Kemal Arı*
Cumhuriyet döneminde, genç Türkiye Devleti’nin, üzerinde özel bir önem, ilgi ve titizlikle durduğu sosyal konulardan birisi de “nüfus” sorunudur. Nüfus olgusunun, yeni devletin ekonomik yönden gelişmesinde oynadığı rol, genel nitelikli kimi eserlerde ele alınıp işlenmesine karşın;1 Türk devriminin siyasal, sosyal, politik, kültürel amaçlarına dönük olarak, toplumsal oluşum ve biçimlenişindeki etkileri, yeterince ele alınıp işlenmiş değildir. Oysa, Türk devrimi denilen tarihsel olgunun özgün yanlarını belirleyen ana unsurların özünde, ülke nüfusunun nicelik ve nitelik yönleriyle önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir. Öyle ki; eski idarelere bakarak, genç Türkiye Devleti’nde nüfus olgusuna yaklaşım biçiminin temelden farklı olduğu; bu farklılığın da, ‘ulusal devlet’ olmanın gereği olarak görüldüğü söylenebilir. Ulusal Türk devletinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk: “Biz Anadolu halkı ile sekiz milyonluk bir idare yapmak için değil, büyük imparatorluklar te’sisine heves ettik ve fütuhat yaptık” derken;2 geçmişteki idareleri, nüfus olgusunu gerçekçi yönden değerlendiremediklerinden dolayı, uyguladıkları yanlış ve hayalci politikalar nedeniyle eleştirmektedir3. Aynı zamanda da, Türk tarihinin bu yeni evresinde, eski politikalarla hiçbir ilgisi olmayan ‘ulusal’ politikalarda4, nüfus olgusuna verilen önem vurgulanmaktadır.
Nüfus olgusunun, ulusal politikalar içinde önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Misak-ı Millî (28 Ocak 1920) ile saptanıp, Lozan Antlaşması (24 Temmuz 1923) ile siyasal sınırları belirlenen ulusal yurt topraklarını dolduracak Türk çocuklarının o zamana değin ihmal edilmiş toprağı işlemesi; ‘Türklük’ kimliğini içine sindirmiş ve benimsemiş ‘özdeş’ (mütecanis) bir toplum olarak Türk nüfusunun, ülkenin kalkınmasında etkin bir rol oynaması, yeni Türkiye’nin çağdaş, dinamik ve atılımcı yönetici kadrosunun başta gelen arzularından biriydi. Uzun savaş yılları nedeniyle gittikçe azalan nüfusun, geniş yurt topraklarına göre ekonomik, sosyal, askerî savunma v.b. yönlerden olumsuz bir etki yarattığı görülüyordu5. Bu nedenle, ekonomik ve sosyal plânlamalarda arzu edilen amaçlara ulaşabilmek için, nüfusu artırmaya yönelik önlemlerin alındığı bilinmektedir6. Aslında bütün bu niyet ve çabalar, ulusal bir toplum olarak Türklerin; öz-yurtlarına yönelik siyasal, ideolojik ve askerî saldırıları göğüsleyebilmeleri ve yurtlarını ateşin içinden çekip kurtardıkları üç-buçuk yıl içinde, önemli bir değişim ve dönüşümle gerçekleştirebildikleri ‘ulus’ olma sürecini7, berkiterek sürdürebilmeleri için, yaşamsal bir önem taşıyordu. Bu süreç paralelinde söylenebilme olanağı yaratılan ulusal yurt, ulusal devlet, ulusal iç ve dış politika, ulusal sınırlar, ulusal kalkınma, ulusal kültür v.b. pek çok kavram ile, ‘Türklük’ kimliğini benimsemiş ve çekilen büyük çileler ve özveriler ile kurtarılabilen Türk yurdunu koruyabilecek ‘özdeş’ nüfus, yeni Türkiye Devleti’nin ‘bekası’için, birarada ve ‘topyekûn’ gerekliydi. Yani bir anlamda, Türkiye’nin benimsediği çağdaş ve özgün ilkeler, siyasal-sosyal politikalar ve kültürel atılım; nüfusun -bir yandan- ‘ulusal ve özdeş’ olması, -bir yandan da- tarihsel mirasa sahip çıkması için artması olguları ile paralellik taşımaktaydı.
Eski Osmanlı idaresinin, bu tür kaygı, arzu, çaba ve programları pek olmamıştır. Daha doğrusu, Türkiye Cumhuriyeti ile ele alınan ve özenle uygulanan nüfus politikası, siyasal ve çağdaş anlamda ulus, ulusçuluk ve ulusal yurt kavramlarının, Türk toplumunu ve siyasal yaşamını etkileme aşamalarıyla bir paralellik taşımaktadır. Eski idarelerde güç ve onur, siyasal sınırları belli bir yurt üzerinde kalkınma olgusu ile değil, coğrafî sınırların genişliği ile ölçülmüştür. Oysa, böylesine bir anlayıştan, yeni Türkiye Devleti’nin benimsediği çağdaş ulusal politikalara geçişin benimsenmesi, psikolojik yönden hiç de kolay olmamıştır. Öyle ki, yıkılan Osmanlı Devleti’nin geçmişe dönük ‘devasa’ büyüklüğü yanında, ulusçuluk rüzgârlarının etkisiyle imparatorlukların gittikçe artan bir ivme ile yıkıldığı bir ortamda; Osmanlı Devleti’nden artakalan ‘enkaz’ üzerinde kurulmuş olan Türkiye’nin siyasal sınırları içinde oluşan Türk yurdu, genç Türkiye’nin kurucuları çağdaş ulusçulara bir övgü ve gurur kaynağı olurken; hâlâ eski Osmanlı Devleti’nin yıkılışına hayıflanan ve ‘haşmet’ ve gururu coğrafî büyüklük olarak anlayan eski zihinlerin duygusal eğilimlerini hiç de tatmin etmemiştir. Cumhuriyet ideolojisinin düşünsel oluşumunda; siyasal, kültürel ve sanatsal içerikli yazılarıyla büyük rol oynayan ve yaşamının sonuna değin resmî ideolojinin savunuculuğunu yapan Falih Rıfkı Atay bile, Hyde Park’taki kürsülerden birinde yapmayı hayal ettiği konuşmada, -sade İngiliz vatandaşına- şu biçimde seslenme isteğini duymuştur: “Bizim İmparatorluğu fâtihler kurduğu için, tasfiye dasitanı oldu. Sizin saltanatı tüccarlar kurduğundan, bir yazıhane tasfiyesi yapıyorsunuz- Biz Tuna’dan ‘Nazlı Bodin’ türküsüyle, Afrika’dan ‘Cezayir Marşı’ ile, Arabistan denizlerinden ‘Ey Gaziler’ mersiyesi ile ağlaya ağlaya, Anadolu toprağına göç ettik”8.
Falih Rıfkı Atay’ın çizdiği bu geniş coğrafî parça üzerinde, Anadolu Türkü’nün ulusal olmayan politikalardan dolayı, ne gibi kazançlar elde ettiği biçimindeki bir soru, elle tutulur sonuçlar ortaya koymayı pek olanaklı kılmıyor. Böyle olunca da, yeni Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün, hem bu eski politikaları nasıl değerlendirdiği, hem de, bu politikaların terk edilmesiyle benimsenen ulusal politikaların, eleştirilen noktalara dönük yanlarının ne gibi esaslar içerdiği önem kazanıyor. Sonuçta da, temelde zıt amaçlara dönük her iki politikanın, nüfus olgusuyla ilgili unsurlarının, belirgin biçimde ortaya çıkacağı anlaşılıyor.
Mustafa Kemal Atatürk’e göre, geniş coğrafî alanlara dağılarak, bu geniş daire içerisinde iklimi çeşitli, oralarda oturan halkların alışkanlıkları çeşitli, her şey çeşitli olduktan sonra, izlenen politikalar “akla ve kanun-u tabiata mugâyir”di9. Bu tür politikaların savunuculuğunu yapanlara O, şu yanıtı vermekteydi: “Milletimiz, asırlarca bu vâsi nokta-i nazardan hareket ettirildi. Fakat ne oldu?! Her gittiği yerde milyonlarca insan bıraktı. Yemen çöllerinde kavrulup mahvolan Anadolu evlâtlarının miktarını biliyor musunuz?... Suriye’yi, Irak’ı muhafaza etmek için, Mısır’da barınabilmek için, Afrika’da barınabilmek için ne kadar telef oldu, bunu biliyor musunuz?! Ve netice ne oldu, görüyor musunuz?!”10.
- ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 23, Cilt: VIII, Mart 1992
KAYNAK VE DEVAMI: http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=Print&DergiIcerikNo=581&Yer=DergiIcerik