“EMANET ÇEYİZ-MÜBADELE İNSANLARI” VE “SAVAŞIN ÇOCUKLARI” ROMANLARINDA MÜBADELENİN ETKİSİ

 “EMANET ÇEYİZ-MÜBADELE İNSANLARI” VE “SAVAŞIN ÇOCUKLARI” ROMANLARINDA

MÜBADELENİN ETKİSİ

Can BAĞCI*

GİRİŞ

Edebiyat ürününü oluşturan öğelerden biri olan konunun seçimi değişik özellikler gösterir. Bu özelliklerden biri yazar değişkenidir. Yazarların, konu haritası değişiktir. Bu değişikliği kimi etkenlere bağlayabiliriz. Yazarın yetişimi, dünya görüşü, bilgi ve yaşantı birikimi bu seçimi etkiler. Sözgelimi köy kökenli romancıların yapıtlarında konu alanı özellikle köy ve köylü sorunlarıdır.

Konunun seçiminde olduğu gibi konunun algılanış, yorumlanış biçiminde de bahsettiğimiz etkenlerin payı vardır. Çünkü konuyu algılama, yorumlama onu belirli bir yaklaşıma göre değerlendirme, ona, anlam yüklemedir (Özdemir, 1980,10).

Yaşadığımız coğrafya baktığımızda çok sayıda siyasi ve sosyal olaylar yaşanmış ve tüm bu olayların yansımalarını edebiyatımızın içinde izleri görülmektedir. Çalışmanın konusunu da içinde taşıyan “Lozan Mübadelesi” Anadolu coğrafyasını derinden etkileyen bir siyasi olaydır. 1923 Lozan Mübadelesi, hem Yunanistan hem de Türkiye için ulusal bir devlet kurma yolunda uygulanmış olan çok önemli bir tarihî olaydır. Lozan Mübadelesi yalnızca iki devlet arasında yapılmış bir değiş tokuş / göç olmadığı gibi, Mübadele’ den uzun bir süre önce dünyada değişmeye başlayan devlet yapılarının uzantısı niteliğini taşır.(Bilgi, 2006:271)

Lozan Sözleşmesi’nde alınan kararlara göre İstanbul hariç Anadolu’da yasayan Türk uyruklu Ortodoks Hıristiyanlarla, Batı Trakya hariç Yunanistan’da yaşayan Yunan uyruklu Müslümanlar karşılıklı göçe tabi tutulmuştur.

Lozan Sözleşmesi   sonucu   Bu   göç   hareketinin   sonunda,   yaklaşık 1.700.000 insan mübadeleye tabi tutulmuştur. Bu sayının l.200.000’ini Anadolu’dan Yunanistan’a giden İstanbul dışındaki Türkiye uyruklu Ortodoks Rumlar; 500.000’ini de Yunanistan’dan Türkiye’ye gelen Batı Trakya dışındaki Yunanistan uyruklu Müslümanlar oluşturmaktadır (Arı 1995:8). Unutmamalı ki aktardığımız sorunların tarihi daha eskiye dayanmaktadır, bunun bir getirisi olarak Anadolu topraklarındaki “göç” hareketleri de daha evvel başlamıştır. (Aktar, 2005: 42). Özellikle Anadolu’dan pek çok Rum, Mübadele gerçekleşmeden önce Yunanistan’a göç etmiştir.

Türk-Rum nüfus mübadelesinin sona ermesiyle en çok sıkıntıya düşen taraf Türkiye olmuştur. Yunan ordusunun çekilmesi sırasında yaptığı yakma ve talanlarla işgal bölgelerinden kaçarak gelmiş olan mültecilerin yağmalarıyla uğraşmıştır. Yunanistan Türklerin evlerini, tarla ve bahçelerini herhangi bir zarara uğramadan göçmenlere vermekteyken, Türkiye iskân yapacak ev bulamamıştır. Kendi topraklarında sürgün olan Türkler evlerine döndüklerinde taş üstünde taş

Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Öğrencisi, cnbagci@hotmail.com

bulamamışlardır. Bundan başka ne tohum, ne çift sürecek hayvan ne de yiyecek bir şey bulamamışlardır. Çünkü var olan her şey çalınmış, kaçırılmış ya da yakılmıştır( Ercan, 2006:263). Yunanistan’dan alelacele evlerinden çıkarılarak Anadolu’ya gelen mübadil Türkler, burada savaştan yeni çıkmış yorgun, evsiz ve çaresiz yerli ahali ile karşılaşmıştır. Bu karşılaşmada yerli ahali mübadillere bedelsiz her türlü imkânın verilmesini kabul etmemiştir. Böylece tarla sahibi olan mübadillerle yerli ahali arasında çeşitli tartışmaların olmasına yol açmıştır (Arı,2003:168). Günümüzde büyük kentlerde yaşamak, kentin sorunlarına da ayak uydurmak olarak anlatılabilir ki yaşanılan şehir zaman mevhumunu belirsiz kılabilir. Yunanistan’dayken daha küçük yerleşim merkezlerinde yasayan mübadiller, Türkiye’de Rumlardan geriye kalan evlere yerleştirildiklerinde de şehir hayatının çeşitli zorluklarıyla yüzleşmek zorunda kalmışlardır.

Topluluk hâlinde bir göç yaşanmış göçmenlerin bu nedenle kendi kültürleri yerleştirildikleri yerlere göre daha baskın gelmiştir. Nitekim yerli halk ile mübadiller arasında kültürel çatışmalar yaşanmıştır. Yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen mübadil Türkler, Yunanistan'a giden mübadil Rumlar kadar uyum sorununu uzun süre yaşamamıştır. Yerlilerle beraber iskân olanlar hemen çevreye intibak etmiştir. Tamamen bir köye iskân olanlar da geldikleri yerin kültürünü, yaşam tarzını devam ettirmişlerdir. Yaşam tarzı, alet ve edevatı kullanma şekli, tarımda yem ekim şekillerinin oluşması, hatta evlerin kireçle badana edilmesi gibi birçok yaşam şekli mübadillerden yerli Türklere geçmiş ve benimsenmiştir (Arı, 2003: 21).

Mübadelenin olumsuz yönlerinin yanında olumlu tarafları da bulunmaktadır. Bu uygulama ile Osmanlının başına dert olan azınlıklar sorunu büyük ölçüde çözülür. Bunun yanında Yunanistan’daki Türklerin Anadolu’ya getirilmeleri ile Anadolu büyük ölçüde Türkleşir. Bu demografik oluşum, Türkiye’nin ekonomik, toplumsal ve kültürel yapısında ortaya çıkan boşluğun doldurulmasında etkili olur. Ticaret, sanayi ve hizmet sektöründe Rumların hâkimiyeti böylece kırılır. Türklerin söz konusu alanlara girmelerine imkân doğar.(Bilgi, 2006:170 )Mübadillerle beraber çeşitli kültürel değerler gelir. Bu değerler Türkiye’deki ulusal kültürü dinamik bir yapıya kavuşturmuş ve zenginleştirmiştir. Türkiye’ye getirilen mübadillerin yerli halkla kaynaşmaları, karşılıklı alışveriş ve etkileşimleri sonunda yoğun bir kültürel değişim yaşanmıştır (Gökçatı, 2003: 30).

Türk Edebiyatı’nda iskeletini tarihsel veya tarihî gerçekliklere yaslayan yahut da bu gerçeklerden esinlenerek meydana getirilen, kısaca tarihle bir şekilde ilintili eserlerin varlığının önemli ölçüde olduğunu düşünüyoruz. Bu eserlerin çoğunda tarihsel unsurlar gerçeğe bağlı kalınarak ele alınmıştır, bunun dışında post modern eserler başta olmak üzere bazı romanlarda ise tarihsel öğeler daha çok“kurgu”nun gerektirdiği “oyun” için kullanılabilmektedir. Türkiye’nin coğrafyasının tarihî yoğunluğu şüphesiz sanat eserlerini de bir ölçüde etkilemiştir.(Bilgi, 2006:180)

Tarih-roman sarmalının bir uzantısı olarak 1990’lı yıllardan beri hız kazanan bir ivmeyle Lozan Mübadelesi’ni konu edinen yapıtlar da Türk Edebiyatı içerisinde kendine yer bulmakla birlikte; Mübadele’nin tarihsel çizgisini göz önüne alırsak, bu bağlamda üretilen yapıtlar için geç kalmış bir yansımadır. Geç kalmışlıkla alakalı olarak Mübadele’den 1960’lı yıllara kadar geçen hemen hemen kırk senelik zaman diliminde yalnızca ‘birkaç cümleyle Mübadele’den bahsedildiğine’ ifade edilir (Millas, 2005: 130).

Yunan Edebiyatı’nın isleyişi ise Türk Edebiyatı’yla karşılaştırıldığında tematik nitelikleri açısından farklı yapıda bir tarihî roman / tarihsel roman seyridir. Mübadele’nin gerçekleşmesinin ardından kısa bir süre içerisinde Yunanistanlı yazarlar ağırlıklı olarak bu konuda ürünler vermiştir.

Mübadeleden hemen sonra Yunanistan’da olayla ilgili bir sıra roman ve kısa öykü yayımlandı. Akla hemen İ. Venezis, S. Doukas, S. Mirivilis, daha sonra F. Kontoglou, D. Sotiriou, L. Nakou, P. Prevelakis, Y. Theotokas, N. Kazantzakis, M. Loudemis ve nihayet yetmişli ve seksenli yıllardan sonra Ch. Samouilidis, T. Athanasyadis, A. Nenedakis, AnzelKurtyan, Y. Andreadis, ve son yıllarda M. Veinoglou, Katerina Zarokosta gibi yazarlar anımsatılabilir.(Milas,2003:2)

Bu yazarların bir kısmı mübadeleyi yaşamış kimselerdi. Romanları anı yada bir sözlü tarih anlamı da taşımaktadır. Anlatıları mübadillerin Anadolu’daki yaşamları ve daha sınırlı olarak, yerleştikleri Yunanistan’daki yaşamla ilgilidir.

Yunanistan’da bu alandaki ilgi yalnız edebiyatla sınırlı kalmamıştır. Onlarca romanın yanı sıra, araştırmalar ve anı kitapları da yayınlanmıştır. Yunan toplumu içinde konuya ilgi duyulmuş, mübadiller geride bıraktıkları memleketleri ve kültürlerini anımsatan pek çok dernek kurmuştur. Canlı tarih araştırmaları yürütmüş ve mübadillerin anılarını, ama kültürlerini yaşatmaya yönelik bir çaba göstermiş olan Küçük Asya Araştırmalar Merkezi de bu çerçevede görülebilir (Ercan, 2006:240).

Genel olarak baktığımızda, mübadele olayının hemen edebiyata yansımış ve uzun süre edebi yazımın gündeminde kalmış olduğunu ve son yıllara kadar da, aralıklı ve azalmakta olan bir sıklıkla da olsa, bu konunun yazarların ilgisini çekmiş olduğunu görüyoruz. Konuya en başta el atan yazarlar gerçekçi diyebileceğimiz anlatımla ‘yaşadıkları’ mübadeleyi anlattılar. Yani ‘görgü şahidi’ gibi yazdılar. Sonraki yazarlar, olayla doğrudan ilişkileri sınırlandığı oranda daha soyut, dolaylı, zaman zaman sembolik anlatıma yönelmişlerdir.

Bu romanlarda genellikle mübadele öncesi yaşam anlatılmaktadır. Olayların geçtiği yerler daha çok Anadolu ve İstanbul’dur; daha az oranda da mübadele sonrası Yunanistan’dır. Bu çok geniş çerçeve, romanlarda Doğu/Batı ya da Orası/Burası yada Bırakılan/Gelinen yöre olarak anlatılsa da, yine de her iki yan bir arada ele alınmakta, her iki taraf iç içedir ve her taraf ötekine dayanarak anlam kazanmaktadır.

Bütün düz yazı örneklerinde ‘geride bırakılanın’ ne olduğuna baktığımızda egemen öğe ‘ülke’ ve ‘topraklar’ değildir, gerçek ya da hayali bir dar çevre ve ‘ev’dir, bir mahalledir. Yunan edebiyatında ‘ev’ kavramının özel bir yeri olduğunu sanılmaktadır( Milas, 2000,20)

Türk edebiyatıyla kıyaslandığında mübadeleyle ilgili Yunan romanlarında olaylara bakma biçimi Ömer Seyfettin, Halide Edip, Yakup Kadri, ve daha sonraları, Kemal Tahir, Halikarnas Balıkçısı ve Atilla İlhan gibi yazarların yapıtlarındaki ‘ulus’ ve ‘vatan’ problematiğini bulamayız. Türk romanlarında olaylar genel bir ulusal çerçeve içinde yer alır. Kahramanlar bu çerçevenin içinde yerlerini alırlar ve anlam kazanırlar. Yunan romanlarında öyküler kişilerin öyküleridir; özellikle ‘görgü şahidi’ yazarların yapıtlarında. Genel bir ulusal çerçeve varsa, bu dolaylı olarak görülür. Tipik örnekler Venezis, Doukas, Mirivilis, Sotiriou’dur..

Türk romanına baktığımızda Yunan romanına göre en çarpıcı farkın mübadeleden hemen sonra bu olayın edebiyata yansımamış olmasıdır. Bu konuda hemen hemen tam bir sessizlik vardır. Özellikle 1923’ten 1960’lara kadar, yani yaklaşık kırk yıl, bir iki romanda bir iki cümleden fazla bir şey bulamıyoruz. Mübadeleden sonraki yaklaşık kırk yıl içinde bu seyrek ve kısa göndermeler dışında Türk edebiyatında göç ve nüfus değişimi olayı pek ele alınmaz (Bilgi, 2006:200).

1990larda ve hele 2000 yılından sonra birkaç roman ilk kez nüfus mübadelesini ve halkların ulusal-sınırlar-arası göçünü ayrıntılı olarak ele alır. Burada kısaca ‘mübadele romanları’ diyeceğimiz bu romanların her birini ayrı ayrı ele almaya ve incelemeye değerdir. Her birinin özgün yanları var. Her biri yazarın kişisel dünyasını ve algılamalarını sergilemekte ve bir olayın nasıl farklı okunuşları olduğunu göstermektedir. Ancak burada olaya daha küresel yaklaşılacak, genel eğilimler gösterilecek ve romanlar ‘örnek’ olarak kullanılacaktır (Bilgi,2006:198).

Mübadele ve göç olayı Türk edebiyatında, genel olarak Türk söyleminde (örneğin okul kitaplarında, tarih yazımında, sanatta vb. olduğu gibi) ‘Öteki’ konusunda görülen eğilimleri göstermiştir: farklı paradigmaların izlenmesi sonucunda oldukça farklı yorumlar ve değerlendirmeler sergilemiştir (Millas,2000,20). Yazarların bir bölümü Türk ve Yunanları ilgilendiren bu tarihi olaylara ‘ulusçu’ anlayışa uyum göstererek başka bir bölümü ise ulusçu anlayışı yadsıyarak bakmışlardır.

Çalışmanın temelini oluşturan “Emanet Çeyiz” ve “Savaşın Çocukları romanları, mübadelenin getirdi yeni durumların izlerini taşımaktadır. Bu izleri ortaya koyarken roman kahramanlarının yaşadığı ortam, başlarından geçen olayların analizi yapılarak aktarılmıştır.

Kemal Yalçın’ın Emanet Çeyiz romanında mübadele insanları anlatılmaktadır. Önce Anadolu’dan Yunanistan’a, sonra Yunanistan’dan Anadolu’ya göçe zorlanan insanlar konu alınır. Anlatıcı romanı hümanist bir üslupla ele almıştır. Anadolu’dan Yunanistan’a göçen Rumlara, oradan Anadolu’ya göçen Türklerden daha fazla acır. Bu roman Anadolu ve Yunanistan’daki mübadillerle yapılan röportajlarla hazırlanmıştır.

Anlatıcı Bulancıklı’dır. Babasından burada eskiden Rumların yaşadığını öğrenir. Dedesi yıllarca bu Rumlarla beraber yaşamış, iyi komşulukta bulunmuşlardır. Ancak savaşlarla beraber Türk ve Rumlarında huzuru kaçar.

Daha sonra mübadele ile Rumlar Yunanistan’a gönderilir. Komsuları olan Rum aile bu Türk ailesine giderken kızlarının çeyizlerini emanet bırakır. Ve bir daha geri dönmezler. Yıllar sonra büyüdüğünde bu olayı öğrenen anlatıcı Yunanistan’a giderek çeyizlerin sahibini arar. Oraya göçen mübadillerle röportajlar yapar. Daha sonra Türkiye’ye gelir ve Yunanistan’dan göçen mübadillerle röportajlar yapar. Roman kendileriyle röportaj yapılan Türk ve Rum mübadillerin anılarını anlatmaları seklinde devam eder. Daha sonra tekrar Yunanistan’a giden anlatıcı burada kendilerine çeyizi emanet edenlerin torunlarını bulur ve emaneti sahiplerine teslim eder.

Anadolu’ya göç eden Türkler olmakla beraber burada, mübadeleyi iki taraflı verebilmek için, romanda Anadolu’dan göçen Rumların da belli baslılarının göçlerini ele alacağız. Roman mübadele ile göçen şahısların maceralarının anlatıldığı röportajlar tarzında yazılmıştır.

Anadolu’dan Yunanistan’a mübadele ile göçen Rumlardan biri Elefteria Staboulidis’un ailesidir. Elefteria’nın altı çocuğu vardır. Dördü yolda ölür. Büyük abla o zaman on yasındadır. Yolda kaybolur. Ne olduğunu nerede olduğunu bir daha öğrenemezler. Elefteria ve ailesi Yunanistan’a kaçabilmek için üç sene köyden köye sürünürler. Kayseri’den Yozgat’a, Yozgat’tan Sinop’a, Sinop’tan Çanakkale’ye, Çanakkale’den gemiyle Yunanistan’a gelebilirler.

Romanda Anadolu’dan Yunanistan’a mübadele ile göçen Rumlardan biri Amasyalı Yordanis Orfdanidis’dir. Yordanis Türkiye’de Amasya’da doğar. Türkiye’de iyi ve mutludur. Komşuları olan Türkler çok iyi insanlardır. Kardeş gibi yaşarlar. Mübadele nedeni ile Yunanistan’a göçmek zorunda kalırlar.

Anadolu’dan Yunanistan’a mübadele ile göçen Rumlardan biri de Kayserili Vasili Karabaş’ tır. Vasili Karabaş 1903 doğumludur. Konuşmanın yapıldığında 91 yasındadır. Anadolu’dan Yunanistan’a 1923 yılında 20 yasındayken göçmüştür. Çocukluğunda Türklerle çok iyi geçindiklerini, birbirlerini düğünlerine çağırdıklarını, beraber oynadıklarını, beraber güreştiklerini, beraber güldüklerini hatırlar.1914’de seferberlik çıkınca babası askere gider. Sonra bütün erkekleri alıp götürürler. Sadece kadınlar ve çocuklar kalır. Ekinlerini biçemeyenler aç kalırlar. Her işi kadınlar yapmaya başlar. 1918’de kıtlık olur. Kayseri ve köylerindeki Ermenileri de toplayıp sürgüne gönderirler:

Anadolu’dan Yunanistan’a mübadele ile göçen Rumlardan biri de Taşova Ferizdağlı Vasili Vasilyadisdir. Kiraz ayında Ferizdağ’da mısır çapalarken Topal Osman’ın çetelerininRum köylerine baskınlar yaptıkları, insanları öldürüp, malları yağmaladıkları duyulur. Herkesi can korkusu sarar. Gidilip müracaat edilecek bir merci yoktur. Buralarda kanun da, devlet de Topal Osman’dır. Köyde sadece bir tabanca, bir tüfek vardır. Bazı aileler çoluk çocuk dağa çıkıp oralarda saklanırlar. Dağa gitmeyenler sahipsiz, kimsesizlerdir. Çoluk çocuk Kızöldüren denilen Rum köyüne yönelirler. 300-400 kişi köye varırlar.

Bunun üzerine olaylardan haberleri olmayan Kızılöldüren köylüleri de telaşlanır ve dağa çıkmaya başlarlar. Vasili Vasilyadis’in babası Balkan Savasında Yunanlılara karsı savaşırken ölmüştür. Sabahadoğru çevre köylerdeki Türkler Kızöldüren’i çevirirler. Ellerinde tırpanlar, baltalar, tahralar vardır. Herkesi dışarı çıkararak meydanda toplarlar. Sonra da çırılçıplak soyarlar. Altınları, değerli ne varsa alırlar. Çıplak insanları kiliseye götürürler. Öğleye doğru sıcaktan her yer kavrulur. içecek su yoktur. O karmasa sırasında Vasili’nin annesi nöbetçilerden birini tanır. Tüccarlık yapan bu adam Ferizdağ’a geldiğinde Vasilyadislerin evinde kalmıştır. Kadın adama yalvarır yakarır. Kaya bir fıçı su getirerek Vasilyadislere verir. Sonra da kendilerini kaçıracağını söyler. Aynı aileden 13 kişi toplanır. Kaya onları kilisenin arkasından dereye indirir.

“Dimidov’un gelini, dedi, Kaya. Ovaya doğru gitmeyin. Tutup öldürürler hepinizi. Sutaraftan, bayırdan, dosdoğru dağa çıkın. Çok ekmeğinizi yedim. Bu günleri de görecekmişiz. Hakkını helal et Dimidov’un gelini! Haydi, yolunuz açık olsun, bizi birbirimize düşmanedenler Allah’ından bulsun.”

“Sağ ol oğlum Kaya, sağ ol! Yiyip içtiklerin helal olsun! Allah senden razı olsun. Bizi birbirimize düşman edenler Allah’ından bulsun.” (s. 88) Emanet Çeyiz romanında birçok Rum Türkiye’den kaçışlarını, göçlerini, mübadeleye tabi tutuluşlarını ayrıntılı bir şekilde anlatırlar. Burada Türkiye’den göçen mübadillerden bir kısmı alınmıştır. Romanda Atatürk’ten bahseden Sinop Ayancıklı olup Platamona’ya göçen Baba Yorgi’nin tespitleri Rumların Anadolu için önemli olduklarını savunan bir bakış açısının sonucudur: “Mustafa Kemal büyük adam. Ama bizi buraya göndermeyecekti. Kemal hata yaptı. Bu mübadeleyi yapmayacaktı. Biz eğitilmiş insanlardık. Zanaatkâr, usta, zengin insanlardık. Biz buraya gelince Türkiye eğitilmiş insanlarını kaybetti. Biz Türkiye’nin bereketiydik. Geldik Yunanistan’ı kalkındırdık. Yıllarca bekledik Mustafa Kemal affeder, geri ister, döneriz diye… Bizim suçumuz neydi? Sinoplular ağlıyorlardı, ‘Gitmeyin’ diye. Ama her yer bir değildir. Başka yerlerde iyi görmüyorlardı bizim Rumları.” (s.131)

Yunanistan’dan gelen mübadil Türklerin buradaki hayatları da kolay olmamıştır: “Mübadil olarak Honaz’a gelenler çiftçilik, bahçıvanlık bilmiyorlardı. Gelir gelmez ölmeye başladılar. Genci, kocası ölüyordu. Sıra sıra mezarlar dizildi, mezarlığın doğu yakasına. Sonradan mezarları yaptırdılar, taşlarına ‘Grebenalı’, ‘Vrasnolu’ yazdırdılar.”(s.170)

Giden Rumlar Türkçe bilirler. Gelen Türkler ise sadece Rumca bilir. Ekmek, su diyenyoktu içlerinde. Ev yok, bark yoktur. Rum Mahallesi yağmalanmıştır. Ev diye kendilerineverilen dört duvardan ibarettir. Anlatıcının dedesi Kemal Efendi’nin o zaman bakkalı vardır ki göçmenler alışverişi bu bakkaldan yaparlar, parasını maliye öder. Göç sırasında anne ve babası ölen, kimsesiz kalan çocukları kasabanın ahalisi paylaşarak yanlarına alır. Anlatıcının dedesi de 6-7yaslarında bir kız çocuğunu yanına alarak büyütür ve bir akrabasıyla evlendirir. Bu düşünceler anlatıcıda bizim mübadillerle de konuşma ihtiyacı doğurur. Honaz’ı bir kuru çay ikiye böler. Honaz’ın yerlileri bu kuru çayın doğusunda, muhacirler ise batısında yasarlar. Arada bir Çayboğazı Köprüsü vardı. Anlatıcı, muhacir çocuklarıyla köprü üzerinde yaptıkları kavgaları hatırlayarak, babasının dostları mübadil Türklerle röportajlar yapar.

Romanda Murtaza Acar, Mustafa Akan, Abdurrahman Akan Manastır vilayeti doğumludurlar. Bir Yunan olan Kaptan Ziku, dağlarda dokuz sene çete başlık yapar. Hem Rumları, hem de Türkleri basarak para toplar. Savaş başlayınca bu eşkıya Yunan komutanına mektup yazarak adamları ve paralarıyla Türklere karsı savaşmak istediğini bildirir. Yunan komutanı Ziku’nun teklifini olumlu karşılayınca, Ziku yanında daha fazla para götürmek ister. Kastro köyü sadece Türklerin yaşadığı zengin bir köydür. Kaptan Ziku bir cuma günü bütün köylüyü camiye toplar. Adamlarıyla köyü sararak, her köseyi tutar. Halkın önünde muhtara seslenir: “Biz para için geldik. Bakın toplar atılıyor. Cepheye yardıma gideceğiz. Sizden şu kadar para istiyoruz. Hemen dökülün paraları buraya.”

Muhtar Hasan Ağa cevap verir:“Kaptan Ziku, eğer kendin için; yiyecek, içecek için para istiyorsan verelim Ama cepheye yardıma gidiyorsan, silah almak için para istiyorsan, sana verilecek meteliğimiz yok! Eğer verirsek din kardeşlerimize karsı silah tutmuş oluruz.” Bu kesin cevap üzerine, adamlarına emreder:

“Ulan köpekler! Daha ne duruyorsunuz? Ben sizi buraya niçin getirdim? Ateş serbest!”(s.180) Yaylım ateşiyle camide bulunan 72 kişi öldürülür. 600 kişinin yaşadığı köy yağmalanır, ateşe verilir. Çetelerin öldürmesi ve yağmalamasından sonra sağ kalan kadınlar toplanıp ağlaşmaya başlarlar. Kastro’nun yanındaki Rum köylüleri dumanı görerek köye koşarlar. Ziku’ya ve adamlarına lanetler yağdırarak ölüleri gömerler. Sonra uzaktaki Türk köylülerinden duyanlar gelirler. Çocukları ve kadınları yakınları, akrabaları alıp götürürler. Acar ve Akanları amcaları Vrasno’ya götürür. Atatürk mübadele olmadan, “Herkesin malının miktarı, kıymeti takdir edilsin, kendilerine bir beyanname verilsin, Türkiye’ye gelince, mallarının mübadili verilsin” (s.184)diye bir heyet gönderir. Halka beyannameleri verilir, ancak Türkiye’ye gelince bu tatbik edilmez. Mallarının karşılığını tam olarak alamazlar.

Gelen mübadillerle Türkler arasında ufak tefek olaylar olur. Bunun üzerine köye yirmi jandarma gönderilir. Her hane sırayla yemeklerini verir. Altı ay böyle beraber yasarlar. Daha sonra mübadele emri gelir. Romanda Vrasnolu Muhittin Yavuz, Sabiha Yavuz, Tahsin Özkan Yunanistan’da yasayan Türklerdir. Tahsin Özkan Muhittin Yavuz’un yeğenidir. Muhittin Yavuz 1902,hanımı 1905 doğumludur. Balkan Savası sırasında Yanya’da Türklerle Yunanlılar arasında muharebe devam eder. Dağlarda eşkıyalar vardır. Muhitti Yavuzların köyleri olan Vrasno ile yakınlardaki köy olan Pista arasında bir anlaşma yapılır: “Eğer Balkan Harbi’ni Türkiye kazanırsa, siz bizi koruyacak, yardım edeceksiniz. Yunanistan kazanır, yönetime gelirse biz sizi koruyup yardım edeceğiz.” (s.194)

Bu anlaşmadan birkaç ay sonra yakınlardaki Türk köyü Kastro’yu Rum çeteleri basar ve camide 72 kişiyi öldürülür. Köyü yakıp yıkarlar. Ertesi gün eşkıyalar Vrasno’ya da gelirler. Köyü yakıp yıkmak isterler. Herkesi evlerinden çıkarırlar. Meydanda toplarlar. O an olayları duyan bir papaz beyaz bir kısrağın üzerinde hızla köye gelir:

“-Ulan ne yapıyorsunuz?

-Burasını yakacağız!

-Cehennem olup gidin! Haydi, derhal defolup gidin! Ne suçu var bu köyün? (s.195)

Papazın sözleri üzerine eşkıyalar köyü bırakarak giderler. Pista köyü papazı sözünde durarak Vrasno’yu kurtarır. Balkan Savasını Türklerin kaybetmesinden sonra Selanik, Yenişehir, Manastır, Yunanistan’a geçer. Yönetim değişikliği sırasında 15 gün kadar herkes birbirine saldırır, yakıp yıkar, soyar, talan eder. Devlet otoritesi, arayan soran yoktur. Daha sonra gelen hükümet kuvvetleri sükûneti sağlar ki yıl kavga olmaz. Vrasno güvenlikli bir dağ köyü olarak tanınır. Çevredeki Yunanlılarla iyi komşuluk ilişkileri içinde yasarlar. Fakir Türkler zengin Yunanlıların yanında çalışır. Düşmanlık, ayrılık yoktur. Birbirlerine gider gelirler. Rumlar Türkleri, Türkler de Rumları korurlar. Ancak zaman zaman kışkırtılan bazı Türkler Yunanlılara, Yunanlılar Türklere saldırıp öldürürler. Yolları kesip yolcuları baltalarla doğrarlar. Kimin kime gücü yeterse o elinden geleni ardına koymaz. Yunan ordusunun İzmir’e çıkmasıyla Vrasnoluların huzuru yine bozulur. 1922’de köye çoğu Laz mübadiller gelir. Bir sene kadar Türklerle muhacirler beraber otururlar. Hükümet Türklerin mallarının yarısını mübadillere verir.”

Yunanistan’dan Anadolu’ya göçen Türklerden biri de Saliha Korucu’dur. Balkan Savası çıktığında bir yasındadır. Köylerini bırakarak Selanik’e kaçarlar. Savaştan sonra tekrar köye dönerler. Evler, ocaklar hep yıkılmıştır. Evlerini tekrar yaparlar. Saliha 12yasına gelince Anadolu mübadilleri köye gelirler. Salihalar evlerini onlara vererek anneannelerinin evine yerleşirler. Bir müddet beraber yaşarlar. Yunanistan’dan Anadolu’ya göçen Türklerden biri de Kayalar-Kozlu köyünden Nazmi Önal’dır. Yunanistan’da Kayalar’a bağlı Kozlu köyünde 1907 yılında dünyaya gelmiştir. Kozlu 350 hanedir. Tamamen Türk köyüdür. Köyde 18 değirmen vardır. Arazi çoktur. Ovadır. Halk mısır eker. Balkan Harbi başlayınca Florina’ya giderek iki ay otururlar. Daha sonra aşağı Kayalar’a gelirler. Mallarını, evlerini Bulgarlar yağmalarlar. Osmanlı savaşı kaybedince yönetime Yunanlılar gelir. Yunanlıların içinde on iki, ay daha kalırlar. Nazmi Önal’ın babası yeni bir ev yaptırır. Ancak içinde oturmak nasip olmaz. Köye Türkiye’nin çeşitli yerlerinden muhacir Rumlar gelir. Çoğu Lazdır. Lazca konuşurlar. Erzurum bölgesinden bile gelenler olur. Bu bölgelerden gelenler Rumlardan ziyade Ermenilerdir. Gelenlerle bir yıl beraber yasarlar. Gelen Rumlar Türkçe konuşurlar. Hükümet Türklerin mallarının çoğunu gelenlere verir. Evleri de paylaştırır. Buradan gelen muhacirlerle Türkler arasında herhangi bir problem çıkmaz.

Yunanistan’dan Anadolu’ya göçen Türklerden biri de Kayalarlı İbrahim İşler’dir.1921 Yılında Kayalar’ da dünyaya gelmiştir. Kayalar yüz kadar köyü olan büyük bir kasabadır. Balkan Savaşı’na kadar civardaki Türkler, Rumlar, Bulgarlar gayet iyi geçinirler. Birbirlerine gider gelir, beraber ticaret yaparlar. Balkan Savaşında halklar arasına kan girer. Düşmanlık baslar. Savaş sırasında aile köyü terk ederek tepelere kaçar. Daha sonra geri dönerler. Fakat bu kez Bulgarlar gelerek Türk erkeklerini toplamaya başlarlar. Asker olan dayıları Mahmut’u bir Bulgar görerek yanına çağırır.


Yunanistan’dan Anadolu’ya göçen Türklerden biri de Giritli İsmet Altay Hanım’dır. Girit’in Resmo bölgesinde otururlar. Girit’in suyu, meyvesi, her şeyi çok boldur. Havası güzeldir. Kışlar bahar gibi geçer. İnsanları çok iyilikseverdir. Venizelos ile İsmet Paşa mübadeleye karar vermişlerdir. Kimse Girit’i bırakmak istemez. Hatta “Girit’ten ayrılmamak için dinini değiştirip orada kalanlar bile olur.” (s.271) Altay Hanım’ın Girit’teyken babası iki işte birden çalışır. Durumları oldukça iyidir. Çok güzel geçinirler. Evleri üç odalıdır. Mutfak ayrıdır. Üzümler çok tatlı olur. İlkokulda hem Rumca hem de Türkçe okurlar. Mahalledeki Rumlarla Türkler gayet iyi geçinirler. Birbirlerine gider gelir, yemeklerini yerler. Savaş başlayınca adada huzur bozulur. Köylerde, yollarda kavgalar olur. Cuma namazı için şehre inen Müslümanları pusu kurup öldürürler. Bir müddet sonra İzmir’den muhacir Rumlar gelir. Hükümet Türklerin evlerinin yarısını muhacirlere verir. Gelenler çok güzel İzmir Rumcası konuşurlar. Girit’ten ayrılıncaya kadar Türkler bu muhacirlerle beraber kalırlar.

Bu büyük yıkıma, kopuşa yol açan olaya ne Anadolu Rumları, ne de Yunanistan’da yasayan Müslüman Türkler neden olmuştur. Büyük devletlerin çıkarcı politikaları halkın basında patlamıştır Bu yıkım politikasını planlayıp, Yunanistan ordusunu İzmir’e çıkaranlar çoktan yok olup gitmişlerdir. Ama bu olayın acı sonuçlarını bu romanda anlatıcılar çok uzun yıllar yasarlar. İster Yunanistan topraklarında doğup buraya gelmiş; ister Türkiye’de doğup büyüyüp Yunanistan’a gitmek zorunda bırakılmış halklar olarak artık barış içinde yasamanın yollarını arayıp bulalım. Yaşadığımız, düşmanımızın bile basına gelmesini istemediğimiz, o büyük yıkımı ve bozumu, kalıcı bir barısın, gönülden bir kardeşlik düşüncesinin temeli yapalım…(s.268)

Romanda çeyiz sandığı bir semboldür. Mutlu, barış, huzur dolu günlerin sembolüdür. Yerine götürülen bu eşya iki halkın beraber yasamalarının ifadesidir. Romanın asıl vermek istediği mesajı İstanbullu Hristo Şamoğlu ifade eder: “Barış içinde yaşanmalı. İnsanların iyisi var, kötüsü var. Dünyada savaşlar ne zaman ortadan kalkarsa, o zaman insan olunacak. O zamana kadar hayvan kalınacak. ki tarafın da kötü yanları var. Türk tarafını tutup, Yunanlılara küfretmek kolaydır. Böyle bir kitap ta yazabilirsin. Ama böyle kitaplar kiloyla satılıyor! Yunan tarafını tutup Türk tarafını suçlayabilirsin. Kolaydır. Zor olan iki tarafında iyiliğini, kötülüğünü görmek yazabilmektir.”(s.28)

Anlatıcı yazar roman boyunca bu hümanist görüşten hiç ayrılmaz. Anlatılanları, her iki tarafın da birbirlerine yaptıkları zulümleri, insanların çektikleri acıları olduğu gibi anlatır. Giritli Hasan ve ailesi Girit’in Kamış köyünde Rumlarla birlikte yaşamaktadırlar. Babası İsmail Ağa çiftçilikle geçimini sağlamaktadır. Annesi, ağabeyi Mahmut ve ablası Nazire ailenin diğer üyeleridir. Yunan İsyanı ile birlikte Rum çeteleri köyün huzurunu kaçırdığı için köydeki Türkler göç etmek zorunda kalmışlardır. İsmail ağa ve diğer aile üyeleri göç etme fikrine sıcak bakmasalar da bu duruma alışmak zorunda kalmışlardır. Göç yüzünden aile ellerindeki toprakları yok pahasına çıkarmışlardır. Köyde bulunan Rumlar Hasan’ın ailesinin gidişine üzülmelerine rağmen ellerinden gelen bir şey yoktur. İlk durakları. Kandano köyü olmuştur. Kandano civardan gelen Türk göçmenleri ile kurulmuş Türk köyüdür. Giritli Ali babasını bu köye yapılan bir Rum Baskınında kaybetmiştir.

Hacara, Giritli Hasan ve ailesine yardım eden Giritli milliyetçi bir Türk’tür. Rum çetelerinin yaptıklarında padişahında suçu olduğunu düşünmektedir.

Hacara, Ali Ağa’ ya: “- Siz böyle düşüne durun! Yunanlıyla Rum’un şımarmasından, Padişah Efendimizin de uyuşukluğundan bazen Ruslar, İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar, Hanya’ ya savaş gemileri yollamışlar! Ada Rumları, Yunanın da desteğini alarak Hanya’dan başlayıp tüm adayı kapsayan isyanı başlattılar. Buradaki kuşatma da o işin uzantısı.” (s.48) der.

Hacara olanlara karşı elinden tek gelen işin ölen Türklerin intikamını almak olduğunu düşünmektedir. Kir Vladimiros, Giritli Hasan’ın ikinci göç durağı olan Hanya’da ona çalışması için işveren patronudur. Vladimiros ve karısı barışı savunan Rumlardır. Savaş olmasa Türkler ve Rumların eskisi gibi kardeşçe yaşayabileceğini düşünmektedir. “ Yüzlerce yıl sizinkilerin idaresi altında yaşamanın, bıkmanın sonucu bu! Tepki çok ağır oluyor… Yani çok insan öldürüyorlar! Yukarıdakiler ünlenecekler diye, yalın halkı birbirlerine kırdırıyorlar. Hep halk çekiyor… Benim kadar siz Türklerin iyi yanlarını bilseler, benim kadar olsun bir de okuyarak gerçekleri görebilseler, bu denli vahşi olmayacaklar.”(s.68)

Süslü Hüsniye, Afrika asıllı bir Türk’tür. Giritli Hasan’a aşıktır. Zaman zaman Hasanla birlikte olmaktadır. Lozan Mübadelesi ile Anadolu’ya gönderilmekten korkmaktadır. Anadolu’ya geçtikten sonra Hasanı görememekten ve orada hayatını idame edememe düşüncesi onu etkilemiştir.

Kemalettin Bey, savaş esiri olarak Yunanlı asker tarafından Hanya’ya getirilirmiş bir Türk askeridir. Hasan’ın esir kampına yaptığı bir ziyarette tanışmışlardır. Kemalettin Bey’i Hanya’da yaşayan Türklerin kendi dillerini yeteri kadar iyi konuşamamaları üzmektedir. Hasana Türkçe öğretme teklifi etmiştir. Hasan’ın bu teklifi kabul etmesi Kemalettin Bey’i çok mutlu etmiştir.

Badoyan Mustafa, Grand Mehmet, Kavas Ahmet; Hasan’ın Hanya’dan dostlarıdır. Onlar da Hasan gibi tüm Rumların kötü olmadığını düşünmektedir. Girit’te olup bitenler onları da üzmektedir. “Bodoyanla, Grand ‘da: Konuşarak, tartışarak orta yolun bulunmasından, kıyımların, ocak söndürmelerin ortadan kalkmasından yanaydılar. Patronum Kir Vladimiros’un insanca görüş açısından, Türk kanadını oluşturuyorlardı.” (s.95)

KiriyaMari, Hanya’da emlakçılıkla uğraşan zengin Rumlardandır. Vladimiros’ sun etkisi ile Hasan’ı ortaklığa almıştır. Uzun bir süre Hasan ile sadece iş ilişkisi çerçevesinde birlikte olmaktadır. Ancak zamanla birbirlerine karşı duygusal olarak da bir şeyler hissetmeye başlarlar. Hanya sakinleri bu Türk

– Rum ilişkisine sıcak bakmamaktadır. Mari ile Hasan bundan dolayı inşalara yakalanmamak için dikkat etmektedirler.

Mari-Hasan aşkında sadece bu sorun yoktur. Lozan Görüşmelerinde Mübadele kararı çıkması da engel olmaktadır. Ayrılmamak için Hasan’a evlilik teklifi etmiştir. Giritli Hasan Türklüğünü ve milletini kaybetmemek için bu teklifi geri çevirmiştir.

“- Hasan, dedi, doğup büyüdüğün bu adayı seviyorsun, hem de delicesine aile büyüklerinin mezarları da burada ve birbirimizi seviyoruz… Hristiyan ol, burada kal, evlenelim mutlu bir yaşam sürelim! -Olanaksız bu Marigo, dedim. Girit’i de seni de çok seviyorum, ama yapamam, bağışla beni! Irk ve din duygularım engel buna…”(s.131).

SONUÇ

Lozan’da 30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan bir sözleşme ile Anadolu’da yasayan Rumlarla, Yunanistan’da yasayan Türklerin mübadele edilmelerine karar verilir. Bu mübadele ile Yunanistan’dan 500 000 civarında Türk Anadolu’ya gelmiş, 1 250 000 civarında Rum Anadolu’dan Yunanistan’a gitmişlerdir.

Türk romanında zorunlu göçler genel bazı ortak özellikler taşımakla beraber, romandan romana ve yazardan yazara değişen bazı farklı hususiyetler de gösterebilmektedir. Yunan edebiyatında mübadele ve bu dönemdeki Yunan yenilgisi çok daha fazla yer alırken, Türk edebiyatında uzun süre mübadele ile ilgili romanlar, araştırmalar yapılmamıştır. Ancak 1990’lı yıllardan sonra mübadele hakkında yazılan romanlar ve araştırmalar artmıştır

Ahmet Yorulmaz’ın Savaşın Çocukları romanında Girit Türklerinin yaşayışları, Rumlarla olan irtibatları, yasama mücadeleleri ve göçleri anlatılır. Önceleri Türkler Rumlarla çok iyi geçinirler. Ancak Venizelos’un iktidara geçmesi ile ortalık karışır. Roman Ali Ağa ailesinin Rumlardan kurtulma çabaları ve ailenin oğlu Hasan’ın bir Girit şehrindeki yaşayışı, Rum Marigo ile askları anlatılır. Bu eser bir Türk ile bir Rum kızının asklarını anlatan ilk romandır. Aynı zamanda incelediğimiz romanlar içinde Türklerin Yunan idaresinde yaşayışlarını konu alan ilk romanımızdır. Eserde Türklerle Rumlar hep iç içedir.

Kemal Yalçın’ın Emanet Çeyiz romanı Anadolu ve Yunanistan’daki mübadillerle yapılan röportajlarla hazırlanmıştır. Anlatıcı (yazar) Bulancıklı’dır. Savaşlarla beraber burada beraber iyi ilişkiler içinde yasayan Türk ve Rumların da huzuru kaçar. Daha sonra mübadele ile Rumlar Yunanistan’a gönderilir. Komsuları olan Rum aile bu Türk ailesine giderken kızlarının çeyizlerini emanet bırakır. Ve bir daha geri dönmezler. Yıllar sonra büyüdüğünde bu olayı öğrenen anlatıcı Yunanistan’a giderek çeyizlerin sahibini arar. Oraya göçen mübadillerle röportajlar yapar. Daha sonra Türkiye’ye gelir ve Yunanistan’dan göçen mübadillerle röportajlar yapar. Roman kendileriyle röportaj yapılan Türk ve Rum mübadillerin anılarını anlatmaları seklinde devam eder. Daha sonra tekrar Yunanistan’a giden anlatıcı burada kendilerine çeyizi emanet edenlerin torunlarını bulur ve emaneti sahiplerine teslim eder.

Rumeli’de azınlık çeteleri her fırsatta Türklere saldırır ve onları öldürürler. Devletin bir türlü bu çetelerle basa çıkamaması ve halkın korumasız kalması göçü hızlandırır. Savaşın Çocukları, Emanet Çeyiz romanlarında bu çetelerin zulümleri ve Türklerin mücadeleleri anlatılmaktadır.

Yunan hükümeti onların Müslümanlaştırılmış Yunanlılar olduklarının propagandasını yapar. Savaşın Çocukları romanında Giritli Hasan sevdiği kadın olan Yunanlı Marigo’nun adada kalıp bir Yunanlı gibi yaşama teklifini kabul etmez. Türklük ve Müslümanlık duyguları çok kuvvetli olmamasına rağmen bir Yunanlı gibi de yasayamaz.

Yaş, medeni durum, çocuk sahibi olma ve cinsiyet gibi faktörler, bireyin göç kararı almasında önemli bir rol oynar. Savaşın Çocukları Romanında İsmail Ağa ailesinin çetelerden zarar görmesini engellemek için malını mülkünü satarak Girit’ten göç etme kararı alır

Göçmenlerin Anadolu’ya gelişleri üzerine Anadolu insanlarının büyük çoğunluğu onlara yardım etmiş, yakınlık göstermiş, az bir kısmı ise onları düşman, gâvur olarak görmüşlerdir. Göçmenlerin belli bölgelerde yığılmaları o bölgede yasayan halkı da sıkıntıya sokmuştur Göçmenler yerleşecekleri yerlerin geldikleri yere benzemesini ve eski islerine imkân vermesini isterler. Giritli Hasan Girit’e çok benzeyen Ayvalık’a göçer. Kadın göçmenlerin bazıları sahipsizlik ve parasızlık sebebiyle gittikleri yerlerde cinsel meta olarak kullanılmıştır. Savaşın Çocukları romanında Süslü Hüsniye kasaba sakinleri onun çaresizliğinden faydalanabileceği şeklinde düşünmektedir

Romancılarımız göç romanlarını bazen milliyetçi bir bakış açısıyla, bazen de hümanist bakış açısıyla ortaya koyarlar. Emanet Çeyiz romanları hümanist bakış açısıyla yazılmışlardır. Bu arada bir romanda hem hümanist, hem de milliyetçi kahramanlar bulunabilmektedir. Savaşın Çocukları romanında bulunan Hacara bunlardan biridir. Milliyetçi bakış açısının hâkim olduğu romanlarda Türkler hep mazlum, yabancılar zalimdir. Emanet Çeyiz romanında yabancılar devamlı bir şekilde Türklerden zulüm görmüş olan mazlumlar, Türkler ise önlerine gelen yabancıları öldüren zalimlerdir. Savaşın çocukları romanında ise Türkler Rum çeteleri tarafından öldürülmektedir. Giritli Hasanın Babası da bunlardan yalnızca biridir.

KAYNAKÇA

Bilgi, L, Türk Romanında Savaş Sonrası Anadolu’ya Zorunlu Göçler, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmalar Enstitüsü, İstanbul, 2006

Aktar, A. “Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi’nin İlk Yılı Eylül 1922 – Eylül 1923”,Yeniden Kurulan Yasamlar 1923 Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi, Der. Müfide Pekin, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2005

Arı, K. Büyük Mübadele Türkiye’ye Zorunlu Göç (1923-1925), 3. b,

Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2003

Ercan, S, Yaşar Kemal, Ahmet Yorulmaz ve Saba Altınsay’ ın Eserlerine Lozan Mübadelesinin Yansıması, Yüksek Lisans Tezi, Yedi Tepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2006

Gökaçtı, M, Nüfus Mübadelesi, Kayıp Bir Kuşağın Hikâyesi İletişim, İst.2003

Özdemir, E, Türk ve Dünya Edebiyatı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1980

Milas, H, Türk Romanı ve Öteki- Ulusal Kimlikteki Yunan İmajı, Sabancı Yayınları, İstanbul, 2000

 Türk ve Yunan Edebiyatında Mübadele, Yeniden Kurulan Yaşamlar Sempozyumu, İstanbul,2003

 Türk ve Yunan Romanında Öteki ve Kimlik, İletişim Yayınları, İst.2005

2002 Yalçın, A, Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı. Günce Yayıncılık, Ankara,

Yalçın, K, Emanet Çeyiz, Doğan Kitapçılık, İstanbul, 2001, 5. Baskı Yorulmaz, A, Savasın Çocukları, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2002, 6.Baskı