattin Ali’nin kaleminden yazın dünyasına
yansıyan bu güçlü uyarıya karşın,
uzun yıllar daha edebiyat dünyası böylesine kapsamlı toplumsal hareketleri yok sayacaktır.
Bu verimsiz
durumun nedenlerini, yalnız yazarların konuya
ilgi duymamasına
bağlamak pek de anlamlı sonuçlar getirmeyebilir. 1980’li yıllara kadar konusu göç olan roman ve öykülerde büyük bir sessizlik dönemi yaşanmıştır. Görsel sanatta da
aynı saptamayı yapmak olanaklıdır. Bunu yazarların, şairlerin ya da sinemacıların ilgisizliğine bağlamaktansa dönemin
yerleşik algı düzeylerine gönderme yapmak daha anlamlı olabilir.
Edebiyat dünyasını, bir toplumun toplumsal
değişim evrelerinde öne çıkan siyasal
akımlardan ve ideolojik etkilerden soyutlaştırmak
olanaksızdır27.
Bir toplumun belli bir döneminde siyaset, toplumcu bir nitelik kazanmışsa, bu ortam edebiyat dünyasını da etkiler.
Kimi zaman da siyaset tam karşıt bir
çizgide gelişirken, edebiyat dünyasının belli bir dönemi, daha toplumcu
bir çizgiye gelebilir. Bu iki örneği de Türkiye’nin siyaset ve kültür dünyasında görmek olanaklıdır. Öyle ki; toplumun
siyasete ilgisi ve katılımı açısından bakıldığında, kuşkusuz 1968
Kuşağı’nın dünyada yarattığı siyasal ortam,
Türk kültür dünyasını da etkilemiştir. Belli dönemlerde özellikle
ulus devletin inşası
sürecinde yönetici sınıf; resmi bir duruş sergileyerek, geçmiş acıların anımsanmasının önüne geçmenin, toplumsal
yönden kazançlı olduğunu
düşünerek, hiç de demokrat olmayan
bir tutumla kültür dünyasını da etkilemiş olabilir.
Örneğin, Türkiye’nin yakın tarihinde son derece önemli
yer tutan azınlıklara ilişkin araştırmalar, Türkiye’de son derece geç dönemlere denk gelir. Bunun nedeni, özellikle Soğuk Savaş döneminde Türkiye’de
biçimlenen siyasetin, bu tür konulara eğilme
istenci içinde olan yazarçizer takımına yönelik baskılarıdır. Bu tür konulara eğilme
neredeyse bir öcü haline getirilmiştir. Bu saptama, Türkiye’nin yakın geçmişinde siyasi
duruşun bir argümanı
olarak görülebilir. Ancak tek neden elbette bu değildi. Türkiye’de roman ve öykü
yazınında, konu arayışında olan yazarların toplumsal konulara
eğilmek uzun süre ilgi dünyasında yer almamıştır. Erken dönemden
bu yana eğilmek durumunda kalan sınırlı sayıdaki aydın da dönemin siyasi havasının yarattığı baskılarla yüz
yüze gelmekten kendini kurtaramamıştır. Buna
karşın, mübadele ve göç gibi konular, genel ve bilindik tarih konularının yanı sıra edebiyat dünyasında da ilgi çekici
alanlar olarak görülmemiştir. Böyle olunca da 1980’li
yıllara kadar bir iki örneğin
dışında edebiyat metinlerine yansıyan karakterlerde
göç ve mübadele figürleri ve imgeleri son derece sınırlıdır. Bunun belki de en bilindik örneği, Orhan Kemal’in
ilk kez 1952 yılında Vatan gazetesinde
27 Nedim Gürsel, “Yazın Akımlarının Oluşumunda
Toplumsal/ İdeolojik Yapının
Yeri”, Türk Dili, (Ocak 1981), S.349, s.3-18
Kemal Arı Tarih
ve Günce, I/1, (2017 Yaz)
yayınlanan “Murtaza” adlı romanıdır28.
Romanın ana kişisi Murtaza, 1927 yılında Mübadele ile Türkiye’ye gelmiş bir göçmendir. Annesi ve kardeşiyle birlikte Türkiye’ye
geldiğinde bu ülkeye karşı büyük bir minnet duygusu beslemektedir. Dürüst kişiliği ve bekçi olarak çalıştığı
fabrika yönetimine ve patronlarına karşı görev
ve sorumluluk anlayışı onu zor durumlarla karşı karşıya da bırakır. Örneğin aşırı dürüstlüğü yüzünden, annesi yokluk
içinde ölmüştür. Onu yoksul bırakan şey, dürüstlüğüdür.
Ancak içine katıldığı toplumsal yapıda bu değer çoktan aşılmıştır. Daha da ötesi
erkek kardeşi de evi terk eder. Ailesine
iyi örnek olmaya
çalışır; ancak yeni palazlanmaya başlamış
kapitalist ilişkiler ve davranış biçimi,
onun kendi özünde
Balkanlar’dan getirdiği saf ve temiz duyguları çoktan
aşmış, boğmuş ve onu toplum dışına itmiştir. Karşılaştığı
türlü olaylara özünde var olan değerlerle karşı duruşu, tıpkı annesi gibi karısının
ve çocuklarının da sıkıntı içinde bir yaşam sürmesine neden olmuştur. Romanda
Murtaza’nın kişiliğinde aynı zamanda mübadele ile gelen mübadillerin kişilik
analizi de yapılır. Sonunda sorgulanan bir şey vardır:
Toplumla uyumlu biçimde
ayakta kalabilmek için, ille kimi öz değerlerin aşınması, onların atılması
mı gerekir? Yoksa mübadele ile gelen kitleler
aynı zamanda bir değerler aşınmasının içine mi sürüklenmiştir?
Roman ve öykü yazımının
en yoğun olduğu yıllarda bile toplumsal konulardan ve Türkiye’deki toplumsal yapının irdelenmesinden uzak durulduğu ve bu
yaklaşımdan kaçınıldığı görülmektedir. Kimi romanlarda doğrudan mübadele ele alınıp irdelenmese de belli
karakterler üzerinden, bir döneme ilişkin vurgular yapıldığına tanık olmaktayız. Başka bir konuyu içeren bir roman
kurgusunda, o romanı renklendiren Rum karakterlere ve onların ya da yerli kişiliklerin anlattıkları üzerine bir mübadele
vurgusu da belli belirsiz yapılabilmektedir. Kimi karakterlere verilen kimliklerden de onların mübadele
ile mi yoksa başka bir göç dalgası ile mi Türkiye’ye
geldiklerini anlamak pek olası değildir. Buna karşın, göçmen karakteri üzerinden aktarılan temalar, birbirine oldukça da yakındır.
Bilindik ortak tema, belli bir Rum köyü ya da mahallesinden
Rumlar’ın göç edip ayrılışından sonra oralarda
kalan malların define
avcılarının nasıl hedefi
haline geldiğidir. Ya da göçmen,
gittiği yerde güçsüz mecalsiz
bir garip kuş gibidir.
İlerleyen yıllarda
ideolojik düşüncelerin daha keskin biçimde
toplum yaşamını etkilemeye ve
sistem üzerinde belli bir talep oluşturmaya başladığında, konuya daha devrimci
bir yaklaşımla bakıldığını görmekteyiz. Bunun romana yansıdığı tarih, ortalama 1960’lı
yıllardır. Marksizm’in Türk düşün ve siyaset dünyasında etkili olmaya başladığı yıllarda mübadele ve özellikle onların
mallarına ilişkin
uygulamalar, daha köktenci bir yaklaşımla ele alınır. Ancak bunlar da kimi değinmeler biçiminde olup doğrudan romanın
ana konusunu oluşturmaktan hala uzaktadır. Hasan İzzettin Dinamo “Ateş Yılları”29 (1968) ve “Açlık”30 (1982) adlı
28 Ülkü Filiz, “Orhan Kemal’in Murtaza Romanında Yapı”, Turkisc Studies, Periodical For the Languages,
Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 3/4 Summer, (2008),
s.904-921; Hilmi Yavuz, “Murtaza ve Ödev Ahlakı”,
Yeni Ufuklar,(1974), C.22, S.249, s.23-26.
29 Hasan İzzettin Dinamo, Ateş Yılları, Tekin yay., İstanbul, 2007.
30 Hasan İzzettin Dinamo, Savaş ve Açlar, Heyamola yay., İstanbul, 2005.
Türk Roman ve Öyküsünde “Mübadele” Tarih
ve Günce, I/1, (2017 Yaz)
romanlarında Anadolu’dan
gidenlerin bıraktıkları malların nasıl yağmalandığına ilişkin sahneler görülür.
Doğrudan mübadeleye ve onun neden olduğu yıkıcı etkilere
değinmekten uzak olan bu yapıtlar; konuya yalnızca değinmekle yetinir. Örneğin Açlık adlı romanında O, romanın
ana kahramanı Temel’in Birinci Dünya Savaşı’na askere alınmasının ardından
Karadeniz bölgesine dönüşü,
evlenişi; ailesiyle burada tutunamayarak İstanbul’a gidişi ve yeniden
Samsun’a dönüşü dramatik temalar içinde anlatılır. Dönüşen
tarihsel evrelerde ailenin karşılaştığı en önemli sorun, Açlık’tır. Öyle ki sonradan Temel’in ve ardından da oğlu Ali’nin
askere alınışının ardından,
geride kalanların açlığa nasıl kurban gittiği anlatılırken ana temanın çevresinde başka bir olgu daha gün
yüzüne çıkar. Toplum içinde ezilen değil,
az çok parası olan palazlanmış eşraf, sivil-asker ve bürokrat kimi seçkinler, Türkiye’den giden Ermeni ve Rumların mallarını
yağmalayarak, savaş zengini
olmuşlardır. Ancak yoksullar bu yağmadan payını almadığı gibi, adeta
yitirdikleri canları ve bedenleriyle yoksulluklarının bedelini öderler.
Bu tür
yaklaşımlar, mübadele ve onun gibi büyük göç olgularının sonucunda yalnızca toplumsal yapının yeniden
biçimlenişine değil, aynı zamanda mülkiyetin
yeniden nasıl oluştuğuna ilişkin ipuçları da ortaya koyar. Bu ipuçları,
sonradan Türkiye’nin soysal; giderek
de kültürel ve ekonomik yapısını anlamada da önemli olanaklar sunar.
Kemal
Tahir tarihsel olayları ve dönemleri romanlarına taşıyan en önemli Türk roman yazarlarının belki de en başta gelenidir. Onun romanlarında da mübadeleye
ve onun sonuçlarına anlık değinmelerde bulunulduğu görülür. Konu artık hep bir şehir efsanesini biraz daha aşmış ve mülkiyetin yeniden biçimlenmesinin
en önemli etkenlerinden olan mal dağıtımında Rum mallarıyla zengin olmuş yerli tiplere vurgular
yapılır. Kemal Tahir’in “Kurt
Kanunu” (1969)31 adlı romanında bu tür haksız mal edinmeleri uzun
uzadıya anlatılır. Öyle ki kimi karakterlerin
kendi iç dünyalarında kimi sorgulamalar yaparken, sürekli biçimde büyük göç ettirmeler sonrasında kalan mallar üzerindeki haksız edinimlerin etkileri
görülür. Kemal Tahir,
romanlarını tarihi kaynaklara da dayandıran, bir tür belge- romancı bir yazardır. Kurt Kanunu’nda başta İzmir’de çıkan Ahenk
gazetesi olmak üzere, zaman zaman karakterlerinin eline
aldıkları bu gazeteler üzerinden devrin olaylarını aktarmaktadır. Tarihi roman
yazıcılığı üzerinden toplumda bir
bilinç oluşumunda onun etkisi küçümsenemeyeceğine göre, mübadeleye ilişkin
imgelerin doğrudan olmasa da mübadele
ile ilgili konular
üzerinden topluma aktardığı
söylenebilir. Aynı oranda
edebiyat dünyasında etkili
olmasa da; Fikret Otyam’ın
“Pavli
Kardeş” (1985)32 adlı
öyküsü ile Selim Şengil’in “Savrulup Gidenler” (1987)
33, yine
Mehmet Eroğlu’nun “Yürek Sürgünü” (1994) adlı yapıtlarına ilişkin metinler, göç ve mübadele
konularını içeren yapıtlar
dizgesine eklenebilir.
31 Kemal Tahir, Kurt Kanunu, İthaki yay., İstanbul,
2016.
32 Fikret Otyam, Pavli
Kardeş, Kaynak yay., İstanbul, 1985.
33 Selim Şengil, Savrulup Gidenler, Can yay., İstanbul, 1987.
Kemal Arı Tarih
ve Günce, I/1, (2017 Yaz)
1990 ve Sonrası
1990’lı yıllardan
sonra Mübadele roman ve öyküleri
üzerine gözle görülür
bir artıştan söz edilebilir.
Ayvalık’ta kitapçılık da yapan ve bu kentin tarihi geçmişini hem yaşayarak hem de inceleyerek yaşamının bir parçası
yapmış olan Ahmet Yorulmaz’ın mübadele
edebiyatına katkı sunan romanları burada özellikle anılmalıdır. Gerçekte Ahmet Yorulmaz’ın
yaşamı Ayvalık’la bütünleşmiş gibidir. O’nun
“Ayvalık’ı Gezerken” (1997) adlı yapıtı, bir kent rehberinden
öte, çok daha işlevsel özellikler taşır. Ayvalık bu kitapta Ahmet Yorulmaz’ın dilinden
sanki yeniden dirilmiş
gibidir. Üstelik kendi geçmişlerinde ya da nostaljik dünyalarında Ayvalık’ı
yaşayanların yolu bir biçimde bu önemli kişiyle
kesişir. Bu yapıtında Yorulmaz, Türkçe kaynakların yanı sıra
Yunan kaynaklarını da kullanır. Pek çok mübadele romanında
geçen, Cunda Adası, Ay Işığı Manastırı, Saatli Cami gibi mekânsal ögeler tarihsel geçmişleriyle ve edebi bir dille anlatılır34.
Romanlarında geçen kahramanların büyük ölçüde Ayvalık’ta tanınmış bilindik
kişiler üzerinden kurgulandığına kuşku yoktur. Ayvalık’ın kendi kültür belleğinde yer alan bu kişilikler bu
yapıtlarla yeniden yaşam bulmuşlardır. Onlar
hep anlatır ya da belli bir öykünün içinde oradan oraya koştururlar.
Bunlara kimi zaman Anadolu’dan göç
etmek durumunda kalmış olan Ortodoks Rumlar, Yunanlı karakterler ve Ayvalık’a göç ederek gelmiş olan mübadiller de
katılır. Bir anlamda Yorulmaz’ın
Ayvalık’ı, onun romantik ve şiirimsi anlayışıyla bambaşka bir dünya sunar.
“Savaş’ın
Çocukları” nda Aynakis
Hasan’ın dilinden Ayvalık anlatılır. Ayvalık,
değişik kültürde ve dilde insanların birleşip harman olduğu bir yer olarak betimlendiği için karakterler de
kendilerine biçilen roller gereğince bu sahnede yerlerini alırlar. Aynakis’in anlatımı, geleneksel Türk edebiyatının Dedem Korkut ya da Direkler
Arası’nın meşhur masal ya da öykü anlatıcılarını usa getirir. O, sanki bu anlatı
sanatının bir uzantısı gibi Ayvalık’ta belirmiş ve görüp tanıklık ettiklerini anlatmaktadır. Girit’ten, özellikle de Hanya’dan yola çıkıp Ayvalık’ta buluşan insanlar
gölgeler biçiminde Aynakis’in anlatımıyla dile gelir. Dido Sotiruyu’nun “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adlı romanı,
nasıl ki Anadolu’dan koparılıp Yunan adalarına ve ana kıtasına
savrulan yaşamları ele alıyorsa, Yorulmaz’ın bu romanı da Yunanistan’dan koparılıp Türkiye kıyılarına savrulan insanların trajedilerini anlatır.
Örneğin, Manolies’in annesinin gözünde Şevket’in yeri neyse, Kir
Vladimiros’un ve karısının gözünde de
bir Türk ailenin çocuğunun yeri aynıdır. İnsanlar, mekânlar, konular değişir gibi görünür; ancak özde
değişen bir şey yoktur. Çünkü ister o taraftan ister bu taraftan
olsun, mübadeleyi ve göçü yaşamış
insanların hem duygudaşlıkları vardır hem de aynı dertlerle
yoğrulmuşlardır. Aynı şeyleri
duyumsar ve hissederler. Bir Türkü, bir Ortodoks Rum’da ne türlü etkiler bırakıyorsa, üç aşağı beş yukarı Müslüman
Türk’te de aynı etkiyi bırakır.
Bir anlamda Yorulmaz,
sevgi ögesi üzerinden
yaşanmış acılardan kalan tortuları silip
34 Ahmet Yorulmaz, Ayvalık’ı Gezerken, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2008.
Türk Roman ve Öyküsünde “Mübadele” Tarih
ve Günce, I/1, (2017 Yaz)
atmayı denemiş gibidir. Satırlarında öfke yoktur; düşmanlık duygularını körükleyen bir milliyetçi söylem asla söz konusu değildir.
O’nun dili barış dilidir.
Bu dil kalıcı ve doğru olan dildir. Öfke ve hınç hep yitireceğine göre, kazanacak olan sevgidir. Sevgi kazanacağına göre,
mübadele öykülerini de sevgi dili üzerinden ele almak, toplumları düşmanlığa değil, karşılıklı olarak birbirlerini anlamaya
götürecektir. Bu bilinç içinde romanlarını kaleme alan yazarın
anlatımındaki sevgi ögesini öteki romanlarının da hemen bütününde
görüyoruz. “Savaşın Çocukları” (1997) nın ikinci
cildini oluşturan “Kuşaklar Ya Da Ayvalık
Yaşantısı” (2002) adlı roman;
doğrudan mübadeleyi konu yapmıştır. Dizinin
ilk
cildinde olayları
anlatan Aynakis Hasan bu ciltte
de devrededir. O hep anlatır. Anlatımında geçmişe bir özlem duygusu hep
hissedilir. Ayvalık yine romanın doğal mekanıdır.
Her yerde olduğu gibi burada da mübadiller yaşama tutunmanın zorlu savaşımını vermişlerdir. Mübadelenin genel
sorunların anlatıldığı konulara Şekip gibi
ilginç kişiliklerin yaşam öyküleri de serpiştirilmiştir. Romanın kurgusu mekan üzerine inşa
edilmiş özel yaşamlarla bütünleşerek sürer. Bu romanı izleyen “Girit’ten Cunda”ya (2003) adlı romanda da bu kez Erkek Fatmalar, Angaralı’lar, Zigardel’ler, Babu Mustafa’lar devrededir. Cunda ve
özellikle Taş Kahve, olayların iç içe girmiş
örgüsünde yerlerini alırlar.
Hiç kuşusuz Mübadele romanlarında
Yaşar Kemal’in kaleme aldığı romanlar, başlı
başına bir dönüm noktası oluşturur. Her zaman olduğu gibi, Yaşar Kemal bu romanlarında da çağımızın Homeros’u
gibidir. Her zaman anlatımında ve dilinde bir
masal ya da efsane anlatımında duyumsanan bir tat yer alır. Onun “Bir Ada Hikâyesi“ başlığını taşıyan dörtlü romanının her bir cildinin
başlıkları şunlardır: “Fırat
Suyu Kan Akıyor Baksana”35 (1997);
“Karıncanın
Su İçtiği”36 (2002),
“Tanyeri Horozları”37 (2002), “Çıplak Deniz, Çıplak Ada” (2012)
Bir
Ada Hikayesi adlı
dörtlüsünde Yaşar Kemal, Rumların boşalttığı ıssız bir adaya yerleşen insanların dramatik öykülerini anlatır. Ada’nın
neresi olduğunu bilmiyoruz; böyle bir
ada var mıdır yok mudur bilinmez. Bu gizem tam da Yaşar Kemal’in efsane anlatımına uygundur. Ancak bu adada dönen olaylara ve mekan içinde yer alan evlere, bağlara, bahçelere, kimi izlere ve hatta gölgelere bakıldığında, adanın dokusuyla Anadolu Rumluğu kaynaşık
bir durum gösterir. Orada onlardan evler,
bağlar, bahçeler, türlü eşyalar, renkler, hatta gölgeler kalmıştır. Uzunca süre kendilerinin mübadele dışı kalacağını uman Rumlar, bir anda gelen bir haberle,
hızlı biçimde neredeyse
hiçbir şeylerini yanlarına alamadan adalarını terk etmişlerdir. İşte tam da bu aşamada, tıpkı Sabahattin
Ali’nin ya da Kemal Tahir’in roman ve öykülerinde de görüldüğü gibi, ana sorunsal,
giden Rumlar’dan kalan malların paylaşımı ve yeni mülkiyet edinimleridir.
Bu sorun bir kargaşa, hukuksuzluk ve yağma özelliği
taşır.
35 Yaşar Kemal, Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, Yapı Kredi yay., İstanbul, 2016.
36 Yaşar Kemal, Karıncanın Su İçtiği, Yapı Kredi yay., İstanbul, 2016.
37 Yaşar Kemal, Tanyeri Horozları, Yapı Kredi yay., İstanbul, 2016.
Kemal Arı Tarih ve Günce, I/1, (2017 Yaz)
Yaşar Kemal denildiğinde, onun üzerine değerlendirme yapanlar, tıpkı Homeros gibi onun da bir mitos anlatıcısı
olduğuna vurgu yaparlar. Destanımsı anlatım yazarın
hemen bütün yapıtlarında görülür ve gerçek üstü, sihirli
bir dünyanın tadı hem olaylara
hem de olaylarda yer almış roman kahramanlarına yansır. Betimlemeler ayrıntıcıdır. Örneğin ada üzerinde
yağmurdan önce ya da yağmurdan sonra oluşan renkler
ve gölgeler, sayfalar
boyunca anlatılır ve insan bir sihirli
tablonun içinden süzülerek bir masal dünyasında yer aldığını sanır. Zaten mekânda
hareket olarak ortaya çıkan her bir gelişme,
insanın iç dünyasında sorgulamalarla birlikte akıp gider. Bu sorgulamaları hem romanın
kahramanları, örneğin Poyraz Musa yapar; hem de romanı okuyanlar… Dolayısıyla ağıtlar, mitolojik vurgular ve anlatılar, gerçekle gerçek üstü imgeler algılar
dünyasında akıp kaynaşır. Aslında bütün bu destanımsı anlatıma
mekân olan ada mübadele uygulamasında yaşanan emval-i metruke
sorununun bütün aşamalarını okuyanlara en
derininden kendini hissettirir. Rumların ayrılışıyla kendini denizin ortasında derin bir sessizliğe teslim eden adaya bir
gün Poyraz Musa adlı biri gelir ve adanın yazgısı
da adaya gelişiyle değişir. Romanın bütün ciltlerinde derin içten okumalar, sorgulamalar, zaman zaman da iç hesaplaşmalar görülür. Kimi şeylerin
yok oluşuyla, bir şeylerin
derinden yitirildiği hissedilir. Örneğin Vasili Usta hünerli yaratıcılığı
ve bilgeliği, terk edilen adayla birlikte adadan adeta koparılıp atılmıştır ve bu aslında
sosyal antropolojik yönden bakıldığında, kültürün
oluşumu ve üretilişi
adına büyük bir kayıptır.
Poyraz
Musa’yı takip eden gölge ona adanın ıssızlığı içinde eşlik eder. Bu yalnızlık duygusunu bir parça yanı başında
beliriveren bir kedi ile aşmaya çalışsa da;
kendi dünyasını çevreleyen terk edilmiş adaya ve ona ait ögeler, yine de onu iç dünyasında hesaplaşmaktan alıkoyamaz. Gerçekte onun gelişi ile adanın sessizlik yazgısı değişmeye başlamıştır. Artık adanın terk edilmiş ve sessizliği
üzerinde yaşama ilişkin
cıvıltılar, dertler, sıkıntılar, ağıtlar, türküler ve yeni yaşamlar
filizlenmeye başlar. Her şey terk edilmiştir her şey; gölgeler, renkler,
çizgiler; hatta aşklar ve aşklara
ilişkin izler bile… Ancak evrende oluşan boşluğun doluşu nasıl kesin bir yasa ise, bu kez bu terk edilmiş
renkleri, çizgileri, gölgeleri
ve hatta aşkları
yenileri doldurmaya başlar.
Ancak bunlar, yitirilip
gidenlerle ne kadar uyuşmaktadır, o ise ayrı bir sorundur.
Terk edilen şeyler üzerinden derin bir paylaşım kavgası gün yüzüne çıktığında
bunun nasıl hoyratça yapıldığı sayfalar boyunca anlatılır. Kimisi bu paylaşımda üzerine düşen aslan payını alır;
kimisine de yalnızca sözde yakınmak kalır. Örneğin
Poyraz Musa’yı traş eden berber gibi, bu yağmadan pay alamadığı için yakınanlar ve kendini talihsiz
sayanlar da vardır.
“Karıncanın
Su İçtiği” alt
başlığını taşıyan ikinci ciltte ise terk edilmişlik ve ıssızlık imgelerinin yerini bekleyiş ve sabır gibi imgeler alır.
Bekleyişin, derin bir sessizliğin ve
sabrın içinde yer alanlar, savaşa yakınları gitmiş olan kadınlardır. Kadınlar tarihin her döneminde hep bir
yerlere uğurladıkları eşlerini ve oğullarını
beklemişlerdir ve bu ciltte de yine beklerler. Adanın sessizlik yazgısı
şimdi de bir bekleyiş ve sabır kültüne
endekslenmiştir. Herkes bir şekilde bir şeyleri bekler.
Kimi yavuklusunun, kimi oğlunun yolunu bekler, ancak bu bekleyiş
bile derin bir sabrı
Türk Roman ve Öyküsünde “Mübadele” Tarih
ve Günce, I/1, (2017 Yaz)
ve kültü gerektirir. Sürgüne
gitmişleri bekleyenler de vardır. Balıkçılar denizi, donuklaşmış
yürekler aşkı bekler. Ancak umut hep devrededir ve kişileri ayakta tutan en önemli güçtür. Onu tamamlayan ise insanoğlunun yüreğinden hiç atamaması gereken
sevgidir.
“Tanyeri
Horozları”yla birlikte
o bekleyiş ve sabır yerini artık bir uyanışa
bırakır. Horozların ötüşüyle
birlikte gün ağarmış
ve ada ışımaya başlamıştır. Günün ilk ışıklarıyla birlikte bir yaşam kurma çabası başlar. O dönemlerin adamları,
kadınları tam da olması gereken
adamlar ve kadınlar
gibidir. Onlar doğaya,
nesneye ve insana duydukları
aşkın acılarıyla erimesine izin vermezler. Aşklar da sır gibi saklanır ve kimi şeyler
çirkinleştirilmez. Tanyeri Horozları’nı izleyen, “Çıplak Deniz Çıplak Ada”da ise artık o ilk kıpırtıların ve yaşamda tutunmaların yerini, geçmişin
yaralarını sarmaya
çalışanların destansı yaşantıları ele alınır. Bir de aşklar vardır romanda: Poyraz Musa ile Zehra’nın, Ali
Hüseyin’le Nesibenin aşkları… Ancak ille de
Lena Ana’nın yollarını beklediği kayıp oğulları. Lena Ana, Yaşar Kemal’in hemen her birinde öne çıkan ata-ana
tiplemesinin tipik bir örneğidir. Kuşkusuz romanda başka karakterlerin de kendi kişilikleri ve yazgıları gün yüzüne
çıkarak olayları tamamlar.
Örneğin Balıkçı Hristo’nun hiç beklenmedik bir anda başına
gelen olaylar romanın
ana örgüsünü oluşturur.
Görüldüğü gibi, 1990’lardan sonra mübadele ve göç konulu roman ve öykülerde yoğun bir artış görülmüştür. Bunların
kimileri çok acemice yazılmış amatör yapıtlar
olabilir. Ancak içlerinde
çok nitelikli romanların olduğu da gözlemlenmektedir. Örneğin Kemal Anadol tarafından yazılan
“Büyük
Ayrılık” (2003)
adlı roman bunlardan biridir ve belgesel bir roman özelliği taşır38.
Bu romanın yanına özellikle iki romanı daha eklemek gerekir.
Bunlar Yılmaz Karakoyunlu tarafından yazılan “Mor Kaftanlı Selanik39” (2012)
ile Canan Tan tarafından yazılan
“Hasret”40 (2015) adlı romanlardır.
Yine Feride Çiçekoğlu’nun “Suyun Öte Yanı”41 (1991) , Oya Baydar’ın
“Hiçbiryer’e Dönüş”42 (1998) , Yiğit Okur’un “Hulki
Bey ve Arkadaşları”43 (1999), Sergün Ağar’ın “Aşkın Samatyası: Selanikte Ne Kaldı”44 (2001). Ali Ezger Özyürek’in “Muhacirler”45 (2011) romanı bu tür içine konulabilir. Akın Üner’in “Çalı Harmanı” (2013) gibi romanlar
2000’li yıllarla hızla artmıştır. Bunlar genellikle aile büyüklerinden duydukları öyküleri roman tekniği
ile harmanlayan çalışmalardır.
38 Kemal Anadol,
Büyük Ayrılık, Doğan Kitap, İstanbul, 2003.
39 Yılmaz Karakoyunlu, Mor Kaftanlı Selanik, Doğan Kitap, İstanbul, 2012.
40 Canan Tan, Hasret, Doğan Kitap, İstanbul,
2012.
41 Feride Çiçekoğlu, Suyun Öte Yanı, Can yay., İstanbul, 1994.
42 Oya Baydar, Hiçbiryere Dönüş, Can yay., 1999.
43 Yiğit Okur, Hulki Bey ve Arkadaşları, Can yay., İstanbul,
2016.
44 Sergün Ağar, Aşkın Samatyası; Selanik’te Ne Kaldı?, Can yay., İstanbul,
2002.
45 Ali Ezger Özyürek, Muhacirler, Artı yay., İstanbul, 2007.
Kemal Arı Tarih
ve Günce, I/1, (2017 Yaz)
Uzun süre belleklerde iz bırakmış Kemal Yalçın’ın “Emanet Çeyiz”46 (2008) adlı yapıtı da bunlar arasında
sayılmalıdır.
Sonuç
Bütün bu
süreç ele alınırken, elbette değinilmemiş ya da ele alınmamış öteki romanlar da olabilir. Zaten göç ve
mübadele üzerine yazılan roman ve öykülerin artışındaki
ivme göz önüne alındığında, bu giderek artan çizginin daha yukarılara çıkacağı
doğaldır. Bu ister istemez, hem romanı yazan romancının hem de bu yapıtları
okuyan okuyucuların artık göç ve mübadele gibi konuları ele alan yapıtlara
ilgisinin arttığını söylemek
de abartı olmaz.
Bu seçicilikte bir artış mıdır,
yoksa belli bir tarihsel kesitte değişik nedenlerle
ortaya çıkan bir ilgi yoğunlaşması mıdır; tartışılabilir.
Ancak en azından tarihsel olaylara bakış biçimindeki değişikliklere koşut olarak daha toplumsal ve yaşamın içine dair konuların romanlarda ele alınışı,
ister istemez okuyucunun ilgi artışına
neden olmuştur.
Örneğin, günümüzde
Türkiye’nin hemen her yerinde mübadele
üzerine açılmış önemli bir
vakıf ve pek çok yerde kurulan dernekler, kimi derneklere ait şubeler; kimi zaman bu dernekler kimi zaman da belediyeler tarafından oluşturulup açılmış göç ve mübadele müzeleri ile bellekleri bulunmaktadır.
Bu yaygın sivil örgütlenme, değişik kollar aracılığıyla halkın arasına yayıldıkça, kendi aile tarihlerinin ve
bireysel öykülerinin bir boyutu ile mübadele
olgusunun kesiştiğini gören kişilerin bir yandan kimlik arayışları öte yandan doğrudan kendi yaşamlarından
anımsayabildikleri kesitler, ilgileri bu tür konulara yoğunlaştırmaktadır. Bu da roman ve öykü yazıcılığı açısından bir yazar için kolayca ilgi uyandıracak hazır bir kitleyi
oluşturmaktadır. Ne olursa olsun, Türkiye göç ve mübadele araştırmalarının gelişimine koşut olarak artış gösteren
mübadele roman ve öyküleri açısından ilginç bir dönem yaşamaktadır.
Bu
dönemsel ilgi uyanışı, belki de konu odaklı roman yazıcılığı açısından Türkiye’de ilktir. Bu ilginin şiirde,
sinemada, tiyatroda ve sanatın öteki alanlarında da yansımaları bulunmaktadır. Tarih üzerinden başlayan, giderek
roman ve öykü yazıcılığı üzerinden
genişleyen göç ve mübadele yazını üzerinde oluşan bu ilgi yoğunluğu, belki de Türk toplumunun tarih
boyunca kendini ve toplumu anlama yolundaki ilgisizliğini ve bezginliğini aşmada önemli fırsatları da içinde barındırmaktadır.
46 Kemal Yalçın, Emanet Çeyiz, Birzamanlar yay., İstanbul,
2006.
Türk Roman ve Öyküsünde “Mübadele” Tarih ve Günce, I/1, (2017 Yaz)
KAYNAKÇA
AĞAR, Sergün, Aşkın Samatyası; Selanik’te
Ne Kaldı?, Can yay., İstanbul,
2002. AKA, Gündüz,
Dikmen Yıldızı, Semih Lütfi Kitabevi,
2. Baskı, İstanbul,
1940.
AKGÜN, Atıf, “Edebiyatımızda Göç ve Göçmen Edebiyatları Üzerine
Bir Değerlendirme”, Göç Dergisi, II/1 (Mayıs, 2015).
ANADOL, Kemal, Büyük Ayrılık, Doğan Kitap, İstanbul,
2003.
AKYÜZ, Kenan, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1995.
ARI, Kemal, Büyük Mübadele, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul,
2013.
ARI, Kemal, “Bir Tarih Araştırma Konusu Olarak Mübadele”, Yeniden Kurulan Yaşamlar, Bilgi Üni. yay., İstanbul,
2005.
ARI, Kemal, “Atatürk,
Cumhuriyet ve Demokrasi”, Belgi, Sayı 7 (Kış 2014/ I). ARI, Kemal, Atatürk
ve Aydınlanma, Yakın
Kitabevi, İzmir, 2009.
ARI, Kemal, Atatürkçü Düşünce
Sistemi, Atatürk Kon feransları (1999-yurt içi), Atatürk Araştırma
Merkezi yay., Ankara,
2000.
ARI, Kemal, "Cumhuriyet’in Nüfus Politikası", Toplumsal
Tarih, Sayı:119 (Kasım 2003).
ARI, Kemal,
Büyük
Mübadele:
Türkiye’ye
Zorunlu
Göç,
Tarih
Vakfı
Yurt
yay.
İstanbul, 1995
ARI, Kemal, “Atatürk, Cumhuriyet ve Demokrasi”, Belgi, Cilt/ Volume 1; Sayı/ Number
7 (2014).
ARI,
Kemal, Atatürk ve Aydınlanma, Yakın kitabevi, İzmir, Kemal Arı, Atatürkçü Düşünce Sistemi, Atatürk Konferansları
(1999-yurt içi), Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 2000.
ARI,
Kemal, 1923 Türk-Rum Mübadelesi Sonrasında Türkiye’de Göçmenler, Dokuz Eylül Ün.
AİİT Enst., (Basılmamış Doktora
Tezi), İzmir, 1993.
ARI,
Kemal, Manolinin Gözyaşları, Bütün Dünya. 2016/11
(Kasım 2016).
AYTAÇ,
Gürsel, Çağdaş Türk Romanları Üzerine İncelemeler, Gündoğan Yayınları, Ankara,
1990.
BORAN,
Behice Sadık; Toplumsal Yapı Araştırmaları (İki Köy Çeşidinin Mukayeseli Tetkiki),TTK Basım., Ankara, 1945.
Kemal Arı Tarih ve Günce, I/1, (2017 Yaz)
BUDAK, Ali (2008), Batılılaşma ve Türk Edebiyatı, İstanbul: Bilge Kültür
Sanat Yayınları.
BELLİ, Mihri, Türkiye- Yunanistan
Nüfus Mübadelesi :Ekonomik
Açıdan Bir Bakış, Belge yay., 2. Baskı, İstanbul, 2002.
BAYDAR, Oya, Hiçbiryere Dönüş, Can yay., 1999.
CLARK, Bruce, Twice a Stranger: How Mass Expulsion
Forged Modern Greece and Turkey,(London: Granta Books,2007 Renée Hirschon, New York:, 2003.
ÇİÇEKOĞLU, Feride,
Suyun Öte Yanı, Can yay.,
İstanbul, 1994. DİNAMO,
Hasan İzzettin, Ateş Yılları, Tekin yay., İstanbul,
2007.
DİNAMO, Hasan İzzettin, Savaş ve Açlar, Heyamola yay., İstanbul, 2005.
ERCİLASUN, Bilge, “Servet-i Fünûn Edebiyatı”,
Türk
Dünyası
El
Kitabı,
C.3
:Edebiyat, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1992.
FİLİZ, Ülkü, “Orhan Kemal’in
Murtaza Romanında Yapı”, Turkisc Studies,
Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or
Turkic, Volume 3/4 Summer, (2008).
GÜNDÜZ, Osman, Meşrutiyet Romanında
Yapı ve Tema-I-, MEB Yayınları, İstanbul, 1997.
GÜNTEKİN, Reşat Nuri, Ateş Gecesi, İnkılap Kitabevi, İstanbul,
1975.
GÜRSEL, Nedim, “Yazın Akımlarının Oluşumunda Toplumsal/ İdeolojik Yapının Yeri”, Türk Dili, (Ocak 1981), S.349.
KAYA, Ayhan ve ERDOĞAN, Murat, Türkiye’nin Göç Tarihi, Bilgi Ün. Yay., İstanbul,
2016.
KARACA, Alaaddin, “Sabahattin Ali'nin Öykülerinde Toplumsal Konular”, Ankara
Üniversitesi DTCF Türkoloji Dergisi, XI/ 1 (1993).
KARAKOYUNLU, Yılmaz, Mor Kaftanlı Selanik,
Doğan Kitap, İstanbul, 2012. KEMAL, Yaşar, Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, Yapı Kredi yay., İstanbul, 2016. KEMAL, Yaşar, Karıncanın Su İçtiği, Yapı Kredi yay., İstanbul, 2016.
KEMAL,
Yaşar, Tanyeri Horozları, Yapı Kredi yay., İstanbul, 2016.
KORKMAZ, Ramazan,
Sabahattin Ali İnsan ve Eser, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul
1997.
LADAS, Stephen,
The Exchange of Minorities, Bulgaria,
Greece, and Turkey,
(New York: Macmillian Company, 1932).
MILLAS, Herkül, Ayvalık ve Venezis: Yunan Edebiyatında Türk İmajı, İletişim yay., İstanbul,
1998.
Türk Roman ve Öyküsünde “Mübadele” Tarih ve Günce, I/1, (2017 Yaz)
MILLAS, Herkül,
“Türk ve Yunan Edebiyatında Mübadele
- Benzerlikler ve Farklar”,
Yeniden Kurulan Yaşamlar, Bilgi Ün. Yay., (7-8 Kasım 2003, İstanbul)
OKAY, M. Orhan, “İlk Romanlarımız Üzerine
Bazı Dikkatler”, Türk Yurdu, (Mayıs-
Haziran 2000), Cilt:20, Sayı:153-154.
OKUR, Yiğit, Hulki Bey ve Arkadaşları, Can yay., İstanbul,
2016. OTYAM, Fikret, Pavli Kardeş, Kaynak yay., İstanbul, 1985.
ÖZKIRIMLI, Atilla, Sabahattin Ali, Cem Yayınevi,
İstanbul 1979. ÖZYÜREK,
Ali Ezger, Muhacirler, Artı yay., İstanbul,
2007.
SOTIRIYU, Dido, Benden
Selam Söyle Anadolu’ya, (Çev. Atilla Tokatlı),
Can yay., İstanbul, 15. Baskı,
İstanbul, 2012.
ŞENOCAK, Ebru, “Göç ve Ergenekon Destanlarında Mitostan Ütopyaya Yolculuk”, Türkisch Studies, Volume 8/1 (Winter 2013).
ŞİŞMANOĞLU
ŞİMŞEK, “Farewell To Anatolıa: Beıng A Soldıer In The Fırst World War” The Journal of International Social
Research Cilt: 8 Sayı: 39 Volume: 8 (August 2015), s.208-2021. Şeyh Edebali Üniversitesi Yayınları, Bilecik, (2012).
ŞENGİL, Selim, Savrulup
Gidenler, Can yay., İstanbul, 1987. TAN, Canan, Hasret,
Doğan Kitap, İstanbul, 2012.
TAHİR, Kemal, Kurt Kanunu, İthaki yay., İstanbul, 2016.
TANPINAR,
Ahmet Hamdi Tanpınar, 19’uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Kitabevi,
İstanbul, 1988.
TÜRKDOĞAN, Orhan;
“Seçilmiş Bazı Göçmen
Ve Yerli Zümreler
Üzerinde Sosyal Değişme Modelleri”, İ.Ü. İktisat Fakültesi Mecmuası, XXII/3-4 (1962),
ss. 140- 163 Ve XXIII/3-4 (1963).
YAVUZ, Hilmi, “Murtaza ve Ödev Ahlakı”, Yeni Ufuklar, (1974), C.22, S.249.
YALÇIN, Kemal, Emanet
Çeyiz, Birzamanlar yay., İstanbul, 2006.
YORULMAZ, Ahmet, Ayvalık'ı Gezerken,
Remzi Kitabevi, İstanbul,
2008.